Enternasyonal Hareket Tartışıyor: Dönüşüm Mü, Devrim Mi?

Nereden Çıktı Bu Taslak?

8. Dünya Sosyal Forumu (DSF) bu yıl Brezilya Belem’de, Amazonlarda toplandı. Forum “başta bir dünya’nın nasıl kurulabileceğine, enternasyonal kitle hareketinin stratejisinin ne olması gerektiğine dair tartışmalara da sahne oldu. “Krizle Yüzleşme” başlığını taşıyan bir “strateji tartışma taslağı” DSF Uluslararası Konseyi tarafından foruma sunuldu. (Taslak, sosyalforum.org sitesinden okunabilir.)

Enternasyonal kitle hareketi ilk büyük çıkışını, 1999’da ABD-Seattle’de Dünya Ticaret Örgütü Zirvesi’ne karşı radikal protesto eylemleriyle yapmıştı. Bu hareketin bir bileşeni olan DSF ise ilk defa 2001’de Brezilya’nın Porto Alegre kentinde toplanmıştı. “Başka Bir Dünya Mümkün” sloganını bayraklaşman hareket, bugüne değin, uluslararası kitlesel merkezi eylemlerle, dünya ve kıtalar çapında toplanan sosyal forumlarla, pek çok ülkede eşzamanlı düzenlenen gösterilerle genişliğini ve etkinliğini artırarak ilerledi. Antiemperyalist mücadelenin önemli damarlarından biri oldu.

DSF’ye topraksız kır emekçilerinden ekolojik derneklere, Amerikan yerlilerinin temsilcilerinden sendikalara ve fabrika işgalcilerine, eylemci anarşistlerden ırkçılık karşıtı ve siyahi gruplara, eşcinsel örgütlerinden reformist partilere, feminist çevrelerden devrimci ve komünist yapılara değin dünyanın her köşesinden çok geniş bir toplumsal ve politik yelpazede yer alan güçler katılıyor. Yoksul Afrika ülkelerinin borçlarının silinmesi veya finansal işlemlerin vergilendirilmesi gibi kısmi talepler de emperyalist işgal veya uluslararası tekelci sermeye karşıtlığı gibi genel mücadele konuları da, kapitalizmi aşma arayışları da DSF’nin gündemine geliyor.

DSF bir tartışma ve deneyim paylaşma alanı niteliğini taşıyor. Forumda reformist ideolojik hegemonya belirginken, sokakta, militan kitle mücadelesi öne geçiyor. Başlangıçta forumların ideolojik atmosferinde politik partilere mesafelilik, her türlü şiddete karşıtlık ve iktidara kayıtsızlık eğilimleri baskınken, birkaç yıldır bu durumda bir değişim yaşanıyor.

Dünyayı sarsan ekonomik kriz kapitalizmin alternatifinin ne olduğu tartışmasını alevlendiriyor. Dünya çapında ezilenlerin burjuva ideolojik hegemonyadan kopuşunun hızlanması, Marx'a dönüş furyasının başlaması DSF’de de yankı buluyor. Fransa’dan Yunanistan’a ve Mısır’a kadar birçok ülkede patlak veren halk isyanları, Venezuela, Ekvator ve Bolivya’da antiemperyalist halkçı iktidarların varlığı, Kolombiya’dan Nepal’e uzanan devrimci gelişmeler iktidar sorununu enternasyonal kitle hareketinin tartışma gündeminin odağına doğru itiyor. Yani DSF Uluslararası Konseyi’nin enternasyonal kitle hareketine yön çizmek amacıyla strateji tartışma taslağı hazırlamasını, yeryüzünün toplumsal ve politik çehresinde görülen bu değişim zorunlu kılıyor. Dün bazı reform talepleri ileri sürmekle yetinen uluslararası burjuva reformist çizgi de değişime uğruyor; toplumsal çelişkinin keskinleşmesiyle bugün “kapitalizmi aşma” iddiasını dile getiren bir noktaya; küçük burjuva reformizmi ve romantizmi temelinde bir karşı çıkış çizgisine geliyor. ATTAC’ta (Mali işlemlerin vatandaş yararına vergilendirilmesi derneği) simgeleşen bu ideolojik- politik eğilim, Taslak sayesinde DSF ve dolayısıyla enternasyonal kitle hareketi' üzerinde etkinliğini yerinden üretmeyi amaçlıyor.

Kriz Ve Strateji: Direniş, Ama Nasıl...

Taslak, bugünkü krizi, “neoliberal evresindeki kapitalist küreselleşmenin krizi” olarak tanımlıyor. Kapitalizmin ekonomik ve sosyal, ekolojik, jeopolitik ve ideolojik boyutları olan yapısal bir krize girdiğini söylüyor. Ve bu krizin ortaya çıkardığı “tehlikeler” ve “fırsatlar” bağlamında “alternatif küreselleşme hareketinin stratejisini” oluşturma iddiasını taşıyor. Gerçekten de, bugünkü krizin 1929’daki büyük krizden bile daha geniş ve derin bir boyut kazanması bekleniyor. Bu nasıl oldu?

Emperyalist küreselleşme döneminde meta üretimi ve ticareti dünya tekellerinin ve uluslararası tekellerin elinde inanılmaz ölçüde yoğunlaştı. Daha kârlı üretim için tekelci sermaye ucuz işgücü ülkelerine aktı. Devlete bağlı toplumsal yararlı hizmetler sermaye ve kâr üretimine açıldı. Yetmedi; sermayenin, kârlılığı düşen sanayi üretiminden kopuşu belirginleşti ve başkalarınca üretilmiş artı- değeri finansal spekülasyon yoluyla yutması tipik yönelimi haline geldi. Mali piyasalar aşırı şişti. Küçük üreticilerin, orta sınıfların yıkımı hızlandı. Kâr ve daha fazla kâr amacıyla meta üretimi, üretkenliğe kıyasla işçi ücretlerinin azalmasına neden oldu. Pazar sınırlı kaldı, satılabilecek olandan daha çok meta üretildi. Ve sonunda büyük kriz kapıyı çaldı. Finans balonu patladı. Üretken kapasite kullanımı dibe vurdu. ABD ve Avrupa’nın namlı bankaları battı, düne kadar milyarlarca dolar kâr yazan dev şirketler sallanmaya başladı. Sermayenin kendini genişleterek yeniden üretme yeteneğinin tıkandığı bir ana gelindi. Emperyalist küreselleşme bizzat temelinden krize yakalandı.

Emperyalist küreselleşmenin sonucu, orta sınıfların eski yaşam koşullarım kaybetmesi, işçi sınıfının sefalete mahkum edilmesi, gelişmiş kapitalist merkezlerdeki işçilerin de yoksullaşması, kronik bir işsizliğin dizginsizce kitleselleşmesi, hatta gıda krizleriyle açlığın yayılması oldu. Dünya tekellerinin yeryüzünü bir ahtapot gibi sarması küresel ısınma, çevre kirliliği, genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri, doğanın geri dönüşü olmayan tahribatı yoluyla bir ekolojik krize kapıyı açtı. Neoliberal ideoloji iflas etti, kapitalizmin alternatifsizliği düşüncesi ölümcül yara aldı, kendini yeniden üretebilecek toplumsal zemini yitiren burjuva ideolojik hegemonya da krize girdi. Ekonomik krizin yanında işgal karşıtı direnişlerin ve emperyalistler arası rekabetin şiddetlenmesiyle de emperyalist üstünlüğü sarsılan ABD, dünya politikalarını eski biçimde sürdüremez hale geldi. Bütün bunlar kapitalizmin, emperyalist küreselleşmenin ne denli ağır bir krize tutulduğunun göstergeleri.. .

Peki, kriz gerçekliğini ortaya koyan taslak, enternasyonal kitle hareketi için nasıl bir strateji öneriyor?

Taslak’a göre, “alternatif küreselleşme hareketi bugün üç düzeyde harekete geçmelidir:

Kısa vadede tehlikelere karşı direnişleri güçlendirmelidir. /Orta vadede nüfuz sahibi olmalı, reformcuların stratejileri üzerinde nüfuz sahibi olmalıdır./Uzun vadede dönüştürmek, kapitalizmi aşmak amacıyla dönüştürmelidir” Ve stratejik yönelim ise, “toplumları ve dünyayı herkesin temel haklardan yararlanabileceği bir temel üzerinde örgütleme” şeklinde ifade ediliyor.

Taslak, şunlara “tehlikeler” olarak işaret ediyor: Krizin faturasının yoksullara çıkarılması, işsizliğin ve açlığın yayılması, toplumsal hareketlere karşı faşizan baskıların artması, ırkçılığın ve İslam düşmanlığının tırmandırılması, göçmenlerin daha fazla ezilmesi, militarizasyon ve yeni savaş girişimleri vb. kısa vadede bu “tehlikeye” karşı mücadele elbette önemli ve acildir.

Sermaye krizden çıkış amacıyla kendi zararlarını toplumsallaştırma, düşük kâr oranlarını yükseltme, pazarı genişletme ve daha ileri düzeyde merkezileşme arayışındadır. Bu arayış dünya tekellerinin üretimde ve ticarette dizginleri daha sıkı ele alması, bireysel üreticileri yıkıma uğratması, daha küçük sermayeleri yutması ya da bağımlılaştırması demektir. Halktan toplanan daha yüksek oranda vergilerin tekellerin kasalarına aktarılmasını getirir. Henüz sermayeye açılmamış toplumsal hizmet alanlarının da sermayeye devredilmesi, her şeyin piyasalaştırılması anlamına gelir. Kâr oranlarının tekrar yükselmesi için sermaye kıyımıyla birlikte ücretlerin düşürülmesine yol açar. İşçi sınıfı ve ezilenler işlerini ve gelirlerini, halen mevcut olan bazı sosyal haklarını eğitim ve sağlık olanaklarını ancak dişe diş bir direnişle koruyabilirler. Kapitalist devletleri işsizlik, yoksulluk ve açlığa karşı kimi bazı iyileştirmelere zorlamaları, ancak güçlü bir mücadeleyle mümkün olabilir. Bu devletlerin faşist politikalarına, ırkçılığa ya da emperyalist savaşlara karşı çıkış açısından da aynen geçerli- dir. Direniş ve mücadelelerde, tek tek ülkelerdeki işçi- emekçi hareketlerinin yanında, enternasyonal kitle hareketleri de rol oynayacaktır. Ama nasıl?

"Küresel Yeşil Bir Düzen" Ya Da Boş Hayal

Evet, ilk sorun şudur: “Kısa vadede tehlikelere karşı direnişler” hangi perspektifle ele alınmalıdır?

Uluslararası konseyin görüşüne bakılırsa, “Alternatif küreselleşme bir sonuç, küresel olarak koşullar olgunlaşmamış olduğu için kısa vadede pek mümkün değildir; fakat alternatif küreselleşme hareketinin güçlendirilmesinin olası sonuçlar üzerindeki etkisi olacaktır. Taslak, stratejik hesabını, krizin zorlamasıyla orta vadede kapitalizmin kapsamlı bir reformdan geçirileceği ve bir tür “küresel yeşil yeni düzen” ortaya çıkacağı beklentisi üzerine kuruyor. ’29 krizinin ardından ABD’de Roosevelt başkanlığında uygulanan “Yeni düzen” reformlarının yeni bir versiyonunun hayata geçirileceğini umuyor. Enternasyonal kitle hareketine ise, orta vadede, “Neoliberaller ve neokeynesciler arasında bir ittifak yoluyla oluşacak yeni bir hegemonik bloğa karşı savaşma” ve “reform hareketlerini alt sınıfların yararına olacak şekilde radikalleştirme” misyonu biçiyor. Taslak’a göre “küresel yeşil yeni düzeni sınırlarının ötesine geçmeye zorlama” ya daörneğin Birleşmiş Milletleri zorlayarak “sistemin kendisini de sınırların ötesiye geçmeye zorlama” perspektifi stratejisinin orta vadeli hedefini ifade ediyor. Yani direniş ve mücadele, neokeynesci “küresel yeşil yeni düzen” reformunu radikalleştirme perspektifine tabi kılmıyor.

1929 Buhranı’nın ardından, Keynesçi ekonomi politikaları, tekelci devlet kapitalizmini öne çıkardı. Burjuva devletin, temsil ettiği tekelci sermaye sınıfının genel çıkarları adına, tekil sermaye hareketlerinin karşılıklı ilişkilerinin toplamından meydana gelen bütün bir sermaye düzeni üzerinde denetimini artırdı. Sermaye, sosyalist dünyanın varlığı nedeniyle daralmış olan kapitalist dünya pazarını, kendi ulusal pazarlarını derinleştirerek, yeni sömürgelerde kapitalist gelişimi sağlayarak, kapitalist metropollerde tekel dışı üretimi tasfiye ederek, teknolojik bir atılımla kârlılığı yükselterek yeniden genişletmeyi başardı. O dönemde sermayenin merkezileşme düzeyi ve birikimin koşulları bunları olanaklı kılıyordu. Üstelik dünyada, işsizliği tarihe gömen, büyük ekonomik buhranın dışında kalan, görülmemiş bir sanayi atılımını on yıldan kısa bir süreye sığdıran, halkının yaşam standartlarını sıçramak olarak yükselten bir Sosyalist Sovyetler Birliği bulunuyordu. Sosyalizmin varlığı, kapitalizmi “sosyal devlet”e gerilemek zorunda bıraktı. Krizden tam anlamıyla çıkış ise, ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti.

Bugün neokeynesçi politikalarla kapitalizmin kendini kapsamlı bir reforma tabi tutabilmesi, emperyalist küreselleşmeden geri dönebilmesi mümkün değil. Üretimden kopup spekülatif finansal yatırımlara yönelen sermaye fazlası yeniden üretime dönebilir mi? Ama zaten üretimi genişletmeye yatırım yeterli kârı sağlamadığı için kronik bir sermaye fazlası oluştu ve bu fazlalık finansal spekülasyon sahasında dolaşmaya başladı. Kronik sermaye fazlası nereye gidecek? Yeni bir teknolojik atılım ve ücretlerde ciddi bir yükselme kapitalist dünyada artık mümkün olabilir mi? İyi de, yeni teknolojiye dayanan ve böylece üretkenliği artıran sabit sermaye yatırımları artık genellikle kârlı olmadığından dolayı, sermaye, daha fazla üretim yoluyla göreli artı-değeri büyütmek yerine daha fazla çalıştırma ve daha az ücretlendirme yoluyla mutlak artı-değeri büyütmeye yöneldi. Kapitalist sistem tekrar “sosyal devlete” eğilim gösterebilir mi; eğitim ve sağlığın piyasalaştırılmasından vazgeçebilir mi? Ama “sosyal devlet” sermayenin merkezileşmesinde ve tekelleşmede gelinen düzeyin, sermaye birikiminin artık tahammül edilemez bir engeli haline gelmiş olduğu için bir kenara atıldı. Ancak Ekim Devrimi gibi kapsamlı bir sosyalist tarihsel atılımın karşısında kapitalizm yeniden -o da varlığı tehlikeye düştüğü koşullarda- kimi ciddi sosyal tavizler vermeye yönelebilir. (Ki bunlar da 1960’ların bir tekrarı olmayacaktır.) Yani sosyal reformlar ancak sosyal devrimin yan ürünü olabilir. DSF Uluslararası Konseyi meseleyi baş aşağıya koyuyor ve sosyal reformların ‘derinleştirilmesi’nden başka bir şeyi ufku almıyor.

Batan bazı bankaların ve şirketlerin devlet mülkiyetine geçirilmesi neokeynesci bir devlet kapitalizminin işareti sayılabilir mi? Hayır, kârlar değil, zararlar devletleştiriliyor. Devlet mülkiyetine alınarak yeniden yapılandırılan banka ve işletmelerin tekrar en büyük özel sermaye gruplarına devredileceği açık. Bugüne kadar olan özelleştirme dalgaları da sermayenin genişleme ihtiyacına bağlı olarak yaşanmıştı. Sermayenin ucuz işgücü ülkelerine akması, üretimin muazzam boyutlarda uluslararasılaşması, yeni sömürge ülke ekonomilerinin bankacılıktan sigortacılığa ve borsadan sanayiye kadar bütün alanlarında dünya tekellerinin dolaysız egemenliğinin kurulması, hammadde kaynaklarının pervasızca yağmalanması tekelci kapitalist gelişmenin nesnel sonuçlarıydı. Avrupa’da toplumsal uzlaşma döneminin kapanması, Avrupa işçi sınıfının da ücret seviyesinden sosyal haklara değin kazanılmış mevzilerine hücum edilmesi aynı nesnel gelişmenin ürünüydü. Kâr oranlarının düşüklüğü ekolojik tedbirlere kaynak ayrılmasında ve doğal tahribatın önüne geçecek yatırımlarda da sermayenin ayak sürümesinin nedeniydi.

Emperyalist küreselleşme döneminde sermayenin zaten düşük kârlılıktan kurtulmak ve kronik fazlalığını değerlendirmek amacıyla girmiş olduğu rotadan şimdikinden daha düşük kârlılık ve daha fazla atıl sermaye fazlalığı getirecek bir yola sapması beklenemez. “Küresel Yeşil Yeni Düzen”e geçmek için sermayenin merkezileşmesinde ve tekelleşmede gelinen düzeyden geri düşülmesi gerekir. Oysa her ekonomik krizden çıkış, ancak sermayenin daha ileri düzeyde merkezileşmesiyle olanaklıdır. Dolayısıyla, sermayenin merkezileşmesinin ve devletin tekellerin elinde yoğunlaşmasının bugün ulaşmış olduğu düzeyden geri düşüş imkansızdır.

Demek ki, Taslak’ın önerdiği stratejinin orta vadeli hedefini gerçekleştirmeye imkan tanıyan bir toplumsal maddi temel artık yoktur. Ezilenlerde bir “küresel yeşil yeni düzen” beklentisi yaratmak, direniş ve mücadeleleri bu reformları radikalleştirme amacına endekslemek apaçık düzen içi reformculuktur. Enternasyonal kitle hareketinin güncel direniş ve mücadeleleri bağlaması gereken hedef, kapitalizmi yıkıcı güçlerin eylem içinde toplanmasıdır. Finansal işlemlerin vergilendirilmesi, artan oranlı gelir vergisi, bankaların devletleştirilmesi, özelleştirmelerin durdurulması, işsizlik sigortası, yoksullar için yeni sosyal yardım fonları kurulması gibi somut taleplerle yürütülecek mücadelelerin önemi elbette tartışmasızdır. Dahası, bir somut talepler paketiyle bütün potansiyel mücadele güçlerini birleştirmek de gereklidir. Bunlar kazanılmış hakların korunması ve bazı iyileştirmeler elde edilmesini sağlayabilir. Fakat bu talepleri devrimci bir programa ve sermaye egemenliğini yıkma amacına bağlamamak, hele de kapitalist sistemin kapsamlı bir reforma tabi tutulmasının nesnel olarak olanaksızlaştığı bugünün dünyasında enternasyonal kitle hareketini düzen sınırları içinde kötürümleşme yoluna sokmakla eşanlamlıdır.

"Kapitalizmi Aşmak”: Dönüştürerek Mi, Yıkarak Mı...

İkinci önemli sorun da şudur: “Kapitalizmin aşılması” ve “herkesin temel haklardan yararlanması” nasıl olacaktır?

Taslak, “Alternatif Küreselleşme Hareketi’ni “sistem karşıtı bir hareket” olarak tanımlıyor ve “kapitalizmi aşma sorunu güncel bir konudur” diyor. Peki, Taslak’ın “uzun vadede kapitalizmi aşmak amacıyla dönüştürmek” perspektifi nedir? Yanıt: “Kapitalizmi aşma uzun vadeli bir iştir ve önceden belirlenemez. Günümüz toplumundaki kapitalist toplumsal ilişkilerin feodal toplumlarla açığa çıkmış olması gibi, bunun habercisi olan toplumsal ilişkiler zaten vardır (...) Kopuş, eski toplumsal ilişkilerin ortadan kaldırılmasıyla değil, zamanla yeni ilişkilerin egemen olmasıyla, eski toplumsal ilişkileri tabi kılmasıyla ve onları kökten dönüştürmesiyle gerçekleşebilir." Yani devrim değil evrim!

Kapitalist üretim ilişkileri feodal toplum içinde doğmuş ve yayılmıştır. Ama feodalizmden kapitalizme geçiş ile kapitalizmden yeni bir toplumsal sisteme geçiş arasında bu bakımdan bir benzerlik yoktur. Söz konusu olan, bir sömürü düzeninden bir başka sömürü düzenine geçiş değil, sömürüşüz bir topluma geçiştir. Bir feodal toprak sahibi kapitalistleşebilir, fakat bir kapitalist sömürüşüz bir toplumsal sisteme adapte olamaz. Sömürüye son veren bir toplumsal sistemin doğuşu, feodalizmden kapitalizme sömürünün biçim değiştirdiği bir geçişin yolunu izleyemez. Üstelik sömürüye dayanmayan yeni toplumsal ilişkiler, kapitalist üretim ilişkileriyle uzun süre yan yana yaşayamaz.

Gelişmelerinin belirli bir aşamasında üretici güçler, eski üretim ilişkilerinin kabuğuna sığmaz olurlar. Eski ilişkiler üretici güçlerin gelişmesi önünde engel haline geldiğinde, eskinin yıkılması kaçınılmazdır. “O zaman bir toplumsal devrimler çağı başlar" (Marx) Ve üretici güçlerin gelişmesini sağlayan yeni üretim ilişkileri hakimiyet kurar. Her yeni toplumsal sistem, ancak eski sistemden daha ileri bir üretkenlik temelinde hayat bulabilir. Eski toplumda ortaya çıkıp yayılan kapitalist üretim ilişkileri, bir dönem boyunca feodal üretim ilişkileri ile yan yana bulunur. Ama feodal toplum ile kapitalist ilişkilerin bir arada var oluşları sürekli olmaz. Biri diğerinin içinde doğmuştur ve eski ilişkilerle yeni ilişkiler yan yana yaşamıştır, fakat daha yüksek üretkenliğe ve toplumsallığa sahip olan yeni, eskiyi yıkar. Kapitalizmde ise yeni toplumsal ilişkilerin ön koşullan bizzat sermayenin yapısında içseldir. Sermaye yeni toplumun üretici güçlerini hazırlar, üretimin toplumsallaşmasını ilerletir, kapalı toplumsal yapıları çözerek dünyanın en uzak yerlerini birbirine bağlar. Bütün bunları kendi bünyesi içinde yapar. “Yeni ilişkiler”in gerçek temelleri, toplumsallaşmayı dünya çapında gerçekleştiren ama çoktan kendi kendisinin engeli haline gelmiş olan günümüz sermaye tekellerinin içindedir.

Taslak’ta kapitalizm içindeki “yeni ilişkiler” nitelendirmesiyle patronsuz fabrikalar, kolektif işgal çiftlikleri, işgal konutları, üretim ve tüketim kooperatifleri, doğrudan üretici pazarları, değiş tokuş ağları, halk eğitim merkezleri, gönüllü çalışanların karşılıksız sağlık hizmetleri gibi unsurlar kastedilmektedir. Bunların bir kısmı sömürüyü ortadan kaldıran ilişki türleridir. Bugün kapitalist üretim tarzının son sınırına değin çürüdüğü ve sermayenin kendini genişleterek yeniden üretmede derin bir krize girdiği koşullarda, yaşamları çöküntüye uğrayan ezilenler arasında komünal tipte ilişki girişimlerinin artması olağandır. Bunlar ezilenlerin yeni bir dünya isteğinin simgesi olsalar da, bütün bir toplumsal dönüşüm sağlama yeteneğinden yoksundurlar. Çünkü tekelci kapitalist üretkenlikten daha ileri bir üretkenliğe ve toplumsallığa sahip değillerdir.

Üretici güçlerin bugünkü gelişme düzeyi, kapitalizmin sağladığından daha ileri bir .toplumsallaşmayı, bütün sömürücü sınıfların ortadan kaldırıldığı ve bütün temel üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Yerel komünal ilişkiler dahilinde üretim ise daha az toplumsaldır, tekelci kapitalist üretimle rekabet edemez ve onun karşısında uzun süre ayakta kalamaz. Zira en ileri teknolojiye dayanan tekellerin üretkenliği, bir işgal fabrikası veya çiftliğinde üretkenlikten kat be kat üstündür. Temel üretim araçları kapitalist sınıfın elinde kaldıkça, “yeni ilişkiler” nasıl daha üretken olabilir? Lokal örgütlenmiş işgücünün dev bir kapitalist tekelin pek çok ülkede birden kurulu dünya fabrikasından daha ileri bir üretkenlik ve toplumsallıkta olabileceği düşünülemez. Yerel ve verimi düşük üretim birimleriyle milyonlarca insanın ihtiyacı karşılanamaz. Kapitalist sistem yerli yerinde dururken işgal konutlarıyla, karşılıksız sağlık hizmeti veren gönüllülerle, dayanışma ağlarıyla ve halk meclisleriyle milyonlarca insanın işsizlik, yoksulluk, barınma ve sağlık sorunlarının kökten çözülebileceğini ileri süren kişi hayal görmüş olur.

Brezilya’daki bir işgal çiftliği, kendine yeter olmanın ötesine geçerek bir toplumsal dönüşüm modeli işlevine bürünecekse Cargill’e karşı imkansız bir yarışa girmek zorundadır. Arjantin’deki bir işgal fabrikası enerjiyi, hammaddeyi ve yeni makineleri satın almak, ürünlerini satmak ve çalışanlarının ihtiyaçlarını temin etmek için pazara bağlanmadan yapamaz. Ve bir kez pazara tabi olduktan sonra dışında var olmaya çalıştığı kapitalist sisteme entegre olmaktan kaçınamaz. Peki değiş tokuş pazarlarında değişim hangi ölçüye göre yapılır, yaklaşık piyasa fiyatlarına göre değil mi? Bağımsız üretim birimleri uzun vadede ya tekelci kapitalist üretim karşısında daha düşük üretkenlik ve daha yüksek maliyette ürettikleri için yok olmak ya da sermaye ve pazara tabi olarak üretim yapmak durumunda kalırlar.

Bütün bu komünal birimler burjuva devletin yasadığına karşı var olmaya çalışırlar. Fakat yaşayacaklarsa, nihayetinde ya düzenin yasalarına uymalan ya da devlet şiddetini püskürtecek denli büyük direnişler sergilemeleri gerekir. Böylesi “yeni ilişkiler” kapitalist toplum için bir tehdit düzeyine gelmemişlerse, burjuva devlet bunlara tahammül edebilir. Peki ya tehlikeli olduklarında? Örneğin, Brezilya’da MST’li (Topraksız Kır işçileri Hareketi) işgalci köylüler polis kurşunlarıyla can verirler. Hatta Venezuela’da Chavez’in halkçı iktidarını devirmek ya da Bolivya’yı bölmek amacıyla her türlü emperyalist komploya başvurulur.

Devlet, tarih boyunca sınıf ayrımına dayanan her toplumda, egemen sınıfların aleti olmuştur. Temel üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, devlet aygıtı üzerinde de egemenlik kurmuştur. Devlet asla tarafsız değildir, en özerk göründüğü zamanlarda bile. Bugünün devletleri, bir avuç dünya tekelinin birkaç yüz uluslararası tekelin ve onlara bağımlı yerli tekellerin baskı ve zor makinelerine dönüşmüştür. Devlet iktidarını ele geçirmeden, “yeni ilişkiler” kapitalist toplumda varlıklarını sürdüremezler. Yeni toplumsal ilişkilerin eski toplum içinde kurulup gelişeceği iddiasını feodalizmden kapitalizme geçişle örnekleyen Taslak, nedense burjuva devrimleri unutuverir! Oysa, gelişen kapitalist ilişkiler ile feodal kabuk daha fazla bir arada duramaz hale geldiğinde, devrimler ve karşı devrimlerle karakterize olan şiddetli bir sınıf savaşımı patlak vermiştir. Kapitalist üretim ilişkilerini gemleyen feodal devletler, yıkılmış, evet, eski iktidara karşı yıkıcı şiddet hareketleri tarihsel bir zorunlulukla sahneye çıkmış ve burjuva devrimlerle yeni kapitalist devletler kurulmuştur.

İster tarihte, isterse bugün, yeni üretim ilişkileri ve yeni toplumsal kuruluşlar tartışmıyorsa, iktidarın alınması sorunu mutlaka gündeme gelir. Hele sömürücü bir toplumdan sömürüşüz bir topluma geçiş söz konusuysa sömürücü sınıf iktidarının zor yoluyla yıkılması ve yeni tipte bir devletin kurulmasından başka bir yol yoktur. Devlet iktidarını hedeflemeyen bir toplumsal dönüşüm arayışı, söylemi ne olursa olsun, reformizmdir. Ve burjuva devlet ile kapitalist toplumun sürmesini kabullenmiş demektir.

İşgal fabrikaları, çiftlikleri ve konutları, sosyal dayanışma ağları, mahalle meclisleri karşılıksız halk sağlığı ve eğitimi kampanyaları türü girişimlerin bir önem taşıdıkları yadsınamaz. “Sosyal devlet” yapısının tasfiye edildiği ve üstelik krizde emekçi halkın yaşam şartlarının daha da çöküntüye uğradığı koşullarda, bunları, devletin çekildiği alanlarda boşluğu doldurma çabaları olarak değerlendirmek gerekir. Halkın temel bazı ihtiyaçlarının en asgari düzeyde karşılanması halk örgütlenmesi ve dayanışmasıyla işgaller ve kitlesel elkoyma hareketleriyle geçici olarak başarılabilir. Böylece ezilenlerin hem çektikleri acılar biraz olsun hafifletilebilir, hem de politik inisiyatif kazanılan ve mücadele güçlerini birleştirmeleri sağlanabilir. Fakat bunlar kendi başlarına genel bir toplumsal dönüşümü başaramazlar. Devrimci bir politik stratejiye ve iktidarı almayı amaç edinen bir devrim programına bağlanmadıkları takdirde, kısmi ve geçici iyileştirmelerin ötesine geçemezler ve zamanla dağılıp giderler. Taslak ise, bu tip girişimleri toplumsal dönüşümün yolu diye sunarak, küçük burjuva romantizmini gösteriyor. “Kapitalizmi aşmak” söylemine sarılıyor, ama enternasyonal kitle hareketinin ufkunu düzen içi bazı iyileştirmelerle sınırlamış oluyor.

DSF’de hegemon bu reformist anlayış, enternasyonal kitle hareketinde tartışmalar dayattığı ölçüde, iktidar sorununu gündeme alıyor, fakat iktidarın etrafında dolanıp duran ve sorunun özüne parmak basmaktan kaçman o bayatlamış reformist stratejiyi tekrar öneriyor. Bu stratejinin iktidarla ilişkisi, kısa vadede iktidara karşı direniş, orta vadede iktidarı reformları radikalleştirmeye zorlamak, uzun vadede ise iktidara dokunmadan “yeni toplumsal ilişkiler” inşa etmektir. Toplumsal dönüşümü iktidarı almanın dışında gören Taslak, iktidarsız bir iktidar tartışması yapıyor. Dolayısıyla sınıf uzlaşmacılığı yayıyor. Böylece “alternatif küreselleşme” tanımı, gerçekten kapitalizme alternatif bir toplumsal sistem olarak değil, kapitalizmde düzen için reformist bir var oluş biçimi olarak içerikleniyor.

Alternatif: Sosyalist Devrimin Küreselleşmesi

Taslak’ın iktidar sorununda yan çizmesinin altında yatan neden, bu sorunun kaçınılmaz olarak tartışmayı alıp sosyalizme götürmesidir. Taslak ise, sosyalizmi kapitalizmin alternatifi olarak göstermeme uğraşındadır. Taslakta yer alan “Sovyetizmin 1989 yılında çöküşünden ve zapturapt ideolojilerinin neden olduğu gerilemelerden sonra demokratik ihtiyacın canlanması” vurgusu, onun sosyalizm karşıtı ideolojik pozisyonunun ifadesidir. “Sovyetizm” kavramıyla Sovyetler Birliğinin (ve sosyalist inşaya yönelen diğer ülkelerin) bütün 20. Yüzyıl tarihi tek bir niteliğe indirgenmekte, sosyalizm de “zapturapt ideolojileri” ile aynı kefeye konularak demokrasiyle bağdaşmaz gösterilmektedir.

“Sovyetizm’in çöküşünü olumlayan taslak, “tarihsel bağımsızlık (decolonisation) hareketi” mirasına yani sömürgelerin ulusal kurtuluş savaşlarına sahip çıkma anlayışını taşıyor. Peki her şey bir yana, Sovyetler Birliği, 20. yüzyılda sömürgeci boyunduruktan kurtulup devletleşen ülkelerden daha mı az demokratikti? Sosyalist mücadele ve devletler, ulusal bağımsızlık mücadelelerine kıyasla emperyalist kapitalizmi daha mı az geriletti? Sovyetler Birliği’nin varlığı ve güçlü desteği olmaksızın ulusal kurtuluş mücadeleleri başarıya ulaşabilir, dekolonizasyonu gerçekleştirebilir miydi? Taslak’ın burjuva devletleri zorlayarak geri dönmek istediği sosyal devlet, Sovyetler Birliğinin varlığından dolayı kapitalizmin atmak zorunda kaldığı büyük bir geri adım değil miydi? Ama hayır, Taslak’ın hazırlayıcısı olan DSF Uluslararası Konseyi için esas mesele, enternasyonal kitle hareketinin stratejik amaç olarak sosyalizmi benimsemesini engellemektir.

Emperyalist küreselleşme bir yanda muazzam servete, öte yanda korkunç yoksulluğa yataklık ediyor. Büyük kriz sermaye ile emek arasındaki çelişkiyi alabildiğine keskinleştiriyor. Eskisi gibi yaşama imkanları ortadan kalkan diğer ezilen toplumsal tabakalar da işçi sınıfıyla antikapitalizmde buluşuyor. Üretimin toplumsallaşmasının vardığı düzey ile mülkiyetin giderek azalan sayıda tekelde yoğunlaşması arasındaki çelişki, çözümünü dünyanın her yerinde güncel olarak dayatıyor. Yeni toplumun bütün önkoşulları dünya tekellerinin yapısında cisimleşiyor. Dünya çapında merkezileşmiş üretim ve dolaşım, üretici güçlerin dünya çapında toplumsallaşması her ülkenin üretim, ticaret ve finans ağıyla sıkı sıkıya bağlanması, iletişim ve ulaşımda gelinen düzey sosyalizmi sahneye çağırıyor.

Emperyalist küreselleşmeye tek alternatif, sınır tanımayan sosyalist devrimdir, sosyalist devrimin küreselleşmesidir. Bugün yer küremizin her yerinde sosyalizmin nesnel toplumsal temeli, bir asır öncesiyle kıyaslanamayacak denli olgunlaşmıştır. Herkesin temel hakları kullanmasını sağlamanın yegâne yolu sosyalizmi kurmaktır. Enternasyonal kitle hareketinin bağlanacağı strateji dünya devrimi, amaç ise sosyalizmdir. Emperyalist küreselleşme dünya devrimini ve sosyalizmin güçlerini kendi içinde hızla bir araya getirmektedir. Enternasyonal kitle hareketi de bunun bileşenlerinden biridir. Hareket antiemperyalist bir mücadele sergilemekte, antikapitalist özellikler de taşımaktadır. Fakat dünya devrimini hedeflemek ve sosyalizmi programlaştırmak, işçi sınıfının enternasyonal kitle hareketi içinde bilinçli ve iradi etkinliğiyle ilgilidir. Küçük burjuva reformist stratejik anlayış ile devrimci sosyalist stratejik anlayış arasında hegemonya mücadelesi kaçınılmaz olarak şiddetlenecektir. Ve enternasyonal kitle hareketinin kaderini bu hegemonya mücadelesinin sonucu belirleyecektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi