Arjantin Ve Gülümseyen Geleceğimiz

OMAR Riva Bella, “Bir Kadının Ruhuna Ağıt”ta, cunta yıllarındaki Arjantin’in parlak bir toplumsal tablosunu çizer. Anlattığı, bir genç kadının, Susanna’nın kontrgerilla tarafından kaçırılışı, maruz kaldığı ve tanık olduğu işkenceler ve katledilişidir. Ancak, “kayıp” olgusunun bu canlı sergilenişi, bir bütün olarak 1976 darbesinin yarattığı koşulların anlatımını içerir. 24 Mart 1976’da tüm iktidar kuvvetini ellerine geçiren Arjantin burjuva ordusu, Susanna gibi onbinlerce muhalifi, devrimciyi, ilericiyi gizli karargahlarda işkenceden geçirmiş ve “kaybetmiş”ti. Resmi verilere göre 30 bin muhalifin uçaklardan okyanusa atılarak “kaybedildiği” Arjantin, korkunun toplumsallaştırıldığı yedi cunta yılı yaşadı.

Bir önceki askeri yönetimin seçimlerle son bulduğu 1973’te, Juan Peron, yükselen toplumsal dalgayı “kabul edilebilir” sınırlara çekmek misyonuyla devlet başkanlığına getirdi. 50’li ve 60’lı yıllarda, devlet kapitalizmini ve sendikaları ekonomik tavizlerle yedeklemeyi savunan peronizmin kimi dönem başa gelişi, kimi dönem askeri darbeyle devrilişi arasında gidip gelen Arjantin, 7376 arasındaki üç yıllık kesiti, Juan Peron’un ve o öldükten sonra başa geçen eşi Isabel Peron’un peronist hükümetleriyle geçirdi. Arjantin, derin bir toplumsal sarsıntı yaşıyordu. Yükselen gerilla hareketleri, sınıf hareketinde kabarma ve gençliğin devrimci eylemi ile karakterize olan bu üç yıl sonunda, faşist generaller iktidar gücünü yeniden ele alarak muazzam bir devlet terörü dönemi başlattılar.

Arjantin tekelci burjuvazisinin ve emperyalizmin çıkarlarını bir ölçüde zedeleyen her düşünce “düşman” kabul edildi. Rejime karşı en ılımlı ilerici muhalefet dahi açık kontrgerilla şiddetiyle bastırıldı. Devlet terörü, yasal devlet organlarından (yasal polis, mahkemeler vb.) ziyade, gizli kontrgerilla birimlerince örgütlendi. Esnek ve yatay biçimde örgütlenmiş sayısız çete, ordunun koruması altında, tam bir hareket serbestisi içinde terör estirdiler.

“İktidarı 1976’da devralan askeri ve sivil seçkinler”e göre; “ülkeyi etkisi altına alan ve tabandan gelen hastalık, tepeden gelen kesin eylemlerle yanıtlanmalı”ydı. (1)

Yıllar süren ve merkezinde kaybetme saldırısının durduğu devlet terörizmi, toplumsal doku üzerinde belirgin etkide bulunacaktı. “Kayıp” işkencesi, kaybedilen kadar, onun yakınlarını, arkadaşlarını da hedefleyen bir saldırıdır. 30 bini aşkın kayıp, yakınları ve çevreleriyle birlikte, tüm Arjantin halkını saran bir korku ablukası yarattı. “Sessizlik, inkarcılık, aklileştirme, yalnızca kendini düşünme toplumsal davranış kuralları haline geldi. Herkes çevresini, işini ya da aile yaşamını değiştirerek, güvenliğe ilişkin önlemler aldı.” (2) Yoğunlaştırılmış siyasal şiddet, işçi sınıfını, orta sınıfları ve gençliği kuşatıp, toplumsal mücadeleden caydırarak, burjuva egemenliğini restore etti. Ancak toplumsal muhalefet cunta yıllarında dahi tam olarak susturulamadı. Kayıp annelerinin merkezinde durduğu insan hakları ekseninde gelişen hareketler, askeri diktatörlüğün zulmüne karşı mücadeleyi sürdürdüler. Plaza de Mayo annelerinin eylemleri, unutuşa, belleksizleşmeye karşı anımsamayı temsil etti. Bugünün ayaklanmasının bir kökünün de bu yiğit mücadelede yattığı kuşkusuzdur.

Cuntanın Ekonomi Politikası

‘76 darbesinin hükümdarları, en genel planda, peronizmin izlediği ithal-ikameci politikadan, neoliberal modele geçişi öngörüyorlardı. Bu doğrultuda “enflasyonu düşürme” etiketi taşıyan bir ekonomik paket devreye sokuldu. Bu paket, enflasyonu düşürmekte başarısız olsa da, generallerin gerçek ekonomik hedeflerine uygundu. Cuntanın ilk iki yılında (‘76-’77) gerçek ücretlerde keskin bir düşüş yaşandı. Devlet harcamaları azaltıldı. Dövize değer kazandıran bir kur politikası izlendi. Spekülatif ekonomi ve finans burjuvazisi teşvik edildi. Ancak generaller, neoliberal modeli en pervasız ve açık biçimiyle uygulama cesareti de gösteremediler. “Çalışan sınıfın yaşam standartlarına ciddi bir saldırının güvenlik sorununu çok daha güç hale getireceğinden korkulmaktaydı. Bir başka neden de, ordunun kendisinin zaferden endişeli olmasıydı.” (3)

Cuntanın ekonomi politikası, kitlenilen temel hedefle, “düşmanın bastırılmasıyla çatışmadığı oranda uygulanmaya çalışıldı. Hatta cunta hükümeti, kimi ekonomik ödünler karşılığında büyük sendikalarla ittifak kurdu. Ama diğer yandan, ekonomi bir türlü küçülme ve kriz sarmalından kurtulmadı. Sanayi üretimi, 1976-80 arasında yüzde 25 oranında daraldı.(4) Cuntanın son üç yılında gayri safi yurtiçi hasıla (GSYlH); 1980’de yüzde 1.4 büyürken, ‘81’de yüzde 6.2, ‘82’de ise yüzde 5.1 küçüldü.

Ekonomik durumdaki kötüleşmeyle birlikte, cunta generallerinin 1982’de giriştiği Falkland macerası ve yenilgiyle sonuçlanan Arjantin-İngiltere savaşı, cuntanın çöküşünü kesinleştirdi ve Arjantin burjuvazisini yeni siyasal arayışlara yöneltti. Darbe yıllarının yoğunlaştırılmış şiddetiyle bunaltılmış Arjantin toplumunu neoliberal model doğrultusunda köklü biçimde dönüştürmek, Alfonsin’le başlayan “sivil” burjuva hükümetlere düştü.

Neoliberalizm Ve Kriz

1983’te seçimle iş başına gelen Devlet Başkanı Alfonsin, ardılları Menem ve De la Rua ile birlikte, neoliberal modeli kapsamlı biçimde hayata geçirmeye giriştiler. Devlet işletmeleri satıldı ve binlerce işçi işten atıldı. Maden ve enerji santralleri gibi “verimsiz” kabul edilen işletmeler kapatıldı ve bu işletmelerin bulunduğu şehirler “hayalet şehirler”e dönüştü. Sosyal hizmetlerde ciddi kesintilere gidildi. Sağlık ve eğitim özelleştirildi. Emperyalist finans sermayesinin hızlı akışı, yaygın bir spekülasyon sektörü yaratarak, mali sistemin çöküşüne ve Arjantin burjuvazisinin 130 milyar dolarlık bir sermayeyi yurtdışına çıkarmasına götürdü. 1997’de başlayan durgunluk, 2001’de en ileri düzeye varan bir bunalıma dönüştü. (5) İşçi sınıfının aşırı-yoksullaştırılması, işsizliğin yaygınlaştırılması, küçük burjuvazinin yıkımı, mali sistemin uluslararasılaştırılması ve istikrarsızlaştırılması üzerine kurulu ekonomik büyüme yılları, büyük bir tökezleme ve ardından yere serilmeyle sonuçlandı.

1991’de IMF’yle Menem hükümeti arasındaki anlaşmaya dayanan plan, hiper-enflasyonun düşürülmesini öngörüyordu. Dört haneli rakamlara ulaşan enflasyon, reel ücretlerin dondurulması ve düşürülmesi yolundan aşağıya çekildi. Arjantin pesosu dolara sabitlendi. Yığınlar, hayatı çekilmez kılan enflasyonun düşürülmesi için, bu iktisadi şiddete boyun eğdiler. Para kurulu, buradan itibaren, mali politikayı yönetti. Devlet harcamalarında büyük bir kesintiye gidildi.

Askeri yönetimden devralınan krizin aşılması ve enflasyonun düşürülmesi, IMF’nin “Arjantin mucizesi” masallarını yaymasına vesile oldu. Uzun yıllara yayılan ekonomik büyüme, genişleyen orta sınıf, IMF’nin göz kamaştıran ekonomik başarıları olarak sunuldu. Ancak “mucize”, 97-98 Güneydoğu Asya krizinin ardından sarsıldı, 2000-2001’de ise derin bir ekonomik krizle gerçek niteliği apaçık ortaya çıktı.

Yeni seçilen Devlet Başkanı Eduardo Duhalde, meclis kürsüsünden yaptığı ilk konuşmada Arjantin ekonomisinin geldiği durumu itiraf ediyordu: “Arjantin iflas etti. Piyasa durdu, ödemeler zinciri kırıldı, ekonomiyi döndürecek nakit para bulamıyoruz ve Noel ikramiyelerini, maaşları ve emekli aylıklarını ödemek için pesomuz yok...”İ6)

Öğretmenler, doktorlar, temizlik işçileri ve hatta polisler arasında, 5 aydır maaş alamayanlar var. Bankalar kredi vermeyi durdurdu. Ekim başından beri emekli aylıkları ödenmiyor. Sağlık sigortası ödemeleri acil servislerle sınırlı -Kasım ayında, ayaklanmanın öngününde ekonomik durumun tablosu buydu. İ7)

Emperyalist iradenin cisimleştiği IMF’nin dayattığı yapısal uyum programlarıyla dönüştürülen Arjantin ekonomisinin sürüklendiği derin ekonomik kriz, 2001 başından itibaren tüm çıplaklığıyla kendisini ortaya koydu. Ancak burjuva ideologları, ısrarla, krizin nedeninin “IMF programlarının yeterince uygulanmaması” olduğunu iddia ediyorlar. Son birkaç ayın ekonomik sıkışmışlığından dolayı, Arjantin burjuva hükümetinin IMF’nin dayatmalarını karşılayamadığı doğrudur. Ancak, bugün için bataklığa saplanan ekonomik yapılanma, son 15 yılda IMF’nin yönetimi altında şekillendirilmiştir. Neoliberal serbestleşme programıyla sermayeye sağlanan olanakların, ortaya çıkan sefalet, işsizlik ve mülksüzleşmenin, daha fazla istikrarsızlaşan ve düzensizleşen iktisadi ve mali yapının birleşik sonucudur bugünkü kriz. Ancak, burjuvazinin bu krizden çıkmak için, neoliberal programı daha da ileriden uygulamak dışında bir seçeneği de yok! The Guardan gazetesinden Simon Jeffrey, “krizin kökünde, kamu harcamalarındaki aşırılık ve ağır borçlanmaların tetiklediği durgunluk yatıyor” (8) derken, Arjantin burjuvazisine devlet harcamalarını daha da fazla kısmasını söylemiş oluyor, örneğin.

IMF, krizden çıkış için pesonun devalüe edilmesini dayattı ve Duhalde hükümeti de yüzde 40 oranındaki devalüasyonla buna uydu. Şubat 2001’den iyi hatırladığımız üzere, böyle bir devalüasyonun doğrudan sonucu, tüm meta fiyatlarının en az yüzde 40 oranında artması olacaktır. Yine, Arjantin burjuvazisinin gündeminde yeni işgücü piyasası yasası ile esnek çalışmanın hukuki dayanaklarını güçlendirmek ve sağlık sisteminde yeni düzenlemelerle bu alanı kuralsızlaştırmak duruyor. Krizin nedenlerini daha üst düzeyde üreterek krizden çıkmaya çalışan Arjantin burjuvazisi, emperyalist dünya sisteminin yaklaşan sonunu simgeliyor.

İşsiz Hareketi

1991’de yüzde 6 olan resmi işsizlik oranı, 1995’te yüzde 18.5’a çıktı. Bu yığınsal işsizliğe, 13 milyon işçinin 7 milyonunu etkileyen “eksik istihdam” ya da yarı-işsizlik eşlik ediyor. Bu toplumsal koşulun da beslediği ve büyüttüğü bir işsiz hareketi (piqueteros) ayaklanmada özel bir rol oynadı.

Arjantin’de işsizler hareketi, ‘90’ların başlarında, barışçıl biçimlerle başladı. İşsizler yerel ve merkezi hükümete toplu dilekçeler gönderdiler. Barışçıl kitle protestoları düzenlediler. Bu yöntemler sonuçsuz kalınca, eylem biçimleri de giderek sertleşmeye başladı. Hükümet ve belediye binaları işgal edildi. Nihayet, işsiz hareketinin bugün kullandığı temel mücadele biçimi olarak yol kesmeler, 1996 Haziran’ında Cutrol Co ve Plaza Huincial isimli iki taşra şehrinde ortaya çıktı. Bu eylem, 1997 Nisan’ında yinelendi. O günden bu yana ülkenin dört bir yanında yol kesmeler yaşanıyor. Bir kasabanın ya da bir varoşun işsizleri ve işçileri, halkın da desteğini alarak, şehirlerarası otoyolu trafiğe kapatıyorlar. Böylece fabrikalara hammadde akışını ve fabrikalardan çıkan ürünlerin pazara akışını kesmiş oluyorlar. Yol kesmeler, kapitalist üretim süreci üzerinde, grevlere benzer bir etkide bulunuyor. Bu, özellikle, Ağustos 2001’de ülkenin dört bir yanında otoyollar eşzamanlı olarak kesildiğinde belirginleşti. Ülke çapında, yüzbinlerce işsiz harekete geçerek, 300’ü aşkın otoyolu trafiğe kapadı. Eylül 2001’de, başkent Buenos Aires’in dört yanında örgütlenen yol kesmeler, sendikaların ilan ettiği genel grevlerle iç içe gerçekleşti.

Bu yol kesme eylemlerinden birisi, General Mosconi direnişi, Arjantin sınıf hareketinde tuttuğu önemli yer nedeniyle özel olarak aktarılmayı hakkediyor. Petrol endüstrisine dayalı bir kasaba olan G. Mosconi’de petrol şirketi YPF’nin 1991’de özelleştirilmesiyle kitlesel işsizlik ve yoksulluk başgöstermişti. Hükümet, “Trabajar” isimli iş programlarıyla düşük ücretli işler bularak, işsiz kalan işçileri sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Mayıs’ın 2’sinde, yaklaşık 3000 General Mosconi sakini, Bolivya’ya bağlanan otobanı, çitler ve yanan lastiklerin oluşturduğu iki barikatla kesti. Sapan, sopa ve taşlarla donanmış 300 gösterici, trafiği kesti... Kadın ve çocuklar, koli koli yiyecek taşıyarak direnişçilere yardım etti. Yoksullar, işsizler; erkek ve kadın emekçiler, çocuklar ve küçük-orta ölçekli işletme sahiplerinden oluşan göstericileri, yerel sendikalar ve işsiz örgütleri de destekledi. . göstericiler, esas olarak Trabajar ulusal iş programlarının devamını ve bununla beraber kendi durumlarında belirgin bir iyileşme talep ediyorlardı.

“İlk çatışma, 13 Mayıs şafağında gerçekleşti. Göstericiler ve polisin göğüs göğüse geldiği bu ilk çatışma, tam bir buçuk saat sürdü, göstericiler sadece sapan ve sopalarla direniyorlardı. Jandarma, ancak 30 piquetero (işsiz eylemci, bn.) gözaltına alındıktan ve onlarcası yaralandıktan sonra iki kilometre geri çekilmek zorunda kaldı. (...) Piqueterolar sokaklara geri dönmeyi başardılar ve belediye binasını işgal ederek ateşe verdiler. Baskı, General Mosconi nüfusu arasında Piqueterolarla dayanışma duygusunu giderek artırdı. Dört saatlik bir çatışmanın ardından, ellerinde Arjantin bayraklarıyla binlerce kişi, baskıya karşı direnmek için barikatlara koştu.”İ9) Direniş karşısında hükümet geri adım attı ve talepleri kabul etti. Ancak G. Mosconi durulmadı. Yine aynı kaynaktan aktaralım:

“17 Haziran 2001: Sınır polisi ve askerler, 34 nolu otoyol barikatına saldırıyor, üç işçi katlediliyor, onlarcası yaralanıyor. Jandarma işçilere karşı gerçek mermi ve sinir gazı kullanıyor. İşçiler General Mosconi kasabasına geri çekiliyor ve buradaki polis karakollarını basıp silahlanarak savunmaya geçiyor.

“18 Haziran 2001: Mosconi’de İşçi ve İşsizler Meclisi, yeni bir eylem programı benimsiyor. Medyada iftira kampanyası başlıyor. İşçilere, ‘gerilla’ ve ‘aşırı solcu’ deniyor. Resmi sol, ‘ateşkes’ çağrısı yaparak barış öneriyor ve hükümetin arkasında saf tutuyor.

“19 Haziran 2001: (Mosconi’deki) işçi isyanının savunulması için ülkenin dört bir yanında yürüyüş ve gösteriler yapılıyor. İşçiler ve gençler, hükümet binalarının önünde ‘çevik kuvvet’le çatışıyor.”

Çatışmalar, sonraki günlerde de devam ediyor. Eylemlerin ve güçlü proleter hareketin yarattığı sonucu James Petras şöyle ifade ediyor:

“General Mosconi’de, hareketin önderleri -çoğu başarıyla uygulanan300’ün üzerinde proje formüle ettiler: Yiyecek ve iş sağlamak, bahçeler kurmak, su arıtma tesisleri, varoşlarda ilkyardım klinikleri ve bunun gibi pek çok proje. Kasaba fiilen (de fakto) yerel işsiz komitesi tarafından yönetiliyor, yerel yönetim bir kenara itilmiş durumda.”(10)

General Mosconi, Arjantin proleter hareketinin bir sembolüne dönüşmüş durumda. Ancak, James Petras’ın verileri başka bölgelerde de hareketin güçlü olduğunu ifade ediyor: “Bazı işçi sınıfı varoşlarında, işsiz hareketi, fiilen özgürleştirilmiş alanların oluşmasına götürdü. Buralarda hareketin gücü, yerel yönetimin gücünü etkisizleştiriyor ya da ona üstün geliyor. Buralarda hareket, federal yönetimin ve devletin politikalarına karşı koyabiliyor.”(11)

James Petras, bu işsiz hareketinin içinde yer almış bir yazar olarak, bu hareketi olanaklı kılan koşulları şöyle sıralıyor:

“1) Varoşlarda, işsiz kalmış sanayi işçilerinin, hiç iş bulamamış gençlerin ve ev kadınlarınm yoğunlaşması,

2) Bu varoşlarda, sendikal mücadele deneyimine sahip çok sayıda sanayi işçisi işsizin bulunması,

3) Uzun süren krizin ev kadınlarını aktifleştirmesi,

4) Bu varoşların şehirlerarası otoyolların yakınına konumlamış olmaları.” (12)

Bu uygun koşullar, esnek, yaygın ve özerk bir örgütlenme modeliyle birleşince, ortaya kitlesel ve militan bir işsiz hareketi çıkmış. İşsiz İşçiler Hareketi (MTD) son derece gayri-merkeziyetçi biçimde örgütlenmiş. Her ilçenin sınırları içindeki varoşlara dayanan, ayrı bir örgütlenmesi var. Her varoşta, birkaç sokaklık bölgelerin kendi liderleri ve aktivistleri var. Her ilçenin MTD örgütlenmesi, tüm aktivistlerin dahil olduğu bir genel meclis tarafından yönetiliyor. İzlenecek yol bu meclislerde, kolektif biçimde belirleniyor. Yol kesme eylemlerinin talepleri, bu meclislerce belirleniyor; eylemleri de bu meclisler örgütlüyor. Yol kesme eylemi başladıktan sonra, meclis, varoşlardan destek örgütlüyor. Yüzlerce-binlerce erkek-kadın ve çocuk, yol kesmeye katılıyor. Yolun kenarına çadırlar ve mutfak kuruluyor. Polis saldırmaya yeltenirse, yüzlerce emekçi daha çevre mahallelerden eylem yerine geliyor. Eğer hükümet pazarlık yapmaya karar verirse, eylemciler, pazarlığın eylem alanında, tüm katılımcıların ortasında yapılmasını istiyorlar. MTD’li işsizler pazarlık yapmak için delegasyon göndermeye karşılar. Nedeni ise, hükümetin pazarlık yapmaya gidenleri iyi bir iş karşılığında satın almasını önlemek. Bu yüzden pazarlık herkesin gözü önünde yapılıyor; kararlar ise, eylem yerinde oluşturulan kolektif meclis tarafından veriliyor. Eğer devletten talep edilen güvenceli işler kazanılırsa, bu işler, yine meclis tarafından ortak biçimde dağıtılıyor. Dağıtımda öncelikli kriterler, ailevi ihtiyaçlar ve yol kesme eylemine aktif katılım oluyor. (13)

Devletin işsiz eylemlerine saldırıları sonucu, bugüne değin 300’den fazla eylemci tutuklandı, onlarcası katledildi. Ancak işsiz hareketi de, binlerce kalıcı iş ve yiyecek yardımı gibi hakları kazanarak ilerledi.

İşçiler Ve Sendikalar

Neoliberal model temelinde yeniden yapılanan, dönüşen kapitalist dünya sistemi, toplumsal dokuda ve bununla birlikte, sendikal yapıda da dönüşümleri koşulluyor. Sınıf mücadelesinin keskinleşmesine paralel olarak, geçmiş sendikal yapılarda iç dönüşümler, parçalanmalar, ayrışmalar görülüyor.

Darbe öncesi Arjantin’den miras kalan sendikal yapılanma, peronist çizgideydi. ‘90’lı yıllar, eski sendikal yapılanmanın yıkılmasına, yeni sendikaların doğuşuna tanıklık etti. Peronist CGT parçalandı, başını ulaşım sendikalarının çektiği 20 kadar sendikanın biraraya gelmesi ile Ocak 1994’te MTA (Movimiento de le Trabajadores Argentinos/Arjantin Sendikalar Hareketi. MTA, sonradan “Muhalif CGT” ismini aldı.) kuruldu. 1992’de kurulan CTA (Central de Trabajadores Argentinos/Arjantin Sendikalar Merkezi) ise neoliberalizme karşı militan bir mücadele yürütmek hedefini taşıyordu.

“MTA, peronist olarak kaldı ve çabalarını emek süreçlerinin esnekleştirilmesine karşı mücadeleye ve sendika destekli Obras Sociales sisteminin reforme edilmesine yoğunlaştırdı. CTA ise, işsizler, yoksullar, dışlanmışların sesi olabilmek için ağırlıkla kamu kesimi ve bazı endüstri ve hizmet sendikalarını biraraya getirdi. CTA, yeni tarz bir sendikacılık inşa edebilmek için üç yeni öncül ortaya attı: Devletten bağımsızlık, politik partilerden bağımsızlık ve sendikalaşma konsepti ve pratiğinde bir yenilenme. CTA’nın bu yeni tarzında, tek tek işçiler ve işsizler, bunun dışında emekliler ve diğer sosyal gruplar ‘merkeze’ katılabiliyor ve yürütme organı için oy kullanabiliyor. Bu uygulamasıyla CTA, devlet güdümlü sendikacılığa olduğu kadar, işçi hareketinin hiyerarşik peronist örgütlenmelerine de alternatif olabildi.” (14)

CTA’nın -kuşkusuz ki daha fazla irdelenmesi gerekenyapısı, “sendikal kriz” üzerine ülkemizde yaşanan tartışmalara da esin verebilir. Emekçi katılımındaki ileri duruşu, son iki yılda gerçekleşen beş genel grevde tuttuğu merkezi yer ve sermaye devleti/partileri karşısındaki tutumu ile CTA, kesinlikle ileriye doğru atılmış bir adımdır. Ancak, tabii, eskinin kimi izlerini de içinde taşıyan bir adımdır bu. Burjuva partilere duyulan tepkinin yön verdiği anlaşılan “politik partilerden bağımsızlık” ilkesi gibi. Kuşkusuz CTA’nın burjuva partileriyle arasına koyduğu mesafe, ileri bir adımdır. Ancak sendikaların burjuva partilerinden bağımsızlığı ne denli doğru ve proleter bir ilkeyse, sendikaların proleter partisinden bağımsızlığı da o denli yanlış ve burjuva bir ilkedir.

Arjantin’de sendikal örgütlenmede atılan bir yeni adım da, işsizlerin örgütlenmesi alanındadır. CTA işsiz hareketiyle de güçlü bağlar kurmaya yöneliyor. Ağustos 1997’de işsizler ve diğer sosyal grupların katılımıyla Birinci İşsizler Ulusal Toplantısı’nı gerçekleştirdi. Burada işsizlerin örgütlenmesi ve sorunları tartışıldı. İşsiz hareketinin önderleri ulusal sendika konfederasyonu içinde erimek istemiyorlar; fabrikalardaki sendika aktivistleri ise, işsiz örgütlenmesinin sendikayı dağıtacağından korkuyor. Sonuçta, CTA önderliği; “işsizlerin örgütlenmesini merkezileştirmeye çalışmak ve onları sendika yapısı ve stratejisine birebir bağlamak yerine”, “sendikanın bir ‘şebeke’ gibi çalışması gerektiğine karar verdi.” (15)

CTA ve Muhalif CGT, Aralık ayaklanması içinde önemli bir rol oynadılar. Bu iki sendikanın yanısıra, CCC (Sınıf Savaşçıları Hareketi) isimli sendika da, özellikle işsiz eylemleriyle militan bir tutum takındı. Sayısız eylem, yol kesmeler, barikatlar, 13 ve 21 Aralık genel grevleri bu üç sendikanın imzasını taşıyordu.

İsyan Ve Gelecek

“Sen de bilirsin kır çiçeklerini

Düştükleri yerden yine çoğalırlar

Toprağa toprakça sararlar baharı

Koysam sığmazlar saksılara ama

Dağların ötesinde uyanırlar

Güneşin suları öptüğü zaman

Özgürlük renginde sevgi açarlar.”

(A. Yücel)

Burjuva egemenliğini yeniden yapılandıran cunta yıllarının kurduğu politik sistem ile bu yıllardan köklenen ve “sivil” hükümetlerin ilerletip tamamladığı ekonomik model, 2001’in son aylarında derin bir yönetememe kriziyle sarsıldı.

12 Aralık’ta İşsizler (Piquetero) Ulusal Meclisi’nin aldığı kararla gerçekleşen ülke çapında eylemler ve 13 Aralık militan genel grevi ayaklanmanın fişeğini yaktı. Açlık ve yoksulluk içinde kıvranan yığınlar, süpermarketleri basıp temel geçim maddeleri temin etmeye giriştiler. Ticari mekanizmanın tümden tıkanması korkusuyla, hükümet, bankalardan para çekmeye sınırlama getirdi (haftada 250 dolar). Yıkıma uğrayan orta sınıflar ve işsiz kaldığı için parasını çekmek isteyen işçiler bu kararı öfkeyle karşıladılar. Binlerce, onbinlerce ve yüzbinlerce işçi, esnaf, öğrenci, ev kadını, küçük işletme sahibi sokak eylemleri dalgasıyla rejimi sarstı. Tencere ve tavalarıyla sokakları dolduran eylemcilerin uğultulu kortejleri, ülkenin dört bir yanını eylem alanına çevirdi.

19-20 Aralık’ta birleşerek tam bir halk ayaklanmasına dönüşen hareket karşısında De la Rua Hükümeti, önce sıkıyönetim ilan etti. Ancak sıkıyönetimin tek etkisi, yığınların öfkesini ve eylemini büyütmek oldu. Sendikalar, CGT dahil, sıkıyönetime karşı grev ilan ettiler. Sokaklar daha da kalabalıklaştı. Rua’nın son hamlesi, orduyu ayaklanmaya müdahale etmeye çağırmak oldu. Ancak ayaklanmanın çapı ve kapsamı, aynı zamanda ordunun alt kademelerinde isyanı bastırmaya karşı yükselen itirazlar, burjuva orduyu “tarafsız” görüntüsü vermeye itti. Generaller, Rua hükümetinin kaçınılmaz hale gelen düşüşüne “kayıtsız” kalarak, yığınların öfke ve nefretini üstüne çekmemiş oldu. Rua hükümetinin düşüşünü, peronistlerin kurduğu yeni hükümet ve (bir haftada değişen iki başkanın ardından) Eduardo Duhalde’nin devlet başkanı seçilmesi izledi. Arjantin devleti içinde güçlü bir ilişki ağına ve politik ağırlığa sahip olan E. Duhalde, başkanlıkta görece daha kalıcı olacak gibi görünüyor. Ayaklanma, dört temel dinamiğin bileşimiyle şekillendi: Birincisi, kent yoksullarının, işsizlerin, işçilerin süpermarketlere yaptıkları baskınlar ve yiyecek maddesi zoralımı. İkincisi, işsiz hareketinin özerk eylemleri ve yol kesmeler. Üçüncüsü, işçi sendikalarının genel grevi ve işçi-işsiz-emekçi yığınların sokak savaşları. Dördüncüsü, yıkıma uğrayan orta sınıfların isyanı. (“Portenazo”)

Yağma Mı, Zoralım Mı?

Aç ve işsiz yığınlar sefalet içinde kıvranır, temel gereksinimlerini karşılayamazken; Arjantin devletinin işsizlere yiyecek yardımını kesmesi, açlığı dayanılmaz hale getirdi. Bu durumda, süpermarketlerin depolarını dolduran yiyeceklerle bunlara erişemeyen işçi ve işsiz yığınlar arasındaki özel mülkiyet duvarı, emekçilerce fiilen yıkıldı. Onbinlerce işçi-emekçi, kapitalist özel mülkiyet altında tutulan ve tam da bu yüzden erişemedikleri temel yiyecek maddelerini, marketleri basarak zorla aldı. Bunu bireyel hırsızlıkla aynılaştırmak ancak burjuva düşüncesinin işi olabilir. Evet, Afganistan’da ABD’nin güdümündeki Kuzey ittifakı çeteleri, ele geçirdikleri kentlerdeki tüm dükkânları bastıklarında, ne var ne yok aldıklarında, bu yağma ve çapul olur. Çünkü bir talan savaşıdır bu; ve amaç, iktidar gücüne dayanarak palazlanmaktır. Açlıktan ölmek üzere olan çocuğuna ekmek, süt ve et götürenlerin, evinde aylardır doğru-düzgün yemek yememişlerin onbinler halinde marketlere akını, hiçbir biçimde “yağma” ve “çapul” değildir. Proleter kitlelerin, burjuva özel mülkiyeti zoralımıdır bu. “Süpermarketlerden yiyecek isteme” piquetero önderlerinin formüle ettiği bir mücadele biçimidir. Yığınları bu doğrultuda harekete geçiren de ilk onlar oldu. Sonrasında çığ gibi büyüyen bu eylem, yığınların kendiliğinden hareketinin özel mülkiyete dönük bir saldırısıdır. Milyonlarca Arjantinli aç ve yoksul iken, marketlerin malla dolu olması, kapitalizmin temel çelişkisinin güncel ve çıplak bir görünümüdür. Bu temel çelişki; üretimi milyonlarca işçi elbirliği halinde gerçekleştirirken, ürünlere bir avuç burjuvanın el koymasıdır. Yani üretim toplumsallaşmış olmasına rağmen, üretim araçları ve ürünlerin hala özel mülkiyette olmasıdır bu çelişkinin içeriği. Ekmeği, sütü, eti ve diğer tüm geçim maddelerini üreten proleter yığınlar, bu ürünlere erişemiyorlar. Burjuvazi mülkiyetindeki fabrikalardan onları kovduğu ya da ucuza çalıştırdığı için, yine burjuvazinin mülkiyetindeki bu geçim araçlarını edinemiyor proleterler. Çelişkinin kökü, kapitalist özel mülkiyettedir. Kuşkusuz bu durum Arjantin proletaryasının geniş yığınları tarafından henüz tam bilince çıkarılmış değildir. Onlar, bu çelişkiyi en basitinden, depolardaki yiyeceklere el koyarak çözmeye yöneliyorlar. Özel mülkiyete karşı bu kendiliğinden saldırıyı, örgütlü ve sınıf bilinçli bir saldırıya dönüştürmek gerekir. Aç proleter yığınlar, üretim araçları ve ürünler özel mülkiyet altında olduğu sürece açlığın sona ermeyeceğini gördüğünde, iktidarı burjuvazinin elinden koparıp almaya da yöneleceklerdir.

1905 Devrimi’nde de benzer sahnelerin, (kuşkusuz çok daha karmaşık mücadele biçimleriyle) yaşandığını hatırlayalım: “Bizi ilgilendiren olay, silahlı mücadeledir. Bu mücadele bireyler ya da küçük birey grupları tarafından yürütülür. Bunların bir kısmı devrimci örgütlere bağlıdır; diğer kısmıysa (...) hiçbir devrimci örgüte ait değillerdir. Silahlı mücadelenin iki farklı amacı vardır, bunları kesinlikle birbirinden ayırmak gereklidir; önce bu mücadelenin hedefi, bireyleri, örneğin askeri ve polis hizmetlerindeki şefleri ve yardımcılarını öldürmektir. Sonra, hükümetten olsun, özel kişilerden olsun, para fonlarına el koymaktır. El konulan bu paraların bir kısmı partinin ihtiyaçları için, bir kısmı silah ve ayaklanma hazırlıkları için gerekli malzemelerin satın alınmasına, bir kısmı da bu mücadeleyi yürüten militanların ihtiyaçlarına kullanılır. Büyük mülklere el konulması, (...) her şeyden önce devrimci partilerin ihtiyaçlarına ayrılmış; küçük mülklerin müsaderesi ise özellikle ve bazen de sadece ‘müsadere edenlerin’ ihtiyaçlarına kullanılmıştır. (...) Siyasi bunalımın silahlı mücadeleye varıncaya kadar keskinleşmesi ve özellikle de, kentlerde olduğu gibi, kırsal bölgelerde de yoksulluğun, açlığın ve işsizliğin artması, bu sınıf mücadelesi biçiminin kullanılmasına yol açan başlıca nedenler arasındadır.”(16)

Kuşkusuz Arjantin’de silahlı devrimci gruplar yok; devrimci partiler adına büyük mülklere el konulması da yok. Yalnızca proleter yığınların kitle şiddetiyle geçim araçlarına el koyması var. Ancak özel mülkiyete yönelen bu kendiliğinden saldırı, daha üst biçimleri nüve olarak içinde taşıyor. Siyasal bunalımın, yığınların silahlı mücadelesini ortaya çıkaracak denli keskinleştiği koşullar geliştiğinde; marketlerden yiyecek almaya dönük bir kitle akını, hızla, silahlı gruplar biçiminde örgütlenebilir. Bu gruplar, büyük mülklere el koymaya ve asker-polis güçlerini cezalandırmaya yöneltilebilir. Rejimin militarist güçleriyle sokak çatışmalarının her yanı sardığı Arjantin ayaklanması, bu durumun olanaklarını nüve olarak içinde taşıyor. Bu gelişmeler, komünist öncüye, yığınların başkaldırısını örgütlü silahlı bir biçime büründürmek için partizan savaşına hazırlık güncel görevini bir kez daha hatırlatıyor.

Portenazo (Orta Sınıfların İsyanı)

Arjantin burjuvazisi, ülkenin “geniş orta sınıfıyla” sıkça övünür. “Arjantin modeli kalkınmanın” nimetlerine bir kanıt olarak sunulur bu. Ancak kapitalist dünya sistemi, neoliberal eksende yeniden yapılanırken, tüm ülkelerde toplumsal dayanaklarını da dinamitliyor. Geçmişte görece rahat yaşam koşulları ve lüks tüketim olanaklarıyla sisteme entegre ettiği orta sınıfları hızlı biçimde yıkıma uğratıyor. Arjantin’de ücretlilerin en üst kesimleri (şirket yöneticileri ve profesyoneller vb.) işlerini yitirdi; küçük esnaf iflas etti; küçük işletme sahipleri (özellikle ayakkabı sektöründe) yıkıma uğradı. Bankalardan para çekme yasağı, bardağı taşıran son damla oldu. Buenos Aires’in “nezih” orta sınıf mahalleleri, tencere-tavalı gösterilerin mekanı oldu. Pek çok şehirde küçük tüccarlar vb. işsizlerin yol kesme eylemlerine destek verdiler. Casa Rosada (Kongre Binası) önünde toplanan, Kongre’yi ateşe veren, sokaklarda polisle çatışan yığınlar arasında orta sınıfların, özellikle genç kuşağın önemli bir katılımı vardı.

Özcesi, patlayan orta sınıfların öfkesi, bizdekinin aksine, işçi hareketiyle aynı kanaldan aktı. Burjuva devletin, yoğun medya propagandasıyla, bu ortaklaşmayı bozmaya çalıştığını da belirtelim. Ayaklanma, işçi sınıfıyla küçük burjuvazinin sınıf ittifakını eylem içinde gerçekleştirdi. Bu ayaklanmanın üstün bir yanı ve Arjantin devriminin geleceği açısından umut verici bir gelişmedir.

İşte onlardan birinin, Buenos Aires’in merkezinde yaşayan 63 yaşındaki Alberto Cerini’nin anlatımı:

“Kendimi orta sınıftan sayardım. Şimdi emin değilim. 30 yıl boyunca karım ve ben motor parçaları yaptığımız bir işyerine sahiptik. Durumumuz iyiydi; bir ev ve iyi bir araba aldık, her sene tatile giderdik.

“İşler kötü olduğu zaman bile geçinirdik, yapacak sipariş her zaman olurdu. Sonra, yaklaşık dört yıl önce, iflas ettik. O zamandan bu yana bir kuruş bile kazanmadık. Bir süre iş aradım ama yaşım ileri olduğu için bulamadım. Mümkün değil. Hayat çok acı ve zor. Sadece benim için değil, çok fazla sayıda insan için.

“Arjantin, bir geleceği olmadan yaşıyor. Yarın ne olacağını bilemiyoruz. Kimse plan yapamıyor.” (17)

Yıkıma uğrayan küçük burjuvazinin ruh halini yansıtan bir röportaj bu. Kapitalizmin çarkları arasında ezilen küçük burjuvazi, umutsuzluk ve karamsarlık yüklü bir isyana kalkışıyor. Kuşkusuz ki Arjantin’in “bir geleceği” var. Küçük burjuva karamsarlığının göremediği bu gelecek, eylem içinde, sokaklarda yaratılıyor.

Arjantin orta sınıfının uğradığı yıkım, kendini en çarpıcı biçimde, “Değiş-Tokuş Kulüpleri”nde gösteriyor. 1995’te kurulan değiş-tokuş kulüpleri, bugün bir milyonu aşkın üyeye sahip. Bu kulüplere, evlerinde eski yıllardan kalan süs eşyalarını, öte-beriyi, ördükleri kazakları vb. getiren Arjantinliler, karşılığında “değiş-tokuş kredisi” almaya çalışıyorlar. Değiş-tokuş kredisi ile kulübe bir başkasının getirdiği geçim araçlarından satın alınabiliyor. İnsanlar, bu malları piyasadan satın alacak paraya sahip olmadıkları için bu kulüplere gidiyorlar. Ülkede 1200 civarında böylesi kulüp var. (18) Küçük işletmesi iflas eden, ya da yüksek ücretli işinden atılan, ama yeni bir iş de bulamayan orta sınıf mensupları, değiş-tokuş kulüplerinin üyeleri arasında önemli bir çoğunluk oluşturuyorlar.

Devrimci Durum

Yıllardır biriken ekonomik ve siyasal kriz öğeleri, yığınların aktif mücadeleleriyle birleşerek, Aralık’ta bir devrimci durumun ortaya çıkmasını getirdi. “Eskisi gibi yönetilmek istemeyen” yığınlar, ülkenin dört bir yanında ayağa kalktılar. Kitle mücadelesinde tam bir kabarma yaşandı. Burjuvazi de eskisi gibi yönetemez hale geldi. De la Rua hükümetinin ilan ettiği sıkıyönetimin kitlelerin mücadelesiyle boşa çıkartılması ve Rua’nın istifası, devrimci durumun doruğuydu. İki hafta boyunca bir türlü hükümet oluşturamayan burjuvazi, nihayetinde Duhalde başkanlığında peronist bir hükümetle yola devam edebildi. Ancak Duhalde’nin yüzde 40 devalüasyon kararı ve IMF programını uygulayacağına dair açıklamaları, öfkeli yığınların yeni sokak eylemleriyle yanıtlandı.

Diğer yandan, devrimci durum, devrimin yalnızca nesnel koşullarının olgunlaştığına işaret eder. Öznel faktörlerde, devrimci önderliğin ve devrimci sınıfın bilinç, örgütlenme ve hazırlığında, devrimci eylem yeteneğinde egemen sınıfları yere serecek, buna denk düşen bir olgunlaşma yoksa, devrimci durum, devrime götürmez. Arjantin’de ayaklanan proleter ve küçük burjuva yığınlar, iktidarı talep etmiyordu. Yığınların genel talebi, mevcut hükümetin istifası ve “yolsuzluğa bulaşmamış”, “IMF programlarını uygulamayacak” yeni bir hükümetin kurulması idi. Yığınlarda, burjuva politikacılara/partilere karşı bizdekine oldukça benzer, derin bir güvensizlik ve öfke mevcut. Son seçimlerde, seçmenlerin yüzde 25’inin oy vermeye gitmemesi, oy verenlerin de yüzde 20’sinden fazlasının boş veya geçersiz oy vermesi bu tepkinin bir göstergesiydi. Ayaklanmanın temel sloganlarından birisi; “hepsi gitsin, hiçbiri kalmasın” idi. Ancak, Arjantinli işçi-emekçi yığınlar, yerine bir alternatif koymadan, “hepsinin gitmesi”nin mümkün olmadığını henüz bilince çıkartabilmiş değil.

Böyle bir iktidar alternatifine doğru ilk adımlar, yine yığınların eylemi içinde atılıyor. 9 Şubat 2002 tarihli Radikal gazetesinin MST (Sosyalist İşçi Hareketi) lideri Miguel Sorans’la yaptığı röportajdan şunları okuyoruz: “Tam anlamıyla alternatif iktidar kuramlarından bahsetmek mümkün olmasa da, böylesi kuramların çekirdeği olabilecek örgütlenmelerden söz edebiliriz. Bunlar, işçilerin de içinde aktif biçimde yer aldığı, mahalleler temelinde oluşan ‘halk meclisleri’. Gerek büyük marketlerin yağmalanması, gerek ‘cacerolazo’ diye adlandırdığımız tencere ve tavalara vurarak yürüme eylemleri, gerekse büyük gösteriler, esas olarak bu meclislerin inisiyatifinde gelişti.”

Arjantin emekçisi, “yolsuzluğa bulaşmamış” bir hükümet istiyor. Ancak, yolsuzluklar, emperyalist aşamaya varmış kapitalizmin çürümesinin doğrudan bir sonucudur. Burjuva politikası giderek artan oranda, IMF gibi uluslararası tekelci kapitalist kuruluşlar ve generallerle burjuvazinin “çelik çekirdeği” tarafından yönetildiği için, burjuva politikacı kastına düşen, bulunduğu pozisyonu palazlanmak amacıyla değerlendirmek oluyor. Meclis ve “yasal” hükümet, giderek artan biçimde bir tiyatronun basit figüranlarına dönüştükleri oranda, politika esnafıyla yolsuzluklar da artan biçimde kaynaşıyor. Diğer yandan, burjuva politikası; banka kredileri, faiz oyunları ve borsa maceralarıyla şekillenen spekülatif sektörün bir bileşeni ve müdahili haline gelmiştir. Burjuva politikacılar; hangi şirketin kredi olanaklarından daha fazla yararlanacağı, borsada hangi hisselerin yükseleceği vb. gelişmeleri etkileyebilecek bir pozisyonda duruyorlar. Bu yüzden de seçim kampanyalarını finanse eden sermaye gruplarının palazlanmasından pay kapıyor, onlar tarafından yönlendiriliyorlar. Tekelci sermaye gruplarıyla burjuva politikacı kastı arasındaki bu çözülmez bağlaşma, sürekli tırmanan yolsuzlukların iktisadi temelidir. Yolsuzlukların gözü dönmüş, akıl almaz boyutlara varması, tekelci sermayenin aşırı kar hırsı tarafından koşullanıyor. Kapitalizmin çürümesi ve kokuşması, burjuva politikasından yükselen pis kokuları daha da tahammül edilmez kılıyor. Bu yüzden, Arjantin proletaryası ve diğer emekçi katmanların “yolsuzluğa bulaşmamış bakan” arayışı, kapitalist çürüme ve kökünde yatan özel mülkiyet tarihin çöplüğüne gönderilmeden, mevcut burjuva devlet aygıtı yıkılmadan karşılanamayacaktır.

Ancak, diğer yandan, burjuva partilere duyulan güvensizlik, “partisizlik” fikrini yığınlar arasında egemen kılıyor. Arjantin bayrağı, ayaklanmanın birleştirici imgesi oluyor. Militan sendika CTA’nın ilkelerinde gördüğümüz “partilerden bağımsızlık” fikri gibi, “tüm partilere karşı olma” fikri de burjuva ideolojisinin bir yansımasıdır. Yığın ayaklanmasına götüren öfke, işçileri kendi devrimci partilerini, komünist partiyi kurmaya, büyütmeye ve iktidara taşımaya yöneltmezse, “hepsinin gitmesi, hiçbirinin kalmaması” mümkün olmaz. Şu ya da bu burjuva partinin ya da burjuva ordusunun egemenliği altında, burjuva iktidarı sürer. Dolayısıyla bu iktidarın yaşamı çekilmez kılan politikaları da farklı biçimlere bürünerek devam eder.

Arjantin emekçileri, “IMF programı uygulamayan”, “neo-liberal modelden vazgeçen” bir hükümet istiyorlar. 1999’da Menem hükümeti gittiğinde, yığınlar, neoliberal politikanın da son bulacağına inanıyordu. Ancak De la Rua, bu modeli uygulamaya devam etti. Yığınları yıkıma, ekonomiyi krize sürüklediği belirgin biçimde açığa çıkan neoliberal politika, Duhalde eliyle daha da ileriden uygulanmaya çalışılıyor. Öyleyse IMF reformları ya da yapısal uyum programları biçiminde dayatılan neoliberal program, “seçeneklerden biri” değil, bugünkü kapitalist devletin tek seçeneğidir. Kapitalizmin güncel olarak zorunlu örgütleniş biçimidir. Yığınların bugünkü genel bilincinde somutlaşan program, burjuva devletin neoliberalizmi terk edip, ulusal kalkınmacı devlet kapitalizmine geri dönmesi talebidir. Bundan sonraki gelişmeler ve devrimci örgütlenmenin aydınlatıcılığı gösterecek ki; neoliberal modelin tek gerçek alternatifi burjuva iktidarının yıkılması ve kesintisiz devrim yoluyla sosyalizme yürümek olabilir. Burjuvazinin (küçük burjuvazi hariç) tüm katmanları neoliberal programın etrafında birleşmiştir; bundan dolayı sosyal demokrasiden faşizme, tüm burjuva siyasal partiler de bu programa endekslenmiştir. Dünya kapitalizminin genel yönü, neoliberal eksende yeniden yapılanmaktır ve bu dönüşüm süreci, burjuva ekonomi politikasını yöneten temel olmak zorundadır. IMF reformları, işbirlikçi burjuvazilerin hem çıkarınadır, hem de onları uygulamaksızın dünya kapitalist sisteminde varolamaz, dışlanırlar. Öyleyse “IMF reformlarını uygulamayan bir hükümet”, ancak devrimin zaferiyle gelebilir.

Arjantin ayaklanmasında “önderlik boşluğunu”; yığınların bu genel bilinciyle, örgütlü devrimci kuvvetlerin zayıflığı arasındaki karşılıklı bağıntı içinde tanımlamak gerekir. Ayaklanan yığınların yüzü, kesin biçimde sola dönüktür. Devrimci, antiemperyalist şiarlar ayaklanma içinde belli bir yer edinmiştir. Birçok gösterinin çağrıcısı “sosyalizm” iddialı yasal partilerdir. Ancak ne yığınların bilinci sistemi devirmeye yönelecek denli olgunlaşmıştır, ne de bununla karşılıklı ilişki içinde, öncü devrimci kuvvetler, iktidarı almaya yönelecek denli olgunlaşmıştır.

Dünya proletaryası, tek tek ülkelerdeki ayaklanmalar, direnişler, grevler ve sokak savaşlarıyla, yeni bir devrim dalgasının eylemli hazırlığını yapıyor. Proletarya, eylem içinde deneyim, bilinç ve örgüt biriktiriyor. Kuşkusuz ki uluslararası proletarya ordusu hala dağınıktır. Yaşadığı geçici yenilginin ardından, yeni bir hücuma geçmek için hazırlık yapıyor. Tıpkı ‘97 Arnavutluk, ‘98 Endonezya, 2000 Ekvator ayaklanmaları gibi. Proletarya henüz sadece kapitalist saldırıya karşı direniyor; kaybettiklerini geri istiyor, ya da kaybetmek üzere olduğu haklarını koruyor. Bir savunma savaşı veriyor dünya proletaryası. Kuşkusuz ki, bu savunma savaşı, kendi içinde saldırıya doğru bir eğilim taşıyor. Kapitalizmin çelişkilerindeki artan keskinleşmeyle birlikte, proletaryanın bilinç, hazırlık ve örgütlülük düzeyindeki yükselme, tarihi, yeni bir hesaplaşma dönemecine doğru ağır fakat kendinden emin adımlarla ilerletiyor.

Doğu Bloku’nun ve SSCB’nin yıkılışı, sınıf içinde bir yenilgi ve dağılma durumu yaratmıştı. Burjuva ideolojik bombardımanın tırmandığı bu dönemde sınıf içinde sol liberalizmin ve “çağdaş sendikacılığın” hakimiyeti görülüyordu. Bugün, burjuva ideolojik saldırının temel tezleri (sınıflar/sınıf savaşımları ortadan kalktı, tarihin sonu geldi vb.) yaşamın gerçekliği karşısında sabun köpüğü gibi kaybolup gitmiştir. Yığınların çekilmez hale gelen yaşam koşulları, “küreselleşme” söylencelerinin gerçek yüzünü ortaya sermiştir. Bununla birlikte, yığınsal sınıf savaşımları yeniden ortaya çıkmıştır. Bu yeni durum, işçi-emekçi yığınlar içinde, sol liberalizmin etkisinin kırılmasına götürmüştür. Bu kez, “sosyal devletçi” bir eğilim sınıf içinde egemen olmuştur. Kapitalizmin saldırılarına karşı direnişe geçen dünya proletaryası, neoliberal eksende yeniden yapılanan kapitalizme karşı, geçmişin sosyal-devletçi kapitalizmini geri getirmeye çalışıyor. Arjantin ayaklanmasına rengini veren de, bu çerçevedeki taleplerdir. Örneğin, Eylül 2001’de La Plata’da toplanan işsizler hareketinin delegeler meclisi şu “stratejik hedefler”i saptadı:

Dış borçların ödenmemesi,

Sosyal güvenlik fonları üzerinde kamu denetimi,

Stratejik işletmelerin ve bankaların ulusallaştırılması,

Küçük çiftçilerin borçlarının iptali ve ürün fiyatlarının artırılması,

Açlığı yaratan hükümetlerin defedilmesi.(19)

Talepler, kapitalist sistemin “sosyal devletçi” doğrultuda reforme edilmesi çerçevesinde kalıyor. Bizdeki Emek Programı da -sendika patronlarınca titrekleştirilse de- özü ve esası itibariyle aynı ulusal kapitalist reformcu içeriğe tekabül ediyor. Kapitalizmin yıkıcı sorunlarıyla karşı karşıya olan, ama sosyalizmi isteyecek bir bilinç düzeyine ulaşmamış dünya proletaryası, henüz “daha az can yakan” bir kapitalizm istiyor. Kuşkusuz, sol liberalizmin egemenliğinin, yerini ulusal-reformculuğa/sosyal devletçiliğe bırakması, ileriye doğru atılmış bir adımdır. Ancak bu adımı, sosyalist bilince doğru atılacak yeni bir adım izlemelidir. Sürekli artan oranda keskinleşen çelişkiler, tırmanan işsizlik, açlık ve yoksulluk, bu bilincin yayılması için uygun koşulları yaratsa da, öncü komünist partiler yaratılmadan, sosyalist bilincin ve mücadelenin işçi yığınları arasında kökleşmesi olanaklı değildir. “Bugün, proleter dünya devriminin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasındaki uçurumun doldurulması ve her ülkede işçi sınıfının komünist öncü müfrezelerinin oluşturulup pekiştirilmesi, yaşamsal bir önem taşıyor.” (20)

Diğer yandan, “sosyal devletçi” ve “ulusal” bir kapitalizm hedefi, burjuvazinin kimi öğeleriyle politik yakınlaşmayı ve kafa karışıklığını da doğuruyor. Devrimci maocu bir pozisyonda duran PCR’nin (Devrimci Komünist Parti) ayaklanma hakkındaki yorumlarından bunu çıkartabiliyoruz. Bu partinin yayını HOY’un ayaklanmayla ilgili başyazısında şunları okuyoruz:

“...Beklediğimiz gibi, ayaklanma, silahlı kuvvetlerdeki durum müsade ettiği oranda ilerledi. Silahlı kuvvetlerin ayaklanma karşısında nötr kalması (ki bunda ordu içinde ulusalcı eğilimin yükselmesi önemli rol oynadı), hükümetin ayaklanmayı bastırma taleplerini ordunun kabul etmemesi, yığınların bu noktaya değin ilerlemesini olanaklı kıldı.”

Arjantin burjuva ordusunun ayaklanma ve hükümetin devrilişi karşısında aktif bastırıcı bir rol oynamadığı bir gerçektir. Yine HOY’un aynı yazısından, De la Rua’nın üç kuvvet komutanıyla yaptığı toplantıda, kuvvet komutanlarının, ayaklanmayı bastırmaya girişmek için, başkan, bakanlar, milletvekilleri ve senatörlerin tümü tarafından imzalanan bir yasa çıkarılmasını istediğini okuyoruz. Ordunun müdahalesini onaylayan böyle bir yasa olmadan, olayları bastırmaya girişmeyi reddetmiş generaller. Bir diğer veri ise, birliklerde, asker kitlesi içinde egemen olan eğilimin, komutanlar ne derse desin, ayaklanmayı bastırmaya girişmemek olduğu yönünde.

Tüm bu verilerin ne yönde yorumlanacağı belirleyici önem taşıyor. PCR’li dostlarımız, bunu “ordu içinde yükselen ulusalcı eğilime” bağlamakla, ordunun antiemperyalist mücadelede müttefik olabileceği tehlikeli düşüncesine açık kapı bırakıyorlar. Yığınlardaki büyük hareketlenme, ordu birliklerinde er kitlesi üzerinde ayaklanmanın yarattığı sempati ve nihayet ayaklanmanın iktidarı devirmeyi doğrudan hedeflemiyor oluşu, ordunun kendine “tarafsız” bir görüntü vermesine yol açmıştır. 1976’daki darbeyle halk hareketinin rejim için yarattığı devrimci tehdidi, kayıplar, işkenceler ve zindanlarla ortadan kaldıran aynı ordu değil miydi? Açık ki, burjuva ordusu, yığınlarla karşı karşıya gelmek istememiştir. Burjuva iktidarının bu “son kale”si, yığınlarla açık biçimde çatışmak yerine De la Rua hükümetini feda etmeyi tercih etmiştir. İşçi-emekçi yığın mücadelesi, doğrudan iktidarı hedefleyen bir karaktere büründüğünde, hükümetleri değil, devleti devirmeye yöneldiğinde burjuva devletin bu çelik çekirdeği, rolünü oynamak için tereddüt etmeyecektir.

Kuşkusuz ki, her halk ayaklanması, sırtına asker üniforması giydirilmiş işçi ve emekçilerde ayaklanmaya sempati yaratır. Ayaklanmanın burjuva ordusunun saflarında yaratacağı çözülme, erlerle subayları karşı karşıya getirir. Bu çözülme ve saflaşmayı derinleştirmek, devrimin bir kazanımı olur. Rus ve 1919 Alman devrimleri bunun örnekleriyle doludur. Ancak burjuva ordusunun içindeki çözülmeyi derinleştirmek, asker üniforması taşıyan proleter ve emekçilerin isyanını örgütlemek başka bir şeydir, Arjantin burjuva ordusunun antiemperyalist bir rol oynayabileceğini düşünmek, buna dayanan bir politika gütmek başka bir şeydir. Birincisi burjuva iktidarını yıkma ve antiemperyalist devrim; ikincisi ise bu iktidarı ulusalcı eksende reforme etme hedefiyle bağlıdır. Arjantin burjuva ordusunun emperyalist sömürünün kurumsal dayanaklarından birisi, hatta en temeli olduğu görülmezse, bu sınıf uzlaşmacılığı üretir, antiemperyalist devrimci mücadeleyi zayıflatır. Antiemperyalist devrimin zaferine ve sosyalizme giden yolda, ordu, sınıf niteliği gereği, sürekli ve aktif bir karşıdevrim kuvvetidir. Bu karşıdevrimci rolünü kimi zaman ‘76 Mart darbesinde olduğu gibi açık ve pervasız biçimde oynar, kimi zaman ise Aralık ayaklanmasında olduğu gibi burjuva iktidarını “perde arkasından” restore ederek, kendine “tarafsız” bir görüntü çizerek, yığınları yedeklemeye çalışarak yapar.

****

Son olarak, Arjantinli dostlarımızın sokak savaşı deneyimlerine dair değerlendirmelerini aktaralım:

“Ayaklanma, sokak savaşının kuralları ve yöntemleri üzerine yoğunlaşma ihtiyacını ortaya serdi.

“Taşlar, polise karşı saldırının başlıca aleti oldu. Toplutaşıma duraklarının büyük levhaları sökülerek yapılmış yeni kalkanlar ortaya çıkı. Motoquero’lar (motorsikletli eylemciler, bn) polise taş atılması esnasında ilerlemeyi sağlayarak ve savaşan farklı gruplar arasında bağlantı sağlayarak, temel bir rol oynadılar. Barikatlar bazı yerlerde arabalar ve kamyonetlerle kuruldu, diğer bazılarında meydanın ağır banklarıyla; hepsi, polisin ilerlemesini önlemeye hizmet ediyordu.

“Yurttaşlar, binbir yolla elbirliği yaptılar. Kapıcılar, gaz bombalarına karşı suyla doldurulmuş kovalar hazırladılar ve kaçışmalarda sığınak sağladılar. Hem (Buenos Aires, bn.) merkezdeki hem de San Telmo gibi komşu mahallelerdeki evlerden ve ofislerden isabetli saksı fırlatmalar, sokaklardaki savaşçılara yardımcı oldu... Gazların etkisini azaltmak için limonlar, su ve mendiller. bütün bu öğeler bu muazzam olayda mevcuttu. Olaylar, son yılların tüm mücadelelerinin müsveddelerini temize çekmeye hizmet etti.” (21)

Ayaklanma ve devrim, ezilenlerin okuludur. Proletarya devriminin zaferi, proleter ve emekçi yığınların sayısız ayaklanma, direniş, grev ve sokak savaşları içinde biriktirdikleri özdeneyimlere dayanmaksızın gerçekleşemez. Arjantin Aralık Ayaklanmasının en büyük kazanımı, yığınların edindiği özdeneyim ve kazandıkları büyük moral güçtür. Cunta yıllarından bu yana gerçekleşen bu en büyük isyan dalgası, Arjantin devriminin zaferinde önemli bir köşe taşı olacaktır.

“Sosyal çatışma, yürürlükteki neoliberal modelin uygulamalarıyla ezilen ve sömürülen, ülkenin daha geniş kesimlerini kapsamak suretiyle kitleselleşiyor. Ama bu kitlenin bir bölümü, egemen kapitalist modele karşı durmaksızın savaşan çok sayıda antikapitalist sosyal ve siyasal örgüt ve yapılanma oluşturuyor. Her mahalleden, her özerk piquetero hareketinden, Plaza de Mayo annelerinin aksamayan yürüyüş ve mücadelelerinden, binlerce yoldaşın gün be gün inşa ettiği binbir devrimci ve isyankar siperden.

“Öyleyse, İLERİ YOLDAŞLAR, kavgamız sürüyor.” (22)

Dipnotlar

 

1: Juan Corradi, Yıkım Tarzı: Arjantin’de Devlet Terörü, Latin Amerika’da Militarizm, Devlet ve Demokrasi derlemesi içinde, s. 142, Alan Yay.

2: Adı geçen eser, s. 151

3: Arjantin Ordusunun Çöküşü, George Philipp, aynı derleme içinde, s. 158

4: Aynı yerde, s. 158

5: Veriler: Monthly Review, Ocak 2002, James Petras, “The Unemployed Worker’s Movement In Argentina” (Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi) İlgilenenler için; ABD’de yayın yapan bu uluslararası teorik derginin tüm sayıları, www.monthlyreview.org adresinde bulunabilir.

6: The Economist, 5 Ocak 2002

7: Veriler, The Observer, 18 Kasım 2001

8: The Guardian, 4 Ocak 2002, “Crisis in Argentina” (“Arjantin’de Kriz”) makalesinden.

9: Capital&Class, Yaz 2001 sayısından çeviren, Cosmopolitik dergisi, sayı 1, s. 136-7

10: James Petras, “Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi”

11: Aynı yerde.

12: Monthly Review, Ocak 2002

13: Veriler aynı yazıdan.

14: Cosmopolitik, sayı 1, s. 138

15: Aynı yerde

16: Lenin, Partizan Savaşı derlemesi içinde, s. 88

17: The Guardian, 21 Aralık 2001

18: The Guardian, 23 Ağustos 2001

19: J. Petras, age.

20: II. Kongre Belgeleri, Varyos Yay., Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) Programı’ndan, s. 290

21: HOY’dan aktaran, Özgür Genç, sayı 29, s. 18

22: Ayaklanmaya katılan bir militanın anlatımından aktaran Özgür Genç, sayı 29, s. 19

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi