Görüşme Müzakere Ve Tutum

AKP 2011-12’deki şiddetlendirdiği kirli savaşından sonra Öcalan’la görüşmeleri başlattı. Görüşme başlatılırken, müzakereye geçilsin talebi de Kürtler tarafından haklı ve doğru olarak dile getiriliyor.

Bilindiği gibi 2009-11 dönemi de İmralı-Kandil-Oslo görüşmeleri evresiydi. Hatta öyle ki, AKP başlangıçta “açılım” diyerek, önemli beklentiler yaratarak, işe koyulmuş ama 2011 Haziran seçimlerinde masayı devirerek Sri Lankavari bütünlüklü imha saldırısına geçmişti.

AKP iktidarının imha saldırısından yeniden görüşmelere geçişini zorlayan etkenler oluştu.

Birincisi; Kürt Ulusal Demokratik Hareketi (KUDH), imhaya karşı çok çetin bir savaşla direndi. Ağır bedelleri göze alarak askeri olarak yenilemeyeceğini gösterdiği gibi, AKP iktidarının saldırısını yenilgiye uğrattı. Devrimci halk savaşı stratejisi adını verdiği direnişini askeri alanda Şemdinli-Çukurca alanını aylarca kontrolüne alacak düzeye çıkardı. Ağır bedeller ödeyerek çok yaygın gerilla eylemleri gerçekleştirdi. Siyasi alanda öngördüğü ve uygulamaya çalıştığı demokratik özerkliği fiilen gerçekleştirme çabası siyasal tutuklama kırımıyla engellendi. Ancak buna rağmen serhildanları belirli bir düzeyde de olsa başarabildi. 2012 Sonbaharında Kürt tutsakların kitlesel açlık grevlerini devreye sokarak serhildanları bütün parçalarda yükseltmenin bir aracı yaptı.

Askeri ve siyasi alanlardaki direniş AKP iktidarının gerici-faşist otoritesini sarstı. AKP’yi zor duruma düşürdü.

İkincisi, Erdoğan Suriye’ye erken savaş/kolay zafer planında Suriye Kürtlerini ezerek KUDH’ni ve Kürt halkımızı moral yenilgiye uğratmak ve buradan da umut kırmak istedi. Tersi gerçekleşti. KUDH’nin güçlerinden PYD Kürt illerinde iktidarı alarak, özerklik ilan etti “demokratik Suriye özerk Kürdistan” amacını deklare etti. Bu Kuzey’de siyasi esinlenme, bütünde ise KUDH’ne önemli bir üslenme ve güçlenme olanağı sağladı.

Üçüncüsü, AKP’nin, bölgede ABD-AB ve emperyalizm işbirlikçisi iktidar ve krallıklarla oluşturduğu Suriye ve İran’a karşı savaş ekseni için suni toplumsal temel yaratma çabasının Kürt halkını yedekleme ihtiyacı. Bu ihtiyacın önündeki direnç olan KUDH’ni etkisizleştirme politikası var. İmhanın yanı sıra Kürt halkını etkileme taktikleri bu politikanın bir parçası. Eşanlı veya art arda devreye sokulan bu taktiklerle, sonuçta KUDH’ne en az hakla uzlaşma dayatırken veya müttefikliğe geçtiği Barzani çizgisindeki güçleri egemen kılmaya çalışırken, AKP, “Kürt meselesinde çözüm” görüntüsü vererek bunu yapmak zorunda. Emperyalistlerin ve işbirlikçisi AKP’nin, yeni bölgesel ekseni, KUDH öncülüğündeki Kürt halkının engeliyle yalnızca savaşarak yeterli başarıyı sağlayamaz. Bu durum da, Ankara’yı KUDH’le görüşmeye zorluyor.

Ayrıca yerel ve cumhurbaşkanlığı seçim konjonktürü, Erdoğan’ı, Kürt engelinin yaratacağı olası kazayı atlatmaya zorluyor.

En Az Hakla Uzlaşmaya Zorlama

Erdoğan’ın imzalamayı reddederek imhaya geçmeden önce İmralı-Oslo görüşmelerinde varılan mutabakatta Kürtlerin kolektif haklarını içeren maddeler vardı. Erdoğan diğer nedenlerin yanı sıra bu nedenle de imzalamayı reddederek imha savaşına geçmişti.

Şimdi görüşmeleri yeniden başlatırken de, Erdoğan, yine en az hak çizgisini dayatıyor, demokratik özerklik ve anadilde eğitim gibi kolektif hakları içermeyen bir uzlaşmayı öneriyor: Bireysel çerçevede haklar!

Bireysel haklar temelinde seçmeli Kürtçe öğrenebilme hakkı yeterli, kolektif hak olarak Kürtçe eğitim hakkı ancak uzun vadede gerçekleşebilir.

Demokratik özerklik olamaz, Avrupa yerel yönetimler özerklik şartındaki şerh kaldırılır.

Anayasa’da nötr bir vatandaşlık tanımı yapmakla yetinilir, Kürtler ve ulusal topluluklarımızın kolektif hakları ve hak eşitliği ilkesi kabul edilemez.

AKP iktidarı ve arkasındaki emperyalistlerin bu taktiklerinin başlıca hedefi, imha-görüşme düzeneğini tekrarlayarak Kürt halkının ve KUDH’nin umudunu kırarak en geri noktada uzlaşmaya razı etmektir.

Ancak, AKP iktidarının imha savaşı hamlesinin yenilgiye uğratıldığı, Güneybatı Kürdistan’da demokratik özerkliğin gerçekleştiği koşullarda, dayatılan bireysel haklar çerçevesinde KUDH’ne boyun eğdirmek, dünden daha zor. KUDH, bu dayatmaya boyun eğmediğini, direnerek gösterdi. Sahada boyun eğmediği şeye masada mı razı olacak!

Kuzey’de Savaş, Rojava’da Uşakların Savaş Baskısı, Paris Cinayeti, Kandil’e Bombardıman

AKP, masada en az hakla uzlaşmayı dayatırken yalnızca masada maharetine ve Türk halkımız üzerindeki şovenist etkiye güvenmekle kalmıyor.

Masada görüşmeyi MİT heyetine yaptırarak sonradan ret manevrasına imkân bırakıyor. Şovenist etkiye güvenerek kolektif hak vermeyiz anlamında “ameliyat yaptırmayız”, “öncelikle silahları bıraksınlar” ajitasyonuna ağırlık veriyor.

Fakat bunlarla sınırlamıyor. Tasfiye amaçlı oyalama döneminde(2009-2011 arası) olduğu gibi, bugün de, dağa ve Kandil’e yönelik imha saldırılarını yoğun olarak sürdürüyor. Lice’de 10 gerillayı kimyasalla katlederek Çukurca yanıtını göze alması, son olarak Kandil’e öncekilerden daha yoğun ve ABD’nin hediyesi kaya delici bombaların kullanıldığı hava saldırısı düzenleyerek 7 gerillayı katletmesi bunun kanıtıdır. Paris’te PKK kadrolarına yapılan suikastı da, en az hakla boyun eğdirmek için KUDH’nin yönetimine AKP iktidarı tarafından yapılan bir tehdit olarak değerlendirmek gerekir.

Son günlerde Güneybatı Kürt özerk yönetimine karşı HSO çetelerinin ağır silahlarla saldırtılması da, bir yanıyla, hasmını zayıflatarak boyun eğdirme amacıyla bağlantılı.

AKP siyasi kırım tutuklamalarına devam ediyor. Bu yolla KUDH’nin kitlesel direnişini kırma hedefinden vazgeçmeksizin görüşmeleri sürdürüyor.

Beşir Atalay’ın “entegre stratejinin bütün unsurları birlikte işletiliyor” dediği bu saldırılar altında görüşmelerle masada sonuç alma çabasında.

Fakat AKP’nin umduğunun tersine, KUDH, imha ve imha altında görüşme taktiklerinin deneylerinden umudu koruyarak başarıyla direnerek geçmiştir.

KUDH Kolektif Haklardan Vazgeçecek Mi?

Kürt hareketi barışçıl bir çözüm için temel kıstas olarak kolektif hakları vurgulayageldi. Kolay vazgeçmeyeceği görülüyor. Bu Kuzey’de uzun süreç boyunca yürüttüğü direnişin bir gereği olduğu kadar, doğal ulusal demokratik haklarının da gereğidir. Ayrıca Kürt ulusal mücadelesinin bütünleşmeye doğru gitmekte olduğu bugün haklarının asgari çıtası/statüsü de budur. Bu çıtada hak elde etmek için veya elde ettikten sonra, gücünü diğer parçalara çekerek koruma ve bölgesel çatışmalar ortamında gelişen etkisini değerlendirme olanağına sahiptir.

Gerek bu olanağa sahip olması, gerekse AKP’nin imha saldırısını yenilgiye uğrattıktan ve Rojava ulusal devrimiyle kazandığı avantajdan sonra, KUDH’nin kolektif haklar/demokratik özerklikten vazgeçmeyeceğini söyleyebiliriz.

AKP’nin Niyetine Rağmen

AKP’nin niyetine rağmen, görüşme/müzakere, Kürt halkının geri kitlelerinde askeri direnişin amaçladığı kolektif hakların kabullenilmesinin barış getireceği beklentisini güçlendirici etki bırakarak, onları KUDH’ne yaklaştırıcı rol oynamakta. Öte yandan Türk halkının barışa yatkın kesimlerinde beklenti yaratarak AKP üzerinde demokratik kitle hareketinin büyütülmesine daha elverişli zemine vesile olmaktadır. Bu durum, AKP’nin bu kesimleri ‘ne yapalım PKK barış istemiyor o halde savaşa devam zorunluluktur’ yalanıyla kazanma taktiğinin tersine işlemesi için, ‘Kürtlerin hakları tanınarak barış sağlansın’ politikası için değerlendirilebilir.

AKP iktidarına tepki ve hoşnutsuzlukların öğrenci ve işçi hareketinde kitle eylemlerinin artışıyla kendisini göstermeye başladığı bugün, müzakere süreci, bu eylemlerin ve demokratik barış hareketinin yükseltileceği daha elverişli bir moment haline getirilebilir.

Bunu dikkate aldığımızda, koşullar AKP’nin lehinden çok aleyhine.

Demokratik Ortam Ve Müzakere

AKP iktidarı, emperyalistler ve diğer diktatörlükler gibi, uzlaşmak zorunda kaldığında, saldırıyla görüşmeyi iç içe yürütüyor. Yanı sıra gerici-faşist baskıları fiilen-hukuki olarak sürdürüyor. Böylece zor durumda kaldığı durumu manevrayla faşizmi ve diktatörlüğü en az kayıpla sürdürmek, demokratik ve özgürlükçü güçleri güçsüz durumda bırakmak istiyor. Bunu müzakerede ve varılacak uzlaşmada lehine kullanmak istiyor.

Oysa her günkü mücadelede olduğu gibi, müzakerede daha çok olmak üzere, demokratik ortam ne denli güçlü olursa, KUDH’nin ve ezilen sınıfların özgürlükler için hareketi daha güçlenip gelişebilir. AKP’nin müzakereyi oyalayarak tasfiye etme manevrasını veya en az hakka boyun eğdirme politikasını bozabilir.

Bu nedenle, ileri sürülmesi gereken taleplerden biri ve acil olanı, askeri saldırıların, kitlesel tutuklama kırımının son bulması, tutsakların serbest bırakılması, TMY ve benzeri faşist yasaların kaldırılması olmalıdır.

Türkiye Cephesinden Sürece Yaklaşım

İşçi sınıfı ve Türk emekçileri açısından özellikle İmralı-hükümet müzakereleri barış arayışını demokratik ve antişoven bir dönüşüme yöneltme imkânlarını barındırmaktadır. Devrimci politika bu görevleri yüklenmeye, bu imkânları değerlendirmeye kilitlenmelidir.

Birincisi, doğrudan bu sorun üzerine Türk emekçileri arasında yürütülecek demokratik barış mücadelesinin etki imkânı salt imhanın olduğu zamanlara göre daha fazladır.

AKP imha-görüşmeyi bir arada yürüttüğü zaman ve görüşmeyi manevraya dönüştürüp tasfiyeyi sürdürmek amacını taşısa da veya en az hakla boyun eğdirerek savaşı sona erdirme hedefiyle yürütse de müzakere, Türk emekçileri arasında barış imkânının doğduğu duygusuna yol açmaktadır. Bu duyguyu değerlendirerek, barışçı çözümü engelleyenin AKP diktatörlüğü olduğunu kitlelerin demokratik barış talepli mücadelesi içinde deneyleriyle öğrenmelerine öncülük etmek, şovenist egemen şartlanmayı geriletir, mücadelelere katılan kitleleri eğitir.

İkincisi, emekçi kitlelerin günlük mücadelelere girmeleri için nispeten elverişli ortam oluşmakta. Ekonomik demokratik mücadeleyi yükseltmek için de bu ortamı değerlendirmek gerekiyor. Mücadele eğitir, bu mücadeleler içine çekerek kitleleri şovenizmin etkisinden kurtarmak devrimci politikanın bir görevidir.

Şovenizmin kitleleri tutsak alan egemenliği ve engelleyiciliği devrimci kadroları bile Türk emekçilerinin devrimcileştirilebileceğine umutsuzluk içine düşürmüşken, müzakere koşullarında doğacak daha elverişli durumu değerlendirmeyi reddetmek devrimci hareketin işi olamaz.

Esasen birincisi üzerine tartışalım. Daha elverişsiz ve zor koşullarda mücadeleyi büyük çaba ve direngenlikle geliştirmek devrimci politikanın nasıl ki göreviyse, daha elverişi koşulları değerlendirerek kitlelerin mücadelesini yaygınlaştırmak, yükselmesini hızlandırmak bir başka görevidir.

Demokratik barış mücadelesi, Türkiye işçi ve emekçileri açısından, Kürtlerin ulusal kolektif hak taleplerini tanıyarak, tanınması için mücadele ederek yürütülmelidir.

KUDH, kolektif hakların tanınmasını isteyerek barışçı bir çözüme varılmasını istiyor. Türkiye işçileri ve emekçilerine yönelik çalışmada tanınmasını isteyeceğimiz talepler bu çıtada olmak zorundadır. Mücadele içindeki kitlelerden başlayıp daha genişleterek mücadeleye çekebileceğimiz kesimlere, taleplerin ana halkası olarak kolektif hak taleplerinin tanınmasını barış için istemeliyiz. Bu yalnızca ciddi bir demokratiklik ölçütü olmayan bireysellikle sınırlılığı dayatan AKP iktidarının boyun eğdirme taktiğini yenilgiye uğratmak için değil, sömürge Kürt ulusunun kendi kaderiyle ilgili kendisinin karar vereceğine saygı açısından, özgürce gönüllü birlik duygusunun gelişmesi için de gereklidir.

KUDH kolektif haklar talebini iki eksende formüle edip ileri sürüyor: demokratik özerklik ve anadilde eğitim! Türk işçileri ve emekçileri arasındaki demokratik barış mücadelesinin tanınmasını isteyeceği bu talepler olmalıdır.

Sosyalizm için mücadele edenler propaganda ve kısmen ajitasyonda ayrılma özgürlüğünü, tam hak eşitliği bakış açısını savunmaya, buna vurgu yapmaya devam etmeli ama ajitasyon ve eylem sloganı olarak Kürtlerin kolektif haklarının kabul edilerek barışın sağlanmasını istemeli, eylemler ve çalışmanın hedefine, bu doğal demokratik hakları reddeden burjuvazi ve emperyalizmin temsilcisi AKP iktidarını kirli savaşı sürdüren suçlu olarak koymalıdır. AKP iktidarını bu kirli savaşta destekleyen emperyalistler, hatta Kürt düşmanlığında onu geçen MHP, Kemalistler vb. de bu hedef içinde yer almalıdır.

Kürt Emekçileri Açısından

KUDH uzun zamandan bu yana mücadele programı olarak demokratik özerklik ve anadilde eğitim, kamuda anadilin kullanılmasına yer veriyor. Bu Kürt emekçilerinin ulusal mücadeleyi daha tutarlıca kılmak açısından yetersiz görülse bile, yeni ve daha geniş geri kesimlerinin mücadeleye çekilmesi rolü oynamakta, uzayan savaşta umut kırılmasını önleyen faktörlerden biri olmaktadır. Özellikle kardeş halkların Türkiye ve bölgede Kürt emekçilerini yalnız bırakmış olması ve Kürt ulusal mücadelesi karşısında sömürgeci diktatörlüğün ABD-AB emperyalistleri ile bölge gerici devletlerini kirli savaşının destek güçleri olarak birleştirmiş olmasının yarattığı yorgunluk koşullarında soluklanma imkânı vermektedir.

Kürt emekçileri arasında komünistlerin, ayrılma özgürlüğü, hak eşitliğinin propagandasının yanı sıra, demokratik barış mücadelesinde ajitasyon ve eyleminin asgari çıtası olarak demokratik özerklik ve anadilde eğitim-kamuda anadilin kullanılması taleplerinden asla vazgeçmemesi gerekir.

Sonuç Yerine

Türkiye cephesinden kendiliğindencilikte birleşen iki yanlışa kısaca değinmekte yarar var. Çünkü bu iki yanlış yaklaşım Türk emekçilerinin şovenizmin egemenliğinden kurtarılması güncel görevini yok saymakta, engellemekte.

Birincisi ne olursa olsun barış sağlansın yaklaşımı. Bu liberal burjuva bakış açısı, bireysel hak temelinde sağlanacak barışın, köleci ve tasfiyeci barış olarak şiddeti azalan ama uzun süreli kalıcı bir şovenizmin yerleşmesine yol açacağını göremeyen, görse bile ölü taklidiyle bundan kurtulabileceğini zanneden pasifizmin ve teslimiyetçiliğin yaklaşımıdır. Sosyal şovenizmin bu kaba biçimiyle bu süreçte uzlaşmaz bir mücadele yürütülmelidir. Bu yaklaşım müzakere sürecinde iradi çaba olarak da kendisini etkili kılmaya çalışacaktır.

İkincisi UKTH savunusu altında veya belki de buna öznel olarak inanarak, KUDH’nin programını reformcu gördüğü için demokratik barış mücadelesine karşı çıkan, ilgisiz kalan yaklaşım.

Evet, KUDH’nin talepler programı olarak demokratik özerklik devrim değildir. Lenin’in vurguladığı gibi “reform olarak özerklik devrimci bir önlem olarak ayrılma özgürlüğünden prensip itibariyle farklıdır... Fakat reform-herkesçe bilindiği gibi-pratikte çoğunlukla devrime doğru sadece bir adımdır. Özerklik, bir devletin sınırları içinde zorla tutulan bir ulusa nihai olarak kendisini bir ulus olarak yapılandırma, güçlerini toplama, tanıma, örgütleme ve... Norveç tarzında bir açıklama için uygun anı seçme olanağı verir.” Birleşik devrim programı için bu reformculuk olmasına rağmen, Türk emekçilerini şovenizmden kurtarma imkânlarını artıran önemli bir reform olarak görülmeli, devrimin hazırlığını büyütmede doğacak elverişli imkânları kullanmak açısından yaklaşılmalıdır.

Reform eleştirisiyle bu imkânları kullanmayı reddeden yaklaşım, işçi sınıfı ve Türk emekçi hareketinin Kürtlerin reform programının tanınmasının çok çok gerisinde bir bilinç ve tutuma sahip olduğu somut gerçeğini görmüyor, göremiyor. Bu durumdan KUDH’nin talep ettiği reformlar tanınsın demokratik barış sağlansın hedefiyle yürütülecek mücadelenin, eğer başarılabilirse, Türk emekçi kitle hareketinde bilinç sıçraması yaratacağını kavramıyor. Demokratik barış hareketinin sağlayacağı bu gelişmenin gerçek/somut gelişme olacağını anlamadan, bu mücadeleye ilgisiz kalıyor veya karşı çıkıyor, bu yolla kendiliğindenciliğe düşüyor. Bu yaklaşımla da mücadele edilerek demokratik barış mücadelesinin yükseltilebileceği kavranmalıdır.

Sonuç olarak, demokratik barış mücadelesi müzakere ortamının sağlayacağı elverişli koşulları değerlendirerek kitleleri mücadeleye daha fazla çekmek, AKP diktatörlüğünün oyalama veya en az hakla boyun eğdirme manevrasını boşa çıkarmak mücadelesidir. Dahası kitle hareketini büyütme mücadelesinin güncel önemli görevidir. Müzakerede başlıca etkenler ve aktörlerin ve koşulların etkisiyle durum demokratik adil onurlu bir barışla sonuçlansa da, öncesi ve sonrasında kitle hareketinin büyütülmesi yoluyla devrimin güç biriktirmesine hizmet edecek bir mücadele yürütülmelidir. AKP ve destekçisi emperyalistler, görüşme/müzakereyi oyalama manevrasıyla yeniden kirli imha savaşının aracı olarak kullanmaya çalışsalar bile, demokratik barış mücadelesi, bu yolla da büyütülecek kitle hareketinin biriktireceği güçle mücadeleyi geliştirmenin aracıdır. Bu nedenle önem verilerek ve devrimci ciddiyet ve kararlılıkla yürütülmelidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi