Öğrenci Gençlikte Değişim

Öğrenci gençliğin yapısı değişime uğruyor. Emperyalist küreselleşme döneminde ekonominin ve sınıfların yapısında yaşanmakta olan dönüşüm, öğrenci gençliği de etkisi altına alıyor.

Sermayenin ve üretimin muazzam boyutlarda uluslararasılaştığı, devasa uluslararası tekellerin dünya üretiminde, ticaretinde ve finans piyasasında tam hakimiyet kurduğu bir dönemdeyiz. Ülkelere para giriş ve çıkışlarının, uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki her türlü engel kaldırılıyor. Uluslararası tekeller başlıca iki alandan, ucuz işgücü sömürüsünden ve finansal spekülasyondan inanılmaz karlar elde ediyorlar. Sosyal devlet modeli tasfiye ediliyor, devlet işletmeleri satılıyor, eğitim ve sağlık ticarileştiriliyor. Her şey daha fazla kar için!

Ekonomik yapıda yaşanan değişime paralel olarak sınıfların yapılarında ve ilişkilerinde de değişimler oluyor. Emperyalist devletlere dayanan uluslararası tekeller, yeni sömürge ülkelerin işbirlikçi burjuva sınıflarını da kendilerine eklemleyerek, her yerde ekonomik ve siyasi egemenliği daha dolaysız ele alıyorlar. Orta sınıflar eriyor. Küçük köylü üretimi yıkıma, küçük mülk sahipleri iflasa sürükleniyor. Mülksüzleşme, kırdan kente göç, sürekli büyüyen artı-nüfus, ticarileşmekte olan toplumsal hizmetler sonucunda safları genişleyen işçi sınıfı ucuz işgücü sömürüsüyle, daha fazla artı-değer sızdırmanın en acımasız biçimiyle karşı karşıya kalıyor. Ücretlerin düşürülmesi, kazanılmış sosyal hakların gaspı, eğitimin ve sağlığın ticarileştirilmesi, işsizliğin ve yoksulluğun hızla tırmanması burjuvazi ile işçi sınıfı arasında zenginlik ve sefalet kutuplaşmasını derinleştiriyor.

Eğitim Sisteminde Yapısal Dönüşüm

Kapitalizmin ideolojik ve maddi yeniden-üretiminde rol oynayan eğitim sistemi de bu değişimlerin dışında kalmıyor. Eğitim alanı “yapısal uyum programları” ile dönüşüme tabi tutuluyor.

Temel eğitimin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emekçilere doğru genişlemesi, kapitalist gelişmeye bağlı olarak vasıflı işgücüne olan ihtiyacın artmasının ürünü idi. 20. yy.'da sosyalist Sovyetler Birliği'nde, her düzeyde ve parasız eğitim halkın bütünü için temel bir hak durumuna geldi. 20. yüzyıl boyunca, kapitalist ülkelerdeki emekçilerin sosyal haklarındaki, eğitim ve sağlık alanındaki kazanımlarında burjuvaziye karşı verilen zorlu mücadeleler ve Sovyetler Birliği'nin varlığı belirleyici oldu. Kapitalist dünya, mecburi bir kendini koruma refleksiyle emekçilere, yükseköğrenim dahil, eğitim hakkından daha geniş ölçüde yararlanma olanakları sağlamak zorunda kaldı. Bu durum, tıpkı diğer toplumsal hizmetlerde olduğu gibi, sınırları kapitalist gelişmenin içsel gereklerinden öteye genişleyen eğitimin, kapitalist karın bir bölümünün feda edilmesi yolundan finanse edilmesi anlamına geliyordu. Fakat emperyalist küreselleşme koşullarında, aynı zamanda Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun çöküşüyle birlikte, eğitimde özelleştirme ve ticarileştirmenin yolu hızla açılmış oldu.

Eğitimde yapısal dönüşümün burjuva anafikri, “kullanan öder” ilkesine bağlı olarak eğitimin ticarileştirilmesidir. Buna göre, eğitim, daha kaliteli, daha iyi bir iş ve gelir sağlayacağı için bedeli ödenerek satın alınması gereken bir hizmettir ve devlet, temel eğitimde faal kalmanın dışında eğitim alanından çekilmelidir. Böylece, burjuva egemen sınıf, devlet-eğitim-sermaye ilişkisini yeniden tanımlamaktadır.

Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS), eğitimi, “yeni uluslararası normlara, piyasa şartlarına ve rekabet koşullarına göre” yeniden yapılandırmayı, ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi programlaştırmaktadır. Türkiye, 1995'te GATS'a dahil olarak bu programı uygulama sürecini hızlandırma yoluna girmiştir. Eğitim sisteminde dünyada yaşanmakta olana paralel bir dönüşüm süreci Türkiye'de de görülmektedir.

Bunun ana çizgileri özetle şöyledir:

Özel sermayenin eğitime yatırımları özendirilirken, eğitime ayrılan devlet bütçesi kısılıyor ve bunun giderek büyüyen bir bölümü de özel eğitim kurumlarına aktarılıyor. Öte yandan, paralı eğitim uygulamasıyla eğitimin finansmanı dolaysız olarak öğrenci ailelerinin sırtına bindiriliyor. Bunlar, devletin adım adım orta ve yükseköğrenimden çekilmesi ve özelleştirme stratejisinin başlıca unsurları.

Özellikle mesleki orta ve yükseköğrenimde okul-piyasa bağının güçlendirilmesi, önde gelen bir hedef. Meslek liseleri ve Meslek Yüksek Okulları (MYO), burjuvazinin vasıflı işgücü ihtiyacını karşılamak üzere sermaye gruplarına bağlı olarak yeniden örgütleniyor. Gerek vakıf gerekse devlet üniversitelerinin önemli bir kısmı ise, holdinglerin teknoloji üretme faaliyetlerini gerçekleştiren yan kollar durumuna geliyor. Ayrıca, kar edinme amacıyla birçok ilk, orta ve yükseköğrenim kurumu açılıyor. Kapitalist devlet, burjuva sınıfa yük olan fazla masraftan kurtulma yolunu tutuyor, eğitim kurumları ise kar getiren sermaye yatırımlarına dönüşüyor.

Bütçe kısıtlamasıyla devlet üniversitelerinde bilinçli bir mali kriz siyaseti izleniyor. Böylece, mali özerklik adı altında ve “girişimci üniversite modeli” tanımlamasıyla, yüksek öğrenimin ticarileştirilmesinin ve üniversitelerin sermaye çevrelerine entegre edilmesinin yolu döşeniyor. Devletten özerkleşen, sermayeye bağımlılaşan ve eğitimi ticarileştiren bir şirket- üniversite modeli isteniyor gerçekte. TÜSİAD'ın, YÖK'ün ve hükümetin hazırladığı raporların ve yasa tasarılarının tümü kar etme ilkesine göre örgütlenen, finansmanı büyük oranda öğrenci harçlarına ve piyasaya proje üretmeye dayanan, yönetim kurulları öğretim üyesi olmayan sermaye temsilcileri ile doldurulan şirket-üniversite esasına göre bir yükseköğrenim yapılanmasını kapsıyor. Üniversitelerde teknokent ve teknoparklar yayılırken, kar marjı düşük olan sosyal bilimler bölümleri çöküşe ve tasfiyeye uğruyor.

Devlet üniversiteleri seçkin ve niteliksiz üniversiteler olarak iki kutba ayrışıyor. Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ gibi birinci kategoride olanların belirli bölümleri, kapitalist tekellerin bünyesinde bulunan bazı vakıf üniversiteleriyle birlikte, burjuvaziye yüksek nitelikli işgücü ve uzman yönetici yetiştiriyor. Oysa üniversitelerin büyük çoğunluğu, MYO'ların ve küçük kentlerdeki üniversitelerin tamamı niteliksiz yükseköğrenim kurumları olarak şekilleniyor. Kapitalist üretimin az sayıda yüksek nitelikli işgücüne ihtiyaç duyması ve fakat vasıfsız veya orta düzey vasıflı ucuz işgücü sömürüsüne ve kronik kitlesel işsizliğe dayanması, bu duruma temel oluşturuyor.

Yükseköğrenimdeki bu dönüşümün ana hatları ortaöğretimde de görülebilir. Devletin elindeki mali kaynaklardan özel eğitim kurumlarına her yıl artan bir meblağda destek sunulurken, ödeneksizlik darboğazına itilen devlet okullarında eğitimin ticarileşme düzeyi yükseltiliyor. Eğitim hizmetlerinin satılması esasına ve toplam kalite yönetimi kriterlerine göre kurulan Müfredat Laboratuvar Okulları ve yürütülen Okul Geliştirme Modeli türü projeler ile ortaöğretimi ticarileştirme süreci ilerletiliyor. Devlet okulları arasında yaşanan ayrışma sonucunda, Anadolu ve Fen liselerini bitiren öğrencilerin yükseköğrenim olanakları nispeten sürerken, ortalama devlet liselerini bitiren öğrenciler ucuz işgücü ordusunun çalışan ya da işsiz kesimine ekleniyor.

Tıpkı yükseköğrenimde ağırlığın MYO'lara kaydırılması gibi, ortaöğretimde de ağırlığın mesleki ve teknik eğitime kaydırılması hedefleniyor. Bu, kapitalist işletmeye eğitimli ucuz işgücü sağlama amacıyla ortaöğretimi yapılandırma planıdır. AB ile uyumlu yürütülen Mesleki Eğitimi Geliştirme Projesi (MEGEP) kapsamında, meslek liseleri “pazar ve rekabet şartlarına, işletme tanımına göre” yeniden ele alınıyor. Böylece, kendi piyasa atölyelerini kuran ya da şirketlere bağlı okul-işletmeleri açan meslek liselerinin sermayeye tam entegrasyonu sağlanıyor. Okul ile piyasa ve sermaye bağına çarpıcı bir örnek olarak, Koç Grubu'nun “Meslek lisesi, memleket meselesi” kampanyası hatırlanabilir.(1)

Toplumsal eşitsizlik ve sefalet birikimi boyutlanırken, eğitim ticarileştirilir ve emekçi sınıfların eğitim hakkı geri alınırken, öğrenci gençliğin yapısı ve sınıfsal pozisyonu da değişime uğruyor.

Öğrenci Gençliğin Sınıfsal Yapısındaki Değişim Süreci

Türkiye'de 10 milyonu aşkın ilköğretim, 3 milyon 200 bine yakın ortaöğretim, 2 milyondan fazla yükseköğrenim (700 bini açıköğretimde), ayrıca 500 binden fazla da dershane öğrencisi mevcut. Yani toplamda 16 milyonun üzerinde bir nüfusu kapsayan geniş bir öğrenci tabakası var.

Ana çizgileriyle değinmiş olduğumuz eğitimde yapısal dönüşüm sürecinin bu geniş tabakanın yapısına etkileri, orta ve yükseköğrenim gençliği incelenerek çözümlenebilir. Öğrenci gençliğin sınıfsal yapısında meydana gelmekte olan değişim başlıca üç açıdan incelenebilir:

Toplumsal eşitsizliğin derinleşmesinin ve sınıfsal kutuplaşmanın öğrenci gençlik içindeki yansıması.

Eğitim alanındaki dönüşümün öğrenci gençlik için dolaysız sonuçları.

Öğrencinin okul sonrasında üretim sürecinde tutacağı yer.

Toplumsal Eşitsizliğin Derinleşmesinin Ve Sınıfsal Kutuplaşmanın Öğrenci Gençlik İçindeki Yansıması

Gerçek işsizlik oranının yüzde 20'yi bulduğu ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların toplam nüfusa oranının yüzde 40'ı geçtiği koşullarda, toplumsal eşitsizlikteki aşırı derinleşme, öğrenci gençlik içinde yapısal değişimin ve sınıfsal ayrışmanın temeli oluyor.

Bu ayrışmanın ana eksenini özel liseler ve üniversiteler ile devlet liseleri ve üniversiteleri arasındaki ayrım oluşturuyor. Yükseköğrenim öğrencilerinin yüzde 5,7'si vakıf üniversitelerinde ve ortaöğretim öğrencilerinin yaklaşık yüzde 3'ü özel liselerde bulunuyor. Sınırlı sayıdaki burslu öğrenciyi bir yana bırakırsak, çok yükseköğrenim ücretleri ödeyerek özel okullara gidebilen kesim, burjuvazinin gençliğidir. Halk gençliği ise devlet okullarında birikiyor. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerini karşılaştıran araştırmalarda, buralarda öğrenim gören öğrencilerin ailelerinin ortalama gelirleri arasında 3 katı aşan bir farklılık olduğu görülüyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki öğrencilerin yüzde 76'sının aile gelirleri yoksulluk sınırının altındayken, bu oran Bilkent Üniversitesi için yalnızca yüzde 5. Vakıf üniversitelerindeki öğrencilerin ortalama aylık kişisel harcamaları, devlet üniversitelerinde bulunan öğrencilerin harcamalarının 3 katından fazla. Devlet üniversitelerinde öğrenim gören öğrencilerin yüzde 75'inden fazlası kredi ve burs için başvuruda bulunurken, bu oran vakıf üniversitesi öğrencilerinde yüzde 20 bile değil. Aynı ayrışma ortaöğretimde de mevcut.

Devlet okulları kategorisi de bir iç farklılaşmaya uğramış durumdadır. Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ başta olmak üzere üç büyük kentte toplanmış olan seçkin devlet üniversiteleri ile diğer tüm üniversiteler ve MYO'lar. Bunun ortaöğretimdeki izdüşümü ise seçkin Anadolu ve Fen liseleri ile diğer genel ve mesleki liseler arasındaki farklılaşmadır. Teknik altyapı, öğretim görevlisi, bina gibi gereksinmelerden yoksun olarak kurulan baraka üniversiteleri ya da benzer durumdaki birçok devlet lisesi, bu “halk okullarının, sayısı hiç de az olmayan, uç örneklerini oluşturuyor. Seçkin lise ve üniversitelere girebilmek için yüksek harcamalar yaparak eleme sınavlarına hazırlanmak, paralı eğitim masraflarını karşılamak, ilk ya da ortaöğretimi yine böyle seçkin okullarda tamamlamış olmak artık zorunluluk haline gelmiştir. Devlet üniversitelerinde aileleri yüksek gelir grubunda yer alan öğrencilerin oranı yüzde 20 dolayındadır ve bu öğrenciler büyük ölçüde üç büyük şehrin üniversitelerinde toplanmıştır. İstanbul, Ankara ve İzmir'deki devlet üniversiteleri ile diğer kentlerdeki devlet üniversitelerinde öğrenim gören öğrencilerin ortalama aile gelirleri arasında 2 kata varan bir fark bulunuyor.

Öğrenci gençlik içindeki sınıfsal kutuplaşmanın bir yanında özel okullara ve kısmen seçkin devlet okullarına giden burjuva sınıfların gençliği duruyor. Diğer yanında ise devlet okullarındaki ezici çoğunluğu oluşturan, bir bölümü halen seçkin devlet okullarına girebilen ve en yoksul kesimleri Kürdistan'da, küçük kentlerde, varoşlarda ve en niteliksiz devlet okullarında toplanmış olan halk gençliği yer alıyor.

Derinleşen toplumsal eşitsizlik, hızla biriken yoksulluk ve sefalet emekçi çocuklarının orta ve yükseköğrenim görmesinin engeli haline geliyor. 15-19 yaş grubundaki gençlerin ancak yüzde 43,5'i eğitime devam edebiliyor. 20-24 yaş arası genç nüfusta eğitimini sürdürebilme imkanı bulanların oranı ise sadece yüzde 13.

Emperyalist küreselleşmenin toplumun ekonomik ve sınıfsal yapısında yaratmakta olduğu dönüşümün bir parçası ve sonucu olarak, öğrenci gençliğin büyük bölümü yoksulluk ve eğitimsizlik kutbuna doğru itiliyor.

Eğitim Alanındaki Dönüşümün Öğrenci Gençlik İçin Dolaysız Sonuçları

Emperyalist sisteme yeni tipte ekonomik ve siyasi entegrasyonun şekillendirdiği eğitim politikaları emekçi çocuklarının eğitim hakkını giderek ellerinden alıyor, temel eğitimin ardından eğitime devam edebilme olanaklarını daraltıyor. Türkiye'de, yükseköğrenim görmüş olanların toplam nüfustaki payı yüzde 3,7 civarında. 18-21 yaş grubundaki gençlerin yüzde 80'den fazlası yükseköğrenim görme olanağından yoksunken, ortaöğretim çağındaki her 10 gençten 6'sı liseyi bitiremeden eğitime veda ediyor. İşgücünün ise ancak yüzde 18'i lise eğitimi almış durumda.

Tırmanan yoksulluğa paralel olarak, eğitim hakkının paralı eğitim yoluyla satılır duruma gelmesi, gençlerin eğitim sürecinin dışına düşmelerinin önde gelen bir nedeni oluyor. Paralı eğitim uygulamasıyla ortaöğretimde ticarileştirme hız kazanıyor. Yükseköğrenim finansmanının halen yüzde 4'ü öğrenciler tarafından dolaysız olarak karşılanırken, bu oranın yüzde 50'ye kadar yükseltilmesi hedefleniyor. Açık ki, yükseköğrenim harçlarının 10 kattan fazla arttırılması, üniversite kapılarının emekçi çocuklarına tümüyle kapatılması anlamına gelecektir.

ÖSS'ye giren 2 milyona yakın öğrencinin yaklaşık 640 bini (üstelik bunun da 240 bini ancak açıköğretime) yükseköğrenime geçebiliyor. Genel liselerden mezun olarak ÖSS'ye giren öğrencilerin sadece yüzde 18'i örgün öğrenime, yani fakülte ve MYO'lara yerleşebiliyor. Meslek lisesini bitiren bir öğrenci içinse girilmesi olanaklı tek yükseköğrenim kurumu, kendi bölümüyle ilgili MYO.

Üniversiteye girebilmek, dershaneye gitmeyi zorunlu kıldığı gibi, genellikle seçkin bir devlet lisesini bitirmeyi de gerektiriyor. Oysa emekçi çocukları için bunun olanakları giderek zayıflıyor. Ve büyük paralar dönen, bir tür ara-öğrenci kategorisinin oluştuğu bir sektör şekillenmiş durumda; 500 binden fazla genç, liseyi bitirmiş olduğu halde ÖSS'ye hazırlanmak için dershaneye gidiyor, böylece öğrenci niteliklerini koruyor. Ne liseli ve ne de üniversiteli olan dershane öğrencileri kategorisi, öğrenim derecesi ve şekillenişi dikkate alınarak, liseli gençliğin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Son 9 yılda dershane sayısı yüzde 154 ve dershaneye giden öğrenci sayısı yüzde 198 artış gösterdi. Sadece son bir yıldaki yüzde 20'yi aşan artışla, bu alanın kapsamı 3650 dershaneye ve 1 milyon müşteriye ulaştı. ÖSS'ye giren öğrencilerin yüzde 71,8'i ve üniversitede öğrenim görenlerin yüzde 80'i en az bir yıl dershaneye devam etmiş durumda. Yükseköğrenime giriş sınavına hazırlığın öğrenci ailelerine ortalama maliyeti ise 5 bin dolara yaklaşıyor.

Beslenme, barınma, ulaşım, ders kitapları ve öğrenim ücretleri hem ortaöğretim, hem de ve daha fazlasıyla yükseköğrenim öğrencileri için artık büyük bir problem oluşturuyor. Katkı payı ve kayıt parası ile ulaşım, beslenme, kitap ve üniforma giderleri öğrencileri ve aileleri ciddi biçimde zorluyor. Üniversite öğrencilerinin kişisel harcamalarının yüzde 80'inden fazlasını sırasıyla beslenme, barınma, ulaşım, ders kitapları ve harçlar oluşturuyor. Haliyle, sosyal-kültürel aktiviteler için harcamalar bu listeye giremiyor bile. Eğitimin yan kollarını meydana getiren beslenme, barınma, ulaşım gibi alanların tümünün ticarileştirme ve özelleştirme sürecine tabi oluşu, öğrencinin eğitimini sürdürmesini engelleyen nitelikte bir sonuç yaratıyor. Örneğin; yurtlarda kalan üniversite öğrencilerinin oranı yüzde 18 ve üstelik devlet yurtlarında barınmanın fiyatı bununla ters orantılı olarak yükseliş halinde.

Üniversite öğrencilerinin yüzde 75'i kredi ve çeşitli burslar için başvuru yapıyor, çünkü öğrenimi başka türlü tamamlama imkanı bulunmuyor. Fakat son yıllarda, gerek devlet kredilerinin geri ödenmesinde uygulanan sıkı disiplin ve öğrenci ailelerinin karşı karşıya kaldığı, sayısı yüz binleri bulan haciz işlemi, gerek burs ve kredi miktarlarının düşüklüğü ve gerekse özel bursların belirli şartlara (ideolojik görüş ya da mezuniyet sonrası burs veren şirkette çalışacak olma gibi şartlara) bağlanarak daraltılmakta oluşu, öğrencilerin bu imkanının da giderek sınırlanmasına neden oluyor.

Eğitimin ticarileştirilmesi süreci öğrenci gençliğin büyük bölümünün eğitim hakkını tehdit ediyor, yükseköğrenim ve hatta ortaöğretim hakkının giderek gasp edilmesine kapı aralıyor.

Öğrencinin Okul Sonrasında Üretim Sürecinde Tutacağı Yer

Eğitim sisteminin kapitalist üretimin güncel ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirilmekte olmasının sonuçları, öğrenci gençliğin yapısını ve sınıfsal pozisyonunu doğrudan etkiliyor. Öğrencilerin çok büyük bir kısmının karşısında artık iki boyutu olan tek bir alternatif çıkmakta: Ucuz işgücü olmak ya da işsizlik.

Mesleki eğitim yeniden yapılandırılma sürecindedir. Mesleki ve teknik liseler ile MYO'ları kapsayan bu yapılandırma, burjuvazinin yetişmiş ucuz iş gücü ihtiyacını karşılama ve ayrıca işgücünün ucuzluğunu sağlayan bir işsiz nüfusu hazır tutma amacına bağlanmıştır.

Sanayi tekellerine angaje edilmekte olan mesleki ortaöğretimde, öğrencilerin MYO'lar dışında üniversiteye girebilme olanakları ellerinden alınmıştır. 1998'de ÖSS'ye giren 140 bin mesleki eğitim öğrencisinden sadece 6 bini ve 2004'te sınava giren 200 bin mesleki eğitim öğrencisinden de 8 binden azı fakülte düzeyindeki yükseköğrenim kurumlarına yerleşebilmiştir. Endüstri Meslek ve Teknik Lise çıkışlı ÖSS adayları içinde mühendislik fakültelerine yerleşebilenlerin oranı, 2001'de yüzde 0.13 gibi çok düşük bir noktadan 2004'te yüzde 0.03'e gerileyerek neredeyse sıfırlanmıştır. ÖSS'yi geçemeyen binlerce lise birincisinin 2/3'ünü mesleki ve teknik eğitim kurumlarının mezunları oluşturmaktadır.

Öğrenci sayıları açısından mesleki eğitimin ortaöğretimdeki payı yüzde 39 ve yükseköğrenimdeki payı yüzde 28.4'tür. Fakat hem ortaöğretimde, hem de yükseköğrenimde bu oranın yüzde 50'nin üzerine çıkarılması hedefleniyor. Meslek lisesi mezunlarının küçük bir bölümü MYO'lara geçiş yapıyor, geriye kalan büyük kısmı ise ucuz işgücü ya da işsiz oluyor. MYO öğrencileri için de sonuç aynı. 490 MYO'nun ancak yüzde 50'sinin mezunları için kapitalist üretimde yeterli istihdam olanağı mevcut. MYO'yu bitiren gençlerin sadece yüzde 8'i kendi alanında ve beklemeden iş bulabiliyor. Zaten bu gerçek, MYO'lara kayıt yaptıran 175 bin öğrencinin yalnızca 81 bininin mezun olmasına neden oluyor. Her yıl onbinlerce MYO öğrencisi yedek sanayi ordusu saflarına akıyor. Düşük ücretli staj süreleri yılları kapsayan meslek lisesi ve MYO öğrencileri, aslında bir öğrenci-işçi kategorisi oluşturuyorlar.

Seçkin birkaç üniversitenin bazı bölümleri dışında kalan tüm yükseköğrenim mezunlarını aynı işsizlik tehlikesi bekliyor. Öğrencilerin ÖSS'deki ilk tercihleri sırasıyla tıp, elektrik- elektronik, bilgisayar ve endüstri mühendislikleri ile eğitim ve hukuk fakülteleri. Bunlar, iş imkanlarının daha fazla olduğu bölümler, fakat mesleki yeterlilik kapsamında gündemde olan düzenlemeler, bu bölümlerde öğrenim gören öğrencilerin de geleceğini tehdit ediyor. Öğrenciler tarafından kurulan “kariyer toplulukları” ya da şirketlerce düzenlenen “kariyer günleri”, seçkin üniversitelerden mezun olacak öğrencilerin bir bölümünün şirketlere transfer edilmesini sağlıyor.(2) Yükseköğrenim mezunlarının diğer bir bölümü emekçi memurların saflarına katılma olanağı elde ederken, ana gövdesi yine en ağır ve kuralsız çalışma şartlarına boyun eğiyor ya da işsiz kalıyor. 20-24 yaş arası gençlerde işsizlik oranı yüzde 47.8'e, 25-29 yaş arası gençlerde ise yüzde 42.8'e varmış durumda. Yapılan araştırmalar, yükseköğrenimi tamamlamış gençlerin en az yüzde 17'sinin işsiz olduğunu gösteriyor. Bir başka veri de, teknik eğitim fakültelerinden mezun olanların sadece yüzde 5'inin öğretmen olarak atandığını ortaya koyuyor. 20 yıl önce mühendislerin işsiz kalabilecekleri düşünülemezken, bugün İşsiz Mühendisler Derneği türü oluşumlar ortay çıkıyor.

2007 Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) aday sayısı 2 milyonun üzerinde, ama alınacak toplam kadro 23 bin. Lise ve üniversite mezunları arasındaki işsizlik için fikir verebilecek bir gösterge bu. KPSS'yi kazandığı halde ataması yapılmayan, tekrar KPSS'ye girmek zorunda kalan onbinlerce memur adayı ve KPSS kurslarının oluşturduğu büyük pazar da bu tablonun başka bir yönü.

Avukatlık yasa tasarısı, yetkin mühendislik, formasyonun sınırlanması, sözleşmeli öğretmenlik, Sağlıkta Dönüşüm Programı gibi tasarlanmakta ya da uygulamaya sokulmuş olan düzenlemelerin tümünde üniversiteli gençliğin geleceği ucuz işgücü olmakla tanımlanıyor.(3)

Mesleki yeterlilik kapsamında ele alınan “Yetkin Mühendislik” uygulaması ile, mühendis adaylarının çoğunluğunun uzman mühendis statüsünden yoksun kalarak, düşük ücretli işçi olmasının yolu açılıyor. Bu mesleki yeterlilik kriterlerine göre; avukatlar da ücretli avukat ve uzman avukat olarak sınıflandırılacak, hukuk fakültesi mezunlarının çoğunluğu böylelikle ücretli işçi niteliği kazanacaktır. Mesleki yeterlilik, aynı zamanda son derece düşük ücretle uzun staj dönemleri demek öğrenciler için. Fen-Edebiyat fakültelerinde birçok bölümün formasyon olanağının kaldırılması, bu bölümlerde öğrenim gören ve öğretmenlik dışında bir iş sahibi olma şansı bulunmayan öğrenciler için işsizlikle eş anlamlı oluyor. Üstelik Türkiye'de 100 binin üzerinde öğretmen açığı varken, Eğitim Fakültesi mezunlarının önemli bir bölümü öğretmen olarak atanmıyor. Dahası, öğretmenliğe başlayabilenlerin giderek artan bir kesimi sözleşmeli öğretmen olarak çalıştırılıyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın ve aile hekimliğine geçişin bir sonucu da, iş güvencesinden yoksun, esnek ve düşük ücretli çalıştırılan, uzman olmayan doktorların oranındaki artış olacak. Mesleki yeterlilik alanına ve yükseköğrenim almış olmayı gerektiren mesleklere dair söz konusu düzenlemeler, öğrenci gençliği kuralsız çalışma koşullarına ve ucuz işgücü sömürüsüne uğramaya, diplomalı işsizliğe itiyor.

Tespit edilebildiği kadarıyla, üniversite öğrencilerinin yüzde 12'si eğitimini çalışarak sürdürüyor. Yükseköğrenim Kanunu'na dayanılarak, öğrencilerin üniversite yemekhanesi, kantini veya kütüphanesinde yarı-zamanlı ve çok düşük ücretler karşılığında çalıştırılması hızla yaygınlaşıyor. Ticarileşmekte olan eğitimin bedelini karşılama zorunluluğundan doğan ve giderek eğitime devam edebilmenin koşulu haline gelmekte olan bu durum, öğrenci gençliği bekleyen okul sonrası geleceği de işaret ediyor.

Bir yandan emperyalist küreselleşmenin toplumsal eşitsizliği derinleştiren ve sınıf çelişkilerini keskinleştiren sonuçları, öte taraftan eğitimde ticarileşme sürecinin yarattığı yıkımlar, son olarak da ucuz işgücü sömürüsüyle ve diplomalı işsizlikle karakterize olan bir gelecek belirlenimi, öğrenci gençlikte sınıfsal kutuplaşmayı arttırmakta ve yapısal bir değişime neden olmaktadır: Özel okullara ve seçkin devlet okullarının bir kısmına giden ve küçük bir azınlık oluşturan burjuvazinin gençliği karşısında işsizlikle, yoksullukla ve eğitim hakkının gasp edilmesiyle yüz yüze gelen öğrencilerin ezici çoğunluğu, emekçi halk gençliği. Bu gerçek, öğrenci gençlik ile kapitalist sistem arasındaki çelişkinin büyümesi demektir.

Bir asır önce Lenin, sınıf atlama imkanlarının varlığı ile düşünüş ve yaşam tarzına göre küçük burjuvaziye yakın bir toplumsal tabaka olarak değerlendirdiği öğrenci gençliği, eğitim sürecinin kaynaklık ettiği aydın kimliğinden dolayı, öncelikle ideolojik ve siyasi eğilimlere göre sınıflandırıyordu. Bu, kapitalist toplumda öğrencilerin içinde bulundukları sınıf ilişkileri ve çelişkilerinin ya da geldikleri aile kökeninin dolaysız belirleyiciliğine değil, aydın özellikler gösteren bir toplumsal tabakanın barındırdığı ideolojik ve siyasi yönelimlere dayanan bir sınıflandırmaydı. Buna göre, kapitalizmin sınıf çelişkilerinden doğan ve farklı ideolojik-siyasi çizgilerde ifadesini bulan toplumsal saflaşmalar, öğrenci gençlik içinde de aynı paralelde kümelenmeler yaratıyordu.

Lenin'in tanımlaması halen geçerliliğini korumaktadır, ama günümüz kapitalist dünyasının değişen koşullarında, yalnız başına bu tanımlama, öğrenci gençliğin sınıfsal pozisyonunu çözümlemede eksik kalmaktadır. Geçerliliğini korumaktadır, çünkü eğitim sürecinin öğrenciye kazandırdığı aydın nitelik nesneldir ve bundan dolayı, toplumdaki sınıfsal saflaşmaların yansıması olarak öğrencilerin ideolojik-siyasi kümelenmelerinin varlığı da nesneldir.(4) Fakat yalnız başına bu tanım artık eksik kalmaktadır, çünkü öğrenci gençliğin oluşturduğu toplumsal tabakanın yüz yıl öncesi ile kıyaslanamayacak denli genişlemiş olduğu ve ama artan sınıfsal kutuplaşmaya bağlı olarak, öğrencilerin büyük çoğunluğu ile kapitalizm arasında dolaysız nitelikte çelişkilerin giderek keskinleştiği yeni koşullarda, öğrenci gençliğin yapısındaki değişimi tarif etmemektedir.

Dün, öncelikle ideolojik ve siyasi saflaşma sonucu belirli bir bölümü işçi sınıfının yanında duran öğrenci gençliğin, bugün çok daha geniş kesimleri eğitim, çalışma ve yaşam koşullarındaki değişim nedeniyle işçi sınıfına yakınlaşıyor. Öğrenci gençlik ile kapitalizm arasındaki nesnel çelişki, onu işçi sınıfı ile kader birliğine doğru itiyor. Onun yapısında yaşanan sınıfsal ayrışma ile eğitim sürecinin daha başında geleceği belirlenmiş durumda: Küçük bir dilimi oluşturan burjuva gençliği ile sınıf atlama olanakları artık tükenmiş olan öğrenci gençliğin büyük bölümü. Yani öğrenci gençliğin işçi sınıfına yaklaşması, toplumsal eşitsizlik, işsizlik ve yoksulluk, eğitimin ticarileşmesi ve eğitim hakkının gasp edilmesi bakımından aleyhine işleyen sürecin boyutlandırdığı nesnel çelişkiden kökleniyor. Dün, benimsediği sosyalist ideoloji, öğrenciyi işçi sınıfıyla birlikte burjuvazinin karşısında dikiyordu; bugün bunun yanı sıra, kapitalizmle arasında keskinleşen çelişki onu ezilenlerin dolaysız bir bileşeni olarak ve işçi sınıfının yanında emperyalist kapitalizmin karşısına dikiyor. Henüz tamamlanmamış olan dönüşüm sürecinin, gelişmenin yönü budur.

Bazı Sonuçlar

Toplumda, eğitimde ve öğrenci gençliğin yapısında meydana gelmekte olan değişimler, öğrenci gençlik hareketinin ve örgütlenmesinin nesnelliğinde de değişimlere yol açmaktadır. Bu değişim süreci onun eğitim ve yaşam koşullarında, temel sorunlarına, dolayısıyla da hareketine ve örgütlenmesine belirleyici etkilerde bulunmaktadır.

Her şeyden önce; öğrenci gençliğin ana gövdesinin kapitalizmle çelişmesi boyutlandığına, bunun ifadesi olarak eğitim hakkı geri alınmakta, yoksulluğa ve işsizliğe itilmekte olduğuna göre, onun eskiye kıyasla daha geniş bir kesimi sınıf mücadelesinde yer almaya nesnel olarak daha fazla yakınlaşmıştır. Dün sınıf mücadelesine katılma potansiyeli taşıyan on binler varsa, bugün yüz binler olmuştur bu. Dün sol ve devrimci kümelenme on binleri kapsamaya elverişli idiyse, bugün yüz binleri kapsama zeminine sahiptir. '90'ların başından beri öğrenci gençliğin içinde bulunduğu ve burada genel özellikleriyle tarif edilen koşullar, çok daha büyük öğrenci kitlelerinin mücadele sahnesine çıkmasının nesnel temelini hazırlamaktadır.

Emperyalist küreselleşme döneminin eğitim politikaları, gençliğin öğrenci olmaktan kaynaklı sorunlarını ve taleplerini belirginleştirmektedir. Günümüzde, eğitimi ticarileştiren, gençliği eğitimsizliğe ya da diplomalı işsizliğe sürükleyen ekonomi ve eğitim politikaları, öğrenci gençlik mücadelesinin doğup yayılacağı başlıca bir eksen olmaktadır. Geçen yıl birçok ülkede yaşanan öğrenci gençlik hareketleri de bu vargıyı desteklemektedir.

Fransa, Yunanistan, Almanya ve Şili'deki gençlik hareketleri, 2006'nın ilk akla gelen ve yankı uyandıran mücadeleleri arasında yer almışlardı. Emperyalist küreselleşmenin eğitim politikalarına karşı çıkış, gelişen bu öğrenci hareketlerinin ortak paydası idi. Yunanistan'da üniversiteli gençliğin mücadelesi öğretim görevlileri ve liseli gençliğin hareketlenmesiyle birleşerek, yükseköğrenimi özelleştirme yasa tasarısını püskürtmeyi başardı. Fransa'da üniversiteli gençliğin büyüyen hareketi, işçi sınıfıyla da buluşarak, öğrencilerin iş sözleşmelerini düzenleyen yeni yasayı çöpe gönderdi. Bu deneyimler, yeni dönemde ve koşullarda öğrenci gençlik hareketinin gelişim eksenini ortaya koyan güncel verilerdi. Aynı zamanda, hem onun ezilenlerin diğer bölükleriyle birleşik mücadelesinin olanaklarının arttığını, hem de ciddi başarılar elde etmek için birleşmenin zorunlu olduğunu gösteren örneklerdi.

2000'den bu yana formasyon hakkı, yükseköğrenimde fırsat eşitsizliği, paralı eğitim, avukatlık sınavı, beslenme-barınma-ulaşım sorunları gibi konularda Türkiye'nin birçok üniversitesinde ve kentinde gündeme gelen, yaygınlık kazanan mücadeleler de, sözü edilen gelişim eksenine dair göstergeler olarak değerlendirilmelidir. Yükseköğrenimi ticarileştirmenin ilk büyük adımı olarak harçları 5 katına çıkaran düzenleme karşısında 1996'da patlayan ve hızla politik bir karakter kazanan kitlesel üniversiteli gençlik hareketi, bu yeni eksenin oluşumunda ilk işaret sayılabilir. Aynı kategorideki sorunlar ortaöğretim gençliği açısından da geçerlidir: Paralı eğitim, özelleştirme, ÖSS, staj sömürüsü, işsizlik tehdidi vb.

Emperyalist küreselleşme döneminin eğitim politikalarından ileri gelen sorunlara karşı öğrenci talepleri, gençliğin kitlesel hareketlerinin gelişiminde önemli bir yerde duracaktır. Eğitimin ve öğrenci gençliğin yapısında devam etmekte olan değişim süreci bunu zorunlu kılmaktadır. Kapitalizmle öğrenci gençlik arasında keskinleşen çelişki, uzlaşmaz bir nitelik taşımaktadır. Burjuvazi ve devleti, öğrencilerin başlıca istemlerinden olan parasız eğitim, eğitimde fırsat eşitliği, eğitim sonrası iş güvencesi gibi talepleri artık karşılamamaktadır. Bu durum da, şu ya da bu keyfi gerekçeden değil, emperyalist dünya düzeninin nesnelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, öğrenci gençliğin eğitim alanındaki temel taleplerinin ve bu eksenden gelişecek mücadelelerin politik bir niteliğe bürünmesi, devlete ve emperyalizme karşı politik mücadeleye dönüşmesi kaçınılmazdır. Yani, öğrenci gençliğin büyük kitleler halinde politik mücadeleye atılmasının nesnel zemini ve imkanları genişlemiştir.

Bugün gençlik içinde öğrencilerin temel taleplerine dayanan çalışmalar ve mücadeleler örgütlemek, hem devrimci öznenin tabanını genişletmek ve hem de gençlik hareketinin gelişimi için yeni bir kanal açmak bakımından büyük önem taşımaktadır. Fakat politik gençlik örgütlenmelerinin bu sorunlara dair ısrarlı ve uzun soluklu bir mücadele geliştirmeye yeterince yönelmemeleri, öğrenci gençlik içinde devrimci ve kitlesel gelişim imkanlarının hakkınca değerlendirilmesini önleyen bir zayıflık sayılmalıdır. En yakıcı ve genel öğrenci talepleri ekseninde gelişecek hareketler ekonomik-akademik mücadele sınırlarında durmayıp, nesnel ve kaçınılmaz olarak emperyalist politikalarla ve devletle çatışmak zorunda kalacağı için politik bir karakter taşıyacaktır.

Özcesi, öğrenci gençlik içinde politik mücadelenin olanakları ve alanı genişlemiştir: Gerek aydın karakterinden dolayı öğrenci gençliğin ileri bölüklerinin genel politik ve toplumsal mücadelelere yatkınlığı, gerekse temel öğrenci taleplerinin artık çok daha belirleyici biçimde politik mücadelenin alanına girmiş olması ve yüz binlerce, milyonlarca öğrencinin bundan etkilenmesi nedeniyle. Dolayısıyla, emperyalizmin eğitim politikaları ve eğitimin ticarileştirilmesi ile bunun çeşitli sonuçlarına karşı mücadelelere devrimci-politik bir perspektifle ve dişe diş bir kararlılıkla önderlik edilirse, bunları düzen-dışı hareketler durumuna getirmek mümkündür. Fakat müdahale ve önderlik perspektifi ekonomik mücadele sınırlarında dolaştığında ve devletle radikal bir çatışmayı göze alamadığında, kısmi talepler doğrultusunda bile kazanım elde etmek kolay kolay başarılamaz.

Eğitim ve öğrenci gençliğin yapısında yaşanmakta olan değişimin bir diğer sonucu, öğrenci gençliğin örgütlenmesi alanında kendini göstermektedir. Düzenle öğrenci gençlik arasındaki çelişki keskinleştikçe ve öğrenci olmaktan kaynaklı temel sorunlar yayılıp yakıcılaştıkça, öğrencilerin “mesleki” kitle örgütlenmesine olan ihtiyacı artmakta ve bu tip örgütlenmelerde bir araya gelme eğilimi nesnel olarak güç kazanmaktadır. Eğitim hakkının savunulması için ya da özelleştirmeye, paralı eğitime, diplomalı işsizliğe vb. karşı mücadele, öğrencilerin özsel bakımdan sendikal tipte bir örgütlülüğünü gerekli kılmaktadır.

DİSK bünyesinde Genç-Sen'in kuruluş çalışmaları, sözü edilen ihtiyacı karşılama potansiyeli taşıyor. Öğrencilerin sendikal örgütlenmesi daha büyük kitleleri mücadeleye ve örgütlenmeye seferber etmede temel bir araç olabileceği gibi, öğrenci gençliğin işçi sınıfı ve ezilenlerin diğer kesimleriyle birleşik mücadelesini geliştirme olanağına ve zorunluluğuna da etkili bir yanıt verebilir. Bu, hem üniversiteli hem de liseli gençlik için geçerlidir. Fransa ve Yunanistan'daki öğrenci sendikası deneyimleri bu görüşü doğrular niteliktedir.

Sendikal örgütlenme yalnızca ve hatta öncelikle politik gençlik örgütlerinin bir ittifak biçimi olarak görülemez. Bir öğrenci sendikası -veya sendikal tipte başka bir örgüt formu- en başta, öğrenci gençliğin bütün sorunları ve talepleri etrafında örgütlenen ve hareket eden bir “mesleki” örgüt olarak görülmelidir. Değişik ülkelerdeki gençlik hareketlerinin ve örgütlenmelerinin yakın dönem deneyimleri gösteriyor ki, sendikal tipteki ya da tabandan gelişen örgütlenmelere ve geniş katılımlı toplantılara dayanmak, kitle inisiyatifinin açığa çıkmasının ve hareketin kitleselliğinin belirleyici bir kanalı olmaktadır. Bunu, her öğrencinin üye olabileceği ve herhangi bir sorun için mücadele edebileceği bir öğrenci sendikası pekala sağlayabilir. Böyle bir öğrenci sendikasının çizgisi fiili ve meşru mücadele ile tanımlanacak, tıpkı işçi ve memur sendikalarının taşeron ya da sözleşmeli çalışanları örgütlemeye girişmek zorunda olmaları gibi ortaöğretim gençliğini de örgütlemeye soyunacaktır. Gerek öğrenci gençliğin politik mücadeleye yapısal yatkınlığı, gerekse temel öğrenci sorunlarının zorunlu olarak burjuva devletin ve emperyalist mali oligarşinin politikalarıyla karşı karşıya gelmeye yol açması, bir öğrenci sendikasının emperyalizme ve faşizme karşı antiemperyalist demokratik bir mevzileniş içinde olması gerektiği anlamına gelir. Dahası, hak alıcı bir mücadele pratiği sergilemek için de zorunludur, böyle bir mevzileniş. Bu sorun, öğrenci gençliğin sendikal örgütlenmesi ile devrimci-politik bir önderliğin ilişkisinin alanına girmektedir.

Dipnotlar

1- Koç Grubu geçtiğimiz aylarda tam sayfalık gazete ilanlarında ve televizyon reklamlarında “Meslek liselerinde okuyan tam 8 bin gence, lise hayatları boyunca burs, staj ve istihdam imkanı” sağlayacağını ilan etmişti. Böylece, belirli meslek liseleri Koç'un fabrikalarına ucuz işgücü yetiştiren işçi okulları haline geliyordu.

2- Kariyer günleri, yılın belirli günlerinde üniversite yönetimleri, şirketler ve yer yer öğrenciler tarafından üniversite bünyesinde kurulmuş olan toplulukla işbirliğinde üniversitelerde düzenlenen etkinliklere verilen isim. Öncelikle seçkin devlet üniversitelerinde düzenlenen kariyer günleri, yüksek nitelikli işgücü satacak ve okul sonrası çalışacağı şirketle sözleşme imzalayacak olan öğrenci ile işgücü alıcısı olan ve kendi tanıtımını yapan şirketin buluştuğu işgücü pazarı niteliği taşıyor.

3- Mesleki yeterlilik normlarının en açık görünümü, yetkin mühendislik uygulamasında yer alıyor. Mühendis adayları uzun bir staj döneminin ardından merkezi mühendislik sınavına tabi tutulacaklar ve ancak bu sınavı geçebilenler yetkin mühendis sıfatıyla çalışma hakkına sahip olacak.

Merkezi bir avukatlık sınavını öngören fakat geri çekilen yasa tasarısı da mesleki yeterlilik normlarını yerleştirme amaçlıydı. Yine uzun bir staj döneminden sonra girilecek avukatlık sınavı, hukuk fakültesi mezunlarını uzman avukat ve ücretli avukat olarak sınıflandırmayı hedefliyordu.

2000 yılından itibaren, eğitim fakültesi dışındaki bölümler için pedagojik formasyon hakkı adım adım kaldırılıyor. Öğretmenlik yapabilmek içinse formasyon kursu görmüş olma zorunluluğu bulunuyor.

Toplam öğretmen sayısı içinde sözleşmeli öğretmenlerin oranını yükseltme politikası izleniyor. Kadrolu olmayan bu kategorideki öğretmenler, yaptıkları geçici sözleşmelere bağlı olarak sendikal örgütlenme hakkından ve iş güvencesinden yoksun, düşük ücretle istihdam ediliyorlar.

4- Bu nedenle, örneğin, burjuva sınıftan gelme bir üniversite öğrencisinin ideolojik bir tercihle sosyalizmi benimsemesi mümkün ve hatta olağandır. Aydınların devrimcileşmesi, işçilerin devrimcileşmesinden kategorik farklılıklar taşımaktadır; sınıfsal konumu ve sömürü ilişkileri nesnel olarak işçinin devrimcileşmesinin zemini olurken, aydının devrimcileşmesi daha çok bilinçli ideolojik ve siyasi bir yöneliş temelinde olur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi