Sayı 36 / Temmuz-Ağustos 2009

Eğer emperyalist işgale karşı tutum alan sınıfları kişilerde cisimleştirirsek bunların Türk ticaret burjuvazisi ve toprak ağalarını temsilen M. Kemal, Kürdistan toprak beylerini ve Kürt ulusunu temsilen Yusuf Ziya, Türk yoksul köylülerini temsilen Çerkes Ethem ve işçi sınıfını temsilen M. Suphi olduğunu söyleyebiliriz.

M. Kemal, önce hem işgale karşı silahlı direnişin başlatıcılarından hem de padişah ve işgal yanlısı egemen sınıfların önderlik ettiği gerici ayaklanmaları bastırarak direnişe kurtuluş savaşı hüviyeti veren Çerkes Ethem’in liderliğindeki gerilla ordusunu dağıttı. Çerkes Ethem ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Yine aynı sıralarda Ekim Devriminin etkisiyle İstanbul ve Anadolu’da esen sosyalizm rüzgârının sayıca çok cılız ama örgütlendiğinde yoksulluktan kırılan Anadolu insanına umut verecek olan işçi sınıfının liderlerini Karadeniz’de boğdurttu. Bu aynı zamanda işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün ittifakına vurulmuş bir darbeydi.

Kapitalizm büyük bir krize tutuldu. Başta emperyalist burjuvazi olmak üzere, bugününü ve yarınını kapitalist sistemde gören, dünyanın bilumum sömürücüleri, sömürgecileri büyük panikte. Perşembenin gelişini çarşambadan ortaya koyan komünistler için ise krizle malum ilan oldu; özel mülkiyetçi son sistem için tarih çanları çalmaya başladı; hatta henüz olmasa bile salasını duymak da yakın.

Burjuvazinin sisteminden kolay vazgeçecek, pes edecek bir yapısı olmadığı biliniyor. Çıkış için yol arıyorlar; -ancak durumları şıklı bir test sorusunu çözer gibi, var olanlar arasından birine yönelmek şeklinde değil- bir seçenek bulsalar hemen yaşama geçirecekler. Bu süreçte onların cenahında yapılan tartışmalar haliyle ezilenler cephesinde de değerlendiriliyor. Tartışılan konulardan biri burjuvazinin uzay ve uzay projelerine yatırım yaparak yeni alanlara açılıp bu krizi atlatıp atlatamayacağı. Biz de bu konuyu ele alacağız. Önce uzayla insanlığın münasebetinin geldiği düzey ile ilgili verileri değerlendirelim.

İran’da, 12 Haziran seçimlerinin ardından egemen sınıfların iki kanadı arasında ortaya çıkan siyasal kriz, ezilen halk kitlelerinin sokağa dökülerek, 1979'dan bu yana halkın politikaya en geniş ve derin müdahalesini gerçekleştirmesine vesile oldu.

Dini lider Ali Hamaney ve Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad bir tarafta; Uzmanlar Konseyi başkanı Haşimi Rafsancani ve eski Başbakanlardan Mir Hüseyin Müsavi diğer tarafta. Bu, İran egemen sınıfı içindeki bir saflaşmayı; bizzat İslam Devrimi tarafından yaratılan ve semiren burjuvazinin iki kanadı arasındaki çatışmayı ifade ediyordu. İran egemen sınıfları arasındaki çatışma o denli gerçek, o denli derindi ki, seçim propagandası dönemi, politik atmosferin alışılmadık bir canlılıkla geçmesine neden oldu. Geniş mitingler, propaganda çalışmalarının yanı sıra, örneğin ilk kez, başkan adayları televizyonda tartışma programına katıldılar. İran tekellerinin iki ayrı kesiminin iki ayrı politikası yarıştı bu seçimlerde. Ayrışmanın niteliğine aşağıda döneceğiz.

“Dünya pazarı bunalımlarında, burjuva üretimin bütün çelişkileri kolektif olarak patlak verir(1) der Marks. Kapitalist ekonomik krizler aynı zamanda burjuva sözcülerin hayal dünyasından uyanarak dünya gerçekleriyle yüz yüze kalmalarına da neden olur. Bizzat burjuvazinin kendisi de “doğru’ya en çok kriz dönemlerinde yaklaşır. Böyle olmak zorundalar, zira yükseliş dönemlerinde maceracı hayaller ne denli çekiciyse kriz dönemlerinde “gerçekçi” olmak o denli korunaklıdır. Sermayenin “gerçek hareketi’nin bütün fazlalıklarından sıyrılarak çırılçıplak önümüze serilmesi bu dönemlerin karakteristik özelliğidir.

Nereden Çıktı Bu Taslak?

8. Dünya Sosyal Forumu (DSF) bu yıl Brezilya Belem’de, Amazonlarda toplandı. Forum “başta bir dünya’nın nasıl kurulabileceğine, enternasyonal kitle hareketinin stratejisinin ne olması gerektiğine dair tartışmalara da sahne oldu. “Krizle Yüzleşme” başlığını taşıyan bir “strateji tartışma taslağı” DSF Uluslararası Konseyi tarafından foruma sunuldu. (Taslak, sosyalforum.org sitesinden okunabilir.)

Türkiye tarımının kapitalist gelişmesi, dünya pazarıyla bütünleşme sürecine girerken daha üst düzeyde sermaye yoğun tarıma geçişle karşı karşıyadır. Söz konusu bütünleşme, uluslararası/ yerli tarım ve tarıma dayalı sanayi (gıda ve diğer) tekellerinin egemenliğinde yatay bütünleşme biçiminde yaşanıyor. Bütün küçük ölçekli ve yanı sıra zengin köylü ve büyük işletmeler de tekellerin egemenliğine eklemleniyorlar. Şimdilik yatay biçimde gerçekleşen bu bütünleşme, özellikle dünya pazarıyla bütünleşme ilerledikçe, dikey bütünleşmeye, daha büyük çaplı sermayelerin tarım işletmeciliğine girişine yol açıyor. Türkiye tarımında kısmen başlayan bu süreç, daha elverişli koşullara sahip ülkeler tarımında büyük çaplı sermaye yatırımların yoğunlaşması biçiminde çok hızlı ilerlemektedir.

“Büyü, denizleri yar, dön yıkılmış evine Sarmaşıktan kurtar da ocağını yak yine!"

Bagrat Şinkuba

“Bize Çerkesler değil, Çerkes topraklan lazım” demişti Rus generali... Çerkeslerin bir asır süren bağımsızlık direnişi 1864’te nihayet ezildi ve 21 Mayıs Çar tarafından zafer günü ilan edildi. Çarlık Rusyası Çerkessiz bir Çerkesya istiyordu ve kırımdan geriye kalan bütün bir halkın sürülmesi gerekiyordu. 21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü nün tarihi oldu. Ve Çerkeslerin Anadolu serüveni başladı.

Giriş

Anadolu Türkleri tarihlerini Orta Asya bozkırlarında yaşayan kavimlere bağlayarak istikrarlı ve köklü tarihe sahip ulus olduklarını savunurlar. Destanlar ve mitlerle bezeli, tarihsellikten ziyade büyük oranda kurmaca bu tarih sonuç olarak Türkler için övünç kaynağıdır.

Türk milliyetçiliğinin Orta Asya halkları ile ırkçılığa varan kan akrabalığı tezleri bir yanda, diğer yanda ise, bu ırkçı safsatalara tepki niteliğinde, Türk devrimci ve sosyalistlerinin Türklüklerini dillendirmeyen, ulusal kimliklerini sakman-çekingen ruh hali ile adeta ulusal nihilizme dönüşen geçiştirici tutumları en hafif durumda kendi ulusal tarihlerine karşı ilgisizlikle sonuçlanıyor. Böylelikle bu alan Türk milliyetçilerinin bilim dışı, tarihsellikten uzak, metafizik idealist ve ırkçı propaganda ile rahatça at koşturmalarına terk edilmiş oluyor.

Alternatif Tarih Okumaları’na farklı okurlarımızdan da katkılar gelmeye başlamasını çok anlamlı ve değerli bir gelişme olarak görüyoruz. Bu sayıda, daha önce Pavlikanlar ve Babai İsyanı konularında yayımladığımız yazılardan farklı bir perspektif taşıyan bir okurumuzun yazısını yayımlıyoruz. Tarih yorumunun bir başka penceresini açması ümidiyle..

Anadolu tarihi, ilk çağlardan beri hep devletlerle anılan çatışmalar/ savaşlar biçiminde anıldı, anılıyor. Halk hareketleri, isyanlar anlatılmaz. Ezilenler neler yapmış peki? Binlerce yıl boyunca uygarlıklara beşiklik yapmış bu topraklarda ezilenlerin direniş ateşleri hiç mi yanmamış?

Anadolu’da halk ayaklanmaları dendiğinde tarihi hangi dönemden başlatıyoruz? Türklerin Anadolu’ya gelişiyle, Babailer isyanıyla mı? Peki ya öncesi? Baba İlyas ve İshak’la ayaklananların Anadolu’dan aldıkları bir tarihsel miras/ gelenek yok muydu? Bir Türkmen başkaldırısı olan Babailer isyanında yalnızca Türkmenler mi vardı? Babailer isyanının geliştiği coğrafya kimlerin, hangi muhalif geleneklerin tarihsel ülkesiydi?

15-16 Haziran 2009 tarihlerinde Taraf Gazetesi’nde uzun bir röportaj yayımlandı. Mülakatı veren kişi, Haziran başındaki kongre ile SHP Genel Başkanlığına seçilen Hüseyin Ergün'dü.

“Sol” diye ortaya çıkmış Hüseyin Ergün. ÖDP'den ayrılan Ufuk Uras ve çevresinin yanı sıra DİSK’in öncülük ettiği 10 Aralık Hareketi ile beraber ismi anılıyor. Yeni bir siyasi oluşumun hazırlıklarını yürütüyorlar birlikte.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi