Burası Ortadoğu!..

Bu yılki Davos Zirvesi-Dünya Ekonomik Forumu, kapitalizmin küresel krizini ana gündemi olarak belirlemişti. Ve ekonomi konuşmak, politika konuşmak demektir; ki uluslararası tekellerin liderliğinde düzenlenen Davos için bu mutlak geçerli bir kuraldır. Mesele, bunun, düzenleyicilerinin ‘Davos ruhu’ dedikleri ‘medeni kurallar’ çerçevesinde tezahür etmesidir. Yani uluslararası tekellerin dünya hegemonyası için rekabet ve kavga halinde olan farklı çıkar ve güç odaklarının ‘dışarıda’ geçerli olan birbirlerini yeme kurallarına bir süreliğine ara verip küresel düzenlerini tehdit eden ortak sorun ve düşmanlara karşı ‘kolektif akıl’larını tazelemek ve ortak çıkarlarını belirlemek için bir araya gelmeleri.

Haliyle, kendi kendilerine oldukları için de bu ortak çıkarları belirlemek için yalnızca ‘fikirlerini dövüştürmeleri’ yeterli görülmektedir. Siyaset elbette yapılacaktır, ama bunun için zora ve silaha ihtiyaç yoktur, sözün gücüyle ve diplomasinin nezaketine uygun olarak halledilecektir sorunlar!

Daha önceleri böyle olmuştu ve yine böyle olması bekleniyordu, ama öyle olmadı bu kez... Davos’ta ‘kriz’ konuşulacaktı. Erdoğan-Peres vakasıyla birlikte “Davos’ta kriz” konuşulur hale geldi! ‘Davos ruhu’na aykırı olsa da, ‘eşyanın tabiatına uygun’ bir durum olduğu açık bunun; krizin ruhu kendi kurallarını her yere dayatıyor bir şekilde.

Dolayısıyla, Gazze krizinin tartışıldığı panelde yaşananlara her şeyden önce bu genel nesnellik penceresinden bakmak gerekiyor. İsrail siyonizminin Gazze saldırısı ve katliamı, emperyalizmin süregiden uluslararası düzen krizinin Ortadoğu bağlamındaki ateşini daha da alevlendirmekten başka bir şey olmadığına göre, Davos’un gündeminin de epey ısınacağı baştan belli sayılırdı. Son tahlilde, Gazze/Filistin krizini tartışmak demek petrolün, doların ve silahın Ortadoğu’da birikmiş devasa rezervlerinin kimler tarafından, nasıl paylaşılacağını ve kontrol altında tutulacağını tartışmak demek. Ve bu, dünya ekonomisi ve politikası düzeninde söz söylemek demek zaten. Haliyle Davos’un, Gazze meselesini gündemine alışı, Forum’un amaçları bakımından bir zorunluluğu işaret etmektedir.

Eğer kapitalizmin küresel krizine uluslararası tekeller adına bir ‘çare’ aranacaksa Davos’ta, bu, emperyalizmin uluslararası düzen/ilişkiler krizine de ‘çare’ aramak demektir. Emperyalizmin uluslararası düzen krizinin üzerine binen küresel ekonomik krizin oluşturduğu koşullar bütünü altında bu özellikle böyledir ve başka türlü anlaşılamaz. Dolayısıyla, krizin bu somut birleşimi çerçevesinde emperyalizmin küresel dünyasının yeniden yapılandırılması, dengelerin yeniden biçimlendirilmesi arayışlarının olduğu yerde, bu değişim ve dönüşümün ekonomik-mali/finans temelli ögeleri kadar siyasal ve ideolojik üst yapı ögeleri de kurgulanmak zorundadır. Zaten Dünya Ekonomik Forumu denen kurumlaşma; çapı, derinliği ve kapsamı, konjonktürel olarak değişmekle birlikte bu türden değişim ve dönüşümlerin uluslararası tekeller adına stratejilerini kurmaya, koordinasyonunu örgütlemeye ve ideolojisini biçimlendirmeye hizmet etmek için var. Yoksa uluslar üstü şirketlerin CEO’ları, dünya medyasını yönlendiren patronlar, sermayenin paralı uşağı akademisyenler, politikacı takımının en kodamanları ve yıldızı parlayanları vb. binlercesi günlerce niye bir araya geliyorlar ki?!

Peres-Erdoğan krizinin özgün anlamına gelince... Açıktır ki, Davos, İsrail’in ‘babasının evi’ sayılır bir nevi.

Forum’un liderliğini yapanlarla İsrail’in sahip olduğu stratejik ilişkilerin derinliği ve bu güçler nezdinde özellikle Ortadoğu’da taşıdığı özel misyon nedeniyle ailenin öz evlatları arasında yerini almıştır. Yani, ‘Davos’un ruhu’ tarafından sarıp sarmalanmıştır. Zaten Gazze saldırısı-katliamı süreci boyunca ve sonrasında bu ruh’un gücünü arkasına aldığı ayan beyan ortaya da çıkmıştır. Haliyle İsrail için Davos, aile içindeki yerinin ve öneminin bütün dünyanın gözü önünde yeniden teyit edilmesi ve güvence altında olduğunun ilan edilmesi protokolünden başka bir şey değildi özünde. Peres’in, Gazze panelinde siyonizme yakışan bir küstahlıkla bağıra çağıra ilan ettiği ve anlayan anlar anlamayana haddini de bildiririz, demeye getirdiği tutumunun altında yatan da buydu.

Fakat yine açıktır ki, Davos, Türkiye için ‘baba evi’ olmaktan öte birkaç göbek uzaktan bir akrabalık konumunu temsil etmektedir. Davos ruhu tarafından sarıp sarmalanmasının objektif koşuları bulunmamaktadır. Nitekim bu gerçek de, Gazze krizi vesilesiyle de görülmüştür. Tayyip Erdoğan’ın Filistin sorununda karar verici inisiyatif içinde yer almak için gösterdiği kendi sınırlarını zorlayan bütün diplomatik girişimlere rağmen devre dışı bırakılmıştır. Başka bir deyişle, sınırları esasta Hamas’ın hamiliğine soyunmak üzerinden zorladığı için de başta İsrail olmak üzere ABD ve AB tarafından düpedüz cezalandırılmıştır. Davos’ta, Peres’in Erdoğan’a karşı özel tutumu bu cezalandırmanın bir de dünya kamuoyunun önünde ilan edilmesi demekti aynı zamanda. Unutulmamalı ki, Peres, sadece İsrail adına değil, Davos’un ev sahipleri adına da konuşuyordu. Yani, sahne daha önceden dikkat çekmiş olduğumuz gibi krizin nesnel gereklerine göre yeniden düzenlemişti.

Erdoğan’ın, Davos’un bu yılki içeriğinin özgün anlamının ve buradan hareketle de kendisini bekleyen zorlukların farkında olmadığını düşünmek gerçekçi değildir. Aksine, panel vesilesiyle Peres’e karşı yaptığı çıkış, genel olarak durumun farkındalığının ve dolayısıyla da bir hazırlık politikasının kesin varlığına işaret etmektedir. Panelin yaşanarak oluşan objektif içeriği, Erdoğan’ın hazırlık politikasına somut bir biçim kazandırmasına vesile olmuştur, hepsi bu. Erdoğan’ın Davos’a, hem küresel ekonomik krizin Türkiye için IMF dayatmaları biçimi alan özgün baskısının, hem de Gazze krizindeki sözünü ettiğimiz yaklaşımı nedeniyle emperyalist ve siyonist güç merkezlerinin uyguladığı politik baskının ikili gerilimi altında geldiği bir olgudur. Bu kuşkusuz ki, bir güç yitimi durumudur.

Fakat bunlar, son zamanda Erdoğan bakımından da verili somut şeylerdi ki, onun Davos’ta sergilediği ‘en iyi savunma saldırıdır’ taktik yaklaşımının gerekçelerini de oluşturmuşlardır. Kendi politik amaçları açısından yapabileceği en iyi şeyi yapmıştır Erdoğan; uluslararası ilişkilerin ve dengelerin düzenlenmesinde temel unsurlar olan katı ekonomik ve politik güç kurallarının simgelendiği Davos’a süngüsü yarı düşük halde gelmiş, ama Müslüman aleminin halklarının gönlünde taht kuran ‘Filistin kahramanı’ olarak geri dönmüştür! Az şey değil! Erdoğan’ın, stratejik mimarlığını baş danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı bölgesel güç yaklaşımına dayalı ‘Yeni Osmanlıcılık’ politikası için hayli yüklü bir ideolojik-moral gıda depoladığı kesindir. Kesin olan bir başka şey de, ulusal içi politika dengeleri çerçevesinde de mevzilerini güçlendiren ideolojik ve toplumsal sonuçlar elde etmiştir. Bunun ilk elden siyasi getirisinin ne düzeyde somutlaşacağının ölçüsü, yerel seçim sonuçları olacaktır.

Tüm bu sonuçlar Erdoğan tarafından Davos’ta sürdürülen politikanın mantığında olası ana eğilimler olarak aşağı yukarı öngörülmüş şeylerdir. Ve kabul edilmelidir ki, burjuva politikacılığın sınıf zihniyeti normları ölçeğinde özgün çıkarları bakımından elde edebileceklerinin en azamisini elde etmeyi hedefleyen bir ‘gerçek’lik algısına dayanmaktadır, bu politik hamleler. Ve kuşkusuz ki, bu politik hamleler özsel olarak ne Filistin halkının siyonizme ve emperyalizme karşı direnişinin gerçek çıkarlarına ve yapısal amaçlarına hizmet etmek gibi bir -en azından demokratiktutarlı bir bilinç kırıntısı vardır, ne de halklarımızın siyonist katliamcılığa karşı duyduğu gerçek öfkelerin ve dile getirdiği ilerici taleplerin (İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi, askeri ve ekonomik anlaşmaların feshedilmesi vb.) gereklerini yerine getirmek gibi bir niyeti ve iradesi... Erdoğan’ın oynadığı ‘yüksek siyaset’ oyununun kuralları içerisinde bunlara yer yoktur. Çünkü, bu türden amaçlar ve hedefler, politik varlıklarını, sömürülen kitlelerin ve ezilen halkların gerçek çıkarlarına, mücadelelerine ve kurtuluş davalarına bağlamış sosyalist, devrimci ve demokratik güçlerin sonuçlarını göze alabileceği şeylerdir. Diğer bir anlatımla, bu türden amaç ve hedeflere sahip olmak tutarlılığı, Erdoğan (AKP) gibi sermaye gericiliğinin has burjuva sınıf temsilcilerinin halkları aldatmaya dönük ikiyüzlü politikalarının ve demagojik söylemlerinin sınırının bittiği yerden başlar, çünkü orada gerçeklerin devrimci gücü ve hükmü başlamaktadır.

Buradan bakıldığında, Erdoğan’ın Davos’ta izlediği politikanın ve sergilediği tutumun gerçek anlam içeriği tam karşılığını bulmaktadır. Örneğin O, Peres’e, “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye aklınca onu ‘katliamcılık’ teşhiriyle sıkıştırmaya çalışırken, bu, suç bakımından sicili kabarık olan bir devletin başbakanı olduğunu unutuvermektedir! Bırakalım yüz binlerce Ermeni’nin soykırıma uğradığını kabul etmeyi, “Ermeni katliamı yapılmıştır” bile diyebilecek dürüstlük ve cesaretten yoksundur Erdoğan. Biz O’nun, Sivas’ta katledilen Alevi aydınları için herhangi birine kafa tutma erdemliliği gösterdiğine tanık olmadık. Kürt halkı söz konusu olduğunda uygulanan imhacı ve inkarcı kirli savaş politikalarının bizatihi sürdürücülerinden biri olarak tarihe çoktan kaydı düşürülmüş durumdadır Erdoğan’ın. O, Hamas’ı, emperyalistlerin ve siyonistlerin ‘terörist’ ilan etmesine aldırmadan baş tacı yapıp temsilcilerini Ankara’da ağırlar ve uluslararası platformlarda hamiliklerine soyunurken, Kürt halkının meşru kabul ettiği ve sahiplendiği PKK’ye ‘terörist’ demeyeni yurttaş kabul etmemekte, Kürt halkının oylarıyla yasal temsilcisi ilan ettiği DTP milletvekillerinin ellerini bile sıkmayı reddetmekte, her kürsüye çıktığında aşağılayıcı sözler söylemektedir. Uzatmak gereksiz... Erdoğan’ın İsrail’in Peres’i karşısında Filistin’in Hamas’ı rolünü oynaması, yaşamın gerçek ilişkileri ölçeğinde ne kadar özden uzak, sahte ve ikiyüzlü bir tutumsa, Kürtlerin DTP’si karşısında devletin Peres’i rolünü fiilen icra ettiği gerçeği de o kadar açık bir olgudur.

Bu gerçekleri, halklarımıza ve Filistin başta olmak üzere bütün dünya halklarına bıkmadan, ısrarla anlatmak ve göstermeye çalışmak, devrimci siyasetin vazgeçilmezlerinden biri olmak zorundadır. Önümüzdeki siyasal sürecin bu teşhiri kolaylaştıracak ve zenginleştirecek pek çok maddi öğe sağlayacağından da kuşku duymamak gerek. İsrail ve Türkiye egemen sınıfları arasındaki stratejik çıkar ilişkileri, şimdi yaşanmakta olduğu gibi geçici/taktik çıkar çelişkilerinden çok daha derin ve kıymetlidir. Sular durulduğunda daha berrak şekilde görülecektir ki, Hamas, Erdoğan için ehlileştirildikten sonra sırtına binip Ortadoğu pazarında rahatça gezmeyi düşündüğü ‘yabani’ bir ‘Arap atı’dır şimdilik. Bu zor ve riskli işe kalkışması, göze alması ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayalini süsleyen siyasal İslamcı ‘büyük politika’ hırsının bir gereği olduğu gibi, büyük abi ABD’nin (ve tabi onun öz evladı İsrail’in) güvenini kazanmanın bedellerinden biri olduğu içindir de. ‘Yabani Arap atları’ndan birinin ehlileştirilmesine katkıda bulunup ABD’nin ‘ılımlı İslam harası’na zamanı geldiğinde sokmak, az iş değil! Ama tabii, Filistin direnişinin çiftesini yemek de var!

Burası Ortadoğu!..

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi