Sayı 7 / Mayıs-Haziran 2000

Toplum sal hayatın günlük akışı ve seyri içinde belli koşullar altında, birtakım karşılıklı ilişki biçimlerini, belli bir faaliyetin sonuçlarının inandırıcılığını tanımlamak, bütün bunları yeni bir faaliyetin başlangıcının düğüm noktaları yapmak için sıkça güven, güvenlik ve kendi gücüne güven ya da özgüce güven gibi kavramlara başvurulur. Bu güven kavramı durup dururken hayatımıza girmedi. Yine kimse kendi keyfince de icat etmemiştir. Güven kavramı bütün diğer kavramlar gibi kendisini eşitleyen bir içeriğe sahip nesnel bir olgudur.

Türkiye’de siyasal islam, cumhuriyet tarihinin bütün süreçlerinde değişik düzey ve biçimlerde siyasal gündemin sürekli bir tartışma konusu olageldi. Dini gericiliğin coğrafyamızdaki güçlü etkisinin yanında, siyasal islamın gelişmesi, talep ve hedefleri de, siyasal islamı toplumsal/siyasal yaşamın sürekli bir gerçeği haline getirdi. Konjonktürel bir özellik taşıyarak inişli çıkışlı bir gelişme gösteren islami hareket, ‘80’li yıllar boyunca ve ‘90’ların ortasına kadar hızlı yükselişini sürdürmüş, birkaç yıllık yakın dönemde ise, gerileme sürecine girmiştir. Siyasal islamın gelişmesi kadar gerilemesi de, içte ve dışta ortaya çıkan değişikliklerin etkisinden ve siyasal islamla egemen devlet erki ya da MGK arasındaki ilişki ve çatışmadan bağımsız düşünülemez.

PKK Genel Başkanı A. Öcalan; İmralı savunmasında Kürt sorununun sözde demokratik çözümünü temellendirirken, UKKTH ilkesinin geçersizliğini ileri sürüyor ve bunun bir “çıkmaz” olduğunu ortaya koyuyordu. O, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı ile ilgili olarak şunları söylüyordu: “70’lerde moda olan ve uygulandığında sadece ayrı devlet anlamında yorumlanan UKKTH gerçekten bu yorumuyla bir çıkmazdı. Kürdistan pratiğinde sorunu yokuşa sürme yanı ağır basıyordu... Ancak demokratik çözüm tarzının zenginliği karşısında ayrı devlet, federasyon, otonomi vb. yaklaşımların bile geri ve bazen çözümsüzlüğe yol açtığını pratikte görünce; demokratik sistem üzerinde yoğunlaşma, bana çok önemli geldi.”(1) PKK, “... reel sosyalizmin çözülüşünden, demokratik çözüm tarzını çıkarabilmeliydi. ‘UKKTH ilkesi’nin artık geçerliliğini yitirdiğini bilimsel-teknik değişmenin aslında 17. yüzyıldan beri gelişmenin ürünü olan ulus-devlet anlayışını çözdüğünü, aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu görmeliydi. Kısaca ‘70’ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşmalıydı. ” (2) Görüldüğü gibi Öcalan, döne dolaşa UKKTH’nin geçerliliğini yitirdiğini anlatmaktadır. Bu durumda, bizim öncelikle UKKTH’nin ne olduğunu ve bundan ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymamız gerekir.

Propagandacının Teorik Eğitimi

Herkes propagandacı olacak diye bir kural yok. Bazıları propagandacı olabilir, bazıları ajitatör, bazıları örgütleyici veya başka bir alanın uzmanı. Bu, bir seçim ve kadroları işine, yeteneğine göre görevlendirme sorunudur. Kim propagandacı olabilir? Kimler, hangi özelliklere sahip olanlar siyasi propagandacı ve ajitatör olmalıdırlar? Kelimenin geniş anlamıyla her partili, devrimci öğretinin, marksist-leninist teorinin propagandacısı olmak zorundadır. Bu, davaya, teoriye inancın ifadesidir. “Araştırmak, propaganda yapmak, örgütlemek. Bu teorik çalışma olmaksızın ideolojik önder olunamaz. Bu çalışmayı davanın ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmeden, işçiler arasında bu teorinin sonuçlarının propagandasını yapmadan ve onların örgütlenmesine yardımcı olmadan ideolojik önder olunamayacağı gibi” (Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir”, C.I, s.302).

"Politikada ütopya, ne şimdi ne daha sonra, yani hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir istek, sosyal güçlere dayanmayan ve politik, sınıfsal güçlerin gelişmesiyle desteklenemeyen bir istek demektir. ” (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm VI. Lenin)

57 Mart tarihleri arasında yapılan EMEP İkinci Kongresi’nde ulusal ve uluslararası pek çok sorun ele alındı, “tartışıldı” sonuçlarıyla kamuoyuna açıklandı.

EMEP’in yasalcı, reformist doğrultudaki derinleşmesinin, kapsamlaşmasının bir aracı ve ifadesi olan İkinci Kongre; PKK’nin tasfiyeci çizgisinin Kürdistan devrimini baş aşağı götürdüğü bir sürecin sağladığı “rahatlık ortamı”nda, Kürdistan devriminin dününe ve geleceğine liberal bir görüş açısından fütursuzca saldırıldığı bir platform olmuştur.

Metal sanayi bütün ülkelerin üretim döngüsü içerisindeki rolü bakımından stratejik öneme sahiptir. Yaşadığımız coğrafyada, demir- çelik sanayisine giren bir birimlik malın, işlenerek diğer sektörlere 0,91 birim olarak girmesi; diğer sanayi dalları üzerindeki yakıcı öneminin göstergesidir. Buradan anlaşılması gereken; bu sanayinin diğer sanayi dalları için bir motor rolü oynadığıdır. Dolayısıyla metal ana sanayiinde doğacak hareketlilik, genel sektörlerle ilişkileri kapsamında, “ilk harekete geçen domino taşı” rolü oynamasını koşullandıran etkiyi yaratacaktır.

"Komünist Enternasyonal” 1 Kasım 1933, sayı 18 syf: 954-962

Burjuva basın tarafından ayyuka çıkartılan krizin sona erdiği çığlığının açık bir blöf olduğu görüldü. Çeşitli ülkelerde silahlanma sanayi ve onunla bağ içinde olan işletmeler, 1933 yılı için belli bir üretim artışı sağlamışlardır. Ama bu artış, en önemli kapitalist ülkelerde ekonomik yaşamın devam eden çöküşü, artan işsizlik ve şehirde ve kırda emekçi yığınların derin yoksulluğu göz önünde tutulduğunda oldukça önemsizdir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi