Partiyi Düşünmek

Giriş

Bu deneme; parti sorunsalını ‘partiyi düşünmek’ bağlamında ele almayı; parti olgusunu olabildiğince engin düşünmeyi ve tarihsel derinliğine mümkün mertebe uzanarak kavramayı amaçlıyor. Kuşkusuz ‘partiyi düşünmek’ çok kapsamlı bir konudur. Bir deneme makalesinin sınırlarını katbekat aşan böylesi bir konuyu belli boyutlarıyla sınırlı tartışmak ve eksik çözümlemek kaçınılmaz bir durumdur. Bu yazı tüm bu kusurların farkında olarak partiyi düşünecektir.

Öte yandan partiyi düşünmek, burada esasen tarihsel bir düşünme/çözümleme olarak ele alınacaktır. Parti sorunsalının tarihsel bağlamda güçlü kavranması ya da araştırma konusu yapılması, güncel parti gerçeklerinin daha iyi anlaşılması ve ileriye taşınmasında yaratıcı ve zengin yeni devrimci fikirlerin kışkırtıcısı ve kıvılcımı da olabilir fikri, yazının asıl amaçlarındandır.

Düşünmenin Nesnesi Ve Öznesi: Sorunsal Ve Yöntem

Felsefi ve pratik olarak bir “şey”i düşünmek, o “şey”i kendine (kendisi için) sorun etmektir. Bir konuyu, olguyu, olayı vs. ‘kendine sorun etmek’ tanımlanmış somut sorunla etkin ve sıkı bir ilişkilenişi ifade eder. Bu aynı biçimde sorun karşısında bir konum alışı gösterir. ‘Kendine sorun etmek’, öznel olarak bir sorunu sorunsallaştırmak yan anlamını da içerir. Bilinen bir “şey”dir. Düşünme, insanın bir “şey”i kavrama/çözümleme/tanımlama ve bilgi-fikir haline getirme edimidir. Dolayısıyla düşünmenin iki tarafı vardır: Düşüncenin nesnesi ve öznesi... Düşünmenin nesnesi konusudur; öznesi ise konuyu düşünmenin ve düşüncenin yöntemidir.

Bir sorunu sorunsallaştırmak, her şeyden önce bir yöntem konusudur ve hangi yöntemle çözüme kavuşturulacağından bağımsız olarak, sorunu çözme iddiası ve amacı taşır. Nesne karşısında, öznenin etkinliği ve konumlanışı yöntemi oluşturur. Pratik materyalist için konuyu, sorunsallaştırmak, sorunu praksis yöntemle ele almaktan başka bir anlama gelmez. Praksis, diyalektik materyalizmin toplumsal hayat içindeki edimsel hali ve aracıdır.

Praksis düşünce, eyleme içkin düşüncedir. Değiştirmek için/amacıyla yorumlar, çözümler, düşünür. Sorunu bilinçlice kavramak, bilgiyle eylemi buluşturarak var olanı değiştirmeye girişmek, praksis yöntemin özü ve kendisidir. Praksis, teorik-pratik sorunları her sorunun/konunun özel alan bilgisi ve yöntemlerini, praksis ele alış tarzıyla biçimlendirir, bilimselleştirir ve çözer.

Yöntemleri bulma ve kullanma becerisi gösterebilmek kadar sorunu tanımlamak da önemlidir. Sorun-sorunsal ayrımı basit ve keyfi bir tasnif değildir. Bilakis, sorunu “tam” olarak tanımlama, düşünce ve çözümlemeyi bilimselleştirmenin unsurlarındandır.

Her basit sorun bir sorunsal değildir. Başka bir anlatımla, salt öznel yaklaşım/arzu bir sorunu sorunsal niteliğine terfi ettiremez.

Çözümü bugünden yarına veya derhal mümkün olan pratik ve basit gündelik sorunlar birer sorunsal sayılmazlar. Çözümü önceden bilinen ve sürekli biçimde tekrarlanan pratik sorunlar bu kümeyi oluşturur.

Bir sorunun sorunsal niteliği, tarihsel-toplumsal-evrensel boyutlarından ve çözümünün belli tarihsel süreç ve evreleri kapsayan özelliklerinden gelir. Sorunsalların temel ayırt edici özellikleri, toplumda ve bilimde çözülen bir problemin yeni bir veçhesiyle, yeni bir kapsam ve içerikle karşımıza çıkmasıdır. ‘Eski sorunların yeni biçimde karşımıza çıkması’ tam da bu olguyu anlatır. Bu anlamda, tarihsel-toplumsal-evrensel gelişme zenginliğiyle belirmesinden, güncelleşmesinden ve gündemleşmesinden söz ettiğimiz besbellidir. Sözgelimi sınıf, kadın, din, devlet, ulus, parti vs. böylesi sorunsallardır ve konumuz parti sorunsalıdır.

Parti Sorunsalını Düşünmenin Anlamı, Sınırları, Yöntemi

Her şeyden önce, ‘partiyi düşünmek’ kendinden anlamı ve çağrışımlarıyla parti sorunsalını tüm boyutlarıyla geniş zamanlı bir bağlamda teorik düşünmeyi ifade eder. ‘Partiyi düşünme’nin teorik ve pratik iki düzlemi var. Gerçek bilimsel düşünce, teorik ve pratik düzlemde ve teorik-pratik bilginin birliğiyle kurulur. Teorik düşünme düzlemi kendi içinde iki uçludur/boyutludur ve iki bilgi anayolunu bilimsel işlemin kavşağında buluşturur.

Teorik düşünme ve analiz, tarihsel olanla güncel olanın koordinatlarını belirlediği bir teorik kosmos düzleminde oluşur, hayat bulur. Teorik kosmos, teorik düşünmenin topografyasıdır/zeminidir. Teorik düşünme, bu kosmos içinde tarihsel olanla güncel olanı, özel olanla genel olanı, yerelle evrenseli, tikelle tümeli birleştirir ve kavramsal bir yapı oluşturur. Değişik bilgileri etkileşime ve işleme sokarak organik bir bilgi bütünlüğü kurmaya çalışır.

Teorik düşünme yöntemi, sorunsal veya olguyu tarihsel gerçekliğiyle kavrar. Bu epistemolojik bir kavramdır. Bir bilgi okumasıdır. Epistemolojik işlem gerçekliğin tarihsel bir yeniden okuması ve çözümlemesini yapar ve buradan ontolojik alana nüfuz etmeye çalışır.

Ontolojik düşünme ve işlem tersinden bir hareket izler. Ontolojik alan, pratiğin, somutluğun, gerçekliğin alanıdır. Pratik kalkış noktasıdır. Pratikten teoriye doğru bir hareket ve ilişkilenmeyi ifade eder. Pratik referanslı düşünme, ontolojik olanın bilgisiyle geleceği ve tarihseli diyalektik bağlamda kucaklamaya ve kendi merkezinde/ekseninde çözümlemeye tabi tutar.

Teorik-pratik düzlemli düşünsel kosmos ve düşünme yöntemi, tarihsel olanla güncel olanın, epistemolojik bilgiyle ontolojik bilginin, özneyle nesnenin diyalektik bir örgüsü ve bütünlük ilişkisidir. Teorik düşünmek, bilgi, düşünce ve kavramlarla yeni bir kavramsal yapı oluşturmak, verili bilgiden daha üst bir bilgiye geçiştir. Olgudan kavrama, bilgiden fikre ulaşma ve geçiş, bir düşünsel soyutlamadır. Soyutlama ise bir teorik bakıştır ve pratiği daha tam kavramayı amaçlar. Son çözümlemede teorik düşünmek esasında pratik düşünmektir.

Tarihsel ve güncel zamanın tam merkezine parti olgusunu koyarak bütünlüklü bir düşünsel işleme tabi tutmak kelimenin gerçek anlamıyla partiyi düşünmektir. ‘Partiyi düşünmek’ tüm boyutlarıyla varolan parti gerçeklikleri ve varlık biçimleri üzerine, en başta da komünist parti gerçeğimiz üzerine düşünmeyi vurgular. ‘Partiyi düşünmek’, bilinçli, yoğun ve yöntemli düşünmek, partiyi derinden kavramak ve çözümlemeye çalışmaktır. Aynı zamanda sınıf mücadelesi kosmosunda yaratıcı ve kurucu bir politik özne olarak devrimin öncüsü ve önderi komünist partiyi daha ileriden kurmak anlamına gelir. Partiyi sürekli geliştirip yetkinleştirecek teorik ve teknik, stratejik ve taktik, ideolojik ve örgütsel fikirlerin/projeksiyonların geliştirilmesi, partiyi gerçek ve devrimci anlamda düşünmenin kendisidir.

Teori-politika ilişkisi ancak tarihsellik ve pratik üzerinden kurulabilir. Bu anlamda partiyi düşünmek tarihsel arka plan ve güncel gerçeklik üzerinden geliştirilmelidir.

Tarihsel Evrimi İçinde Parti

Parti, sınıf ve siyasetin çocuğudur. Tarihe doğuşu, siyasetin sınıf temeline oturmasından sonra, yani sınıflı toplumla başlar. Siyasetin en eski işlevi ve anlamı yönetmektir. Yönetmek olgusu olarak siyaset, ilkel komünal topluluk düzenlerinde sürdürülebilir hayatı örgütlemek ve şeyleri yönetmekte anlam kazanıyordu. Siyaset, komün topluluklarının bilge ve yetenekli önderlerinden ve seçilmiş şeflerinde merkezileşen komünal siyaset/yönetim, toplum yönetimiydi.

Komünal toplumda siyaset, kendini ve şeyleri yönetmek olarak topluma yabancılaşan, dışsallaşan ve araçsallaşan bir olgu değildir. Topluma içkin ve onun doğal organik unsurudur. Bir öz yönetim durumunu ifade eder. Komünal topluluklarda siyaseti, komün önderlerinde/şeflerinde bir öz yönetim ilişkisinin ötesine geçmez ve bir hiyerarşik ilişki yaratmaz. Siyaset toplumu yöneten değil, (toplumun üstünde anlamında) toplumun kendini yönettiği araçtır.

Sınıfsız, devletsiz, egemensiz, eşitlikçi ve kolektif mülkiyetle karakterize olan komünal toplumda, siyasi partinin doğması imkansızdı. Üretim tarzı ve iş bölümü henüz partiyi doğuracak elverişlilik düzeyine ulaşmamıştı. Partinin etimolojik anlamı dal, bölüm, kol veya parça demektir. Partinin etimolojik anlamı üzerinden bir akıl yürütme ve çözümleme yaptığımızda, komün toplumunun uyumlu bir bütünlük olduğu görülür. Komünün doğal (toplumsal) iş bölümüyle belirlenen ve komün toplumunun yekpare ve uyumlu olmasını bozmayan bölüm/bölünme dışında bir dal kol, parça/tabaka vs. yoktu.

Özel mülkiyet ve sınıflı toplumun doğuşu, partinin tarihe doğuşunun koşullarını hazırladı. Sınıf aynı zamanda ilk parti olarak tarihe doğdu. Toplumun sınıflara bölünmesi ‘sınıfa karşı sınıfı yani sınıf mücadelesini yarattı. ‘Sınıfa karşı sınıf, sınıf ve partinin bir ve aynı şey olduğu bir sınıf mücadelesi gerçeğini anlatır. Siyasal parti, sınıf mücadelesinin politik aracıdır; sınıfın kendini bir amaç doğrultusunda araçsallaştırması ve işlevlendirmesidir.

Oysa sınıf mücadelesi tarihin uzun dönemlerinde ‘sınıfa karşı sınıf olarak dolaysız ve çıplak bir mücadele biçiminde gelişti. Her sınıfın ya da toplumsal tabakanın parti anlamına içkin olması ve böyle kabul görmesi esprisinin arka planı bu olguyla ilgilidir.

Sınıflı toplum, tarihin ve eski toplumun menteşesinden kopuşudur ve uzun insanlık tarihinin yeni bir yön kazanmasına ve eksen kaymasına işaret eder. Bu, doğal toplumun siyasal topluma, sınıfsız toplumun sınıflı topluma geçişinden başka bir şey değildir. Sınıflı toplum, siyasetin toplumun kendini ve şeyleri yönettiği bir olgu olmaktan çıktığı, bir sınıfın öteki üzerinde zora dayalı egemenliğin iktidarsal yönetim biçimi haline geldiği çağdır.

Sınıflı toplum tarihi, eski siyaseti kökünden değiştirir. Siyasetin yönetme niteliğine/işlevine ikinci bir boyut daha katar ve asıl niteliğini de bu boyut belirlemeye başlar. Bu, zora dayalı egemenlikten başka bir şey değildir. Devlet, sınıflı toplumun bu gerçeğini, zora dayalı egemenlikle yönetme gerçeğini simgeler. Sınıf egemenliği, zor, tahakküm, hiyerarşi ve sömürü üzerine yükselir ve bunların hepsi özel mülkiyetin ve egemen sınıfın/zümrenin kutsiyetiyle taçlanmış olarak devlet şemsiyesi altında toplanır. Bu yüzden sınıflı toplumun ürünü olan devlet, siyasetin merkezidir.

Köleci Toplumda Parti

Köleci egemenlik, komünal toplumu yıktı ve yerine köle sahiplerinin düzenini kurdu. Komünal yönetimden köleci egemenlikli yönetime geçiş birdenbire olmadı. Uzun ve belli evrim uğrakları olan bir süreç sonunda gerçekleşti. Köleci toplum, eski toplumun doğum lekelerini yüzünde taşıyarak doğdu. Köleci devlet, komünal yönetimin belli kuramlarını kendine dayanak yaparak yükseldi. Köle sahibi sınıflar, yeni toplumun yönetimi için gerekli araçları oluştururken, eski toplumun kimi kuramlarını ve araçlarını miras aldı. Bu mirası sınıf egemenliği ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçimledi. Örneğin; komün/kabile şefliği ve askeri liderlik kurumlan, toplumsal yetkenin/otoritenin bu kurumları köleci toplumda egemen kral, imparator vs. olarak ortaya çıktı. Siyasetin nitelik değiştirmesine benzer ve koşut bir durumdur bu. Ve köleci toplumda liderlik, toplum karşısında tanrı katındadır. Egemenliğin kumanda mevkiinde oturan hükümdar/kral karşısında toplum tebaadır. Köleler ise sadece toplumun hizmetine koşulmuş maldır.

Sınıf, parti ve devlet, birbiriyle bağlantılı ve bir sürecin bütünleşik parçalarıdır. Sınıf egemenliği bütünlüğünün elemanter olgularıdır. Sınıfı ilk parti kabul edersek, sınıf ve partiden sonra gelen devlet, belli bir tarihsel uğrakta ve aralıkta ikinci partidir. Özel mülkiyet ve sınıflılığın gelişmesinin belli bir evresinde ortaya çıkan devlet, dar azınlık egemen sınıfın kolektif çıkarlarının realizasyonunun ve siyasal temsiliyetinin aracıydı. Sınıf, parti ve devlet sınıf egemenliğinin üçlü sacayağıdır. Tarihin belli bir evresinde, sınıf, parti, devlet sınıf egemenliği içinde işlevleriyle özdeş ve örtüşen olgulardı ve sınıf tarafından temsil ediliyordu. Zira toplumsal işbölümünün gelişme düzeyi buna elveriyordu. Başlangıçta iç içe ve örtüşük olan sınıf, parti ve devlet olguları köleci şehir devletlerinin doğuşuyla, ayrı olgular halinde gelişir. Devlet belli tarihsel dönem boyunca siyasal egemenlik aracı/iktidarı olarak aynı zamanda siyasi parti işlevi ve ihtiyacı görür.

Erken köleci toplumda parti, küçük şehir devletleriyle sınırlı bir olgudur/varlıktır. Birbirinden bağımsız küçük şehir devletlerinde dar azınlık egemen sınıf, hem bir parti hem de devlettir. Siyasi iktidarın tepesinde hükümdar oturur. Siyasi partinin/devletin ve toplumun lideridir. Dar azınlık egemen sınıf, köle sahipleri ve özel mülkiyeti, egemen sınıfı ve eşitsizliği kutsayan ruhban zümresinden oluşur. Ruhbanlar, ilk devletli sınıftır ve tarihte ikinci sınıf partisinin sahipleridir.

Küçük şehir devletlerinin surlarıyla sınırlı toplumlarda, egemen sınıfın gelişmesi gibi parti ve devletin gelişmesi de yavaş ve sınırlıydı. Sınıf, devlet vs. temel toplumsal birim, kurum ve olgular gelişmiş veya ruşeym biçimleriyle kent devleti içinde ve onun gelişme düzeyi ve çapıyla orantılıydı. Esasen ‘tek sınıf tek parti’ gerçeği vardır. Erken köleci dönemde Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Pers bölgelerindeki şehir devletlerinde genel tablo böyledir.

Köleci şehir devletleri ve köleci imparatorluk devletleri, köleci toplumun iki aşaması/düzeyidir. Erken ve geç dönem kölecilik olarak nitelendirdiğimiz bu ayrımda, şehir devletleri ilk evrenin siyasal-toplumsal düzeyini ve formunu temsil eder. Köleci emperyalizm ve cumhuriyet evresi geç köleci dönemin formudur.

Cumhuriyet ve demokrasi köleci toplumun üst evresinin bağrında çiçek açar. Grek/Helen şehir devletleri ve Roma köleci düzeni, cumhuriyet ve demokrasi modeliyle siyasal egemenlik ve yönetimi yepyeni bir biçime kavuşturur. Köleci cumhuriyet sisteminde egemen sınıf, anonim sınıf çıkarları ekseninde kendi iç sorunlarını demokrasiyle çözüyordu. Demokrasi, egemen sınıfın iç sorunlarının konsensüsle çözüldüğü mekanizma ve kurumları sağlıyordu. Kolektif sınıf egemenliğinin araçsal tesisi ve işlevini oynuyordu. Demokrasi, cumhuriyetin özgür yurttaşlar sınıfının iç ilişkiler alanını, egemenlik paylaşımını ve özgürlüklerini belirliyor, köle sahibi sınıfın kolektif egemenlik aygıtları köle sınıfı üzerinde tam bir diktatörlük ve tiranlık uyguluyordu. Köleci egemenliğin ve sömürünün diktatörlüğü, demokrasi ve cumhuriyette cisimleşir.

İmparatorluğun cumhuriyetinde sınıf demokrasisi konsensüs üzerinde yürür. Köle emeğinin ve zenginliğin paylaşımı, yeni savaş kararları, yağma, talan ve savaş ganimetinin paylaşımı vs. köleci cumhuriyet demokrasisinin varlık gerekçesidir. Bu nedenle, köleci imparatorluğun cumhuriyetinde, köle sahibi sınıflar ve diğer egemen sınıf eklentisi zümreler/tabakalar, geniş parçalı bir sınıf ve parti görünümünü resmeder. Egemen sınıf içi sorunlarda konsensüs oluşmadığı durumlarda cumhuriyetin krizi kaçınılmazdır ve demokrasi bu krizi çözmenin aracı ve çaresidir. Egemen sınıfın tek blok veya birleşik parti haline gelmesini sağlar. Bu çağda demokrasi sınıf içi ve dolayısıyla parti içi bir olgudur.

Köleci cumhuriyet sistemi, sınıfsal gelişme ve genişlemenin, tabakalaşma ve klikleşmenin de yeni bir aşamasıdır ve siyasal partileşme düzeyinde bir uğraktır. Köleci imparatorlukların temel özelliği, birbirinden bağımsız küçük şehir devletlerini tek bir siyasal egemenlik dizgesi içinde toplaması ve kentin dışında kalan komün/kabile topluluklarını da bu egemenliğe eklemlemesidir. Köleci emperyalizm/imparatorluk açık sömürgeci tahakküme dayanır. Sömürgeci talan ve yağma, halk/kabile topluluklarını köleleştirme muazzam köleci zenginlik ve birikimin asıl kaynağıdır. Kuşkusuz bu zenginlik bir merkezde, imparatorluğun anavatanında toplanır ve egemen sınıf tabakaları, iktidarın güç kaynağı sınıflarının konumlarına göre paylaşır.

İmparatorluklar egemenliği, gücü ve kendilerinde taşıdıkları kültür ve üretim tarzını daha geniş coğrafyalara yayar. İmparatorluğun kanunu orman kanunudur. Egemenlik götürüp zenginlik toplamayla tamamlanan bu çevrimde, toplumsal iş bölümü de değişir ve gelişir. Egemen sınıf niceliksel olarak büyür, siyasal iktidar da onu izler. Bu gelişmeye köle sahibi sınıflar arasındaki rekabetin artması eşlik eder. Güç ve iktidar sahibi olma kavgaları yeni siyasal partileri tohumlar veya oluşturur. Sınıfın bölünmesi ve tabakalaşması her çağda toplumsal üretim tarzı ve işbölümüne denk düşer. Bu yeni sınıf partilerinin doğmasının nesnel temelidir. Köleci Roma emperyalizminde daha açık biçimde görülen sınıf grupları/klikleri bunun ifadesidir.

Köleci toplumlarda gerçek siyasal partileşme olgusu egemen sınıfla ilişkili ve sınırlıdır. Parti, esasen egemen köleci sınıfın bir karakteristiğidir. Siyasal partileşmenin düzeyi ise egemen sınıfın değişik klikleşmeleri formunu aşmaz. Çünkü cumhuriyet ve demokrasi, egemen sınıfın tam ve derin kopuşmasını, bölünmesini önler; siyasal birlik içinde kalmasını sağlar ve güvenceler. Dolayısıyla sınıf içi tüm bölünmeler ve hizipleşmeler köleci cumhuriyet partisinin birer kolundan, fraksiyonundan öteye gitmez.

Köleci dönemde ortaya çıkan tek tanrılı büyük dinler, dönemin egemen sınıfları için siyasal ideolojinin üretilmesinin temel kaynağı olur. İmparatorluk çağında, Hıristiyanlık Roma’nın resmi ideolojisi mertebesine yükselir. Daha sonraki bütün tarih boyunca egemen sınıfların rüyalarını süsleyen bin yıllık Roma Cumhuriyeti’nin arka planında, Hıristiyanlığın imparatorluk ideolojisinin önemli bir rolü vardır. Büyük dinlerin siyasal ideoloji olarak tarihin ufkuna ve sınıf mücadelesine dahil olması aynı zamanda siyasal partilerin esaslı ideolojik nitelik kazanması gerçeğini de açıklar.

Köleci toplumda, köle sınıfı kendinde partidir. Kendinde parti nesnel ve sınıfsal durumu anlatır. Köle sınıfının kendisi için parti yani siyasal parti haline gelişi sadece ve yalnızca köle ayaklanmalarıyla sınırlı bir durumdur. Köle sınıfının siyasal bir parti haline gelmesi için belli bir liderlik etrafında ve sınıfsal çıkarları temelinde birleşmesi gerekiyordu. Sınıf çıkarları temelinde siyasal birlik oluşturmak, amaç ve irade birliği sağlamak siyasal parti olmanın temel koşuludur. Sınıfsal birliğin cisimleştiği bir önderlik yaratıldığı koşullarda, köle sınıfı siyasal bir hareket haline geliyordu. Siyasal hareket siyasal partinin bir biçimidir. Spartaküs köle ayaklanması hareketi böyle bir parti örneğidir.

Köle ayaklanmaları, liderlik ve siyasal hareket olma vasfıyla karakterize olur ve köle sınıfının “siyasal parti” haline geçişinde/gelişinde anlam bulur. Köle sınıfının siyasal birliğinin sürekliliği, kurumsallığı vs. yoktur. Köleler ancak belli koşullarda bir lider etrafında birleşip egemenlere karşı harekete geçtiklerinde ‘kendisi için parti’ olabiliyorlardı.

Feodal Toplumda Parti

Belirli bir çağdaki üretim, sınıflar, işbölümü ve yönetim/egemenlik olarak siyaset arasında dolaylı ve dolaysız bir nesnel belirleyen ilişkisi bulunur. Üretim tarzının ve işbölümünün köklü değişimi, sınıfsal yapıyı da değiştirir. Yeni toplumsal sınıf yapılarını oluşturup biçimlendirir. Sınıfların karşılıklı konumlanmaları ve mücadeleleri siyaseti üretir. Siyasal sistem ve mücadele biçimlerini belirler/oluşturur.

Tarih ve teori, tüm yeni toplumsal düzenlerin eski toplumsal düzenin rahminde döllendiğini ve gelişip doğduğunu gösterir. Yeni doğan toplumun eski toplumun izlerini taşıdığını da kaydeder, imler. Köleci toplumdan feodal düzene geçiş de böyle gerçekleşir. Gelişmesinin doruğuna varmış köleci düzen, tarihin belirli bir uğrağında yıkılır. Köleci toplumun bağrında tohumlanıp çiçek açan feodal toplum, çözülen ve yıkılan eski toplumun yerini alır. Mülkiyet ve zenginliğin asıl kaynağını köleliğin oluşturduğu kölelik düzeni, yerini toprağın/tarımın ve serf emeği (toprak köleliğinin) sömürüsünün asıl zenginlik kaynağı olduğu feodal topluma bırakır. Kent ve kır, toplumsal üretim ve işbölümünün iki büyük kolu olarak ayrışır. Kent-kır ayrışmasının bu yeni evresinde kır öne geçer ve egemen olanı temsil eder. Feodal toplum yeni sınıflar ve sınıf egemenliği dizgesi yaratır.

Feodalizm, iki ana sınıf üzerine yükselir ve bu iki sınıfın damgasını taşır: Toprak beyleri ve serfler... Köleci toplumun çözülüşüyle köle sahibi sınıflar yeni toplumda toprak beyi sınıfı haline gelirken, köle sınıfı da toprak kölesi serfe dönüşür.

Feodal toplumda egemen sınıf, hem yelpaze olarak, hem de niceliksel güç bakımından büyüdü, genişledi. Ruhban zümresi, dinsel aristokrasi olarak feodal aristokrasiyle omuz omuza önemli bir sınıftır. Ruhban sınıfı, feodal toplumda tarihteki altın çağını yaşayarak büyük bir toplumsal sınıf (tabaka) düzeyine ulaşır. Feodal kentte ise ticaret burjuvazisi ara/orta sınıftır. Feodal aristokrasinin aşağılayıcı himayesinde ve yedeğinde durur. Kentin üretici, emekçi zanaatkarlar sınıfı diğer bir ara sınıf katmanıdır.

Feodalizm yalnızca çözülen köleci üretimin kıra/toprağa yayılması değildir; aynı biçimde köleci egemen sınıfların da bir çözülmesi ve kıra yayılmasıdır. Bir güç, egemenlik ve sınıf dağılması ve bunun muazzam biçimde yayılması sonucu, beyliklere, aşiretlere, soylu ailelere dayalı bağımsız devletler ve devletçikler doğar. Devlet, bir siyasal kır mantarı gibi yayılıp çoğalır. Feodal toprak beylerinde cisimleşen güç ve egemenlik, belli yerelliklerde birer devlet ve parti niteliği kazanır. Feodal toprak beyleri belli aristokrat ailelerden oluşan yapı aşiret partilerinin de ilk biçimi olarak belirir. Feodalizmin ilk parti biçimi egemen sınıfın ‘aşiret partileridir.’

Feodal emperyalizm döneminde ise, aşiret partilerinin aynı anlamda devletlerinin koalisyonuna dayalı bir merkezileşme ve birleşik/ortak krallık/egemenlik olgusu ortaya çıkar. Feodalizmin ilk dönemlerinde ‘aşiret partileri’, belli bölgelerle sınırlı yerel parti/devlet gerçeğiyle karakterize olur. Feodal emperyalizm evresinde, aşiretler ve devletleri tek egemenlik sistemi içinde birleştiren feodal imparatorluk formuna kavuşur. Doğu ve Batı feodalizminde siyasal birleşme ve imparatorluk oluşturma pratikleri iki yoldan gelişir.

Aşiret federasyonlarına dayanan Doğu imparatorluklarında aşiret partileri etkindir. Yağma ve talana dayanan aşiretlerin imparatorluklaşması askeri ve despotik tarzda gerçekleşir. Sözgelimi, büyük Moğol İmparatorluğunun Cengiz Han ile yaptığı askeri emperyalizm hamlesi böyledir ve zora dayalı bir siyasal birleştirmedir. Moğol-Türk aşiretlerinin bir kurultayda Cengiz’i Hakan ilan etmesi, aşiretlerin, askeri zorla dize getirilmesinin sonucudur. Osmanlı’nın Anadolu’daki beylikleri birleştirmesi de askeri yoldan gerçekleşir.

İslam imparatorluğu atılımını gerçekleştiren Arap aşiret federasyonlaşması da aynı yolu izler. İslam imparatorluğunun yükselişi belli başlı Arap aşiretlerinin birleşik gücüyle ortaya çıkar. İslam imparatorluğunun halifelik makamıyla sembolleşen iktidar kavgaları üzerinden bölünmesi ve ayrılması aynı olgunun diğer bir yüzüdür. Kureyşliler, Emeviler, Abbasiler birer Arap aşiretleri oldukları gibi aynı zamanda aşiret partileri/devletleri olarak İslam devletinin de yönetici partileridir. Doğu feodalizminin bu gelişiminde aşiret partilerinin baskın askeri partiler olma yönü de barizdir.

Batı feodalizminde de askeri birleştirme örnekleri yaşanır. Bunun yanı sıra, Batı feodalizmi Greko-Romen Cumhuriyet ve Hıristiyan ideolojisinin geleneğinin etkisiyle “demokratik” birleşik/ortak krallıklar, aşiret koalisyonları biçimindeki birleşmeler de karakteristiktir.

Feodal çağda siyasal partiler daha açık ve gelişmiş formda tarih sahnesinde boy gösterir. Aristokrasi sınıfının, imparatorluğun egemenlerinin partileri, siyasi ideolojik ve askeri boyutlarıyla en gelişkin partileridir. Aşiret partileri, devlet tipi/modelli partilerdir. Siyasal ve askeri bir örgütlenmedir. Aşiret partisi aynı zamanda ordudur. Aşiret lideri, imparatorluğun ya da beylik devletin hükümdarı, sınıfın/partinin ve ordunun lideridir/komutanıdır. Aşiret partileri, lider merkezli partileridir. Liderlik kurumu, feodal partilerin temel ayırt edici özelliği ve olmazsa olmaz unsurudur.

Feodal partilerin askeri niteliği kadar önemli diğer bir temel özelliği de ideolojik kimlikli partiler olmalarıdır. İdeolojik kimliğin esaslı bir biçimde sınıf mücadelesi ve tarihe dahil oluşu büyük dinlerle mümkün olmuştur. Büyük semavi dinlerin doğuşu evrensel ideolojilerin ilk biçimidir ve tarihsel zamanda büyük köleci ve feodal imparatorlukların ideolojisi olagelmişlerdir.

Özellikle Hıristiyanlık ve İslam’ın, büyük imparatorlukların resmi ideolojileri durumuna gelmesi, feodal toplumdaki sınıf mücadelesinin ideolojik-siyasal düzlemde yeni formlar kazanmasını sağlar. Dinler, mezhepler, tarikatlar, sınıf mücadelesinin birer enstrümanı, ideolojik-siyasi kostümü olur. Çağın bütün egemen güçleri, feodal aristokrasi, hanedanlar, aşiretler, ruhbanlar vs. dinsel ve mezhepsel ideolojileri olabildiğince kullanır. Kuşkusuz ki, dinin siyasal ideoloji olarak kullanılmasında, feodal aristokrasiyle aynı egemen aile albümünde, egemen sınıf blokunda yer alan ruhban sınıfının özel ve tayin edici payı vardır.

Ruhban sınıfı, feodal toplumda muktedir bir sınıftır. Mülk sahibi ve asalak bir zümredir. Feodal aristokrasinin hizmetine amadedir. Sınıf egemenliğinin etkin bir ayağı ve özel bir bölüğüdür. Büyük dinlerin sürekli yayılması ve imparatorlukların resmi ideolojisi mertebesine yükselmesiyle, ruhban sınıfı en geniş toplumsal sınıflardan/tabakalardan biri durumuna gelir.

Ruhban zümresi, belli tarihsel uğraklarda egemen sınıfla iktidarı paylaşan bir güçtür. Hatta ayrı iktidarlaşmaya taşan devletleşme pratikleri de gelişir. Batı feodalizmi içinde ruhban sınıfının kazandığı güç bilhassa çarpıcıdır. Ruhban sınıfı, ekonomik ve siyasi gücüyle egemen sınıfın ikinci partisiydi. Örneğin, Fransa’daki Tapınak Şövalyeleri’nin toprakları ve bütçesi dönemin devletleri düzeyindedir. Kiliselerin elindeki toprak, büyük toprak beylerinkinden az değildi. Günümüzdeki Vatikan devleti, Batı’nın ruhban sınıfının bu geleneğinin, tarihsel serencamını anlatan tarihin yadigârı ve yaşayan mirasından başka bir şey değildir.

Doğu feodalizminde ruhban sınıfının konumu farklıdır. İslam’la yükseliş yaşayan Doğu feodalizminde, egemen sınıf aynı zamanda dini otoriteyi de temsil eder.

Aşiret egemenleri, kutsallık mührünü yanında taşır. Feodal toplum, aşiret ve cemaat toplumudur. Feodal partiler de cemaat partileridir aynı zamanda. Osmanlı’da olduğu gibi padişahın halife de olması, ruhban sınıfının ayrı bir sınıf partisi olarak gelişip belirginleşmesini, konum almasını önlüyordu. Despotik ve merkezi karakteri baskın Doğu feodalizminde, din-ideoloji ve ruhban sınıfı tek yapılı bütünlüğün bir parçasıdır.

Doğu ve Batı feodalizminin ayrı gelişme özellikleri olmasına karşın, ruhban sınıfının feodal çağda oynadığı sınıfsal rol ve siyasal işlev temelde aynıdır. Ruhban sınıfı, kurulu düzeni kutsama, meşrulaştırma ve ezilenlerin kullaştırılması, kölelik rızalarının üretilmesi için özel siyasal rol oynar. Egemenleri ve kurulu düzeni kutsallaştırıp, ezilenleri kullaştıran ruhbanlar, feodal partilerin ve düzenin ideologlarıdır ve yanlış bilinç yapıcılarıdır. Bu yönüyle ruhban sınıfı, çağının özgün ‘siyaset sınıfı’nı teşkil eder.

Feodalizmin partiler ve sınıflar diyagramında alta doğru indiğimizde karşımıza, iki ara sınıf/toplumsal tabaka çıkar. Feodal kentin ara sınıfları olan ticaret burjuvazisi ve zanaatkarlar da belli ölçülerde örgütlenmiş ve bir partileşme pratiğine yönelmişlerdir. Ama sınıf karakterleri/konumları ile siyasal varlıklarının karakteri uyumludur. Tüccarlar, egemenlerin himayesinde ve yedeğinde olmuşlardır. Lonca örgütlenmeleri, feodal kent sınıfının/zanaatkarlarının örgütlenmesidir. Tam bir parti özelliği göstermemekle birlikte, bir sınıf örgütüdür. Belli siyasal koşullarda sınıfsal çıkarlarının rotasında, siyasal hareketlerle kolayca ilişkilenmiştir. Ayrıca siyasal misyon ve işlevle öne atıldığı uğraklar da olmuştur. Binli yıllarda Anadolu’daki beylik devletleri arasındaki kavgalar ve kaos boşluğundan yararlanarak, Ahi Evran örgütlenmesi öncülüğünde devlet kuran bir “lonca partisi” örneği müstesnadır.

Tarihe bakıldığında tüm siyasal egemenlik biçimleri ve mekanizmaların, partileşmenin ilkin ‘egemen olan sınıf tarafından bulunduğu/üretildiği ve kullanıldığı kolaylıkla görülebilir. Doğal ve anlaşılır bir durumdur bu. Ancak olgunun diğer bir anlatımı ve anlamı daha var. Bu ise, ezilen sınıfın ilk öğretmeninin egemen/ezen sınıf olması gerçeğidir. Feodal çağdaki partileşme pratikleri ve gerçeklikleri olgunun çarpıcı bir görünümü ve kanıtını sunar. Feodal toplumda ezilen sınıflar da, egemenler gibi dinsel mezhepsel referanslı hareketler/partiler örgütler. Egemen ve karakteristik olanı alır, taklit eder, kullanır.

Feodal toplumdaki siyasal partinin ana formu tarikatlardır. Feodal partinin en gelişkin biçimleri mezhep ve tarikat partileridir ve bunlar ezilenler tarafından da örgütlenmiştir. Kuşkusuz egemen olanı, ideolojik ve toplumsal program olarak zorlayan ve hatta aşan, eşitlikçi toplum amacı güden toplumsal hareket örnekleri de mevcuttur. Mezopotamya’da binli yıllarda kurulan ve 150 yıl yaşayan Karmati devleti, eşitlikçi/komüncü bir sistemdir.

Çağını zorlayıp aşan bir örnektir. Mezhep ve tarikat modeli bir partileşmedir.

Güçlü örgütlenme, propaganda ve siyasal hareket tarzı üzerinden amacına ulaşır. Karmatiler, kentin ve kırın ezilenlerinin ayaklanmalarını birleştirerek amacına ulaşan başarılı ezilen sınıf devrimidir. Hasan Sabbah ve Nizari partisi de devletleşmeyi başaran Karmatiler’den nitelik olarak farklı (feodal aşiretçi/ulusçu) bir başka örnektir. Kır ve kentin ezilenlerini birleştiren, tarikatsal kurumlaşma ve güçlü önderlik ve siyasal hareket örgütleyen Karmatiler ve Nizariler, dönemlerinin en gelişkin ezilen sınıf partileridir. Dönemlerinin teorik (entelektüel) siyasal bakımdan en donanımlı ve örgütlenmede en ileri güçlü partileri olmaları, başarılarının arka planıdır.

Ezilenler, toprak kölesi köylüler, feodal toplumda yaygın ve etkin sınıf mücadelesi yürütür. Köylü ayaklanmalarıyla karakterize bir sınıf mücadelesidir bu. Feodal çağda kırın, köylülerin tüm ayaklanmaları yenilgiyle sonuçlanır. Kapalı ekonomi, cemaat toplumu ve ezilenlerin birbirinden kopukluğu, birleşememe, siyasal parti oluşturamama, ayaklanmaların lokal kalması, yenilgiyi koşullayan nedenlerdir. Anadolu’da Şeyh Bedrettin ayaklanması ile Almanya’da Thomas Münzer hareketi ezilenlerin, yenilgiye uğrayan, çağının en ileri devrimci hareketleridir. Şeyh Bedrettin hareketi, siyasal bir hareket olarak belli bir program ve önderlik oluşturma düzeyi ile bir ezilen sınıf partisidir.

Egemen sınıflar gibi, ezilen sınıf hareketleri de tarikat modelli cemaat partileri kurar ve kullanır. Tarikat ve mezhep partiler liderlik, propaganda, örgütlenme ve kurumlaşma özellikleriyle ayırt edicidir. Tarikatlar feodal siyasal sistemin partileridir ve modern burjuva siyasal partilerin atalarıdır. Günümüzde ise, bilhassa İslam coğrafyasında tarikatlar açık veya gizli/yeraltı partileri durumundadır ve siyasal mücadelede etkin aktörlerdir.

Kapitalist Toplumda Parti

Kapitalist toplumsal düzen değişikliğine öngelen maddi ve sınıfsal koşullar, feodal toplumda oluştu ve olgunlaştı. Belirli bir tarihsel uğrakta burjuva toplum doğdu. Burjuva devrimleri bu toplumsal düzen değişikliğinin en kesin ve keskin ifadesidir.

Burjuva topluma geçilirken, burjuva siyasal partiler de doğmaya başlar. Modern burjuva siyasal partilerin ilk örnekleri kapitalist gelişmenin beşiği İngiltere’de ortaya çıkar. 1215’te ilan edilen Magna Carta sözleşmesi egemenliği anayasal krallığa dönüştürür ve burjuva topluma geçişin yolunu döşer. Burjuva İngiltere’nin ilk doğum belgesi sayılabilecek Magna Carta, sınıfların varlığını kabul eder ve egemen sınıfların siyasal partileşmesinin önünü açar. Sınıf partileşmeleri bu zeminde oluşur. İlk modern siyasal partiler, 17. yüzyılda Toryler ve Whigler olarak örgütlenir. Toryler ve Whigler, egemen sınıfın iki bölüğünün temsilcisi partilerdir. 19. yüzyılda Muhafazakar Parti ve Liberal Parti adlarıyla siyasal tarihe ve literatüre dahil olan partiler, modern burjuva siyasal partilerin kurumsal bakımdan ilk modelleridir. Daha sonraki burjuva-siyasal partileşmelerin ilk örneği rolünü oynarlar.

1789 Fransız Burjuva Devrimi’nde sınıfların ve partilerin görünümü farklı bir tabloyu resmeder. Bu doğaldır. Zira İngiliz ve Fransız devrimleri kapitalist topluma geçişin iki ayrı biçimine denk gelir. Feodal toplumu tarihe gömen Fransız Burjuva Devrimi üç partinin/sınıfın damgasını taşır. Jirondenler, Jakobenler ve San Cuolotlar... İlk iki parti, egemen sınıf partileridir ve egemen sınıfın iki eğilimini/akımını temsil eder. Üçüncü parti, baldırı çıplak denilen ezilen emekçi sınıfların partisidir. Jakobenler ve Jirondenler, ezilen yoksulları San Cuolotları siyasal bir ordu olarak kendilerine yedekleyerek burjuva cumhuriyetine ulaşır. Baldırı çıplaklar partisi, partileşmemiş bir partiyi temsil eder. Partileşmemiş parti, bir sınıfın veya toplumsal tabakanın bir program ve liderlik etrafında, amaç ve irade birliği oluşturamama, siyasal ordu haline gelememe durumuna denk düşer. Devrim sonrası Babeuf’un önderliğinde örgütlenen Eşitler Komplosu, ezilen sınıfların, baldırı çıplak yoksulların ilk gerçek siyasal partisidir. Siyasal bir parti olmanın temel öğelerine sahiptir. Rusya’da feodal çarlık sistemini yıkmak için örgütlenen Toprak ve Özgürlük Partisi de dönemin başka bir örneği sayılabilir. Bu döneme ulusal direnişçi pek çok parti de eşlik eder.

Burjuva devrimler, burjuva egemenliğinin siyasal sistemini kurumlaştırır. Kapitalist düzenin siyasal egemenlik sistemi burjuva cumhuriyetidir. Burjuva egemenliğin anayasal cumhuriyet sistemi, sınıfların varlığının ve mücadelesinin kabulü üzerinden yükselir. Köleci cumhuriyetten farkı buradadır. Fakat özsel bakımdan burjuva cumhuriyeti ile köleci cumhuriyet aynıdır. Özsel olan ise, cumhuriyetin bir egemenlik ve sınıf diktatörlüğü olmasıdır.

Parlamento, genel ve eşit oy, seçim ve siyasal partiler burjuva cumhuriyet sistemin yapıtaşlarıdır. Burjuva siyasal egmenlik sistemi, devlet ve parlamento üzerine kuruludur. Egemenliğin asıl aracı, egemen sınıfın şiddet tekelini ve ezilenleri ezme, sömürme özgürlüğünü elinde tutan devlettir. Burjuva demokrasisi, burjuva egemenliğin sigortasıdır. Burjuvazinin ezilen ve sömürülen sınıflar üzerindeki diktatörlüğüdür. Cumhuriyet sistemi, yani anayasal parlamenter siyasal sistem, sınıf diktatörlüğünü gizler. Cumhuriyet kendini tüm sınıfların eşit ve kolektif çıkarlarının temsiline dayandığı biçiminde sunar. Burjuva parlamentosunun ezilen sınıflara da açık ve ezilen sınıfların kendi programlarını realize etmelerinin mümkün olduğunu vaaz eder. Gerçekte ise böyle bir şey yoktur. Burjuva parlamento egemen sınıf partilerinin tekelindedir. Parlamento, egemen sınıfların kendini siyasal partileri vasıtasıyla kendi sınıf çıkarlarını ve sorunlarını tartışıp çözdükleri, ezilen ve sömürülen kitleleri yönettikleri bir siyasal organdır. Köleci Roma senatosunda olduğu gibi modern burjuva parlamentosu da egemen sınıfların konsensüs ve “birlik”/ortaklık organıdır. Ezilen sınıfların burjuva parlamentoda egemen olması, kendi programlarını uygulaması vs. mümkün değildir. Bu anayasal çerçeve ve siyasal partiler sistemiyle önlenir.

Burjuva demokrasisi, teoride ve söylemde tüm nüfusu ve sınıfları kapsar görünür. Gerçekte ise burjuva demokrasisi, egemen sınıflar için özgürlükle sınırlıdır. Demokrasi, burjuva sınıfın egemenliğinin ve özgürlüğünün koruyucusudur, güvencesidir.

Ezilen ve sömürülen sınıflar için özgürlük yoktur. Burjuva siyasal sistem, parlamento, seçim, genel ve eşit oy, siyasal partileri kurumlaştırır. Sınıf mücadelesini burjuva siyasal sistemle sınırlar. Siyasal özgürlük ve sınıf mücadelesini siyasal partilerin seçime, parlamentoya girme durumuna indirger/sınırlar. Siyasal sistemin kurallarına uyarak veya burjuva yasallığını aşarak zorlayan her ezilen sınıf hareketi cezalandırılır. Burjuva siyasal sistem, siyasal mücadeleyi ve sınıf mücadelesini, bir temsiliyet, oy ve rızanın satın alınmasına, siyaseti, belirlenmiş kurallar çerçevesinde sürekli tekrarlayan bir politik oyuna dönüştürür. Bu oyunda burjuvazinin kazanması mutlaktır/güvencelidir. Burjuva parlamenter sistemin boşluğundan yararlanarak iktidarlaşmaya girişen sistem dışı sınıflar/örnekler çıkarsa, bunları da devletin kanlı yumruğuyla ezer. Çok partili rejim, demokrasi, özgürlük söylemlerine ve biçimsel araçlarına karşın, burjuvazi sınıf egemenliğini ezilen sınıflarla asla paylaşmaz. Burjuva siyasal sistemde ezilenlerin iktidarlaşma yolu, parlamento ve seçimlerden değil, kurulu düzeni yıkmayı önüne koyan devrimci/komünist partilerin hazırladığı devrimlerden geçer.

Sınıf-parti ilişkisi kapitalizmin tüm ana ve ara sınıfların gerçeğinde, egemen burjuva siyasal sistem koşullarında zengin siyasal biçimlerde varlık kazanır. Her sınıf ve toplumsal tabakanın bir veya birkaç partisi vardır. Burjuva kapitalist düzen kelimenin tam anlamıyla bir siyasal parti cennetidir. Tek sınıf, çok partililik ya da bir sınıfsal/toplumsal tabakaya çok sayıda parti izdüşümü kapitalist düzenin ayırıcı özelliğidir. Önceki tarihsel çağlarda olduğu gibi yine sınıfların partileri vardır. Fakat siyasal partilerin sınıflarla ilişkisi ve indirgenebilirliği çok daha dolayımlıdır. Egemen sınıfların çok sayıda partisi olduğu gibi, ezilen sınıflar da çok sayıda partiyle ilişkili bir tabloyu oluşturur. Bu durumun toplamına bakıldığında siyasal mücadelenin başlı başına bir siyaset sınıfı yarattığı söylenebilir. Egemen sınıflar, siyasal mücadelede bir siyaset sınıfına gereksinme duyar ve bunu örgütler.

Kapitalizm, aynı zamanda uluslaşma, ulus-devlet çağıdır. 19. yüzyıl uluslaşmanın yüzyılıdır. Dolayısıyla ‘ulus-partileri’nin, milliyetçi parti ve hareketlerin tarihte etkin bir rol oynadıkları bir çağdır.

19.yüzyılda ulus-devlet olarak bağımsızlığına kavuşan ya da sömürgeci boyunduruktan kurtulmaya çalışan uluslar, değişik sınıf ve kesimleri kucaklayan ‘ulus partileri’ olan milliyetçi partiler örgütledi. Ulus-devleti ve ulusal bağımsızlığı amaçlayan ulusal partiler dönemin etkin siyasal partileri ve direniş örgütleridir. Siyasal-askeri yapılarıyla güçlü partiler olarak öne çıkar. Ulusal sorunun çözümünü amaçlayan ulusal partiler özünde birer sınıf partileridir ve belli sınıfların damgasını taşır. Burjuva-feodal sınıfların önderliğindeki ulusalcı partilerle emekçi-ezilen sınıf karakterli ulusal kurtuluş partileri ulusal partileşmenin iki ana akımını oluşturur. Emperyalizm çağında bu iki akım arasındaki ayrışma belirginleşip berraklaşır. Ayrıca tüm egemen sınıf partileri kendilerini tüm ulusun temsilcisi olarak sunar ve burjuva milliyetçi ideolojiyi bayrak edinir. Milliyetçi ideoloji, kapitalist egemen sınıfların siyasal partilerinin ideolojik kimliğinin ana unsurudur.

Muhafazakar, liberal vs. tüm egemen sınıf partileri, burjuva milliyetçi ideolojik kimliği bir resmi sınıf ideolojisi olarak taşır. Dinsel ideoloji irtifa kaybetse de, kapitalizmde önemli ve özgün bir ideolojik damar olarak egemen sınıf partilerinin ideolojik-siyasal kimliğinin unsurudur.

Komünist Parti

19.yüzyıl, sosyalizm ve sosyalist/komünist partilerin de doğuş yüzyılıdır. Sosyalizm bir hareket/akım ve parti olarak, kapitalizmin beşiği İngiltere’de doğar. Çartist hareket, işçi sınıfının ve sosyalist hareketin en ham ve aynı zamanda ilk partisel formudur.

Avrupa’daki 1848 devrimleri uğrağında Marx, Engels, sosyalizmin teorisini, taktiğini, ve programını ortaya koyar. Komünist Manifesto, proletarya partisinin devrim programını ve devrim planını/taktiğini ilan eder. Komünist partinin teorik ve pratik temelleri atılır ve parti, devrimlerin merkezinde inşa edilmeye girişilir. Komünist partinin maddi siyasal varlık haline gelişi ve örgütsel şekil kazanması esasen 1848 devrimi deneylerinden sonra gelişir. 1848 devrimlerine katılan ve ‘toplumsal cumhuriyet’ sloganı ve programıyla dövüşen proletarya güçleri bir siyasal hareket/parti görünümündedir. Tam bir partileşme düzeyi ve biçimi yoktur. Proleter devrimci hareket belli önderlerin etrafında gelişir ve proletarya 1848 devrimlerinde yenilir. 1848 devrimlerinin içinde ve akabinde ortaya çıkan Komünist Lig ve Uluslararası Emekçiler Derneği, komünist parti örgütlenmesinin ilk formlarıdır.

1. Enternasyonal, komünist parti örgütlenmesini bir adım daha ileri taşır. Komünist partiyi “uluslararası işçi sınıfı hareketinin mücadele örgütü” olarak kavrar ve konumlandırır. Enternasyonal, değişik sosyalizm akımlarını mücadele pratiğinde birleştirmesiyle de ayırıcıdır. Bu dönemin komünist partisinde parti-ordu-cephe ayrım ve ilişkileri henüz yoktur ve siyasal ordu olma vasfı bütün bu araç ve olguları içeren bir anlam taşır.

1848 devrimlerinin ateşleri içinde doğan ve onun dersleriyle şekillenen ilk komünist parti gerçeği, Paris Komünü devrimci atılımıyla yeni bir evreye ulaşır. Paris Komünü, proletaryanın devrimci partisinin devrimidir. Proletarya diktatörlüğü tarihte ilk kez gerçekleşir. Devrim 72 gün ayakta kalır. Fakat devrimci proletaryaya muazzam dersler bırakır. 1. Enternasyonal, Paris Komünü devrimci atılımıyla tarihin sınavından geçer ve kendini sınar. 1. Enternasyonal’in dağılması ve sosyal-demokrat işçi partilerinin kurulması, KP’nin yeni ve daha ileri bir düzeyini ifade eder. KP örgütsel, ideolojik ve programsal gelişimini sürekli ileriye doğru yürütür. Marx-Engels’in özel rolleriyle ve önderlikleriyle katkıda bulundukları bu dönemin partileri, güçlü kitle partileri yaratır. Komünizm düşüncesi işçi sınıfı ve ezilen sınıflara nüfuz eder ve maddi bir güce ulaşır. 2. Enternasyonal’in kurulması, dönemin son atılımcı etabıdır. Emperyalizm öncesi KP tarihi özetle böyle kapanır.

Leninist Parti

Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında Komünist Parti (KP) yepyeni bir devrimci atılımla tarih sahnesine girer. Lenin, bütün bir yüzyıla damgasını vuracak olan KP teorisi ve pratiğinde büyük bir devrim gerçekleştirir. Marksizme örgüt teorisi ve pratiğinde ilk büyük ve çığır açıcı katkısını sunar. Marksizmin devrimci yenilenmesini sağlar. 1902’de yazdığı ‘Ne Yapmalı’ adlı eseri, Marksizme parti teorisi bakımından devrimsel katkıdır.

Lenin, ‘Ne Yapmalı’da ortaya koyduğu KP teorisiyle dönemin verili 2. Enternasyonal partileriyle ayrışır. Bu bağlamda, belki de Lenin’le 2. Enternasyonalin önderlerinin ilk kopuşmasını KP teorisinde/pratiğinde ve Bolşevik-Menşevik ayrışmasına götürmek, öne almak gerekir.

Çünkü ‘Ne Yapmalı’, KP teorisi ve pratiği üzerinden ileriye doğru kesin bir kopuştur. Varolan 2. Enternasyonal partilerinden kopuşarak ileriye doğru bir devrimci sıçramayı ifade eder.

‘Ne Yapmalı’da Lenin, devrim ve sosyalizmin öncü partisini, bir savaş kurmayı ve ezilen sınıfların siyasal ordusunu örgütlemenin, hazırlamanın önderi ve aracı olarak ele alır. Bunu iki bölümlü öncü parti teorisinde somutlar/açıklar. Lenin’e göre, komünist parti ilkin bir profesyonel devrimciler örgütüdür. İki bölümlü öncü partinin ilk bölümüne profesyonel devrimcileri yerleştirir. Profesyonel devrimciliğin niteliklerini vurgular, çerçevesini çizer. İkinci bölüm, partinin yerel kadrolarının, örgütlerinin ezilen sınıflarla ilişkilenme ve kaynaşma bölümüdür.

Lenin, komünist partinin önderlik sorununu hep merkezde tutar. Sürekliliği sağlanmış, sağlam ve istikrarlı bir parti önderliği olmadan, öncü partinin ezilen sınıfların önderliğini kazanamayacağını, önderlik sorununun devrimci komünist partinin hayat memat meselesi olduğunu gösterir, sürekli önderliğin önemini vurgular, dikkat çeker.

Öncü komünist partisini, işçi sınıfı ve ezilenleri yalnızca aydınlatıp eğiten, onlara yardım eden bir aygıt olarak görmez. Partiyi bir devrimci savaş kurmayı olarak görür ve ilan eder. Parti, ezilenleri siyasal bir ordu haline getirmeye çalışan ve savaşan-savaştıran örgüttür. 1902’de patlak veren köylü ayaklanmaları döneminde, 1905 devriminde partinin iktidarı kazanması için devrimci şiddetin, partizan savaşının geliştirilmesini savunur. Bolşevik partiyi buna göre konumlandırmaya çalışır. Çünkü parti iktidarı kazanmanın aracıdır ve karşı devrimin iktidar gücü şiddet yoluyla parçalanmadan proletaryanın iktidarını kazanmak mümkün değildir. Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur ve parti bu sorunu çözecek öncü ve önder kurmaylıktır. Devrimi hazırlamanın öncüsü ve önderidir. Çünkü parti devrimin politik öznesi, yapıcısıdır. O yalnızca bir öncü kılavuz değildir. Çok daha fazlasıdır. Hiçbir şeye karşı her şeydir. Parti bir fenerdir, aydınlatır. Bir pusuladır, yol/yön gösterir. Fakat aynı zamanda devrim hareketinin lokomotifidir. Devrimi yürütür. Değiştirmenin ve yeniden meydana getirmenin mimarı ve yapı ustasıdır. Parti bir sınıf örgütüdür. Fakat o sınıfın herhangi bir örgütü değil, öncü ve önder örgütüdür. Sınıfın en yüksek bilinç düzeyi, en ileri eylem birliğidir. Parti işçi sınıfı ve ezilenlerin savaş örgütüdür. Devrim ve komünizmin savaş okuludur. Parti özgürleşme aracıdır. İşte Lenin’in bize armağan ettiği parti gerçeği budur.

Leninist parti (Bolşevik Parti), öncü ve önder parti olmayı başarır ve bunu Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni gerçekleştirmeyle taçlandırır. Leninist parti, proleter devrimin zaferinin partisidir. Ezilen ve sömürülen sınıfları siyasal bir ordu olarak örgütlemenin, savaştırmanın ve iktidarı fethedip sosyalizmi kurmanın aracı ve öncüsüdür. Bütün bunları başarmanın teorisinin/pratiğinin adıdır.

20.yüzyıla damgasını vuran sosyalist, demokratik/halk devrimleri ve belli başlı ulusal kurtuluş devriminin öncüsü partiler, Leninist partiyi örnek aldıkları, bilincini ve anlayışını kuşandıkları, bolşevikleştikleri ölçüde zafere ulaşır. Geçtiğimiz yüzyılın devrimlerinin toplamına bakıldığında Leninist parti model ve anlayışını benimseyen, esinlenen Komintern partisi olan veya olmayan partilerin başarılı devrimlere önderlik ettikleri görülebilir.

Leninist parti ve 3. Enternasyonal, komünist parti teorisinde, örgütlenmesinde ve pratiğinde yeni bir düzeyi/evreyi imler. Bu evre/dönem komünist partilerin sosyalizmi kurma ve geliştirme pratiklerini kapsar ve bu özelliğiyle ayırıcıdır. Komünist öncünün sosyalizmi kurma ve geliştirmedeki rolünün tarihsel sınanmadan/sınavdan geçtiği bir aşamadır.

Komünist parti, 3. Enternasyonal ve devrimlerle, sosyalizmin öncüsü kurucu kimliği ve rolüyle ileriye doğru gelişimini sürdürür.

Zengin devrim deneyleri, örgüt ve mücadele biçimleri yaratılır. Komünist partiler ordu ve cephe gibi devrimin kaldıracı temel araçlar örgütler. Komünist partiyle devrimin kaldıracı araçlar arasında doğru politik ve örgütsel ilişki/pratikler kurulur. Kazanılmış devrimler komünist partilerin bu gelişimin ifadesidir. Muazzam derecede devrimci birikimler elde edilir ve ezilenlerin mücadele cephanesine sunulur. Leninist parti, ezilen insanlığa sosyalizmin olanaklılığını gösterir. Düşü gerçek kılar, ezilenlere sosyalizmi armağan eder. Leninist parti budur işte!

21. Yüzyılın Leninist Partisini Düşünmek

21.yüzyıl, sosyalizmin büyük zaferiyle açılıp kötü ve geçici yenilgisiyle kapandı. Sosyalizmin geçici yenilgisiyle sosyalizmin bir dönemi kapanmıştır. 21. yüzyıl, sosyalizmin yeni mücadele dönemidir. Sosyalizmin yeni mücadele dönemi, devrim ve sosyalizm mücadelesini yürüten partilerin/kuvvetlerin önüne dünyanın her yerinde ortak ve benzer devasa sorunlarla boğuşmayı ve çözmeyi koyuyor. İdeolojik ve örgütsel kriz gerçeğiyle karakterize olan günümüz komünist/devrimci hareketinin tarihin önüne koyduğu devasa sorunları hemen ve kısa dönemde çözmesi mümkün değildir. Fakat mutlaka çözecektir. Umutsuz olmaya, tarih bilincini unutmaya hakkımız yok. Tarih ve sınıf mücadelesi bitmedi, sürüyor. Daha güçlü ve yenilenerek gelecektir sosyalizm.

Sosyalizmin yeni döneminin, eski ve yeni sorunlarını çözerek ilerlemek, 21. yüzyıl komünistlerinin kaçınılmaz görevidir. Komünistler bunu başaracak ve 21. yüzyıla sosyalizmin zaferini yazacaktır. Sosyalizmin geçici yenilgisi, devrim ve sosyalizmin tüm edinimlerine ve ütopyasına karşı ezilenlerin kuşkuyla ve güvensizlikle bakmasının koşullarını/iklimini yarattı.

Emperyalist burjuvazi ve onun ideologları/entelektüelleri, sosyalizmin yenilgisini ve yenilgi iklimini sürekli kılmak için büyük uğraş veriyor. Yenilgiyi bir yaşam ideolojisi, bir alınyazısı haline getirmeyi amaçlıyor. Tekelci burjuvazi, işçi sınıfı ve ezilenlere ‘kaderiniz bu!’ ‘sosyalizm kötü ve yanlıştı, bunun için yıkıldı, sosyalizm mümkün değil’, ‘başka bir dünya yok, kaderinize razı olun’ diyor. Öldü denilen sosyalizme her fırsatta saldırıyor. Burjuvazi, sosyalizme saldırılarının odağına devrimci olan ne varsa öncelikle onları koyuyor. Leninist parti, burjuva liberal ideolojik saldırının baş hedefidir. Öncü parti, leninist örgüt modeli her fırsatta karalanıyor, sosyalizmin yenilgisinin suçlusu ilan ediliyor, yeniden ve yeniden mahkum ediliyor.

Tekelci düzenin egemenliğine boyun eğip teslim olan sosyalizm ve devrim dönekleri, burjuva liberal ideologlar ve liberal sol, leninist partiye saldırıda başı çekiyor. Leninist parti ve devrim teorisi/pratiği yerine, ‘özgürlükçü sol’, ‘yeni sol’ vs. parlak ambalajıyla burjuva liberal projeler ve pratikler öneriliyor. Postmodernizmden sol liberalizme, sivil toplumculuktan STK’lara değin günümüz tekelci burjuva düzeninin hegemonyasının araçları haline gelmiş siyaset ve siyasal varoluş kalıpları/tarzları dayatılıyor.

Öte yandan, leninist örgüt/parti modeline, devrimci ve ilerici harekette gelişen güvensizlik ya da ondan vazgeçme pratiği dosdoğru yenilgiye yenilmekle alakalıdır. Yenilgiyi, bir müminin kaderini tanrının yazdığı alınyazısı gibi algılayıp içselleştirenler, iktidar bilinci ve ufkunu yitirenler, kurulu düzenin egemenlerine teslim oluyor, onların safına geçiyor. Burjuvazinin ve sol liberal düzen tamircilerinin ideolojik argümanlarına sarılıyorlar.

‘İktidarsız devrim/siyaset’, ‘öncü partisiz mücadele’, ‘özgürlükçü sol’ vs. teorileri üzerine bolca geviş getiriyorlar. Burjuva gerici tezleri papağan gibi tekrarlıyorlar. Kuşkusuz, bu durum liberal gerici ideolojik hegemonyanın bir belirtisi ve yenilgi ideolojisinin kudretinin bir göstergesidir.

Leninist partiden vazgeçmek, devrim ve sosyalizm amacından vazgeçmenin öbür adıdır. 20. yüzyıla sosyalizmi yazan leninist parti, 21. yüzyılda da devrimin öncü partisidir, leninist parti eskiyip gereksizleşmemiştir. 20. yüzyılın sosyalizm yenilgisiyle kapanması, bir yenilgi yüzyılı olarak nitelenmeyi hak etmez ve sosyalizmin büyük insanlığa kattığı muazzam birikimlerin red ve inkarını gerektirmez. 20. yüzyıl ezilenlerin zaferler, devrimler, sosyalizm yüzyılıdır. Lenin yüzyılıdır. Tarih ve gerçekler inkardan gelinmez. Leninist parti ve sosyalizm, ezilenlerin binlerce yıllık köle tarihini değiştirir. Ezilenlere kendi kaderini kendi ellerine alabileceklerini, kölelikten kurtulup özgürleşebileceklerini, sömürüye ve insanın insana kulluğuna son verebileceklerini, yeni bir toplumsal düzen kurabileceklerini, yönetebileceklerini gösterir. Toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlüğün yani sosyalizmin olanaklı olduğunu kanıtlar. Leninist parti, devrimi hazırlamanın, egemen sınıfları alaşağı etmenin ve yeni bir düzen kurmanın başarılmış pratiğidir. Devrimcilik, bu su götürmez gerçeği vurgulamayı, tereddütsüzce “20. yüzyılda biz ezilenler burjuvaziyi yendik, kurulu sömürü ve zulüm düzenini yıktık, sosyalizmi kurmayı başardık, bunu yine yapacağız” diyebilmektir ve ezilenlerin devrimci ordusunu örgütlemektir.

Geçmiş yüzyılda leninist parti, belli devrim dönemlerine, ülke devrimlerinin özgül karakterine, sınıf mücadelesinin yerel ve evrensel özelliklerine nüfuz ederek, toplumsal hayatın ve devrimin gelişme yasalarının bilgisini derinden kavrayarak gelişmeyi başarmıştır. Değişik sınıf mücadelesi dönemlerinde ve koşullarında kendini yenileyerek daha ileriden konumlandırmıştır. Leninist komünist parti, durağan ve tortulaşmış bir siyasal varlık değildir. Partinin gelişmesinin durduğu ve tortulaştığı yer devrimin ve mücadelenin yüzgeri dönüm noktasıdır. Tarih, sosyalizmin başarısızlığa uğrayan deneylerinde bunu önemli bir ders olarak açığa çıkarır. Devrimde durmak yoktur. Durmak, geri düşmektir. Devrim; ilerlemek, değiştirmek, yenilenmek ve yenilemektir.

21.yüzyılda sosyalizmin yeni mücadele döneminde devrimci partiyi yeniden düşünmek gerekiyor. Bu komünist partiyi, yeni yüzyılın ve yeni dönemin devrimci önderliğine hazırlamak anlamına geliyor. Komünist partinin sınıf mücadelesinin yeni döneminin tüm sorularına cevap bularak, ezilen sınıfların devrimci önderlik sorununu çözme konumuna yükseltilmesi, günün temel görevi ve kavranacak halkasıdır.

21.yüzyıla yeni devrimler ve partiler damgasını vuracaktır. Devrimci temelde kendini yenileyen komünist partiler, sosyalizmi 21. yüzyıla yazma onurunu kazanacaktır. Leninist gelenekteki devrimci ve komünist partiler, günümüz sınıf mücadelesi ihtiyaçları ve devrim önderliği doğrultusunda kendilerini yenilemek ve daha üst düzeyde varetmek durumundadır. Hayatın ve tarihin buyruğu budur.

Devrimci yenilenme asla leninist partiden bir vazgeçme olarak anlaşılamaz. Sorunu böyle kavrayanların leninizmden uzaklaşıp kopuşanların yönü ve pratikleri bellidir. Parti teorisi ve pratiğinde devrimci yenilenme, leninist komünist partiyi yeni tipte ve Leninist formda geliştirmeyi/genişletmeyi ve yetkinleştirmeyi ifade eder. Günümüzde devrimi hazırlayacak, örgütleyip yönetecek bir öncü ve önder parti gerçeğini yaratmayı kapsar. Devrimci yenilenmenin yönü ve kapsamı budur ve marksist-leninist komünist öncü bu yenilenme rotasında yürüyor/ilerliyor. Marksist-leninist komünist partinin “öncü parti-önder parti” diyalektiği, stratejik önderlik-taktik önderlik kavrayışı, ezilen sınıflarla devrimci ilişkilenme ve “kitlesini arayan parti” vurgusu, devrimci şiddet siyasetinde taktik-teknik vuruş kapasitesinin gelişip pratikleşmesi, devrimci yenilenmenin ve leninist önderlik biliminde derinleşmenin/açılımının somut ifade kazanmış boyutlarıdır. Teorik ve pratik boyutlarıyla daha da derinleşmeye ihtiyaç duyuyor.

Devrimci yenilenmeyi bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak kavrayan, sosyalizmin yeni mücadele döneminin önderi ve devrimin zaferinin partisi olma amacı ve iddiasında olan devrimci/komünist partiler; önderlik, önderlik stratejileri, ezilen kitlelerle ilişkilenme tarzı ve politikalar; yasadışı örgütte gizlilik ve profesyonelleşme, örgüt ve siyaset alanında taktik-teknik ilişkisini geliştirme ve bir bütün olarak çağın bilgi, teknik ve entelektüel donanımını özümseme/merkezleştirme konularını teorinin ve pratiğin konusu haline getirmeli ve bu alanda devrimci bir sıçrama ve yetkinleşmeyi başarmalıdır.

***

21. yüzyılda devrimi hazırlayacak komünist partilerin, bugünkü mevcut durumdan daha ileri bir donanıma sahip olması ve belli bir dönemin politik mücadele tarzıyla şekillenmiş yapısından leninist bir sıçramayı başarması devrimin zaferinin partisel ön koşuludur.

Politik mücadele tarzı ve önderlik sorunu, leninist partinin devrimci yenilenme ve sıçramasının öncelikli ve temel konularının başında geliyor. Önderlik sorunu, tüm tarihsel çağlarda siyasetin kilit sorunlarının başında gelmiştir. Tarihte tüm başarılı siyasal hareket ve partilerin aynı zamanda bir önderlik başarısını imlediği tartışma götürmez bir gerçekliktir ve bunun tersi de doğrudur. İster feodal çağda başarılı olmuş müstesna hareketlerin/partilerin pratiğine bakalım, isterse sosyalizmin zaferine uzanmış komünist partilerin tarihine bakalım aynı gerçekle yüz yüze geliriz: zaferin/başarının kazanılmasında önderlik ve parti tayin edici etmendir. Lenin’in komünist partide önderliğe bu denli önem vermesi, istikrarı ve sürekliliği sağlanmış, sağlam ve uyumlu önderler topluluğuna, profesyonel devrimciler örgütüne vurgu yapması, önderliğin tayin edici rolünü derinden kavramasıyla ilgilidir. Günümüzde düşmandan stratejik darbeyi, önderlik üzerinden yiyen devrimci partilerin daralması-acı-gerçek-hikayesi de bunu anlatır. Ve müthiş öğreticidir. Belli bir alana hapsedilmiş/sıkıştırılmış devrimci önderliklerin, devrimci partileri devrimleri, devrimci mücadeleyi doğrudan ve stratejik düzeyde tayin etme sorununun önemini açığa çıkaran bir başka politik ayraçtır.

Önderlik sorununun iki ana boyutu var. İlki, partinin kendi önderliğini örgütleme politikası ve tarzıdır. İkincisi, partinin işçi sınıfı ve ezilen kitlelere önderlik etme tarzıdır. Kendi önderlik sorununu çözmüş bir parti, kitlelere/ halka önderlik sorununu da çözer. Parti önderliğini örgütleme politikası ve tarzı stratejik bir sorundur. Geçmiş yüzyılın başında Lenin’in tariflediği komünist parti önderliği günümüzde yüz kat daha fazla önem kazanmıştır. Leninist görüş açısında parti önderliklerinin daha özel, sağlam, kurumsal ve kapsamlı örgütlenmesi zorunludur.

Parti önderliği oluşturma stratejik politikasın da, yurtsever hareket dışta tutulursa devrimci hareketin esaslı bir önderlik bilinci ve politikası olduğu söylenemez. Devrimci hareketin önderlik politikası/pratiğini devrimci kendiliğindenlikle belirlenmiş ve şekillenmiştir. Dolayısıyla güçlü, kurumsal ve çaplı önderliklerin yaratılması başarılamamıştır. Önderlik sorunu devrimci hareketin kanayan ‘aşil topuğu’ olmayı sürdürmektedir.

Marksist-leninist komünist partinin, önderlik sorununa bilinçli devrimci yaklaşımı ve sorunu teorik düzeyde stratejik önderlik-taktik önderlik bağlamında çözümlemesi leninist partinin ileri bir açılımı ve kazanımıdır. Startejik önderlik-taktik önderlik teorisinin kapsamlı pratikleştirilmesinin düzeyi, partinin stratejik gelişiminin ve atılımının ifadesi olacaktır. Parti önderliği politikasını, stratejik önderlik-taktik önderlik teorisinde somutlayan marksist-leninist komünist parti, ezilen ve sömürülen yığınlara önderlik sorununu da “öncü partiden önder partiye” teorisinde perspektifleştirmiştir.

Partinin kitlelere önderlik sorunu devrimin hazırlanmasının toplam ifadesidir. Kelimenin tam ve gerçek anlamıyla strateji ve taktiğin gerçek konusudur. Ezilen sınıflara önderlik sorunu, siyasal, örgütsel, taktik ve mücadele biçim ve araçları boyutuyla çok daha karmaşık bir sorundur. Marksist-leninist komünist parti açısından ezilenlere önderlik konusu bugün “öncü partiden önder partiye” parolasında anlam buluyor. “Öncü partiden önder partiye” politikası, işçi sınıfı ve ezilenlerin kavgalarının başına geçmeyi ve devrimin kumanda mevkiine konumlanmayı ifade ediyor. “Kitlelere hücum”, “kitlesini arayan parti’ ve ‘kitlelerle birlikte hücum’ parolalarında anlam bulan güncel verili siyaset, partinin kitleler içinde maddi siyasal varlık haline gelme, kökleşme ve büyük kuvvet olma amacını vurguluyor. Önderleşme pratiğini gösteriyor.

“Öncü partiden önder partiye” parolasının stratejik anlam derinliğini tam ve doğru kavramak, kitlelere önderlik sorununu stratejik politika alanına taşırmak gerekiyor. Başka bir anlatımla “öncü partiden önder partiye” perspektifi stratejik örgüt politikası ve araçlarıyla geliştirilmelidir. Stratejik önderlik-taktik önderlikle ilişki boyutlarını da içeren, ezilenlere önderliğin maddi ve etkin bir olgu/gerçeklik haline gelmesi için partinin kendine stratejik dayanak ve kaldıraçlar oluşturması zorunludur. Ezilenlerin devrimci önderliğinin kumanda mevkiine gelmek için parti kendine “özgürlük alanları” ve “devrimci hegemonya çemberleri” oluşturmalıdır. Komünist parti, devrimci parti yasadışı örgütlenir. Kendini devletin denetiminin dışında konumlandırır, vareder.

Bu devrimin komünist partisinin “özgürlük alanı”dır.

Komünist parti ancak “özgürlük alanları”nı büyüterek, çoğaltarak devrime yürüyebilir. Buradan tüm devrim örgütlenmesinin yasadışı örgütleneceği gibi dar ve düz mantıklı bir akıl yürütmesi yapılamaz. “Özgürlük alanı” özsel olarak devletin ve düzenin denetiminin dışına çıkma, devlete/düzene karşı kendini varetmedir.

Düzenden derin ve kesin bir kopuşma ve kendi seçeneğini oluşturmayı ifade eder.

“Özgürlük alanları” iki anlamda düşünülmelidir. Birincisi, klasik ‘kurtarılmış bölgeler’ esprisinde somutlaşır. Belirli bir kırsal alanda/bölgede üslenmeyi/karargahlaşmayı ifade eder. Bu genellikle gerilla mücadelesi yönetimi tarzında gerçekleşir. Kırsal alanda devlete/düşmana kapatılmış bir bölgeyi kapsar. Kır emekçileri, köylülerle devrimci/komünist partinin içiçe olduğu ve kaynaştığı bir yerel iktidarlaşma biçimini alır, gelişir. Güncel planda Kolombiya, Nepal devrimci mücadeleleri bunu örnekliyor. PKK’nin “medya savunma bölgeleri” kitlesiz ve bir başka örnektir. Kuşkusuz devrimci bir partinin böyle bir “özgürlük alan(lar)ı” ve merkez karargahlaşması ya da yerel iktidarlaşmayla tamamlanan kurtarılmış bölgeler yaratması devrim mücadelesinin belli bir gelişme aşamasında mümkündür.

İkincisi, “özgürlük alanları” devrimin kalbi kentlerde düşünülmelidir. “Özgürlük alanları”nı salt kır ve gerilla üsleri bağlamında, kurtarılmış bölgelerle sınırlı düşünmek eksik ve yanlıştır. “Özgürlük alanları” devrimin kalbi kentlerde özgün bir biçimde gerçekleştirilebilir. Kentlerde “özgürlük alanları” doğrudan kentin ezilen ve sömürülen kitlelerinin içinde olduğu parti-kitle devrimci kaynaşmasının yerel devrimci otorite ve üs alanı haline getirildiği durumu ifade eder. Bir yerel veya sektörel iktidarlaşmaya denk düşer. Kentlerdeki “özgürlük alanları”nın da belli bir devrimci gelişme düzeyinde gerçekleşebileceği açık ve anlaşılır bir durumdur. Devrimci hareketimizin geçmiş deneylerinde/tarihinde bu kategoride “özgürlük alanları” ya da “devrimci hegemonya çemberleri”nin kendiliğinden ve kimi bilinçli örnekleri var. “Kurtarılmış gecekondu bölgeleri/semtler” ya da yerel yönetim mevzilerinin kazanılması üzerine bina edilen “devrimci hegemonya alanları” örnekleri hatırlanmaya değerdir. Güney Amerika devrimci mücadelelerinde, kentlerde ortaya çıkan “özgürlük alanları” çok daha ileri ve yaygındır. Günümüzde Arjantin’de piqueterosların komün tarzında “özgürlük alanları” oluşturmaları, bu bakımdan önemsenmeli ve gözden kaçırılmamalıdır.

Marksist-leninist komünist partinin, Gazi başkaldırısı sonrası gündeme getirdiği emekçi semtlerde “devrimci otorite” politikası, kentlerde “özgürlük alanları” oluşturmanın bir ön adımıydı. “Özgürlük alanları” yerel iktidarlaşmanın bir biçimi ve ifadesidir. Kırdan farklı olarak, kentlerde “özgürlük alanları” iki aşamalı/düzeylidir. İki ana biçim altında realize edilebilir. Birinci düzeyi/biçimi “devrimci hegemonya çemberleri” oluşturmada ifade bulur. İkinci aşama/biçim “özgürlük alanı” yerel devrimci iktidarlaşmadır. “Devrimci hegemonya çemberleri” ve “özgürlük alanları” oluşturmayı salt emekçi semtlerle/varoşlarla, belli bölge ve kentlerle sınırlı görmek, algılamak yanlış ve eksiktir. İşçi sınıfı, emekçi memurlar, gençlik, kadın vb. faaliyet/kitle sektörlerinde “devrimci hegemonya çemberleri” oluşturmak mümkündür. “Özgürlük alanları” belli bir bölgenin denetim ve yönetim altına alınmasını anlatırken, “devrimci hegemonya çemberleri” toplumsal bir hareketi, işçi hareketinin bir bölüğünün veya gençlik hareketinin geneline vb. egemen olma ve yönetmeyi ifade eder. Örneğin, X partisi A emekçi memur sendikasını elinde tutuyor; sendika üzerinden emekçi memur hareketinin bir bölüğünü hegemonyası altına alıyor. A üniversitesi dernek ve diğer araç ve örgütleriyle B gençlik örgütünün siyasi etkisi ve denetimindedir. Ya da yurtsever hareket A kentinin yerel yönetimini kazanmış ve bunu merkez alarak siyasal hegemonyasını güçlendiriyor vb.

Belli bir sektörel faaliyette hareketi kucaklayan ana örgütlere ve hareketin yönetimine hükmeden siyasi güç ‘devrimci hegemonya çemberiyle’ hareketi denetimine alır ve önderlik konumunu geliştirir. Sınıf hareketi üzerinde “devrimci hegemonya çemberleri” kurulabilir. Dahası bazı işçi havzaları birer “özgürlük alanı” haline de gelebilir. Sendikal araç ve mevziler işçi sınıfı hareketini ve emekçi memur hareketini, “devrimci hegemonya çemberleri”ne almak için temel önemdedir. “Devrimci hegemonya çemberleri” ve “özgürlük alanları” oluşturmada mevziler ve ezilenleri ekonomik, siyasal, kültürel vs. boyutlarıyla kavrayıp kucaklayan, sarıp sarmalayan envai çeşit örgüt ve biçimler asıl rolü oynar. Kırda “özgürlük alanı” oluşturmak silahın gücüyledir. Nispeten daha kolaydır. Oysa kentte durum daha farklıdır. “Özgürlük alanları” oluşturmak demek, belli bir alanı devletin ve düzenin dışına çıkarmak, alanı devrimin denetimine almak ve devlete kapatmaktır. Bu ise, muazzam bir örgütsel çalışma ve örgüt düzeyi yaratmak demektir. Kalıcı ve sürekli örgütlülükler, alanın devlete/düzene kapatılması, öz örgütlülükler toplumsal dayanışma ve yardımlaşma, alternatif bir yaşam, “özgürlük alanları”nı oluşturan unsurlardır.

Devletlerin devrimci örgütlere karşı temel stratejisi taban boşaltmak, denizi kurutmak ve devrimci öncüyü marjinalleştirmektir. Başka bir deyişle kitleleri kendi denetiminde tutmaktır. Devletle devrimcilerin arasındaki asıl kavgada kim kimi alt edecek sorusu, son çözümlemede kitleleri kimin kazanacağı noktasında düğümlenir, somutlanır. Devrimci önderlik, tam da bu soruya pratikte ezilen sınıfları devrimin siyasal ordusu olarak örgütleyerek cevap verdiği ölçüde rolünü oynayacak, devrimin zaferine yürüyecektir. O halde kitlelere hücum!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi