Dünyanın Çatısında Devrim İlerliyor

Hindistan ile Çin arasında Himalaya dağının eteklerine kurulu Nepal’de 10 yıldan fazla süredir devam eden monarşi karşıtı halk savaşı, 2006-2007 yılında ortaya çıkan devrimci kriz koşulları içinde bir demokratik devrime evrilmişti. Bu yazıda, halk savaşı’nın başlangıcından bugüne monarşi karşıtı mücadelenin ve devrimin gelişim seyri ile yeni durumun açığa çıkardığı güç ilişkileri ele alınacak.

Dünyanın çatısı: Nepal

Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan 27 milyon nüfuslu Nepal’de, nüfusun yalnızca % 15’i kentlerde yaşıyor. Halkın % 76’sı tarımda, % 18’i hizmet sektöründe ve % 6’sı sanayide çalışıyor. Sanayi üretimi de esas olarak süt, şeker kamışı ve tütün gibi tarım ürünlerine dayalı. Nepal nüfusunun 2.2 milyonu başkent Katmandu’da yerleşik. Okur yazarlık oranı ise % 49 civarında.

Ülkede irili ufaklı 101 etnik grubun yanı sıra, ova bölgesi Terai’de bulunan Hint kökenli Madheshis ulusal azınlığı bir arada yaşıyor. Nüfusun yüzde 25'ini bu etnik ve ulusal azınlıklar oluşturuyor. Çok sayıda dil konuşulmasına rağmen devletin tek resmi dili Nepalce. Günde 5’er dakika olmak üzere 12 dilde verilen haberler dışında tüm azınlık dilleri yasak. Nüfusun % 80’inin Hindu olduğu ülkede Tibet dinleri, Budizm, İslam ve başkaca dini inanışlar da bulunuyor. Nepal’de halkın yüz yüze olduğu çelişkilerden biri de, en üstte Brahman ve Çetrilerin, en altta ise ‘dokunulmazlar kastı’ olan parya Dalitlerin bulunduğu kast sistemi. Üst kastlara mensup olmak doğrudan egemen sınıftan ya da ona yakın olmak anlamına gelmiyor. Feodal sistemin çözülüşü oranında üst kastlardan da emekçi saflarına katılan çok sayıda insan var.

Kapitalizmin 1950’li yıllardan itibaren gelişmeye başladığı ülkede feodal ekonomik ilişkiler ve kültür halen temel bir yer tutarken, son döneme kadar devlet iktidarı kral’da cisimleşen feodal monarşinin elindeydi.

Nepal’de mücadele tarihi

18. yy öncesinde çeşitli Hint prensliklerinin hüküm sürdüğü Nepal’de ilk devlet, Gurkalar önderliğinde 1769 yılında kuruldu. Gurkaların, 19. yüzyılın başlarında İngilizlere yenik düşmesini takiben 1846’da Rana hanedanlığı kraliyeti ele geçirdi ve 1951’e kadar İngiliz emperyalizmine, paralı askerlik de dahil yakından bağlı bir hükümranlık dönemi hüküm sürdü.

Nepal’de monarşiye karşı ilk büyük çaplı mücadeleler 1940’li yılların sonlarında başladı. İktidardaki Rana hanedanlığına karşı sokaklara çıkan onbinlerce yoksul Nepalli, 1951’de Rana rejimini düşürdü. Hindistan’ın desteklediği, şimdi ki Kral Gyanendra’nın da mensubu olduğu Şah ailesi iktidara gelerek meşruti monarşi ilan etti.

Bu mücadeleler içinde iki akım öne çıktı. Biri, 1947 yılında kurulan Nepal Kongre Partisi etrafında toplanan Hindistan yanlısı demokratik burjuva kesimdi. Diğeri, ana akımını 1949’da kurulan NKP’nin oluşturduğu, esasen yoksul köylülere dayanan devrimci ve komünist hareket idi. NKP, ilerleyen yıllar boyunca merkezinde Çin-SSCB ayrışması ile silahlı mücadele tartışmasının durduğu çeşitli nedenlerle sayısız bölünmeye uğradı. Ancak, nihayetinde tüm fraksiyonları revizyonist parlamenter partilere dönüştüler.

1959’da ilk parlamento seçimleri yapıldı. Nepal Kongre Partisi seçimleri kazandı. Nepal tarihinde ilk kez parlamenter bir hükümet kuruldu. Ancak hükümetin ömrü uzun sürmedi. 1960’da kral ve ordusunun hükümete darbe yapıp tüm siyasi faaliyetleri yasaklaması ile mutlakıyetçi monarşiye dönüş yaşandı. Bu darbe sonucu yürürlüğe sokulan 1962 Anayasası ile, “Panchayat” sistemi geliştirildi. Bu, tek partili, kralın kukla bir parlamento ve hükümet de dahil bütün yürütme ve yasama organlarının üzerinde yetki sahibi olduğu, biçimsel olarak meşruti monarşiye, aslen mutlakiyetçi monarşinin basit bir devamına denk düşen bir uygulama idi. 1972’de Kral Mahendra öldü. Yerini oğlu Birendra aldı.

1979’da halk hareketleri yeniden patlak verdi. Özellikle öğrenci gençliğin başını çektiği bu monarşi karşıtı hareket karşısında Kral Birendra, Panchayat sistemini Mayıs 1980’de referanduma götürdü. Referandumdan Panchayat uygulamasına devam kararı çıktı. Böylece bu sistem, halk hareketlerinin yeniden boy verdiği 1990’a kadar sürdü.

1990 yılı, Halk Hareketi-I adı verilen; öğrencilerin, aydınların, yoksul köylülerin, Dalitlerin, orta sınıfların monarşi karşıtı büyük mücadelelerine tanıklık etti. 15 Ocak’ta Nepal Komünist Partisi kökenli çok sayıda sol parti, “Birleşik Halk Hareketi” adıyla bir blok oluşturdular ve Nepal Kongre Partisi ile ittifak halinde hareket ettiler. “Demokrasiyi Yeniden İnşa Hareketi” adıyla başlatılan, Nepal’in belli başlı bütün kentlerinde grevler ve devasa gösterilerin yapıldığı hareket süresince 50 emekçi kraliyet güçlerinin kurşunlarıyla yaşamını yitirirken, yüzlerce emekçi tutuklandı. Ancak mücadele şiddetlenerek sürdü. Nisan ayında kral Birendra geri adım attı. Panchayat sistemi kaldırıldı. Siyasi partiler yasağı kalktı ve tüm politik tutsaklar serbest bırakıldı. Mutlak monarşiye ağır bir yenilgi tattıran bu büyük hareketin daha ileri sonuçlar doğuramamasının temel nedeni, Nepal burjuvazisinin geleneksel temsilcisi olan Nepal Kongre Partisi’nin ve Nepal Komünist Partisi-Birleşik Marksist Leninist’in (NKP- BML) izlediği kraliyetle uzlaşmacı çizgi ve harekete önderlik edecek kararlı bir devrimci önderliğin yokluğu idi.

Böylelikle Nepal halkı, Mayıs 1991’de yeniden seçim sandıklarına gitti. Nepal Kongre Partisi’nin çoğunluğu alarak hükümet oluşturduğu, NKP-BML, Birleşik Halk Cephesi ve kraliyet temsilcilerinden oluşan bir parlamento oluşturuldu.

Bu hükümet, 1994 yılında, Nepal Kongre Partisi’nde yaşanan bölünmeye bağlı olarak dağıldı. 1994 yılında, Kongre Partisinin yenilgisiyle, NKP-BML’nin kralın kuklası bir azınlık hükümeti kurmasıyla sonuçlanan, Birleşik Halk Cephesi’nin ise boykot ettiği seçimler yaşandı.

Bu seçimler, Nepal emekçileri ve ezilenleri için çok önemli bir dönemeçti. Zira seçimler sürecinde Birleşik Halk Cephesi’nde yaşanan boykot tartışmaları ve ayrışmalar içinde Nepal Komünist Partisi (Maoist) şekillendi. 1995 yılında kurulan NKP(M), kısa süreli bir hazırlığın ardından 13 Şubat 1996’da Mao Zedung’un “Uzun süreli halk savaşı” çizgisinde silahlı mücadeleyi başlattı.

Halk savaşı (“Jana Youdha”)

NKP(M), feodallere karşı kırsal bölgedeki tüm çelişkileri ele alarak, tüm ezilen kesimleri kendi önderliği altında birleştirmeyi başardı. Yoksul köylülerin ezilmesi, etnik grupların ve ulusal azınlıkların yaşadığı baskılar, kast sistemi ve sistemin en dibinde bulunan 3 Dalit kastının durumu, kadınların yaşadığı çifte sömürü, monarşiye karşı biriken 240 yıllık öfke, hızlıca örgütsel güce dönüştürüldü ve Halk Savaşı’nda emildi. Halk savaşı, yoksul köylüler başta olmak üzere bu kesimlerde büyük bir siyasal uyanışı tetikledi. Bu hızlı ilerleyişte rol oynayan etkenlerden biri de, NKP(M)’nin kuruluşundan önce Birleşik Halk Cephesi içindeyken yürüttüğü yaygın kitle çalışmasıyla böylesi bir çalışmanın temelinin hazırlanmış oluşu idi.

Halk savaşı içinde üs alanlarının, kurtarılmış bölgelerin, örnek köylerin, yeni devletin unsurlarının yaratılması, buralarda ulusal, kast sistemine dayalı, cinsel ve bölgesel ayrımların ortadan kaldırılması, kitlelerin monarşinin olmadığı bir dünyayı kendi deneyimleriyle sınayarak inanmasını sağladı. Gerillanın askeri eylemleriyle, Kraliyet Ordusu’nun güçlerini darbelemesi sonucu doğan iktidar boşlukları, hızla yerel halk otoritelerince dolduruldu. Kurulan iktidar alanları genişletilmeye ve eldeki bölgeler istikrarlılaştırılmaya çalışıldı. Yerel alanlarda askeri vuruşlarla iktidar alanları açılırken, merkezi düzeyde siyasi vuruşlarla monarşinin üstüne yüründü. Yerel düzeyde askeri vuruşlar, başarılı biçimde merkezi siyasi hamlelere tabi kılındı.

Halk savaşının başlangıcından 2001’e dek NKP(M), askeri gücünü yüksek bir hızla büyüttü, kırsal alanlarda köylü ve ezilen kitleler ile geniş ve güçlü bağlar kurdu. Askeri güçlerini ve siyasi örgütlenmelerini merkezileştirdi, koordine ve planlı hareket kapasitesini yükseltti.

Halk savaşı, 2001 yılında Nepal politikasını belirleyen bir boyuta ulaştı. Ülkede, kırsal ve dağlık bölgelerde Maoist devrimcilerin önderliğinde Halk Meclisleri kuruldu. İkili iktidar durumu açığa çıktı. Kırsal bölgeler, yani ülkenin üçte biri Maoist devrimcilerin önderliğinde halkın elindeyken, başkent Katmandu, şehir merkezleri ve kentleri birbirine bağlayan anayollar Kraliyet güçlerinin elindeydi. Ara bölgelerde ise hegemonya savaşları sürüyordu.

NKP(M) kraliyet karşısında önemli bir güç haline geldiği 2001 yılında, “Üs alanlarını güçlendirin ve genişletin! Yeni bir demokratik merkezi hükümet kurma hedefiyle ileri!” sloganı ile örgütlenmelerini merkezileştirme yönünde atılımlar gerçekleştirdi. Halk Kurtuluş Ordusu aynı yıl birinci kongresini gerçekleştirdi ve merkezi önderlik düzeyini daha ileriden örgütlemiş oldu.

Partinin, Halk Kurtuluş Ordusu’nun, kitle örgütlerinin ve yerel alanlarda iktidar organları olarak kurulan Halk Komitelerinin oluşturduğu Birleşik Devrimci Cephe’nin Eylül 2001 tarihli ilk toplantısı ile Nepal Birleşik Devrimci Halk Meclisi kuruldu. Bu merkezi örgütlenmenin kuruluşu, Nepal’de ikili iktidar ve paralel hükümet durumunun açık bir ilanıydı.

Gericiliğin reaksiyonu: Gyanendra darbesi

2001 yılında halk savaşı, NKP(M)’nin ateşkes ilan ederek, üç temel talep etrafında hükümetle masaya oturabileceği boyuta ulaştı. Bu üç talep şunlardı:

Geçici hükümetin kurulması

Seçilmiş bir Anayasa Komisyonu’nca yeni anayasa taslağının oluşturulması

Krallığın kaldırılarak Cumhuriyetin kurulması

Dört ay süren ateşkes sürecinde görüşmelerden hiç bir sonuç alınamadı, ancak NKP(M) ateşkesten faydalanarak yoğun bir kitle seferberliğine girişti. Dahası, ilk kez olarak kentlerdeki örgütlenmesini güçlendirmeye yöneldi ve bu konuda henüz zayıf olmakla birlikte kimi başarılar elde etti.

Halk savaşının gösterdiği bu hızlı ilerleyişe Nepal gericiliğinin reaksiyonu, Gyanendra darbesi oldu. Devrimin, karşıdevrimi limitine zorlamasının bir örneğidir Gyanendra’nın saray darbesi.

1 Haziran 2001’de Kral Birendra, kraliçe, kralın küçük erkek kardeşi ve tüm kızkardeşleri ile çocukları öldürüldü. Katliam sırasında kraliyet ailesinden sarayda bulunmayan tek kişi, Hindistan yanlılığıyla ve ABD devleti ve tekelleri ile eskiden bu yana sıkı ilişkileri ile tanınan prens Gyanendra idi.

Saray katliamı konusunda Gyanendra ve dönemin Başbakanı Koirala oldukça çelişkili açıklamalarda bulundular. Önce; katliamın kendi kendine ateş alan otomatik bir tabanca nedeniyle, kazara gerçekleştiği iddia edildi. Daha sonra, Birendra’nın oğlu prens Dipendra’nın, aşık olduğu kadınla evlenmesine izin verilmemesi üzerine, cinnet geçirerek ailesini katlettiği ve sonra intihar ettiği açıklandı. Halen de resmi açıklama bu.

Ancak saray katliamının, ABD ve Hindistan’ın yardımı ve teşviki, özellikle 2001 yılı içinde Nepal’de ardı ardına bürolar açan CIA ve Hindistan gizli servisinin doğrudan desteği ve Nepal Kraliyet Ordusu (RNA) içindeki belli bir kliğin eliyle, milliyetçi-bağımsızlıkçı olarak görülen Birendra'yı tasfiye etmek ve Gyanendra’yı tahta oturtmak üzere gerçekleştirildiği biliniyor.

Kral Birendra, Nepal milliyetçilerinden oluşan önemli bir tabana sahipti. Hindistan, Nepal’e ellerini uzatmaya başladığı 50’li yıllardan bu yana, özellikle gelişen Nepal burjuvazisine dayanarak, 90’lı yıllarda belli bir ilerleme kaydetmişti. Öte yandan Birendra ve dayandığı milliyetçi hareket, Hindistan yayılmacılığı karşıtı, Çin’e ılımlı yaklaşan dengeci bir politika izliyor ve bu politikayı Nepal’in bağımsız bir krallık olarak kendisini sürdürmesinin güvencesi olarak görüyordu.

Birendra, halk hareketleri karşısında da ılımlı bir çizgi izliyordu. 1990’da monarşi karşıtı hareket karşısında geri adım atmıştı. Dahası, Maocular önderliğindeki halk savaşı karşısında orduyu etkin biçimde devreye sokamamış, NKP(M) önemli mevziler elde ederken, ordu ancak zayıf müdahaleler gerçekleştirebilmişti. 1996’da halk savaşı başladığında kraliyet askeri güçleri Rolpa’da oldukça vahşi operasyonlar gerçekleştirdiler. Ancak bu, halk savaşının daha da itilim kazanması ve kitleler arasında takdir toplaması sonucunu doğurdu. Bu tarihten itibaren Kral Birendra, Nepal Kraliyet Ordusu’nu çatışmalardan görece uzak tuttu ve üstelik NKP(M) ile görüşmelere kapı araladı.

ABD ve Hindistan arasındaki yakınlaşma artarken, Birendra’nın bu politikaları, bu devletlerin endişelerini sesli biçimde dile getireceği kadar rahatsız edici olmaya başlamıştı. Güney Asya’da değişen güç dengeleri ve Nepal’in jeopolitik konumunun burada oynayabileceği rol, ılımlı kral Birendra’nın tasfiye edilmesi ihtiyacını doğurmuştu.

Bu çerçevede saray katliamı gerçekleşti ve prens Gyanendra yeni kral olarak tahta oturdu.

NKP(M) önderliğindeki halk savaşının ezilmesi için ABD, İngiltere ve Hindistan, Nepal’e milyonlarca dolar mali yardım ve devasa boyutlarda silah ve askeri teçhizat akıttılar. Burjuva demokratik parlamenter partiler, bu durum karşısında direniş göstermeyerek aktif ya da pasif biçimde sürecin parçası oldular. Böylece halk savaşı, Nepal’de sınıf mücadelesini keskinleştiren ve saflaştırmayı artıran rolünü oynadı. Maoistlerin ilerleyişinden korku duyan tüm kesimler; toprak ağaları, kraliyet güçleri, ordu, bürokrasi, burjuvazi, emperyalist ve yayılmacı güçler, Nepal gericiliğinin en ileri temsilcisi Gyanendra kliği arkasında saf tuttu. Ancak bu kez Krallık’ın halk kitlelerinden tümüyle tecrit olacağı bir dönem başladı.

Gyanendra dönemi

Kral Gyanendra, saray darbesinin hemen ardından öncelikle kraliyet ordu güçleri üzerinde denetimini pekiştirdi. Sonra, başbakanı değiştirdi. Kral ve onun kuklası Deuba hükümetince

Kasım’da sıkıyönetim ilan edilerek, tüm demokratik haklar askıya alındı, gazeteler kapatıldı, toplu tutuklamalar yeniden başladı, köy yakmalar, işkenceler, gözaltında kayıplar, tecavüzler yaygınlaştı. Sıkıyönetim ilanının sadece ilk ayında altı yüz kişi Maoist oldukları suçlamasıyla katledildi.

Mayıs 2002’de ise parlamento feshedildi, sıkıyönetim uzatıldı. Parlamentosuz bir hükümet atandı. Bu olay, devlet egemenliğini elinde bulunduranın kral olduğuna dair yanılsama içinde bulunan tüm kesimlere gösterdi. Gyanendra, bütün devlet aygıtını tamamen eline geçirirken, parlamenter partiler, Maoistlerin önderliğindeki devrimci savaş ile kraliyet rejiminin koyulaşan terörü arasında kaldı.

Kraliyet güçleri ve hükümet, erken bir zafer hesaplıyordu. Gerillaya yönelik topyekun bir saldırı sürüyordu. Ancak karşılığında gerilla güçleri de saldırılarını artırdı. Kışlalara baskınlar düzenlemeye başladı. Kent merkezlerine ve anayollara yönelik eylemler gerçekleştirdi. Silahlı gücünü ve üs alanlarını genişletti.

2002’de HKO ülkenin üçte ikisini kontrolü altında tutuyordu. Ülkenin toplam 75 ilçesinin 73’ünde düzenli olarak iki askeri güç arasında çatışmalar gerçekleşiyordu. Bütün ülke iki ordu, iki devlet, iki ekonomi ve iki kültüre bölünmüştü.

Emperyalist güçlerden akan milyonlarca dolarlık para ve silah yardımına ve tüm ordu güçlerinin seferber olmasına rağmen NKP(M)’nin ilerleyişi karşısında monarşinin çabalarının sonuçsuz kalması, rejimin artık tümüyle çürümüş ve takatsiz kalmış olduğunu sergiledi. Bu durum, Kraliyet Hükümeti’ni 2003 yılında yeni bir ateşkes çağrısına zorladı. NKP(M)’nin, bir önceki ateşkesle aynı taleplerle yürüttüğü müzakerelerden bir sonuç çıkmadı. 19 Ağustos 2003’te Kraliyet Ordusu güçleri, barışçıl bir gösteriye katılan 21 silahsız işçiyi katledince, ateşkes bozuldu.

Savaş tüm hızıyla sürerken, 2005 yılında HKO artık ülkenin %80’ini denetleyecek güce ulaşmıştı.

Monarşinin durumu

Nepal’de 240 yıldır iktidarda olan krallık rejiminin sınıfsal dayanağı; toprak sahipleri, devlet bürokrasisi ve sırtını krallık rejimine dayamış olan burjuva kesimlerdi. Toprak sahipleri ve krallık hanedanı, ülkede son derece büyük zenginliklerin sahibiydi ve devasa bir maddi güce sahipti.

Kraliyetin önemli bir toplumsal dayanağı da, kralı bir yarı tanrı mertebesine yükselten din ve gelenekler unsuruydu. Güçlü feodal ve dini gelenekler, Nepal emekçilerinin kraliyet rejimine karşı direnişini törpüleyen önemli bir etmendi. Bu nedenledir ki, kral Gyanendra’nın 2001 saray katliamıyla kardeşi Birendra ve ailesinden 11 kişiyi katletmesi, halk içinde krallığa dair bu güçlü dinsel bağlılığı ciddi biçimde sarstı. Gyanendra, kardeş ve kral katili olarak damgalandı.

Kapitalizmin gelişimi ve feodal ilişkilerin giderek çözülüşüyle toplumsal tabanı daralan, saray katliamı sonrasında kitle desteği azalan Kral, yönetme gücünü esasen askeri zordan almaktaydı. 95 bin askerden ve 6 kolordudan oluşan Nepal Kraliyet Ordusu, açık teröre, baskı ve zora dayalı rejimin başlıca dayanağıydı. Ordu, rejimin politikalarını belirlemede de önemli bir rol oynuyordu. Örneğin 2001 saray katliamının düzenlenişi ve Gyanendra’nın tahta oturmasında ordunun doğrudan parmağı olduğu bilinen bir gerçek.

Nepal Burjuvazisi Ve Yedi Parti İttifakı

Nepal burjuvazisi bugün, ‘Yedi Parti İttifakı’nca (YPİ) temsil ediliyor. İttifak, Nepal Kongre Partisi, Nepal Kongre Partisi/Demokratik, Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksist Leninist), Nepal İşçi-Köylü Partisi, Nepal Sadbhawana Partisi (Anandi Devi), Birleşik Sol Cephe ve Halk Cephesi tarafından oluşturulmuştu. Kısa süre önce Nepal Kongre Partisi ile, (1994’te bu partiden ayrışmış olan) Nepal Kongre Partisi/Demokratik’in yeniden birleşmesi sonucu aslında 6 bileşenli hale gelen ittifak, aynı isimle anılmaya devam ediyor.

Kongre Partisi ittifak içinde esas etkin güç iken, revizyonist NKP-BML de şehirlerde, özellikle monarşi karşıtı küçük burjuva aydınlar ve öğrenciler arasında güçlü bir örgütlülüğe sahip. NKP(M)’nin kentlerdeki örgütlülüğünün zayıflığından doğan boşluk, onun tabanı olan kesimlerde NKP-BML tarafından dolduruluyor.

Burjuva demokrat Kongre Partisi, ittifakın belkemiğini oluşturuyor ve ittifakın programı da esasta bu partinin programına tekabül ediyor. Bu program, “Demokratik Cumhuriyet” sloganında ifadesini bulan, Krallığın İngiltere’de olduğu tarzda sembolik olarak korunmasını da içerebilecek biçimde bir burjuva demokrasisi programıdır.

Nepal burjuvazisi ve onun baş temsilcisi Kongre Partisi, 50’li yıllardan bu yana, kralın önderliği altında feodallerle ittifak politikası izledi. Bu kesimlere taleplerini dayatmada ve kabul ettirmede ise, halk hareketlerine sarıldı. 1940’larda, 1979’da ve 1990’da gelişen hareketlerin tümünde aktif rol alsalar da Nepal burjuvazisinin temsilcileri, bu mücadeleleri esasen Krallıkla uzlaşma ile noktaladı.

Maoist devrimcilerin 96’da başlattıkları halk savaşı, onyıllarca süren bu tahterevalli oyununa son verdi. Nepal politikasına ezilenlerin iradesini ifade eden yeni bir faktör girmiş oldu. Bu yeni durum, burjuvazinin temsilcilerini Krallıkla ittifaklarına daha fazla sarılmaya yöneltti. Çünkü demokratik devrim yolunda atılan her ileri adım, aynı zamanda Maoist devrimcileri güçlendirecekti. Bu durum Nepal burjuvazisini ürküten ve egemen sınıfların en gelişkin temsilcisi olan Kraliyetin etekleri altına iten bir rol oynuyordu. Tersinden, kralın monarşiyi katılaştırma, iktidarı iyice tekeline alma yolundaki adımları da Yedi Parti’yi, kitle basıncının kraliyet üzerindeki denetleyiciliğine sığınmaya itmekteydi. Kısacası YPİ, var olan statükoyu koruma çabası içinde olageldi. Ancak hükümette kaldıkları süre boyunca izledikleri uzlaşmacı tutum, kitle tabanlarını eritmeye başladı. Tabanlarında yer alan emekçi kitleler, NKP(M) önderliğinde halk savaşı saflarına kayarken, üst tabakadan bileşenleri de gerilla savaşı karşısında monarşinin saflarına doğru kayış gösterdi. Bir yandan, monarşinin sermayenin gelişimi üzerinde yol açtığı sınırlamayla daha fazla ilerlenemeyeceği gerçeği, öte yandan Maoist devrimciler önderliğinde ilerleyen kitle mücadelesinin tamamen dışına düşmenin de mümkün olmaması, onları bu statükocu pozisyonu daha fazla sürdürmekten er ya da geç alıkoyacaktı.

Kongre Partisi ya da YPİ, hükümette bulunduğu sürece Kraliyet ordusu üzerinde hiçbir denetim gücüne sahip olmadı. Ancak devlet bürokrasisi üzerinde belirli bir etkisi bulunuyordu. Nepal burjuvazisi esasta Hindistan yanlısı olarak gelişti. Temel gücü de; sınıfsal tabanı ve sermayesi ile emperyalistlerin ve Hindistan’ın yoğun mali ve siyasi desteğinden ileri geliyordu.

Emperyalist güçlerin ve Hindistan’ın tutumu

Hindistan’ın İngiliz emperyalizmine karşı 1948’de bağımsızlık kazanmasından sonra, Hindistan devleti, Çin-Hindistan sınırında, Himalayalar'a kurulu devletler üzerinde egemenlik sağlamaya girişti. 1950’de Sikkim’de bir himayeci rejim kurdu. 1964’te, Çin ve Hindistan arasında dengeci bir dış politika izleyen Bhutan Başbakanını suikastle öldürterek, yerine Hindistan yanlısı bir çevreyi getirdi. 1973’te Sikkim’de bir darbe örgütleyerek ülkeyi ilhak etti. Bhutan ise resmi olarak bağımsızlığını korumakla birlikte, Çin’e karşı askeri üsler de dahil olmak üzere, fiilen Hindistan egemenliği altına girdi.

Nepal’de ise Rana hanedanlığının başında olduğu krallık, Hindistan’ın bağımsızlığı sonrasında Çin ile Hindistan arasında dengeci bir politika izledi. Rana hanedanlığının düşüşüyle tahtı ele geçiren Şah ailesi kısmen Hindistan yanlısı olmakla birlikte, kraliyetin esas toplumsal tabanı her zaman Nepal milliyetçiliği oldu. Bu koşullar altında Hindistan, esasen Nepal burjuvazisinin güçlenişine dayalı bir hattan Nepal’e müdahaleciliğini geliştirdi. Bu durum özellikle 1990’li yıllar boyunca tırmanış gösterdi.

Hindistan, bu jeopolitik çıkarlarının yanı sıra, Nepal'le ilgili ekonomik çıkarlara da sahip. Bunların başında ise su kaynakları geliyor. Nepal, su kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Nepal sularında elektrik üretme kapasitesi, Meksika, ABD ve Kanada’nın toplamına eşit. Ancak su kaynaklarının önemli bir bölümü, özellikle 90’lı yıllarda yapılan çeşitli anlaşmalardan sonra Hindistan’ın tasarrufuna geçti.

Önemli bir bölgesel güç olarak Hindistan, genel bölgesel çıkarları bakımından da Nepal’de ya da başka bir yerde güçlü bir muhalefet istemiyor. Nepal Devrimi, Hindistan yayılmacılığıyla çatışarak gelişiyor. Ayrıca Nepal’de Maoist devrimcilerin zaferinin Hindistan’da oldukça geniş bir örgütlenmeye sahip olan Maoist güçler üzerinde yaratacağı maddi ya da manevi destek, Hindistan devletinin iç politikası açısından da Nepalli Maoistlerin ezilmesi ihtiyacını dayatıyor.

ABD; Çin ve Hindistan gibi iki büyük güç arasında bulunan Nepal’de, denetim gücüne sahip olmayı önemsiyor. İzlediği politikanın merkezinde, Çin sınırı etrafında kendi denetimindeki ülkelerden oluşan bir güvenlik kordonu oluşturmak duruyor. Bu sayede aynı zamanda Hindistan’ı da denetlemek istiyor.

Çin genel olarak, Nepal’daki gelişmelere görece ilgisiz kaldı. Gelişmeleri Nepal’in iç işleri olarak değerlendirdiğini açıkladı.

Özellikle ABD, İngiltere ve Hindistan, onların yanı sıra AB emperyalistleri, yıllarca Kral’ı silahlandırdı ve büyük mali destek sağladı. Gerek ABD’nin, gerek Hindistan’ın yaklaşımı, “iki ayak teorisi” olarak anılan, bir yandan anayasal monarşiye, öte yandan burjuva parlamenter güçlere ve bu iki gücün ittifakına dayalı politika oldu. Kral’a muazzam askeri ve mali destek sağladılar. Ancak özellikle 2005’teki Şubat darbesiyle (aşağıda ele alacağız) artık ciddi bir güç kaybına uğrayan krallığın eskisi gibi güven uyandırmaması, bu güçleri daha çok yedi burjuva partiye dayanan bir yaklaşım geliştirmeye itecekti. Krallık, Çin-Hindistan çelişkileri üzerinde, keza ABD'nin her iki devletle çelişkileri üzerinde jeostratejik konumu ekseninde avantaj ve destek elde etmeye çalışırken, Çin ile Hindistan arasındaki ilişkilerin değişimi, bu kartı da bir ölçüde etkisizleştirdi.

Kraliyetin bu biçimde tecrit oluşu, Maoistler önderliğindeki devrimci mücadelenin doğrudan bir sonucuydu.

2005 Şubat darbesi

Kral Gyanendra, tüm devlet iktidarını krallığın elinde toplama ve Maoist güçlere karşı imha saldırılarını güçlendirme yönelimini, Şubat 2005'te yeni bir aşamaya taşıdı. Maoist gerillalara karşı yeterli düzeyde mücadele etmediği ve yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hükümeti feshederek mutlak monarşi rejimine döndü. Ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Parlamenter partiler kapatıldı. Basın, ifade ve toplanmaya ilişkin her türlü hak askıya alındı. Katmandu sokakları tanklarla işgal edildi.

Kralın bu adımı, Nepal’de sınıflar mücadelesi açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Başlangıçta, darbe karşısında birleşik güçlü bir eylemlik geliştirilemedi. NKP(M), üç günlük bir genel grev ve 15 günlük yol kapatma eylemi örgütledi. Bu sayede farklı güçleri kapsayarak geniş kitlelere yayılacak bir direnişi tetiklemeyi hedefliyordu. Askeri eylemlerine de hız verdi.

Burjuva partiler de kimi mitingler örgütlediler. Burjuva partilerin geleneksel monarşiyle uzlaşma politikası, Şubat darbesiyle ciddi bir krize girmişti. Krallık, bizzat bu partilerin politik varlığını ortadan kaldırmaya yönelerek bu uzlaşma politikasını sürdürülemez hale getirdi. Bu, partiler içinde derin çalkantılar yaratan bir olay oldu. Partiler içinde monarşiye karşı net tutum alınmasını isteyen sesler yükseldi. Artık burjuva partilerin kralla ittifakının eskisi gibi yürümesi imkânsız bir hal almıştı. Attıkları her geri adım Kraliyetin elini güçlendiriyor ve hareket alanlarını daraltıyordu. Bu koşullar altında, Maoist devrimcilerle ittifak yoluna girdiler.

Rolpa Kongresi

NKP(M), 2005 yılı itibariyle kırsal kesimlerde ülkenin % 80’ine tekabül eden bir alanda denetim sağlamasına rağmen, başkent Katmandu ve diğer şehirleri askeri kuşatma yoluyla ele geçirme ve bu şekilde krallığı devirip iktidarı alma yolundan yürümedi. Çin ve Hindistan arasında sıkışmış küçük bir ülkede bu yoldan gerçekleşecek bir devrimin yenilgiye uğrayacağı görüşündeydi.

Öncelikle, Maoistlerin ellerinde bulundurduğu % 80’lik kesim, bütünlüklü bir hakimiyet alanı değildi. Kendi içinde, Kraliyet güçlerinin etkin olduğu anayollar ve çevresiyle, Kraliyet güçlerinin tam olarak yönetemediği ama Maoistlerin de denetleyemediği ara bölgelerle bölünmüş olan çok sayıda parçaya ayrılmaktaydı. Dolayısıyla, % 80’lik bir alanın denetimi, ilk bakışta oldukça büyük görünse de, bu alanda tam ya da yüksek güvenlikli bölgelerin sayısı görece azdı. Parçalar arasında koordinasyonun taşıdığı zorluklar vardı. Örneğin gerillalar, sıklıkla ana yollara inebiliyor, şehirleri basabiliyor, ama denetimi altına alamıyor, aldığında istikrarlı hale getiremiyordu.

İkincisi, Maoistlerin kentlerdeki örgütlülükleri son derece zayıftı. Ülkede yarattıkları politik etki ve monarşiye karşı verdikleri mücadele kentlerde de ciddi bir politik etki uyandırmış olmakla birlikte, bu politik etki örgütsel bir güce dönüşmenin henüz çok uzağındaydı. Kent yoksullarının, işçilerin, aydınların, orta sınıfların Maoistlere desteği fazla değildi. Bu kesimlerin monarşi karşıtı öfkesini esas olarak Kongre Partisi ve NKP-BML başta olmak üzere burjuva parlamenter partiler emmiş ve örgütlemişti. Dolayısıyla, bu kentlerin askeri güce dayalı olarak ele geçirilmesi halinde bile, istikrarlılaştırılması, Kraliyet güçlerine öldürücü darbelerin vurulması, bir yandan burjuva partiler ve etkisi altındaki kitlelerin karşı koyuşunun bertaraf edilmesi ve bunların yanı sıra emperyalist güçler ile Hindistan’ın gerici güçlere doğrudan ve dolaylı olarak vereceği askeri, mali, siyasi destek karşısında tutunma olasılığı henüz oldukça zayıftı.

Hindistan ve ABD müdahaleciliğinin desteğiyle Nepal gericiliği, bu yoldan kurulacak devrimci halk iktidarını kolayca ezebilirdi. Dolayısıyla sorun, bir kenti kuşatıp askeri olarak ele geçirmekten daha karmaşık bir politik sorun olarak görülüyordu.

Bu koşullar altında NKP(M), askeri yoldan kentleri kuşatıp zaptetmek yerine, Şubat darbesinin açtığı olanaklar altında; burjuva ve monarşik güçler arasındaki ittifak halini bozarak, aralarındaki çatışkıyı derinleştirerek, YPİ ile ittifak yoluna girmeyi ve kentlerde ve kırsalda kitle ayaklanmaları yolundan ilerlemeyi tercih etti. Bu şekilde, ABD emperyalizmi ve Hindistan yayılmacılığının olası müdahaleleri kendisine meşru bir zemin bulamayacak ve boşa çıkarılmış olacaktı.

NKP(M) bu çerçevede Ağustos 2005’te, en güçlü üs alanı olan Rolpa’da yaptığı kongrede sürecin görevlerini saptadı. Burjuva partilerin içinde bulunduğu durumu çözümleyen NKP(M), kongresinde tüm parlamento partilerine, monarşiye ve otokrasiye karşı demokrasi için ortaklaşma yönünde çağrı yaptı. Kongrede yeni demokratik devrimin demokratik cumhuriyet aşamasından geçmesi gerektiği temel vurgusu, şu sözlerle ifade edildi: “Parti Demokratik Cumhuriyeti; ne burjuva parlamenter cumhuriyeti, ne de yeni demokratik cumhuriyet şeklinde algılıyor. Devlet iktidarının kapsamlı bir yeniden yapılandırmasıyla bu cumhuriyet; sınıf, ulus, bölge ve cinsle ilgili sorunları çözecek, birçok partili geçiş cumhuriyeti rolünü oynayacaktır.”

Nisan ayaklanması: Demokratik devrime doğru

YPİ ile NKP(M) arasında başlayan görüşmeler, 2005 yılı Kasım ayında 12 maddelik bir anlaşmanın imzalanmasıyla resmen bir ittifaka dönüştü. Anlaşmada tüm partilerden oluşan bir geçici hükümet kurulması, bu hükümetin Kurucu Meclis seçimlerini örgütlemesi, otokratik monarşiye karşı bütün partilerin seferberliğe girişmesi, Kurucu Meclis seçimlerine dek gerek HKO, gerekse RNA’nın ve her iki ordunun silahlarının BM ya da bir başka uluslararası kurumun gözlemi altında tutulması karar altına alındı. Kısa dönemde de, Kralın darbesini meşrulaştırmak için Şubat 2006’da düzenleyeceği seçimlerin boykot edilmesi planlandı.

Şubat seçimleri büyük bir başarıyla boykot edildi. Seçimlere katılım %20’nin altında kaldı.

Ardından, Nisan 2006’da YPİ ve NKP(M)’nin birleşik önderliği altında, monarşi karşıtı büyük halk hareketi gelişti.

7 Nisan’da genel grev ilanıyla başlayan hareket, kısa sürede bir ayaklanma halini aldı. Ayaklanmanın son günlerinde sayıları 300 bine kadar yükselen monarşi karşıtı kitleler, “Artık Kral istemiyoruz”, “Yaşasın demokratik cumhuriyet” sloganlarıyla başkent Katmandu’yu zaptetti. Halk Hareketi-II adı verilen bu direnişte, 24 Nepalli emekçi Kraliyet güçlerince katledildi. Kral, büyüyen direniş karşısında 24 Nisan günü geri adım attı. 2002’de feshedilen parlamentoyu yeniden toplayacağını ilan etti. Buna göre YPİ, bir Başbakan ve Bakanlar Kurulu belirleyecek ve parlamento, Kralın yetkilerinin sınırını da çizecek olan yeni anayasayı yapacaktı. Kralın bu geri adımı, Maoist devrimcilerle anlaşma imzalayan 7 parlamenter partiyi yeniden yanına çekmeyi hedefliyordu. YPİ teklifi “Zafer” olarak niteleyerek kabul etti.

YPİ’nin, ABD ve Hindistan’ın da desteğiyle Nisan ayaklanmasını, kralın tekliflerini kabul ederek bitirişi ve bir adım ileriye, Kraliyeti devirme noktasına vardırmayışı, NKP(M) tarafından tepkiyle karşılandı. NKP(M), kararın 12 maddelik anlaşmaya aykırı olduğunu ilan etti. 12 maddelik anlaşmanın esasını oluşturan, “Koşulsuz Kurucu Meclis seçimleri” talebini yineledi ve gösterilere devam çağrısında bulundu.

Birkaç gün içinde YPİ’den oluşan parlamento toplandı ve 27 Nisan’da da NKP(M) yeniden ateşkes ilan etti.

Parlamentonun yeniden açılışını sağlayan halk hareketi henüz durulmamıştı. Nisan süreci sona erse de, eylemler Maocuların önderliğinde sürüyordu. YPİ, kendisini oraya taşıyan tabanın taleplerini de karşılamak zorundaydı. 12 maddelik anlaşmanın gereği olan Kurucu Meclis seçimlerinin gerçekleşeceğini ve Maoistlerle olan ittifakın süreceğini açıkladı.

Böylece, demokratik devrimin yolunun açıldığı, Nepal halk kitlelerinin sokağın ve silahın gücüyle ayaklanmanın kazanımlarını savunup ileri taşımayı zorladığı, burjuva partilerden oluşan YPİ’ninse, Maoistlerle ittifak yönünde attıkları adımlara rağmen, Kralla uzlaşmanın da yollarını sürekli aradıkları bir süreç başladı.

Katmandu sokaklarını aylar boyunca boş bırakmayan kitle hareketinin gücü ve itmesiyle parlamento, Kralın yasaları veto etme ve onaylama hakkını elinden aldı. Ordu üzerindeki kontrolünü kısıtladı. Komutanları atama yetkisi hükümete geçti. Kraliyet ailesinin mal varlığı denetim altına alındı. Terörle Mücadele Yasası iptal edilerek hapishanelerdeki devrimci tutsaklar serbest bırakıldı. NKP(M) yönetici ve kadroları açık çalışma yürütme koşullarına sahip oldu. NKP (M) Genel Sekreteri Prachanda, dağdan inerek, politik çalışmalarına Katmandu’da devam etmeye başladı.

Bu süreçte emperyalist güçler ve Hindistan’ın ilgisi tamamen Yedi Parti İttifakına yöneldi.

ABD ve Hindistan’a, gelinen süreçte iki çözüm yolu kalmıştı: Kraliyet ve monarşi güçleri ve onun ordu içindeki yönetici klikleri üzerinden bir darbe daha örgütlemek ya da Nepal halkının devrimci enerjisini YPİ aracılığıyla yatıştırmak. Birinci yol, Kral Gyanendra önderliğindeki monarşinin artık yönetemez hale gelmesi ve Şubat 2005’teki son darbesinin büyük bir gürültüyle elinde patlamasından dolayı güvenilmezdi. Kaldı ki artık, Nepal’in toplumsal gerçekliği monarşinin daha fazla yaşamasına izin vermiyordu. İkinci yol ise, YPİ’nin emmesi ve söndürmesi planlanan halk hareketinin, Maoist devrimcileri iktidara taşıması riskini içeriyordu. Yine de, monarşiyi tümden gözden çıkarmaksızın bu ikinci yoldan ilerlemeyi esas aldılar.

Maoistler, bu süreçte şehirlere akın ederek kitle güçlerini ve örgütlülüklerini büyüttüler. Öyle ki kentlerde, özellikle işçiler içinde önemli bir örgütlülük düzeyine ulaştılar ve tutarlı politikaları ile monarşiye karşı olan orta sınıfların bile güvenini kazandılar.

Diğer yandan barış görüşmeleri de sürdü.

Kapsamlı Barış Anlaşması

Nihayet 22 Kasım 2006’da, YPİ hükümeti ile NKP(M) arasında Kapsamlı Barış Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın merkezinde, kralın tasfiyesi sorunu duruyordu. Kapsamlı Barış Anlaşması bu konuda şu hükmü içeriyordu: “Kralda, devlet idaresine dair herhangi bir yetki kalmayacaktır. Son Kral Birendra ile son Kraliçe Aishwarya ve aile üyelerine ait malvarlığı, Nepal hükümetinin kontrolüne alınacak ve bir fon aracılığıyla refah amacıyla kullanılacaktır. Kral Gyanendra’nın Kral yetkisiyle sahip olduğu mallar (çeşitli yerlerdeki saraylar, ormanlar ve koruma alanları, tarihi ve arkeolojik değeri olan miras gibi) ulusallaştırılacaktır. Kurucu Meclis’in ilk toplantısında, basit oy çoğunluğu sistemiyle monarşi kurumunun kaderi tayin edilecektir ”

Anlaşma, toprak reformu ve toplumsal yaşama ilişkin bir dizi reformu da konu edinirken, silahların ve orduların idaresi gibi kritik bir konuda da ilkesel çerçeveyi çiziyordu.

Anlaşmaya göre Halk Kurtuluş Ordusu, kendi denetiminde bulunan 7 ana kampta toplanacak, artık ‘Nepal Ordusu’ adını alan Nepal Kraliyet Ordusu (RNA) güçleri ise kışlalarda toplanacaktı. Daha sonra HKO, kampların güvenliği için gerekli olanın dışındaki silahları ve cephaneleri kamplarda depolayacak, Nepal Ordusunun benzer bir miktardaki silahı da kışlalarda depoda tutulacaktı. BM denetiminde sayılan silahlar, anlaşma uyarınca “tekli kilit sistemi altında tutulacaklar ve bu kilidin anahtarı da ilgili tarafta (HKO’nunki HKO’da ve RNA’nınki RNA’da -bn.) kalacaktır. BM’nin izleme faaliyetini yürütmesi için, sirenli bir cihaz ve kayıt tesisi kurulacaktır. Depolanmış olan silahların incelenmesi gerektiği zaman, BM bunu ilgili tarafın hazır bulunduğu bir ortamda yapacaktır. Nepal hükümeti, Maoistler ve Birleşmiş Milletler arasındaki anlaşmaya uygun olarak, izleme faaliyeti için kamera da dahil olmak üzere teknolojik ayrıntılar hazırlanacaktır.”

Bunun yanı sıra geçici hükümet, Nepal Ordusunun kontrolünü, mobilizasyonunu ve yönetimini yürütecek ve Nepal Ordusunun demokratikleşmesi hakkında detaylı bir eylem planı hazırlayarak uygulamaya koyacaktı.

Anlaşmanın sonucu olarak 15 Ocak’ta, Temsilciler Meclisi adı verilen parlamento, 18 Ocak’ta ise Halk Hükümeti dağıtılarak yerine, görevi Kurucu Meclis seçimlerinin örgütlenmesi ve yeni anayasanın hazırlanması olan Geçici Meclis kuruldu. Yani, ikili iktidar yerini Geçici Meclis ve Hükümete bıraktı.

NKP(M), 330 üyeli parlamentoda dörtte bir oranında temsil edildi. NKP(M)’nin gerek hükümette, gerekse parlamentodaki temsiliyeti, gerçek oranın çok altında idi. Ancak, uzlaşma sürecinin bir gereği olarak Maoistler, bu durumu kabul ettiler. Zira, Kurucu Meclis seçimlerinin hedeflenen tarzda gerçekleşmesi başarılırsa, bu tablo zaten kökünden değişecekti. NKP(M), parlamento üyelerine üçte bir kadın kotası, Dalitler için nüfustaki oranlarına paralel beşte birlik kota, azınlıklara üçte bir kotası ve Terai bölgesinde yaşayan ulusal azınlık için de üçte bir kotası uyguladı.

Bundan sonra derhal silahların sayılması ve orduların kayıt altına alınması sürecine geçildi. 35 bin HKO gerillası kamplarda toplanırken, RNA kışlalara çekildi. Kamplardaki gerillalar, NKP(M)’nin komutası altında olmayı sürdürdü. NKP(M), karşı taraf anlaşmaya uyduğu sürece gerillanın kamplarda kalacağını söyledi ve böyle de oldu.

Sancılı geçen silahların denetim altına alınış sürecinin sonunda, 1 Nisan 2007’de NKP(M), Geçiş Hükümeti’ne girdi.

Geçici hükümet içinde hegemonya savaşı

YPİ ile NKP(M)'nin oluşturduğu Geçici Hükümet, çok geçmeden yine çatışma yaşamaya başladı. Çatışmanın odağında, YPİ’nin, krallığın sembolik olarak korunmasını içeren burjuva demokrasisi programı ile, NKP(M)’nin krallılığın ve monarşinin tam tavsiyesini ve demokratik cumhuriyet inşasını içeren, bu asgari programı da, devrimci demokratik halk iktidarına götüren kaldıraç olarak gören programı arasındaki hegemonya mücadelesi duruyordu.

NKP(M)’nin, Ağustos 2005 tarihli Rolpa Kongresi’nde benimsediği yaklaşımlara uygun olarak izlediği taktik, Kurucu Meclis seçimlerine, askeri varlığını koruyarak ve YPİ’de temsil bulan, kendi dışındaki tüm monarşi karşıtı güçlerle birleşik bir biçimde gitmek, seçimlerden zaferle çıkıp, kurulacak mecliste hegemonya kurarak, demokratik devrimi daha ileri bir düzeye taşımak oldu.

Bu taktik kendi içinde ciddi bir risk faktörü de taşıyor. Maoist devrimciler, kurucu meclis seçimlerinin meşruluğunu ve olası sonuçlarını bir kez kabul edip sürecin parçası olduktan sonra, seçim yenilgisi halinde tekrar silaha başvurmalarının kitleler nezdinde meşru bir zemini de kalmayacak. Böylece seçimlerden başarıyla çıkamamaları koşulunda silahlı güçleri de dağıtılmış olacak.

YPİ ya da monarşi güçlerinin seçim sürecini tıkama hamleleri ya da hile girişimleri karşısında, NKP(M) halen sokaklara, kitle desteğine ve kamplarda kendi denetimi altında tuttuğu ordusuna ve silahlarına güvenebilir. Böyle olduğu sürece, karşı tarafın bu tipten hamlelere girişmesi de kolay değil. NKP(M), silahların bırakılması sorununu, ordusunu ve silahlarını kendi denetimi altında tutma, BM’nin bu tabloda, ordulara doğrudan müdahale gücünün olmaması ve gerçekten de sadece ateşkesin taraflardan biri tarafından bozulması halinde hakem rolü oynayabilecek durumda kalması yoluyla çözmeyi başarmış ve bunu seçim sürecine adil koşullarda yürünmesinin güvencesi yapabilmiştir.

NKP(M), adil koşullarda yapılacak seçimlerden zaferle çıkacağına da kesin gözüyle bakıyor. Ki, kırsal kesimde sahip olduğu geniş kitle desteği ile ateşkes ve barış görüşmeleri sürecinde kentlere seferberlikle sağladığı, özellikle de işçiler arasındaki örgütlenme düzeyi göz önünde tutulduğunda, bu konuda hakkı olduğu söylenebilir.

YPİ bunların tamamen bilincinde olarak, tüm süreç boyunca Maoistlerin avantajlarını geriletmeye çalıştı.

YPİ’nin ilk hamlesi, silahların teslimi ve denetimi konusundaydı. NKP(M)’nin parlamentoya gireceği, başkan Praçanda’nın da Katmandu’ya geldiği gün, Nepal İçişleri Bakanı, “Maoistler silahlarını bırakmadıkları sürece geçiş hükümetine giremezler” demişti. Maoistler bunu, “Gerilla ateşkese hazırdır, ama silahlarını seçimlere kadar bırakmayacaktır” sözleriyle yanıtlamıştı. Sonrasında ilk hegemonya mücadeleleri, daha Maoistler geçici hükümete girmeden, silahların depolanması sürecinde yöntemlere ilişkin olarak gelişmişti. Bu nedenle Şubat ayında kurulması planlanan Geçici Hükümeti’n kuruluşu Nisan ayına sarkmıştı.

Silahlar sorunu, Maoistlerin planlarına ve Kapsamlı Barış Anlaşmasına uygun biçimde çözüldükten ve geçici hükümet kurulduktan sonra ise, YPİ ile Maoistlerin hegemonya savaşı iki noktada tırmandı.

Birincisi, monarşinin dağıtılması sorunu idi. YPİ, monarşi ile uzlaşma arayışlarını sürdürüyor, kararlı adımlardan uzak duruyordu. Krallığın sembolik olarak korunabileceği, İngiltere tarzı olarak sunduğu bir çözümden yana oldu. Monarşinin tasfiyesi sorununu, Kurucu Meclis seçimleri sonrasına ertelemeye çalışarak oyalama taktiği izledi. NKP(M) ise, Kral Gyanendra’nın unvanını da bırakmasını, Nepal’de acilen Demokratik Cumhuriyet ilan edilmesini, kralın ve toprak ağalarının olası manevralarına karşı alınacak tedbirin çerçevesinin çizilmesini istiyordu. Her şeyden önce, monarşinin bütün bürokratik kurumları, askeri güçleri, ve devasa mali gücü ile tam tavsiyesi gerçekleşmeden, demokrasinin Nepal’de kurumsallaşamayacağını ve güvencelenemeyeceğini, 1949’da “anayasal monarşinin” ilk ilanından bu yana defalarca kez olduğu gibi, kraliyetin yeniden elini güçlendirip, demokratik güçlere darbe vurmasının mümkün olduğunu savundu. İngiltere ile Nepal gibi, feodal ekonomik ilişkilerin önemini bu denli koruduğu bir ülkenin karşılaştırılması da imkansızdı.

NKP(M), kraliyetin tam tasfiyesi noktasından geri adım atmadı ve kararlılıkla direndi.

İkinci nokta, seçim sistemi sorunuydu. Nepal’ın yoksullarını, ezilenlerini, emekçilerini temsil eden Maoist devrimcilerin, sahip oldukları devasa kitle desteği ile Kurucu Meclis’te çoğunluğu ele geçirmesinden korkan burjuvazi, durumu kendi lehine çevirmenin yollarını aradı ve NKP(M)’nin tam oranlı seçim sistemi talebine uzun süre direndi. Monarşinin kaldırılması konusunda kararlı adımlardan uzak duruşu da, esas olarak bununla ilgiliydi. Monarşiye karşı atılacak her ileri adımın Maoistlerin zaferine atılacak adımlara dönüşmesi burjuvazinin başlıca kaygısıydı. Maoist güçlerin olası zaferine karşı, Nepal gericiliğinin bu en deneyimli güçlerini tümden gözden çıkarmak istemiyordu.

Maoistler hükümetten çekiliyor

Geçici hükümet içindeki bu hegemonya savaşı nedeniyle, Haziran 2007’de yapılması planlanan Kurucu Meclis seçimleri, önce Kasım ayına, daha sonra da süresiz olarak ertelendi.

4-8 ağustos tarihlerinde NKP(M), Merkez Komite’den, Sekreterlikten, Halk Kurtuluş Ordusu Genel Sekreterliğinden, bölge komitelerinden, kitle ve cephe örgütlerinden, destekleyicilerden ve diğer davetlilerden iki bini aşkın temsilcinin katılımıyla “Yeni bir ideolojik ilerleme ve yeni bir devrim hareketi için birleş!” başlıklı bir genişletilmiş toplantı gerçekleştirdi. Resmi adı “Genişletilmiş MK toplantısı” olsa da, Parti tarihinin en kalabalık toplantısı olan ve bir konferans niteliği taşıyan bu toplantıda, gelinen sürecin değerlendirmesi yapıldı ve bir sonuç belgesi çıkarıldı. Rolpa Kongresi kararları yinelendi ve yeni süreçte atılması gereken adımlar tartışıldı.

YPİ’nin izlediği tutuma ilişkin olarak, “Hükümet öncülüğündeki parlamenter partiler 12- maddeli anlaşma ruhuna aykırı davranarak NKP (Maoist)’le birliğin temellerini yıkmışlardır. Özellikle ‘Ordunun kışlalarda, HKO'nun ise üslerinde kalması yolundan geçiş devletinin olabildiğince nötr tutulması ve devletin yönetilmesine dair kararların konsensüs (uzlaşma) yolundan alınması’ şeklindeki; NKP (Maoist)'in hükümette yer almasını sağlayan teorik, politik ve ahlaki temel sona ermektedir. Çünkü bugünkü geçiş aşamasında devlet, feodal, bürokrat ve komprador burjuvazinin devleti olarak işletilmek istenmektedir.” denildi.

Belgede, NKP (Maoist)’in YPİ ile ittifakı, “Eski parlamenter ana akıma dahil olmaksızın, kitlelerin on yıllık savaşının kazanımlarını koruyarak, Kurucu Meclis yoluyla yeni tipte bir demokratik cumhuriyet kuruluşunda yer almak için geçici bir uzlaşma süreci” olarak özetlendi.

Yine konferansın önemli bir sonucu olarak, NKP(M), Geçici Hükümeti, anlaşma hükümlerini uygulamaması ve en başta da cumhuriyeti ilan etmemesi halinde, “NKP(M) ’nin hükümetten çekilmek ve harekete geçmekten başka bir seçeneği kalmayacağı” biçiminde uyardı.

Nihayet, “Kurucu Meclis seçiminin feodal kralcı güçler, statükocu burjuva parlamenter güçler ve devrimci demokratik güçler arasındaki göreceli üstünlüğe bağlı olduğu” vurgulanarak “Kitle hareketinin Kurucu Meclis seçimi konusunda uygun bir çevre ve önkoşullar yaratmak için ileri itilmesi” gereğinin altını çizdi.

Maoistler, iki temel anlaşmazlık konusu başta olmak üzere, çeşitli konularda tıkanma yaşanması üzerine Eylül ayında hükümetten çekilip, sokaklardaki kitle gücünü harekete geçirerek, YPİ’yi bir adım daha ileri atmaya zorladılar. Onbinler bir kez daha, demokratik devrimin kazanımlarını savunmak ve “Devrimi ileri itmek” üzere Katmandu sokaklarına döküldü. NKP(M)’nin lideri Praçanda ve partinin önderlerinden Bhattarai, direnişe devam sinyalleri veren açıklamalarda bulundular. Restleşmenin dozu yükseldi.

Sonuçta Maoistlerin demokratik devrimi sonuçlarına vardırma yolunda yürüttükleri mücadele, YPİ’nin uzlaşma ve oyalama taktiğine karşı başarılı oldu. Aralık ayında müzakerelerde uzlaşma sağlandı. 2007 yılı sona ererken, geçici parlamento, ülkenin 'Federal Demokratik bir Cumhuriyet' olmasını içeren bir önergeyi büyük oy çoğunluğu ile kabul etti, Kralın sıfatına son verdi. Seçimlere ilişkin uzlaşma sağlandı.

Kurucu Meclis yolunda

Uzlaşmanın ardından Nepal, Kurucu Meclis seçimlerine doğru ilerliyor. Kurucu Meclis seçimleri yine YPİ’nin çeşitli hamleleri nedeniyle tıkanma ihtimali gösterse de, artık girilen yoldan tamamen geri dönülmesi mümkün görünmüyor.

Yine de gerek burjuvazinin, gerekse de monarşinin, Maoistlerin ilerleyişini seyre duracağını söylemek mümkün değil. Hegemonya savaşı doğrudan ve dolaylı yollarla, gizli ve açık politik oyunlarla sürecektir.

Statükosunu korumaya niyetli burjuva güçler ile varolan durumu daha ileri bir düzeye taşımak, demokratik devrimi, kraliyetin tam anlamıyla kalktığı -toprak reformu başta olmak üzere- demokratik görevlerin gerçekleştiği noktaya dek vardırmak isteyen Maoistler arasında çatışma devam edecektir. Atılan her ileri adım, ağır sancılar, uzun müzakerelerden sonra ve sokaklara çıkan kitle basıncının zoruyla atılıyor.

Ancak Kurucu Meclis seçimleri, tam bir dönüm noktası olacak. Bu ana kadar Maoistlerin seçim zaferinin engellenmesi başarılamazsa, o zaman Nepal burjuvazisinin, monarşiden arta kalan güçlerin ve emperyalist ve yayılmacı dış güçlerin desteğiyle daha saldırgan politikaları benimsemesi de mümkün.

Nepal halkına, bu zorlu sürecin her adımında çetin mücadelelerle kazanımlarını korumak ve ilerletmek düşüyor. Elbette dünya halkları da, Nepal halkının büyük mücadelesine destek vermekle yükümlü.

Nepal “Devrimler çağı bitti” gerici önermesinin pratik, eylemli yadsınmasıdır. Devrimlerin, tarihin ilerlemesinin motoru olduğunun kanlı canlı, reddedilemez bir örneğidir. Nepal Devrimi, dünyanın her yanında devrimcilere, komünistlere ilham vermekte, Güney Asya bölgesinde ise, silahlı isyan fikrini ve eylemini büyüten bir rol oynamaktadır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi