Transformasyon

“Zaman” prizmasından bakıldığında her “doğum günü”, zamanın iki yakasının birleşip bağlandığı bir düğüm, geçmişle geleceğin kesişip buluştuğu bir randevu yeridir. Herhangi bir zaman kesiti, herhangi bir ”gün” değil de; doğum günleri, yıl dönümleri oluşu/var oluşu veyahut da başlangıcı simgeleyen nitelikleri nedeniyle, böyle bir geçmiş gelecek diyalektiğini kendiliğinden biçimde potansiyel olarak barındırırlar:

Çünkü; ilkin, doğum günleri-yıl dönümleri, geride kalan bir “dönümlük” var oluşun veya varlığın total geçmişine, var oluşunun toplam hareketine-tarihine genel bir bakışı, bir “muhasebeyi” şu veya bu ölçüde koşullandırırlar. Her yıl dönümünde insan aklı bulunulan/varılan nokta ile başlangıç momenti arasında ve önemli uğraklar ekseni üzerinde gelgitler yapar, adeta mekik dokur, kıyaslamalar yapar, anımsar, anlamlandırmalar yapar, ayıklar, ayrıştırır, seçer, birleştirir, bağıntı ve ilişkiler kurar, geriye iter, öne çeker, genellemeler, soyutlamalar yapmaya sonuçlar çıkartmaya çalışır.

Ve çünkü; ikinci olarak, her yıl dönümü insan aklını ve duygularını oradan bulunulan/varılan noktadan ileriye bakmaya, geleceği düşünmeye, öngörmeye hedef ve amaçlar oluşturmaya planlar yapmaya yöneltir. Bu yönü ve niteliğiyle gelecek ve gelişim stratejilerinin, iddiaların güncellenmesi ihtiyacının bilince çıkartılmasını koşullama eğilimindedir. Tam da böyle olduğu içindir ki, her doğum günü, her yıl döneme “yeni bir başlangıç” olma potansiyel imkânına sahiptir, adaydır... Kuşkusuz bütün bunlar, her yıl dönümünde az veya çok ama potansiyel olarak vardır, içerilmiştir. O halde demek ki, potansiyel olanın gerçekleştirilmesi, işlevselleştirilmesi sorunun çözümüyle, potansiyel olan işlevli hale gelerek gerçek bir anlam kazanır. Potansiyel olanın realize edilmesi görevinin kendini ortaya koyduğu bu noktada, iradenin oluşumunun tetikleyicisi olarak “düşünme” eylemi önem kazanır. Çünkü “düşünce kendiliğindenliğin baş düşmanıdır.” (Aktaran: Simon de Beauvoir)

10 Eylül 2008, komünist öncünün doğumunun 14. yıl dönümü. Demek ki, kadınlar ve erkekler, “10 Eylül’ün çocukları” delikanlılığa ilk adımlarını atıyorlar. Bu yıl dönümünde komünist öncünün bir an kendi gerçekliğinin bu yönünü öne çıkartması, dikkatini buraya yoğunlaştırması anlamlı olmaz mı? ‘89’dan itibaren 4-5 yıla yayılan birlik mücadelesi Birlik Devriminin alt bir eklentisi, hazırlığı ve “girişi” gibi düşünüldüğünde, aslında “10 Eylül’ün çocukları”nı 1990’lar sonrası yetişen devrimci kuşak olarak kavramanın, ele almanın da pek bir mahsuru yoktur. Hatta böyle bir genelleme, ilerici devrimci harekete dair çözümlemeler bakımından daha verimli ve işlevsel olur. O halde; 14. yıl dönümünde komünist öncünün gerçeklerine, yer yer 1990’lardan, yer yer de 1994 10 Eylül’ünden Birlik Devrimi’nden bakmak isabetli olur. Diğer yandan, komünist öncünün güncel gerçekliğinin şekillenmesinde iki yılı dolduran yeni dönemin başlangıcı ve belirleyicisi olarak 2006 tasfiyeci “Gaye” saldırganlığının meydana getirdiği eşik, bugün başlı başına önemli bir değerlendirme eksenidir.

Birlik devriminin 14. yaş gününde, 10 Eylül’ün çocukları 14 yaşında. “Mesleki eğitim,” yetişme bakımından düşünülürse, çıraklığı çağrıştıran bir yaş, “çıraklık çağı” bu. Ama eğer bir bütün olarak insan yaşamı, insanın gelişimi bakımından ele alınırsa da kız ve erkek çocukların “delikanlılığa” girişleri, seslerinin çatladığı ilk delikanlılık dönemleri oluyor. İster “çıraklık çağı” isterse de “delikanlılık çağı” gibi düşünülsün, kesin olan şu ki, zor, çetrefil, karmaşık, buhranlı bir geçiş devresidir bu. Komünist öncünün gerçekliği içerisinde, 10 Eylül çocuklarının çıraklık/delikanlılık dönemi aynı zamanda, biri güncel diğeri tarihi iki temel gerçeklik tarafından daha bir ağırlaştırılmıştır. Güncel olan Eylül filizkıran depreminin ve iki yıl boyunca süre gelen artçı sarsıntılarının belirlediği içinden geçilmekte olan özgün dönemin artan, arttığı için de ağırlaşan zorlukları ve sorunlardır. 10 Eylül’ün çocukları, boşalan nöbet yerlerini doldurmakla, olayların gelişimi tarafından hızlandırılmış biçimde ağır bir tarihsel sorumluluğun altına da itilmişlerdir. Aşağıda üzerinde duracağımız gibi tarihi olarak gerçekleşmekte olan kuşak transformasyonudur. 1990 sonrası dönemde yetişen devrimci kuşağın, Birlik Devriminin çocuklarının öncünün yaşamında gitgide başat hale gelmesi gerçekliğidir.

* * *

Öncü, 14 yaşında. “Zaferler Kuşağı”nı yaratmak, Birlik Devrimi’nin bayraklarından birisi olarak yükseltiliyor. Bir “düş”, bir gelecek yönelimi. Birlik Devrimi’nin muradı... Birlik Devrimi’nin eserinin gelecek yönelimi ve iddiası olmanın yanı sıra, devrimci hareketin tarihine, devrimci kadro kuşaklarına yöneltilmiş bir eleştiri/özeleştiriydi, “Zaferler Kuşağı” formülasyonu. Ve yetişmekte olan devrimciler, özellikle de öncüye gönül veren devrimci gençler için yürekli ve güvenli bir gelecek çağrısıydı. “Zaferler Kuşağı”nı yetiştirmek, Birlik Devrimi’nin ruhunda ve bağrında çiçeklenen başarı, kazanma ve zafer istenci, inanç ve yönelimiydi. Birlik Devrimi’nin eseri komünist öncü, devrimi, devrimin zaferini hazırlayacak başarı ve zafere kilitlenmiş sosyalizm ve devrim davasına bağlı, adanmış bir devrimci nesli “zaferler kuşağı”nı hazırlama, yetiştirme görevini ortaya koymuş, hemen ve derhal işe koyulmuştur. Yeni bir genç devrimciler kuşağı yetiştirmek, üstelik bütün bir yarım yüzyıllık dönemde defalarca yenilen ve her defasında yenilginin yıkıntıları altından doğrulup, ille de devrim, ille de devrimcilik diyen, sosyalizm inadını asla yitirmeyen, devrimciliğin müstesna direngenliğini, devrimci inadını, bağlılığını, adanmışlığını alan, ama bunlarla yetinmeyen büyük mücadeleyi kazanmaya başarı ve zafere kilitlenmiş “zaferi hazırlayan” bütün devrimci çalışmaları “zafer tutkusuyla” yürüten genç devrimciler kuşağı kazanılmalıydı. Birlik Devrimi’nin başarısı iyi bir başlangıç ve temel oluşturuyordu. Birlik Devrimi’nin bu büyük amaç ve hedefinden zaman zaman, yer yer uzaklaşıldığı, kendiliğindenciliğe sapıldığı vb. olduysa da öncü “zaferler kuşağı”nı yetiştirme amacına, hedef ve görevine bağlı kaldı. Bu yolda etkin, oldukça sistematik çalışmalar yürütüldüğü dönemler, zamanlar biliniyor. Keza öncünün bütün yapıyla kendini bir “kadro fabrikası” sürekliliği sağlanmış bir “kadro okulu” gibi geliştirmeye, bu yönde şekillenmeye yöneldiği de altı çizilmesi gereken bir gerçekliktir.

Birlik devrimi aynı zamanda, sosyalizm mücadelesinin yeni tarihi döneminin “yeniden yapılanma”sının da girişiydi. Yeni bir genç devrimciler kuşağının yaratılması keza “yeniden yapılanma” görevlerinin de bir boyutuydu. Böyle olduğu içindir ki yeni bir devrimci kuşağın kazanılması görevi “yeni tasfiyecilik”le mücadelenin konuları arasında yer aldı:

“‘Yeniden yapılanma’, hemen şimdi çözülmesi gereken devrimci bir sorun olduğu içindir ki, yeni devrimci kuşakların omuzları üzerine yükselemez. Onlara bırakmak, günün en yakıcı devrimci görevinden yan çizmek olur. Kaldı ki, yeniden yapılanma artık tanımlanabilir bir gerçekliktir: Yeniden yapılanmanın temellerinin de kendini aşan ‘eskinin kadroları’ tarafından atılabileceğini ve atılmakta olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

“‘Yeni bir genç devrimciler kuşağının hızla mücadeleye kazanılması’na gelince, bu tabii ki, hemen başarmakla yükümlü olduğumuz ertelenmez görkemli bir devrimci görevdir. Bunun üstesinden gelmek, muazzam bir devrimci başarı olacaktır. Ama nasıl başarılacaktır bu? Kim gerçekleştirecektir bunu? Ve tabii nasıl bir çalışma tarzı ve hangi araçlar ile? Bütün bu soruların açık devrimci yanıtları olmadığı zaman her şey kendiliğindenciliğe terk edilmiş olmaz mı?” (TD, Ocak-Şubat 2006)

* * *

1985’lerden itibaren gençlik hareketinde, işçi hareketinde bir gelişme ve canlanma kendini göstermiş olmasına karşın, 1980’ler devrimci hareketimizin kayıp yıllarıdır. Böyle olduğu içindir ki soruyu: 1990 dönemecinden günümüze devrimci hareket yeni bir genç devrimciler kuşağı kazanma/hazırlama görevinin neresindedir, diye soruyoruz. Bu 15-20 yıllık zamanın, genel olarak devrimci bir dönem, hiç değilse işçilerin ve ezilenlerin mücadelesinin yükselmekte olduğu bir süreç olmadığı gerçeğinin altının kalınca çizilmesi gerekir. Batı’da işçi sınıfı ve ezilenler, gençler, kadınlar, yoksullar hareketsiz değildir, ama genişleyen, gelişip yükselen bir hareketten söz edilemez... 15-20 yıllık süreç boyunca ve halen de devrimci hareketin akıntıya karşı kürek çekerek ilerlemeye çalıştığının, da bir genç devrimciler kuşağını yaratmanın neresindeyiz sorusuna yanıt aranırken bir an olsun akıldan çıkartılmaması gerekir.

İlerici hareketin reformist kesimine ilgili görünen Osman Kavala’nın şu gözlem ve tespiti, hem yukarıdaki soruya yanıt arayışı ve hem de transformasyon tartışması için uygun bir başlangıç:

“Emek örgütlerinin de tabanında bir daralma var. Şu anda, Türkiye’nin ekonomik hayatındaki taşeronlaşma, emek örgütlerini de etkilemiş durumda. Sol hareketin önemli bir tabanı emek örgütleridir. Bunun dinamizmi gençlerin sorunu. Gençlerin katılımında sorunlar görüyoruz. Özellikle şu an faal olan siyasi örgütlerin çalışmalarına baktığımızda bunların hepsi belli bir yaşın üstünde insanlar. Demek ki, son 30 yıldır siyasi noktadan bilgilendirme yapamamışız, tam tersine bir unutma olmuş.” (Birgün, 10 Haziran 2008)

Kavala’nın söylem ve tespitlerini, ÖDP gerçekliği merkezli ve 2007 seçimlerinin bir kısım deneyimlerinden hareketle yaptığı görülüyor. Ancak onun “faal siyasi örgütlerin çalışanlarına baktığımızda bunların hepsi belli bir yaşın üstünde insanlar” gözlem ve belirlemesi, ilerici hareketin reformist (ÖDP, EMEP vb.) kanadı için genel olarak geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta bu ilerici hareketin devrimci kanadını da kapsayacak şekilde büyük ölçüde bütünü bakımından da geçerlidir. Kuşkusuz Kavala’nın sorunu “siyasi bilgilendirme” noktasında görmesi naif bir politik üslup olduğu kadar özsel olarak da doğru ve isabetli değil. Ancak biz burada, esasen özellikle Kavala’nın ilerici hareketin reformist kanadının çalışanlarının genel olarak “belli bir yaşın üstünde insanlar” olduğu dikkate değer tespitiyle ilgiliyiz. Ki bu belirleme de başlı başına önemli bir eleştiriyi içermektedir.

Günümüzde ilerici hareketin dayandığı insan unsuru, kalın çizgileriyle biri diğerinden ayrılabilen iki ayrı kadro kuşağının bileşiminden oluşmaktadır. 1980 öncesinden gelen (“'68-'78 kuşağı” diyelim) devrimciler ve 1990 dönemeci sonrası dönemde kazanılan yetişen devrimciler olmak üzere, iki kadro kuşağı. Kuşkusuz ilerici hareketi meydana getiren parti, örgüt, eğilim vb. yapılar bakımından gelişme ve “durum” eşitsizdir; ancak yine de ilerici hareket içerisinde tuttuğu yer bakımından varlığı ihmal edilemez olan yapıların her birinde '90 sonrası dönemde kazanılmış kadrolardan/kadro kuşağından -sayıları, yapı içerisindeki oransal durumları ve nitelik birikim düzeyleri saklı kalmak kaydıyla- söz edilebilir, saptanabilir. Böyle olduğu içindir ki, ilerici hareketin '80 öncesinden gelen kadro kuşağı ile '90 sonrası dönemde kazanılmış kadro kuşağının bileşimine dayandığını vurguluyoruz. Ancak devrimci analiz burada duramaz. Halen iki kadro kuşağının her birinin harekette tuttuğu yer, oynadığı rol vb. sorular yanıtlanmadığı için analiz eksik kalmaktadır. Daha belirgin biçimde formüle etmek gerekirse soru şöyle sorulmalıdır: İlerici hareketin bugünkü durumu bir “kadro transformasyonu”, “kadro kuşakları değişimi ve yenilenmesi” sorunu içinde taşıdığına göre bu sorunun çözümünün neresindeyiz?

“Özellikle şu an faal olan siyasi örgütlerin çalışanlarına baktığımızda bunların hepsi belli bir yaşın üstünde insanlar” gözlem ve tespiti, bu yapılarda '80 öncesinden gelen kadro kuşağının harekette başat, egemen olduğu gerçeğinin altını kalınca çizmektedir. Biraz önce işaret ettiğimiz gibi, elbette ilerici hareket içerisinde tuttuğu yer itibariyle ihmal edilemez olan yapıların her birinin saflarında sayı ve oranı ne olursa olsun 1990 sonrası yetişmiş, hazırlanmış kadrolar vardır. Fakat bu, hemen ve doğrudan doğruya yeni bir genç kadro kuşağının “kazanıldığı” anlamına gelmez. Yetişmekte olan yeni kadro kuşağının yapı içerisinde tuttuğu yer ve oynadığı rol de çözümlenmelidir. Diğer bir anlatımla, eğer yeni yetişen genç kadro kuşağı ilerici veya devrimci bir yapıda başat, belirleyici hale gelmekte ise ancak böyle bir durumda kuşak değişiminin, transformasyonun gerçekleşmekte olduğundan ve keza yeni bir kuşağı “kazanma” görevinin başarılmakta olduğundan söz edilebilir. Demek ki, kadro yapısı itibariyle analize konu olan niteliksel bir durumdur.

Bir kadro kuşağı transformasyonunun gerçekleşmesinin gündeme girebilmesi, her şeyden önce söz konusu yapı içerisinde yeni yetişen kadro kuşağının anlamlı bir oran -nicelik ağırlık- meydana getirecek sayıya ulaşmış olmasına ve keza bu “belli bir oranı oluşturan” sayıdaki kadronun harekette başat bir rol oynayabilecek bilgi ve deneyim birikimine -nitelik düzeyine- sahip olması ön koşuluna bağlıdır. Böyle bir ön koşulun oluşmasını, yapı içerisinde durumun doğası gereği belirleyici veya egemen olan önceki kadro kuşağından başka kim hazırlayabilir ki! Yeni bir genç devrimci kadro kuşağının hazırlanmasının asla kendi başına tecrit halde ele alınabilecek, başarılabilecek bir şey olmadığını ayrıca vurgulayarak ekleyeyim. Yeni bir kadro kuşağının hazırlanması, her şeyden önce bahse konu yapının siyasal çalışmalarıyla, siyasal mücadelede tuttuğu yerle, siyasal gelişimiyle, kendini yeniden üretme, “genişletilmiş tarzda yeniden üretme” yeteneğiyle ilgili ve bağlıdır. “İdeolojik çalışma”, “kendini örgütleme” “örgütlülük düzeyini yükseltme”, “yeni kadrolar yetiştirme”, “kadroların düzeyini yükseltme” vb. “kadrolaşma çalışmaları” gibi yöntemler, ancak ve ancak böyle bir politik zemin üzerinde, yeni bir genç devrimciler kuşağının yaratılmasında kendi rollerini etkin biçimde oynayabilirler. Keza kadro kuşağı değişiminin, dönüşümünün/transformasyonunun öyle hem birkaç hafta, birkaç ay gibi kısa bir zamanda gerçekleşmeyeceği ve hem de az çok harekette bir yenilenmeyle el ele ilerleyeceğinin, yani transformasyonun aslında kadro kuşağı değişiminden daha geniş bir değişimi ve dönüşümü kapsadığının da eklenmesi gerekir.

Transformasyon durumunun yapısal doğası, öncelikle farklı kadro kuşakları arasındaki ilişkiyi, daha doğrusu iki farklı kadro kuşağının ilişkilenişi konusunu akla ve gündeme getirmektedir. Ki bu, yarını belirleyen dün bugün ilişkisini, diğer bir anlatımla transformasyonun öznesi olarak tarih sahnesine yürüyen kuşağın geçmişle, hareketin gelişimi, birikimi ve kazanımlarıyla ilişkilenişini de kapsar. Usta-çırak, halef-selef ilişkilenişi, kuşaklar arası ilişkilenişin yapısal doğasında verilidir, içerilmektedir. Fakat transformasyon gerçekliği, farklı kuşaklar arasındaki ilişkinin-ilişkilenişin daha özel bir durumunu tanımlamaktadır. Eğer usta-çırak ilişkisi bağlamında söylemek gerekirse artık “çırak”ın çıraklığını aşması, ustalığa geçiş halidir bu. “Çırak”ın bütün öğrendiklerini, gördüklerini, uyguladıklarını, özcesi; bilgi ve deneyimini, tüm yaratıcı üretici güç ve yeteneklerini ortaya koyarak rüştünü ispatlaması kadar, ustanın da bunu kolaylaştırmak, önünü açmak, desteklemek, doğması kaçınılmaz ve gerekli eşitleşmeyi sindirmek gibi bir sorumluluğu vardır. Yine de şunu vurgulamalıyız ki, transformasyonun öznesi olması itibariyle asıl ve temel olan “çırak”ın rüştünü/ehilliğini gösterebilecek tarzda bilinçli, iradi bir ilişkilenişi, bir devrimci duruşu geliştirebilmesidir.

Transformasyon, kadro kuşağı değişimi burada bizzat “değişim” kavramının yarattığı ilk çağrışım nedeniyle önceki kuşağın “gereksizleştiği” tarih sahnesinden “çekilmesi” gerektiği ya da düpedüz çekilmekte olduğu gibi bir izlenim verebilir, yaratabilir. Kuşkusuz bu tamamen yanlıştır. Transformasyon, bir kuşağın gereksizleşmesiyle tarih sahnesinden çekilmesiyle ilgili değildir, o yeni kuşağın tarih sahnesine çıkışını, etkin ve belirleyici daha doğrusu başat hale gelişini vurgulamaktadır. Böyle olduğu içindir ki, hareketin hem nicelik -genişlik ve çap, yaygınlık vb.- hem de nitelik -devrimci yenilenme, dönüşüm, yeni durumlara, tarihin gidişatına adaptasyon vb.- tam olarak gelişmesini, büyümesini ifade etmektedir. Transformasyon, yerinde sayma, patinaj durumunda gelişen ve gerçekleşmekte olan bir şey değildir. Hareket, daima her iki kuşağı kucaklayabilecek genişliğe ya da her iki kuşağı kucaklayacak kadar genişleme olanağına sahiptir. Mücadelenin doğası gereği her zaman herkesin yapabileceği görevler vardır; hareket her iki kuşağı birden istihdam edebilir, eder. Transformasyonun ön koşulu önceki kuşağın gereksiz hale gelmesi ve tarih sahnesinden çekilmesi vb. değildir. Burada bir neden sonuç ilişkisi hiç mi hiç yoktur. Transformasyonun zorunlu ve temel ön koşulu, uygun oransal sayıyı oluşturan yeni bir devrimci kadro kuşağının yetişmiş olmasıdır. Önceden de belirttiğimiz gibi bunun onuru da önceki kuşağın başarı hanesinde kayıtlıdır. Devrimci öncülerin deneyimi ve tarihsel teorisi bize, komünist öncülerin saflarında kuşaklar arası ilişkileniş söz konusu oldu mu bunun ortak devrimci çalışmayla, devrimci yoldaşça işbirliğiyle belirlendiğini öğretmektedir. Kuşaklar arasında usta-çırak/halef-selef tarzı ilişkileniş kuşakların her birinin kendi rolünü anlamasını, bilinçli ve iradi tarzda oynamasını öngörmekte ve gerektirmektedir. Tarihsel olarak kendi konumunun, hareket içerisinde oynayabileceği ve oynaması gereken devrimci rolün bilinci, her komünistin inisiyatifini ve etkinliğini, devrimci enerjisini kamçılar.

Transformasyon, transformasyonun öznesi olarak gelişen, hareket içerisinde “yükselen” yeni devrimci kuşağın durumunu, konumunu çözümlemeyi ve anlamayı özellikle önemli kılmaktadır. Çıraklıktan ustalığa sıçrayış halinin olanaklarını, fırsatlarının, risklerinin ve gereklerinin anlaşılması özellikle önemlidir. Transformasyon sürecinde yükselen kuşak rüştünü-ehilliğini ortaya koymak, “ispatlamak” durumundadır. Fakat bir süreç, bir oluş durumu olarak transformasyon edilgen değil etkindir, biçimsel değil işlevseldir. Yani; yükselen yeni devrimci kuşak ehilliğini ortaya koyarken, nitelik bakımından olgunlaşmak anlamında oluşumunu “tamamlamaktadır”. Teorik bilgisi, politik deneyimi, örgütlü hareket etme ve örgütleme, yönetme ve kendini yönettirme/yönetilme yeteneği, kendini devrim ve sosyalizm davasına partizanca çalışmaya adama, başarma, kazanma ve zafer tutkusu, siyasal polis ile mücadele sanatındaki duruşu; moral değerleri, öncünün çizgisine bilinçli bağlılık ve uygulama yeteneği vb. bir bütün olarak devrimci kadronun oluşum süreci boyunca biriktirdiği güçler, sınırlarını aşma, rüştünü ispatlama ve sıçrama yönelimi altında gücünü limitine vardırma çabası ve bir geçiş döneminin yüksek gerilimi altında bir “olgunluk sınavına” girer, nitelik kazanarak öz ve biçim olarak yapılanmasını tamamlar. Transformasyonun nitelik kazandıran yapısı, hakeza yükselen kuşağın, transformasyonun öznesinin rüştünü ispatlama sorumluluğu, böyle bir anda kendi eylemlerinden “bağımsızlaşabilmesi”, kendi eylemleriyle deneyimleştirme ve bilgiye dönüştürme yeteneğinin kazanılması veya olgunlaştırılması için, çalışma tarzının, özellikle bu dönemin deneyimlerinin sıcağı sıcağına, sıkı bir biçimde kuşkusuz eleştirel devrimci yöntemle denetlenmesine, incelenmesine, tartışılmasına ve sonuçlar çıkartılmasına cevap verecek biçimde geliştirilmesi gerekir. Belli başlı siyasal, örgütsel ya da ideolojik önderlik veya yöneticilik deneyimlerinin veya çok belli planlanmış çalışmaların yürütücülüğü-uygulayıcı yöneticiliği deneyimlerinin incelenmesi zemininde kendini, kendi eylemlerini devrimci eleştiriye tabi tutmak, hatalarını yanılgılarını, yetmezliklerini açığa çıkartma, görme, sonuçlarından kaçınma ve düzeltme, sorumluluğunu üstlenme, yapıya, yoldaşlarına hesap verme yeteneğini kazanma, bu zeminde sınırlarını aşmaya, kendi eğitim ve oluşumunu tamamlamaya yönelmek belki de çıraklıktan ustalığa geçişin ehillik eğitim ve sınavının transformasyon dönemi boyunca süren uygulamalı “son dersi” olmaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, transformasyon, kuşak değişimi olduğu kadar ondan çok daha fazla bir değişimi dönüşümü kapsamaktadır. Sosyalizm mücadelesinin ve tarihinin iki ana/temel dönemi arasında köprüsel nitelikte bir ara dönemden, bir tarihsel yeniden yapılanma döneminden geçilmekte olması ve analize konu olan komünist öncünün Birlik Devrimi’nin eseri olması, keza yükselen devrimci kuşağın Birlik Devrimi tarafından şekillendirilmiş/“damgalanmış” olması nedeniyle (ki komünist öncünün yaşamakta olduğu transformasyon, bütün bunlarla ve keza komünist öncünün devrimci hareketin rönenansı olması gerçekliğiyle çok da tutarlı görünmektedir) her halükarda daha geniş ve kapsamlı bir değişimi ve dönüşümü ifade etmektedir. Bunları da dikkate alarak transformasyonun kuşaklar bakımından yarattığı risk ayrı ayrı şöyle formüle edilebilir:

Transformasyon; hareketin geçmişini, sürekliliğini, birikim, deneyim ve kazanımlarını, tarihini, simgeleyen önceki kuşak için kendini yaşanmakta olan değişim ve dönüşüme yenileyerek uyarlamada ve yeni kuşağın yükselişini kabullenmede, sindirmede ve eşitleşmede zorlanma, direnç gösterme ve hatta kendini dayatma konumuna düşme tehlikesi vardır. Diğer yandan; transformasyonun öznesi olan ilerleyen genç devrimci kuşak için de yüzeysellik ve acelecilikle kolayına kaçma, darlık ve tek yanlılıkla sekterizme düşme tehlikesi vardır.

* * *

Kuşkusuz her yıl dönümü bir diğerinden farklıdır. Gerçekliği somut biçimde kavramak, onu diğerinden farklı yapan özgünlükleri bulmayı, ortaya çıkartarak çözümlemeyi gerektirir. Komünist öncünün 14 yıllık tarihinin birçok eşiği vardır. Ancak onun gerçekliğinin bugünkü özgün şekillenişinde tasfiyeci “Gaye” darbelemelerinin özel bir yerinin olduğu da açıktır.

Filizkıran depremini izleyen haftalarda Atılım’ın tarihe kaydolan şu sözlerini hatırlayalım:

“10 Eylül’ün çocukları, boşalan görev yerlerini dolduracak ve yeni tarzın bereketli toprağını işleyeceklerdir.”(Atılım, 25 Kasım 2006) Onlar, “10 Eylül’ün çocukları” 14. yıldönümünü geçip, 15.’ye yürürken, sözlerini tutmanın kıvancını yaşıyorlar. Boşalan nöbet yerlerini doldurarak, gerçek veya “tam anlamıyla” her bakımdan/her düzeyde sürekliliği sağlamak, üstlendikleri sorumlulukların hakkını vermek için çalıştılar. Tasfiyeci “Gaye” darbelemeleri ve onları izleyen artçı sarsıntıları abartmaksızın son iki yıl boyunca hemen her alanda yaşanan karşı devrimci saldırganlığın püskürtülmesi, yarattığı sorunların göğüslenmesi küçümsenemez başarı ve kazanımlardır... Bununla birlikte büyük, “önderlik, yönetme ve savaş gücü” kayıpları “koşullarında” karşı devrimin komünist öncüyü baskın gözaltı ve tutuklamaların ateşi altında tutarak bunaltmaya çalışması... Git gide “yeni dönem”in belirgin biçimde olgunlaşmasıyla artan sorunlar ve zorlukların baskısı altında kendini gösteren ideolojik sendelemeler, gerilemeler, saflardan uzaklaşmalar, savrulmalar vb. Ve bütün bu çok çarpıcı dezavantajlara karşın komünist öncünün bir transformasyon yaşamakta oluşu pek yaman bir paradoks olarak görünmektedir. Hatta, biraz münasebetsiz bile kaçmaktadır. Ancak bütün bunlar gerçektir, paradoks durumun kendisindedir. Ve aslında bu, bize çok etkili biçimde tarihin istenilen elverişli koşullar altında değil de hazır bulunulan veya verili denilen koşullar altında yapıldığı gerçeğini hatırlatmaktadır.

Transformasyon, olayların gelişimi tarafından zorlanmış ve hızlandırılmıştır. Bu, tarihin komünist öncüye uyguladığı bir çeşit şiddettir. Öncü bu gerçeği, sezmekten de öte anlamış, doğru bir biçimde tespit ve formüle etmiş, gelişmenin yönünü de öngörebilmiştir.

“Eylül saldırı ve tutuklamalarına rağmen, tarihin, devrimi bilinçli ve iradi tarzda örgütlemeye ve önderleşme hattından ilerlemeye devam etmek çağrısı, iki durum arasında bir mesafenin oluştuğu da bir gerçek olduğuna göre, bu tarihin devrimci öncüye uyguladığı bir şiddet, devrimci şiddetin bir çeşidi değil midir? Siyasi tarih, bu türden bir devrimci şiddetin kimi zayıf devrimcileri kırıp çökerttiğine ve hatta bir kenara fırlattığına tanık olmuştur. Fakat temel ve genel olan, bu türden bir tarihsel şiddetin çok belirleyici, devrimci sonuçlar üreten/açığa çıkartan muazzam belirleyici rolüdür. Öyle ki, tarihin ana hamlesi, birikip mayaladığı oluş halindeki devrimci öznelerini kamçılar. Onların önünü açıp ileri fırlatır. O halde şu öngörülebilir ki, tarihin şiddetinin öncünün saflarında açığa çıkartacağı devrimci enerji, önce söz konusu mesafeyi kapatacak, devamında da Ağustos’u aşacaktır. Tarih ve onun devrimci şiddeti yapıcılara iddialı olmayı dikte ediyor. Dikte etme kavramı bile kifayetsiz kalıyor, dayatıyor.” (Atılım, “Gerçekçiysen İddialı Ol”, 28 Ekim 2006)

“İyi ama yapıcıların iddialı olmalarının temeli var mı?” sorusunun yanıtını somut olarak inceleyen Atılım, sıraladığı dikkat çektiği diğer gerçeklerden sonra şunu ekliyor:

“… Ve bütün tarihin, tüm bu mücadelelerin ve kazanımların en has ürünü olarak yetişmekte olan yeni devrimciler kuşağı. Komünist öncünün en gürbüz, en dirençli filizleri. Aldıkları politik eğitim, kazandıkları parti kültürü ve ideolojik-teorik donanımları ile tarihin çağrısını yanıtlamaya kilitlenecek yapıcılar.”

Olmuş bitmiş veya tamamlanmış bir durum olarak değil, olmakta-gerçekleşmekte olan bir devrimci hareket olarak transformasyon, komünist öncünün bugünkü gerçekliğinin ayırıcı bir çizgisidir. Olayların gelişimi zorlamış ve hızlandırmıştır. 1990 sonrasının mücadeleleri içinde yetişen genç devrimciler, devrimci çalışmanın hem bütün alanlarında ve düzeylerinde sorumlulukları omuzluyor, komünist öncünün kendini var edişinde git gide daha etkin hale geliyor, belirleyici başat bir rol oynuyorlar. Güncel dönemsel sorunların ve zorlukların artan basıncı da transformasyon gerçeğini örtemiyor. An’ın bütün dezavantajlarına karşın yaşanmakta olan transformasyon gerçekliğinde 14 yaşındaki Birlik Devrimi’nin çok değerli bir kazanımı, başarısı görünüyor, belirginleşiyor.

Filizkıran saldırılarının başlangıcından günümüze iki ağır ve uzun yılın kazanıldığını vurguladık. Peki, yazının amacıyla sınırlı da olsa bu iki yıldan negatif yönlerinden hangi sonuçlar çıkartılabilir? Tartışılacak, incelenecek, dersler çıkartılabilecek birçok eksiklik, yetmezlik ve bariz yanılgılar olabilir. Yönetim yetmezliklerini, yönetim/yöneticilik hatalarını öne çıkartan, dikkatleri yönetim düzeyini yükseltmeye yönelten bir yaklaşımın öncünün gelişiminin ihtiyaçlarını yanıtlamak bakımından anlamlı olur.

Tasfiyeci “Gaye” saldırganlığı başladığında, aktif savunma ile hemen ve derhal onu göğüslemek ve püskürtmenin en hayati devrimci görev olduğu bir an’da, “Gaye” saldırganlığının yol açtığı durum ve sonuçları bağlamında öncünün kendini tartışması kuşkusuz ki tamamen yanlış ve isabetsiz olurdu. Ancak “Gaye” saldırısının en etkili darbelerinin göğüslendiği ve psikolojik savaşın püskürtülerek boşa çıkartıldığı koşullarda komünist öncünün içine itildiği “yeni dönem”in enine boyuna incelenmesi, belli başlı yönleriyle derinliğine tartışılması dönem stratejisinin ve görevlerin, görevler arasındaki bağıntıların bütün yapılara, kadro ve aktivistlere kavratılması, böyle dönemeç anlarında dönemi kazanma hazırlığının temel bir koşulu ve gereğidir. Bu yöndeki çabaların yetersizliği ve yüzeyselliği, ilkin bir eksiklik iken, zaman içerisinde giderilmediğinde giderek bir zaafa dönüşmeye başladığı söylenebilir. Bu iki noktadan tespit edilebilir:

İlki, dönem-süreç boyunca öncünün önderlik ve yönetme gücünü, ömrünü bütün oluşturucu yapıları ve yapıcıları düzeyinde limitine vardıracak ve bunu süreğenleştirecek tarzın inşa edilmesi ve geliştirilmesi bakımındandır. Dönemin gelişim stratejisi formüle edilirken bu alandaki görevler kuvvetlice vurgulanmıştır: “...İlerleyebilmek için Eylül saldırılarının üstesinden gelme zorunluluğu, durumun devrimci ruhudur. Dönem boyunca önderlik ve yönetme gücünü limite vardırmak, öncünün izleyeceği gelişim stratejisinin omurgasıdır.” (Teoride Doğrultu, Ocak-Şubat 2007, Durumun Devrimci Ruhu)

İkinci olarak da, nitelik biriktirme kapsamındaki görevlerin tanımlanması, çözümlenmesi, uygun yöntem ve biçimlerinin belirginleştirilmesi, bütün yapılara ve yapıcılara kavratılması ve tabii dönem boyunca uygulamaya önderlik edilmesi, uygulamanın yönetilmesi bakımından değerlendirilebilir. “Tuncay Kararlılığı Kıvamında” başlıklı yazıda, bu alandaki görevler açıklanmıştır: “‘Bir adım öne çıkmak’ kadroların işin gereklerinin gerektirdiği bilgi ve deneyim birikimine ‘hazırlığa’ henüz sahip değilken, yönetici ya da daha geniş kapsamlı, daha ağır yönetici görevleri üstlenme sorumluluğunu omuzlamaları anlamına gelir. Demek ki, ‘bir adım öne çıkan’, yoldaşlarının ‘nöbet yeri’ni dolduran kadroların eğitimi, deneyim kazanması, döneme özelliğini veren görevlerden birisi olarak hemen çözümüne başlanmasını istemektedir.”(Atılım, 2 Haziran 2007, sayı: 159, Yapıdan)

Tabii ki, bu iki ana halkadaki görevler, kendi başlarına tecrit halde düşünülemezler. Bunların amaca uygun ve devrimci tarzda uygulanmasının, geliştirilmesinin zemini, politik çalışma ve mücadelenin kesintisiz ve etkin biçimde tarz ve çizgi sürekliliğinin sağlanmasında anlatımını bulan politik bir temele dayanmasıdır. En genelde bu iki yıllık dönem boyunca böyle bir politik zeminin varlığı öncünün başarıları arasındadır; bununla birlikte yukarıda vurgulanan iki ana halkada döneme özgü hayati görevlerin yüzeysel kavranışı, iki halkada gerekli yoğunluğun sağlanmasını, başarı düzeyinin belirginleştirilmesini önlemiştir. Dönemi, süreci ve görevleri kavrayışta yüzeysellikten kaçınmak, halen bütün önemini korumaktadır. Dönemin olgunlaşmakta olduğu gerçekliği ve geride kalan iki yılın, dönemin ve sürecin yapısını ayırıcı özelliklerini ortaya çıkartan verileri de dikkate alınarak. İçerisinden geçilmekte olan dönemin, sürecin derinliğine ve genişliğine çözümlenmesi ve keza dönemin görevlerinin kapsamlı biçimde analiz edilmesi yüzeyselliğin ve yetmezliğin panzehri işlevini görebilir. Bu bakımdan geride kalan iki yıllık dönemin deneyimlerinin, özellikle de önderlik ve yönetim gücünün limite vardırılması ve keza nitelik biriktirme yönelimi bakımından eleştirel tarzda analiz edilmesini, sonuçlar çıkartılmasını sağlayacak tartışmalar ve çalışmaların önemi ne kadar vurgulansa yeridir.

Belirli tipte sorunların yaygınlık göstermesi, zorlukların artması, gerileme ve kararsızlıklar, ideolojik kanama an’ın çarpıcı gerçekleridir. Bunlar, dönemin olgunlaşmakta olduğunun yansımaları olduğu gibi, zaten dönemin özgün yapısı nedeniyle özel önem kazanan ideolojik çalışma ve ideolojik mücadele görevlerinin yakıcı, ihmal edilemez ve ertelenemez önemini vurgulamaktadır. İdeolojik çalışmanın öncelikli görevleri aşağı yukarı bellidir. Düzgün bir işleyiş ve bilgi akışının sistematize edilerek devrimci ortamın korunması-beslenmesi, bu zeminde çalışmaların denetiminin sıkı biçimde ve eleştirel devrimci tarzda yürütülmesiyle dolaysız devrimci önderliğin ve yönetimin güçlendirilmesi vb. gibi tipik ideolojik çalışmalardır. İdeolojik çalışma, bütün yapılarda belli bir sıklıkla (ve hatta bütün günlük çalışmalara yayılacak biçimde) bütün yapıcıları seferber edecek ve kapsayacak biçimde bir topyekûn mücadele olarak yürütülebilmelidir. Özel toplantı biçimleri ve aktivist toplantıları da iyi hazırlandığında ideolojik çalışma için etkili ve verimli olabilecek platformlardır.

Transformasyonun rüştünü, ehilliğini ispatlamanın gerekleri ve “gaye” saldırısının ardından boşalan nöbet yerlerini dolduran “10 Eylül’ün çocukları”nın görevlerinin gereklerinin hakkının verecek birikim düzeyini yakalamaları sorumluluğu, bu iki bağlamın ortaya çıkarttığı yaşamsal görevler, benzerdir, aynı yöndedir ve niteliğe ilişkindir. Bunlar, “nitelik kazanma” “nitelik biriktirme” rotasının güçlendirilmesinin önem ve aciliyetini vurgulamaktadır.

“Nitelik biriktirme” kapsamındaki görevlerin bir boyutu ideolojik çalışma iken diğer bir boyutu veya görünümü de “deneyim” kazanma rüştünü, ehilliğini ispat ve de doldurulan nöbet yerlerinin hakkını verecek birikimi edinmeyi sağlayacak ve çalışma tarzının geliştirmeye yönelik çalışmalardır. Burada, deneyimler üzerinde eğitimin, deneyimlerin incelenmesi ve tartışılmasının, “uygulama” (deneyim) ve “uygulamalardan öğrenme” bir başka anlatımla kendi eyleminden öğrenme tarzının önemi ve değeri büyüktür.

“Nitelik biriktirme”yi en genelde, yeni kadrolar kazanma ve kadroların düzeyini yükseltmeyi kapsayacak şekilde, “kadro çalışması” olarak da vurgulayabiliriz. “Nitelik biriktirme” çalışması, öncünün bile istisnai kayd-i ve şartıyla bütün yapılarını ve bütün yapıcılarını kapsayacak şekilde nasıl koyulabilir, nasıl formüle edilebilir?

Politik çalışma ve politik mücadelenin süreğenleşmiş ve etkin tarzda öncü duruşun korunması ve önderleşme yönelimi temelinde yürütülmesi, doğası gereği kitlelere ulaşmayı, yeni güçleri açığa çıkartmayı, etkinleştirmeyi öncüye çekip etrafında birleştirmeyi vb. hedefler. Bu zemin olmaksızın nitelik biriktirme üzerine söylenecek her şey boştur, anlamsızdır. “Nitelik biriktirme” rotasının ibresi öncünün -ideolojik, teorik, politik ve örgütsel olarak- bir bütün olarak önderleşmesine dair “niteliklerin” biriktirilmesini göstermektedir... Politik zemini titizlikle koruyup geliştirerek, nitelik biriktirme çalışmasının olabilecek en geniş en yaygın biçimde yürütülmesinin yönetimi; taraftarlardan, aktivistlerden yeni kadrolar yetiştirmeyi ve her düzeyde var olan kadroların öncünün çizgisini kavrama ve uygulama yeteneklerini, teorik birikim ve kavrayışlarını, politik mücadele ve örgüt çalışmasını, yönetme ve kendini yönettirme bilgi ve deneyimlerinin geliştirilmesi, devrimci iddialarının büyütülmesi vb. anlamında düzeylerinin yükseltilmesi, her iki biçimiyle “kadro çalışması”dır.

“Nitelik biriktirme” çalışması kapsamındaki görevlerin ancak en donanımlı ve en deneyimli kadrolar ve hatta özel olarak bu işler için hazırlanacak kadrolar tarafından yerine getirilebileceğini, yürütülebileceğini sanmak, düşünmek daha baştan sınırlanmak ve hatta bu yüzden de büyük ölçüde başarısızlığı kabullenmek olur. Bilakis, nitelik biriktirme çalışması görevleri, özellikle “kadro çalışması” (ve aynı şekilde “ideolojik çalışma”nın da) biçiminde her biri kendi düzey ve alanında olmak üzere bütün yapıları/kolektifleri ve bütün yapıcıları seferber edecek tarzda tanımlanmalıdır. Öyle ki; her yapıcı, hem kadro çalışmasının “konusu” -“kadrolaştırılanı”- olmalı, hem de kadro çalışmasının “öznesi”, yürütücüsü, “kadrolaştırıcısı” olmalıdır. Bu aynı anda değil, iki ayrı çalışma düzeyinde böyledir; bir düzeyde “kadrolaştırıcı”dır; bir başka düzeyde ise “kadrolaştırılan”dır.

Kadro çalışmasının deneyimlerinin de gösterdiği gibi birçok farklı düzeyi ve farklı programları olabilmektedir. Böyle ele alındığında abartmaksızın bütün yapıcılar, kadro çalışmasının özneleri, yürütücüleri görev ve sorumluluğunu üstlenebilirler. Bütün yapıcıları değişik düzeyde, farklı kapsamda böyle bir devrimci sorumluluğun altına sokmanın hemen dikkat çekmeyen en az görünen kadar önemli ve değerli temel bir kazanımı da bütün yapıcıları kendi kendine eğitim yönetimin geliştirmek zorunda bırakmasıdır. Belirtilen bu yöntemle, 10 Eylül’ün 15. yılını, öncüyü “kadro okulu”, “kadro fabrikası” haline getirecek bir atılımla hazırlamak, yapıcıların büyük bir başarısı olacaktır.

Transformasyon tarafından rüştlerini ispatlamaya itilmenin yanı sıra, aynı zamanda doldurdukları nöbet yerlerinin hakkını vermek gibi büyük bir yükümlülüğün altında bulunan “delikanlılığa” adımlarını atan kadınlar ve erkeklerin, 10 Eylül’ün eserine bağlılıkları, adanmış devrimcilikleri, tarihin muazzam devrimci ve fakat bir o kadar da sert sınavından geçiyor... Onların bu sınavı kazanmaktan, rüştlerini ispatlamaktan başka seçeneklerinin olmadığını vurgulamak bile fazla. Ancak, başarının kendiliğinden gelmeyeceği, onu koparıp almaları gerektiği de yeterince açık. 10 Eylül’ün 15. yılının işçi sınıfı ve ezilenlere umut saçan yapıcılarına, 10 Eylül’ün çocuklarına aşk olsun!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi