İkinci Kongre Ve Örgüt Sorunu

Bu yazıda, hayli geniş bir tartışmanın konusu olabilecek olan ‘örgüt sorunu’nun bütün yönleri üzerinde doğal olarak durulamayacak. Burada dikkatimizi, bu sorunun özellikle bizim için son derece önemli bazı yanları üzerinde yoğunlaştıracağız.

7-12 Ağustos 1997 tarihleri arasında başarıyla gerçekleştirilen partimizin İkinci Kongresi’nin yapılmış olması bile son derece büyük bir önem taşımaktadır. Ağır koşullar altında gerçekleştirilmiş olan bu kongre MLKP’nin, devrimci partiler de içinde olmak üzere, tüm burjuva ve küçük-burjuva partilerinden temelden farklı olarak lafta değil, gerçekten demokratik bir işleyişe sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.

İkinci Kongre partimizin, proleter demokrasisi geleneğinin, partinin üye ve aday üyelerinin partinin yaşamına aktif olarak katılımı, partinin önderliğini seçme, partinin politikalarını tartışma ve karara bağlama geleneğinin bir kez daha doğrulandığı ve pekiştirildiği bir siyasal eylem oldu. Zamanında yapılacağını sezen sınıf düşmanının, partimize karşı azgın saldırısına rağmen kongrenin başarıyla gerçekleştirilmiş olması, onun önemini bir kat daha artırdığı gibi, MLKP’nin, kuruluşundan bu yana sergilediği devrimci irade ve kararlılığın da bir anlatımı oldu.

İkinci Kongre, MLKP-K’nın oluşumuyla sonuçlanan tarihsel öneme sahip Birlik Kongresi’nden bu yana geçen üç yıllık dönemin pratiğini gözden geçirdi, bu pratiğin eleştirel bir değerlendirmesini yaptı ve parti kadro ve sempatizanlarının dikkatini önümüzdeki görevlere çekti. Bilindiği gibi, öncellerinin devrimci mirası üzerinde yükselen partimiz, stratejik doğrultusunu ve belli başlı politikalarını, kapsamlı tartışmalar temelinde hazırlanan Birlik Kongresi’nde belirlemiş bulunuyordu. Bu bakımdan, geçmişin devrimci mirasını asla reddetmeksizin öncellerinin özverili çabalarıyla oluşturulan ve kendisi yeni bir tarz yaratan MLKP’nin İkinci Kongresi, bu doğrultu ve politikalar temelinde bir tartışmaya sahne olmadı. Aradan geçen üç yılın Birlik Kongresi’nde ortaya konan genel yaklaşımı ana çizgileriyle doğrulamış olduğu göz önüne alındığında bunun anlaşılır olduğu ortaya çıkar. Peki, İkinci Kongre neyi tartıştı? O, partimizin, bu stratejik doğrultusunu ve belli başlı politikalarını yaşama geçirmenin yollarını, bu politikaların değişik çalışma alanlarında yaşama geçirilmesinde karşı karşıya geldiğimiz sorunları ve özellikle de bu hedeflerimize ulaşmanın temel aracı olan örgütün her bakımdan onarımı, güçlendirilmesi ve deyim yerindeyse yeni baştan kalıba dökülmesi için yapılması gerekenleri tartıştı. Parti örgütünün onarımından, güçlendirilmesinden ve yeni baştan kalıba dökülmesinden söz ettik. Bu bir abartı mıdır? Asla. Partimizin aşağı yukarı kuruluşundan bu yana yoğun bir düşman saldırısına karşı koyarak Birlik Kongresi’nde belirlenen yolunda kararlılıkla yürüyüşünün bir bedeli olacaktı. Şehitlerimiz ve zindanları dolduran yüzlerce MLKP kadro ve sempatizanı, bu kararlılığın ve ödenen bedellerin kanıtıdır. Ancak, İkinci Kongre’nin örgüt sorununun öneminin altını çizmesi ve partinin dikkatinin belirli bir dönem için öncelikle örgütün yeniden inşası sorununun üzerinde yoğunlaştırılmasının gereğini vurgulaması, kesinlikle salt konjonktürel bir yaklaşımın, yani yalnızca örgütü onarma, onun kayıplarını giderme gereksiniminin ürünü değildir. Evet, böyle bir sorunumuz var. Ne var ki, örgüt sorunu, onun da ötesinde stratejik bir anlam ve önem taşıyor. “Bana bir dayanak noktası gösterin, dünyayı yerinden oynatayım” diyen eski Yunan düşünürü ve bilim adamı Arşimet gibi biz de “Bana gerçekten güçlü bir örgüt verin, dünyayı değiştireyim” diyebiliriz. Ne kadar doğru; çünkü, en kusursuz programlar ve en doğru politikalar bile, onları yaşama geçirecek gerçekten güçlü bir örgüt olmadığında, kağıt üzerinde kalmaya mahkum olacaktır. Ne kadar doğru; çünkü milyonların hoşnutsuzluk ve öfkesinin devrimci bir nitelik kazanması ve düzeni yıkacak bir güç haline getirilmesi, ancak gerçekten güçlü bir devrimci örgüt sayesinde olanaklı olacaktır. İşte bu nedenledir ki Lenin, örgütün önemini, “Proletaryanın egemenliği ele geçirme uğrundaki savaşımında örgütten başka silahı yoktur” tümcesiyle anlatıyordu. Ve aynı konuda Stalin her komünistin zihnine kazıması gereken şu sözleri söylemişti: “Doğru bir siyasi çizgi olduktan sonra örgütsel çalışma her şeyi, hatta siyasi çizginin kaderini, onun uygulanmasını veya başarısızlığını belirler.” Partimiz için yeni olmayan bu düşüncenin kolektif bilincimize daha Birlik Kongresi döneminde ana çizgileriyle yerleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu gerçekliğin, bu devrim yasasının ana çizgileriyle kavranışıyla, onun içselleştirilmesi ve yaşama geçirilmesi arasındaki mesafe hiç de az değildir. Dolayısıyla, bu anlayışın derinleştirilmesi, önderlik organından aşağıya doğru tüm yönetici örgütlerimizin çalışmalarının nitelik ve düzeyinin yükseltilmesi, onların gerçekten de faşizmi ve kapitalizmi yıkmaya, proletaryanın iktidarını kurmaya ve sosyalizmi inşa etmeye aday bir partinin örgütleri haline dönüştürülmesi gerekiyor.

Gruplar dünyasının hatalı anlayış ve alışkanlıklarından kopuşun adı olan MLKP’miz, 1980 öncesinin içe ve kendine dönük ve gruplar arası yarışmayı esas alan politika yapma tarzının yerine, milyonlara, geniş proleter ve yarı-proleter yığınlara dönük politika yapma tarzını yaşama geçirmeye başlamıştır. Ama Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da demokratik ve sosyalist görevlerimizi yerine getirmek ve proletarya diktatörlüğünü kurmak için gereken muazzam devrimci enerji ve emeği hesaba kattığımızda, henüz yalnızca bir başlangıç yaptığımızı, daha önümüzde katedilmesi gereken uzun bir yol olduğunu unutmamamız gerekiyor. O halde, bütün parti kadroları, bu uzun yürüyüşe çok yönlü bir biçimde hazırlanmalı, bunun büyük bir dönüşümü, hepimizin düşünme ve çalışma tarzında büyük bir ileriye atılımı, bir devrimi zorunlu kıldığını anlamalıdır. Bütün parti kadroları, Birlik Kongremizle başlamış olan kendi kendilerini dönüştürme sürecini sürdürmeli ve kendi tarzlarında eskimiş ve modası geçmiş ne varsa, hepsini acımadan tarihin çöplüğüne atmalıdırlar. Yalnızca ideolojik olarak değil, siyasal ve edimsel olarak da ileri sınıfın, proletaryanın en iyi, en kararlı ve en uzak görüşlü ögelerinden oluşan öncüsü ve onun adına layık siyasal temsilcisi olmak isteyen bir parti, kendisini, oportünizmin ve küçük burjuva devrimciliğinin dar görüşlülüğüne, kısırlığına ve tutuculuğuna mahkûm edemez. O, işçi sınıfı ve sendika çalışmasından gençlik çalışmasına, askeri çalışmadan propaganda ve ajitasyon çalışmasına, semt çalışmasından emekçi kadınlar arasındaki çalışmaya değin her alanda en iyisini yapmayı, Lenin’in ve Stalin’in Bolşevik Partisi’nin standartlarını yakalamayı hedeflemelidir. Kapitalizmden her bakımdan daha ileri ve daha üstün bir toplum yaratmayı, sosyalizm evresinden geçerek komünizme doğru ilerlemeyi amaç edinen ileri sınıfın partisi, daha azına razı olamaz. Kabul etmemiz gerekiyor ki, ülkemiz proletaryası ve halklarına hakkıyla önderlik edecek militan ve kitlesel bir komünist partinin yaratılması düşünün yaşama geçirilmesi, MLKP’mizin böyle bir partiye dönüştürülmesi için faşizme ve kapitalizme karşı sürdürdüğümüz kavgada pişmemiz, çelikleşmemiz ve ustalaşmamız gerekiyor. Bu hedefimize varmak için, yapmış olduğumuz görkemli başlangıcı, daha büyük atılımlarla sürdürmeli, her adımda kendi hatalarımızı ve eksikliklerimizi gözden geçirmeli, teorik ve pratiksel donanımızı yenilemeli ve asla ama asla bulunduğumuz noktayla yetinmemeliyiz. Ne başarısızlıklarımızın bizi demoralize etmesine izin vereceğiz, ne de başarılarımızdan başımızı döndürmesine.

İkinci Kongre, partiyi her bakımdan ve bir bütün olarak daha ileri düzeyde ve zengin devrimci içerikte örgütleme gibi temel bir şiar benimsemiştir. Parola; ezilen milyonların öncüsü olmaktır. Böylesine yaşamsal öneme sahip bir direktifin bütün parti örgütleri ve tek tek parti kadroları açısından anlam ve öneminin saklı olduğu yer, her birimizin önünde yığılı bulunan üç yıllık partili mücadele hayatımızdaki olgular hasadıdır.

Büyük öğretmenimiz Engels’in deyişiyle, nasıl ki, “Doğa diyalektiğin deneme tezgâhıdır” Partimizin üç yıllık mücadele pratiği de, partinin teori, program ve siyasal öngörülerinin yanı sıra, her birimizin, partinin her kadrosunun, kendisini ortaya koyuş tarzının, yani kendisini devrime ve davaya adama biçiminin de “deneme tezgâhı” oldu ve/ya da olmalıdır. Bu bakımdan, sorun ve engellerin çapı ne olursa olsun, kendimizi ve bütün kuvvetlerimizi yeniden düzenlememiz gerekiyor. Her düzeyde bir sıçrama yakalamak zorundayız. Bu dönemin kadrosu sıradan gelişmeyi aşmak zorundadır. Dönemi kazanmanın yolu buradan geçmektedir.

Her defasında partimizin çok da uzak görünmeyen kızgın bir iç savaş koşullarına uygun olarak kendisini ve örgütlediği güçleri hazırlaması gerektiğinden bahsederiz. Bunun mümkün olabilmesi, pek çok başka şeyle birlikte, “mümkün olan en merkezi şekilde örgütlenmek” ve yine “parti içinde askeri disipline benzer demirden bir disiplin”i egemen kılmakla olanaklı olacaktır. Bu işin yalnızca bir boyutudur. Aslolan, parti kadrolarının kendilerini, kendi iç dünyalarını, partiyle bağlarını, kendi örgütlerini, rol ve sorumluluklarını “kızgın iç savaş” koşullarına göre yeni baştan örgütlemeleri gerektiğidir. Karşı karşıya olduğumuz temel sorunlardan biri budur.

İkinci Kongre’nin parolası olan “Partinin kendisini bugünkünden daha ileri düzeyde ve zengin içerikte örgütlemesi”; partinin kendi ilişkilerinin bütününü, legal-illegal kurumlarını, bütün maddi olanaklarını, değişik biçim ve düzeylerdeki yönetici parti örgütlerini yeni bir temelde düzenlemesi anlamına geliyor. Bu, bütün bu sayılanlar kadar önemli olan sınıf ve yığın hareketine müdahale etmenin yöntem ve biçimlerine kadar çok boyutlu bir koordinat sistemi de oluşturuyor. Her düzeyde değişimin/dönüşümün, bütün bu iç mücadelenin bir tarihsel sürecin kapsamı içinde düşünülmesi ve anlaşılması gerekiyor. Güç yığma ve biriktirme; salt dağınık ve yeni güçlerin toparlanması ve kazanılması olarak anlaşılırsa, böylesine bir akıl yürütme tarzı, tek yanlı ve yüzeysel olarak kalmaktan kendisini kurtaramayacaktır. Bunun esaslı bir boyutunu da bütün parti kadro ve örgütlerinin kendi “iç kuvvetlerini” dün ve bugünkünden daha “ileri düzeyde ve zengin içerikte” örgütlemeleri ve harekete geçirmeleri oluşturuyor. O halde, bundan çıkarılması gereken büyük devrimci sonuç; yaygın, yoğun ve katı bir “iç mücadele” sürecine girmemiz gerektiği ve girdiğimizdir.

Bu “iç mücadele”nin parti içinde ideolojik-politik düşünce ayrılıklarının varlığından kaynaklanmadığı anlaşılmak zorundadır. Partimizin böyle bir sorunu/sıkıntısı yoktur. Böylesi bir “iç mücadele”nin kapsamı, parti örgüt ve kadrolarının kendilerini doludizgin devrim çalışmalarına adamalarını ve daha ileri hamleler yapmalarını engelleyen eksikliklere ve zaaflara karşı bir mücadele olarak, konum kaybının önlenerek parti örgüt ve kadrolarının daha üst düzeyde işlevselleştirilmesi ve her düzeyde niteliğin geliştirilmesi için bir mücadele olarak algılanmalıdır. Özcesi, her kadro ve her bir parti örgütü kendi iç zaaflarıyla mücadeleye, kavgaya tutuşacaktır. Deyim yerindeyse, parti içi ideolojik mücadelenin yeri, sorunla ilişkisi kadardır. Bu mücadele “tekil”den bütüne ulaşma gibi pratik bir yol izlemek zorundadır. Parti içinde böyle bir mücadele sürecinin derinleştirilmesi ve devrimci tarzda sürdürülmesi, bütün parti örgütlerinin ve kadrolarının aktivitesini birkaç misli artıracak, partinin savaşma yetenek ve kapasitesini çok daha güçlendirecektir. Burada önemli olan, soruna partinin emekçi milyonları bilinçlendirip örgütleyerek, muzaffer bir biçimde devrime yürüme temel sorununun gerekleri açısından yaklaşabilmesidir. Eğer “vasat insanlar” örgütü, gelişmelerin peşinden sürüklenen bir güç olmamak, gerçek bir savaş örgütünü geliştirmek ve pekiştirmek gibi yüksek bir amaç taşıyorsak, bu muazzam görevden kaçınamayız/kaçınmamalıyız. Yeni dönemde, her bir yoldaş ve her bir parti örgütü, bu konuda gerekli açıklıkta ve kesinlikte çok somut bir anlayışa ve her bakımdan iyi düşünülmüş bir hareket planına, pratik bir yaklaşıma sahip olmak zorundadır. O nedenle, söz konusu “iç mücadele” sürecine yüksek düzeyde bir devrimci açıklıkla girmek kaçınılmaz bir zorunluluk oluyor. Bu ilk adım, iddialarımızın çerçevesi, kapsam ve boyutlarını daha somut anlamamız bakımından bize son derece elverişli bir ortam sunacaktır.

İkinci Kongre’nin devrim yapma ihtiyacı karşısında her parti kadrosundan ve sonuçta bir bütün olarak partiden istediği şeyin teorik kavranışı açısından, bütün doğa ve toplumsal olaylara uygulanması gereken ve Lenin’in “büyük temel düşünce” diyerek Engels’ten aktardığı pasajın anlamı tam da burada daha da belirginleşiyor:

“Dünyanın bir tamamlanmamış şeyler karmaşası olarak değil de, görünüşte durulmuş şeylerin, tıpkı beynimizdeki zihni yansıları olan kavramlar gibi, kesintisiz bir oluş ve yokoluş değişmesinden geçtikleri, son olarak bütün görünüşteki rastlantılara ve geçici geriye dönüşlere karşın, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladığı bir süreçler karmaşası olarak dikkate alınması gerektiği düşüncesi...” Evet, şimdi görev, bu “büyük temel düşünce”yi, öncesini bir yana bırakacak olursak, her bir parti kadrosu ve örgütünün kendi üç yıllık partili mücadele hayatlarına indirgeyerek uyarlamasıdır. Söyledik, yineleyelim. Üç yıllık partili mücadele yaşamımız, önümüzde olgular hasadı olarak duruyor. Hem de bütün boyutlarıyla duruyor. Engels’in “büyük temel düşüncesi”ni, kendi gelişim eğrimize uyarlarsak, ya da böyle bir akıl yürütme ile kendimizi değerlendirebilir ve bir üst düzeyde ortaya koyabilir/örgütleyebilirsek, bundan büyük devrimci sonuçlar elde edeceğimizden emin olabiliriz.

Partili yaşam ve her alandaki kavga da, bir "süreçler karmaşası" olarak kavrandığında, gerek birey açısından ve gerekse de parti açısından her yeni durak ve/ya da süreç karşısında dünümüz yani, geride bıraktığımız her aşama içerik ve biçim olarak yoksul kalacaktır. Bu süreçleri olgular hasadı olarak ele aldığımızda yetersizliklerimizi, geriliklerimizi ve zaaflarımızı "somut bir açıklıkta ve kesinlikte" anlama şansını bulacağız. Çünkü bizim gelişimimiz de bir "tamamlanmış şeyler karmaşası" olmadığına göre, her yeni süreçte kendisini yeni baştan ve ileri bir düzeyde örgütleme hakkına sahiptir. Gelişim hakkımıza hiçbir şekilde ket vuramayız.

"Partinin daha yüksek temelde yeniden örgütlendirilmesi" direktifinin temel unsurlarından biri, hızlı bir kadrolaşma sürecinin yakalanması gerektiğidir. Bunun bir anlamı, parti saflarında hızlı bir eğitim süreci başlatarak toplumsal hayatın bütün alanlarındaki parti ilişkilerini elden geçirerek kadrolaşacak nitelikte olanları bu formda örgütlemektir. Bunun bir diğer anlamı da mevcut bütün parti kadrolarının durumunu tek tek ele almak, zayıf yanlarıyla savaşarak, bunları "biçimsel açıdan" parti kadroları değil, "içsel açıdan" parti kadroları düzeyine yükseltmektir. Bütün komünist partilerinin mücadele tarihlerinde parti içi mücadelenin bir boyutunun bu olgu olduğunu biliyoruz. Bugün bizim özgülümüzde bu uygulama konusunda İkinci Kongre'nin yaklaşımı şudur: Sorunu basit ve mekanik biçimde ele almadan, tek tek parti kadrolarının durumlarını görüşmek, konumu parti üyeliği statüsüne uygun olmayan, ya da "biçimsel açıdan" parti üyesi durumunda olanlara bir "iç mücadele", hesaplaşma süreci yaşatmak ve onları üyelikten düşürmek. Bugün partimiz ve devrimci sürecin ihtiyacı, oyalanmak ya da yerin de saymak değil, bütün parti kadrolarını, bütün bir partinin kendisini daha ileri düzeyde ve daha zengin içerikte örgütlemektir. Kısacası, partinin perspektifi, "şu an" için "içsel olarak parti üyesi" olmayan kadroları eğitim ve mücadele süreciyle değiştirmek, dönüştürmek ve ayıklamak ve böylelikle üyeliğin düzeyini pratik olarak yükseltmektir. Bu yolla yeni üyelerin önü de açılmış ve parti genişlemiş olacaktır. Bu bakımdan bir üyelik taraması, çok somut bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Aynı şey, profesyonellik statüsü için de geçerlidir. Profesyonellik statüsüne uygun olmayan kadroların bu statüleri alınmalı ve uygun olan kadrolar ise profesyonelleştirilmelidir. Değişme, yenilenme ve kendini aşma yeteneği gösteremeyenler, deney ve bilgileri ne olursa olsun, devrimci irade yoksunluğu nedeniyle ayakbağı haline gelirler. Partiyi yeniden örgütlerken, parti çalışması ve yaşantısında böyle bir duruma gelen unsurların etkin görev ve mevkilerden alınmaları, açık ki politik bir kararlılık gerektirdiği gibi, kendisini örgütlenme sorunlarının bir unsuru olarak, kadro politikası olarak da göstermektedir. Bu, partide niteliğin yükseltilmesidir; parti yapısının sağlamlaştırılmasıdır. Hâlihazırda, devrimci sürecin ve partimizin ihtiyacı böylesine muazzam bir devrimci düzeyi yakalamaktır. Böyle bir devrimci düzeyin yakalanması, tek tek parti kadrolarının sürece karşı göstereceği devrimci duruşun biçim ve düzeyine doğrudan bağlıdır. O nedenle her kadronun ve her bir parti örgütünün sürecin ağırlığını daha derinden hissetmesi yakıcı bir gereksinimdir.

Burada bir kez daha Lenin'e başvurmakta sayısız yararlar vardır. O der ki:

"Cesaretle ilerleyin, yeni silahlar edinin, bunları yeni insanlara dağıtın, üslerinizi genişletin, tüm devrimci işçileri yanınıza çağırın, onları yüzler ve binler halinde parti örgütleri saflarına sokun." Bu sözler, bir silahlı ayaklanma sürecinde ya da anında söylenmiş sözler değildir. Bu, Çarlık Rusyası'nda bolşeviklerin durumlarının bizim bugünkü durumumuza benzediği koşullarda, Lenin'in bütün parti örgüt ve kadrolarına yaptığı çağrıdır. Onlar bu çağrıya kendi gerçeklerinin nefes alışverişini bütün iç dünyalarında hissederek yanıt verdikleri için muzaffer devrime yürüdüler. Partimizin "şu an" için önüne koyduğu devrimci hedefleri tam da Lenin'in bu özlü anlatımındaki sözler gibi anlamak gerekiyor. Bu ruh ve enerjiyle çalıştığımızda, partinin kendisini daha ileri düzeyde ve daha zengin içerikte, hem de bütün boyutlardan örgütlenme parolasına kan ve can kazandırmış olacağız. Partimiz ve onun bütün kadroları kendilerini, "kızgın iç savaş" ortamına, daha da sertleşen ve sertleşecek olan savaşım koşullarına göre örgütlemeyi başardıkları ölçüde üstesinden gelemeyecekleri iş olamaz/yoktur.

İkinci Kongre, "Partinin daha yüksek temelde yeniden örgütlenmesi" direktifini verirken, bugün için örgüt sorunumuzun temel bir boyutunun da altını kalın bir çizgiyle çiziyordu. Öncelikle bu temel direktifin içerik ve kapsamının bütün boyutlarıyla kavranması gerekir. Her şeyden önce bu sorun, yalnızca şu ya da bu kadronun veya parti örgütünün değil, bütün bir partinin işidir, yani komple bir çalışmadır. Dolayısıyla çok somuttur; kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerle bağlıdır. Bu da bir örgütlenme sorunudur. Canlı bir organizma olarak parti, olmuş bitmiş, tamamlanmış bir şey değildir; daima ve sürekli olarak gelişmeye ve yenilenmeye, değişen durumlara göre kendini daha ileri düzeyde ve zengin bir içerikte örgütlenmeye gereksinim duyar. Kendi içinde en iyi şekilde örgütlenmiş bir parti olmadan, proleter devriminin önderliği olarak işçi sınıfının öncü politik partisinin örgütlendirilip geliştirilmesi düşünülemez. Bu bakımdan, mücadelenin gerçek ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları anlama ve yanıtlama yeteneği ile yeni durumlara uyum sağlayabilecek dönüşümü gerçekleştirme iradesi burada temeldir. Partiyi günün devrimci görevlerini yanıtlayabilecek bir yetenek ve mükemmeliyet düzeyine ulaştırmak ancak böylelikle mümkün olabilir.

Örgütlenme sorunları gibi, partinin daha yüksek temelde yeniden kalıba dökülmesi, çalışmanın kapsam ve içeriğinden koparılarak kendi başına ele alınamaz. Bura da belirleyici olan, bu çalışmanın kapsam ve içeriğidir. Günlük çalışmanın kapsam ve içeriği bir partinin kendini oluşturma tarzındaki özdür. Günlük çalışmanın kapsam ve içeriği, biçimi ve örgütlenmesi, kullanılan araç ve yöntemler vs. bunların tümü, partinin kendini oluşturma tarzını ifade eder. Burada belirleyici olan, önderlik tarzıdır. Önderlik tarzı yeni dönemde kendini çok değişik formlarda tam bir tutarlılıkla ortaya koyabilmelidir. Unutulmamalıdır ki, çalışmaların kapsamının genişlemesi ve içeriğinin zenginleşmesi, ancak daha gelişkin bir biçim ve örgütlenme içinde yaşam bulabilir. Yeniden örgütlenme, çalışmaların kapsam ve içeriğinin politik öncülük misyonunun gerekleri düzeyine çıkarma istek ve çabasının daha da yoğunlaştırılmasından başka bir şey değildir.

Partinin kendisini daha üst düzeyde yeniden örgütlemesi, öncelikle tarzda bir yenilenme ya da partili tarzın daha fazla içselleştirilmesidir. İdeolojik, politik ve örgütsel-pratik önderliği güçlendirme ihtiyacına bağlı olarak önderliğin her düzeyde ve yeni baştan reorganize edilmesinin kendisi de bir örgütlenme sorunudur. Özellikle politik öncülük tarz ve yeteneğinin yetkinleştirilmesi sürecinde, çalışmaların biçim ve örgütlenmesinde hamleler yaparak, çalışmaların içeriğinin gelişip zenginleşmesi sağlanmalıdır. Devrimci irade, politik tutku ve kararlılık, anın sunduğu devrimci olanakları anlama ve kavrama yeteneği, olayların gelişim ve akışına hakimiyet ve taktik duyusu, yoğun ve sistematik tutkulu bir çaba, burada esastır. Öncü, öncü rolünü oynamadan kendisini sürekli ve daha üst düzeyde üreten bir yapıya erişemez.

Partiyi daha üst temelde yeniden örgütlerken bunun başlıca unsurlarından bir diğeri de sınıf hareketine bağlanmadır. Şunun asla unutulmaması gerekiyor: Partimiz, başka bir sınıfın değil, proletaryanın partisi ve öncüsüdür. O, bunun bilinciyle hareket ederek, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin bu topraklarda da birleşmesinin yolunu açmak ve böylelikle Türkiye devrimci hareketinin “makûs talihini” yenmek zorundadır. Emperyalizmin, burjuvazinin ve onların sınıf ve devrimci hareket saflarındaki uzantılarının, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmi birbirlerinden yalıtık bir durumda tutmak amacıyla kullandığı zengin repertuvar ana çizgileriyle biliniyor ve komünist basınımızın sergileme etkinliğinin de sürekli olarak konusu oluyor. Ne var ki, partimiz, eğer gerçekten de bu, adına ve iddiasına layık olmak, hedeflerine varmak ve proletarya diktatörlüğünü kurarak komünizme doğru yürümek istiyorsa, yalnızca sınıf düşmanının ve onun ajanlarının entrikalarını, beyaz terörünü ve saptırma çabalarını sergilemekle yetinemez. O, deyim yerindeyse, ağlama duvarı değil, çözüm mercii olmak zorundadır. Yani, söz konusu engelleri aşmak, proletaryayı sosyalist siyasal bilinçle, yakın ve uzak hedeflerine ulaşma kararlılığıyla ve diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve katmanlara önderlik etme yeteneğiyle donatmak onun işidir, başkasının değil! Bizim, burjuvazinin, faşizmin, sendika bürokrasisinin vb. her hafta, her gün ve her saat en keskin sözcüklerle mahkûm edilmesinden çok, işçi sınıfı ve onun ileri kesimleriyle komünist hareket arasındaki büyük mesafenin adım adım kapatılmasına yardımcı olacak taktiklere, politikalara, sloganlara gereksinimimiz var; Daha az parlak sözcükler, daha çok gerçek çatışma! Bu bakımdan, Birlik Kongresi'yle tam bir uyum içinde olan İkinci Kongremizin, bu konudaki ikircimsiz ve berrak direktifinin yaşama geçirilmesi, her düzeydeki yönetici örgütlerimizin en önde gelen görevleri arasında bulunuyor. Parti ve onun tüm örgütleri, bu alandaki geri, kabul edilemez duruma son vermeli ve kadın işçiler ve genç işçiler de içinde olmak üzere, işçi sınıfıyla koparılamaz bağlar kurmalı, sınıfın ekonomik ve siyasal savaşımlarında yer alarak onun ileri ögelerini ve doğal önderlerini komünizm davasına kazanmalı ve "İşçiler partiye" sloganını bir gerçek haline getirmek için tam bir devrimci irade, kararlılık ve yaratıcılık sergilemelidir. Bu, işçi sınıfı çalışmasında görevli örgüt ve kadrolarımız başta gelmek üzere, tüm partinin, Merkez Komitesi'nin yakın denetimi altında dikkatini bu alana olabildiğince yoğunlaştırması gerektiği anlamına gelir. Şimdiye değin bu alanda elde edilen başarıların, yaşanan başarısızlıkların ve diğer devrimci örgütlerin deneyimlerinin eleştirel bir analizi, değişik illerde, işçi bölgelerinde, işkollarındaki ve hatta büyük işletmelerdeki işçilerin objektif durumunun detaylı bir biçimde incelenmesi, yakın tarihimizde, yani en azından 1986'dan bu yana gelişen belli başlı işçi sınıfı eylemlerinin deneyiminin gözden geçirilmesi, sendikaların ve diğer işçi örgütlerinin ve buralardaki güç odaklarının politika ve taktiklerinin yakından izlenmesi, burjuvazinin ve sendika bürokrasisinin sınıfa karşı saldırısının çeşitli görünümlerinin sürekli olarak incelenmesi ve bu temelde partimizin işçi sınıfının günlük savaşımı içinde daha aktif bir tarzda yer alarak onun ileri kesiminin bu savaşım içinde sosyalist siyasal bilinçle donatması vb. görevleri bizleri bekliyor. Bu görevler yerine getirilemez, ya da onların yerine getirilmesinde anlamlı bir mesafe katedilemezse, burjuvazinin ve sendika bürokrasisinin sınıf üzerindeki kötürümleştirici boyunduruğu kırılamayacak, işçi sınıfı, kanı dökülmekte olan Kürt ulusu başta gelmek üzere diğer ezilen sınıf ve katmanların faşist diktatörlüğe karşı savaşımlarına önderlik edemeyecek, hatta kendi saflarındaki sınıf dayanışmasını bile sağlayamayacaktır. Sınıfın nabzını elinde tutamayan ve örneğin, SSK'nın tasfiyesi yolundaki çabalara, 'Ekonomik ve Sosyal Konsey' adı verilen örgüt aracılığıyla sınıfın ve diğer emekçilerin yaşam standartlarının daha da düşürülmesi girişimlerine, kitlesel bir katliam boyutlarını almaya başlayan 'iş kazaları'na, ANASOL-D hükümetinin kurulmasıyla daha da azgınlaşan zam soygununa karşı vb. etkili bir propaganda ve ajitasyon temelinde kitlesel devrimci tepkileri örgütleyecek tarz da konumlanamayan bir parti, bu görevlerin hiçbirini yerine getiremeyecektir.

Genel olarak 'örgüt ve örgütlenme sorunu'nun bir başka yüzü de kitlelerin örgütlenmesi sorunudur. Genel olarak burjuvazinin dünyada ve Türk burjuvazisinin de ülkemizde, sınıfın sendikal örgütlülüğünü bile -sendika bürokrasisinin de suç ortaklığıyla- yok etmeyi hedefleyen bir saldırı başlatmış olduğu günümüz koşullarında, bu konunun daha da büyük bir önem kazandığı tartışma götürmez. İşçi sınıfının en ilkel, ama aynı zamanda en geniş ve her sıradan işçinin en kolay ulaşılabilir örgütü olan sendikaları, sınıfı atomize ederek tümden savunmasız bırakmak isteyen emperyalizme ve burjuvaziye karşı savunma yükümlülüğümüz tartışma götürmez kuşkusuz. Ama aslolan şu ki, örgüt ve kadrolarımız, yukarıda sıraladığımız görevlerini yerine getirirken, ‘ancak örgütlü kitlelerle olan ilişkilerin kalıcı ilişkiler olduğu’ parolasına göre davranacaklarda. Bütün yerel örgütlerimiz, bu anlayışa bağlı olarak, işçi sınıfının illegal ve yarı-legal işyeri örgütlülüklerinden, değişik kentlerdeki Sendika Şubeleri Platformlarına ve sendikalara kadar uzanan spektrumda yer alan işçi sınıfı örgütleri içinde sağlam ve sökülmez mevziler edinmek için yoğun ve sistemli bir çaba içinde olmakla yükümlüdürler. Bütün bunların yapılması, hiç de kolay değil elbet; ancak, bu görevlerin yerine getirilememesi halinde, bırakalım bir proleter devrimini, gerçek bir halk devriminin bile yapılamayacağı açık olmalıdır.

Üzerinde duracağımız bir başka nokta, bir yanda teori, propaganda ve örgütlenme arasındaki ilişki ve diğer yanda bu üçlüyle kitlelere dönük “yeni tarzı”mız arasındaki ilişkidir. Teorinin önemi üzerinde komünist basınımızda zaman zaman durulmakta, o olmaksızın ve ülkemiz devriminin temel sorunları onun ışığında kavranmaksızın, yolumuzda tökezlemeden ilerlememizin çok zor, hatta olanaksız olacağı belirtilmekte ve devrimci teorinin muazzam dönüştürücü gücünün öneminin saflarımızda yeterince anlaşılamadığı söylenmektedir. Bu tümüyle doğrudur. Ve bu yüzdendir ki, Marks, kitleler tarafından kavrandığı takdirde teorinin maddi bir güç haline geleceğini söylemişti. Ancak, bunun tersi de doğrudur; yani, devrimci pratik ve devrimci siyasal-örgütsel çalışma olmaksızın kitlelerin büyük devrimci eylemlerinin düşünsel yansıması olan devrimci teori edinilemez ve kavranamaz. Ve olan teori de yaşamdan koparak fosilleşir. Bizim devrimci teorimiz işçi sınıfının ve diğer sömürülen yığınların devrimci pratiğinin yoğunlaşmış anlatımından başka bir şey değildir. Bu bakımdan Stalin, “Teori, bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir” demekte son derece haklıydı. Bununla bağlantılı olarak, anlaşılması ve bilinçlere kazınması gereken bir başka nokta, devrimci teorinin, ancak ileri sınıfın devrimci örgütünün elinde, dünyayı değiştirecek bir silaha dönüşebileceğidir. Bu bakımdan, Marks’ın yukarıda aktardığımız sözlerini, teorinin, kitleler tarafından kavrandığı ve ileri sınıfa önderlik eden devrimci örgütün eylemine kılavuzluk ettiği takdirde maddi bir güce dönüşebileceği biçiminde anlayabiliriz ve anlamalıyız. Ama bu dönüşüm, söz konusu devrimci örgütün kendisini de teoriyle pratiği birleştirebilecek biçimde dönüştürmesini, onun, marksizmi kendi siyasal-örgütsel çalışmasına kılavuzluk eden bir silah olarak kullanabilecek hale gelmesini öngörür. Marks’ın dediği gibi “eğitmenlerin kendilerinin de eğitilmesi gerekir”. Peki, bu ne demektir?

Bu, her şeyden önce, komünistlerin devrimci teoriyi bir süs, bir dogmalar yığını olarak ele almaması ve içinde yaşadığı ve savaştığı ülkeyi ve toplumu bütün yönleriyle tanıma ve ülke, bölge ve dünya devriminin temel ve stratejik sorunlarını, onu esas alarak çözme yeteneğini edinmesi demektir. Ama bu aynı zamanda, komünistlerin günlük siyasal-örgütsel çalışmasında da bu teoriye yaslanabilmesi, taktiklerini bu teoriye göre saptayabilmesi ve propaganda ve ajitasyonunu bu teorinin ışığında yapabilmesi demektir. Biz, ancak teorinin ve onun ışığında Türkiye ve Kuzey Kürdistan gerçekliğinin derinlemesine ve canlı bir tarzda kavranması koşuluyla, kitlelere dönük “yeni tarz”ımızı yaratabilir ve yaşama geçirebiliriz. Biz, ancak böylelikle milyonlara ulaşmayı ve onları harekete geçirmeyi hedefleyen bir devrimci propaganda ve ajitasyon yapabilir, kitlelerin gerçek durumundan yola çıkarak onların hoşnutsuzluğunu eyleme dönüştürebilir, onların günlük eylemine katılabilir ve bu eylem içinde onları adım adım komünizme kazanabiliriz. Demek ki, komünist propagandist ve ajitatör ve eylemci, derinlemesine bir marksizm-leninizm bilgisine, yalnızca oportünist konumlara sürüklenmemek ve parti çizgisinden sapmamak için gereksinim duymamaktadır; o, kitleleri gerçekten aydınlatabilmek, onların anlayacağı bir dille konuşabilmek ve onların eyleminin önderi olabilmek için de marksizm-leninizme ve onun ışığında ülke gerçekliğimizin kavranmasına gereksinim duymaktadır. Kapitalist sistemin şu ya da bu yanına, ya da olumsuz sonucuna değil, bizzat kendisine karşı çıkan ve bunun için gereken teorik donanımı edinmiş olan bir propagandist ve ajitatör, işçilerin ve emekçilerin günlük yaşamlarında karşı karşıya geldikleri bütün kötülüklerin kaynağında ülke ve dünya ölçeğinde egemenliğini sürdüren kapitalizmin yattığını muhataplarına rahatlıkla ve onların anlayacağı dille anlatabilecektir. İkinci Kongremizde de dikkat çekildiği gibi, bu propaganda ve ajitasyon uzak ve gerçek hedeflerimizi -yani sosyalizm ve proletarya diktatörlüğünü net olarak dile getirmeli ve gerçek kurtuluşun ancak bu yolla olacağının altını tartışmasız bir biçimde çizmelidir. Ne var ki, bunu yapabilmek için propaganda ve ajitasyonumuzun içeriği ve üslubu, çok daha somut, zengin ve canlı olmalı, deyim yerindeyse, çok daha fazla yaşam kokmalıdır. “Komintern’e katılmanın 21 koşulu”nda bu konuda şunlar söyleniyordu:

“1. Bütün propaganda ve ajitasyon, gerçekten komünist nitelik taşımalı ve Komünist Enternasyonal programı ile kararlarına uygun düşmelidir... Proletarya diktatörlüğünden, basitçe, bilinen ve araya sokuşturulmuş bir talep gibi söz edilemez; aksine onun propagandası öyle yapılmalıdır ki, her basit işçi, her kadın işçi, her asker ve köylü, günlük hayatın basınımız tarafından sistemli biçimde gözlenecek ve her gün kullanılacak olgularından kalkarak bu diktatörlüğün zorunluluğunu anlamalıdır.” (III. Enternasyonal, Belgeler, 1919-1943, s. 29-30)

Evet; bizim propagandist, ajitatör ve eylemcilerimiz de işçi sınıfını ve diğer emekçileri doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren her konuyu -ki, çağdaş toplumda meydana gelen az çok önemli her gelişme, doğal olarak onları ilgilendirir-yığınların siyasal eğitimi için kullanabilmeli, bu gelişmelerin tümünü marksizm-leninizmin ve parti programının ışığında yorumlayabilmeli, bunlardan devrimci sonuçlar ve eylem çağrıları çıkarabilmelidir. Bu zulüm ve sömürünün taze ve canlı örneklerinin çarpıcı ve inandırıcı bir biçimde sergilenmesi, düşmanın insanlık dışı yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyacak ve geniş yığınların, özellikle de Türk işçi ve emekçilerinin, burjuvazinin ve faşizmin ideolojik boyunduruğundan adım adım kurtulmalarının yolunu açacaktır. Ülkemiz; yığınları, emperyalizme, faşizme ve egemen sınıflara karşı haklı ve devrimci bir öfkeyle doldurmak ve böylelikle eyleme çekmek için elverişli ve bizim devrimci propaganda ve ajitasyon etkinliğimize konu edilebilecek malzemeyle adeta dolup taşmaktadır. Bunu söylerken aklımıza yalnızca egemen sınıfların ve askeri kliğin Kürt halkına karşı işledikleri suçlar, genel olarak işçilerin sömürüsü ya da Susurluk skandalı gibi konular gelmemeli kuşkusuz. Büyük kentlerin herkesi canından bezdiren trafik sorunu, doğal ve tarihsel çevrenin açgözlü emperyalistler ve Türk burjuvazisi tarafından kendi bencil çıkarları uğruna hoyratça yıkımı, çırakların ve kadın işçilerin kapitalistler tarafından acımasızca sömürülmesi ve ezilmesi, çocuk yetiştirme yurtlarındaki vb. çocukların ve gençlerin lümpen burjuvazinin iğrenç çıkarlarının hedefi haline getirilmesi, maaş niyetine aldıkları sadaka kuyruklarında beklerken sık sık rahatsızlandıklarına ve hatta düşüp ölüverdiklerine tanık olduğumuz yaşlı işçi ve emekçilerin egemen sınıflar ve devlet tarafından kullanılmış bir bez ya da kağıt parçası gibi bir kenara atılmış olması, güç ve aşağılayıcı yaşam koşulları altında sürünmek zorunda bırakılan milyonlarca sakatın trajedisi, bir avuç para babası gelişmiş kapitalist ülkelerde en ileri tedavi yöntemlerinden yararlanırken milyonlarca emekçinin SSK ve devlet hastanelerinin kapılarında ve kuyruklarında çektiği eziyet vb. hep, bizim propaganda ve ajitasyonumuzun ve emperyalizme bağımlı kapitalist düzenin sergilenmesinin konuları haline getirilebilir ve getirilmelidir.

Aralık 1997

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi