Sermayenin Kanlı Birikimi: İş Cinayetlerinin Ekonomi Politiği

Direniş sloganları yükseliyor Tuzla'dan, tersane işçileri greve çıkarak savunuyorlar yaşama haklarını. İş cinayetlerine karşı mücadeleyi büyütüyorlar. TDK Sözlüğü'nde kaza; “can ve mal kaybına, zararına sebep olan kötü olay” olarak tanımlanıyor. Cinayet ise “adam öldürme” şeklinde. Kaza öngörülemez ve irade dışı bir nitelik taşırken, cinayet iradi ya da en azından sonuçları önceden kestirilebilir bir eylemin ürünü oluyor. Yasaların “iş kazası” dediği ama hemen hepsi önlenebilir nedenlerle gerçekleşen ölümlerin ve sakatlanmaların gerçekte birer “iş cinayeti” olduğu artık gayet iyi biliniyor. Tıpkı “meslek hastalıkları”nın aslında mesleğin doğasından kaynaklanmadığının biliniyor olması gibi.

2008'in ilk aylarında da işçi ölümleri hızından bir şey kaybetmedi. Davutpaşa'da bir maytap imalathanesinde gerçekleşen patlamayla 23 emekçi yaşama veda etti. Binanın ruhsatsız ve atölyelerin kaçak olması, maytap imalathanesi ve deposu ile boya ve iplik atölyelerinin kazanlarının tümünün bir arada bulunması, böyle bir katliama davetiye çıkarmıştı. Tersanelerde sadece 2 ayda 6 işçinin yaşamını yitirmesiyle gözler tekrar Tuzla'ya çevrildi. Ve halen tazeliğini koruyan sayısız olay yeniden yürekleri dağladı: Bursa'da Özay Tekstil Fabrikası'nda çıkan yangında, kilit altında çalıştırıldıkları için can veren 5 kadın işçi... Yaşamlarını, onları Giresun'a fındık toplama işine götüren minibüste bırakan 22 tarım işçisi... Son 5 yılda göçük ve patlamaların kurbanı olan 400'ü aşkın maden işçisi, tuğla fabrikalarında 10 yaşında sağlıklarından olan çocuklar, kot parlatma atölyelerinde akciğerlerini kaybedenler, kamyon kasasında ölüme taşınan tarım işçileri, serbest bölge kuralsızlığında kararan hayatlar...

ILO verilerine göre dünyada her yıl, “iş kazalarında” 250 milyon insan yaralanıyor ve 2 milyon insan ölüyor. 160 milyon insan da meslek hastalığına maruz kalıyor. Bu, günde ortalama 5 bin işçinin hayatını kaybetmesi demek. Aynı veriler iş kazalarının en çok işyerinde gerekli önlemlerin alınmamasından kaynaklandığını ve kayıtdışı çalışmanın yaygın olduğu yerlerde yoğunlaştığını ortaya koyuyor. İş kazalarının sadece yüzde 3'ünün korunulması mümkün olmayan ama yüzde 97'sinin engellenmesi mümkün olan olaylardan meydana geldiği belirtiliyor.

İşçinin yaşamının sistematik ve kasıtlı olarak kapitalistin aşırı kar hırsına kurban edilmesine “kaza” deniyor.

Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa'da birinci ve dünyada üçüncü sırada: 1946'dan 2006'ya 54.801 ölüm ve 145.279 daimi sakatlanma. Ölümlü iş kazalarının oranı Türkiye'de 100 binde 20,5 iken, İsviçre, Norveç ve Hollanda'da 100 binde 1,3. SSK verileri 1994-2003 arası 831.248 iş kazasında 10.085 ölümün gerçekleştiğini gösteriyor. Her 6,8 dakikada bir iş kazası oluyor ve her 10,8 saatte bir işçi ölüyor. Bu, her yıl ortalama 80 bin iş kazası, 1000'i aşkın ölüm ve 3 bin daimi sakatlık anlamına geliyor.

İşletmelerin ancak yüzde 8'i denetlenebiliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın denetim örgütlenmesindeki personelin sayısı, bu yıl alınan 250 yeni iş müfettişiyle birlikte ve büro çalışanları dâhil sadece 860. Denetimlerin sınırlılığı cezaların göstermelik olmasıyla birleşince, devletin tutumunun iş cinayetlerini önlemekle ilgisi olmadığı açığa çıkıyor. İş güvenliği yönetmeliklerine aykırı davranan patrona 88 YTL, kurallara uymadığı için kapatılan bir işyerini yeniden açarak iş cinayetine teşebbüs eden patrona ise 904 YTL ceza uygulanıyor. Oysa bakanlığın 2006'daki sınırlı denetimlerinden bile, en fazla ölümün gerçekleştiği inşaat sektöründe faal olan 532 işyerinden sadece 28'inin işletme belgesine ve 6'sının kurma iznine sahip olduğu ya da işyeri hekimi çalıştırması gereken işyerlerinin 1/4'ünün bu şartı yerine getirmediği gibi pek çok bilgi yansıyor.

TÜİK'in Kasım 2007 raporuna göre, 20 milyon 867 bin çalışanın 9 milyon 480 bini kayıt dışı ve sigortasız. 10 milyon 989 bin ücretlinin yüzde 20,6'sı, 1 milyon 486 bin yevmiyelinin ise yüzde 90,6'sı tamamen sigortasız çalıştırılıyor. Gerçekte, ücretlilerin yaklaşık yarısının sigortasız olduğu biliniyor. İş cinayetleri, kayıt dışı ve güvencesiz çalışmanın hakim olduğu küçük ve orta ölçekli işyerlerinde artış gösteriyor. Ama 50'den az işçi çalıştıran işyerlerinde hekim, hemşire ve revir zorunluluğu bulunmuyor. Dahası, sigortasız işçilerin uğradığı iş kazalarının ve meslek hastalıklarının çok büyük kısmı hasıraltı ediliyor.

Tablo 1

İşyerlerindeki işçi sayısı

İş kazası

1-3        

23.997

10-20    

8.869

21-49    

10.411

50-1000

3.614

1000'den fazla  

2.244

(2003 SSK verilerinden)

İş kazalarında ölümler ve sakatlanmalar son yıllarda tırmanış halinde. Kapitalist ne kadar fazla kar ediyor ve sermayesini ne kadar hızlı geliştiriyorsa, iş cinayetlerinde de o kadar artış oluyor. Kapitalist ekonomi ve sermaye büyürken işçi ölümleri çoğalıyor. İş cinayetleri kapitalist üretim tarzının zorunlu bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Yaşanan yaralanma ve ölümlerin “kaza” veya “tesadüf” değil kural olduğu netleşiyor.

Tablo 2

Yıllar

İş kazası sayısı

Ölüm

2003

3.553

680

2004

3.691

743

2005

4.688

858

2006

4.887

916

(Bakanlık denetimi ile sınırlı sayılar)

 

 

Tablo 3

Yıllar

100 bin nüfusta iş kazasına bağlı ölüm hızı

100 bin nüfusta meslek hastalığına bağlı ölüm hızı

100 bin ölümde iş kazasından kaynaklı ölüm oranı

100 bin ölümde meslek hastalığından kaynaklı ölüm oranı

2000

1,08

0,01

224,31

1,84

2005

1,49

0,03

290,30

6,50

(SSK verileri)

Yaşamını yitiren ve sakat kalan işçiler, burjuvazi açısından istatistiklerde yer alan soğuk birer rakamdan ibarettir. Kârın arttırılması, daha fazla işçinin ölümü pahasına olsa dahi, kapitalist için pekâlâ ahlakidir bu. Marks'ın sözleriyle, kapitalist “kişileşmiş sermayedir” ve “onun ruhu, sermayenin ruhudur.” Sermayenin tek amacı kârdır, el koyduğu artıdeğeri çoğaltmak ve kendisini genişletmektir. “Sermaye, ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir ve ne kadar çok emek emerse o kadar çok yaşar”(1) Ama hepsi bu değil! “Kapitalist üretim, dolaşım süreci ile rekabetin aşırılıkları dışında ele alındığında, metalara katılmış bulunan maddeleşmiş emek bakımından çok ekonomiktir. Buna karşılık başkaca herhangi bir üretim tarzında daha fazla insan yaşamını ya da canlı emeği ve yalnızca insan kanını ve etini değil, sinirini ve beynini de israf eder.”(2) Kapitalistin üretim araçlarından tasarruf konusunda ölesiye titizlenmesi ve artı-emek zamanını yükseltme yönlü delice arayışı, işçinin yaşamı ve sağlığıyla ilgili olarak onun son derece hoyrat davranmasına yol açar. Ve bu hoyratlık, kâr amacına bağlanmış kapitalist üretimin doğasından ileri gelir.

İş cinayetlerine bakışımızı Tuzla tersanelerinde somutlaştıralım.

Kârın Ve Ölümün Birliği

Bakanlık raporuna göre Türkiye'de 4'ü TSK'ya, 2'si devlete, gerisi özel sektöre ait toplam 62 tersane var. Bunların 48'i Tuzla'da bulunuyor. Ayrıca 563 taşeron firma Tuzla Tersaneler Bölgesi'nde faaliyet yürütüyor. Özel sektör gemi inşa kapasitesinin yüzde 95'i burada. Ekim 2007 verilerine bakılırsa, Tuzla tersanelerinde 5320 işçi kadrolu ve 8811 işçi taşeron firmalara bağlı olarak çalışıyor. Gerçekte ise işçi sayısının 40 bin civarında olduğu ve bunun yüzde 90'ının taşeron firmalarda çalıştığı tahmin ediliyor.

Tuzla Gemi Yapım ve Onarım Sanayi 2001'den bu yana hızla büyüdü. Dünya genelinde yeni gemi teslimleri son 3 yılda yüzde 89 artarken, aynı dönemde Türkiye'deki artış yüzde 360 oldu. Tuzla tersaneleri böylece sektörde dünya beşinciliğine kadar yükseldi ve 2,5 milyar dolarlık bir ihracat hacmine ulaştı. Tersaneler 2012'ye kadar uzanan siparişler aldılar. Burjuvazi açısından Türkiye ekonomisinin bu yükselen yıldızı, parlaklığını pek çok işçinin ölümüne ve yaralanmasına borçlu. Büyük gemiler ve lüks yatlarla birlikte işçi tabutları çıkıyor Tuzla'dan. Üretimdeki ve kârdaki artış, ölümlerdeki artışa paralel oluyor. 1985'ten bugüne Tuzla tersanelerinde 83 iş cinayeti gerçekleşti. Sadece 2006'da irili ufaklı 5800 iş kazası yaşandı.

Bakanlığın denetim mekanizması ancak işçi mücadelelerinin baskısı sonucu harekete geçirilebiliyor. İş cinayetlerini üreten kaynağa dokunmaktan aciz olan bu denetimlerde, Ağustos 2006 ile Ocak 2007 arasında tersanelerde 1061 eksiklik tespit edildi. 2007'deki denetimler ise yalnızca 2 tersanenin yasal mevzuata uygun olduğunu, diğer 41 tersanede toplam 588 eksiklik bulunduğunu gösterdi. Bunlara toplam 190 bin YTL para cezası uygulandı. Denetimler ve para cezaları tersane patronları için caydırıcı olmaktan uzak. Binlerce iş kazası kayıtlara geçmeden örtbas ediliyor. Yaşamını yitiren işçinin ailesine dava açmaması karşılığında, 20-30 bin YTL “kan parası” veriliyor ve bu açığa çıktığı durumda patronların yardımseverliği olarak ambalajlanıyor.

Tersane burjuvazisi, AKP'li Hasan Kemal Yardımcı ve MHP'li Durmuş Ali Torlak gibi patronları meclise milletvekili olarak çıkarırken, tersane proletaryası, arkadaşlarının cansız bedenlerini çıkarıyor tersanelerden. Ölümlerin yoğunlaştığı bir dönemde D. Ali Torlak tersane sektörünün sorunlarının çözümü için meclise önerge veriyor: “Koster filosunun genişletilmesi, LPG ithalatının Türk gemileriyle yapılması için teşvik, tersane sayısının arttırılması, tersanelere elektrik enerjisi desteğinin verilmesi.”

Tabloda açıkça görüldüğü gibi, burjuvazinin iş hacmi büyür ve karı artarken, işçi ölümleri de artıyor.

Tablo 4

 

Yıllar

Gemi İnşa/Tamir sektöründe üretim(dwt)

İş cinayetlerinde ölüm

 

2001

147.130

1

2002

84.700

5

2003

106.450

3

2004

293.229

5

2005

331.740

8

2006

556.285

10

2007

1.007.968

12

(Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu Raporu'ndan)

 

Patronların iddiaları şöyle: İş kazaları işçide ve işverende, işçi sağlığı ve iş güvenliği bilincinin eksikliği ya da eğitimsizliği nedeniyle meydana geliyor. Genellikle işçilerin dikkatsizliği, baret veya gözlük takmayı önemsememeleri belirleyici oluyor. GİSBİR Başkanı Murat Bayrak'a göre, “Zaten ağır işin yapıldığı tersanelerde senede 5-6 ölüm olması işin doğası gereğidir.”

İş cinayetleri gemi inşa ve onarım sanayinin ucuz işgücü sömürüsü üzerinde yükselmesinden, taşeron sistemi ile sigortasız, sendikasız ve kayıt dışı çalışmaya dayanmasından, işçilerin aşırı çalıştırılmasından “maliyetleri artırmayalım” diyen patronların en basit iş güvenliği tedbirlerini dahi almamalarından, tedbirlerin bu maliyeti taşıyacak bir yapıda olmayan taşeronlara havale edilmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, üretim sürecindeki yaralanmalar ve ölümler işçinin kendi hatasından değil, azami kâra endekslenmiş üretim tarzından ileri geliyor. Sadece deneyimsiz işçiler değil, tekniker ve mühendisler de iş kazası geçiriyorlar. Sermayenin engelsizce değerlenmesi ancak işçinin kanı ve canı pahasına gerçekleştiriliyor. “Nasıl ki emeğin birleşik hale gelmesi ve elbirliği, makinelerin geniş ölçüde kullanılmalarına, üretim araçlarının yoğunlaşmasına ve ekonomik olarak kullanımlarına yol açıyorsa, aynı şekilde kitleler halinde, kapalı yerlerde ve sağlık gereksinmelerinden çok, üretimin işine gelen koşullar altında bu bir arada çalışmalardır ki; işte bu kitle halinde bir ve aynı işyerinde yoğunlaşmadır ki, bir yandan kapitalist için daha büyük bir kâr kaynağının, öte yandan da daha kısa çalışma saatleri ve özel önlemlerle karşılanmadığı takdirde işçilerin yaşam ve sağlıklarının hovardaca harcanmasının nedenini oluşturur.”(3)

Taşeronlaşma Ve Ucuz İşgücü Sömürüsü

4857 sayılı iş yasasında “İşveren asıl işi veremez, ancak uzmanlık gerektiren geçici işleri alt işverene verir” maddesi yer alır, ama tersanelerde asıl işlerin büyük bölümünü taşeron firmalar yapar. Sadece inşaat, bilgisayar donanımı, personel taşıma, vinç yapımı gibi yan işler değil, sac işleme, kaynak, montaj, boya gibi doğrudan gemi yapım işleri de taşerona verilir. Bir geminin yapımı onlarca parçaya bölünür ve parça-başı ödeme yapılan onlarca taşeronla sözleşme imzalanır. Geminin inşasında 1000 işçi çalışıyorsa, bunun ancak 100'ü kadrolu işçidir. İş güvencesinden, sigortadan, sendikadan, sağlıklı beslenme ve barınma imkânlarından genellikle yoksun olan işçiler, akrabalık ve hemşerilik özellikleri ve kişisel güven ilişkileri üzerinden taşerona bağlıdırlar. Tersanede çoğunlukla misafir kartıyla çalışırlar.

Taşeronun tersane sahibiyle yaptığı sözleşmede saptanmış olan meblağın içindeki işçi maliyetleri ve diğer zorunlu giderler üzerindeki fazlalık, onun kârını oluşturur. Ücretleri işgücünün değerinin altında tutmak ve iş güvenliği tedbiri masraflarını ortadan kaldırmak kârını yükselteceği için taşeronun çıkarınadır. İşgücünün ücretlendirileceği oranı belirleme ve iş güvenliği maliyetini karşılama sorumluluğu tersane sahibinden küçük ve orta ölçekli taşeron firmalara aktarıldığında, sermaye bileşimleri güçlü olmayan bu taşeronların, kârlarının ortalama düzeyin altına düşmesine yol açacak her şeyden kaçınmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü taşeron sistemi, doğası gereği en ucuz işgücünün sigortasız, sendikasız ve kuralsız çalıştırılmasıyla, her türlü iş güvenliği tedbirinden “tasarruf’ edilmesiyle var olabilir. Taşerona bağlı işçiler, en riskli ve kuralsız çalışma şartlarında iş görürler. Nitekim 2000'den bu yana yaşamını yitiren 55 işçiden 54'ü taşerona bağlı çalışan işçilerdir.

Taşeron sistemi tersanelerdeki iş cinayetlerinin kendi başına nedeni değildir. Tersane sahipleri kendileri için azami kârı garantileyen bu uygulamadan en az taşeron firmalar kadar yararlanırlar. Çünkü böylece tersane patronu taşerona devrettiği bütün sorumluluk ve risklerden kurtulmuş, işgücü maliyeti düşürülmüş, ucuz ve kuralsız çalıştırma sağlama alınmış olur. Gerçekte taşeron, tersane sahipleri açısından maksimum kar arayışının bir sonucu ve aracıdır. Bu nedenle, tersanelerde insanca çalışma koşullarını sağlamak amacıyla taşeronluğun kaldırılması ve sigortaların ana firma tarafından ödenmesi talebi, doğrudan tersane burjuvazisini hedeflemektedir.

Güvencesiz, esnek ve kuralsız çalıştırma yoluyla ucuz işgücü sömürüsü tersanelerde sermaye birikimini hızlandırmanın temel bir yöntemidir. İş maliyetini düşürmenin en kolay yolu ücretleri düşük tutmaktır. “Ücretlerin bu değerin (işgücü değerinin -bn) altına zorla düşürülmesi... emekçinin gerekli tüketim fonunu, belli sınırlar içinde, sermayenin birikim fonuna çevirir.”(4) Ücretler olabildiğince düşük tutulur ki, ücretin düzeyi ile işgücünün gerçek değeri arasındaki farkın her kuruşu sermaye birikimine dahil edilebilsin. Böylece işçi, çoğunlukla kendi işgücünü yeniden üretmeye bile yetmeyen bir ücretle en perişan koşullarda yaşamaya mahkûm edilir.

İşçinin gerekli emek-zamanı, sermaye için artı-emek zamanına dönüştürülür. Kârın yatırılan toplam sermayeye oranı, yani kâr oranı; ücretlere yatırılan sermayenin (değişen sermaye) düşük tutulmasıyla yükseltilir. Değişen sermayedeki düşüş kadar azalan toplam sermaye, bu sayede daha yüksek bir oranda kâr getirir. Kronik kitlesel işsizliğin tehdidi altındaki işçi ya en kötü koşullarda düşük ücrete ve ölüm riskine karşın çalışmaya razı olmak ya da açlıktan ölmek ikilemiyle yüz yüze bırakılır.

DPT raporuna göre, gemi imalat sanayisinde toplam maliyetler içinde ücret maliyeti yüzde 15-23 arasında bir orana sahiptir. Aynı zamanda bu sektör yüzde 40 yatırım indirimi ve yüzde 100 gümrük muafiyeti gibi devlet teşviklerini de arkalamış durumdadır. Görülüyor ki, tersanelerde işgücü maliyetinin, yani değişen sermayenin, üretken sermaye toplamı içindeki payı nispeten yüksektir. Ve vurguladığımız gibi, değişen sermaye miktarının mümkün olduğunca düşük tutulması, sermayenin yüksek bir kâr oranıyla üretim yapması için büyük önem taşır. Doğrudan tersane sahiplerine bağlı kadrolu işçiler 800-1250 YTL ücretle ve ulaşım olanakları, ikramiye, yakacak yardımı gibi diğer bazı gelir unsurlarıyla çalışırlar. Fakat taşerona bağlı büyük çoğunluk içinde deneyimli ustalar 50-80 YTL, ortalama işçiler 30-45 YTL ve çıraklar ancak 18-25 YTL arası yevmiye alırlar. Taşeron aracılığıyla işgücü fiyatının düşük tutulması, her şeyden önce tersane sahibinin çıkarınadır. Birçok durumda vasıflı ve dolayısıyla daha yüksek ücretli emek gerektiren bir işe, vasıfsız ve düşük ücretli bir işçi koşulur. Ucuz işgücünün düpedüz cinayete teşebbüs olan bu biçimdeki kullanımı, pek çok iş kazasına neden olur. İşçinin eğitilmesi, vasıflı hale getirilmesi, sigortalı yapılması, daha insani koşullarda yaşaması ve daha iyi beslenmesi işgücünün değerinin ve ücretlerin yükselmesini getireceğinden, tersane burjuvazisi bütün bunların önünü almak için her şeyi yapar.

Sadece Tuzla'da 10 bin kadar işçinin bekâr odalarında sıkış tepiş yaşadığı tahmin ediliyor. Depolarda ve işhanlarında kalan binlerce işçi var. Mutfak, banyo ve lavabonun iç içe olduğu 30-40 metrekarelik tek bir odada 15-20 işçi yaşıyor. Ve her işçi buraya 70-150 YTL arası kira ödüyor. Marks'ın sözleri doğrulanıyor: “Kapitalist birikimin hızı ne kadar büyük olursa, işçi nüfusunun barındıkları yerler de o kadar sefil ve perişandır.”(5) İşçinin en berbat koşullarda yaşaması, böylece işgücünün değerinden çekilen her liranın sermayeye eklenmesini sağlıyor. Bunun karşısında, sağlıklı barınma evleri ve kaliteli yemek gibi talepleri yükseltiyor tersane işçileri.

Aşırı Çalıştırma

Tersane işçilerinin aşırı çalıştırılmasının iki yönü vardır: Aşırı uzun işgünü ve emeğin aşırı yoğunluğu. Aşırı çalışmadan kaynaklanan yorgunluk ve bitkinlik iş kazalarına davetiye çıkarır. Nitekim iş kazalarının büyük bir kısmının iş gününün sonuna doğru gerçekleştiği, aşırı çalışmadan yorgun düşen işçinin pekâlâ kaçınılabilecek türde kazalara maruz kaldığı görülmektedir.

Sabah 8'de başlayan işgünü 11-12 saati bulur. Günlük çalışma süresinin fazla mesailerle birlikte 14 saate uzaması hiç de istisna değildir ve çalışma takviminin 1/3'ü böyle geçer. Siparişlerle dolu olan ve yüksek üretim kapasitesiyle çalışan tersanelerde işin zamanında bitirilmesi için işçiler aşırı çalışma baskısıyla karşı karşıyadırlar. Geminin tesliminde gecikilen her gün tersane patronuna yüklü bir tazminata mal olur çünkü. Aşırı çalışma sayesinde işin erken bitirilmesi sermayedarın daha az yevmiye ödemesini sağlamakla kalmaz, işçinin artı-emeğini daha fazla emmesini de olanaklı kılar.

İşgününün bir bölümü emek-gücünün yeniden üretilmesi için gerekli çalışma süresi olan gerekli emek-zamanından ve diğer bölümü de kapitalistin el koyduğu artıdeğerin üretildiği karşılıksız çalışma süresi olan artı-emek zamanından oluşur. İşçinin işgücünü satın alan kapitalist, onu kendi adına çalıştırma hakkını elde etmiştir. Kapitalist işçinin emeğinden daha fazla artıdeğer sızdırmak için artı-emek zamanını artırır. İşgününün uzunluğu artı-emek zamanının büyüklüğüne bağlı olarak değişir. 4 saati gerekli emek-zamanı ve 4 saati de artı- emek zamanı olan 8 saatlik bir işgünü ücret değişmeden 12 saate çıkacak olursa, işçi öncekinin iki misli artıdeğer üretir. Bu, mutlak artıdeğerdir. “Kör ve önüne geçilmez tutkusuyla, artıdeğere duyduğu kurt açlığı ile sermaye, işgününün yalnız manevi değil, fiziksel en üst sınırlarını da çiğner. ... İşgününün sınırlarını belirleyen emek-gücünün normal varlığını sürdürmesi değildir; bu sınırlar, işçinin dinlenme zamanının sınırı ne kadar ezici, zorunlu ve acılı olursa olsun, emek-gücünün günlük olanaklı olan en üst düzeyde harcanması ile belirlenir. Emek-gücünün ömrünün uzunluğu sermayeye vız gelir. Onu ilgilendiren tek şey, bir işgünü boyunca akışı sağlayabilecek azami emek-gücüdür. Bu amacına, tıpkı açgözlü bir çiftçinin, toprağın verimliliğini tüketerek ondan elden geldiğince fazla ürün koparması gibi, işçinin yaşamını kısaltarak ulaşır.”(6)

İşgününün aşırı uzatılmasından doğan artı-emeği yağmalayan ve üretilen artıdeğeri kâr biçiminde cebe indiren tersane patronları, işçinin yaşamını hiçe sayarak, hem iş kazalarına yol açarlar ve hem de onun çabucak yıpranıp meslek hastalığına yakalanmasına neden olurlar. Uzayıp giden iş saatleri ve aralıksız süren çalışma temposu işçiyi aşırı yorar, dikkatini toplayamayacak bir noktaya sürükler ve iş cinayetinin zeminini hazırlar. Dahası, aşırı çalıştırma dolaysız bir cinayet olarak da ortaya çıkar bazen. Marks, bir giyim firmasında çalışan genç işçi kadının ölümünü anlatır: “Bu kız ortalama 16,5 saat, işlerin hızlı gittiği mevsimde ise aralıksız 30 saat çalışıyor, azalan emek-gücünü, ara sıra, likör, şarap ya da kahve ile takviye ediyordu. Şimdi ise mevsimin en hızlı zamanıydı. Yeni ithal edilmiş Gal Prensesi onuruna verilecek baloda soylu hanımların giyecekleri, süslü püslü tuvaletlerin göz açıp kapayana kadar hazırlanması gerekiyordu. Mary Anne Walkley, 60 kızıyla birlikte hiç aralıksız 26,5 saat çalışmıştı; 30 kız bir odada oturmuşlardı ve odanın havası ancak bunların 1/3'üne yetecek kadardı. Gece, yatak odasının tahtalarla bölünmüş, havasız bölmelerinde ikişer ikişer yatıyorlardı. Ve bu da, Londra'nın en iyi modaeviydi. Mary Anne Walkley, Cuma günü hastalandı ve elindeki işi bitiremediği için Madam Elise'yi şaşkın bırakıp Pazar günü öldü.”(7) Giyim yerine gemi yapımını koyun ve süslü püslü tuvaletlerin yerine, lüks yatları veya büyük tankerleri düşünün; yatak odasının bölmelerini de bekâr evleri olarak okuyun; anlatılan hikâyeyi Tuzla'da göreceksiniz.

Patronlar, artı-emek zamanını artırmak için işçinin dinlenme ve yemek süresinde de indirim uygularlar. Tuzla'da yemek kuyruğunda geçecek zamanı dinlenme lehine azaltmak için yemeğe hücum eden işçi kalabalıkları çarpar gözünüze. Kısıtlı ya da hatta çoğu zaman hiç olmayan çay molalarını düşünelim. 1000 işçinin çalıştığı bir tersanede 15 dakikalık çay molasının gaspı ve artı-emek zamanına dönüştürülmesi, 25 işçinin 10 saatlik bir işgünü boyunca bedava çalıştırılmasına eşit bir kazanç sağlar patrona.

Makineleşme ve daha gelişkin bir teknolojinin üretime uygulanması da, üretkenliği yükselttiğinden dolayı aşırı çalışmayı önleyecek imkânları sağlamasına rağmen, kapitalist üretimde işçiyi aşırı çalışmaktan kurtarmaz. Aslında tam tersi olur. Makine, üretkenlikte sağladığı artışa bağlı olarak işçilerin bir bölümünün yerini alır. Aynı iş daha az sayıda işçiyle yapılır. Ama işçi sayısındaki azalma artıdeğer miktarının da azalmasına neden olur. Kapitalist hem gerekli emek-zamanını kısaltarak nispi artı-emekle; hem de işgününü uzatarak mutlak artı-emekle bu azalmayı telafi etmek ister. Dahası o, makinenin boş kaldığı süreyi en aza indirme eğilimindedir. İşgününün uzatılması yeni işçiler almaktan daha kârlıdır, makineler ve binalar için ekstra sermaye yatırımı gerekmeyeceğinden üretim araçları daha ekonomik kullanılmış olur ve yeni makineler almanın getireceği ek yük; yani değişmeyen sermaye miktarının artmasının neden olduğu kâr oranındaki düşme eğilimi böylelikle frenlenir.

Aşırı çalışma yalnızca işgününün uzatılmasıyla değil, aynı zamanda emeğin yoğunluğunun artırılmasıyla da olur. Böylece aynı emek-zamanı daha yoğun değerlendirilir. Yani, işçinin aynı koşullarda ve aynı zaman zarfında eskisinden daha fazla üretim yapması sağlanır. “Bu, üretici güçlerin gelişmesi ve üretim araçlarında tasarruf sağlaması konusunda yarattığı büyük dürtü, işçiye aynı sürede daha fazla emek harcama, emek-gücü geriliminde bir yükselme, işgününün her anını doldurma ya da ancak kısaltılmış bir işgününün sınırları içerisinde ulaşılabilecek ölçüde bir emek yoğunlaşmasına yol açar.”(8) Makinenin hızını artırmak, işçiye daha fazla makine vermek ya da iki işçinin yapabileceği işi tek bir işçiye yüklemek, emeğin yoğunluğunu artırmanın biçimleridir. Emeğin yoğunluğunu aşırı artırmak, işçinin emek-gücü geriliminde aşırı bir yükselmeye ve biyolojik sınırların aşılmasına kadar varır. Aşırı emek yoğunluğundan dolayı işgünü içinde fiziki tükenme sınırına yaklaşan işçi, iş kazasına açık hale gelir. Tersanelerde son yıllarda üretimde oluşan hızlı genişleme, her şeyden önce işçilerin aşırı uzun ve yoğun çalıştırılmalarıyla sağlanmıştır.

Tablo 5

Yıllar

Üretim(dwt)

İstihdam sayısı

Kişi başı üretim miktarı

Ölüm

2002

84.700

10.552

8,02

5

2003

106.450

10.719

9,93

3

2004

293.229

11.753

24,94

5

2005

331.740

11.873

27,94

8

2006

556.285

13.972

39,81

10

2007

1.007.968

17.572

57,36

12

(Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu Raporundan, istihdam sayıları bakanlığa ait verilerden)

Görüldüğü gibi, işçi sayısı iki katına dahi çıkmamışken üretim on kattan fazla artış göstermiş ve kişi başına üretim 7 kat artmıştır. İstihdam sayılarını sadece resmi verilerle sınırlayan bakanlık verilerinin yerine 30 ya da 40 bin işçi de konulsa, kişi başı üretimin miktarı değişir, ama kişi başına üretimin oransal olarak yükseldiği gerçeği değişmez. Bu artışın bir bölümü üretim kapasitesinin daha yüksek oranlarda kullanılmasından ve yeni makinelerle üretkenliğin yükseltilmesinden kaynaklanır. Ama artışın en önemli bölümü işçilerin aşırı çalıştırılmaları yoluyla sağlanmıştır. İşgünü uzunluğu ve emek yoğunluğu işçinin fiziki dayanma sınırlarını aşmaktadır. Aşırı uzun ve yoğun çalışma onun dikkatini ve enerjisini, bedensel ve zihinsel gücünü aşırı tüketmekte ve iş cinayetlerine neden olmaktadır. İşgünü sonunda yorgunluktan bitap düşmüş olan işçinin iskeleden inmeye çalışırken yere çakılması neredeyse sıradanlaşmıştır artık. Bir yardımcı eşliğinde yapılması gereken iş tek bir kaynakçıya yüklendiğinde, bir süre sonra iş cinayeti gerçekleşmektedir. İşçilerin haftada 70 saati bulan çalışma süresine karşı günlük 7,5 saatten 37,5 saatlik iş haftasını savunmalarının, tersanelerde “Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmenliği”nin uygulanmasını istemelerinin, günde 2 defa çay molası talep etmelerinin aslında düpedüz yaşamlarını savunmaları anlamına geldiği açıkça ortadadır.

Değişmeyen Sermayeden Tasarruf

“Sağlık yetkilileri, sanayi araştırma komisyonları, fabrika denetmenleri, bir ağızdan ve tekrar tekrar, bu 500 foot küplük havanın gerekliliğini ve bunu sermayenin elinden koparıp almanın olanaklı olduğunu söylediler. Böylece bunlar, aslında, işçiler arasındaki verem ve diğer göğüs hastalıklarının, sermayenin zorunlu varlık koşulları olduğunu ilan etmiş oluyorlardı.”(9) Sürekli çalışılan yerlerde bu hacimde hava olması gerektiği hekimler tarafından belirtiliyor ama fabrika yasalarına bir türlü sokulmuyordu 19. yüzyıl İngiltere'sinde. “Yerde ve binada yapılan tasarrufun işçileri daracık yerlerde, üst üste sıkıştırdığı çok iyi bilinir. Bu yetmiyormuş gibi, bir de havalandırma araçlarından da tasarruf edilir. Uzun çalışma saatleri ile birleştirildiğinde, bu iki etmen, solunum organlarındaki hastalıklarda ve dolayısıyla ölüm oranında büyük artışa yol açar.”(10)

Peki, tersanelerde nasıl olur? Maliyetin yükseltilmemesi için mekân genişletilmez. Dar bir mekânda köpük, tiner, talaş, polyester gibi yanıcı maddeler ile elektrik kabloları ve oksijen hortumları yan yana bulunur; patlamaya, yangına veya zehirlenmeye davetiye çıkarılır. Zaman baskısı altında aynı alanda çalışılır; montaj, kaynak, raspa, temizlik gibi arka arkaya yapılması gereken işler aynı anda ve aynı yerde yapılınca iş cinayetinin koşulları hazırlanır. Yıpranmış kablolar ve ek yapılmış oksijen hortumları maliyetin yükselmemesi için değiştirilmez; patlama ya da elektrik çarpması gerçekleşir. Maliyetten tasarruf için, işçinin kaynak yapacağı gemi dehlizlerinde gaz ölçümü yapılmaz ve buralar fanla gazdan arındırılmaz; gene patlamadır sonuç. İskeleler, geminin dış yüzeyi bozulmasın ve hızlı kurusun diye kaynakla düzgün biçimde sabitlenmez; çökme ve düşme olur. Yine maliyeti düşürmek için vinç yerine forkliftle taşınan birkaç tonluk gemi parçaları düşer ve işçiyi ezer. Maliyet nedeniyle emniyet kemeri verilmez, işçi düşer; gözlük verilmez, göze çapak kaçar.

Üretim araçlarının gelişmesi insanın daha sağlıklı ve güvenlikli koşullarda çalışmasının imkânlarını artırıyor. Buna rağmen işçi ölümleri de arttı. Tersane burjuvazisi iş güvenliği için gerekli tedbirleri almaktan sonuna kadar kaçınıyor. “Eğer artıdeğer belli ise, kar oranı ancak, meta üretimi için gerekli değişmeyen sermayenin değeri azaltılmak suretiyle artırılabilir.”(11) Değişmeyen sermaye, ürüne ek bir değer katmayan, değerini olduğu gibi aktaran iş aletleri, hammaddeler, enerji, bina vb.dir. Kâr oranı kapitalist için sermayesini değerlendirirken baktığı başlıca gösterge olduğuna göre; onun yapacağı üretime en yüksek kârı, mümkün olan en az sermaye ile elde etme arayışı yön verir. Bunu sağlamanın yöntemlerinden biri de değişmeyen sermayeden tasarruf etmektir. Değişmeyen sermayeden yapılan her tasarruf, yatırılan toplam sermaye miktarını düşürür, böylece kâr oranını yükseltir.

“Kapitalist üretim tarzı, çelişkili ve zıt niteliği gereği, emekçinin yaşam ve sağlığını bol keseden harcamayı, onun yaşam koşullarım düşürmeyi, değişmeyen sermayenin kullanımında bir tasarruf ve böylece kâr oranını yükseltmede bir araç sayacak kadar işi ileriye götürür... Bu ekonomi, daracık ve sağlığa zararlı yerlere işçileri üst üste yığmaya ya da kapitalist diliyle yerden tasarrufa; güvenlik aygıtları kullanmaksızın, tehlikeli makineleri avuç içi kadar yerlere doldurmaya; sağlığa zararlı ya da madencilikte olduğu gibi tehlikeli, vb. üretim süreçlerinde güvenlik kurallarını ihmal etmeye kadar varır.”(12)

Tersanelerde kâr oranını olabildiğine yüksek tutmak için en basit güvenlik önlemlerini almaktan bile yan çizilir. Bu önlemleri almak sorumluluğunu taşerona havale etmek, tersane patronu için büyük kazançtır. Taşeron da, yine aynı nedenle, yani kârından feragat etmemek için önlemleri yerine getirmez. İrlanda'daki keten didikleme ve temizleme yerlerinden örnek verir Marks: “Cork yakınındaki Kildiran'da bir didikleme fabrikasında, 1852 ile 1856 arasında 6'sı ölüm ve 60'ı ağır yaralanma ile sonuçlanan kazalar olmuştur; bu kazaların hepsi, birkaç şilin değerinde basit bir araç kullanılarak önlenebilirdi.”(13) Ama önlenmez, çünkü o araç, sermayenin biraz daha düşük bir kar oranı ile iş yapmasına neden olacaktır. Tıpkı Tuzla'da baret, kemer, kablo yenilemesi, alan genişletmesi vb. için harcanacak değişmeyen sermayenin kar oranında az da olsa bir düşmeye neden olacağı gibi. Böyle bir yenilenme, ancak Limter-İş’in 27-28 Şubat’taki grevi sürecinde gündeme gelmiştir ve işçilerin küçük bir kazanımı olarak elde edilmiştir. Yıllardır değiştirilmeyen kablolar değiştirilmiş, işçilere baret vb. dağıtılmıştır.

100 liralık toplam sermaye 10 lira kâr getirdiğinde kâr oranı yüzde 10'dur. Fakat değişmeyen sermayeden tasarruf edilip aynı iş 80 liralık toplam sermaye ile yine 10 lira kâr elde edilerek yapılırsa, bu kez kâr oranı yüzde 12,5'e yükselir. Üstelik tasarruf edilen 20 lira yeni sermaye yatırımı için birikim olur. Ve bu yüzde 2,5'lik yükseliş işçi yaşamının tüketilmesini gerektirir. İskeleden, kablodan, hortumdan, alandan, tulumdan yapılan tasarruflarla kapitalistler tarafından iş cinayeti işlenir.

Tersane burjuvazisi işçi sağlığı giderlerinden de tasarruf eder. Üretimin taşeronlara bölünmüş olması ve kayıt dışı çalışmanın egemenliği, tersane işçilerinin büyük çoğunluğu açısından işyeri hekimi, revir, periyodik sağlık taraması gibi zorunlu hizmetlerin yapılmaması sonucunu doğurur. İş kazasına veya meslek hastalığına uğramadan önce, devreye girecek koruyucu sağlık hizmetleri yoktur. İş kazalarını rapor etmeme işlevini yüklenmiş olan GİSBİR Hastanesi de, kayıt dışı ve kuralsız çalıştırmanın yardımcı bir unsuru olarak kurulmuştur tersane patronları tarafından.

İş güvenliği ve işçi sağlığı tedbirleri, kapitalistin gözünde en önce tasarruf edilecek kalemdir. Öyle ki, yasal tedbirleri almamaktan dolayı ödeyeceği para cezası bu tedbirleri almamakla yapacağı sermaye tasarrufundan küçükse, ceza tehlikesinin olduğu yolu seve seve seçer. Ki Türkiye'deki denetim ve ceza uygulamasının burjuvaziyi bu yoldan alıkoymanın bir hayli uzağında olduğu tartışma götürmez. Bu nedenle, iş güvenliği tedbirlerinin yeterli ölçüde alınmasını sağlamak için mücadele eden tersane işçilerinin, sendikalardan ve işçilerden, doktor, avukat, mühendis, mimar gibi uzmanlardan ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinden oluşan bir komisyonun denetim ve yaptırım yetkisiyle donatılmasını talep etmeleri yaşamsal önemdedir. Burjuvazinin kâr hırsına karşı işçilerin yaşamlarını savunmalarının, seri cinayetlerin önünü almalarının en gerçekçi yoludur bu.

Ya Sosyalizm, Ya Ölüm

Çıplak gerçek şu ki; tersanelerde tırmanışa geçen iş cinayetlerinin temelinde ucuz işgücü sömürüsü, kuralsızlık ve kayıt dışılık, aşırı çalıştırma ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması yatıyor. Tüm bunlar taşeron sistemi aracılığıyla hayata geçiriliyor ve tersane burjuvazisinin tersane işçilerinin emeğinden daha fazla artıdeğer sızdırmasını ve daha fazla kâr elde etmesini sağlayan biçimler oluyor. Üstelik bu uygulamaların Ereğli, Çanakkale, Rize, Yalova gibi gelişmekte olan yeni tersane bölgelerine de yayılacağı görülüyor. Elbette yeni iş cinayetleri eşliğinde!..

Kâr amacına bağlanmış üretimde işçi sağlığının ve yaşamının hiçe sayılması, kapitalizmin içsel bir özelliğidir. Sermaye birikimi yasası gösteriyor ki, sermayenin daha hızlı genişlemesi için işçinin sadece en perişan koşullarda yaşamaya mahkûm edilmesi değil, canının ve kanının da o hızlanan sermaye birikimine katılması gerekiyor. Bu durumda işçi sınıfının kendi yaşamını savunmak için tek seçeneği kalıyor: Burjuvazinin karşısına bir kuvvet olarak çıkmak. Sermaye için kâr cenneti, işçiler içinse cehennem ve ölüm anlamına gelen tersanelerde işçilerin örgütlülük düzeyi ve mücadele kararlılığı ne kadar yüksek olursa, tersane burjuvazisini geri adım atmaya zorlayarak, çalışma koşullarını düzeltme yönünde kazanımlar elde etmeleri de o kadar mümkün olur. Tersanelerin üzerine çökmüş olan ölüm karanlığını aydınlatan Şubat ayındaki grev ve direniş hareketinin sonuçları da bu gerçeği doğrulamaktadır.

“Demek ki, sermaye, toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın işçinin sağlığına karşı da, yaşayacağı ömrün uzunluğuna karşı da vurdumduymazdır. Maddi ve manevi yozlaşmaya, erken ölüme, aşırı çalışma işkencesi konusundaki feryatlara şu karşılığı verir: Bizim kârlarımızı arttırdığı için bunlara üzülmek mi gerek? Ama işlere bütünü ile bakılırsa bütün bunlar tek tek kapitalistlerin iyi ya da kötü niyetine bağlı şeyler değildir. Serbest rekabet, kapitalist üretimin içinde yatan yasaları, tek tek her kapitalist üzerinde güce sahip zorlayıcı dış yasalar olarak ortaya çıkarır.”(14)

İş cinayetleri, kapitalizmin yasallığının bir sonucudur. Ve bu yüzden güncel taleplerle yürütülen mücadele ancak kapitalist üretim tarzının yıkılması amacına bağlandığında, iş cinayetlerinin maddi temelini ortadan kaldırmayı hedeflemiş olur. Üretimi kâr için değil, toplumsal ihtiyaçlar için yapacak olan sosyalizm, kendi doğası gereği işçinin sağlığını ve yaşamını korur, onun maddi ve manevi dünyasını geliştirecek imkânları yaratır. Kızaktan denize inen gemilerin sadece şampanya veya gülsuyuyla değil, işçi kanıyla da kutlandığı bir üretim tarzı yerle bir edilmeyi çoktan hak etmiş demektir!

Dipnotlar

1- Kapital 1. cilt, s. 230

2- Kapital 3. cilt, s. 83

3- Age, s. 85

4- Kapital 1. cilt, s. 572

5- Age, s. 626

6- Age, s. 259

7- Age, s. 249-250

8- Age, s. 394

9- Age, s. 460

10- Kapital 3. cilt, s. 85

11- Age, s. 76

12- Age, s. 81

13- Kapital 1. cilt, s. 459

14- Age, s. 263-264

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi