Sivil Toplumcu Bir Proje: Demokratik Konfederalizm

Öcalan’ın benimsediği Demokratik Konfederalizm teorisi bir süredir Kongra-Gel ve bu gelenekteki diğer örgütler tarafından savunuluyor, eğitim konusu yapılıyor ve bazı alanlarda örgütlenmeler buna göre yeniden yapılandırılıyor.

Öncelikle Demokratik Konfederalizm’le neyin kastedildiği üzerinde durmamız gerekiyor. Geçmişte, burjuva ve sosyalist içerikli federal ve konfederal devletlerin kurulmuş olması nedeniyle ilk çağrışım olarak bu kavramdan, ‘konfederal bir devlet’ sistemi anlaşılmaktadır. Sömürgeciler, bu yorum üzerine demagojiye başvurarak, Kürt ulusal hareketinin ne denli ‘bölücü’ olduğunu yaymaya çalışıyorlar. Güney Kürdistan’da Irak’a bağlı federe bir sistemin kurulması da Türk burjuva sömürgecilerini hayli korkuttuğunu dikkate alırsak, bu kavram üzerine demagojinin sürdürüleceği görülüyor.

Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm çözümü, konfederal devlet anlamına gelseydi, sömürgecilerin tersine, Türk halkı açısından, barış elini uzatması gereken ileri demokratik bir adım olurdu. Ya da Türk ve Kürt halklarının devriminin zaferiyle ulusal soruna getirecekleri demokratik çözüm alternatiflerinden biri olurdu.

Ancak Öcalan ve PKK, Demokratik Konfederalizm’le, konfederal devleti değil, başka bir şeyi kastediyor ve anlatıyor:

“Demokratik konfederalizm, devlet olmayan demokratik ulus örgütlenmesidir. Demokratik konfederasyon azınlık örgütlenmesidir; kültür örgütlenmesi, dini örgütleme, hatta cins örgütlenmesi ve buna benzer örgütlenmelerdir. Buna demokratik ulus ve kültür örgütlenmesi diyorum. Her köyde demokratik bir komün çıkar. Her kültürel örgütlenmenin,

bunların birleştirilmesi konfederasyondur     Buna

devlet olmayan demokratik konfederasyon diyorum.” (Öcalan, 15.04.2005 Gündem, aktaran Dr. A. Kemal Özcan)

“Demokratik konfederalizm; devlet olmayan, demokratik ulus, azınlık, kültür, din ve hatta cins örgütlenmesi ve buna benzer örgütlenmeleri ifade eder. Bu, devlet olmayan demokratik konfederasyondur.” (Program Taslağı)

Ulusal ya da sınıfsal kurtuluş temelinde yeni bir devlet kurmayı hedeflemeyen Demokratik Konfederalizm, başta Kürt halkı ve birlikte yaşadığı ezen-sömürge ulusların halkları gelmek üzere, halkların ekolojik, cinsiyet, demokratik kitle, sendika, halk meclisleri ve halk kongreleri, belediyeler vb. her türden örgütlülüğünün geliştirilmesi ve bu örgütlenmelerin koordinasyonudur.

Bu örgütlenmeler yoluyla, devlet(ler) üzerinde demokratik baskı uygulanacak, karma bir demokratik siyasi sistem oluşturulacak. Burjuva sömürgeci devletler bu yolla demokratikleştirilecek, küçültülerek halk üzerindeki otoritesi -varsayım olarak geriletilmiş olacaktır.

Bu karma rejim(ler) içinde Kürt sorunu, feodal sorunlar, sosyal haklar, demokratik basın, örgütlenme ve eylem özgürlükleri çözüme kavuşturulacak. Başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halkları Demokratik Konfederal örgütlenmelerini hayata geçirmeyi başarırlarsa, Ortadoğu Demokratik Konfederal Birliği gerçekleştirilecek. Bu, dünya çapında ulus-üstü örgütlenmelerin geliştirilmesini hedefleyecek. Bu yoldan, Küresel Demokrasi Konfederasyonuna varılacaktır: “Yerelden küresele doğru, Kürdistan Demokratik Konfederasyonu; Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu; Küresel Demokrasi Konfederasyonu.” (Program Taslağı).

Nihai amaç ve paradigma ise, cinsiyet özgürlükçü ekolojik toplumun kurulmasıdır:

“APO’nun geliştirdiği demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ... mevcut tüm klasik devletçi, iktidara, milliyetçi ve şiddeti esas alan zihniyet ve politikaları aşan, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigmadır.” (Program Taslağı).

İktidar ve yeni düzen amaçsızlığı

PKK geçmişte, Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı temel amaç edinmişken, eklektik ve çarpıtılmış biçimde de olsa sosyalizmi hedefleyen bir çizgiyi savunduğunu söylüyordu. 1999’daki irade kırılmasından sonra devrim fikri ve bağımsız Kürdistan amacını kesin olarak terk ettikten sonra, Marksizm iddiasından vazgeçtiği gibi, reformcu sosyalizmin ‘demokratik sosyalizm’ retoriğini kullanmaya başladı. İdeoloji arayışında ise, ‘demokratik kapitalizmin zaferi’ne boyun eğmek ve çözümü bu ideolojinin ufkunda aramayı uygun gördü.

Bugün ‘demokratik sosyalizm’ retoriğini, reformcu çizgisine uygun olarak daha çok dillendiriyor. Yanı sıra, demokratik kapitalizmin zaferine boyun eğişe bağlı olarak, yöneldiği ideolojiyi giderek şekillendiriyor. Bugün için Ekolojik-Cinsiyet Özgürlükçü Toplum, Demokratik Konfederal Sistem’de karar kıldı. Bir dönem bu seçimini sürdüreceği anlaşılıyor.

Anarşist Murray Bookchin ve post-modern ideologlardan Immanuel Wallerstein’i okumayı öneren Öcalan, bu düşünürlerin fikirlerinin kendi ideolojisine uyduğunu özellikle vurguluyor. Daha doğrusu, devrim fikri ve iddiasından vazgeçen Öcalan, bir süre ‘demokratik kapitalizmin zaferi’ fikriyle oyalandıktan sonra, dünya ve bölgedeki rüzgarın yön değiştirmesiyle birlikte, kapitalizme karşı söylemler geliştirmeye başladı. Kapitalizme karşı olma iddiasında, ama Türkiye’de burjuva-sömürgeci devlet iktidarını tasfiye etmeyi amaçlamayan en uygun dünya görüşü olarak ilan ettiği Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum-Demokratik Konfederal Sistem’i benimsedi. Bu görüşlerin günümüzdeki en parlak temsilcileri olan Bookchin ve Wallerstein’i kendisine rehber edindi. Böylece politik açıdan reformcu ulusalcılığı ideolojik açıdan Wallerstein ve Bookchin’in post modern-anarşist dünya görüşüyle birleştirdi.

Anarşizm, burjuvaziye ve burjuva devlete karşı mücadelede, proletarya ve ezilen sınıflara, devlet kurmamayı öğütleyen temel ilkesiyle, gerçekte burjuvazinin egemenliği ve devletini sürdürmeye hizmet ediyor. Bookchin’in, emekçilerin devlet iktidarı kurmaksızın, alttan üste doğru halk örgütlenmeleri sisteminden oluşan ‘demokratik konfederalizm’i, sonuçta burjuva egemenliği ve devletini baskılayarak demokratikleştirmeye, diğer bir ifadeyle burjuva demokrasisine hizmet ediyor. Demokratik konfederalizmin gevşek örgütsel bağlara dayanan ilkesi ise, işçi-emekçi, ezilenlerin örgütlenmesinin, tepeden tırnağa örgütlülük içindeki burjuvazinin devasa militarist devlet örgütlülüğü karşısında, güçsüzlüğünü ve etkisizliğini getiren sivil toplumcu bir işlev görüyor. Demokratik konfederalizmin, merkezi koordinasyonunun sözde politika yapmayacak koordinatör yönetimi, örgütlenmeler arasındaki gevşek bağ; sivil toplumculuğun, en az politikliğinin belirgin niteliklerini ayrıca yansıtıyor.

Wallerstein, geçen yüzyıldaki komünist, ulusal kurtuluşçu devrimci hareketlerin ‘çöküşünden sonra, kapitalist dünya sistemine karşı ‘sistem karşıtı’ yeni mücadeleler gelişeceğini ve gelişmekte olduğunu, ancak yeni bir ekonomik, toplumsal-siyasal sistemin ne olması gerektiği konusunda ise kesin bir şey söylenemeyeceğini vurguluyor. Olması gerekeni, bu mücadeleler sürecinde tartışmaların ortaya çıkaracağını, şimdiden belirlenmiş bir ekonomik toplumsal ya da siyasal sistemin önerilemeyeceğini vurguluyor. Kısacası bilinmezliği öğütlüyor. Yeni sol hareketler içinde, her iki düşünce de Marksizmi reddeden bir dünya görüşüne sahip. Ekolojist-anarşist ve evrimci bu düşünce akımları esasen bilinmezliğe dayanan post-modern akım içindeki dünya görüşleri, son tahlilde burjuva liberalizminin günümüz dünyasındaki egemenliğinin sürmesine yarıyorlar.

Öcalan’nın bu düşünce akımlarında karar kılması, gerçekte, politik reformculuğu uygun bir teorik temele kavuşturma çabasından başka bir şey değil. Ne zaman ki Öcalan evrimci ve pasifist bir siyasi çizgi benimsedi, Wallerstein da ulusal hareketin literatüründe ‘itibarlı’ bir yer edindi.

“Demokratik konfederalizm dünya çapında solun yeni açılımı olacak. Marx ve Lenin’i ikibinlerde aşarak bunu yapacağız. Yeni sol buna yeni yaklaşıyor. Çokluk’un yazarları (İmparatorluk’un yazarları Negri ve Hardt’ı kastediyor-bn), Wallerstein, Bookchin bunları yazıyorlar.” (Öcalan, 15 Nisan 2005 Gündemaktaran Dr. Ali Kemal Özcan).

Öcalan’nın Marksizm Leninizmi, iktidar için mücadeleyi ve bağımsızlık amacını reddi, eski siyasi çizgiden bir kırılma anlamına geliyordu. Bu kırılmanın teorisini, Wallerstein ve Negri gibi yenilgici düşünürlerde bulması rastlantı değil. Tersine geçmişte, tutarlı antiemperyalist ve ulusal kurtuluşçu çizginin kendisini “Marksist Leninist” olarak ifade etmesi de rastlantı değildi. Öcalan’da teorik çözümler daima politik çizginin arkasından gelmiştir ve ona bir temel yaratma arayışının ürünüdür.

Öcalan, politik reformculuğa kararlılıkla bağlı kalmanın ötesinde, federasyon tarzı büyük reformlardan da geriye düşen çizgisini, iktidar amaçsızlığını teorileştiriyor.

“Özgürlük anlayışım şu: Devletleşme ile özgürlük getirilemez.” (agg)

Bookchin ve Wallerstein de, kimi zaman açıkça işçi, emekçi-halk hareketlerinin ‘devlet’, dolayısıyla iktidar kurmaktan kaçınmaları gerektiğini söylemektedirler. Porto Allegre’deki son Dünya Sosyal Forumundaki konuşmacılardan John Holloway, bunu daha açık ve çarpıcı tarzda ortaya koydu. Kısa konuşması dahilinde Holloway, iktidara yönelen bir hareketin, bir düşünce biçimi olarak ‘devlet’ fikrini benimsediği için başarısız olacağını, devrimi toplumdan soyutlayarak ayrılıkçı bir hareket halini alacağını söylemektedir. Alternatifi ise şudur: “Buna karşı yapılması gereken, bir başka yapılanma çeşidi önermektir, devrimi iktidarı ele geçirmek olarak değil, devlet dışı bir yapılanma içinde düşünmeliyiz. Önce devleti ele geçirip hareketi merkezileştirip daha sonra toplumu değiştirmek yoluyla değil, devrimin şimdi, burada yeni bir toplumun yaratılmasıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir.”

Oysa devrim mücadelelerinin deneyleri ve güncel olgular, her devrimin asıl sorununun iktidar sorunu olduğunu çok keskin çizgilerle ortaya koydu, koyuyor. Proletarya ve emekçiler, Paris Komünü, Şubat ve Ekim devrimleri ve zafere ulaşan tüm devrimlerde görüldüğü gibi, burjuvazinin devletini yıkarlarsa, egemenliği elde edebildiler ve amaçlarının yolunu açmayı başarabildiler. Devamla, devrimi, kesin bir zafere ulaştırma kararlılığını taşıdıkları ve bu gücü yakaladıklarında, politik egemenliği ele geçirdiler, amaçladıkları toplumsal, ekonomik düzeni inşaya girişebildiler. Bunun özeti şudur: Burjuvazinin devletini yıkıp, kendi proleter, halkçı, ulusal vb.. devletini kurabildikleri taktirde, emekçi sınıflar demokrasiyi, ezilen-sömürge uluslar da ulusal özgürlüğü elde edebiliyorlar. Proletaryanın nihai amacı içinde yer alan ‘devletsizliğe geçiş’ de, ancak kendi sınıfına ait bir devlet aracılığıyla mümkündür. Anarşistler ve postmodern bilinemezcilerin antimarksist düşüncelerine gerekçe yaptıkları proletarya diktatörlükleri ve halk demokrasilerinin şu ya da bu ölçüde bürokratikleşerek emekçi kitlelere yabancılaşmaları, proletarya diktatörlüğü olmaksızın, ‘özgürlük dünyasının kurulabileceğini doğrulamaz. Bürokrasiyi doğuran koşullan değiştirmek dâhil, sosyalizmin inşası ve proleter demokrasiyi geliştirmeyi gerektirir. Gerek yeni pratik deneylerle, gerekse deneylerden çıkarsamalarla bunun teorik önermelerini oluşturmak, başarısız pratiklerden öğrenerek tutulması gereken yoldur.

Sözkonusu anarşist ve postmodern düşünürlerin bu gerekçeden çıkardıkları, proletarya diktatörlüğü kurmadan özgürlük dünyasına varılabileceği yanılgısının teorisi, sınıf mücadelesi tarafından tamamen ıskartaya çıkarılmış bir sivil toplumcu dogmadır. Bugün işçi ve emekçi hareketlerinin yaşadığı ideolojik bunalım döneminde, geçici olarak popüler olan tüm postmodern ve sivil toplumcu görüşler gibi yaygın bir etki sağlaması, onun ne bilimselliğinin kanıtıdır ne de geleceği temsil eden yeni bir ideoloji olduğunun! Bilinemezci, anarşist tüm ideolojiler gibi, bu görüşler de, tüm mücadelelerin burjuvazinin sınıf egemenliği ve devletinin sürmesi çerçevesine hapsolmalarına yolaçmaktadır. Son tahlilde burjuva ideolojisinin türevi rolünü oynamakta ve eski dünyayı bazı değişikliklerle sürdürme işlevi görmektedirler. Yeni bir dünya kurma mücadelesinin yolunu aydınlatma yeteneğinde değildirler. Dolayısıyla yeni bir dünyaya değil, eski dünyaya aittirler. Bilinemezci ve anarşist reformculuğun günümüz koşullarına uyarlanmış türevleridir.

Öcalan da; birincisi, federasyonun altında bir politik reformlar programına geçince, devrim fikri tasfiyeciliğini savununca, yanı sıra kabul etmek gerekir ki Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’da yan yana yaşayan halkları yönetici burjuva sınıfları, milliyetçi ideolojiyle birbirine boğazlatan pratiklerin acı sonuçlarını görüp ‘milliyetçilikten uzaklaşmak gerekir’ sonucuna vardıkça, sınıfsal ya da ulusal devlet hedeflemeyen bir ideoloji olarak, ekolojik demokratik konfederal sistemi benimsedi.

Ama tam da bunun kendisi, geçmişte etkilenilen Marksizm Leninizm’den -aşmak bir yana-geriye gitmek, kapitalizm, kapitalist emperyalist sistem içi bir ideolojiye gerilemektir. Postmodernci ideolojilerin içinde yer almak, geçmiş bilinemezci ve reformcu ideolojilerin günümüzde türevlerine doğru geriye gitmektir.

Paylaşmacı ve ihtiyaçları esas alan ekonomi, burjuva devlet altında mümkün mü?

Öcalan ekolojik demokratik konfederal sistemi benimsediğini ilan ederken, PKK Program Taslağı, burjuva devlet altında paylaşımcı ve kullanım değerine dayanan toplum projesini sonal amaç olarak ilan etti. Sosyalizmin bu yolla ilerletileceği iddiasını ileri sürmekten de geri durmadı: “Metalaşma ve kâra dayalı ekonomiden, kullanım değerine ve paylaşmaya dayalı ekonomiye geçiş.” (Program Taslağı)

Peki, burjuva devleti yıkmadan, burjuvazinin ekonomik ve toplumsal egemenliğini sona erdirecek işçi sınıfının devrimci devletini kurmadan, ‘kâra ve metalaşmaya’ dayalı ekonomi, kapitalist ekonomi’ nasıl tasfiye edilecek? Devlet iktidarına sahip burjuvazi barış içinde anlaşarak mı, kâr’dan ve kâr sağlayan sermayenin mülkiyetinden vazgeçecek? Kapitalist-emperyalist sistemin her bir ülkesinde veya dünyada, burjuva-emperyalist devletler, ‘kâra dayanan’ sermayenin üretim araçlarına sahipliğini, bugün çokuluslu tekellerin egemenliğindeki kapitalist sistemi sürdürmek için değil de, burjuva politikacıların hırsı için mi varlar? Açık ki bu soruların tümünün cevabı kesin bir hayırdır. Burjuva, emperyalist devletler var oldukça, dünya kapitalist sisteminde ve tek tek halkalarında, ‘karma demokratik’ politik rejim altında demokratik konfederal örgütlenmelerin en yaygın ve güçlü olduğu dönemde de, sermayenin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ve burjuvazinin ekonomik toplumsal egemenliği sürer. Buna yönelik toplumsal bir el koyma girişimine, devasa askeri-polisiye mekanizma olan burjuva devlet en acımasız ve şiddetli biçimde karşı koyar ve ezer.

Ezilmemenin tek yolu, proletarya ve halkların olası geniş örgütlenmelerini, burjuva devletleri yıkmak, proletaryanın devrimci diktatörlüğünü kurmak amacıyla devrimci ayaklanmalara, silahlı devrime seferber etmektir.

Silahlı devrimi, gericiliğin güçlerini ezecek ve işçi emekçi sınıfların, proletaryanın devrimci diktatörlüğünü kuracak, başka bir deyimle kesin zaferini hedefleyecek bir kararlılıkla yürütmek ve kesin zafere ulaştırmak, ezilmemenin de tek yoludur.

Devrimin kesin zaferi, ülkelerin ve ulusların koşullarına uygun olarak, işçi-emekçi devrimci diktatörlüğü yoluyla veya doğrudan proletarya diktatörlüğüne vardırılmalıdır.

Proletarya diktatörlüğü, yenilen burjuvazinin gerici direncini sert bir tarzda ezmeli ve işçi, emekçi sınıflar ve ezilen kesimlere (uluslara, ulusal topluluklara, kadınlara vs., vb.) en geniş özgürlükleri gerçekleştirmeli, geliştirmelidir... Bu süreçte burjuvaziyi bir sınıf olarak tasfiye etmeli, üretim araçları üzerindeki mülkiyetine son vermeli, üretim araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırmalı. Program Taslağı, burjuva devlete dokunmayarak, onu yıkmadan ve proletarya diktatörlüğünü kurmadan, ‘kâra dayanan ekonomiyi’ değiştireceğini vaaz ederek, işçileri ve emekçileri aldatmaktan başka bir şey yapmıyor. En iyimser yorumla, burjuva devlet ve kapitalist ekonomi içinde sivil halk örgütlenmelerine ve belediyelere dayanarak, ütopik tarzda ‘paylaşımcı ekonomi’ adaları kurma planını yapıyor. Ki, bu, ütopik sosyalistler zamanında denenen ve iflas eden bir projeydi. Bugünün kapitalist ekonomi koşullarında denenemez bile....

Anlaşılan, Öcalan, Marksın artı-değer teorisi aşılmalıdır derken, burjuvazinin egemenliği altında halk örgütlenmelerine ve belediyelere dayanarak sözde ‘paylaşımcı’ ekonomi adacıkları kurmayı kastediyor olsa gerek!

Karma demokratik rejim ideal bir demokrasi mi?

Öcalan ve PKK’nin Demokratik Konfederalizm’i, Program taslağının ifade ettiği gibi, “Demokrasiye duyarlı, kamu güvenliği ve yönetimi olarak devlet + halkların öz irade ve yaşam biçimleri olarak demokrasi bu karma sistemi”yle, varılacak evrensel bir doğrudan demokrasidir. ‘Küresellikle yerelliği birleştiren’ doğrudan demokrasi biçimidir... görüşü sınıf ve ezilenlerin mücadelesi gerçekleri karşısında doğru olabilir mi?

Halkın, ulusun demokratik yaygın örgütlerinin demokratik konfederasyonunun, baskılayacağı burjuva devlet, en fazlasıyla, burjuva demokrasisi biçimindeki burjuva diktatörlüğü olabilir. Bu, halka ve ezilen kesim ve uluslara sınırlı bir demokrasi elbette sağlar.

Emekçiler için sınırlı bir demokrasi olan burjuva demokrasisi, -Avrupa devletlerinde görüldüğü gibi, politik ekonomik ve toplumsal açıdan burjuvazinin iktidarı ve devletinin sürmesi demektir.

Burjuvazinin egemenliğinin sürdüğü bu koşullarda, her şeyden önce, her sınıfın yalnızca kâğıt üzerinde eşitçe yararlanacağı ama fiilen burjuvazi için demokrasidir. Çünkü öncelikle, ekonomik olanaklar burjuvazinin elindedir, halkın ve ezilen kesimlerin kâğıt üzerindeki ‘eşit’ demokratik hakları kullanmasının ekonomik olanakları yoktur ya da aşın eşitsizdir. İletişim olanakları, iletişim tekellerine sahip burjuvazinin elindedir.

Eğitim, burjuva devlet eliyle burjuvazinin elindedir. Burjuvazi, devasa ekonomik olanaklarıyla, militarist örgütlenmeden en barışçısına değin örgütlenmesini devasa boyutlara vardırmıştır. Tekelci sermaye, ekonomik olanaklarıyla satın alacağı ara sınıflar ve halk önderleri aracılığıyla ezilen kesimin örgütlenmelerinin bir bölümünü kendi dayanağı haline getirmiştir ve getiriyor. Bütün bu gerçekler açısından baktığımızda, burjuva demokrasisinin, ‘karma demokratik sistem’in, gerçekte burjuvazi için demokrasi, halk yığınları ve ezilen kesimler için esasen bir diktatörlük olacağı açık değil mi? Hele İrlanda, Korsika, Bask örnekleri düşünüldüğünde, sömürge veya ilhak altındaki ulusların burjuva demokrasisi koşullarında da ulusal boyunduruğu en ağır biçimde yaşadığı ortada değil mi?

Bu karma demokratik rejimden, ‘bu süreç boyunca demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplumun devletçi toplumla yan yana bulunacağı, ilkeli bir uzlaşma ve mücadele ile gelişme kaydedilerek (Program Taslağı), ideal Demokratik Konfedarasyona mı geçilecek?

Peki ilkeli bir uzlaşma ve mücadeleyle, burjuvazi, egemenliğini halka devredecek mi sanıyorsunuz? Allande’ye bile kaç yıl tahammül etti? Politik egemenliğini -bırakalım devretmeyi bölüşmeye bile çok kısa bir süre tahammül ettikten sonra, kanlı bir askeri darbeyle Allende’yi devirmedi mi?

Günümüzde, Chavez örneğini ele alalım. Chavez, ABD ve petrol tekellerinin çıkarlarına biraz dokundu, kitle dayanağını artırmak için yoksullara bütçeden pay ayırdı ve yoksulları birazcık örgütledi diye, ABD ve yerli oligarşi gerici iç savaş ve darbe yoluna başvurmuyor mu? Chavez’in, oligarşi ve ABD’ye karşı her ‘ilkeli uzlaşıcı’ tavrı, ABD ve oligarşinin darbe ve gerici iç savaş iştahını kamçılamıyor mu?

Bu noktada Öcalan ve PKK’nin, yanılgısı ve tasfiyeci ‘yeni’ teorisi devreye giriyor: Ayaklanmalar devri, savaş devri, proletaryanın devlet kurma devri sona ermiştir! ‘Eskinin devlet amaçlı ayaklanma ve ulusal kurtuluş savaşları... O tür ayaklanma ve savaşların dönemi artık kapanmıştır.’ (Program Taslağı)

İlkeli uzlaşma ve mücadele çizgisi, nihai olarak ancak burjuva demokrasisini gerçekleştirebilir. O koşullarda da, burjuva devlet, ilkeli uzlaşma arayan halk güçlerini, ya reform taktiğiyle silahsızlandırarak sistem içine çekme, ya da güç dengesi lehine değiştiğinde sert bir saldırıyla ezme politikasını devreye sokar. Sonuçta, burjuva demokrasisi veya gerici savaşla ya da iki yönetim biçiminin birbirini izleyeceği süreçlerle burjuva diktatörlüğü devam eder. Bu, sınıf savaşımı açısından olduğu gibi, sömürge halk açısından da böyledir. Burjuva demokrasisine dayanan inceltilmiş sömürgecilikle kirli savaş veya daha katı sömürgeciliğin birbirini izleyeceği süreçlere yol açar.

Demek ki, geniş halk yığınları en geniş örgütlülüğe kavuşturulsa da, eğer muzaffer ayaklanmalar yoluyla burjuva devlet yıkılamaz-yıkılması hedeflenmez, başarılamazsa, burjuva diktatörlüğünün —biçimi ne olursa olsun— sürmesi kaçınılmazdır.

Demek ki, Demokratik Konfederalizm, işçi sınıfı ve emekçiler için, sömürge halklar için, ideal demokrasi olmasını bırakalım, halk demokrasisi-özgür Kürdistan da değil, yalnızca geçici-sınırlı bir burjuva demokrasisidir, böyle bir demokrasiden öte bir şeye yol açamaz!

Öcalan ve PKK’nin, esasen politik reformculukta karar kıldıktan sonra idealize ettiği “demokrasi”, gerçekte burjuva demokrasisidir, geniş halk örgütlemeleriyle, kirli savaş dayatıldığında meşru savunma çerçevesinde kalacak silahlı direnişle kazanmaya ve korumaya çalışacağı bir burjuva demokrasisidir.

Burjuva demokrasisini kazanma-koruma mücadelesi, idealize edilmemesi ve ‘ilkeli bir uzlaşmayla’ iltihak edilmemesi kaydıyla ve o sınıra kadar ilerici demokratik bir rol oynar. Ama o sınırdan sonra gerici rol oynar.

Ama Öcalan ve PKK, gerçekte halk ve ezilenler için sınırlı ve geçici olan bu demokrasi tipini idealize ederek, veya oradan barışçı uzlaşma yoluyla ideal bir demokrasiye, doğrudan demokrasiye geçileceği savıyla, Demokratik Konfedaralizm teorisiyle işçi sınıfı ve halklarımızı aldatıcı rol oynuyor.

Esasen irade kırılması koşullan ve ulusalcı küçük burjuva devrimci hareketlerin reformculuğa eğiliminden gelen bir sonuç olarak, Öcalan ve PKK, her devrimin temel sorunu olan devlet-iktidar sorununda, burjuva devleti yıkmama, devrimci ulusal-sınıfsal kurtuluşçu bir devlet kurmama çizgisine geriledi. Bunu 1999’dan bu yana, kimi zaman geçmiş bütün devrimci mücadeleleri inkar ederek ve karalayarak, kimi zaman bunların zorunlu olduğu ama artık bu dönemin kapandığı savını ileri sürerek, son olarak da anarşist-bilinemezci ‘devletsizlik’ teorisiyle, demokratik konfederalizm teziyle temellendirerek, bu çizgisini sürdürüyor.

Kuşkusuz, komünistler ve proletaryanın da nihai amacı, sınıflarla birlikte devletin de ortadan kaldırıldığı, devletsizliktir.

Ancak bu nihai amaca, burjuva devleti yıkarak, proletarya devleti aracılığıyla burjuvaziyi ve mülkiyetini tasfiye ederek, toplumsal mülkiyete dayanan sosyalist ekonominin inşasını geliştirerek, ‘herkese ihtiyacına göre paylaşım’ ilkesini hayata geçirecek ekonomik gelişme seviyesinde ve dünya çapında emperyalizmin kuşatmasının yerini sosyalist kuşatma aldığı koşullarda proletarya devletinin sönümlenmesini sağlayarak varılacaktır. Burjuva devletin varlığını koruduğu koşullarda ‘Benim özgürlük anlayışımın devletle hiç bir ilişkisi yoktur’ demek, yalnızca burjuva diktatörlüğü-devletinin sürmesine yarar. Bu yoldan devletsizliğe geçileceği iddia bile edilemez. Edilirse, yalnızca burjuvazinin devletinin süreceği gerçeğini gizlemek için sivil toplumcu bir demagoji olur, o kadar.

Programatik açıdan değişen ne?

Peki, demokratik konfederalizmin, ‘Demokratik Cumhuriyet’ten program hedefi bakımından farkı var mı? Esaslı bir farkı yok.

Demokratik Cumhuriyet programı, içinde taşıdığı bazı gerici ideolojik argümanlar bir yana, esasen, Kuzey Kürdistan için Kürtlerin ulusal kimliğinin anayasal düzeyde kabulü, Kürt ulusal dilinde eğitim özgürlüğü ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasal mücadele özgürlüğü ana başlıkları altındaki bir programdı. Kuzey Kürdistan ulusal devrimini bu politik reformlarla sona erdirme çizgisindeki bir programdı.

Geçen yıl ateşkesi sona erdirerek silahlı direnişi yeniden başlatma süreci öncesi, Kürdistan’ın bütün parçaları ve boyunduruğu altındaki sömürgeci bölge devletlerindeki halklar için, Kongra-Gel’in sunduğu ‘Bölgesel Çözüm Programıyla, demokratik cumhuriyet programı görece ilerletilerek ve bölge çapında genişletilerek ileri bir reform programı biçimi verilmişti. Bununla, Kuzey için iller bazında özerklik, Güney ve Doğu için de federasyon eklenmişti.

Aynı zamanda, Öcalan’ın birkaç yıldır dillendirdiği Ortadoğu Demokratik Federasyonu amacı da, programatik hedefe konmuştu. Ki bu, bölge burjuva demokrasilerinin federasyonundan başka birşey değildi.

Demokratik Konfedaralizm programında ise, Güney için federasyonun iç demokratikleştirilmesi hedefi konuyor ama, Doğu için federasyon, Kuzey için iller özerkliği hedefinden vazgeçiliyor. Halkların örgütlenmelerinin genişliği, ademi merkeziyetçiliği ve demokratikliği federasyon ve iller özerkliğine tercih ediliyor.

Ortadoğu demokratik federasyonunun yerine ise bölge burjuva demokrasilerinin konfederal birliği konmuş oluyor.

Elbette bunlar önemli olmayan farklar, hatta, Kürdistan ulusal sorunu açısından federasyon ve iller özerkliği açısından ise bir gerilemeyi ifade ediyor.

Ancak gerçek böyle olduğu halde, Öcalan ve PKK, demokratik konfederalizmi siyasal program açısından da daha ileri göstererek yanılgı yaratmaya çalışıyor, ama hakkını teslim etmek gerekir ki, Demokratik Cumhuriyet programıyla uyumlu olduğunu vurgulayarak, gerçekte farklı olmadığını kabul etmiş oluyor.

irade kırılması, ideolojik teslimiyetçilik yanı sıra politik reformculuğa dönüşünce, Öcalan ve PKK’nin yeniden devrimci bir programı benimsemesi elbette beklenemez.

Ancak devrimci amaç ve programlar, temel sorunlardan kaynaklandıkları için, nesnel ihtiyaçları dile getiren bilinçtirler. Bugün, kapitalist-emperyalist sistem, ağır toplumsal yıkım yaratan sonuçları ve politik-askeri boyunduruk yaratan siyasi sistemiyle, burjuvazilerin emekçi sınıflar ve tüm ezilen ulus ve kesimler üzerinde egemenliğini güçlendirmiş biçimiyle sürüyor. İşçi sınıfı ve dünya halkları, devrimleri düne göre daha zorunlu kılan ve koşullayan bir biçimde devrimlere, dünya devrimine ihtiyaç duyuyorlar. Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya değin dünya çapındaki işçi-emekçi halk hareketlerinin yeni canlanışı ve yükselişi, bu devrim sürecinin habercisi ve öncü sarsıntılarıdır.

Aynı şey sömürge ve ezilen uluslar için de geçerlidir. ‘90’lı yıllarda, eski SB’nin nüfuz alanlarında ABD tarafından Bosna, Kosova Arnavutluk, Güney Kürdistan, kendi emperyalist egemenliğini kurmanm yedek gücü haline getirildiler. Ama Filistin’de, Kuzey Kürdistan’da ve ABD ve Batılı emperyalistlerin egemenliğinin olduğu alanlarda ezilen-sömürge uluslar, ulusal özgürlük için ayağa kalktılar.

Kuşkusuz, sömürgecilik çöktükten sonra doğrudan ulusal kurtuluş devrimleri, esasen çokuluslu yeni sömürge ülkelerdeki ezilen-sömürge uluslar ve emperyalistlerin işgal ettiği uluslarda gündemdedir. 20. yüzyılın ilk üç çeyreğindeki gibi dünya çapında doğrudan emperyalistlere karşı ulusal kurtuluş devrimleri gündemde değildir.

Ancak, doğrudan ulusal kurtuluş sorununun gündemde olduğu alanlarda, Türkiye, İsrail gibi ABD ve Batılı emperyalistlerin işbirlikçi sömürgeci burjuvazisinin boyunduruğuna karşı ulusal özgürlük için mücadele, devrimci rol oynamaya devam etmektedir. Sömürgeci boyunduruğu yıkacak bir devrimle ulusal kurtuluş mümkündür. ABD’nin ulusal hareketleri yedeklediği yerlerde ise ulusal hareketler elbette gerici rol oynadılar, ABD himayeci sömürgeciliği altında statüler elde ettiler. Ulusal hareketlerin bir devrim yönünde gelişmesini önleyerek, gerici bir sonla sonlandırdılar. Ancak, bu uluslar, bölge gericiliğinin sömürgesi olmaktan, ABD ve diğer emperyalistlerin askeri üs alanlarına, himayesindeki sömürgelere dönüştüler. Görünüşte federe veya özerklikleri ise, bunu örten ve ezilen-sömürge ulusların halklarını aldatan bir rol oynuyor, geçici olarak, kaba ırkçı baskıları azaltıyor o kadar. Bu ulusların özgürlüğü sorunu temel boyutlarıyla sürüyor. Bu ulusların halkları, bu kez de ulusal özgürlükleri için himayeci sömürgeci emperyalistlere karşı ayağa kalkma yollarını arayacaklar.

Komünistlerin ve tutarlı devrimci ulusal kurtuluşçuların, ezilen-sömürge ulusların özgürlük sorununu devrimci programla yanıtlamaları, karamsarlığa kapılıp, konjonktürel koşullan teorize ederek devrimci programdan vazgeçmemeleri gerekir.

Gerek doğrudan ulusal özgürlük devrimlerinde, gerekse yeni sömürge ülkelerin emperyalizme, yerli burjuvazilere karşı devrimlerinde ulusal özgürlük, ulusal bağımsızlık sorunu, kapitalizme karşı mücadele sorunuyla daha çok kaynaşmıştır. Kapitalizmin uluslararasılaşmasının boyutlandığı bugünün koşullarında, emekçi insanlık ve ezilen ulusların halklarının elbette emperyalist sisteme karşı, ortak büyük devletler kurmayı hedeflemelerinin önemi düne göre daha çok artmıştır. Dahası nesnel koşullan bugün daha elverişlidir. Ama bu amaç için mücadelede, Türk proletaryası ve halkını; kendi ulusundan burjuvazinin sömürgeci şoven engeli altında tutacak reform çözümlerinin değil,

Kürt ulusunun ayrı devlet kurma özgürlüğünü savunan bir çözüm düzeyine çıkarmamız gerekir. Sorunu sosyalizmin gelişine kadar erteleyerek değil, ama açıkça ve dosdoğru bir biçimde kaleme alınan ve baskıcı uluslar sosyalistlerinin iki yüzlülük ve korkaklığını da özellikle hesaba katan bir program önererek, ezilen ulusların kurtuluşunu istememiz gerekiyor. İnsanlık sınıfların ortadan kaldırılmasına nasıl ancak ezilen sınıf diktatoryası geçiş döneminden geçerek yol açabilecekse, ulusların kaçınılmaz birleşmesine de öyle, ancak bütün ezilen ulusların tam özgürlük, yani onlar için ayrılma özgürlüğü geçiş döneminden geçerek yol açabilecektir.

Büyük proleter enternasyonalist Lenin, ayrılma özgürlüğü için mücadele eden ezen ulus proletaryasının ancak ezilen ulus proletaryası ve emekçilerini birliğe kazanabileceği kararlılığını tavizsiz ortaya koyarak, devrimci programa sıkı sıkıya bağlı kaldı.

Öcalan, ulusların kaderlerini tayin hakkı ayrı devlet kurma anlamına gelmemeli diyerek de, reformcu çözümü benimsetmeye çabalıyor. Ayrılma özgürlüğü, her koşulda ayrı devlet değil, ama ayrı devlet kurma hakkı-özgürlüğünün gerçekleşmesidir. Devrimin kesin zaferiyle bu özgürlük gerçekleştirilmeli, o koşullardan sonra, ezen ve ezilen ulus emekçi halklarının gönüllü ve özgür birliğine dayanan, örneğin Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının, devrimci federe cumhuriyetleri birliği kurulmalıdır. Öcalan’ın burjuva devleti ortadan kaldırmaksızın ve federasyon çözümüne gerek görmeyen Demokratik Konfederalizmi ile özgür ve gönüllü birliğe dayanan Halkların Devrimci Federatif Cumhuriyetleri Birliği arasında, temelden fark var. Bu, halkların özgürlüğü açısından olduğu gibi, birliğe gidişleri açısından da temel bir farkı içeriyor. Halkların birliğine de devrimci özgürlüğü gerçekleştirerek gitmek gerekir, sömürge burjuva devletin varlığını koruyarak değil.

Reel politika mı? Reel politikerlik mi?

Program açısından değil, ama strateji ve taktiği, dünya, bölge ve ülkenin somut siyasal durum ve güç ilişkilerine dayandırmak, bu bakımdan gerçekçi bir politika izlemek, her ciddi ezilen sınıf ve halkın tutması gereken yoldur.

Ancak, bu, proletarya ve halkların, devrimini zafere ulaştırma hedefine bağlanırsa devrimci rol oynar, değilse elbette demokratik reformcu bir işlev görür.

Öcalan ve PKK, somut koşullara dayanmak adına, ‘soğuk savaş döneminde’ oluşturduğunu ifade ettiği devrimci program ve çizgisini reddetti. Reel politiker ve pragmatist bir ideolojik çizgide, devrimi red çizgisinde karar kıldı.

Ancak bununla yetinmedi. Reel politika adına, güncel koşullan analiz ve beklentilerinde de reel politiker ve pragmatist özelliğini gösterdi, göstermeye devam ediyor.

ABD’nin, emperyalist dünya egemenliği için dünyada bölgede izlediği saldırı stratejisinin demokrasi getireceği beklentisine girdi. ABD’nin, Castro ve Kuzey Kore devletine olası tasfiye saldırısını demokratik değişim olarak kutsamaya değin ileri götürdü. Bu gerici beklentiyi propaganda etmeye, bölge için strateji ve taktiklerinde bir etken kılmaya devam ediyor. Türk burjuvazisinin HPG’ye saldırı isteğiyle ABD’nin politikasının çakışma olasılığı yükseldiğinde, ABD’nin saldırılarının gerici niteliğini vurgulamaya, böyle olmadığı koşullarda, demokratik değişim olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

ABD’nin dünya ve bölgemizdeki saldırılarının emperyalist, gerici, sömürgeci niteliği tartışılmayacak denli açık. Chavez’e faşist darbeyi düzenleyen bugünün ABD’sidir.

Kürdistan ulusal sorunu açısından ele alırsak; ‘91’den itibaren, ABD, bölgedeki emperyalist hakimiyetini güçlendirme saldırısında, Baas rejimi yerine Irak’ta sömürgeci yönetimini kurmak için Güneyin Kürt ulusal hareketini yedekliyor. Doğu ve Güneybatı Kürdistan’da ise, ABD’ci iktidarlara geçiş için veya İran’a olası emperyalist savaş saldırısında yedekleme politikası izliyor. Yedeklemek için de buralarda, federasyon ve ulusal haklar statüsünü kabullenen emperyalist çözümle, Kürt ulusal hareketlerini karşı devrimle sona erdiriyor. Yarın Irak Arap burjuvazisinden güçlü bir işbirlikçi bulduğu zaman Kürtleri bir kenara bırakmakta hiç bir tereddüt göstermeyecektir. Kuzey’de ise, Türk burjuvazisi kendi işbirlikçisi olduğu için ulusal hareketi, ‘af ve küçük çaplı reformlarla sona erdirme-ezme politikası izliyor. Bugün birinci yönteme öncelik veriyorsa, Irak’taki silahlı direnişle uğraştığı için HPG’yle çatışmaya öncelik vermeyi kendi menfaatleri açısından yararlı görmemesi ve bunun Kürdistan çapında Kürt halkında yarattığı sempati yanılgısını kırma riski nedeniyledir. Yarın koşullar değiştiğinde veya Irak işbirlikçi yönetimini saldırtarak pekala HPG’yi savaşla tasfiye etmeyi öncelikli politika haline getirmemesi için bir neden yoktur. Nitekim Talabani işbirlikçi rejimin cumhurbaşkanı seçilir seçilmez dile getirdiği ‘peşmergeler ve milisler direnişçilere karşı savaşa sürülmeli’ politikası, HPG’ye karşı da bu güçlerin savaşa sürüleceğinin belirtisi değil mi? Türk burjuva sömürgecilerinin ABD’nin İncirlik’i kullanımını genişletme isteğini kabullenmesinin gizli pazarlığında HPG’yi savaşla tasfiye anlaşması yaptığını kim inkar edebilir?

Gerçek böyle olduğu halde, PKK Program taslağı (elbette Öcalan’ın analiz ve beklentilerine dayandırarak), ABD’nin bölgeye demokrasi getireceği gerici beklentisini sürdürüyor: “ABD, Büyük Ortadoğu Projesi adıyla yürüttüğü çalışmalarda ulus-devletle yeni sömürgecilik arası bir statüyü uygun görebilir. Bu, İkinci Dünya Savaşı ardından Marshall Planı çerçevesinde Avrupa ve Japonya’nın yeniden yapılandırılmasına benzer bir yaklaşım olmaktadır.

Bu yeniden yapılanma hedefinin esas mantığı, ...başta kadın olmak üzere toplumsal alanda özgürleşme ve siyasette sistem çerçevesinde demokratikleşmedir.

Siyasi sınırlan pek fazla değiştirmemekle birlikte, Afganistan ve Irak’ta görüldüğü gibi, katı merkeziyetçi-bürokratik yapıdan esnek, yerel yönetimleri güçlendirilmiş, federasyona kadar gidebilen daha demokratik bir siyasi yapılanmayı tercih edecektir.” (Program Taslağı) ABD’den bölgesel demokrasi ve Kürt ulusal sorununa demokratik çözüm beklentisi yalnızca gerici bir hayal olarak kalmayacaktır. PKK’nin de bu gerici hayale kapılması günahının cezası, Kürt ulusal mücadelesinin diri güçlerinin ezileceği bir trajediyle ödenecektir.

Milliyetçiliğin alternatifi burjuva demokrasisi mi?

Bölge sömürgecilerinin ırkçı-şoven gericiliğinin, halkları birbirine düşman etmek ve kırdırmaktan başka bir rol oynamadığı tarihsel ve güncel bir gerçektir. Bu gerçek, Kürt halkıyla ezen ulusun halkları arasındaki ilişki açısından güncelliğini sürdürüyor.

Sömürge bir ulusun haklı ulusal davasının öncülüğünü fiilen yürütmekte olan Kürt ulusalcılığı, bunu önlemeye elbette yetmiyor. Bazı somut koşullarda, örneğin bugün Güney Kürdistan’da, ABD’ye yedeklendiği gibi gerici bir rol oynayarak, bu güvensizliği ve ulusal düşmanlıkları büyütmeye katkıda da bulunuyor.

Sömürgeciliğin şoven-ırkçı ideolojisinin devrimci alternatifi, halkları kaynaştıracak, işçi sınıfı ve halkların birliğini geliştirecek alternatifi elbette ulusalcılık (milliyetçilik) değildir.

Ama ezilen ulus milliyetçiliğinin alternatifi de burjuva demokrasisini hedefleyen ulusal reformculuk değildir. Hatta ulusal uzlaşıcılık ile ‘uzlaşmaz milliyetçilik’, milliyetçiliğin iki tezahüründen başka bir şey değildirler.

Öcalan ve PKK, ‘uzlaşmaz ulusal devrimcilikken ulusal reformculuğa geçerken, ulusalcılığın bu iki biçimini sergiledi. Birincisinde devrimciydi ikincisinde reformculaştı.

Barzani ve Talabani ise, dün de bugün de ulusal reformcu çizgideydiler. Ama, Baas sömürgeciliği uzlaşmaz davrandığı için silahlı direnişle burjuva reformculuğunu bütün dönemler boyunca sürdürdüler. Ancak dün ilerici demokratik bir rol oynarlarken, bugün ABD emperyalist savaşının yedeği ve işbirlikçisi pozisyonunda bulunarak, gerici bir rol oynuyorlar.

Ancak devrimci ve ilerici rolü döneminde de gerici rolü döneminde de ezilen ulus ulusalcılığı (milliyetçiliği), işçi sınıfı ve halkların birliğini sağlama yeteneğinden yoksundur. Bu gerçek Kürt halkı açısından da, Filistin halkı açısından da geçerlidir. Halkları kırdıran emperyalistler ve İsrail siyonizmi, Türkiye-Iran-Irak-Suriye sömürgeciliği olmasına,

Filistin ve Kürt milliyetçiliğinin, halkların kanma eli bulaşmamış olmasına rağmen, ezilen ulus milliyetçiliğinin emekçilerin ve halkların birliğini gerçekleştiremeyeceği ve gerçekleştiremediği gerçeği geçerlidir.

Dolayısıyla sömürgeci, şoven, emperyalist milliyetçiliğin devrimci alternatifi ezilen ulus milliyetçiliği değildir. Çünkü hangi rolü oynarsa oynasın, ezilen ulus milliyetçiliği, değişik uluslardan emekçilerin ve halkların birliği gibi büyük tarihsel devrimci enternasyonalist ilerlemeyi sağlayacak bir ideoloji de değildir, zaten böyle bir amaca sahip de değildir. Hatta bu gerçek, Çin-Vietnam-Kamboçya çatışmalarında da yaşandı. Bu ulusal çatışmalara yol açan, küçük burjuva devrimciliğinin ‘ulusal dar görüşlülükle malul olmasıydı. Bu çatışmalar şahsında, halkların birliğini ancak proletaryanın devrimci entarnasyonalizminin sağlayacağı acı bir şekilde kanıtlanmış oldu.

Bugün ABD işbirlikçisi güney Kürt milliyetçilerinden farklı olarak, Öcalan ve PKK, Türk sömürgeciliğinin, Türk-Kürt çatışması geliştirmesine karşı, Irak’ta, halkların düşmanlığının geliştirilmesine karşı bir rol oynuyor. Ancak, burjuva demokrasisi hedefi, halkların sömürgeciler ve emperyalistler tarafından düşmanlığa sürüklenmelerine engel olmaya yetmez. Pekala burjuva demokrasisi altında da egemen ulus burjuvazileri, şoven milliyetçiliği körüklemeyi ve halkları düşmanlığa sürüklemeyi sürdürürler. Burjuva demokrasisi altında Ingiliz emperyalist burjuvazisi, İrlanda halkına karşı, Hindistan halkına karşı, diğer sömürgelerindeki halklara karşı şoven milliyetçiliği sürdürmedi mi? Fransız burjuvazisi Cezayir halklarına, Vietnam halkına karşı şoven milliyetçiliği sürdürmedi mi? Bugün de Korsika halkına karşı sürdürmüyor mu?

Bunlara karşı ezilen ulus milliyetçiliği -devrimci ve ilerici niteliğini koruduğu sürece siyasal alanda düşmanlık yaratmada bir suçu olmadığı halde elbette düşmanlığı giderecek yeteneği gösteremez. Gerici rol oynamaya başladığında ise halkların birliğini gerçekleştirme yeteneksizliğini aşarak elbette düşmanlığı artırmada rol oynar.

Ama ezilen ulus milliyetçiliğinin de alternatifi, burjuva demokrasisi üzerine ilkeli uzlaşma çizgisini benimseyen liberal demokratik bir ideoloji değil, proleter enternasyonalizmidir. Kapitalizmin uluslararasılaşmasının ilerlediği günümüz koşullarında, işçi sınıfı ve halkların enternasyonalist birliğinin maddi temelleri gelişmiştir. Devrimci proleter enternasyonalizmi ihtiyacı artmış ve koşullan da gelişmiştir. Emperyalist militarizme ve savaş kaynakçılığına karşı da, gerici milliyetçi düşmanlık ve boğazlaşmalara karşı da, ezilen-sömürge ulus milliyetçiliğine karşı da tek seçenek, proletaryanın devrimci enternasyonalizmidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi