Sayı 14 / Ocak-Şubat 1998

1998 yılına adımımızı attığımız bu günlerde, hem 1997 yılının, hem de biraz daha geriye giderek işçi sınıfı hareketinin genel bir panoramasını çizmeyi gerekli gördük. Bu yanıyla bu değerlendirme, ‘98’deki sınıf hareketinin yönelimine bağlı olarak politik-taktik planda nasıl gelişmesi ve bizim bu sürece hangi yöntemlerle hazırlanmamız gerektiğini anlamamıza temel bir vesile olacaktır.

Biz bu yazıda öncelikle ‘97’de sömürgeci siyasal sistemin nasıl bir süreç izlediğini, hangi neden ve olgularla devletin yeniden yapılandırma sürecine girdiğini ve bu sürecin işçi sınıfı ve emekçi hareketine olan etkileri ve sonuçlarını ele almayı zorunlu görmekteyiz. Devrim ve karşıdevrim güçlerinin isabetli ve doğru değerlendirilmesi siyasal mücadelemizin başarısının ana teminatlarından birisidir. Ülkemizin nesnel ve somut koşullarında stratejik hedefimizin marksist-leninist analizi siyasal mücadelede devrimci taktiklerin başarı koşuludur aynı zamanda. Şimdi sorun siyasal çarpışmada devrimci olanakları ustaca devrimin lehine kullanacak iradeyi ve kararlılığı gösterme zamanıdır.

Özelde, işçilere, diğer emekçilere, komünistlere, antifaşistlere ve tüm ilerici güçlere yönelik yargısız infaz, keyfi tutuklama, işkence gibi insan hakları ihlallerinden olsun, genelde her türlü zulümden ve katliam uygulamalarından olsun söz edildiğinde akla önce Latin Amerika kıtası gelir. O kıta ki, halkları Yanki emperyalizminin ve uşaklarının, latifundistlerin, büyük burjuvazinin ve askeri diktatörlüklerin boyunduruğu altında görülmemiş bir zulme hedef olmuş, dayanılmaz acılar çekmiş, ama asla boyun eğmemişlerdir. İçimizde öfke ve isyan duyguları uyandıran o ünlü “desapericidos” (=kayıp) terimini insanlığın sözcük haznesine armağan etmek zorunda bırakılmış olan bu halkların belki de tek “kusurları”, Meksika’nın eski diktatörü Diaz’ın söylediği gibi ülkelerinin ABD’ye bu denli yakın olmasıydı.

Amerikan emperyalizmi haftalardan beri Irak’ı silahlı çatışmayla tehdit ediyor. Bunun için gerekli hazırlıkları aleni olarak yaptı. Savaş narasını sıklaştıran ABD Başkanı Clinton, BM’yi de Irak’a karşı “sert ve belirgin” eyleme geçmeye davet etti. Aslında bu, davetten ziyade açık bir talepti. ABD’nin savı açıktı: “gizli zehirli gaz depolarını açığa çıkartmak üzereyken, Irak, BM Teftiş Heyeti’nin belli alanlara girmesini yasakladı”!

Amerikan emperyalizmi, zehirli gaz savı ile dünya halklarının desteğini kazanmayı ve onun eylemine karşılık olan devletleri de teşhir etmeyi amaçlıyordu. Ama unutturulmak istenen ve dünya kamuoyunun unutmadığı gerçekler var: Halepçe katliamının sorumlusu Saddam Hüseyin. Peki, binlerce Kürt’ün öldürüldüğü bu katliamda kullanılan zehirli gazı kim üretti ve Irak’a sattı? Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların en önemli üreticisi ve bir numaralı silah tüccarı ABD değil mi?

Birkaç seneden beri, daha doğrusu revizyonist blokun çökmesinden bu yana emperyalist burjuvazinin dilinden düşürmediği ve empoze ettiği en önemli kavram, “küreselleşme” kavramıdır. Emperyalist çıkarları ifade eden bu kavram giderek devrimci literatürde de kullanılmaya başlandı. Adeta moda oldu. Sanki bu kavramın karşılığı yokmuş gibi, sanki bu kavramın yerine daha önceleri başka kavramlar kullanmıyormuşuz gibi, sanki bu anlamda kendimizi ifade etmede bir eksiklik varmış gibi hareket edilerek burjuvazinin bu kavramı devrimci literatüre yerleştirildi. Aynı kavramdan, burjuvazinin ne anladığı, devrimcilerin ne anladığı da her zaman açıklanmadığı için bilmeyenler açısından, burjuvazi ile devrimcilerin ortak bir lisan buldukları görüşünün doğma tehlikesi gündeme geldi.

Bu yazıda, hayli geniş bir tartışmanın konusu olabilecek olan ‘örgüt sorunu’nun bütün yönleri üzerinde doğal olarak durulamayacak. Burada dikkatimizi, bu sorunun özellikle bizim için son derece önemli bazı yanları üzerinde yoğunlaştıracağız.

7-12 Ağustos 1997 tarihleri arasında başarıyla gerçekleştirilen partimizin İkinci Kongresi’nin yapılmış olması bile son derece büyük bir önem taşımaktadır. Ağır koşullar altında gerçekleştirilmiş olan bu kongre MLKP’nin, devrimci partiler de içinde olmak üzere, tüm burjuva ve küçük-burjuva partilerinden temelden farklı olarak lafta değil, gerçekten demokratik bir işleyişe sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.

1- Hâlihazırda, işçi hareketinin ve komünist hareketin uluslararası birliği her zamanki kadar gereklidir. Bu gereklilik, devrim dalgasının yükselmekte olduğu 1960’larda ve 1970’lerde de duyumsanmaktaydı. 1989-’90 olaylarından sonra kapitalizmin ve emperyalizmin ideolojik, siyasal ve ekonomik düzeyde başlattığı topyekün saldırı bu gereksinimi daha da artırmıştır. Bu saldırıya karşı direnişin çıkarları, her şeyden önce dünya işçi sınıfının ve öncülerinin, yani bütün gerçek komünist güçlerin olanaklı olan en güçlü birliğini gerektirmektedir. Kapitalizme ve emperyalizme, ancak işçi sınıfının ve komünist güçlerin uluslararası birliği sayesinde ağır darbeler indirmeye başlayabilir ve ancak işçi sınıfının ve bütün gerçek komünist güçlerin uluslararası birliği sayesinde bütün devrimci, ilerici ve antifaşist güçlerin dünya ölçeğindeki birleşik cephesini inşa etmeye başlayabiliriz. Bu nedenledir ki partimiz, Eylül 1994’de toplanan Birlik Kongresi’nde şöyle diyordu:

Polonya'da illegal komünist basının en önemli kazanımı, partinin çizgisini genel olarak doğru yansıtması ve bunun gerçekleşmesi için mücadele etmesidir. Ama bazı yayımlarda eksikler ve tam olmayan tanımlamalar da var. Parti literatürü her zaman yeteri kadar güncel değil ve her zaman gerekli ideolojik ve siyasi seviyede durmuyor. Bu eksiklere rağmen PKP'nin yayımları, kararlarının popüler yapılmasında, sloganlarının propagandasında ve işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadelelerindeki önderlikte büyük bir rol oynamıştır. Önceki yıllardan farklı olarak basın, 1933 yılında münferit sorunların oldukça somut içeriği ve somut açıklanışıyla karakterize olmaktadır. Bir makale veya bir çağrıya (bakarak) işçi, söz konusu sorun üzerine sadece bir düşünceye sahip olmaz, aynı zamanda ne yapacağını ve nasıl hareket edeceğini de öğrenebilir.

ikkat merkezimizde tutmamız gereken “devrimci çalışmanın güvenliği” sorunu yeni sömürgelerden başlayarak, tüm burjuva devletlerde, devrimci bir iç savaşı ve ayaklanmayı bastırmak üzere özel tarzda yapılandırıldığı “günümüzde” hayati bir önem taşımaktadır.

Başta ABD olmak üzere, emperyalist devletler, toplumsal ve ulusal kurtuluşçu devrimlerle mücadelede biriktirilmiş karşı devrimci dersleri merkezileştirip, tüm yerkürede sermaye ve faşizmin hizmetine sunuyorlar. Kadro eğitimi, teknoloji aktarımı, istihbarat yardımı, işkence aletleri temini ve ortak imha saldırıları, bunun tamamlayıcı unsurları olarak süreklilik taşıyor.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi