Değişim İçin Ekvatorlu Kadınlar Konfederasyonu: CONFEMEC’in Ulusal Başkanıyla Röportaj

Bize öncelikle örgütünüz CONFEMEC’i tanıtabilir misiniz? Ne zaman ve nasıl kuruldu? Amaçları vb.

Teşekkür ederim. Önce sizi selamlamak istiyo­rum. Ben CONFEMEC örgütünü temsil ediyorum ve size nasıl bir örgüt olduğumuzu ve nasıl kurulduğu­muzu anlatmaktan büyük sevinç duyuyorum. CONFEMEC’i Haziran 1998’de kurduk. Biz yaklaşık 300 delegeyle Ekvatorlu kadınların 1. Ulusal Toplantısı’nda bir araya gelmiştik. Ülkenin her tarafından ge­len kadınlardık, ama biz parti çalışmasının değişik cephelerinden gelen delegelerdik. Amacımız, kadın­ları örgütleme çalışmasını, özellikle halk sektörlerin­de tekrar nasıl başlatabileceğimizi analiz etmekti. Bu toplantıdan Değişim İçin Ekvatorlu Kadınlar Konfe­derasyonu ortaya çıktı. Bizler bugüne kadar, yani 6 yılda, sonradan anlatacağım önemli bir çalışma yürüt­tük. Ayrıca CONFEMEC’i kurmadan önce de tarihsel bir geçmişimiz var.

70’li yıllarda (sanırım 1974 idi) partinin siyasal çalışmasının üniversite sektöründe belli bir ağırlığı­nın olduğu, görüldüğü süreçte, bir kadın öğrenci grubumuz vardı. Bu grupta kadınları siyasal devrim­ci faaliyetlere katmak için ilk defa parti içinde özel bir kadın çalışması başlatma görevini önümüze koy­duk. Bu, özel bir çalışma alanı olarak kadınların ör­gütlenmesi açısından tarihsel bir adımdı. O zamanki parolamız: Kadınlar için eşit haklar ve görevler. Çün­kü o zaman, yani 30 yıl önce biz kadınların üniver­sitelerdeki varlığı daha azdı. Biz, partiye bağlı ve par­tide çalışan ve özel bir çalışma başlatmayı partiye öneren bir grup kadın komünisttik. Eğer o yıllarda kadınların üniversitelerde daha fazla etki yaratmaya başladığını dikkate alırsak, bunun elbette ki biz gençlerin (ki bende o zaman bir gençtim) kazanımı olan parasız eğitim, eğitimin özerkliği ve herkese üniversitede eğitim hakkı mücadelesiyle yakından il­gisi var. Kadınların üniversiteye engelsiz girme hak­kının kazanılması sayesinde birçok kadın farklı fa­kültelere girme olanağına kavuştu.

Üniversitelere engelsiz girebilme hakkı ne zaman kazanıldı?

Bu 1968'de oldu. O zaman genç öğrenciler üni­versiteleri ele geçirdi ve birçok hakkı kabul ettirdi. Bundan, biz sonradan gelenler de faydalandık. Genç kadınlardan üniversite tugayları oluşmaya başladı. Bu gruplarda kadınların devrimci mücadeleye katılması­nı özendirmek için yoğun siyasal faaliyet yürüttük. Birçok farklı grup örgütledik. İsçi sendikalarının mü­cadelesiyle dayanışma faaliyeti yürüten bir genç kadın grubu da vardı. Bu süreçte sendikal mücadelede de bir sıçrama oldu, sendikal mücadelede birçok hak ka­zanıldı. Örneğin başka fabrikalarda grevde olan isçi­lerde dayanışmak için yapılan dayanışma grevleri. Bu dayanışma eylemleri, bir fabrikayla başka fabrikalar arasında ilişkilerin gelişmesini sağlıyordu. Bu bağlam­da kültürel çalışma üzerinden yapılan dayanışma ey­lemleri de vardı. Grevdeki isçileri ziyaret etmek ve da­yanışma göstermek amacıyla sendikalarda tiyatro, müzik vb. grupları vardı. İsçilerin mücadelesiyle da­yanışma mekanizmaları ve yöntemleri geliştiren bir genç kadın grubu oluştu. Bu olumlu örnekler, sonra­dan 1978'lerde Kadınların Demokratik Cephesi'ni (KDC) oluşturmak için bize yeterince olanak sunu­yordu, ki bu partinin revizyonizmle köprüleri attığın­dan sonra oluşan kadınların ilk sol siyasal cephesiydi. Daha önceki süreçte de sonradan revizyonistleşen ör­güt tarafından yönetilen devrimci kadınlar vardı. An­cak PCMLE'de bunlar, kadınların ilk örgütlülük de­neyimleriydi.

O dönemde küçük bir kadın grubundan oluşan ilk kadın örgütü çalışmalarına başladı. Ben de bu cep­he içindeki çalışmada yer alıyordum. Çalışma alanları daha çok semtler, ev kadınları, bazı sektörlerde isçi kadınlar ve öğrenciler, yani lise ve üniversitelerdi. Bu örgüt büyük bir gelişme gösterdi ve bütün ülkeye ya­yıldı. Mücadele içinde önemli bir siyasal yer edindi. Özellikle antiemperyalist mücadelede, bir banka-finans tekeli olan Citibank’ın ülkede bulunmasına kar­şı, KDC önemli bir siyasal mücadele geliştirdi. Çünkü Citibank illegal bir şekilde dış borçlan, yani ülkemi­zin sahip olduğu borçları istemişti ve kadınlar buna karşı önemli bir mücadele yürüttüler. Yıl 1984 idi ve bu mücadele ülkemizin her yanına yayılmıştı. Kadın­lar, “el Nino”nun yarattığı zarar için yürütülen ulusal dayanışma mücadelesinde de öne çıkan bir rol oyna­dılar. Bunu bilip bilmediğinizi bilmiyorum. Bu bir doğa fenomeni. Denizin yükselmesi, kuraklık veya şiddetli yağmurun yağması şeklinde kendisini göste­riyor. Özellikle kıyı bölgeleri su altında kalıyor, top­raktan yapılmış evler yıkılıyor ve bitkiler tahrip olu­yor. İnsanlar çok acı çekti. Ne evleri, ne toprağı, hiç­bir şeyleri kalmamıştı. Ekvator Köylüleri ve kıyı şeri­dinde Halkıyla Ulusal Dayanışma Örgütünün öncü­lüğünü yapan bizim KDC’deki yoldaşlarımız oldu. Ana yönetici güçler de bu çalışmaya katıldılar ve on­lardan birçoğu, KDC’nin bir parçası olarak, kamu­oyunda tanınan siyasi şahsiyetler oldular. Örneğin Alicia Norona KDC’nin başkanıydı ve burada, baş­kentte ilk kadın belediye başkam adayı oldu. Demok­ratik Halk Hareketi (MPD) adına KDC’nin de yer al­dığı ortak bir platformla seçime girdi. Seçimleri kaza­namamasına rağmen, olağanüstü bir kampanya yü­rüttü, çünkü çok etkileyici bir siyasal eğitime sahip olan çok kaliteli bir önderdi. O, halkın örgütleriyle, demokratik ve devrimci güçlerle nasıl birlikte çalışıla­bileceğini ve politik etkisi yüksek önemli eylemler ya­pılabileceğini gösteren bir örnekti. Kadın örgütünden gelen ve oldukça öne çıkan diğer bir yoldaş da Maria Eufenia Lima idi. O da ilk kadın Cumhurbaşkanı ada­yı oldu ve önemli deneyimler kazandı. Son seçimler­de de başkent Quito belediye başkanlığı adayı oldu ve şimdi Quito belediye meclis üyesi. Tabii ki bu önem­li bir belediye meclisi ve o, MPD adına seçildi. Parti içerisinde bu çalışmadan sorumlu olan yoldaşların büyük çabası/yarışı, verdikleri emek büyük bir saygı kazanıyordu. Bir anımı anlatırsam: Ben bu yoldaşların sorumluluğu altında değildim, ama bu partinin en es­ki aktivistlerinden biriyim, belki de en eskisi. O dö­nemde “En Marcha” (partinin legal merkezi yayını ç.n.) gazetesinin satışı için bir kampanya düzenlen­mişti. Hangi örgüt veya hücrenin en fazla gazeteyi sa­tacağı, (meydanlarda, sokaklarda ç.n.) bağırarak ga­zeteyi tanıtacağı merak ediliyordu. Bu satış kampan­yası içerisinde, parti politikasını yayma, değerlerini kavratma, kitlelerle bağlar kurma açısından en fazla çalışan parti örgütüne parti kongresinde parti bayrağı verildi. Ve bu kampanyayı Kadınların Demokratik Cephesi’nden yoldaşlar kazandı. Bunu hatırlıyorum ve arada anlatmak istedim.

Bu dönemin başka hangi derslerinden söz edebilirsiniz?

Tabii ki kadın çalışmasını yürütmede partinin ba­zı hataları da oldu. O döneme kadar kadın yoldaşlar, özel bir çalışma alanı olarak kadın çalışması yürütü­yorlardı. Bu alanda özel olarak örgütlenmiş hücreler­de mücadele yürütüyor ve tüm faaliyetini ve çabasını kadınlar arasında çalışmaya veriyorlardı ve bu alanda büyük başarı da kazanıyorlardı. Zaten çok tanınan, önemli bir örgüttü ve PCMLE’ye güç toplamakta önemli bir paya sahipti. Fa­kat sonradan parti yönetimi içinde bir tartışma oldu ve sadece kadın hücrelerinin ol­mamasına karar verildi. Parti birdi, kadın ve erkek yoldaş­lar parti içinde eşit şekilde entegre olmalıydı. Özel bir kadın çalışması gerektirecek bir neden yoktu. Bu çalışma tarzı, ideolojik sapmalara götürürdü ki bu da KDC’nin yanlış bir çizgiye girmesine yol açardı. O halde her kadın hücresi başka bir parti hüc­resine, örgütüne katılmalıy­dı. Bazıları üst yönetici ör­gütlere, bazıları orta derece­de yönetici örgütlere, bazıla­rı da tabandaki hücrelere ka­tıldı. İster semt hücresi ol­sun, ister öğrenci, isterse de öğretmenler içinde olsun, yani mücadelenin değişik cephelerinde. Ve zorluklar orada başladı. Yoldaşlar bizi bilgilendirdi ve biz de durumu analiz ettik. Ve gördük ki, hücrelerin görev­leri tartışıldığında, kadınlar arasındaki çalışma görevi hep en sonuncu görev olarak görülüyordu. Bazen kadın yoldaşların çok önemli görevleri oluyordu, çünkü onlar merkezi düzeyde önderlerdi. Örneğin kadın yoldaşlar benim KDC içerisinde görevlerim var de­diklerinde, kendilerine, "hayır’’ sen bu örgütün dedi­ğini, aldığı karan yapmak zorundasın, çünkü senin çalışma alanın bu. Sen hem hücreye ve hem de parti­ye alman kararın ve yapılması gereken işin hesabını vermek zorundasın, denildi. Ve böylece kadın yol­daşlar da giderek genel çalışmaya, partinin başka alanlarındaki çalışmalarına öncelik vermeye başladı­lar. Kadınlar arasındaki çalışma bir yana bırakıldı. Bu o kadar ileri gitti ki, kadın çalışması yok durumuna geldi. Bu geniş çalışma alanı yok edildi ve bu çalışma­da sorunlu olan kadın yoldaşlar da parti içinde pes et­tiler. Bunun da ötesinde, kadın yoldaşlar yeterince anlaşılamadıklarında, görevlerini yerine getiremedik­lerinde eleştiriliyor ve hesap soruluyordu. Bu konuda anlayış veya müsamaha yoktu. Bu sorunun ne zaman başladığını tam olarak hatırlamıyorum, ama bu so­runları parti içinde bir özeleştiri süreci olarak tartış­tık. Kadın çalışmasının durumu hep biraz belirsiz ka­lıyordu.

CONFEMEC düşüncesi nasıl oluştu?

Öncelikle bunun ülkemiz kadınları arasındaki gelişmelerle bağı olan diyalektik bir süreç olduğunu söyle­yebiliriz. 90’lı yıllarda her tarafta ka­dın örgütleri ortaya çıkmaya başladı. Kırlarda, şehirlerde, Kızılderili (yerli) kadınlar arasında, siyahlar arasında, işçiler arasında, her yerde kadın ör­gütleri kurulmaya başladı. Ama bun­lar, sosyal demokrasinin etkisi altında olan örgütlerdi ve NGO’larla çok ya­kın ilişkili Yardımlaşma Örgütleri idi. Bu dönemde cinsler arasında eşitlik/eşit haklar sorusu oldukça öne çıktı. Her tarafta cins sorunu tartışılı­yordu. Üretim sorununda, bağımlı ülkelerin gelişim stratejisine ilişkin önerilerde hep kadın sorunu görül­mekteydi. “Gelişim için kadınlar’dan cins sorununa kadar. Cins, bir kate­gori, bir unsur olarak, eşit koşullar al­tında kadınları değişik alanlarda entegre etmek, ama esas olarak ekonomik ve toplumsal alanda. Bu sadece Ekvator’un bir sorunu değil, bu, bağımlı ülkeler için bütün dünyada varolan genel bir sorun. Bu sorun, ABD emperyalizminin stratejisine de cevap vermekte. “Üretici işlerde entegrasyonun kenarında duran, ken­disini üretim ve kamu alanında entegre etmek için ye­tersiz eğitim ve koşullara sahip olan kadınları nasıl entegre etmek gerekir?” Yani eşit görevler ve haklar mücadelesi sorunu, NGO’ların, Yardımlaşma Örgüt­lerinin sorunu oldu ve sorun, kadınları gelişime nasıl katarız sorununa çevrildi. Kadın sorununa bu refor­mist bakış açısında ve pratiğinde büyük gelişme ya­şandı. Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da da ör­gütler böylesi projeler üretmeye başladı. Kadını en­tegre etmek için projeler, üretim, hammadde sevkiyatı, krediler üzerine projeler. Temel konu, kadınları kendi yeteneklerini geliştirecek duruma getirmekti. Kadını işgücü olarak eğitmekti, biraz daha kalifiye yapmaktı, ama işgücü olarak. Kadının yaptığı iş, o za­man da, şimdi de ikincil sırada görülüyor ve emekçi kadınların aldığı ücret, ana ücret olarak görülen erke­ği düşük ücretinin tamamlayıcısı olarak görülmekte. Kadın eylemleri gelişmekte, kadının politik katılımı sorunu tekrar gündeme taşınmaktaydı. Anlatılması karmaşık bir konu, ama bu dönemde Berlin duvarı­nın yıkılması da bir rol oynamaktaydı. Sol partiler, hatta kendilerini komünist olarak tanımlayan bazdan da ilkelerini terk etmeye başladılar. Emperyalizm, ko­münizme karşı saldırısında atağa geçti. Sol partilerde, Hıristiyan solda, Sosyalist Parti’de, revizyonist parti­lerde, troçkist gruplarda, anarşist gruplarda çalışan ve politik, ideolojik eğitim almış bu kadınlar, NGO’lara katılmaya başladılar. Böylece katılımlarını sağlayacak yollar bulmaya çalıştılar. Bu kadınlar, sosyal demok­rasi ve NGO’lar tarafından emildiler. Belli bir siyasi eğitim almış bu kadınlar da, bu örgütlerde çalışmayı kendileri için önemli bir olanak görüyorlardı Üret­kenlerdi, yaptıkları projeler de süperdi. Sorun, şu fe­nomenle iç içeydi: Kadın işgücünü daha iyi koşullar­da değerlendirmek ve bunun için kapitalizmin gerek­liliği, kapitalizmin krizini ve getirdiği yoksulluğu, ka­dınları ve aileyi üretici bir işe bağlayarak çözme, yani kapitalist üretim yöntemlerini daha iyi geliştirme em­peryalist politikasını yaşama geçirme. Burada Ekva­tor’da, bütün Latin Amerika’da olduğu gibi, partiler üstü olan politik örgütlenmeler kurulmaya başlandı. Politik kadınlar deniyordu, ama bir parti üyesi olarak değil, özellikle sol bir siyasi parti üyesi olarak hiç de­ğil. Komünizme karşı, devrime karşı, temelden top­lumsal değişime karşı. Onlar, kadınlar için politika yapalım, biz kadınlar erkeklerin politika yapmadaki hatalarına kurban olmayalım, diyorlardı. Bu reformist bir feminizm, kadınları siyasi partilerden uzak tutma­ya çalışan oportünist bir feminizmdir. Fakat bu opor­tünizm daha çok da kadınları işçi sınıfının partisin­den uzak tutmaya çalıştı. Kadın işçiler, partileriyle buluşamasınlar diye, partilerinden izole edilmeye ça­lışıldılar. Partimize, PCMLE’ye katılmasınlar diye. Ta­bii ki, bu politika genel olarak sola da karşıdır. Bu ka­dınlar, devrime karşı itfaiyeci oldular, devrim ateşini söndürmek için. Cinsiyetçi kadın hareketinin ide­ologları olanlar, soldan gelen kadınlardı. Bu kadınlar, elimizden inisiyatifi aldı. Çünkü biz Marksist Leninist Komünistler bu süreçte ne cins sorunuyla ilgilendik, ne de bu sorunun bizim için bir önemi vardı. Biz bu sorunu belki de emperyalizmin kullanmak istediği bir sorun olarak görüyorduk. Biz sınıfsal açıdan mü­cadeleye devam ediyorduk ve sorun bizim için biti­yordu. Bu da bir hataydı. Hataydı, çünkü biz hemen başlamadığımızdan geciktik. Bu reformistler ve em­peryalizm, kendisini nasıl ve neden böyle yayabiliyor? Meydanı onlara bırakmamak ve kadın kitleleri arasın­da etkilerini yaymalarını önlemek gerekiyordu. Tabii KDC dağılmış durumda olduğundan, emperyalizmin ve reformizmin bu saldırısına karşı kadınlar cephe­sinden karşı koyacak örgütsel taktik geliştiremiyorduk.

Onlar, “Kadınların Siyasi Koordinasyonu” adında ve bugün de hala varlığını sürdüren bir örgüt kurdu­lar. Koordinasyon kendisini böyle tanımlıyor, çünkü bütün politik kadınların, her türlü siyasi eğilimlerin, her renkten ve kesimden kadınların koordinatörlüğü görevini üstlenmiş. Yaklaşımları: “Biz kadınların so­runları aynı, biz cinsiyetimizden dolayı horlanıyoruz. Biz iki kat çalışmak zorundayız. Biz baskı ve sömürü­yü üç kat yaşıyoruz.” Yani tüm bu noktaları, onların yeni keşfetmedikleri, Marksizm’in ideologlarının sa­vunduğu düşünceleri bu kadınlar devraldılar, manip­le ettiler ve kendi çıkarlarına göre kullandılar. Biz o zaman, buralarda neler oluyor ve bizim müdahale et­memiz için ne gibi olanaklar olduğunu görmek için buralara gittik. Ve partinin yönetimi altında dedik, ta­mam, bu alan Ekvator kadınını ilgilendiren yeni bir alan ve biz bu alana nasıl gireceğimize bakmalıyız. Çünkü biz kendimizi kitlelerden, bütün bu kadınlar­dan izole edemezdik. Ve biz de katıldık. Bu kadınla­rın, UNIFEM’den, Hollanda, Kanada ve İngiltere’den gelen ne kadar çok maddi güçle çalıştığını gördük. Yapacakları işler ise önceden belirlenmişti. Yönetimi onlar oluşturuyordu. Mücadele içerisinde bir araya geldiğimiz birkaç kadınla birlikte yönetime yedek bir üye sokmayı başardık. 16 kişilik yönetim kurulunun 8’i asıl üye, 8’i de yedek üyeydi ve biz ancak tek bir yedek üye sokabilmiştik. Bu, bugün de harekette ha­la çok saygı duyulan bir yoldaşımızdı.

Herkes “Kadınların Siyasi Koordinasyonunda yer aldı. Sağcısından solcusuna kadar. Temel yaklaşımı, her alanda, kamu ve siyasal alanda cinsler arasında eşitlik için çalışmaktı. Bu partilerde de. Peki, sağcı partilerde cinslerin eşitliği için nasıl mücadele verilir? Bu olanaksız, bunu yapamayız yaklaşımları. Ve biz mücadele yürüttük. Tartışmalar yürütmedik değil. Biz, Marksist teori ile bu tür yaklaşımlara karşı müca­dele ettik. Ama bizim daha iyi müdahale edebilmek için ne örgütsel, ne de siyasal gücümüz vardı. Kısa bir süre bu çalışmaya katılıyorduk, sonra bu çalışmanın bir şey getirmeyeceğini düşünüyorduk. Ayrıca em­peryalizm tarafından yönlendirilen, bol maddi olana­ğa sahip ve bu parayla istediğini yapan bir örgütte ne­den zaman kaybetmeliydik ki! Bunun dışında biraz tereddüt de etmeye başlamıştık, çünkü kadınlar da oportünist, pragmatist bir düşünce geliştirmeye baş­lamışlardı. Bunun, bugüne kadar da büyük bir ağırlı­ğı var. Çünkü çok fakir bir semte veya mahalleye gi­dildiğinde, hemen bir proje yapalım, deniyordu. Peki, bu projenin parası nereden gelecekti? Yani buradaki ilk düşünce hemen bir proje oluşturmak, ama bu siyasal bir proje değil. Bu, yaşamı nasıl de­ğiştirebileceğimizin projesi de değildi. Sadece böyle bir projenin nasıl ve nereye verileceği ve nasıl para alınabileceği önemliydi. Bu koordinasyon ve bu kadınlar, ka­dın hareketinde çok kötü bir rol oynadılar. Önemli bir rol de oy­nadılar ve bugün de oynuyorlar, bunu inkar etmemeliyiz. Burju­vazi için, kapitalizm sınırlan için­de her biri gerçekten önemli birer baş aktör oldu. Tabii ki onlar çok da destek aldılar. Örneğin bir si­yasal sorun gündeme geldiğinde, medya hemen bu baş aktör ol­muş kadınlara gidiyor ve onlarla röportajlar yapıyordu. Ne tür gelişmeler olursa olsun, bu kadınlar hep sahnedeydi. Bu da onların büyüme­sini sağladı. Önemli birer politikacı olarak kendileri­ne yer edindiler. Burjuvazi için bu kadınların değeri farklıydı, bunlar ağırbaşlı, çalışkan, zeki, başkaların­dan farklı ve yeni önerilere sahiptiler, vs. Burjuvazi şı­marttıkça şımartıyordu.

Tüm bunlar 90’lı yıllarda gelişti. Onlar, istediğini yapıyorlardı ve her olanağa sahiptiler. Bu durum, biz bazı komünistleri sinirlendiriyordu. Kendimize, biz yeteneksiz değiliz diyorduk. Tarihsel olarak biz hak­lıyız. Biz devrimci bir teoriyle düşünmekteyiz, bu da bize, içinde yaşadığımız anı ve koşullan analiz etme, anlama ve emekçi kadınlara devrimci bir alternatif sunma olanağı veriyordu. Biz bu gruptaki kadınların, büyük entelektüellerin siyasi ve toplumsal elit tabaka­sına dönüştüklerini görüyorduk. Kendileriyle konuş­tuğumuz diğer kadınların ise, burnu havadaydı. Ne de olsa cins, feminizm konularını ve sorunlarını en iyi onlar bilirlerdi, kadınlar nasıl politikaya katılırdı, on­lar bilirlerdi. Bunun dışında bu kadınlar burjuvazinin kendilerine sunduğu olanaklarla ilginç şeyler de yap­tılar. Örneğin, bazı kanunlar önerdiler: Ailede ve Dı­şarıda Kadına Şiddet Uygulanmasına Karşı Kanun, fi­ziki, psikolojik, cinsel, aile içi şiddete karşı. Onlar devlet kuramlarının kadınları desteklemesini sağladı­lar. Onlar anayasa reformu için öneriler sundular ve cinslerin eşitliği için anayasaya bazı normların girme­sini sağladılar. Bu tür şeyler onlara önemli siyasi plat­formlar yarattı. Ama bütün paralarıyla, ki ellerinde hala var, kadınların yoksulluğunu minnacık da olsa kontrol altına alamadılar. Tam tersine, bu ciddi olanaklara rağ­men ülkenin fakirliği onların da yok edemediği bir sorun, çünkü bu sistemden kaynaklanan bir so­run, yapısal bir sorun. Biz, bu bi­zim için, parti için bir olanak de­dik. O halde solun devrimci bir önerisi olarak alternatif bir öneri, herhangi bir kadın için değil, emekçi kadınlar için, halk kat­manlarından kadınlar için, nasıl sunabiliriz, buna baktık. Biz bir öneri hazırladık ve partinin mer­kezi önderliğine sunduk. Parti önderliği içinde bazı küçük şüp­heleri olan yoldaşlar vardı, ancak esas yönetim, Ekvator’daki refor­mist kadın hareketinin ulusal si­yasal yaşamda önemli aktörler haline geldiklerini, an­cak bu hareketin karşı devrimci önderliğe sahip oldu­ğunu gözlemlemişti. Parti önderliği, bazı yoldaşların, on yıllar boyunca elde ettiğimiz deneyimlere dayana­rak bu çalışmayı yeniden başlatma kararlılığına olum­lu bakıyorlardı. Ve bir grup kadın yoldaşla bu çalış­mayı yeniden başlattık.

Size bu arada bir olayı anlatmak istiyorum, ama bu liberalizm değildir. Parti çalışmasının kurulan ilk merkezi komisyonu sadece partililerden oluşmuyor­du. 2 veya 3 tanesi partili, diğerleri bir dönem aktif olmuş ve sonra parti dostlan olarak kalmış kadınlar­dan oluşuyordu. Yani sadece partililerden oluşacak bir kadın komisyonu oluşturmanın bile olanakları yoktu. Parti içinden de karşı çıkışlar vardı. Hem er­keklerden, hem de kadın yoldaşlardan. Bu da başka bir olay. Bir kadın yoldaşa gidip neden gelip bizimle çalışmıyorsun, kadınlar arasında bu çalışmanın ör­gütlenmesine yardım etmiyorsun? diye sorduğumuz­da, “Ben mi? Ne suç işledim ki? Ben parti politikasına karşı değildim ki, beni kadın çalışmasına göndererek cezalandırıyorsunuz.” Yoldaş, “Tamam, bu önemli bir çalışma alanı, ama ben kadınlarla çalışmak istemiyo­rum, ben her alanda çalışmak istiyorum, işçi, köylü, gençlik çalışmasında, hangi alan olursa olsun. Ama kadın çalışmasına değil, çünkü kadınlarla uğraşmak çok zor” diyordu. Yani sadece dışarıya karşı değil, içe­ride de ideolojik bir mücadele geliştirmek gerekiyor­du ki, ustaların söylediği, kadınların katılmadığı bir devrimci mücadele ve devrimin olamayacağını kavra­tabilelim. Kadın, yandan azı veya fazlası değil. O, annelik rolünde de olsa, eş olarak da, çocuklarla ilgile­nen olarak da olsa, hep düşünce iletendir. Kadın, insanlıgm yeni nesillerini kalıba döküyor. Eğer bir ka­dın devrimci bir bilince sahip değilse, eğer bir anne ilerici, demokratik bilince sahip değilse, o zaman ço­cukları da öyle yetiştiriyor. Demek ki, kadın insanlı­ğın sadece yarısı değil, özgün bir yansı. Hala omuzla­rında yeni nesilleri, çocukları yetiştirme sorumlulu­ğunu taşımakta. O halde biz önemli bir görev gerçek­leştirmek zorundayız. Bu düşünce böyle oluştu. İlk başta, tamam bu işe başlayalım diyen birkaç kadın­dık. Merkez komitesi bizi destekledi ve çalışmayı for­müle etmekte başı çekti. Gerçi deneyimlerimiz vardı, ama şimdi hangi özgün yanlar var, CONFEMEC’e na­sıl bir karakter vermek istiyoruz gibi soruları kendi­mize sorduk. Cevap olarak, birincisi bu siyasal bir cephe olmalıdır, dedik. Kadınların siyasi bir örgütü. Herhangi bir örgüt değil, devrimci, sol bir iddiası ol­malı. Yani, “Biz solcuyuz, değişim istiyoruz, sosyaliz­mi istiyoruz, emperyalizme karşı savaşıyoruz. Biz böyle solcu politik kadınlarız” diyebilmeliydik. Fakat geniş bir örgüt olmalı, kadınlara bir engelleri barındırmamalıydı. Kadınların olduğu her alana gitmeliyiz ki, onlara kendi sorunları, talepleri ve özgünlükleri doğrultusunda örgütlenme olanağı yaratalım. O hal­de, geniş, federatif bir örgütlenme olmalı, CONFEMEC’in kendi örgütleri kurulmalı, ama varolan kadın örgütlerine de CONFEMEC’e katılabilmeleri çağrısı yapılmalıydı. Örneğin, üniversitelerde, Cuenca’daki devlet üniversitesinde önceden varolan ve varlığını sürdüren kadınların sol bir cephesi var. Bu örgüt CONFEMEC’ten önce de vardı. Prensiplerimiz aynı olduğundan bu örgüt bize katıldı. Başka bir grup da olabilir, örneğin annelerden, gazetecilerden oluşan bir grup veya başka her hangi bir grup, yeter ki pren­sipleri CONFEMEC’inki ile uyuşsun.

Bu adım, emperyalizmin komünizme saldırısına karşı koymak için partinin karan doğrultusunda bir başlangıçtı. Komünizmin sadece ölmediğini değil, ya­şayan bir ideoloji, canlı bir doktrin ve insanlığımız için bir umut olduğunu göstermeliydik. Bu umut, gençliğe, işçilere, Kızılderililere (yerli halk) ve ülke­mizin değişik halklarına, bu halkların bir parçası olan kadınlara taşınmalıydı. Başlangıçta ne yapacağımızı bilmiyorduk. Zor oldu, ama ilk yönetimimizi seçtik. Yoldaşların birçoğu başka çalışma alanlarından geli­yordu. Yeni oluşum olduğundan dolayı, ne çalışanla­rı vardı, ne de herhangi bir örgütü. Parti bize yardım etti. Hayır, yardım değil, doğrusu, parti bu sorunu eli­ne aldı. Ve tabii ki 300 delegenin bir araya geldiği bir toplantıda güzel bir tartışma yürüttük. Ardından bir­çok örgüt kurduk ve bu güzel bir motivasyon oldu. Motive olduk ama bu yıllar çok zor oldu. Zordu, çünkü kendi tabanımızı yaratmalıydık. Bu süreçte Merkez Komitemiz, iyi yoldaşlar, kadınların olduğu yere gitmelisiniz. Henüz kimseyi Marksizm Leninizm üzerine konuşurken duymamış olan kadınlara gitme­lisiniz. Henüz devrim üzerine kimseyi konuşurken duymamış olanlara gitmelisiniz. Böyle kadınlar nere­de ise, semtlerde, gençlik arasında, oralara gitmeli, ça­lışmalı ve bu kadınları kazanmalısınız. Zaten örgütlü olan kadınları örgütlemeye çalışmak boşa zamanınızı alır. Bir bölümü UNE’de (Öğretmenler Sendikası) ve­ya UGTE’de (Merkezi İşçi Sendikası) örgütlü olanları değil. Veya sendikacı olan, Üniversitelilerin Devrimci Cephesi’nde veya JRE’de (Ekvator Devrimci Gençliği PCMLE’nin gençlik örgütü) örgütlü olanlar zaten örgütlü. Onlar zaten siyasal mücadeleye katılıyor. Ama biz yine de azız. O halde kadınların örgütlü ol­madığı yeni alanlara gitmeliyiz. Devrimin gereklilik olduğunun bilincini onlara taşımalıydık. CONFEMEC böyle kuruldu.

6 yıllık bir çalışma dönemini geride bıraktık. İlk başkanımız Maria Eugenia Lima oldu. Cumhurbaş­kanlığı adayı olarak yürüttüğü seçim kampanyasının hemen ardından başkanımız oldu. Cumhurbaşkanlı­ğına aday olmuş bir kadının, kadın sorununa el atma­sı bizi motive etti.

Bu, stratejik olarak önemliydi ve iyi oldu.

CONFEMEC’in örgütsel yapısı hakkında bilgi verebilir misiniz?

Geniş, federatif cephe olduğu için, taban örgütle­rinde örgütlenmiş olan kadınlar sadece bir ad taşımı­yorlar. Bunu bir daha vurguluyorum, onlar istedikle­ri ismi taşıyabiliyorlar. Bu bir klüp de olabilir, gazete­ciler de, liseliler de veya herhangi bir meslekte eğitim almak için bir araya gelmiş olan bir grup ev kadını da olabilir. Kültürel çalışma yürüten kadınlar da olabilir, akademik alanda bir çalışma geliştiren kadınlar da olabilir. Biraraya gelmelerinin şekli veya ilk çıkış nok­talan önemli değil. Bunlar taban örgütleri. CONFE­MEC’e bağlı taban örgütleri kadınların olduğu ve ör­gütlenmek istedikleri her yerde oluşabilir. Gençlik gruplan, öğrenci gruplan da olabilir. İstedikleri ismi alabilirler. İsterlerse kendilerine Aurora Kadın Grubu veya kahramanımızın anısına Rosita Paredes Kadın Grubu desinler. İsim önemli değil. Ama önemli olan, CONFEMEC’in bir parçası ve ona bağlı bir örgüt ol­ması. Farklı örgütsel dereceleri var. Taban örgütleri 1. derecede örgütler. 2. derecede ise Eyalet Örgütleri (Ekvator’da idaresinde eyaletler de var) geliyor. Şehir ve kasabalardaki taban örgütlerinin yönetimlerinden oluşan, eyalet çapında bir yönetimin oluşturulması zorunluluk. Bunun üzerinde ise 3. derecede olan ulu­sal federasyon geliyor. Biz, 4. derecede örgütlenme olan konfederasyona doğru yol alıyoruz. Bu, farklı ulusal federasyonların birliğiyle oluşacak. Bu bizim için ve parti için yeni bir şey. Çünkü Ekvator tarihin­de ilk defa bir kadın örgütü 4. derecede örgütlenecek. Bir yıl içinde bu hedefimize varacağımızı düşünüyo­ruz.

En önemli organ ise “Ulusal Toplantı.” Bu toplan­tıya, söz ve oy hakkına sahip veya gözlemci olarak ta­ban ve eyalet örgütlerinin delegeleri ve yönetim kuru­lu üyeleri, ki bunlar ulusal toplantının doğal üyeleri­dir, katılmaktadırlar. Örgütlenme böyle, peki onu kim yönetiyor? İki bölümden oluşan ulusal bir yöne­timi var. Bir bölümü İcra Komitesi ve diğer bölümü ise, bütün ülkedeki eyalet yönetimlerinin başkanlarından oluşan yönetim kurulu. Ulusal Yönetim bu oluyor. İcra Komitesi 11 kişiden oluşuyor: 1 Ulusal Başkan, 2 Ulusal Başkan Yardımcısı, 1 Siyasi Eğitim Koordinatörü, 1 Kızılderili ve Siyah Kadınlar arasın­daki çalışmanın Koordinatörü, 1 Genç Kadın Çalış­ması Koordinatörü, 1 İletişim ve Propaganda Sekrete­ri, 1 İcra Sekreteri, 1 Maliye Sekreteri, 1 Siyasi Eğitim Sekreteri, 1 Örgütlerle İlişkiler Sekreteri. Bu sekrete­rin görevi, diğer emekçi halk örgütleriyle ilişkiler kurma ve korumaktır. Sadece kadın örgütleriyle de değil, tüm örgütlerle ilişkileri kurma ve geliştirme görevi var. Biz, CONFEMEC olarak Halk Cephesi’nin bir parçasıyız. Bizler karşılıklı olarak mücadelemizi nasıl destekleyebileceğimizi görebilmek için ilişkiler sür­dürmek zorundayız.

Ulusal Toplantı, her iki yılda bir toplanmakta. Orada en önemli siyasal konular tartışılmakta, kadın­lar arasında siyasal çalışma çizgisi geliştirilmekte ve ulusal yönetim seçilmekte. Yapı böyle.

Semtlerde veya okullarda bu çalışmayı nasıl başlatıyorsunuz? Kadınlara nelerle gidiyorsu­nuz, ilk adımları nasıl atıyorsunuz?

Çalışmamızı yönlendiren bazı teorik belgelerimiz var. Bunlardan biri, CONFEMEC’in uğruna mücade­le yürüttüğü amaçlarını içeren, CONFEMEC’in İlke­leri Açıklaması. Bunlar, ulusal kurtuluş mücadelesini kapsayan konular. Diğeri ise, bu mücadele yıllarında kadınlarla birlikte ortaya çıkarılmış olan çok güzel bir belge. Adı: Ekvator’un Yoksul Kadınlarının Siyasal Davası. Bu, yoksul kadınların hedeflerini, taleplerini içermekte. Fabrika, eğitim, sağlık, kredi, kadınların siyasal katılımı, cinsler arasında eşitlik, şiddet konu­su, başka kadınlarla dayanışma nasıl kurulur ve daha birçok konuyu içermekte. Çok detaylı bir içeriğe sa­hip ve bizim için çok yararlı. Örneğin bir semte gidi­yoruz. O semtteki kadınların farzedelim ki güvenliğe ihtiyaçları var, çünkü orada çok fazla kriminalite var. Kriminalite, kadınları en fazla etkilemekte. Çünkü eğer şiddet varsa, hırsızlık, kapkaççılık, tecavüz varsa, bunlardan en fazla kim zarar görmekte? Biz kadınlar. Bu gibi sorunlar varsa, her sorunda söyleyeceklerimiz öyle sıralanmış ki, örneğin sorumlunun devlet oldu­ğu, asıl düşmanın kim olduğu çok güzel açığa çık­makta. O halde her sorundan yola çıkarak, örneğin sağlık vs, sorumlunun kim olduğunu, ne gibi alterna­tifin olduğunu soruyoruz. Eğer kadın işsizse işyerleri­nin yaratılmasını istiyoruz ve devletin, ihtiyaca göre şehirde veya kırda olsun, içinde kadın örgütlerinin de yer alacağı üretim kooperatifleri kurabileceğini, bun­ları krediyle, teknik yardımla vs. destekleyebileceğini söylüyoruz. Bu bir öneri. Bu pratikte gerçekleşmiyor, çünkü devlet vs. bunu istemiyorlar. Biz, Lucio Gutierrez’i destekleme projesinin içindeydik. Bu hükümet projesiydi. Sol güçlerin Lucio Gutierrez’in Cumhur­başkanlığı adaylığını destekleyen proje. Lucio G. se­çildikten sonra bu projeye ihanet etti. Bizim bu pro­jede yer almamız, Lucio Gutierrez’in seçimi kazanma­sını sağladı. Bu projede kadınların talepleri de yer alı­yordu. Örneğin, eğitim hakkı. Bizim ülkemizde oku­ma yazma bilmeyen kadınlar en fazla Kızılderili ve si­yahlar arasında var. Bizim bu konuda talebimiz, Kızıl­derili, siyahlar ve köylü kadınlar için yaygın eğitim. Çünkü bunlar eğitimden mahrum kalıyor. Hangi yöntemlerle? Kadının entegrasyonu için örgütlülüğü gerekli. Örgütlenme, kadının hakkını alması için bir ihtiyaç.

Gelelim genç kadınlara. Genç kadınların ihtiyaçları, talepleri neler?

(Bu soruyu öncelikle görüşmede dinleyici olarak bulunan bir kadın öğrenci yanıtlıyor). Bir meslek eği­timi almak, kendini bir meslekte geliştirmek için ne yazık ki ülkemizde fazla olanak yok. Biz genç kadın­ların çoğu üniversiteye gitmekteyiz ve iyi bir eğitim almak çabasındayız. Ama üniversiteyi bitirince iş bu­lamıyoruz. Birçoğu eğitim aldığı dalı değiştirmek zo­runda kalıyor, çünkü o dalda iş bulamıyor. Birçok ka­dın tezgahtar veya taksi şoförü olarak çalışıyor.

CONFEMEC: Sence bir kadının bir iş bu­labilmesi için neye ihtiyacı var?

Öğrenci: 25 yılı aşmamış olması lazım. Güzel gö­rünmesi, güzel bir vücuda sahip olması lazım. Çoğu zaman işverenler için aldığı eğitim önemli değil, vü­cudun yapısı daha önemli. Ve çocuksuz olması lazım.

CONFEMEC temsilcisi devam ediyor: Bu sorun­lardan yola çıkarak kadınlara örgütlenin diyoruz. Li­selerde, üniversitelerde, semtlerde, kırda ve şehirler­de. Kızılderili kadınları en ağır ayrımcılığa uğramaktalar. Biz üç ana noktaya vurgu yapıyoruz: Sosyal sı­nıf konusu, bizim sosyo ekonomik duruşumuz, han­gi sektöre ait olduğumuz. CONFEMEC’e zengin ka­dınlar gelemez. Çünkü onlar için bir yer değil. CON­FEMEC, nereden gelirlerse gelsinler, fakir kadınların yeri.

Biz bu ülkeyi onlar için değiştirmek istiyoruz ve onlarla birlikte bu ülkede devrim yapmak istiyoruz. Sağcı düşüncelerle, örneğin bilinçli olarak Sosyal Hı­ristiyan gibi sağcı partilerle hareket edenlerin de CONFEMEC’de yeri yok. Değişim ihtiyacı hisseden ve bu ülkeyi değiştirmek isteyen kadınlar olmalı. Bu bizim için temel ilke. Bu sınıf sorunu ve bizi Ekva­tor’da bulunan diğer tüm kadın örgütlerinden ayıran bir nokta. Çünkü diğerleri diyorlar ki, önemli olan kadın olsun, siyasi olmuş olmamış, sağcı mıdır, solcu mudur fark etmez, biz kadınlar hepimiz aynı şeyi ya­şıyoruz. Biz ise bu doğru değil diyoruz. Biz aynı şeyi yaşamıyoruz. Bir yoksul kadınla, her türlü rahata sa­hip kadın aynı şeyi yaşamıyor. Okuma yazma dahi bilmeyen ve hatta diğer yoksul kadınlar tarafından bi­le dışlanan bir Kızılderili kadının durumuyla, bir ban­ka sahibi kadının veya dış ülkelere eğitim için gidebi­len kadının, parasını güzellik ameliyatlarına yatıran bir kadının durumu aynı değil. CONFEMEC için sı­nıf konusu öncelikli ve temel bir konu. İkinci konu ise cinsiyet sorunu. Biz, kadın olduğumuz için dışlan­dığımızı, kadının kendi gözleriyle görmesi için yoğun bir çaba gösteriyoruz. Biz, çok derin erkek egemenli­ği yükünü içinde taşıyan Ekvator toplumunun bir parçasıyız. Bunu biliyoruz. Şimdi tarihsel gelişim sü­recini tekrarlamayacağım. Ama burada yaşadığımız haksızlık, kadınları çok derinden yaralamakta. Biz daha az ücret alıyoruz, erkeklerle aynı olanaklara sa­hip değiliz. Kadınlar, erkek iş arkadaşından üç, dört kat daha fazla çalışmalı ki, yaptığı iş kabul görsün. Hatta solun birçok demokrat devrimci örgütünde bi­le, erkek egemenliği, kadına, yoldaşına yaklaşımda da mevcut. Bu, dışarıya kadar bir mücadele olduğu ka­dar, içeriye karşı da sürdürülen ideolojik bir mücade­le.

Bir de etnik-kültürel konu var. Çünkü bizim ül­kemiz birçok kültürlerden oluşmakta. Birçok kültür­le, ulusla ve halkla birlikte yaşıyoruz. Hepsi farklı ta­rihi süreçler yaşamış. Farklı kişilik, yaşama farklı ba­kan ve aynı zamanda farklı ihtiyaçları olan.

Siyahlardan bahsettiğimiz zaman, çok büyük bir dışlanmışlık realitesinden, en büyük yoksulluktan ve geri kalmışlıktan bahsediyoruz.

Kızılderililerden, daha doğrusu yerlilerden bahsetmek, Mestiz (yerli Kızılderililerle İspanyolların karışımı bir halk) emekçilerinden farklı olmasalar da, farklı dinami­ği olan başka bir realiteden bah­setmek anlamına geliyor. Ama biz, Ekvator toplumunda varolan bu üç çeşit baskıdan bahsetmek zorundayız. Bu noktalar, çıkardı­ğımız belgelerde yer almakta. Bu konularla kadınlara gidiyoruz, onlarla konuşuyor, tartışıyoruz.

Bir çalışma alanımız da siyasal eğitim. Bizim de siyaset yapma­mız gerektiği konusunda kadınla­rı ikna etmeye çalışıyoruz, zor olanı da bu. Sendikalarda da olsa­lar, semt örgütlerinde de olsalar veya öğrenci gruplarında olsun­lar, politika sorusu ortaya atıldı­ğında hemen kendilerini geri çekiyorlar. Örneğin, her hangi bir semtte yorulmayan ve kararlı savaşçıdırlar, ama partiden bahsettiğin zaman hemen hayır diyor­lar, çocuklarım ne olacak, eşim bırakmaz vb. söylem­lerle geliyorlar.

Bunun, biz kadınların en önde olmama alışkanlığımızla da ilişkisi var. Kadınlarda, destek­çi pozisyonundan çıkıp, en önde olma alışkanlığı yok.

Bu, erkeğin kendine biçtiği rolü kabullenmektir. Bu sadece erkeklerde değil, kadınlarda da mevcut. Örneğin, eğer biz bir semtte bir yönetici seçeceksek, kadınlar hemen şu erkeği seçelim diyorlar, sanki baş­ka seçenek yokmuş gibi. Bir konuda konuşmuştuk ve gülmek zorunda kalmıştık. Bizim burada, çocukları okula giden anne babalar bir komite oluşturuyorlar. Genelde çocuklarını desteklemek için okula gidenler kadınlar oluyor. Ve orada bütün anneler, orada olan tek erkeği başkan seçiyorlar. Bu tür şeyler gerçekten ve sıkça da oluyor. Farklı olan durumlar da var. Genç kadınlar, konumlarından dolayı devrimci politikaya daha açık oluyorlar. Bundan dolayı CONFEMEC içinde iki sektöre ağırlık veriyoruz. Biri genç kadınlar. Biz, parti olarak, Ekvator’da kadın hareketinin önder­liğini devralacak olan genç kadın önderler yetiştirme­yi önümüze görev olarak koyduk. Devrimci düşünce­leriyle, yeni, çok yönlü eylem yeteneğine sahip olan, eskiyi, eskiyeni gömecek olan, derin inançla ve kararlıca bu ülkede değişim için mü­cadele edecek olan. Bu, partide­ki biz yaşlıların genç kalmaktan vazgeçeceğimiz anlamına gelmi­yor. Çünkü ideolojimiz genç ve devrimci. Bu bizi genç tutuyor, sevgili yoldaşım. İnanıyorum ki, günlük düşüncemiz, “ben bu­gün devrim için ne yaptım ”la yaşamamız, yılların bizde diğer kadınlar gibi çabuk geçmemesi­ni sağlıyor. Bu gerçekten doğru. Bu enerjiyi nereden aldığımızı ben de bilmiyorum. Ben 51 ya­şındayım. Ama vücudum, varlı­ğım devrimci ideolojiyle, yaşa­mımızı dolduran Marksizm Le­ninizm’le beslenmekte. Bunu genç nesillere aşılamalıyız.

İkinci sektör ise, Kızılderili kadınlar arasındaki çalışma. Bu alana, yerli hareketinin önemin­den dolayı büyük emek harcayacağız. Biz, kadınlar cephesinden yerli hareketin devrimci eylem çizgisini güçlendirmek için üzerimize düşeni yapacağız. Bun­lar, anlatmak istediğim genel şeyler.

Ben CONFEMEC’in ulusal başkanıyım. Bu göreve Temmuz 2004’de yapılan Ulusal Toplantıda yeniden seçildim. Ama yoldaşlara söyledim, bu son defa olsun dedim. Çünkü başka yoldaşlar da, genç kadınlar da bu görevi üstlenmeli. Görüyoruz ki, bu görevi alabi­lecek genç kadın yoldaşlarımız da var.

Bu bizim çalışmamız, kolay olmayan, karmaşık zor bir çalışma. Çünkü biz kadınlar, kendi kendimi­ze engeller çıkarıyoruz. Bu genel bir sorun. Eğer bir kadın, bir faaliyette ise ve çocukları da var ise, çocuk hastalandığında kadın toplantıya gelmiyor. Partinin toplantısına gelmiyor ve “Gerçekten üzgünüm, çocu­ğum hasta olduğundan dolayı gelemiyorum, çünkü ona bakmalıyım” diyor. Erkek için böyle bir şey sözkonusu olmuyor. O, ben akşam eve geç geleceğim, çocuk hasta ise, senin görevin, sen bakarsın diyor. Er­kek görüyor ki bu iş çok zor. Ama parti 6 yıldır bu görevi üstlendi ve biz oldukça geliştik. Biz artık 22 eyaletin 19’unda taban örgütlerine sahibiz. Bizim ulu­sal federasyonumuz ve kendi güçlerimiz var. Biz, baş­langıçta anlattığım gibi adeta “ödünç verilmiş” kadın­larla başladık, bugün CONFEMEC’e ait kendi örgüt­lerimiz var. Onların temel özelliği de militan, müca­deleci kadınlar olmaları.

Bizim çokça eksikliklerimiz de var. Bir tanesi, dev­rimci bir kadın örgütü olarak, ülkenin siyasi arenasın­da kendimizi kabul ettirmemiz gerekiyor. Bu yolda ilerliyoruz, ama kendimizi hissettirmemiz ve kabul ettirmemiz için birçok sorunu çözmek zorundayız. Bu ülkede değişimi kadınlardan taraf devrimci bir perspektifle desteklemek için. Bu, ulaşmak istediği­miz bir hedef. Bazen medyanın biz kadınlara daha iyi olanaklar sunduğunu görüyoruz. Bu olanakları parti ve devrim için kullanmak zorundayız. Bir erkek ön­der görmekle, bir devrimci kadın önder görmek aynı değil. Kısa bir zaman öncesine kadar bir yoldaşımız, Natacha Rojas Pilaquina, FEUE’nin (Ekvator Yükse­kokul Öğrencileri Federasyonu) başkam idi. O, ülke çapında tanınan biri oldu, çünkü çok genç, zeki, sa­vaşçı ve devrimci bir kişilik. Bu ülke gençliğinin sem­bolü oldu. Bundan dolayı da genç yoldaşları CONFEMEC yönetimine getirmeyi hedefliyoruz.

Öğrenmek istediğimiz bir nokta da, Ek­vator’daki kadınların somut sorunlarının neler ol­duğu? Belki Türkiye’dekinden farklı sorunları var, belki de aynı. Kadınların genel sorunları neler?

Öncelikle yoksulluk büyüyor. Bildiğiniz gibi ka­dınlar en yoksul kesim. Eşlerinden boşanmış veya terk edilmiş olup da yalnız başına yaşayan kadınların sayısında artış var. Burada boşanma yasal olarak çok­tan beri var. O halde kadınlar aile sorumluluğunu üstlenmekte. Ve en yoksul olanlar da bu kesim, yani ailenin sorumluluğunu tek başına üstlenmiş olanlar. Bunlar resmi bilgiler. Göçmenlerinse ki, bunlar yüz­lerce, binlerce, büyük çoğunluğu kadın.

Göçmenler hangi ülkelerden gelmekte?

Gelenler değil, gidenler. Dışarıya, İtalya’ya, İspanya’ya, İngiltere’ye göç eden ve orada en düşük ücret­le çalışanlar. Ev işlerinde veya vücutlarını satarak. İnanılmaz derecede uzun çalışma saatlerine maruzlar, bazen 2 veya 3 iş yapmaktalar. Tabii ki bu oldukça açık zararlara yol açmakta. Aile erkek egemenliği üze­rine kurulu olduğundan, çocuklar, yurtdışında kal­mış olan kadınlara kalmakta. Çıkan sorunlar kriminaliteyi beraberinde getirmekte. Bu da kadını derin­den etkilemekte.

Eğitim sisteminden dolayı, kadınlar arasında oku­ma yazma bilmeyenlerin oranı artmakta. Kadınlar işe daha zor girebilmekte. Kaçak çalışanlardan çoğu ka­dınlar. Şiddetle en çok kadınlar karşılaşıyor. Bunlar genel sorunlar, ama ülkemizin gerçekliği.

Türkiye/Kuzey Kürdistan’daki kadınlara nasıl bir mesajınız olacak?

Sizinle, Türkiye’deki partili yoldaşlarla karşılaş­maktan, ilişki sağlamaktan büyük sevinç duyuyoruz. Dünyadaki kadınların ve bağımlı ülkelerdeki kadınla­rın birçok ortak sorunu var. Tarihin ve dinin, dogma­tik ideolojinin ürünü olan biz kadınların sorunları ay­nı, çünkü çok ince ve korkunç olan, bizi düşük gören ve hegemonya altına girme rolü veren din, kadın üze­rindeki baskının yöntemlerini yarattı. İnanıyorum ki bu noktada, dünyanın bu kadar uzak köşesinde olan kadınlarla birçok ortak noktamız var ve biz sizde ken­dimizi görüyoruz.

Ben, yoldaşlarım adına söyleyebilirim ki, partimi­zin 40. yılı dolayısıyla çok heyecanlıyız. Biz komü­nistler heyecanlıyız, çünkü biliyoruz ki biz kadınlar yalnız değiliz. Biz, dünyadaki kadınlar için mücadele yürütüyoruz ve dünyanın her yanındaki kadınların devrimci deneyimlerinden besleniyor ve gün be gün güçleniyoruz. Burada, dünyanın bu köşesinde yaşa­mını kadınların ve insanlığın davasına adamış dev­rimci kadınlar olarak, sizinle dayanışma içinde olan kararlı dostlarınız var. Size söylemek istediğimiz bir nokta da, sizinle daha kardeşçe, daha sıkı ilişkiler sür­dürmek istiyoruz. Ve eğer ülkenizde, Türkiye’de kadınların küçük de olsa bir mücadelesi varsa, kadınlar ezenlere karşı koyuyorlarsa, kapitalizme karşı çıkı­yorlarsa, bize de duyurun. O zaman biz de buradan mücadeleyi yükseltiriz ve “Türkiye’deki emekçi ka­dınların mücadelesiyle dayanışma içinde olduğumu­zu” haykırırız. Burada bir eylem, bir kampanya yürüt­tüğümüz zaman da biz size iletiriz. Çünkü bu da, da­ha canlı ve yaratıcı olması gereken, ruhumuzda ve ka­nımızda hissetmemiz gereken devrimci proleter enternasyonalist bir dayanışmadır ve karşılıklı bir daya­nışma yöntemidir. Bu sizi kucaklamamızdır. Bizim için yaptığınıza teşekkürümüzdür.

Kısa bir süre önce, 9-10 Temmuz tarihlerinde Ulu­sal Toplantımızı yaptık. Oraya da başka örgütlerden yoldaşlar katılmışlardı. Ve inanın bana, Ekvatorlu ka­dınlar başka ülkelerden yoldaşları gördükleri için na­sıl mutlulardı. Gelecek Ulusal Toplantımızda, Türki­ye’den kadın yoldaşları burada, Ekvator’da aramızda görmek ve selamlamak istiyoruz, Emekçi Kadınlar Birliği’nden yoldaşları. Hepinizi kucaklıyoruz.

 

Not: Söyleşide geçen “ulusal başkan”, “ulusal toplantı” vs, ülke çapında veya “genel başkan”, “genel kurul” anlamındadır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi