Güç ve Eylem Birliği

Giriş

'95 yılı sonlarından başlayarak, faşist rejim cezaevlerindeki devrimci tutsaklara saldırı dalgası başlattığında, devrim mücadelesinin örgütlü kuvvetlerinin saldırı anı ve alanlarında güçlerini ve eylemlerini birleştirerek, ortak düşmana ortak vuruş gücünü konuşturmaya başladığı görüldü. Giderek, devrimci ve komünist parti ve örgütlerin merkezi düzeyde güç ve eylem birliklerini yaratma amaçlı çalışmaları gündeme girdi.

'96 başında önce iki parti arasında başlayan, sonra da diğerlerinin katılımıyla genişleyen ve hızlanan güç ve eylem birliği çalışmaları, az da olsa ürün de verdi. Ancak, özellikle 1 Mayıs'tan sonra taraflar arasında anlaşmazlıklar, çalışmaların temposunda düşüşler ortaya çıktı. Cezaevlerinde, sermaye ve sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı açlık grevi ve ölüm orucu şeklinde genel direniş, özel olarak bahse konu parti ve örgütlerden tutsakların siper yoldaşlığı ile sürerken, dışarıda güç ve eylem birlikleri, merkezi çalışmaların konusu olarak tavsamaya, sönmeye başlamıştı bile. Direniş sonrasında sorun çözüm ufkunda değil, gazete ve dergi sayfalarındaki tartışmaların, polemiklerin darlığında suçlama ve yergilerin konusu haline gelmişti. Ve süreç bugün de esas olarak bu minval üzerinde sürüp gidiyor.

Sınıflar mücadelesinin seyri içinde, her zaman sermaye ve faşizme karşı devrimci kuvvetlerin değişik düzlemlerde birliği sorunu gündemde olmuştur. Alışılmış olan, alışılmış olduğu kadar da ilginç olan antifaşist devrimci, komünist ve nihayet yurtsever kuvvetlerin, mücadelede güç ve eylemlerini birleştirmeleri gerektiği üzerinde çokça durulur; yazılır, çizilir.

Bahse konu örgüt ve partiler, güç ve eylem birliğinin gerekliliğine, kendilerinin bu tarz bir ilişkiye açık ve hatta hazır olduğunu açıklar, basın organlarında duyurur. Eylem ve güçbirliğine dair ortaya dökülen fikirler arasında temel noktalar da ay nılık be lir gin bir şe kil de gö ze çar par, ama; sürecin nasıl işleyeceği, ortak mücadelenin nasıl, hangi modelle örgütleneceği gibi sorunlarda ayrılıklar birbirini izler, besler ve çoğu kez de kör döğüşüne dönüşür.

Kolaylıkla anlaşılabileceği gibi sorunlar, sorun tartışılmaya başlandığında ortaya çıkar, hele de tartışmalar uzadığında içinden çıkılmaz noktalara varır/vardırılır.

Ancak, mücadelenin bilinen bütün süreçlerinde, sanki sözkonusu tartışmalar yokmuşçasına, hatta tartışmaları boşa çıkarırcasına, pratik "kendi bildiği" yolda sürer gider. O pratik; mücadelenin hemen bütün alanlarında, o an orada bulunan bütün kuvvetlerin güç ve eylem birliği yapmasıdır. Yani, teori gridir, yaşam ağacı yeşildir doğrusu, taraflar ne tartışırsa tartışsın kavganın sıcak anlarında durmadan doğrulanır. Bir başka ifadeyle, yaşam hükmünü hakim kılar; örgütler, partiler tartışadururken.

Kuşkusuz, pratik birlikler pürüzsüz, sorunsuz ya da olması gereken düzeyde değildir. Bununsa, pratiğe dair nedenleri yanında, elbetteki örgütlerin arasındaki ilişkilerdeki sorunlar, eylem ve güçbirliğine dair yaklaşım farklarının, o anki eylem üzerindeki baskılarıyla bağıntılıdır. 20 küsür yıllık mücadele sürecine bakarsak; yaşananlarla tartışılanlar arasında derin çelişkiler; başlayan biten ya da tavsayan pek çok yanyana duruş görürüz. Ama bir şey açık ve nettir; ezilenlerin savaşının her önemli/önemsiz örneği, ya da kavganın her genel yükselişi; bütün örgütlü kuvvetleri siyaset arenasına çektiği gibi bunları bir biçimde yan yana iş ve örgüt ortaklığına da itmiştir.

Eskilere uzanmak pek gerekmiyor; '89 bahar atılımı ile başlayan işçi sınıfının mücadelesinin seyrinde, emekçi memurların mücadelesinde daha öncesinde başlayan ve geçtiğimiz yıl atağa kalkan öğrenci hareketinde; emekçi kadınlar cephesinde, emekçi semtlerinde; Gazi barikatları, 1 Mayıs'lar vb. pek çok mücadele alanı ve örneğinde mücadeleci birliklerin gerçekleştiğine tanığız. Peki o zaman sorun ne? Bir terslik yok mu? Ters olan ne?

Önce şunu kuvvetle vurgulamak gerek; tarihsel kaynaklar, olumsuz pratikler sözkonusu olduğunda daha büyük önem kazanıyor. Grupçuluk ve rekabet gibi küçük burjuva illetler, devrimci yılların en belirgin özelliğidir. Dağınıklık, parçalanmışlık bu iki illetle koşuttur; toplumsal temelleri aynıdır, varolma koşulları da şu ya da bu düzeyde aynıdır.

İdeolojik-politik kaynaklar, gelişmelerin diğer önemli nedeni olmaktadır. Ki bu bağlamda ayrılıkların ya da sorunların ortadan kalkması beklenemez. Doğal, olması zorunlu bir neden olmaya devam edecektir.

Nedenlerin toplamı üzerinden şu gerçeği teslim etmeliyiz; güç ve eylem birlikleri, cephe vb. ortak her iş, her örgüt ortak düşmana karşı iktidar hedefiyle yürüyen devrimci kuvvetlerin birlik alanlarıdır. Ama, aynı zamanda; nasıl bir mücadele çizgisi, nasıl bir örgüt modeli gibi ayrılıklar olarak da yansıyabilecek temel bir sorunda; nasıl bir devrim/nasıl bir iktidar sorununda düğümlenen hegemonya mücadelesinin alanıdır.

Eğer açıklamak gerekirse; ortak düşman olan işbirlikçi sermaye düzeni ve onun sömürgeci faşist diktatörlüğü, genelde devlete karşı mücadele eden; ideolojik-politik kaynakları ve çizgileri farklı, değişik sınıfsal katmanların (baskın olan küçük burjuva katmanlar) çıkarlarını temsil eden, örgüt, parti, çevre, grup var. Hepsi de gücü ve örgütlülüğü düzeyinde; doğal olarak siyaset sahnesinde.

En genelde amacı, kurulu düzenin ve devletin yıkılmasını ve yerine ezilenler dünyasını temsil eden devrimci-demokratik iktidarın kurulmasını hedefleyen çok sayıda devrimci akım; proletarya diktatörlüğü ve komünizmi hedefleyerek, devrim ve devrimci iktidar perspektifiyle yürüyen komünist ve nihayet geçen 10 yılda örgütlediği ulusal başkaldırıyla Kürdistan'ın bağımsızlığını hedefleyen Kürt yurtsever güçler devrimci siyaset sahnesinin örgütlü kuvvetleri.

Özet olarak, devrimci, komünist ve Kürt ulusalcı parti ve örgütler, bugün faşist diktatörlüğe ve sermaye düzenine karşı, devrimci çizgide özgürlük mücadelesinin, devrim ve iktidar mücadelesinin yürütücüsü, örgütleyicisi ve en genelde önderi durumundalar. Bu farklı nitelikte üç ana kuvvet ortaklaştıkları kadar, nitelik farklılıklarının sonucu olarak, farklı eylemlerin, eğilimlerin sahibidirler. Bu nesnel ve doğal durumları nedeni ile aynı zamanda birbirlerine "karşı"dırlar. Bu "karşı"lık nedeniyle aynı zamanda mücadele içindedirler. İşte hegemonya mücadelesi dediğimiz tam da budur; bu temel üzerinde, bu nedenle ortaya çıkmaktadır.

Mücadelede ortaklık kadar, ayrılık da, hegemonya kurmayı kapsayan çatışma da o kadar doğal ve zorunludur. Eğer bu durum zorunlu ve doğal sayılmazsa, sınıfsal-ideolojik temeller ve politik hedefler arasındaki farkları ya kavranmıyor ya da "unutuluyor", unutulmak isteniyor demektir. Yani, sınıfların, ideolojilerin farklılığına dair bilimsel görüş açısında idealizme doğru bir kayma ortaya çıkıyor demektir. Görülüyor ki, mücadelenin pratik ihtiyaçlarının baskısı, yer yer böylesi kaymaları ortaya çıkarıyor. Eylem ve güçbirliği ya da cephe, meclis üzerine çıkan yazıların hemen tümünde çatışmanın doğallığı üzerinde durulmamış oluşu, biraz da böyle anlaşılmalıdır.

Sorunu bütün yönleriyle ele almak, her zaman çözümü güvencelemenin yoludur. Değerlendirmelere göz atılırsa, bir yanda; grupçuluk, fırsatçılık üzerine olur olmaz sayısız örnek üst üste yığılmış. Taraflar, özellikle bir taraf, her işin, her eylemin en büyük gücü, örgütçüsü ve önderi olduğunu kanıtlamaya soyunurken, o çok saldırdığı grupçuluk, fırsatçılık illetinin baskısı altında olduğunu ve yine bu son eylemiyle, bu illeti alabildiğine körüklediğinin, sanki farkında bile değil.

Diğer tarafta; çatışmanın doğallığını yeterince bilince çıkarmamış olmanın yansıması diyebileceğimiz şeyler görülüyor. Birlik halinde eyleme, ortak düşmana karşı yakın hedeflerin ortak şiarlarıyla yürümeye çok, hem de pek çok gereksinim var; pratik mücadele içinde bu gereksinimin kovalayıcısı olmak gerekiyor. Ancak, en küçük ortaklıkta bile, "karşı"lık durumunun çıkaracağı/çıkardığı sorunların olacağı/olduğu, daha serinkanlı bir şekilde ele alınmasına gerek olduğu açık. Hatta yaşananları çirkinleştirici en uç örneklere bile, soğukkanlılıkla bilimsel tanılar koymak ve geçmek gerek. Niye olmuyor, niye yapılmıyor; niye birliğe gelmiyorlar veya niye meseleleri saptırıyorlar gibi sorular, eğer sorunu ele alan yazılarda ağırlıklı yer tutuyorsa, bir ölçüde eksik bir kavrayış var demektir. Yanlış bir sorgulama yönteminin etkileri olan bu sorular terkedildiğinde, her şey, her kuvvet eylemi ve söylemiyle daha net kendisini ortaya koyacaktır.

Olayların geldiği noktada görülüyor ki, "tepe"de, eylem ve güç birliğini, bugünkü siyasal koşulların dayattığı bu işi çözüme bağlamanın önü tıkanmış durumdadır. Bazı durumlarda, tıkanma halindeki sorunların, fazlaca zorlanması doğru değildir. Bu anlamda, somut siyasal bir hedef olarak güç ve eylem birliğinden vazgeçilmeksizin "tepe"den kurulması, fazla zorlanamaz.

Ya ne yapılmalı? Yine "taban"dan yürümek ge re ki yor. Mü ca de le nin ge li şi mi, her gün her olayda tabanda eylem ve hatta güç birliklerini zaten zorluyor ve sağlıyor. Görüldüğü gibi, yaşam burada. Teori, ancak burada, bu düzeyde pratiğin yol göstericisi olabiliyor. Bu da bir başka nesnel durum.

Büyük hareketler, büyük birlikler yaratır. Yaşanan devrim deneyleri; ortak hedefler için parti ve örgütlerin hareketin büyük atılımlara geçtiği anlarda, güçlerini ve eylemlerini birleştirmekten başka şey yapamadıklarını her örnekte kanıtlamıştır. Hareketin kendi rotasında, nesnel gelişmesi ve yükselişi yeniden devrimci, komünist ve yurtsever kuvvetlerin önüne, büyük birlikleri koyacaktır. Bugün için gerçekleşebilir

olanla uğraşmak, diyalektik yöntemin de bir gereği. Gerçekleşebilir olanı en ileri, en iyi hale getirmek için sarfedilecek çaba, yazın yine gündemleşecek daha büyük birlikleri hazırlamanın da en emin, en kısa yolu. Anlaşmazlıkların anlaşılır hale gelmesi, görülüyor ki zaman istiyor.

Marksist leninist komünistler, sınıfsal ve ulusal mücadelenin son yıllarında koşulları olgunlaşan ve son bir yılda çözüm amacıyla ele alınan güç ve eylem birliği sorununa, en başında büyük bir duyarlılık, büyük bir sorumluluk duygusuyla yaklaştılar. Doğru görüşlerin ve taktik önderliğin gerektirdiği hareket kabiliyeti ve esnekliklerin sahibi oldular. Genelde doğru bir hareket ve ilişki tarzı geliştirdiler. Onların da süreç içinde çeşitli hata ve eksiklikleri olmuştur/oldu, bunların dile getirilip eleştirilmesinden rahatsız da olmadılar. Ancak, önemli bir şeyin tepede birlik yanlısı olurken, tabanda kaçındığı gibi bir suçlamaya konu olacak tek bir davranışın sahibi olmadılar. Mücadelenin değişik cephelerinde bu gerçek rahatlıkla tespit edilebilir. Olmayan bazı şeylerin nedenini bu genel yaklaşımda aramamak, pratiğin zaaflarından saymak, tek bilimsel yol olur. Unutulmasın; "karşı"lığın sorunlarını, bir ölçüde marksist leninist komünistler de yaşamaktadırlar ve yaşayacaklardır. Ama sorunların içinden biz yine; "birlik, eleştiri, birlik; ikna ve birleştiricilik" yolundan giderek çözmekte ısrarlı olmalıyız, olacağız da.

Bugün, "güç ve eylem biri iği"ni daha büyük hareket yaratmanın bir manivelası olarak kullanabilme olanağı yakalanamadı. Bu, devrimin zarar hanesine kaydedilmeli. Ancak, her şey bitmiş gibi umutsuzluk ya da yakınmaya gerek yok, anlamı da yok. Kavga sürüyor, kavga yeniden yeniden kendi ihtiyaçlarını dayatacak; daha büyük iradeleri de hazırlayacaktır. İşte o ana hazırlığın bir parçası olması için, marksist leninist komünistlerin dünkü süreçte soruna nasıl baktıklarını, neler önerdiklerini, ortaya çıkan olumsuzluklarla ve engellerle nasıl çatıştıklarını toplu olarak okura sunmak istedik. Elinizdeki yazı, güç ve eylem birliği hakkında marksist leninistlerin anlayışlarını, cephe ya da meclis önerilerine nasıl baktıklarını, pratik mücadelenin birleşik direniş çizgisine uygunluğun gereklerini anlatan yazıları içeriyor. Yanısıra, merkezi güç ve eylem birliği denemesinin duyuru ve bazı merkezi bildirileri, dönemin en büyük ve en başarılı güç ve eylem birliği olan Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu'nun açıklamalarını içeriyor. Ayrıca, marksist leninist komünistlerin, diğer fikirlerle polemikleri yer alıyor.

Yurtdışında; MLKP ve DHKP-C arasında Devrimci ve Eylem Birliği kuruldu: "Birleşelim, özgürlüğü birlikte kazanalım"

Gözaltında kayıpların, işkencelerin, yargısız infazların, faili belli cinayetlerin yaşandığı, faşist devlet terörünün gün geçtikçe tırmandığı ülke coğrafyasında ve Avrupa'da bugün artık devrimci güç birliği bir temenni ve niyet olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünmeye başladı. Varoşlarda, okullarda, işyeri ve cezaevlerinde, kısacası yaşamın pek çok alanında bir araya gelen, ortak mücadele örgütleyebilen güçler, bugün sürece daha ileri müdahalelerde bulunuyorlar.

Devrimci dayanışma ve dostluğun daha iradi bir noktaya gelmesi anlamına gelen ilk tohum, MLKP Yurtdışı Komitesi ve DHKC Avrupa Örgütü tarafından toprağa atıldı. Avrupa çapında merkezileştirilen devrimci güç ve eylem birliğiyle; işbirlikçi tekelci burjuvaziye, para babalarına, generallere, kontrgerillacılara, ordu ve polise yani topyekün faşist diktatörlüğe karşı devrimci bir cephe oluşturulması hedefleniyor.

Sözkonusu örgütlerin yurtdışı komitelerinin 22 mart günü yaptığı açıklamada, şu notlara dikkat çekildi:

"Düşmanımız ortak kurtuluşumuz birdir, gücümüz birliğimizdir"

Faşist devlet terörünün, halkın en değerli evlatlarını, yoldaşlarını kaçırıp katlettiği, köylerdeki insanların evleriyle birlikte yakılıp yok edildiği, bedenlerinden başka karşı koyacak şeyi olmayan devrimci tutsakların cezaevlerinde katledildiği bir ülkede susmanın, kayıp ve katliamlara göz yummak, coplanan, kurşunlanan emekçilere, katledilen Kürt halkına sırtını dönmek olduğu vurgulanırken, faşizmden hesap sorulması, halkın adaletinin istenmesi ve uygulanması gerektiği belirtiliyor.

Açıklamada ayrıca; Ayşenur Şimşeklerin, Hasan Ocakların, Rıdvan Karakoçların, Düzgün Tekinlerin ve kaçırılıp katledilen devrimcilerin katillerini bulmak için birliği yükseltmek gerektiğini vurgulandı. Ortak mücadele dostluklarını, siper yoldaşlıklarını geliştirmenin önemine de vurgu yapılan açıklamada günün, Gazi'nin Nurtepe'nin, Okmeydanı'nın şanlı ayaklanma ve direnişlerini büyütme, yiğit Gazi şehitleri yolundan yürüme, Gazi'nin, Sivas'ın, Dersim'in, Cizre'nin tüm katliamların hesabını sorma günü olduğu belirtiliyor.

"Gün, namuslu, onurlu herkesin birleşik gücünü ve eylemini namluya sürme günüdür"

"Güçlerimizi birleştirelim, cephemizi genişletelim" çağrısı yapan devrimci güç ve eylem birliği cephesi, faşizmin baskı ve zulmü altında yaşamak istenmiyorsa, aynı amaç için, ortak paydalarda, ortak güç, ortak eylem ve ortak duygularla hareket etmenin gerektiğine vurgu yapıyor.

Güç ve eylem birliğinin düşman karşısında birlikte hareket edebilmek olduğu belirtilirken; devrimcilerin, sosyalistlerin dostluğu, dayanışmayı, desteği, birbirleri için özveride bulunmayı öğrenmeden birlikte savaşamayacakları ve bunları öğrenerek, birlikte mücadele edebilecekleri belirtiliyor.

Açıklamada, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmden yana olan herkesle yapılabilecek çok şey olduğu vurgulanırken, faşist terörün ve hak gasplarının karşısında halk alternatifini çıkartmak için halkın birleşik devrimci gücü örgütlenmelidir deniliyor.

Son olarak; faşizme karşı mücadele etmek isteyen, samimi olan herkese, Türkiyeli, Kürdistanlı halkların savaşını güçlendirmeye, yürekte, gönülde, umutta ve eylemde bir olmaya çağrı yapılırken; "Antifaşist, antiemperyalist, tüm devrimci, ilerici, yurtsever halk güçlerini güç ve eylem birliğimize omuz vermeye, sokaklarda, meydanlarda, barikatlarda her yerde ortak mücadeleye çağırıyoruz" denildi.

Evet, marksist leninist komünistlerle, devrimci halk güçlerinin başlattığı devrimci dayanışma ve dostluk, kavga yoldaşlığı, siper yoldaşlığı gün geçtikçe büyüyor ve filizler bahar yangınını körüklüyor.

Haydi kardelen yangınında, geceyi tutuşturmaya...

Parti tarzı, güç ve eylem birlikleri ve görevler

I

Parti tarzı ile gelişen sınıfsal ve ulusal kavganın acil ve temel gereksinimlerinden biri olan güç ve eylem birliği ilişkisini doğru bir tarzda anlamak ve pratikleştirmek gerekiyor. Bu ilişki doğru ve ilkeli kavrandığı oranda, marksist leninist komünistler, önderlik iddiasının gereklerine uygun davranmış olacaklar.

Sınıflar mücadelesi arenasında, sınıfın ve devrimin önderi ve öncüsü olma tarihsel ve siyasal misyonuyla, sınıfın ve yığınların gelişen kavgasına müdahale eden marksist leninist komünistler, güç ve eylem birliği hattının örülüp geliştirilmesinde, öncü inisiyatif ve iradenin sözcüsü ve temsilcisi olarak kendini ortaya koymak zorundadırlar.

Bu öncü inisiyatif ve iradenin temsilcisi ve sözcüsü olarak öne çıkma zorunluluğunun temel ve güncel, tarihsel ve siyasal nedenlerini (eksik bir tablo olarak) şöyle özetleyebiliriz:

a) Parti, sınıfın politik genel kurmayı; ezilen, sömürülen milyonların öncüsüdür.

Bu gerçek, marksist leninist komünistlerin önüne, devrimimizin ilk adımı olan antiemperyalist demokratik halk devriminde yer alacak olan tüm devrimci sınıf ve tabakalarla bağlaşma kurma; ezilen sınıfların, ezilen ulus ve ulusal azınlıkların, ezilen mezheplerin, ezilen cinsin demokratik hareketini tek bir devrim akımı içerisinde örgütleme, birleştirme, yönetme görevini koymaktadır.

Politikada parti tarzı, kendi özgücüne güvenmeyi, öz kuvvetlerini militan bir hatta seferber etmeyi; dolaysız yedeklerin (stratejik müttefiklerin) harekete geçirilmesini, sınıfın hegemonyasında birleştirilmesini, dolaylı yedeklerden (gerici sınıf ve tabakalar içerisindeki çelişki ve çatışmalardan) başarıyla yararlanmayı içerir ve ifade eder.

Demokratik ve sosyalist mücadelenin güncel gereksinimlerini yanıtlarken, marksist leninist komünistler ve partinin tüm kuvvetleri bulundukları her alanda bu temel ve stratejik kavrayışa bağlı olarak hareket etmelidirler.

Doğal olarak bu kavrayış, güç ve eylem birliği hattının örülüp geliştirilmesinde de somutlaşmalı, ilkeli, birleştirici, kavgayı geliştirici bir irade, cüret, başarma ve kazanma tutkusu olarak yaşam bulmalıdır.

b) Parti birlik devriminin eseridir. Birleştiricilik partinin mayasını oluşturdu. Birlik devrimi, Türkiye komünist, devrimci, demokratik ve yurtsever hareketinin kötü ünlü dar grupçu ve sekter geleneğinden, tarz ve kültüründen köklü ve geri dönüşsüz kopuşun ve geleceği fethetmenin adı, adresi ve iradesidir.

Bir buçuk yıla yakın sürecin özdeneyimlerinin net bir şekilde kanıtladığı gibi, sözkonusu atılım ve irade somut, elle tutulur bir çekim merkezine dönüşmüş bulunuyor. Birlik devrimi ve onun eseri olan partinin kesintisiz atılımlar ortasındaki gelişimi, marksist leninist komünistleri yığınlar nezdinde büyüyen bir umut haline getirmiş bulunuyor. Tüm bunlar, partinin geleneksel hareketinin olumsuz tarzından, kültüründen kopuşmasıyla, gelişen kavganın temel ve güncel gereksinimlerine yeni bir tarzda müdahale etmesiyle başarılmıştır.

Türkiye devrimci hareketinin geleneksel tarzı çoktandır kavganın önüne bir ayak bağı haline gelmiş ve çürüme üretmektedir. Ödediği bedellerle orantılı ders çıkarmasını bilmeyen, aldığı yenilgileri yığınları, geleceği fethetmede güçlü bir okula dönüştürmeyi başaramayan bir devrimci hareket gerçeğiyle karşı karşıyayız.

İşte, marksist leninist komünistler bu üzücü, olumsuz gelenekle kopuşmayı, yeni bir tarzda kendini ortaya koymayı başardığı içindir ki, Türkiye'de bir çığırın adıdır. Geleceğin fethi, açılmış olan bu çığırdan yürümekle ancak başarılabilir ve başarılacaktır.

Bu temel tarihsel, siyasal ve güncel gerçek, partinin önüne, güç ve eylem birliği hattının örülüp geliştirilmesinde birleştirici ve ısrarlı davranmayı; öncü inisiyatifin sözcüsü olarak öne çıkmayı doğal ve kaçınılmaz bir yazgı olarak dayatmıştır. Nitekim Hasan Ocak ve kayıplar kampanyasından Rıdvan Karakoç ve Sibel Yalçın'ın uğurlanmasına, Analar Kurultayı'ndan Kürt ulusal hareketiyle dayanışmaya, Gazi ayaklanmasından varoşlarda geliştirilen siyasal etkinliklere, gençlikten EKB çalışmasına vb. vb. kavganın her alanında bir yeni tarz ve birleştirici rol açıkça geliştirilmiş, daha da geliştirilecektir. Parti hamurundaki birleştiricilik mayası, antiemperyalist antifaşist mücadelede öncü ve birleştirici tarzın ve geleneğin yaratılmasında pratikleşmektedir.

Bu hat, sınıfın ve partinin iradesi, cüreti, atılganlığı, yaratıcılığı ve mutlaka başarma akıl, cesaret ve savaş yeteneği olarak kesintisiz bir çizgide geliştirilmelidir.

Bu olguları bilince çıkarmış, kendini ortaya koyuş tarzıyla bunu kanıtlamış ve kanıtlamaya devam eden; devrim ve iktidarın teori ve pratiği olan parti, onun bu hattı büyük stratejik düşünmeyi ve davranmayı; taktikleri buna göre biçimlendirmeyi gerektirmektedir.

II

Güç ve eylem birliği hattının yaratılması, giderek bu hattın devrimci, demokratik cephe aşamasına ulaştırılmasını başarmak için bazı temel gerçeklerin iyi kavranması gerekiyor.

Bu olguları şöyle özetleyebiliriz:

a) Her yenilgi bir okuldur. Bu okulun çarpıcı bir şekilde kanıtladığı temel gerçeklerden birisi şudur:

'74-'80 devrimci kabarış döneminde devrimin temel ve güncel gereksinimlerinden birisi de tüm antifaşist muhalefet güçlerinin ortak düşmana karşı ortak mücadele geleneğinin; kalıcı, istikrarlı güç ve eylem birliği cephesinin yaratılmasıydı.

Ancak ne var ki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve yurtsever hareketi bunu başaramadı. Adeta sınır tanımayan bölünmeler, parçaanmalar, hizipleşmeler, dar grupçu rekabet ve düşmanlık, devrimci hareket içi şiddet, emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı ortak mücadeleden büyük bir oranda uzak durma ve kaçma, iradesizlik bu dönemin temel karakteristik hastalıklarının başında geliyordu. Ve bu durum kitlelerde devrimci harekete karşı belirgin güvensizlikleri beslemiş ve geliştirmişti.

Askeri faşist darbenin bu denli kolay zafer kazanması ağır, direnişsiz ve moral bozucu bir yenilginin alınması öteki şeylerin yanısıra bu gerçekle bağlıydı.

Yenilgi ve gericilik okulunun bu temel dersi ve deneyi, nasıl hareket edilmemesi gerektiğini berrak bir tarzda ortaya koyuyor.

Yenilgi okulunun bu dersi, devrimci hareketin sözkonusu kötü ünlü gelenek ve tarzından kopmayı; dar grupçuluğa karşı sistemli mücadeleyi; ortak mücadele geleneklerini yaratmayı; güç ve eylem birliği hattında yürümeyi gerektiriyor.

Açıkça vurgulamak gerekir ki, pek çok siyasal parti ve çevre bu sorunda bol kalem oynatmasına karşın, gerçekte, kötü ünlü dar grupçu rekabet ve düşmanlıkla, sağlıksız parçalanma ve iradesizlikle, ortak mücadele gelenekleri yaratmaya karşı koyuşla belirlenen gelenek ve tarzdan kopamadığı için gerçek bir ilerleme sağlayamıyor. Kendini tekrarlıyor: Güç ve eylem birliği üzerine çok konuşup az iş yapıyor, vb.

Bu durum, devrimci hareketin yenilgi denilen okulu gerçek bir silaha, faşizmi ve sermayeyi vuran güçlü bir donanıma dönüştüremediğini kanıtlıyor.

Aynı olgu, aynı zamanda yeni mücadele gelenekleri yaratmanın kolay olmayacağını, çok büyük emek sarfını, kararlılığı, inisiyatifi, cüreti, fedakarlığı gerektirdiğini gösteriyor. Güç ve eylem birliği kavgasının başarısının geleneksel tarzın, dar grupçuluğun yenilgiye uğratılmasından geçeceğini; bu geleneğin ise hala diri ve köklü ama mutlaka yıkılacak bir barikat olarak önümüze dikildiğini gösteriyor.

Bu görevi, gereklerine uygun çözecek gücün partinin olması; birleştirici öncü inisiyatifin sözcüsü olarak öne çıkışı; güç ve eylem birliğine hazır olan, buna yönelen güçlerle sağlıklı kolektif çalışmanın geliştirilmesinde dar grupçu güdülerle hareket edilmemesi, marksist leninist komünistlerin sözkonusu geleneği ilkeli, köklü ve olgun bir iradeyle aşmış olmasıyla bağlıdır.

b) Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gelişen kavga, sömürgeci faşist diktatörlüğün dinmeyen ve katmerleşen terörü, birleşik, kitlesel, örgütlü militan bir mücadele hattında yürümeyi gerektiriyor.

Giderek genişleyen toplumsal muhalefetin ayrı mecralardan akışının önüne geçebilmek; işçilerin, emekçi memurların, gençliğin, kadınların, Alevilerin, Kürtlerin, ulusal azınlıkların, kent yoksullarının, küçük üreticilerin, ilerici aydınların kavgasını tek bir devrim akımı içerisinde birleştirebilmek; kavgayı devrimci bir liderlik etrafında geliştirebilmek; sınıfsal ve ulusal mücadelenin acil bir gereksinimidir.

Gelişen halk muhalefetinin dağınıklığı, Amerikancı yarı askeri faşist diktatörlüğün en büyük avantajlarından biri olduğuna göre, bu avantajın diktatörlüğün ve egemen sınıfların, düzenin elinden çekilip alınması gerekiyor.

Kurulmuş olan DSP destekli ANAP-DYP koalisyon hükümetiyle birlikte diktatörlüğün ekonomik, siyasal saldırılarının daha da artacağı; toplumsal öfke ve halk muhalefetinin daha fazla büyüyerek sertleşeceği gerçeğini dikkate aldığımızda antifaşist ve devrimci güçlerin eylem ve güç birliği hattında yürümesinin önemi daha iyi görülebilir.

Bu değerlendirmeleri yapan ama güç ve eylem birliği cephesini yaratmak sözkonusu olunca şu veya bu nedenle uzak duran siyasi parti ve çevrelerin, kavganın gerçek gereksinimlerini, devrim ve iktidar perspektifini özümlediklerinin söylenemeyeceği açık olsa gerek.

c) Kuzey Kürdistan'da bir olgu olan ulusal kurtuluşçu devrimin, kısa erimde olmasa da bir yenilgi tehlikesiyle karşı karşıya gelme olasılığı mevcut.

Bu tehlike sadece faşist diktatörlüğün ve emperyalizmin terörle, tecritle, hareketi yorgun düşürerek ezme planı ve saldırısına indirgenemez. Yanısıra bu tehlike, Kürt sorununun Amerikancı, Batıcı çözüm planının, "barış", "politik çözüm" adı altında önerilen liberal burjuva politikanın zafer unsuruyla birlikte geniş düşünülmeli ve kavranmalıdır.

Kürdistan devrimi, Türkiye devrimi için büyük bir katkı, Kuzey Kürdistan'da pattak vermiş olan devrimimizin yenilgisi Türkiye devriminin, Türkiye devrimci hareketinin yenilgisi anlamına ge lir.

Tüm bu olgular, Türkiye devrimci hareketinin önüne, Kürdistan'da açılmış olan cepheyi yeni bir cepheyle, Batı'da belirli anlamda var olan ama atılımlarla geliştirilmesi gereken ikinci bir cepheyle birleştirme; böylece hem Kürdistan'daki devrimin yardımına koşma, hem de bir devrimin bir bütün olarak Türkiye devrimine sağladığı fırsat, katkıyı en iyi biçimde değerlendirme; birleşik bir devrimle diktatörlüğü yıkma strateji ve taktiğini güçlü bir iradeyle uygulamanın olağanüstü yakıcı bir görev olduğunu gösteriyor.

Bu görevin başarısı, Türk-Kürt coğrafyasında, güç ve eylem birliğinin tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist hareketin ortak ve ertelenemez görevidir.

Güç ve eylem birliği hattında yürüyüp yürüyememe sorunu devrimi yapıp yapmama sorunu; Kürt devriminin yardımına koşup koşmama sorunu; birinci cepheyi ikinci bir cepheyle tamamlayıp tamamlamama sorunu; öncülük, önderlik iddiasının gereklerine göre davranıp-davranmama sorunudur.

Güç ve eylem birliğinin önemini gerçekten kavramayanların, bu uğurda eylemli olarak kendilerini ortaya koymayanların birlik çığırtkanlığının boş bir kubbede hoş bir seda olmakt an öte hiçbir değeri yoktur.

Kuşkusuz ki, bu tutum halklarla, devrimcilerle oynama, dalga geçme tavrı olarak görülüp damgalanmayı hak etmektedir.

d) Egemen sınıflar ve faşist diktatörlük Kürdistan'da açılmış olan cephenin güçlenecek ikinci bir cephe savaşıyla birleşmemesi için yüksek bir duyarlılık sergilemektedir.

Çünkü Batı'da da büyüyecek yeni bir cephe, düzenin ve faşist diktanın sonunu hızla yaklaştıracaktır.

Diktatörlük, yeni dönemde Kürdistan'da kirli, haksız ve sömürgeci savaşı tırmandıracaktır. Batı'da resmi faşist terörü daha aktif savaşa sürece ği ül kü cü fa şist ve şe ri at çı fa şist te rör le içi çe hızla geliştirecek, yoğunlaştıracaktır.

Faşist diktatörlük, gerici iç savaşı daha fazla kışkırtacak ve hazırlayacaktır. Bu amaçla Türk- Kürt, Alevi-Sünni, laik ve şeriatçı çatışmasını körükleyecektir.

Siyasi koşulların tahlili sınıfsal kavganın antifaşist mücadelenin faşist diktatörlükle halk yığınları arasındaki çatışmanın daha bir üst evreye, daha kapsamlı bir kapışma, iç savaş aşamasına doğru ilerleyeceğini gösteriyor.

Öncülük iddiasında olan parti ve örgütlerin daha bugünden geleceği görmesi, hazırlanması ve yığınları hazırlaması gerekir.

Kısa da olsa özetlemeye çalıştığımız bu tablo, güç ve eylem birliğinin hem içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel-siyasal evrenin, hem de bu evreyi takip edecek olası aşamanın gözetilmesi ve hazırlıklı girilmesi bakımından somut bir görev olarak devrimci, antifaşist hareketin önünde durmakta olduğunu göstermektedir.

e) Marksist leninist komünistler bu bakış açısı ve siyasal değerlendirmeye bağlı olarak kendini konumlandırmaktadır. Partinin bu duruşu, doğal olarak, güç ve eylem birliği boyutundaki görevlerinde de somutlaşmaktadır. Güç ve eylem birliğine verilen değer bunun kanıtıdır.

'80'li yıllar gerek Türk-Kürt coğrafyasında, gerekse de uluslararası ölçekte yenilgi ve gericilik yılları; devrimci dalganın geçici olarak geri çekildiği, karşıdevrimci dalganın yükseldiği yıllar ol du.

Bu süreç uluslararası arenada yavaş yavaş enternasyonal proletarya ve halklar lehine giderek değişmektedir. Ancak sözkonusu tablo henüz esaslı olarak değişmemiş bulunuyor.

Türk-Kürt coğrafyasında ise yenilgi ve gericilik yılları pek çok bakımdan aşılmış olsa bile asıl olarak da Batı'da hala geride kalan sürecin yarattığı tahribat henüz atılımlar biçiminde aşılamamıştır.

Ancak süreç, bu noktaya doğru evriliyor.

Burada vurgulamak istediğimiz temel olgu tasfiyecilik olgusudur. Tasfiyeci oportünizm, yenilgi ve karşıdevrim yıllarının genel ve temel hastalığıdır.

Tasfiyecilik, marksizm-leninizmin proletaryanın, şiddete dayalı devrimin ve devrimci olan ne varsa ondan kopuşun ve reddin öteki adıdır.

Tasfiyecilik, emperyalizmin, kapitalizmin, burjuvazinin hizmetinde teoride revizyonizme, politikada reformizme, örgütlenmede legalizme tekabül eden bir akımdır.

Tasfiyeci oportünizm, burjuvazinin ve dizginlerinden kurtulmuş karşıdevrimin devrimci ve komünist hareket proletarya ve halklar üzerindeki sistematik ve katmerli ideolojik siyasi, fiziki baskı ve saldırılarının ürünüdür.

Türkiye'de, askeri faşist darbeyle açılan yenilgi ve dolu dizgin gericilik yılları uluslararası arenada içerisine girilen gericilik yıllarıyla örtüştü.

Bu olgu, Türkiye'de tasfiyeci oportünizmin tahribatının kapsamlı, derin olmasına yol açtı. Kuşkusuz ki, 12 Eylül yenilgisinin direnişsiz bir yenilgi olmasının tam da burada son derece önemli bir yere sahip olduğuna, Kürt coğrafyasında yurtsever hareket önderliğinde geliştirilen gerilla ve serhıldanların tersinden tasfiyeci akıma karşı olumlu rolüne dikkat çekmek gerekir.

Gelinen aşamada, Türkiye ve dünyadaki tasfiyeci akımın hala etkinliğinin kınlamadığını belirtmek gerekiyor. TDKP'nin girdiği tasfiyeci rota ve geldiği nokta bu olgunun coğrafyamızdaki son derece önem taşıyan bir örneğini simgelemektedir.

Son olarak yakın dönemde kurulan ÖDP, tasfiyeci oportünizmin güçlerini oluşturan akımların çoğunun toplandığı devrime karşı kurulmuş olan tasfiyeci bir barikattır. Tasfiyecilik, örgütlü, birleşik bir hareket olarak burjuvazinin, burjuva liberalizminin yedeğinde, onun bir uzantısı olarak işlevini yerine getirmeye devam etmektedir.

Vurgulanması ve gözetilmesi gereken bir diğer olgu da "Kürt sorunu"nun Amerikancı, Batıcı çözümünün güç kazandığı oranda ve giderek somut bir çözüme dönüştüğü koşullarda devrime ve Kürt ulusal devrimine karşı kurulmuş olan tasfiyeci barikatın yeni bir güç kazanabileceği olgu su dur.

Bu olgular, marksist leninist komünistlerin, devrimci ve yurtsever hareketin önüne somut bir görev olarak tasfiyeci barikata karşı, devrimci bir barikat kurulmasını; tasfiyeciliğin tasfiyesi için çetin bir mücadelenin örgütlenmesi görevini koymaktadır.

Güç ve eylem birliğinin kurulması, geliştirilmesi, kalıcılaştırılması, tasfiyeciliğe karşı mücadelenin temel bir boyutunu; tamamlayıcı bir bileşenini oluşturmaktadır.

Burada ana sorun, devrimci, yurtsever hareketin bu görev ve sorumluluklarının bilinciyle davranabilmesidir. Bu başarıldığı oranda zaten yıkılmaya, tecride mahkum olan, Türk-Kürt coğrafyasında uzun süreli tutunma ve hegemonya kurma şansı olmayan tasfiyeci barikat daha erken yıkılabilecektir.

Özetlemek gerekirse; dar grupçu gelenekten kopmak; ortak mücadele gelenekleri yaratmak; kavganın güncel gereksinimlerine yanıt vermek ve bir sonraki aşamasına hazırlanmak ve hazırlıklı girmek; Kürt devriminin şu veya bu biçimde boğulmasını önlemek, Kürt devriminin Türkiye devrimi bakımından yarattığı olağanüstü olanakları, başarılı bir rotada değerlendirebilmek, devrime karşı oluşturulan burjuva liberalizmin bir biçimi ya da ona eklemlenmiş olan tasfiyeci barikata karşı, devrimci bir barikat kurmak için güç ve eylem birliği, emperyalizme, faşizme ve sömürgeciliğe karşı sınıfın ve halklarımızın güçlü bir silahına çevrilmelidir.

Geleneksel hareketin dar grupçu kişiliğinin açık ifadesi olan grup için politika tarzının alternatifi olan yığınlar için politika yapma tarzı kavranıp uygulanmadan, her cephede ilke ve esnekliği birleştirecek çizgide dar grupçulukla hesaplaşmadan Türk-Kürt coğrafyasında merkezi, kalıcı, kapsamlı bir güç ve eylem birliğini yaratmak, giderek bu çekirdeği ezilen sınıf ve tabakaların, ulus ve ulusal azınlık ve mezhepleri antifaşist devrimci cephesine dönüştürmek olanaklı değildir. Parti bu bilinçle uzun soluklu, cüretli, başladığı işi sonuna dek götüren, sözünün eri bir yapı olarak davranmıştır, davranacaktır.

Parti, Türk-Kürt coğrafyasında başarısız kalan birlik denemelerinin deneyimlerinin güç ve eylem birliği yapacak dost güçlerle tartışılmasından yanadır.

Bu eleştirel değerlendirme geçmişten gelecek için ders çıkarma ilkesine bağlı olarak yapılmalıdır. En genel hatlarıyla bu sorunda şunlar söylenebilir. Her biçimiyle devrimci hareket ve bileşenleri siyasal bakımdan yeterince olgunlaşmadığı, dar grupçu gelenekle şekillendiği, sol çocukluk hastalığı olan sekterizmden kurtulamadığı; iş yapan değil adeta laf üreten birliklerle; ilkesiz birlik arayışlarıyla arasına kimi zaman net bir set çekemediği; yenilgi okulundan başarıyla, yenilenerek çıkamadığı için, Eylül yenilgisinin ve özelde tasfiyeci tahribatının etkisinden geç ve güç kurtulduğu için; ödediği bedellerle orantılı ders çıkarmasını bilememe, öğrenememe, antifaşist kitlenin birlik istem ve baskısına değer vermeyi başaramama gibi hastalıklardan dolayı, bir türlü sağlıklı bir rotada, güzel, kalıcı örnek bir güç ve eylem birliği hattı yaratılamamış, bu doğrultudaki girişimler hayat bulmamıştır.

Kuşkusuz ki, tüm bunlar ne yapılmamasını gösterdiği gibi, nasıl davranmak gerektiğinin de somut verilerini, ders ve deneyimlerini de bizlere sunmaktadır.

Vurgulanması gereken bir diğer temel gerçek de şudur:

Devrimci hareketin içerisinde bulunduğu koşullar, zaafları dikkate alındığında, güç ve eylem birliği hattı basitten karmaşığa doğru sindire sindire örülerek geliştirilmeli; ne erken ne de geç hareket edilmeli; liberal ve sekter politikalarla araya kalın bir sınır çizgi çekilmeli; bu kez mutlaka kazanma ve yaratma ve gerçekten kavgayı ileri taşıyan, sınıf düşmanlarına darbeler indiren, kitlelerde ve devrimci harekette güven ve umut veren, laf değil iş üreten bir çizgide yürünmelidir.

Güç ve eylem birliği çalışmasına kendisini hazır hisseden güçlerle zaman kaybetmeden yola koyulmalı; bu çalışmaya eğilim gösteren dost güçler desteklenip teşvik edilmeli; güç ve eylem birliği doğrultusunda atılan her olumlu adım öne çıkarılmalıdır.

Eylem ve güç birliği ortak düşmana karşı ortak vuruşmayı, siper yoldaşlığını ifade eder.

Güç ve eylem birliği için yola çıkarken, eylem birliğini, güç birliği gibi kapsamlı ve uzun vadeli bir blok gibi ortak antifaşist siyasal çalışma derecesine dek genişletmeye hazır olmayanlarla, tek tek eylemlerde, tekil kampanyalarda vb. biçimlerde (kısa erimli) eylem birlikleri yaparak bunu giderek güç birliği düzeyine doğru geliştirme perspektifiyle ilişkiler düzenlenmelidir.

III

Güç ve eylem birliğinin ilkesel ve yöntemsel çerçevesini de çizmek gerekiyor.

En önemli unsurlarıyla bu konuda şunlar söylenebilir:

a) Güç ve eylem birlikleri asgari program temelinde yükselmeli. Sınıfın ve yığınların, mücadele eden tüm güçlerin güncel ekonomik, politik, toplumsal istemlerine enerjik bir tarzda sahip çıkılmalı. Güncel istemler üzerinde süren savaşım temel istemlere ve faşist diktatörlüğün yıkılmasına (devrim ve iktidar) perspektifine bağlı ele alınmalıdır.

Devrim ve iktidar perspektifi olmayan ilerici burjuva reformcu parti ve çevrelerle tekil istemler etrafında ortak antifaşist mücadele hattında yürümeye de belli bir önem verilmelidir. Bu kategoriye giren legal parti ve örgütler, çevreler antifaşist mücadelede ilerici, mücadeleci davrandıkları oranda birlikte davranılmalıdır. Görev, bu kesimlerin nesnel gerçeğini bilerek bir yandan ideolojik mücadele ve pratiğe çekme yoluyla bu güçlerin tasfiyeci, reformcu karakterini sergilemek iken; öte yandan eylem birlikleri yoluyla bu güçleri sokağa çekmek, ortak iş yapılabilecek sorunlarda ortak davranmaktır.

b) Güç ve eylem birliği, eylem de birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük ilkesi temelinde yükselmelidir.

Bu ilke, farklı sınıf ve tabakaların hem ortak davranış çizgisinin ve hem de kendilerini özgürce ifade edebilmelerinin güvencesidir.

Eylemde birlik, ortak istem ve hedefler etrafında bir araya gelmektir. O halde eylem birliği sürecinde (miting, gösteri, kampanya vb.) ortak bir disiplinin kurulması, ortak istem ve şiarların haykırılmasının özenle öne çıkarılması doğal ve kaçınılmazdır.

Propaganda ve ajitasyonda serbestlik, farklı sınıfsal kimliklere sahip güçlerin bir yandan ortak iş yapar ve çalışırken, öte yandan da farklılıkları ifade etme, eleştiri ve tartışma haklarını kullanmayı ifade eder.

Kimse kimsenin bu hakkını elinden alamaz. Burada esas olan bu hakkın ilkel i, nesnel, olgun kullanılıp kullanılmamasıdır. Yapılması gereken şey, dar grupçu tarz ve üslupla araya kesin bir sınır çizgisi çekerek, dostluk ilişkisini, devrimci kavgayı geliştirici tarzda bu hakkı kullanmaktır.

c) Açıklık ilkesi; eleştirel dostluk anlayışı, güç ve eylem birliği hattının başarısını güvenceleyen unsurlardır.

Güç ve eylem birliğini örüp geliştirecekler, bu süreçte çıkabilecek irili ufaklı sorunları, farklı yaklaşım ve değerlendirmelerini dürüstçe, siyasal olgunlukla öncelikle güç ve eylem birliği platformunda ele almalı ve çözmelidirler.

Tüm çabalara karşın bu platformda çözülemeyen sorunlar, eğer ilgili taraf önemli ve açıklanmasını gerekli görüyorsa kamuoyu önünde ifade edilebilmelidir.

Yine bu noktada hareket tarzı, kamuoyu önüne taşınacak ayrılık konusu olan sorunlarda yapılacak açıklamaların, eleştiri ve tartışmanın dostluk ilişkisine güç ve eylem birliği blokuna gölge düşürmemesi, dar grupçuluğu kışkırtmaması olmalıdır. Yanısıra, güç ve eylem birliği cephesi içinde yer alan güçlerin, teori, program, strateji ve taktik sorunlarda kamuoyu önünde ideolojik mücadele yürütme hakkı mevcuttur.

Eleştirisiz dostluk ve birlik anlayışı ve pratiği ne dostlukla ne de devrimci birlik politikasıyla bağdaşır. Oportünizmin birlik politikasının aksine hem dostluk ilişkisi, siper yoldaşlığı dolu dolu geliştirilmeli hem de ideolojik ayrılıklar üzerinde dostça tartışmalar yapılabilmelidir.

Güç ve eylem birliği politikası liberal ve sekter teori ve pratiklere vura vura çelikleşebilir. Yığınlar nezdinde güçlü bir umuda, güvene, çekim merkezine dönüşebilir. Düşmanın yüreğindeki korkuyu büyütebilir, onun beynine ve kalbine güçlü darbeler indirebilir.

Dostluk, ortak hedefler için ortak vuruşmaktır. Dostluk, ortak savaşımda karşılıklı saygıyı, sevgiyi, demokratik hoşgörüyü sürekli geliştirebilmektir. Dostluk, karşılıklı fedakarlığa katlanabilmektir. Dostluk, ideolojik ayrılıkları gizlemeden dostça tartışabilmektir. Dostluk, dar grupçuluğu aşabilmektir. Dostluk, zor anlarda karşılıksız birbirinin yardımına koşabilmektir. Dostluk, farklı değerlendirme ve eleştirilere saygı duyabilmek, tahammül gösterebilmek, olası çelişki ve mücadeleleri dostluğun önüne ayakbağı olarak dikmemektir. Dostluk, açıklıktır, birbirini gerçekten anlama çabasıdır, ilişkilerde yapıcılık, birleştiriciliktir. Dostluğun temel yöntemi kolektivizimdir, ikna ve dönüştürücülüktür. Haksız alınganlıklar, kırgınlıklar, tepkiler, sineye çekmeler vs. dostlukla bağdaşmaz.

Türkiye'de devrimci dostluğun, siper yoldaşlığının geliştirilmesine gereksinim var. Dar grupçu tarihsel süreç ve gelenek, bu tip dostluk teori ve pratiğinin gelişmesini önlemiştir.

Bu engel yıkılmalıdır. Devrimin buna gereksinimi var. Devrimci hareketin buna gereksinimi var. Kitleler bunu istiyor ve bekliyor. Yaratılacak olan yeni gelenek bunu gerektiriyor.

d) Güç ve eylem birliği, barışçıl ve askeri, yasal ve yasadışı; işçi, memur, gençlik, kadın, semtler, demokratik kitle örgütleri, vb. olmak üzere geniş kapsamlı düşünülmeli ve gerçekleşmelidir.

e) Güç ve eylem birliği, tabanda eylem birliği ile tepeden eylem birliği politikasına dayanmalı. Güç ve eylem birliğine karar veren politik güçler merkezi ve yerel kuvvetleriyle komple bir seferberlik ve ortak iş yapma bilinç ve pratiğiyle kendilerini ortaya koymalıdırlar.

Merkezi düzeyde güç ve eylem birliği yapmaya karar veren politik parti ve örgütler, güç ve eylem birliği politikasını yerel inisiyatif merkezlerine dayandırmalı, tabandan eylem birliklerinin geliştirilmesine özel bir değer vermelidirler.

Güç ve eylem birliği cephesinde çıkabilecek sorunlar, yerinde, sorunların çıktığı yerde ve bir üst düzeydeki yetkili organlar arasında yapılacak tartışmalarla çözülmelidir.

Ancak, güç ve eylem birliği yapmaya karar veren parti ve örgütlerin önderlikleri süreci, gelişmeleri, sorunları sıkı bir şekilde izlemeli, yönetmeli, çözmelidirler. Tabanda, yerel düzeyde çıkabilecek sorunları çıktığı düzeyde çözme inisiyatifi ile merkezlerin bu süreci sıkı bir şekilde denetleme politikası işin gerekleri olarak anlaşılmalı, altta çözülemeyen ya da ciddi probleme dönüşme olasılığı olan olası çelişki ve çatışmalara erken müdahalede bulunabilmelidirler. Güç ve eylem birliği cephesi olgunlaştığı oranda, tarafların birbirlerinin tarzını, kültürünü, hassasiyetlerini daha iyi anlayabildikleri noktaya geldikleri oranda yerel düzeyde çıkan sorunların cephenin yerel inisiyatif merkezlerinde ve yerel parti merkezlerinde çözmeye giderek daha fazla önem verilmelidir.

Güç ve eylem birliğine gidiş süreci bakımından olsun, güç ve eylem birliğinin kuruluşu ve ilanı ve sonrası bakımından olsun, gündemleri olabildiğince yakınlaştırmak, ortak gündeme dayalı hareket etmek yaşamsal önemdedir.

Böylesine bir hareket tarzı, doğası gereği, bu hattın yapıcıları olma sorumluluğunu üstlenmiş politik güçlerin, bağımsız politik çalışmalarını sınırlamalarını; önerileri, atılacak adımları herkesten önce ortak irade haline getirmelerini; ortak irade temelinde dost ve düşman önüne çıkmalarını gerektirir.

Başarının yakalanması aynı zamanda buna bağlıdır.

f) Güç ve eylem birliği cephesi içerisinde çıkabilecek çelişki ve çatışmaları çözmenin ilke ve yöntemi, birlik, eleştiri, birlik; ikna ve birleştiricilik olmalıdır.

Türk-Kürt coğrafyasının tarihsel deneyiminin çarpıcı bir şekilde kanıtladığı gibi, devrimci parti ve örgütler arasındaki ilişkide kırıcı, sekter olmak her zaman kolay, yapıcılık, birleştiricilik, siper yoldaşlığı her zaman güç olmuştur. Öyle ki, bu bakımdan olumlu örnekler ve miras her zaman için bütün içindeki ikincil derecede bir değer olarak kalmıştır.

Bugün için de hala esas tehlike dar grupçu sekterizmdir. Dar grupçu tarz, devrimin genel çıkarlarını değil, grupsal çıkarları temel alır. Devrimin genel çıkarlarıyla grubun çıkarları karşı karşıya geldiğinde genel çıkarları özel çıkarlara feda eder. Stratejik değil, kısa erimli, günü birlik düşünür, pragmatiktir. Birleştirici değil bölücüdür. Sabırlı olmayı, ikna ve dönüştürmeyi, bilmez. Öfkeyle, tepkisellikle oturup kalkar. Kolektif iradeye değil dar grupçu başına buyrukluğa, kibirliliğe, ukalalığa dayanır. Büyük düşünme ve birlik üzerine bolca kalem oynatır. Ama gerçekte küçük düşünür, dar grupçu kanser bu tarzın temsilcilerini hep küçük hesap-kitaplar yapmaya mahkum eder. Birlik der, irade koymaz, koyamaz. Birlik der, gerçekte birlikten korkar, ürker. Birlik der, ilk başarısızlıkta, yenilgide yan çizer. iradesizdir, cüretsizdir, cücedir, bir uçtan diğer uca savrulur. Ağır bedeller ödenir, ama dar grupçu ufuksuzluk, çapsızlık, iktidarsızlık, ders çıkarmasını bilmez. Zayıfın karşısında aslan kesilir, güçlünün karşısında boyun eğer vb.

Bu olgu, birlik kapsamında nasıl davranmamak gerektiğinin de anlatımıdır.

g) Güç ve eylem birliği süreci ve kurumlaşması, doğal ve kaçınılmaz olarak kendi geleneklerini, tarzını, kültürünü yaratacaktır ve yaratmalıdır da.

Ortak literatür yaratma görevi de yaratılacak olan ortak mücadele geleneklerinin temel bir bileşeni dir.

Bu literatür, üslup dar grupçu rekabeti, çelişmeleri etkisizleştirecek, güç ve eylem birliğinin yapıcıları olma görevini üstlenecek politik güçleri ve bu sürece daha sonra katılacak politik güçleri birleştirici, ikna edici bir tarzı ifade etmelidir.

h) Güç ve eylem birliği süreci ortak iradeye dayalı geliştirilmelidir.

Kararlar alınmadan önce cephenin organlarında derinlemesine tartışılmalı, çelişki ve mücadele konusu olabilecek sorunlar, ikna süreci sonuna dek işletilerek çözülmelidir.

Cephenin organlarında kararlar olanaklıysa oybirliğiyle alınmalı. Oybirliğinin olanaklı olmadığı koşullarda oy çokluğu yöntemi kullanılmalıdır.

Cephede yer alan, fakat alınan kararlara katılmayan politik güçlerin "grev kırıcılığı" yapmamak koşuluyla yanlış buldukları eyleme katılmama kararı vardır.

Kuşkusuz ki, bu hak, son derece özenli kullanılmalı, güç ve eylem birliği blokuna zarar verilmemelidir. Dahası yanlış bulunmasına karşın devrimci dostluğun ve güç birliğinin üyesi olma sorumluluğu gereği eyleme, etkinliğe olabildiğince gelip katılma duyarlılığı sergilenmelidir.

Aynı şekilde cephenin ve organlarının çeşitli kararlarına katılmayan, eleştiren politik güçlerin eğer zorunlu ve gerekli görüyorlarsa bu eleştirilerini kamuoyuna duyurma hakları vardır.

Ancak bu hak da son derece titiz bir tarzda kullanılmalı, birliğin ruhuna, güç ve eylem birliğine karşı teşhire yönelmemeli.

Burada şu nokta vurgulanmalıdır: Farklı sınıfsal ve siyasal kimliklere, politika yapma tarzına sahip parti ve örgütlerin bir araya gelmesiyle kurulacak bir güç birliği cephesi içinde her zaman için çelişkiler, mücadeleler olacaktır. Burada önemli olan bu çelişki ve mücadeleleri ilke ve esnekliği birleştirecek, birliği içten güçten düşürerek geleceğini tehlikeye atmayacak bir rotada kararlılıkla yürüyebilme olgunluğunu, yeteneğini gösterebilmektir.

Cephenin iç sorunları, öncelikle "aile içinde" ele alınmalı ve çözülmelidir. Çözülemeyen sorunlar çok zorunlu olmadıkça kamuoyunun gündemine götürülmemeli, bu yol uluorta kullanılmamalıdır. Kamuoyuna açıklama yapmak, isteyenler) öncelikle cepheye gerekli bilgileri, nedenleri vs. mutlaka açıklamalıdırlar. Cephedeki güçlerin eleştiri ve değerlendirmelerine değer vermelidirler.

ı) Güç ve eylem birliği süreci, basitten karmaşığa doğru gelişerek olgunlaşacak. Bu süreç aynı zamanda bir eğitim ve dönüşme süreci olarak kavranmalıdır. Yaratılamamış olan yeni ve ortak mücadele geleneklerini yaratma iddiasında olanların kendilerinin de eğitilmeye, olgunlaşmaya, yenilenmeye gereksinimi var.

Bu büyük iddianın sözcülüğüne soyunacak her güç, bunu kendini ortaya koyuş tarzıyla kanıtlamalıdır.

Evet, iddia büyük bir iddiadır, büyük düşünmeyi, geniş ufuklu davranmayı, eylemli tarzda kendini ortaya koymayı, yaman bir irade sergilemeyi, sözde değil gerçekten dar grupçulukla geri dönüşsüz kopuşmayı gerektiriyor.

Bu tarihsel ve siyasal iradeyi koyan (ve devrim) kazanır. Bunu başaramayanlar kaybeder. Bundan da devrimin kazanacağı hiçbir şey yoktur kuş ku suz.

  1. j) Türkiye devrimci hareketinin bileşenlerini oluşturan irili ufaklı tüm siyasi parti, örgüt ve çevreler önderlik iddiasıyla ortaya çıkıyorlar.

Bu olgu, açık bir mücadele ve çekişme konusu oluyor ve olacak da. Coğrafyamızın bu gerçeği, doğal olarak güç ve eylem birliği sürecine kesintisiz bir biçimde yansıyacaktır.

Öncelikle bir-iki noktanın altı çizilmelidir: Önderlik sorunu masa başında çözülmez. Önderlik bahşedilmez, kavgada kazanılır. Sınıfsal ve ulusal mücadelenin gerçek, genel ve güncel gereksinimlerine militanca yanıt verecek olan önderliği ve öncülüğü kazanacaktır.

Geleneksel dar grupçu tarzdan kopuşma yeteneği gösteremeyenlerin bu büyük iddiayı kazanması zaten olanaklı değil.

Önümüzde büyük, çaplı, kanlı ve sert bir mücadele dönemi var. '70'li yılların tarzıyla kopuşmadan, Eylül yenilgisinin dersleriyle silahlanmadan, marksizm-leninizme, sınıfa sonuna dek bağlı kalmadan sınıfı, halklarımızı bekleyen büyük gelecek fethedilemez.

Bu ön hatırlatmadan sonra vurgulanması gereken şudur: Türk-Kürt coğrafyasında kavgada söyle ye cek sö zü olan tüm po li tik güç ler, güç ve eylem cephesinde yer almalıdırlar. Dar grupçu gelenek ve tarzın ürünü kısır ve iktidarsız önderlik dayatmasına girmeden, bunu yeni mücadele geleneği yaratmanın önüne barikat olarak sürmeden birlikte çalışmayı öğrenmeli ve birlikte vuruşmalıdırlar. Sınıfa ve halka önderlik iddiasıyla ortaya çıkanlar eğer tutarlıysa güç ve eylem birliği hattının yapıcıları rolünün hakkını vermelidirler. Önderliği kazanmak isteyen grevlerde, direnişlerde, barikat ve ayaklanmalarda, güç ve eylem birliği sürecinde buyursun gelip kazansın, kimse kimseye engel değil ve olamaz da.

Kısacası, Türkiye devrimci hareketi dar grupçu önderlik anlayışından kopmalı, bunu bir dayatma ve kötü ünlü rekabet konusu yapmamalı, güç ve eylem birliği, buradan da kelimenin gerçek anlamında devrimimizin kesin zaferinin temel etkenlerinden olan cepheye yürüyüş sürecinde önderlik iddiasının da kesin bir ifadesi olan ortak mücadele geleneğinin yapıcıları olma sorumuluğuyla davranmalıdırlar. Yukarıdaki politika marksist leninist komünistlerin güç ve eylem birliğine bakışını yansıtır. Güç ve eylem birliği sürecine parti tarzıyla müdahale ve öncü inisiyatif kavganın her alanında bu doğrultuda kendini ortaya koymayı ifade eder. Günlük parti çalışması düzenlenirken, marksist leninist komünistlerin bu stratejik ve taktik görevlerine daha militanca sarılmaları gerekiyor. DHKP-C ile MLKP'nin başlatmış oldukları ve koşullarını daha bir olgunlaştırmaya çalıştıkları güç ve eylem birliği süreci ilkeli, ilke ve esnekliği birleştiren proletaryaya ve öncü kurmayına yakışır yaman bir iradeyle hızla geliştirilmelidir. Tüm parti güçleri, bulundukları alanlarda bu tarihsel ve siyasal bilinçle, siper yoldaşlığı bilinciyle, dar grupçu güdülerden uzak, yapıcı, birleştirici, kalıcı ve ortak gündemli bir hat üzerinde yürümelidirler.

Başlamış olan ama henüz olgunlaştırılmaya çalışılan süreç, antifaşist mücadelede öne çıkmış iki partinin ortak irade koyuşunu ve bunun geliştirilmesini, tabandan birliğin daha sistemli hale çekilmesini gerektiriyor.

Marksist leninist komünistler bu bakımdan aktif davranmalı, birleştirici rotada ilerlemeli, devrimci dostluğun gereklerine sımsıkı sarılmalıdırlar. Çıraklık evresinden geçmeden iyi bir duvarcı ustası olunamayacağı bilinci ve alçak gönüllülüğüyle gösterişten uzak bir süreci DHKP ile birlikte ilerletmelidirler. Böylece diğer dost güçlere de örnek olmalıdırlar.

Proleter Doğrultu, sayı 4, s. 12 ve Özgür Atılım, sayı 1, s. 12

Demokratik Muhalefet Meclisi ve Meclisler Tartışmasına Notlar

Gazetemizin daha önceki sayılarında, "Platform" köşesinde, antifaşist savaşımın tek cephede örgütlendirilerek, emekçi halkın devrimci iktidarı hedefine yöneltilmesinin yaşamsal önemini vurgulamış; cephe, güç ve eylem birliği sorunlarına ilişkin düşünce ve önerilerimizi ortaya koymutuk. Bu yazımızda, Kurtuluş gazetesi tarafından savunulan ve önerilen Demokratik Muhalefet Meclisi ve Meclisler’e ilişkin kimi eleştirel değerlendirmelerimizi sunmayı, aramızdaki ayrılıkların anlaşılması ve ortak bir zeminin yakalanması ve geliştirilmesi bakımından gerekli ve yararlı görüyoruz.

I- Antifaşist Savaşım Cephesi İhtiyacı Ve Görevi Geriye İtiliyor, Perdeleniyor

Faşist diktatörlüğe karşı mücadelenin geliştirilmesi, bu gelişmenin önüne kurulan reformcu tuzakların kararlıca aşılması ve birikmiş güçlerin savaşımının sıçratılması için, bir antifaşist savaşım cephesi'nin kurulmasının birincil görev olduğu politik-toplumsal koşullar altında yaşıyoruz. Gazi'nin yıldönümüne bunu başarmış olarak girmek, mart-mayıs sürecinde ürünlerini görmek ve en geniş yığınlara göstermek gerekiyordu. Yazık ki başarılamadı. Mücadeleyi yükseltecek bu olanağı değerlendirmek konusundaki tereddütler ve sorumsuzca uzak duruş, 1 Mayıs sonrası dergilere yansıyan düzeysiz laf yarışını ve güvensizlik mikrobunu da beraberinde getirdi. Oysa antifaşist savaşım cephesi'yle girilecek 1 Mayıs, ilerici, demokrat, yurtsever yığınlarda bir moral üstünlük ve umut dalgası yaratmakla kalmayacak, alanlarda kolektif disiplinin, devrimci örgütlerin saflarında yer alan kitlenin devrimci dayanışma bilincinde ve dostluk ruhundan ise gerçek bir derinleşmenin güvencesi olacaktı. Yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi sonuç salt bunların başarılamamasıyla sınırlı kalmadı. ilişkilerde yeni gerginlik öğeleri doğdu ve '77-'80 döneminin sorumsuz ve yoz tartışma tarzı adeta hortladı.

Bütün bu gerçekler ve esen soğuk rüzgarlar antifaşist savaşım cephesi ihtiyacını ortadan kaldırdı mı? Hayır. 1 Mayıs gerçeği ve faşizmin yeni saldırı kampanyası hem olanakları, hem de birleşik mücadele ihtiyacını gözler önüne seriyor. Burada özel olarak vurgulanmalıdır ki, Amerikan emperyalizmi dünyada yeniden gelişmeye başlayan devrimci mücadele ve arayışları boğmak için kolları sıvamış bulunuyor. Bunun en somut yansımasının Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da olacağını görmemek için kör olmak gerekir. Ortadoğu zirvesinden Washington'daki "istihbaratçılar" toplantısına uzanan sürecin nedenleri ve amaçları bu açıdan da doğru biçimde değerlendirilirse, devrimcilerin gerek düşmanın imha saldırılarına, gerekse de güçlü devrimci hücumlara hazır olmaları gerektiği kendiliğinden açığa çıkar.

Tam da böyle bir süreçte ve güncel siyasal bir görevin yerine getirilmesinde bu kadar gecikilmişken bir antifaşist savaşım cephesi (muhatap parti ve örgütlerin saplantılarından kaynaklanan nedenlerle bunun gerçekleştirilememesi halinde ise bir güçbirliği) konusunda ısrarlı ve amaca uygun bir mücadele yürütmek yerine, "önemli olan örgütlerin değil halkın birliğidir" şeklinde özetlenebilecek bir yola girmek ciddi bir zigzagdır. Asıl görev ve gündemin yerine, "demokratik muhalefet meclisi" ve "meclisler-meclislerin oluşturacağı cephe" tartışmasının geçirilmesi en başta bu açıdan yanlıştır. Halkı birleştirebileceği umulan meclisler projesinin tartışılması gereken içeriğe dair yönleri, ürün verip vermeyeceği, bunun hangi dönemde başarılacağı bir yana, hergün kendini öne çıkaran mücadele görevlerinin devrimcilere bir zaman kredisi tanımadığı görülmek zorundadır. Kurtuluş'un gerçekleştirmek üzere kolları sıvadığı proje ve buna dair tartışmaların yarattığı toz duman devrimci hareketin gerçek gündemini ve acil ihtiyacını perdelemektedir.

Arabayı atın önüne koşmamak gerekiyor. Bugün devrimci gelişme ve halkın örgütlenmesi- savaştırılması, "reformcular ve yasalcı tasfiyeciler de dahil herkesi", "örgütsüz bireyleri" biraraya getirecek protestolardan değil, savaşan güçlerin cephesini kurmaktan geçiyor. Bu bakımdan, örgütlü devrimci ve antifaşist güçlerin ortak cephesini yaratmaktan başlayarak, savaşımın her alanında en kapsamlı bir hareket planı geliştirilebilir ve geliştirilmelidir.

II - Demokratik Muhalefet Meclisi Sorunu

Düzenden ya da yalnızca faşist rejimden rahatsız olan, köklü veya kısmi değişiklikler istek ve iddiasına sahip komünist, devrimci, reformist, liberal güç ve kurumları biraraya getirme hedefindeki Demokratik Muhalefet Meclisi bugünkü koşullarda yalnızca reformcu dalganın devrimci tepki ve eylemleri boğmasının aracı olacaktır.

Eğer sorun bir antifaşist savaşım cephesi'nin kapsamı dışında ele alınacak ve söylendiği gibi genel olarak tüm ilerici muhalefeti birleştirmeyi amaçlayacaksa, bugün tüm gücünü yasal örgütlenmelere adamış, burjuvaziden devşirme becerilerini kullanarak bir dizi kitle örgütünde yönetim kurullarını ele almış olan reformcu ve yasalcı tasfiyecilerin, değişik doğal müttefikleriyle birlikte burada kesin bir ağırlık oluşturacaklarını görmemek için kör olmak gerekir. Böyle bir araç yaratmak ve enerjiyi bunun içinde tüketmek dönemin ihtiyaç ve görevleri açısından ne denli yararlıdır? Açıktır ki, onun yararları zararlarının yanında çok önemsiz kalacaktır.

Bu durum zamanla değişmez mi? Kuşkusuz soyut bir olasılık olarak buna hayır denemez. Hatta "uzun vade" gözetilerek, "evet" yanıtı bile verilebilir. Ancak bunların ötesinde kesin olan bir şey var: o da ihtiyacı yanıtlamayacak örgütlenmelere gitmenin son derece gereksiz ve yanlış olduğudur. Bunlar verili koşullar (güç ilişkileri ve ihtiyaçlar) altında ya işlevsiz kalacaklar veya yozlaşacak, belirlenen amaçların hizmetinde olmayan bir rotaya oturacaklardır. KESK, Demokrasi Platformu gibi kurumlar bize bir fikir vermek zorundadır.

Hesaba katmamazlık edemeyeceğimiz bu gerçek dışında DMM'ye ilişkin üç unsuru vurgulamalıyız:

a- Devrimciler, reformcularla, Demokratik Muhalefet Meclisi projesinde iddia edildiği gibi "Gençlik Cephesi" vb. oluşumların da içinde yer alacağı "kalıcı" ittifaklara giremez. Böylesi bir birlik ancak geçici ve şarta bağlı olabilir. Örneğin 6 ay, bir yıl vb. süreçleri kapsayan blok anlaşmalar tarzında yürütülemez.

b- Bugün antifaşist savaşım cephesi'nin bir parçası olarak, komünist devrimci ve antifaşist parti ve örgütlerin, yasal platformları tek platformda birliğe yöneltmeleri gerekli, mümkün ve yararlıdır. Ancak böyle bir yoldan, faşizme ya da onun bir kısım uygulamalarına karşı mücadele eden, etmeye yönelen reformcu, yasal, tasfiyeci vb. kesimlerle eylem birliği tarzında ittifaklar, ortak güç seferberlikleri mümkün ve geliştirici olacaktır. Başka bir anlatımla, politik özgürlük savaşımının ya da devrimin bugünkü buyruğu, kuruluş süreci, işlevi akibeti meçhul, en geniş, mükemmel bir örgütlenme değil, fakat zaman yitirmeksizin mücadele etmek isteyenlerin dikkat merkezi olacak, kararlı, tutarlı, sözüyle eylemi bir olan platformlar, birlikler yaratmaktır.

c- Bu tipten bir yapı için yığınların belleğinde doğru çağrışım yapacak bir isim kullanılmalıdır. "Muhalefet" kavramı tartışmasız biçimde yerini "mücadele" kavramına terketmelidir.

III - Örgüt Biçimleri Sorunu,Platformlar Gerçeği Ve Meclisler

Öncelikle şunun altı çizilmelidir, "meclisler", "konseyler", "komiteler" gibi kavramlar ve bunların dayalı örgütlenme önerileri yeni değildir. Bunlar yıllardır bugünkü reformcular, sivil toplucular vb. tarafından ortaya atıldı, tartışıldı. Keza ulusal kurtuluşçu hareket serhıldanlar döneminde, halk komiteleri ve yerel meclisler denemesine girişti. O nedenle de, kavrama veya örgüt biçimine yönelik itirazların, "bu grupçu tavırdır", "Kurtuluş önerdiği için karşı çıkılıyor" gibi reflekslerle karşı çıkılmamalıdır. Bunun için hiçbir inandırıcı gerekçe öne sürülemez.

Örgüt biçimleri mücadelenin ihtiyacı olarak gündeme gelirler. Kürdistan'da bu denli yaygın ve belirgin olmasa bile en azından Türkiye'de özgürlük mücadelesi içinde yer alanların ya da belirli bir alanda etkin muhalefet yürütmek isteyenlerin birleşik mücadele ihtiyacı olarak "platformlar" ortaya çıkmış ve devrimci etkinin bulunduğu her durumda işlevli olmuşlardır. Üniversiteli gençliğin, tutsak ailelerinin, varoş güçlerinin, işçi ve memur sendika şubelerinin, EKB'nin şahsında demokratik kadın hareketinin ve nihayet liberaller ve reformcuların da içinde yer aldığı geniş kesimlerin (Demokrasi Platformu) oluşturdukları platformlar bunun somut örnekleridir. Bunlar, projelerin değil düpedüz mücadelenin ortaya çıkardığı biçimlerdir ve ihtiyaçlara, savaşımın subjektif durumun düzeyine uygun oldukları için de yaşama yeteneği göstermişlerdir. Bugün devrimcilere düşen bunları yaygınlaştırmak, devrimci etki yoluyla zaaflarından arındırıp, tutarlı hale getirmek, sağlıklı bir işleyiş düzenine ve mücadele rotasına kavuşturmaktır. İşlevi tükenmemiş, geliştirilebilecek böylesi yapılar varken bunu aşan bir derinlik ve genişlikte meclisler kurmaya yönelmek sıkıca yere basmaktan vazgeçmektir, zorlama bir tutumdur. Neden? Çünkü önerilene göre meclisle güdülen amaç, henüz hiçbir politik yapıya angaje olmamış, hatta reformcu düzen partilerinin etkisi altındaki insanları da kapsayacak genişlikte, kararı alanlar, dolayısıyla uygulama sorumluluğu bulunanlar olarak onları harekete geçirici yapılar yaratmaktır! Fakat böylesi yapılar, dünyanın her yanında mücadele araçları olarak, ancak çok güçlü savaşımların ürünü olarak gündeme gelmemişler midir? İntifadasız, serhıldansız, ayaklanmasız ya da az-çok sürekliliğe kavuşmuş devrimci kitle eylemlilikleri olmaksızın, üstelik de faşizm koşullarında böyle "halklaşmış" yapılar nasıl yaşatılacaklardır? Onların üzerinde yükseldikleri tabanda işlevsizleşmeleri, bundan kaynaklı olarak yozlaşmaları nasıl önlenecektir?

Aslında birer gizli dernek olan bu meclisleri, iddia edilen kapsam ve rolde ayakta tutmak kendi başına bir sorun olacaksa, bunun nedeni, içerik ve biçim olarak henüz ihtiyacın bir ürünü olmadığı gerçeğinde aranmalıdır. Diğerlerini bir yana bırakalım, serhıldan dalgasının geriye çekildiği Kuzey Kürdistan'da ortaya çıkan sonuçları inceleyerek bile doğru düşünceleri yakalayabiliriz.

Eğer belirtildiği, amaçlandığı gibi "örgütlenmenin halklaştırılması", "savaşın halklaştırılması" gibi rollerini oynayamadıkları ve işlevsizleştikleri noktada, buna göz yumulmayacaksa ve bunları faşizme karşı özgürlük mücadelesinin bir aracı olarak değerlendirmek çizgisinde hareket edilecekse, bu kezde örgütlü devrimci güçlere doğru daraltmak zorunluluğuyla yüzyüze gelinecektir. Bugünkü mücadelenin gerçeği budur. İstanbul'un belirli yönleriyle tartışma konusu yapılabileceğini varsaysak bile, en büyük sanayii kentleri de dahil Türkiye'nin diğer şehirleri üzerine yapılacak soğukkanlı bir tartışma bunu ortaya koyacaktır.

Bütün bu gerçekler, devrimcilere, örgütlü güçlerin oluşturduğu ve çağrılarına bu yapıların güçlerini belirgin biçimde aşan sayıda, henüz hiç bir politik grubun saflarında yer almayan insanların da uyduğu platformlar yolundan yürümenin hala doğru seçim olduğunu göstermektedir. Platformun yerine bir başka isim geçirilebilir, bunun bir önemi yoktur; fakat hangi güçlerden oluşacağı, işlevi vb. konularda bir değişiklik sözkonusu olamaz.

IV - Tüm Sınıf Ve Tabakalara Meclis Biçimini Önerme Yanlışlığı

Meclislerin, çeşitli sınıf ve tabakaların durumlarından, mücadele düzeylerinden ve ihtiyaçlarından bağımsız olarak tek biçimde ve rolde önerilmesi de sorunun bir diğer tartışmalı boyutudur.

İşçi sınıfı ve öğrenci gençlik açısından kısaca tartışalım.

İşçi sınıfı mücadelesinde meclisler sorunu nasıl ele alınabilir? Her şeyden önce, işçilerin gizli kitle örgütlenmesi düşüncesiyle araya net bir sınır çizmek gerekir. İşçi sınıfının kitle örgütü sendikalardır. Bu kararlı mücadeleler ve direnişlerle kazanılmış, yasallaştırılmış, korunmuş bir haktır. Uzun yıllardır ve faşizmin mümkün olan her yolla sendikaları tasfiyeye yöneldiği, sendikal örgütlülüğü dağıtıp ezmeye çalıştığı koşullarda devrimcilere düşen bunu önleme mücadelesini geliştirmek, akışı terse çevirmektir.

Bugün milyonlarca sendikasız işçinin sendikalarda örgütlenmesi ve mevcut sendikaların işlevli kılınması, sendika ağa ve bürokratlarından arındırılması gibi vazgeçilmez görevlerin bulunduğu koşullarda sorunu nasıl ele almak gerekir?

Bunu üç görev kapsamında diye yanıtlayabiliriz.

Birincisi, bugünkü SŞP'lerin dışında, sendikasız öncü işçileri de kapsayacak biçimde örgütlenmeler geliştirmek, bu meclisler tarzında olabilir. Ancak sözü edilen meclis, düşünsel ve pratik durumundan bağımsız olarak en fazla sayıda işçiyi katma, bu noktadan kitlelerle buluşma projesinin ürünü ve ifadesi olamaz. Çünkü böyle bir yapı, ihtiyacı karşılamayacaktır. İhtiyaç nedir? Fabrika bölgelerinde ve tek tek şehirlerde ortaya bir işçi iradesi çıkarmak. Patronlara ve sendika ağalarına karşı geliştirilecek bu irade, bugün esasen örgütlü ve örgütsüz, sendikalı ve sendikasız öncü, ileri işçilerin oluşturacağı bir platformla sağlanabilir. Genişlemeyi amaç haline getirmek, bizi asıl amaçtan uzaklaştıracaktır. Çünkü bu bir gizli işçi derneği, gizli sendika değil, koşulların gerektirdiği geçici bir örgütlenme, bir mücadele aracıdır. Böyle olmak zorundadır.

İkincisi, sendika ağa ve bürokratlarına karşı mücadelenin geliştirilmesi, sınıfın dikkatinin bir de bu noktadan çekilmesi ve şu veya bu düzeyde eylemliliklerin örgütlenebilmesi için Sendika Şubeler Platformu'nun güçlendirilmesi, işlevli kılınması gerekmektedir. Devrimci etki altındaki tüm sendika şubelerinin SŞP'ye yöneltilmesi ve SŞP üzerinde işçi baskısının yoğunlaştırılmaya çalışılması bugün bunun en güçlü iki olanağıdır.

Üçüncüsü, sendikalaşma mücadelesini yoğunlaştırmak, "her işyerine sendika" sloganı etrafında güçlü kampanyalar örgütleyebilmek.

Tüm bunları atlayarak, örgüt biçimleri önermenin en mükemmel projeyi içerdiği koşullarda bile bir işe yaramayacağı ortadadır.

Öğrenci gençliğe meclisler adı altında önerilen gizli veya yarılegal öğrenci derneğidir? Peki ama neden? Örneğin üniversiteli gençlik kazanılmış bir hak olarak dernekl er gibi bir araca sahip değil mi? Ya da dernekler kitle örgütleri değil midir?Açıktır ki öğrenci gençlik içinde meclisler (gizli veya yarılegal fakülte derneği, üniversite derneği, şehir derneği ve yine gizli veya yarılegal dernekler federasyonu) yolundan yürümek tümüyle subjektif, hayattan kopuk ve zorlama bir projedir. Kazanılmış haklardan, ulaşılan mevziden geriye gidiştir.

Bugün yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi, üniversiteli gençlik içinde de devrimci ve mücadeleci antifaşistlerle, reformcu ve yasal tasfiyecileri sürekliliği olan tek bir mücadele aracında birleştirmek yalnızca bir hayal boş bir çabadır. Üniversiteli gençliğin antifaşist mücadele aracı, binleri harekete geçirme yeteneği göstermiş platform tarzında örgütlenmelerdir. Ve bunların kapsamı, rolü nettir. Devrimci ve mücadeleci antifaşist öğrencilerin "koordinasyon", "inisiyatif1 gibi çevrelerle eylem birlikleri ise platform kimliğiyle sağlanabilir.

Sonuç olarak, bugün üniversitelilerin kitlesel örgütlenmesi için dernek imkanı iyi biçimde değerlendirilmelidir. Gençlik gruplarının tüm taraftar ve sempatizanlarını yöneltecekleri, hak ve çıkarları için mücadele etmek isteyen her öğrencinin dernek üyesi olması için kampanyalar düzenleyecekleri, şu ya da bu grubun alt örgütü hali ne geti ril me den, en azın dan be lir li bir dö nem politik mücadelenin bazı "sivri" ve "ağır" görevlerinin ÜÖP eliyle dengeleneceği dernekler yeniden bir güç ve çekim merkezi olacaklardır. Bugün bu kazanılmış hak üzerinden yürünmeli ve bu imkan gerçeğe dönüştürülmelidir.

Üniversiteli gençliğin antifaşist mücadelesinin ise ÜÖP eliyle, ona gerekli ve birkaç maddeyi aşmayan bir tüzükle iç disiplin kazandırma yolundan güçlendirilmesi tamamen olanaklıdır. Buna dair yeterince kanıt ortaya çıkmıştır. Bu örgüt tarzında ısrar edilmelidir.

Liseli gençliğe gelince önerilen biçimin, mevcut ve belirli bir etkinliğe sahip LÖB ve DLB'yi aşan hiçbir yanı yoktur. Bugün bünyesinde önemli bir kitleyi birleştiren (ve en geniş kitleyi birleştirmeye uygun), şehir düzeylerinde birleşik mücadele olanağı yaratmış, varlığını yöneticilerini seçerek sürdürme yeteneği kazanmış, tüm şehirleri kapsayacak birlikler yönünde gelişen ve yasallaşma mücadelesi yürüten araçları kullanmak mümkünken onu kırıp yepyeni bir örgüt kurmak hangi ihtiyacın ürünüdür?

(Burada özel olarak vurgulanması gereken bir husus da; kurulacak milislerin meclislerin emrine verilmesi gibi düşüncelerdir. Bunların da yaşadığımız siyasi gerçeklerden tamamen kopuk tasarılar olduğunu vurgulamalıyız. Ne intifadaların Filistin'indeyiz, ne serhıldanların Kürdistan'ında, ne de ayaklanmaların birbirini izlediği herhangi bir ülkede.)

Son bir nokta olarak belirtilmelidir ki, komünist, devrimci ve mücadeleci antifaşist parti ve örgütlerin gerçekleştireceği birliğe ne isim verileceği tümüyle oluşturucuların sorunudur. Herhangi bir isim ön koşulumuz değil, önerilerimiz olabilir.

Önemli olan örgütlü devrimci ve antifaşist güçlerin ortak cephesini yaratmaktan başlayarak antifaşist mücadelenin geliştirilmesi ve bunun için somut bir hareket planı üzerinde birleşilmesidir. Güçlü devrimci bir irade ancak bu yoldan yaratılabilir.

"Tabanı Olmayan Bir 'Tepe' Birliği" mi Öneriliyor?

"Yaşam tarafından aşılmış olgular, ölümsüz denilen adalet önüne çağrılır. Ahlak ve hukuka bu başvuruş, bizi bilimsel bakımdan bir parmak bile ilerletmez."

Geride bıraktığımız ve içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel süreç, daha önceleri nispeten örtük olan bir dizi olgu ve sorunu açığa çıkardı, netleştirdi. Bunların başında ideolojik konumları farklı olan, ardışık gelen siyasal süreçlerin tahlili ve bu tahliller üzerinde yükselen mücadele biçimleri, bunları hayata geçirecek araçlar hakkında birbirlerinden çok farklı düşünen parti, örgüt ve çevrelerin bazı noktalarda yakınlaşmaları geliyor. Bazı noktalar diyoruz, çünkü, bunların her birinin ideolojik konumları, temel siyasal perspektifleri dünden farklı değil.

O nedenle, bütün bunlar arasındaki yakınlaşmanın değişik boyutlarını bilimsel analize tabi tutamazsak, pek çok bakımdan subjektivizme düşme tehlikesiyle kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalabiliriz. Bu yakınlaşmaya bir bakış atacak olursak:

Gelinen noktada 17 Ağustos 1996 tarihli Kurtuluş dergisinin söylediği gibi "herkes birlikten yana. Gerçekten de 'ilaç için’ bile olsa karşıyım diyeni bulmak şu aralar mümkün değil." Küçük burjuva yasalcı-reformcu parti ve örgütlerden tutun, militan devrimci parti ve örgütlere, oradan komünist parti ve örgütlere kadar uzanan çok geniş bir yelpaze bugün birlikten söz ediyor.

Ama bü tün bu dev rim ci söy le me kar şın, gerçek yaşamda buna, bırakalım "tam"lık bakımından, işin asgari gerekleri ölçüsünde bile bir karşılık yaşanmıyor. Birlikte mücadele etmenin mutlak zorunluluğuna dair yazıları, sözkonusu bütün parti ve örgütlerin yazılı basınında hemen her sayısında gördüğümüzü/okuduğumuzu herkes biliyor. Bırakalım bunu, değişik düzey ve zamanlarda yapılan görüşmelerdeki tartışmalarda her siyasal çevre adına konuşan, konuşmasının hemen başında bir dizi olumlu-olumsuz gerekçe sıraladıktan sonra; mücadelenin geldiği aşamasında devrimci güçler arasında "merkezi düzeyde" bir eylem birliğinin gerçekleştirilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. Bunlar söylendikten sonra neden pratikte buna uygunluk yok?

Önce bunun değişik ve nesnel temelleri üzerinde kısaca da olsa durmakta yarar var. Dikkat edilirse sorunla değişik düzeylerde muhatap olan parti ve örgütler, devrimci mücadelenin bugün vardığı noktanın bir dayatması olarak birlikte yürümenin kaçınılmazlığından bahsediyor. Ne var ki, bunlar, bu alandaki temel politik perspektiflerinden ve taşıdıkları zihniyette bir değişiklik yapmadan/kurtulmadan bahsedilen söylemi yükseltiyorlar. Temel politik perspektiflerin sorgulanması ve değişiklik yapılmasının mutlak gerekliliğinden bahsedilirken, birleşik mücadelenin örgütlendirilmesi, aynı anlama gelmek üzere değişik emekçi sınıf ve kategorilerin şu ya da bu kesimlerine karşılık düşen politik örgütlenmelere ilişkin olarak geliştirilecek politikalardan, eylem birliği, birleşik cephe vb. daraltılmış alandaki değişikliklerden söz ediyoruz. Yoksa, kimseden, eylem birliği yapabilmemiz için kendi bütün temel politik perspektiflerini değişikliğe uğratmasını istemiyoruz.

Sağlıklı muhasebe ihtiyaçtır

Bütün "birlik problemleri"nin gelip üzerinde düğümlendiği temel nokta; öteden beri bu alandaki politikaların sorgulanmamasında aramak gerektiğini söylemekte ne bir sakınca var, ne de bir abartma. Bunun en belirgin örneğini Kurtuluş gazetesi çevresinde görmek mümkün. Bu gazetenin 17 Ağustos '96 tarihli sayısında yayımlanan "Birlik problemleri; hiçbiri çözümsüz değildir" başlıklı yazıda, yakın geçmişte değişik emekçi toplumsal kesimlerde ve bu alanlarda mücadele yürüten politik örgütlenmeler arasında yaşanan olumlu yakınlaşma ve birlikte iş yapma örneklerini doğru ve haklı olarak sıraladıktan sonra, şu çıkarsamayı yapıyor; "Elbette bu süreç aynı zamanda daha geniş birlikteliklere, demokratik muhalefeti örgütleyecek daha yaygın ve merkezi yapılara sahip olamayışımızın olumsuzluğunu da tüm yakıcılığıyla hisetmemize, görmemize de neden olmuştur... "

Kurtuluş gazetesi çevresi daha dün ideolojik politik hattı ne olursa olsun, bütün devrimci ve komünist örgütlerle kendi arasına kalın bir duvar örüyordu. Bütün pratik adımlarını kendisinin diğerlerinden farklı olduğunu anlatmaya bağlı olarak atıyordu. Bunun gerekçelerini de yapılan tüm birliklerin "iş" yapmadan dağıldığını, bu alanda olumsuz bir geleneğin yerleştiğini gösteriyordu. Bu alanda atılabilecek devrimci iradi adımları yadsıyordu. Dolayısıyla pratikte hiçbir devrimci grupla buluşma ya da herhangi bir biçimde ve düzeyde "eylem birliği" yapma olanağı yakalamamıştır.

Bugün ise, yukarıda aktardığımız sonuçlara ulaşıyor. Bu noktaya kadar ilerlemiş olması olumlu bir gelişmedir. Ancak bu alandaki politika ve alışkanlıklarında pek fazla bir değişiklik yapmıyor. Bu kez de, ben bütün düzeylerde birlikte "iş" yapmaya her zaman açık ve hazırım diyor. Başkalarının "tepede birliğe evet, alanlarda hayır" dediğini ileri sürerek, kendilerinin önerdiği "Demokratik Muhalefet Meclisleri (DMM)" modelini başkalarına mutlaka kabul etmeleri için dayatabiliyor.

Taban, "merkez"in karşısına konulamaz. Bu arkadaşların kendi cephelerinde geliştirdikleri öneriler, bütünüyle kabul edilmediğinde, tartışma konusu yapıldığında başlıyorlar veryansın etmeye. Yine aynı yazıda; "çeşitli alanlardaki birliklerin birbirinin karşıtı olarak görülmesi", "kavramlar, tanımlar üzerinde anlaşmazlıklar", "Sol, alanlarda somut yükümlülükler üstlenmekten, kitleler içinde sınanmaktan kaçıyor", Bütün bunlar getirilen önerilerin ve modellerin tartışmasız kabul edilmesi için yazılan ve söylenenlerdir. Her devrimci akımın önceki süreçlerde, değişik alan ve cephelerde yarattığı kurumlar ve örgütlenmeler vardır. Kurtuluş'çu arkadaşlar, DMM fikri ortaya atılır atılmaz neden bütün bunları lağvedip önerimizi kabul etmiyorsunuz, demeye getiriyorlar. Ayrım yapılmadan, "alanlarda sorumluluk üstlenmekten", "kitle içinde sınanmaktan kaçıyor" suçlaması da fazla bir değer taşımıyor. Bugüne kadar herkesin yaptığı ve yapamadıkları kitleler içinde yapılmış değil midir? Birlik problemlerini bu ve benzer noktalarda aramak onları anlamamak demektir.

Çeşitli alanlardaki birlikler birbirinin karşısına koyuluyor diye yükselen itirazlara rağmen, aynı şeyi herkesten daha çok bu arkadaşlar yapıyor. "Tepe"de yapılacak ve bir bütünün parçaları olan tabandaki birliktelikler kelimenin tam anlamıyla karşı karşıya konuluyor. "Merkezi birlikler elbette bu süreçte önemli roller üstlenebilirler ve böyle birlikteliklere de devrimci hareket elbette hayır dememektedir..." Yazının bütünü gözönüne alındığında görülecektir ki, devrimci ve komünist örgütlerin ve partilerin değişik emekçi kesimler içinde mücadele ve örgütlenme çalışması yaparken güncel iktisadi ve politik talepler uğruna birlikte hareket etmeleriyle, bütün bunların merkezi düzeyde bir programa ve somut hareket planına kavuşturulması işini karşı karşıya koyarak tartışıyorlar.

Merkezi birliklerin bu "süreçte önemli roller üstlenebileceğini" söyledikten sonra bu tartışmayı yürütmek ne anlama geliyor. "Çok geniş kesimleri, kitleleri doğrudan işin içine katmayı, onları söz ve karar sahibi yapmayı öneren modeller bir biçimiyle reddedilmektedir", "herkes bunun alternatifi olarak 'merkezi düzeyde eylem ve güç birlikleri' önermektedir". Öncelikle böyle bir tartışmanın muhatabı olmadığımızı belirtelim. Yazılı basınımızda hiçkimse böyle bir tartışma yürütüğümüzü iddia edemez. Yapılan görüşmelerde de keza durum aynıdır. Demagojik yöntemlerle ne sıradan bir emekçiyi inandırmak mümkündür, ne de sorunda bir parmak ilerlemek. Kendilerinin dışındakilerin geniş emekçi kitleleri doğrudan "işin içine katmayı", "söz ve karar sahibi yapmayı" istemediğini sayfalar dolusu yazmak hiç inandırcı olmuyor. Tabanda ve merkezi düzeyde yapılacak birlikler bir olgunun iki yanı ise, bunları birbirinden ayırmak ve "tabanda birlik" diye feryadı basmakda ne oluyor?

Merkezi birliklerle taban birliklerini karşı karşıya koyarken ve tabanda ve alanda birlik için ileri sürülen temel gerekçe, merkezi düzeyde yapılan birlikler "ortak açıklama" yapmaktan ileri gidemiyor; değişik mücadele alanlarında ifadesini bulamıyor vb.'dir. O halde; madem bu olgular bir bütünse, bunları birbirinden ayırarak tartışılacağına, neden bu alandaki bazı yanlış politika ve alışkanlıklarınızdan, onları sorgulayarak işe başlanmıyor. Sorunun gerçek bir yanı var. Bugüne değin, merkezi düzeyde yapılan bir dizi olumsuz deney yaşanmıştır. Bunlar mücadele alanlarında karşılıklarını yaratamamıştır. Bütün bunlara evet. Ama bugün sorun bu kadar basit ele alınamaz. Yükselen mücadele bir biçimde tabandan geliyor. Birleşik mücadelenin toplumun değişik emekçi kesimleri içinde yaşam bulması, onu oluşturan politik akımların yaygınlık ve etki gücüne bağlı bir durumdur. Bu politik akımların güçleri bütün alanlarda kendisini hissettirecek kadar gelişkin değilse, Kurtuluş'çu arkadaşların öneri ve geliştirdikleri modeller bütünüyle kabul edilmiş olsa bile, pek çok alanda belki imzaların yansımasından öte pratik bir varlık göstermeyeceklerdir.

Gerçek ve güç ilişkisi

Birlik çalışmalarından dışlanmayacak ve onun içinde görülmesi gereken birçok örgüt ve çevrenin gerçeklikleri bilinmeyen bir durum değil. Dolayısıyla bunlar, gelişkin bir güce ve yaygın örgütlenmelere sahip politik akımlarla, ancak var oldukları alan ve kesimler içinde birlikte iş yapma şansına sahip olabilirler. Pek çok alanda da gerçek durumları imzaların var olmasının ilerisine geçemeyecektir. Bunda anlaşılmayan bir yan yoktur. Ya bunları birleşik mücadelenin bir öğesi olarak görmeyeceksin ya da bu nesnel durumu kabul edeceksin. Başka bir yol olamaz.

Kurtuluş'çu arkadaşların kaygılarına bakalım. "Örgütlülükleri, kitleler içindeki etkileri, alınacak kararlarda üstlenecekleri sorumluluk ve hükümlülükler gerçekte çok farklı farklı da olsa merkezi düzeydeki birliklerde herkes tek oy sahibi olacak. Tercih nedenlerinden biri bu olsa gerek. " (aynı yazı) Buradaki akıl yürütme tarzında merkezi bir organizasyona kavuşturulmuş birleşik mücadele anlayışının izi bile yoktur. Aynı biçimde bu pasajda daha çok, açık bir biçimde merkezi organizasyon reddediliyor. Merkezi birliklerle tabanda mücadelenin birleşik bir hal alması karşı karşıya konuluyor. Yukarıdaki satırlar yazıldıktan sonra, geçmiş süreç için; "merkezi yapılara sahip olmayışımızın olumsuzluğunu tüm yakıcılığıyla hissettik" demenin hiçbir inandırıcılığı kalmıyor.

Yapılan propagandanın düzeyine bakılırsa, Kurtuluş'çu arkadaşların çok kapsayıcı ve geniş bir demokrasi anlayışına sahip oldukları sanılır. Çok geniş kesimlerin doğrudan söz ve karar sahibi olması gerektiği gibi propagandanın, yukarıda söylenenlerle birlikte düşünülünce salt görünüşte olduğu, aldatıcı olduğu görülecektir. Sanki merkezi düzeyde ve mücadelenin değişik alan ve kesimleri içinde birlikler gerçekleştirilince her devrimci parti ve örgütün gerçek etki gücüne göre formüller bulmak olanaksızmış gibi, merkezi düzeydeki eylem birliklerinin reddedilmesi bu paradoksun çözüm anahtarı olarak sunuluyor.

Bazı kavram ve kategorilerin yorumlanması noktasındaki tartışma da keyfi olarak zorlanıyor. Kurtuluş gazetesi çevresinin "kavramlar ve tanımlar" üzerinde başkalarının sorun çıkardıkları eleştirisinin haklı ve doğru olan bir yanı yoktur. Tartışmanın özü, bütün alanlarda, bir diğer ifadeyle tabandaki birliklerin, onu yöneten merkezi bir kurmayın, işin mantıksal sonuçları bakımından mutlaka gerekli olduğudur. Sorunun bu tepe ve tamamlayanı olmayınca modelin kendisi şekilsiz ve pratikte işlevsiz olacağı noktasındadır. ikinci bir boyutu da, bugün oluşacak embriyon kurumlara yarının, geleceğin araçlarının adının ve onların oynayacağı misyonların yüklenmesi noktasıdır. Yani "erken doğumların yanlış olduğu" gibi esaslı bir zeminde sorunu tartışıyoruz. Kurtuluş'çu arkadaşlar, önerdikleri modeli tartışmaya konu bulduğumuz için tabanda değil, "tepe"de birlik istediğimiz gibi asılsız eleştiriler yöneltiyorlar.

Emekçi sınıfların devrimci cephesiyle ilgili olarak yapılan tartışmalarda başkalarının eleştiri ve önerileri üzerinde düşünme zahmetinde bulunmadan eldeki hazır "şablonculuk" eleştirisini devreye sokuyorlar. Genel anlamda konuşulacak olursa, zaten bugün kendi ölçüleri içerisinde faşist karşıdevrim karşısında bir iç hukuka "tam"lık bakımından kavuşmamış bir devrimci cepheden rahatlıkla söz etmek mümkündür. Bugün "alanlarda cepheleşmeliyiz" demek başka bir şeydir. Ki, buna kimsenin itirazı yok. Şimdi oluşturulacak birliklerin bir Halkın Birleşik Cephesi olmayacağını söylemek başka bir şeydir. Komünistler, bütün politik akımların, hangi sınıf ve tabakaları temsil ettiği "kristalize" olsun, ondan sonra cepheleşmelere gidelim gibi bir tartışma ve eleştirinin muhatabı değiller.

Gereksiz rekabetten kaçınılmalı

Devrimci, komünist parti ve örgütler arasında oluşturulacak bir eylem birliği, bu "cephe"nin büyütülerek değişik maddi ilişkiler düzeyinde bölünmüş emekçi sınıf ve tabakaların cephe birliğine kadar geliştirilmesi görevinden söz ediyoruz. Bu arkadaşlarda "cepheleşmeliyiz" derken bu nesnel durumun baskısı altında konuşmuş olmuyorlar mı? "Merkezi birlik deyimi neredeyse belirsizleşmiş, içi boşaltılmıştır" deniyor. Bir an buna inanalım. O zaman görev, bundan kaçmak mıdır, yoksa bunu değişik karakteristik özellikleri itibariyle açıklığa kavuşturarak, "boş olan içini" doldurmak mıdır? Bizce görev, ikincisini yapmaktır. Bu yapılmayınca, merkezi düzeyde örgütlerin birbirlerinden uzak dururken, alanlarda rekabet ve karmaşanın önüne geçmek tamamen olanaksızlaşır. Bundan çıkmayacak tek şey "Halk Cepheleri" olacaktır.

Gerçeklere dayanmadan yükselen bir iddia da, merkezi düzeyde birliklerin yapıldığı ve değişik toplumsal kesimler içindeki çalışmada kimsenin buna yanaşmadığıdır. Marksist leninist komünistlerin öteden beri bu konuda söyledikleri ve yaptıkları bütün devrimci parti ve örgütler tarafından dikkatle izleniyor ve biliniyor. Gençlik cephesinde, emekçi memur hareketi cephesinde, kayıplar mücadelesi cephesinde ve en son olarak özgürlük tutsakları ailelerinin mücadelesi cephesinde gerek bağımsız olarak, gerek devrimci parti, örgüt ve aydın sanatçı kesimlerle birlikte yaptığımız işler, kaydettiğimiz gelişme düzeyi bütün herkesten çok Kurtuluş gazetesi çevresince biliniyor. Gerçeklere gözlerini kapamak da bu arkadaşların kendi çelişkileridir. Bu alanlarda geliştirdiği öneri ve modelleri tartışmasız kabul etmemiz bekleniyor galiba. Bu olmadığı veya da pürüzler çıktığı zaman da, kendileri birlikçi başkaları tabanda birlikte iş yapmak istemeyenler oluyor. Önce bu çarpık yaklaşım tarzının düzeltilmeye ihtiyacı var.

Sonuç olarak; söyledik, yineyelim. istisnasız bütün parti ve örgütler somut birlik ihtiyacından söz ediyor. Biz de bu genel kanı ve inancın içindeyiz. Dün bu ihtiyaçla ilgili bir tek söz söylemeyenler, bugün "işin" aciliyetinden bahsediyor. Bu isteğin dile getirilmesindeki samimiyete inanıyoruz. Militan devrimci örgütler bakımından bundan en küçük bir kuşku duyulamaz. Gelişmenin kendisi, kimsenin niyetinden de kaynaklanmıyor. Geride bıraktığımız kısacık bir devrimci sürecin olgusal içeriği, devrim cephesi için bunu kaçınılmaz görev olarak dayatmıştır. Bütün çevrelerin dile getirdiği, faşist karşıdevrimin örgütlü, yöntemli ve birleşik saldırısını hiçbir devrimci örgüt ve parti yalnız başına boşa çıkaramaz ve kalıcı devrimci mevziler elde ederek iktidar yürüyüşünü kesintisiz sürdüremez gibi yaklaşımlar gerçek durumun ifadesidir. Bu ihtiyacı karşılayacak devrimci rezervler pek çok bakımdan açığa çıkmış bulunuyor. Şimdi görev, devrimci örgüt ve partilerin kendi durumlarına göre politika yapma alışkanlıklarından, kendi modellerinin tartışmasız başkalarınca kabul edilmesi gibi yaklaşımlardan kurtulmayı dayatıyor.

Birlik ve siper yoldaşlığı

Başkalarıyla bir "ortaklık" elde etmeyi düşündüğünüze göre, geliştireceğiniz öneriler de genel olarak kendi iç örgütlenme modellerinize tam bir uygunluk göstermeyeceğini, bunun yaşam bulamayacağını anlamak zorundasınız. Dolayısıyla "katı" politikalarda belli esnemeler geliştiremezseniz, ne kadar birlik ihtiyacından bahsederseniz edin, pratikte bu konumları yakalama şansınız hiçbir zaman olmayacaktır. Bu yapılmadığı için, yapılan birlikteliklerde Kurtuluş'çu arkadaşların yarattığı problemler bolca yaşanmıştır. Ölüm orucu direnişi saldırısında, bu sürece ilişkin farklı bir taktik yaklaşımla sürecin bir parçası olan gruplara karşı izlenen politika en sivri örnek olarak anılmaya değerdir.

Gelinen aşamada On Ikiler'in "bir"lik olan devrimci iradelerinin çok geniş emekçi kesimler içinde yarattığı, artık devrimciler birlikte iş yapmayı ve ölmeyi başaracak olgunluk düzeyini yakalıyor, tarzındaki güven eğilimini, hiçbirimizin yüz geri etmeye, tavsatmaya ve yeni bir umutsuzluğa çevirmeye hakkı yoktur. Kırılmaya başlayan olumsuz gelenek ve bunun ortaya çıkardığı devrimci imkanlar, her devrimci örgüt ve partinin kendisinden önceki süreçlerden daha çok fedakarlık etmesini dayatıyor. Öyle görünüyor ki, bundan böyle "birlik" üzerine yazmak-çizmekten çok, istisnasız bütün akımların kendi temel politik perspektiflerini kendileri bakımından varılabilecek son noktaya kadar esneterek diğerlerine doğru dünden daha fazla eğrilmeleri üzerinde kafa yormaya çalışsalar, daha büyük buluşma noktaları yakalayabileceklerdir. Sözkonusu edilen militan devrimci örgüt ve partiler olduğunu vurgulayalım.

Bir an varsayalım ki, Kurtuluş gazetesi çevresinin geliştirdiği DMM projesini pek çok devrimci parti ve örgüt kabul etti. Bunun gerçek anlamda bugünün mücadele ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve büyütülerek toplumsal yaşamın bitişik alanlarındaki düzen ve rejim karşıtı emekçi kitleleri kucaklaması, bunların mücadele aracı olabimesi için bile, Kurtuluş çevresinin, şimdi yapılan irili ufaklı birlik eylemlerinde ortaya koyduğu tavır ve alışkanlıklarından kurtulması gerekiyor.

Kurtuluş gazetesi, "Sorun son derece çıplak. Çeşitli alanlarda ve ülke genelinde devrimci, demokrat, örgütlü güçlerin birliğini sağlamak durumundayız" diyor. O halde "taban'dan" mı "tepeden" mi tartışmasının burada yeri nedir? Sözkonusu edilen örgütlü güçlerle merkezi düzeyde ve bir programa kavuşturulmuş ortak noktalar yakalanmadan, bütün alanlarda nasıl birlik sağlanabilir? Ve ayrıca bu alanlarda ortak mücadele nasıl yükseltilebilir? Daha böylesi bir konsensüs sağlanmadan, yapılan önerilerin başkaları tarafından tartışmaya değer bulunmasını, hangi hakla tabanda ve alanlarda birlikte mücadeleye yanaşmamakla eleştiriyorsunuz başkalarını. Gençlik Kurultayı buna tipik bir örnektir. Bu örnekteki tartışmalar devrimci kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Başkaları bunu doğru bulmamış, zamanlamanın isabetsiz olduğunu söylemiş diye kimseyi "tabanda birlik"ten yana olmamakla eleştirmeye hakkınız yoktur.

Demokratik Muhalefet Meclisleri önerisinin karşısına, Demokrasi Platformu, memur cephesi karşısına KESK, gençlik cephesi karşısına öğrenci dernekleri çıkarıldığına ilişkin bir genelleme yaparak eleştiriyor Kurtuluş. Marksist leninist komünistler böyle bir tartışmayı hiçbir zaman yapmadılar. Kime ne söylüyorsanız açık söyleyin.

Birlikte iş yapmak

Bugün merkezi düzeyde yapılacak ve bütün toplumsal alanlarda uygun karşılığını bulacak birliklerde, kuşku yok ki, bu alanlardaki örgütsüz kitleleri içermek zorundadır. Mahallelerde, fabrikalarda, sendikalarda, memur ve gençlik mücadelesinde oluşturulacak birlikler herhangi bir devrimci örgüte mensup olmayan ve mücadele etme istek ve arzusunu taşıyan bireyleri bu "birlik"lere almak, o alandaki bütün mücadele zerreciklerini toplayarak aynı hedefe yöneltmek göreviyle karşı karşıyadır.

Ancak söylemek gerekiyor ki, bu araçların tutarlı bir devrimci doğrultuda ilerlemesinin yolu, militan devrimci örgütlerin alanlarda dizginleri elde tutmasından geçiyor. Bu, hem titrek öğelerin cesaretlendirilerek ileri çekilmesi mücadelesi bakımından, hem de bu "birlik"ler içinde revizyonist-reformcu düşünce ve eğilimlere karşı tutarlı bir mücadele yürüterek onları etkisizleştirmek bakımından vazgeçilmezdir. Devrimci örgütlerde yukarıdan başlayarak sözkonusu edilen bütün alanlara kadar indirilen bir birlik programı olmadığı sürece adı ne olursa olsun "birlik"ler şekilsiz olmakla kalmaz, yasalcı-reformistlerin elinde yozlaştırılarak oyuncak haline gelir. En iyimser bir yaklaşımla bugünkü demokrasi platformlarının ilerisine geçemez.

Devrimci harekette yakın süreçte geliştirilen "birlikte iş yapma" gibi bir devrimci çıkışı ve eğilimi geliştirmeyi bugün en temel görevlerimizden biri olarak anlıyoruz. Pratik yönümüzü de bu temel yaklaşım üzerinde tayin ediyoruz. Buna bağlı olarak "güç ve eylem birliği", cepheleşmek sorununda gelişmenin önünün tıkanmaması için hiçbir sorumluluk ve fedakarlıktan geri durmayacağız.

Bu alanda gösterilmesi gereken azami, özen ve titizliğin gösterilmesi gerektiği bilinciyle hareket edeceğiz. Görevin gerekleri açısından, "cephe", "güç ve birliği" sorununda son gelişmelere bağlı olarak, bu gelişmelerin sonuçlarını ve kendi öneri ve projelerimiz hakkında önümüzdeki sayılarımızda yazmaya devam edeceğiz.

Özgür Atılım sayı 24, s. 12

Özgürlük Savaşımının Taktik Birlik İhtiyacı

Politikaya en az ilgi duyanlar bile, bütün toplum Ankara'yı gözlüyor. Faşist diktatörlüğün iktidar merkezi, politik rejimin, ekonomik ve toplumsal düzeninin ürettiği ve fakat herhangi bir şekilde "çözemediği" git gide yığılan, büyük toplumsal ve politik sorunların yarattığı bataklığın içine gırtlağına kadar batmıştır. Ankara'daki politika bataklığı, işbirlikçi burjuvazinin yönetememe krizinin bir görüngüsü olduğu kadar, bu krizi ağırlaştırmaktadır da. Son bir yıl hemen hemen hükümetsiz geçmiştir. Bir-iki istisna hariç burjuvazinin partileri erimekte, parçalanmaktadır. Meclis ise neredeyse seçilmeden eskimiştir. Görünen Ankara politik kaos, çözümsüzlük ve irade yoksunluğundan başka bir şey değil. Fakat devletin işleri de yürüyor, görünürdeki Ankara'nın aksine gerçek iktidar merkezi MGK bütün ipleri elinde tutuyor. Ama o da yönetememe krizini çözemiyor. Çözümsüzlük, çürüme, sorunların ağırlığı ve çokluğu faşist saldırganlık üretiyor. Burjuva partilerin yolsuzlukları, mafyalaşma, komplolar, suikastlar vb. biçiminde süren iç hesaplaşmaları ayyuka çıkıyor.

Ağırlaşan yönetememe krizi, derinleşerek sistemin iyiden iyiye çürümesine karşın politik rejimin kendiliğinden çökebileceğini sanmak ham bir hayal olur. Eğer vurup düşürülmezse, eğer tepelenmezse, faşist rejim ne denli çürürse çürüsün, yönetememe krizi ne denli derinleşirse derinleşsin rejim kendiliğinden düşmeyecektir. Demek ki onu tepeleyip yere serebilecek toplumsal kuvvetlerin zayıflığının aşılmasıdır temel sorun. Rejim, muhalif sınıf ve kesimlerin politik bilinç, devrimci eylem yürütme yeteneği ve vuruş gücünün -taktik birliği- zayıflığından güç almaktadır. Sorun bütünüyle hareketin öznel yönüyle ilgilidir ve devrimci önderliğin etki alanına girer.

Kuşkusuz ki, toplumsal muhalefetin ayrı ayrı bileşenlerinin kendi konumlarından, kendi talepleriyle kavgaya tutuşması, hareketin kitleselliğinin derinleşmesi bakımından olumlu bir unsurdur. Zaten her bir kesimin kendi taleplerinden, kendi sorunlarının çözümü üzerinden harekete geçmesinden daha doğal bir şey de olamaz. Fakat bu toplumsal muhalefetin diğer kesimlerinin sorun ve taleplerine, faşist rejimle girdiği çarpışmalara ilgisiz kalmayı, getirdiği sempati beyanının, sembolik desteğin ötesine geçmediği ölçüde bir zaaftır. Hareketin ufuk darlığını gösterir, zayıf düşürür. Toplumsal muhalefetin en temel zaaflarının başında bu görüş açısı darlığı ve ufuksuzluk geliyor.

Öyle ki, adeta işçi sınıfının sorun ve talepleri işçileri, emekçi memurların sorun ve talepleri memurları, eğitim sisteminin sorunları gençliği, Kürt ulusunun sömürgecilik boyunduruğu altında ezilmesi Kürtleri ya da komünist, devrimci, yurtsever basına yönelik saldırılar bu cepheyi, tutsak devrimcilere ve ailelerine yönelik saldırılar sanki yalnız bunları ilgilendiriyor. Ayrı ayrı kitle örgütlerine, aydın ve sanatçılara yönelik baskı ve saldırılar için de durum aynı.

Bu durum, ayrı ayrı her birini yalnız bırakarak, zayıf düşürüyor. Her biri kendi sorun ve taleplerini bütünden, asıl sorundan kopuk ele alarak çözmeye çalışıyor. Oysa ayrı ayrı, parça parça çarpışmalarla hiçbiri sorunlarını çözemiyor, taleplerini elde edemiyor.

Toplumsal muhalefetin ayrı ayrı bütün unsurlarının, her birinin özgün sorun ve taleplerinin ötesinde buluştuğu bir nokta, bir kesişme, düğümlenme noktası yok mu? Hareketin taktik birliği sağlanamaz mı? Bu soruların doğru yanıtlarını pratikleştirmek, önderlik iddiasının gereğidir.

Toplumsal muhalefetin bütün değişik kesimlerinin sorun ve taleplerinin bir kilitlenme noktasının varlığını görmek hiç de zor değil. Kürt ulusu ne istiyor? İşçi sınıfı ne istiyor? Emekçi memurlar, öğrenci gençlik ne istiyor? Ne istiyor demokratik Alevi hareketi? Kent yoksulları ne istiyor, niçin başkaldırıyor? Ne istiyor aydınlar? Ayrı ayrı özgün görünümleri ne olursa olsun, harekete geçtiklerinde hepsi sorunlarının çözümü ve taleplerinin gerçekleştirilmesinin önünde, tepesinde MGK bulunan faşist diktatörlüğü buluyorlar. O, küstah bir kabadayı gibi, bildiğini okumaya, bütün toplumun çürümesi, düşürülüp kişiliksizleştirilmesi pahasına, her türlü yönteme başvurarak ayakta durmaya çalışıyor. Toplumun yeniden dirilişini, çürüme ve kokuşmadan kurtuluşunu, kendine gelişini sağlayabilecek bütün dinamikleri boğmaya çalışıyor. Tam da bunun için, örgütlenme, propaganda, ajitasyon ve eylem özgürlüğüne saldırıyor.

Demokrasi üzerine masallar anlatılıyor, hayaller ve yanılsamalar yaratılıyor; demokrasi demagojisi altında, ezilen, horlanan, sömürülen, baskı ve aşağılanmaya uğrayan bütün toplumsal güçlerin her çeşit özgürlüğü yok ediliyor. Düzen içi, legal partiler bile saldırılara hedef oluyor. Ehlileştirme sopa ve zorla sağlanmak isteniyor. "Yasa", "hukuk devleti", "meclis-millet iradesi" vb. sözleri sadece demagojiden ibaret kalıyor. Özgürlükten yoksunluk ezilenleri nefessiz bırakırken, faşist rejimin ömrünü uzatıyor. Özgürlük, bütün ezilenleri, baskı ve aşağılanan toplumsal kesimlerin taleplerinin kilitlendiği buluşma noktasıdır. Hatta bu, son otuz yıldır böyledir. Ama bugün geniş yığınların özgürlük gereksinimi ile faşist diktatörlüğün tahammülsüzlüğü arasındaki çelişki had safhaya ulaşmış bulunuyor. Çarpışmanın ekseninde duran da bu çelişkidir.

Toplumsal muhalefetin ayrı ayrı kesimlerinin kafasını kaldırmak, özgün talep ve sorunları dışlamaksızın, hafife almaksızın, gözünü ileriye, geleceğe, temel soruna çevirmesini sağlamak, bütün kesimleri aynı hedefe yöneltmek, kesişme noktası ortak taleplerde buluşturmak, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin öncü partisinin görevidir. "Faşizme ölüm halka özgürlük", "Faşizme ölüm tek yol devrim", "Faşizmi devrimle ezeceğiz", "Faşizme karşı tek yumruk tek barikat" gibi sloganlar, politik kitle ajitasyonunun merkezinde durmaktadır. Bütün toplumu sarsacak devrimci ajitasyonun enerjik tarzda örgütlenmesini, tek tek, ayrı ayrı çarpışmaların temel sorunda birleşmesini ve yoğunlaşmasını, devrimci bir yolda ilerlemesini sağlamayı başarmak öncünün görevidir.

Toplumsal muhalefetin sorun ve taleplerinin buluşma noktasının belirlenmesi, bu yolda yürütülecek kitle ajitasyonu, kitleleri uyarma ve aydınlatma çalışması hareketin taktik birliğini sağlamaya yetmez. Mücadele ve örgüt biçimlerini de kapsayan bir hareket planını pratik olarak geliştirmek de bir o kadar önemli, acil ve gereklidir.

Özgürlük mücadelesinde, bu mücadeleye katılan güçleri ileri sıçratacak, faşist diktatörlüğü geri püskürtecek vuruş, ya da silah politik genel grev, genel direniştir. Bu, "bir anlık", "tek bir eylem" olarak kavranamayacağı gibi, bilinmez bir zamanın sorunu da değildir. Belli başlı önemli kentleri kucaklayan bir politik genel grev, genel direniş bugünkü koşullarda bir dizi küçük çaplı genel grevler, genel direnişler çarpışmalarını, özgün biçimde izleyebilir. Semtler, bölgeler, kentler düzeyinde genel grev genel direnişler, işkolu düzeyinde genel grevler olabilir. Üstelik çok açıktır ki, genel grev, genel direniş bir tek eylem biçimine de indirgenemez. Genel grev, genel direniş bir dizi değişik eylem biçiminin karmaşık bir kombinasyonu şeklinde iç içe geçmesinden başka bir şey olamaz. Grevler, grevlerle birleşen protesto, gösteri ve yürüyüşler, emekçi memurların iş bırakması, keza bunun protesto, gösteri ve yürüyüşlerle birleşmesi, varoşlarda esnafın kepenk ve kontak kapatması, gençlik boykotları vb. Yer yer sokak gösterilerinin sokak çarpışmalarıyla, barikatlarla birleşmesi vb.

Genel grev, genel direniş bütün bu değişik eylem ve mücadele biçimlerinin karmaşık bir kombinasyonu olabileceğine göre, onu hazırlamak ve örgütlemek için tek bir örgüt biçiminden, üstelik çok özel bir örgüt biçiminden sözedilemeyeceği, bir tek örgüt biçimine saplanılamayacağı da çok açıklır. Değişik, çok farklı bir dizi örgüt biçimi, genel grev, genel direnişin hazırlanması ve örgütlenmesinde özgül ağırlığına uygun bir rol oynayabilir. Bu örgüt biçimleri, harekete bütünüyle dışarıdan taşınacak şeyler de değildir. Kuşkusuz, genel grev, genel direniş bazı yeni örgüt biçimleri yaratabilir. "Genel grev, genel direniş komiteleri" bu bakımdan anlamlıdır. Fakat, genel grev genel direniş komiteleri yürütülecek ajitasyon ve pratik olarak örgütleme girişimleri (fabrikalarda, işyerlerinde, semtlerde) gerekmekle birlikte, gelişen özgürlük mücadelesinde şu ya da bu düzeyde işlevi, yeri ve ağırlığı olan mevcut bütün örgüt biçimlerinden yararlanılması, bunların genel grev, genel direnişin hazırlığı ve örgütlenmesinde kullanılması gerekir. İşçi ve emekçi memur sendikaları, özellikle şubeler platformları ve birlikleri, özgürlük mücadelesinde şu veya bu düzeyde taraf olan, yer alan yöre derneklerinden ÇHD'ye, ÇGD'den İHD'ye değişik yapı ve bileşenleriyle sayısız platformlara, milise değin, şu anda muharebeye dahil olan mevcut bütün örgüt biçimlerinin kullanılması, eski biçimlerin yetmedıği veya engel teşkil ettiği durumlarda, alanlarda yeni örgüt biçimlerinin bulunarak devreye sokulması gerekir. Sokağı temel alan mücadele tarzı zemininde, toplumsal muhalefetin değişik kesimleri ve örgütlülükleri arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi, politik ufuklarının ve eylem yeteneklerinin geliştirilmesi yönünde aralıksız ve sistematik tarzda sürdürülecek inatçı çalışmalar, genel grev, genel direniş hazırlığının önemli bir yönüdür. İşçi ve emekçi memur sendikaları üzerinde komünist ve devrimci etkinin geliştirilmesinin, güçlendirilmesinin önemi özellikle vurgulanmalıdır.

Genel grev, genel direniş, hatta özgün bir tarzda ifade etmek gerekirse gelişecek genel grev genel direnişler, faşist rejimle süren çarpışmada, "bugün" -bu dönemin, bu sürecin- savaşa dahil edilmesi, devreye sokulması gereken muharebe biçimleridir. Buradan şu kesin sonuç çıkar ki, devrimci öncü bu muharebe biçimini savaşa dahil edebilmek için uygun anlarda, uygun fırsatlar çıktığında iradi girişimlerde bulunmak, öncü sorumluluğunu taşımaktadır. Görkemli '96 1 Mayıs'ından günümüze olayların gelişimi, önümüzdeki yakın dönemde gelişmelerin şu veya bu çapta genel grev genel direniş girişimi için durumu olgunlaştırabileceğini ve uygun fırsatlar yaratabileceğini gösteriyor ve fırsatlar yalnızca onları değerlendirmek üzere hazır olanlar için vardır.

Özgür Atılım, sayı 13, s. 1

Güç ve Eylem Birliği Mücadelenin Bir İhtiyacıdır

Sınıfsal ve ulusal mücadelenin güncel görevleri, mücadelenin daha bir üst aşamaya doğru gidiyor oluşu ve daha bugünden gerekli hazırlıkların gecikmeden yapılması ve faşist iktidara karşı mücadelenin çok yönlü yükseltilmesi için, antifaşist savaşım güçleri arasında kalıcı güç ve eylem birliklerinin kaçınılmaz olduğu artık bir gerçek haline gelmiştir.

Türkiye ve Kürdistan'da düşmana karşı ortak mücadeleyi geliştirmek, birleşik savaşımı örgütlemek, devrimci hareketin birleştirilmesinin önünde duran suni engelleri kaldırmak, kitlelerin devrimci harekete duyduğu güveni ortak mücadele pratiği içerisinde pekiştirmek devrimci güçlerin en önemli görevleri arasındadır.

Devrimci görev nettir; mücadelede ortak halkanın yakalanmasıdır. Düşmanla girilen çatışmada devrimcilerin zorunlu olarak biraraya gelişi, Türkiye ve Kürdistan'daki mücadelenin birbirine duyduğu ihtiyaç, düşman karşısında bugün için zayıf olan devrimci güçlerin birleştirilmesi; bu halkanın yakalanması için yeterli veridir.

Tüm bu gerçeklere rağmen; yıllardır siyasal mücadele yürüten örgüt ve partilerin ayrı kültür ve geleneklerle şekillendiği, ideolojik ve siyasal bakımdan çok farklı görüşlere sahip oldukları, grupçuluğun, önyargıların, sekterizmin, rekabetçi duyguların önemli ölçüde kendisini hissettirdiği siyasal ortamlar dikkate alındığında birleşik devrimci savaşımı örgütlemenin kolay olmayacağı bilinmelidir. Bugünden her şeyin çok iyi ve sorunsuz geçeceğini söylemek, hem abartı olacak, hem de devrimci hareketin mevcut gerçekliğini yansıtmayacaktır. Örneğin; bir bildirinin, açıklamanın ya da bir eylem çağrısının altında on onbeş siyasal akımın imzası bulunuyor, ama eyleme gelen grup sayısı üç-beşi geçmiyor, gelenler de sınırlı sayıda güç katıyor. Bu olumsuzluklar devrimci hareketin gerçekliğidir. Bu zorlukların ve zaafların bilinciyle hareket edilmeli ve ortaya çıkan sorunların boyutu ne olursa olsun, politik bir olgunlukla ele alınmalı ve eleştirel bir tarzda çözümlenmelidir.

Basında ve görüşmelerden ortaya çıkan sonuç; mücadelenin sorunlarına ve örgüt biçimlerine yaklaşımda belirgin görüş ayrılıklarının olduğudur. Doğaldır ki, her siyasi akım kendi programatik ve stratejik görüşlerine uygun mücadele biçimleri ve taktikler belirleyecek ve görüşlerinin mücadelesini de sonuna kadar verecektir. Bu her siyasal hareketin en doğal hakkı ve görevdir.

Kiminle hangi düzeyde bir birlik sorusuna net yanıt vermek zorundayız? Uzun vadeli, planlı, programlı ve güncel siyasal gelişmelere yanıt veren mücadeleyi bir üst boyuta çıkartan mücadele ve örgüt biçimleri düşünülüyorsa, bunun doğrudan muhatapları; gücü ve potansiyeli ne olursa olsun devrimci militan hatta yürüyüp, pratikte tasfiyeciliğe, reformizme, parlamanterizme karşı mücadele edenlerdir.

Kendisini sol içerisinde gören reformist, legalist güçlerle siyasal gelişmelere bağlı olarak geçici ve taktiksel eylem birlikleri yapılabilir. Karşı çıkılan bu nokta değildir. Sorun; uzun vadeli ve belli bir programa bağlanmış mücadele ve örgüt biçimlerine bu güçlerin alınması ve stratejik ittifakların yapılmasıdır. Yanlış olan ve mücadele edilmesi gereken bu anlayıştır. Peşinen söyleyelim; tasfiyeci ve reformist güçler, böylesi bir birlik içerisinde yer almazlar. Her siyasal gelişme karşısında, faşizmi teşhir etmek yerine devrimci harekete saldırmayı görev edinenlerin devrimci güçlerle birlik diye bir sorunları olmadığı da bilinmelidir. Pratikte yaşanan mevcut saflaşma bunun çok açık bir yansımasıdır. Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde konumlanmış bulunuyorlar. Bu gerçekliği değiştirmenin tek yolu, tasfiyeciliğe, düzen içiliğine, reformizme karşı ideolojik, siyasal savaşımı geliştirmektir.

Yığınlara yönelik politika yapma adı altında böylesi girişimlerin, mücadelenin genel çıkarlarına hizmet etmeyeceği çok açıktır. Reformist ve tasfiyeci güçlerle belli bir plan ve programa bağlanmış uzun vadeli eylem birliklerini reddetmek ve bugün tartışılan güç ve eylem birliklerinin dışında tutmak, kendi gücüne ve politikalarına duyulan bir güvensizlik değildir. Yaşamın kendisi de bu tür iddiaları boşa çıkartıp reddetmektedir. Bu sorunlar ayrıca tartışılabilir. Ancak dikkatlerin bu noktaların üzerinde yoğunlaştırılması mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt vermeyeceği de çok açıktır.

Her siyasal akım kendi görüşlerinin mücadelesini vermesi bir yana, en önemli görevlerimizden biri de, devrimci güçler arasında ortak halkaların yakalanmasıdır. Mücadele ve örgüt biçimlerinde birleştiğimiz ve ayrıldığımız noktaları çok net olarak ortaya koyup, birlik yanlarımızı önplana çıkartarak birleşik mücadeleyi örgütlemeliyiz. Bu yaklaşım, ne ideolojik bir tavizdir, ne de bir başkasının peşinden sürüklenmektir. Mücadelenin genel çıkarlarını temel alan politik bir yaklaşımdır.

Gerçekte faşizme karşı devrimci örgüt ve partilerin ortak mücadele cephesinin yaratılması düşünülüyorsa; hiçbir siyasal hareket, mutlaka benim doğrularım kabul edilmelidir psikolojisiyle hareket etmemelidir. Birleşik mücadelenin örgütlendirilmesi için politikada gerekli esneklikler gösterilmeden; faşizme, emperyalizme, şovenizme, gericiliğe karşı mücadele çağrılarının yaşam bulmayacağı ve zaman kaybından başka bir şey ifade etmeyeceğini de bilmeliyiz. Evet sorumluluk; ortak mücadele çağrısı yapan siyasal örgüt ve partilerdedir.

Özgür Atılım, sayı 20, sayfa 8

Rejimin Yeni Saldırıları, Komünist Çalışma ve Antifaşist Birlik

Faşist "İller idaresi Yasası"yla birlikte rejimin hukuki çerçevesini yeniden düzenleyen burjuva devleti, katliam ve gözaltı kampanyalarım da yoğunlaştırdı. Bu yasanın geçmişi, fiili durumun yasallaştırılmasına, geleceği ise diktatörlüğün, devrimci hareketin büyüme ve sıçrama imkanlarından duyduğu derin endişe ve korkuya işaret etmektedir. Yerel merkezlerin yetkilerinin bu tarz artırımının Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesi başka bazı devletlerde gündeme getirildiği veya uygulandığı da sorunun akılda tutulması gereken boyutlarından bir diğeridir. '91'de başlattığı (ve Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin alevleri içinde Batı'da gerçekleşen Gazi ayaklanmasıyla püskürtülüp inine tıkılan) birinci topyekün saldırıya, "Terörle Mücadele Yasası"yla hukuki çerçeve çizen faşist diktatörlük, ikinci topyekün saldırıda ise çerçeveyi "İller idaresi Yasası"yla çizdi. Kuşku yok ki; bunu aşan uygulamaların gündeme sokulması bir sürpriz olmayacaktır ve "iç savaş yasası" nitelemesi bütünüyle yerindedir. Keza bu kanunu yıllardır gündeminde tutan ve ikinci topyekün saldırı sürecinde burjuvazinin gölge meclisine ve Çankaya'ya onaylatan MGK, gerçek yasama ve yürütme gücü olduğunu bir kez daha sergilemiştir.

Sınıf savaşımının daha da sertleşeceğine dair diğer verilere eklenen yeni bir halka olan "İller idaresi Yasası"nda asıl yeni olan, faşist katilleri katletme imkanı ve yargılanmama güvencesinin sınırsızca tanınması değildir. Kuşkusuz bu önemli bir unsurdur ve başta polis ve özel tim olmak üzere burjuva devletin silahlı güçlerine moral pompalamayı ve kendilerini rahat hissetmelerini sağlamalarını da gözetiyor. Ancak TMY ile "İller idaresi Yasası" arasındaki ana ayırım noktası, yeni faşist kanunun grev ve gösteriler başta olmak üzere işçi sınıfının ve tüm emekçilerin eylemlerini boğmayı, büyük mücadelelerle kazanılmış haklarını çekip almayı hedefleyen ve bunun yasal dayanaklarını alabildiğince genişleten yönüdür. Kitlelere yönelik devlet terörünün her tür sınırlanmasını bir kenara itmesidir. Kısacası bu kez saldırılarının odağında tek başına devrimci öncülerin ezilmesi, fiziksel imhası yok, fakat demokratik içeriktekilerden başlayarak işçilerin, emekçilerin, gençlerin ayrı ayrı ve birleşik eylemleri ve örgütlenmeleri de var.

ikinci topyekün saldırının hukuki çerçevesi olan "İller idaresi Kanunu"na karşı etkili bir mücadelenin örgütlenmesi görevi, üzerinden atlanamayacak denli önemlidir. Yığınların bu yeni yasanın esas ve amaçları konusunda aydınlatılmaları, her kitle eyleminde "faşist 'iller idaresi Yasası' iptal edilsin" şiarının yükseltilmesi, bunu ifade eden döviz ve pankartların taşınması; aynı amaca bağlanmış paneller, gösteriler, grevler, boykotlar düzenlenmesi faşist diktatörlüğe karşı savaşımın ve asıl olarak da ikinci topyekün saldırıyı püskürtme mücadelesinin önemli bir yönünü oluşturacaktır. işçi sınıfının bugünkü en kavgacı bölüğü ya da birliği olarak Tuzla Deri işçilerinin binlerce kişilik protesto eylemi, bu konuda da tüm ezilenlere yol göstermektedir.

Devrimci olanaklar ve tarihsel fırsatlar karşısında hazır olmak

Çelişkilerin had safhada olduğu bir bölgede mücadele ediyoruz. Yaşadığımız coğrafya bu açıdan bölgenin de ilerisindedir. Sınıfsal, ulusal, dinsel (mezhepsel) sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız. Emperyalist boyunduruk ve rejimin faşist karakteri tüm çelişkileri daha da ağırlaştırıyor. Burjuvazi "havuç" politikası uygulama yolundan bile yürüyemiyor. Bunun, kendisine çok pahallıya mal olacağını düşünerek derin bir korku duyuyor. Bu konuda atılmak istenen en küçük adımlar bile şiddetli bir iç mücadeleye yol açıyor. Bu salt ideolojik pozisyondan değil, fakat daha da fazla, iktisadi ve politik dayanakların alabildiğine zayıf olmasından besleniyor.

Kürt ulusunun "eski tarzda yönetilmek istemediği" her türlü kuşkunun ötesindedir. Henüz, "eskisi gibi yönetilmek istememe" düzeyine uzak olsa da Türkiye'deki işçi, emekçi ve gençliğin memnuniyetsizliği ise giderek büyüyor.

Burjuvazi ise eski tarzda yönetemiyor. Bu apaçık ortadadır. Dahası parlamentosunun kukla karakteri ve işlevsizliği de giderek daha geniş yığınlar tarafından kavranıyor. Denenmemiş güç olarak sahneye sürdüğü politik islamın temsilcisi RP (ki, kerhen olanlar dahil toplam oyu %21'den ibarettir) hükümet görevinde sözüyle eylemi arasındaki uçurumsal farkla açık bir yıpranma sürecine girdi. En geri yığınlar nezdinde bile güvenilmezlik duygusu yükseliyor. Geriye kalan tüm burjuva partiler ise küçülme, iç mücadele ve erozyonla karşı karşıya.

Açıktır ki; iyi örgütlenmiş, subjektif ve nesnel hazırlığı yeterli "küçük" bir öncünün bile ezilenleri zafere yöneltebileceği büyük alt-üst oluşlar yaşanmasının önkoşullarının mevcut olduğu bir coğrafyadayız.

İkinci topyekün saldırı ve (geleceğe uzanan yönü bir yana) saldırının hukuki çerçevesini oluşturan faşist "İller İdaresi Yasası"na karşı mücadelede, yukarıda ifade edilen tüm olgular hesaba katılmak zorundadır.

Bunun acilleştirdiği güncel politik görevlerden biri de, komünist ve devrimci basında önemsendiğine dair vurguların yoğunlaştığı Güçbirliği ve bu yoldan örülecek olan, parti ve örgütlerin antifaşist cephesidir.

Yazık ki bu konuda eylem sözün çok gerisindedir. Antifaşist birlik ihtiyacı vurgusu, birlik 'övgüsü' artık özel bir değer taşımıyor. O geride kalan birbuçuk yıllık sürecin sorunuydu. Bulunduğumuz noktada mesele pratik adımlar atmakta, eylem birliğinden Güçbirliği pratiğine gerçek bir sıçrama yapabilmektedir.

Genel direniş süreci ve Ölüm Orucu saldırısı, Güçbirliği konusunda daha önce söylenmiş sözleri gözden geçirmeyi dayatan, yeni sözler söylemeyi olanaklı ve gerekli kılan bir süreçti. Ancak görülüyor ki; bazı parti ve örgütler, onda, birbirleriyle mücadelenin yeni kanıtlarını bulmaya daha büyük bir değer ve önem veriyorlar. Antifaşist birlikten sözetmelerine, bunun yarattığı kazanım ve olanakları övmelerine karşın, onun ruhunu oluşturan öğeden, birleştiricilikten bir hayli uzak olduklarını adeta haykırıyorlar. Kazanılmış bir mücadeleyi, başta devrimci militan ve sempatizanlar olmak üzere ezilen ulusların ufkunu genişletmek ve üstün bir moralle donatmak çerçevesinde tartışıp geliştirmek onları "tatmin" etmiyor; süreci birlikte götürdükleri ve aynı düşmana karşı, aynı amaçlarla paralel yürüdükleri güçlerle, ilerici yığınlar nezdinde puan kazanmaya dönük söz düellosu yürütme zaaflarına dört elle sarılıyorlar. "Ders çıkarma", "öğrenme", "daha sağlam birlikler için eleştirel olma" gibi söz kalıplarını siper alarak yıpratma savaşı geliştiriyorlar. Bu yol çıkmazdır. Devrimci eleştiri birleştiriciliği baltalamaz. Onun içerik ve amaçları bellidir. Eğer bu sınırı aşmaktaysanız, durup düşünmelisiniz. Dal-budak salacağı anlaşılan bu gidiş konusunda uyarıcı olmayı bir zorunluluk sayıyor ve komünistlerin maddi gerçeklerin tersyüz edilmesi ya da keyfi tarih yazımına itiraz dışında bu söz düellosunun içinde olamayacaklarını vurguluyoruz.

Marksist leninist komünistler; yığınları devrimci savaşıma yöneltmek, devrimci olanakları ve ortaya çıkabilecek tarihsel fırsatları en iyi biçimde değerlendirmek için kendilerini yeniden örgütler, çalışma tarzı, örgüt biçimi ve mücadele araçlarında bunun gereklerine uygun adımlar atarken; birleştiricilik öğesinin anahtarı olduğu antifaşist Güçbirliği ve antifaşist cephe konularındaki çabalarını da bıkmaksızın sürdüreceklerdir.

Özgür Atılım sayı 25, s. 1

Birleşik Direniş

'96 devrimci 1 Mayıs'ı tam bir nirengi noktasıydı. O güne kadar biriken devrimci imkanları değerlendiren faşist diktatörlüğün kumanda merkezi MGK, 1 Mayıs'ın kendileri için büyük ve tehlikeli gelişmelere gebe olduğunu çok iyi anlıyordu. Dolayısıyla bu mevzi savaşını mutlaka kazanmalıydı. Bütün hazırlığı, eylemi bastırmak ve yığınlarda güçlü bir moral bozukluğunu yaratmayı elde etme hedefine göre yaptı. Neticede saldırı planını uyguladı. Ama hedeflediği konumları yakalamayı başaramadı. Devrimci ve komünistlerin önderliğinde yürüyen onbinlerin devrimci öfke ve kararlılığı faşist MGK'nın planlarını alt üst etti. Ve arkasından yeni saldırılar. Hedef Cumartesi Anaları'nın devrimci mevzisiydi bu kez. Bu muazzam savaş siperini de devrimci hareket terk etmedi. Daha ileri yürüyerek faşist Ağar'ı sahte "hoşgörü" açıklamaları yapmak zorunda bıraktı. Bu mevzi savaşını da kaybeden sermaye ve faşizm, daha önce başlattığı özgürlük tutsakları cephesi üzerinden devrimi geriletme saldırı planlarını yeni boyutlarıyla devreye koydu. Sonuç yine hüsran ve yine yenilgi. Evet bu üç büyük mevzi savaşında düşman kaybetti. Devrimci ve komünist hareket, mevzileri korumakla kalmadı. Onları genişletti de.

Bu devrimci zafer ve kazanımların bir dizi zaafı içinde taşısa da birleşik direnişte sağlandığı doğru anlaşılmazsa, bundan sonra yapılacaklar ve hangi yoldan yürüneceği de doğru saptanamaz/planlanamaz. Bu söylenenler bütün devrimci parti ve örgütlerin üzerinde birleştikleri gelişme noktalarıdır. Süresiz açlık grevleri ve ölüm orucu devrimci saldırısı etrafında yürütülen birleşik mücadele karşısında yenilen ve büyük bir moral bozukluğuna süreklenen faşist karşıdevrim şimdi "İller İdaresi Yasası" adlı saldırı planıyla hedefi daha da büyük tutarak kazanılan mevzilerden devrimci hareketi söküp atmayı planlıyor. Sokakta devrimci ve komünistlere yönelik olarak pervasızca yürütülen sürek avı bunun doğrudan sonuçlandır.

Bulgaristan devriminin önderi büyük komünist Dimitrov, 9 haziran faşist darbesinin hemen sonrasında sermayenin değişik emekçi kesimlere yönelik saldırılarının boyutlarını vurguladıktan sonra şöyle devam ediyor: "Bu koşullar altında yokluk içinde yaşayan halkın çoğunluğu kollarını kavuşturup kendi durumlarına karşı kayıtsız ve seyirci mi kalacaklar? Aralarında var olan program, politika ve taktik ayrılıklardan dolayı kendilerini kapitalistlerin eline bırakarak, onların azgın saldırılarının kurbanı mı olacaklar? Böyl e bir şey önerecek kadar saçma düşünen bir tek gerçek halk lideri var mı?" Bu yaklaşım ve çabaların sonucunda Bulgaristan'da faşizme karşı birleşik cephe kuruluyor. Söylenenlerin bu anlamda önemi var. Bir cephe deneyi olması bağlamında aktarmakta yarar gördük. Zaten, yaşanmış bütün ülkelerin devrim tarihlerine baktığımızda, birleşik mücadelenin örgütlenmesi, ihtiyacının kendisini yakıcı olarak dayattığı koşulların bugün Türkiye ve Kürdistan'da yaşanan devrimle karşıdevrim arasındaki güç ilişkilerine benzer koşullar olduğunu çok rahatlıkla görebiliriz. Devrimci hareketimizin tek tek bileşenlerinin bugün Dimitrov'un söylediklerine benzer şeyler söylemesi bir rastlantı değildir. Ancak bir önemli fark var. Türkiye devrimci hareketi böyle bir birleşik mücadelenin örgütlenmesi ihtiyacından daha fazla bahsediyor. Ama daha önce 14 Eylül '96 tarihli Özgür Atılım'ın 24. sayısında açıkladığımız nedenlerden ötürü pratik adımlar atamıyor.

Şimdi ne yapmak gerekiyor?

Yukarıda satır başlıklarıyla ve çok ana hatlarıyla verilmeye çalışılan bu gerçek tablo karşısında marksist leninist komünistlerin her düzeyde devrimci güçlerin faşizme karşı birleşik cephesine hazır oldukları öteden beri ısrarla vurgulanmıştı. Koşulları tam olarak oluşmadığından cepheye gitmek için güç ve eylem birlikleri özellikle önerilmişti. Marksist leninist komünistler hep, devrimci örgütlerin birliğinin sağlanarak buradan yürünmesini, merkezi ve yerel birimlerinin oluşturulmasını, diğer güçlerin de bu zemin üzerinden oluşuma çekilmesini vurguladı ve önerdi. Özellikle Kurtuluş dergisi çevresiyle birleşik mücadelenin örgütlenmesi noktasında küçümsenmeyecek adımlar da attı. Önemli yakınlaşma noktaları yakaladılar. Ancak belli bir aşamadan sonra düşünülen çerçeve ve düzeydeki konumları yakalanamadı. Kurtuluş çevresi daha çok yarılegal ve katılabilecek herkesi kapsayan, daha çok "toplumsal bir örgüt" modeline dayanarak yürümeyi savunuyor. Demek oluyor ki, örgüt modeli ve işlevi üzerinde temelden farklı düşünüyor. Bu aynı zamanda örgütlenme modellerinin farklılığından kaynaklanmaktadır. Bir çok devrimci örgüt cepheyi erken buluyor ve buna yanaşmıyor. Cephe ve birlik içinde örgütlenen mücadelenin önünde savaşarak önder olunabileceğini hala kavramış değiller.

Güç ve eylem birliği ve/ya da ilerici ve devrimci parti ve örgütler arasında antifaşist, antiemperyalist bir savaşım cephesinin örgütlenmesi bağlamında, sürecin olgusal içeriği, önceden öne sürülen modeller dayatılmasında ısrar edilirse var olan tıkanıklığı aşmayı değil, gelişmenin önünün kesebileceği tehlikesini gösteriyor. O nedenle sorunun devrimci tabana taşınması, ona mal edilmesi gelinen yerde hayati önem taşıyor. Geride kalan süreci değerlendirdiğimizde, merkezi düzeyde kurulmuş ve bir programa kavuşturularak bütün çalışma alan ve birimlerine kadar indirilmiş bir cephe birliğine devrimci örgütlerin tam olarak hazır olmadıkları açığa çıkmış bulunuyor. Her bakımdan böyle bir hazırlık düzeyi yakalanıncaya kadar başka yol ve yöntemlerin bulunması günün görevidir. Aksi halde bugüne kadar ki olumlu gelişmelerin tersyüz olması tehlikesi vardır. Burada devrimin genel çıkarlarının gözetilmesi büyük önem taşıyor. Yüksek bir sorumluluk bilincinin devreye girmesi mutlaka gereklidir.

Sonuç olarak, sorunu biraz daha açacak olursak, gelinen aşamada zaman yitirmeden devrimci parti ve örgütler arasındaki ilişkileri belli ölçüler çerçevesinde koordine eden bir Merkezi Koordinasyon oluşturulmalıdır. Bunun aldığı kararlar doğrultusunda yapabilecekler bütün çalışma alanlarında olanaklı olduğu ölçüde birlikte kotarılmalıdır. İkinci topyekün faşist saldırısının yeni ayağı olan "İller İdaresi Yasasının sonuçlarına karşı ve bunların pratikte işlemez ve geçersiz olması için "birlik"te yapılacak çok şey var. Bunun devrimci hareket açısından muazzam bir elverişli zemini de vardır. Bütün devrimci grupların tabanının bugüne kadar yapılan birlikte işlerde, daha büyük birleşik mücadeleye duyduğu özlem ve istek, pek çok bakımdan açığa çıkmış bulunuyor. Her ölüm orucu direnişçisi ve şehidinin "birlikte savaştık, büyük bir siper yoldaşlığı örneği sergiledik ve düşmanı dize getirdik" dediğinde devrimci tabanın duyduğu yüksek devrimci heyecan bunun açık ifadesidir. Devrimci önderlikler bu güçlü eğilimi doğru tahlil etmek zorundalar.

Yerel alanlardaki mücadeleyi yürütecek araçların, yeni örgütlerin birlikte oluşturulmasından işe koyulabilinir. Emekçi semtlerde, şartlar hangi düzeyde örgütlenmeye elveriyorsa bunu, bütün devrimci örgütlerle birlikte yapabilir. Kendi alanının dayattığı devrimci görevleri bu birleşik örgütlenme -adı ne olursa olsun- kendi inisiyatifi ile örgütleyeceği gibi Merkezi Koordinasyon'un aldığı karar ve çağrıları olanaklı olduğu ölçüde pratiğe geçirebilir.

Gençlik cephesinde bütün dernekleri birleştirme yolundan yürünebilir. Yüksek öğrenim gençliği derneklerini birleştirerek bir federasyon çatısı altında merkezileştirmek ya da güçlü platformlar oluşturmak hiç de olanaksız değildir. Bu yapılmalıdır. Ortaöğrenim cephesinde, özellikle liseli gençliğin var olan örgütlenmelerini birleştirerek merkezileştirmeye gidilebilir. Bu hiçbir grubun bağımsız politik faaliyeti önünde engel değildir. Mücadelenin somut pratik sorunlarıyla ilgili her devrimci parti ve örgütün ve tek tek bireylerin geliştirdiği düşünce ve önerileri her zaman gelişmenin önünü açmak bakış açısıyla değerlendirmek kazanıcı olacaktır. Önerileri tartışıp zenginleştirerek her grubu esneyebildiği kadar esnetmeye çalışarak daha ileri bir sentez üzerinde birleşerek bu düşünce ve önerilere yaşam kazandırılabilir. Merkezi Koordinasyon'un aldığı kararlar ve çıkardığı çağrıların hayata geçirilmesi için bu cephede azami bir özen gösterilmesi gerekir. Temel sorunlardan biri bu alanda gündemlerin birleştirilmesi, atılacak adımların birlikte tartışılarak atılması olacaktır.

Bir çok grubun zaten belli ölçülerde içinde olduğu kayıplara karşı mücadele cephesi ve "Cumartesi Anaları" mevzisi, daha da genişletilerek aynı zamanda aktif ve işlevli kılınmalı, karşıdevrimin çok yakından alaka gösterdiği bu devrimci mevzi, devrimci hareketin bütününü kapsayan merkezi bir direniş üssü haline getirilmelidir. Yeni "İller İdaresi Yasası" saldırısının kapsamı ve çapını gözönüne aldığımızda, bu devrimci mevzide direnmenin ve onu geliştirmenin önemi daha da net görülecektir.

Özgür Tutsaklarla Dayanışma Platformu (DETUDAP) nasıl ki, ölüm orucu direnişi sürecinde Ankara, İstanbul ve İzmir'de ÖDK (Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi) biçiminde genişletilerek merkezileştirildiyse, aynı biçimde korunarak geliştirilmeli, daha başka illerde de karşılığı yaratılmalıdır. Bu kurumlaşmanın ölüm orucu direnişleri sürecinde neredeyse ipi en önde kucaklayan birleşik örgütlenme gerçeği olduğu bir an akıldan çıkarılmamalı, onun gelişimini küçük hesaplarla kurban etmeme göreviyle karşı karşıya olunduğu unutulmamalıdır.

İşçi, memur, sanatçı, aydınlar alanında, fabrika, işyeri ve sendikal çalışmada diğer alanlarda birlikte benzer örgütlülüklere gidilebilir. Özellikle işçi ve emekçi memur sendikalarında reformizmin ve yasalcılığın çürütücü etkisini kırmak için komünist ve devrimci örgütler birleşik bir odak oluşturabilirler. Blok halinde hareket etmek, reformizmin peşinde sürüklenen kimi unsurların devrimcileşmesini sağlayacaktır. Bu anlamda tabandaki kapsayıcılık ve kazanma bakış açısıyla hareket etmek bu mücadelede işleri bir hayli kolaylaştıracaktır.

Toplumsal hayatın bütün bu alanlarındaki birleşik mücadelede, her alan mutlaka kendine özgü karakteristikler taşıyacaktır. Oluşturulan örgütlenmenin tanımlanmasından, temsilinden, işleyişine kadar. Bütün bunlar bir biçimde sınırlandırmamak gerekir. Alanın özgül durumuna göre, her biçime açık olunduğu bir kez daha vurgulanmalıdır. Ancak bu yoldan yürünürse merkezi düzeyde bir program ve iç hukuka kavuşturulmuş merkezi cepheleşme elde edilebilir. Bu yolun kısalması ya da uzaması, basitten karmaşığa yürütülecek birleşik mücadelede anında yapılacak doğru devrimci ve bilimsel yöntemlerle geliştirilen ideolojik ve politik mücadele hattından geçiyor. Ama artık sözün ötesine geçmek gerektiğini ısrarla ve bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Öneriler somut hedefler de açık. Sıra muhatapların pratik tutumlarında. Yoksa süslü sözlerde değil.

Özgür Atılım sayı 26, s. 12

Ekler

Devrimci Tutsakların Genel Direnişini Destekleyelim Faşizme Karşı Mücadeleyi Yükseltelim!

20 mayısta başlattığımız ve toplam 33 zindanda 1500 özgürlük tutsağı olarak yükselttiğimiz süresiz açlık grevimiz 18 haziranda 30. (otuzuncu) gününe girdi.

MLKP, DHKP-C, TKP(ML), TİKB, TKP/ML, TKEP-Leninist, EKİM, Direniş Hareketi, TDP, THKP-C/HDÖ davalarından yargılanan devrimci tutsaklar olarak, hastane ve mahkemeye gitmeme tavrıyla güçlendirdiğimiz süresiz açlık grevini:

6, 8, 10 Mayıs genelgeleri kaldırılsın,

Tutsak ailelerine yönelik saldırılara son verilsin,

Savunma hakkımız ve tutsakların tedavileri önündeki engeller kaldırılsın,

Eskişehir tabutluğu kapatılsın,

İtirafçılaştırma saldırganlığına son verilsin, talepleriyle can bedeli bir kararlılıkla sürdürüyoruz. Faşist Ağar ve çetesinin MGK'yla birlikte tezgahladığı bu vahşi saldırısını; bedenlerimizi ortaya koyarak faşizme karşı özgürlükler için mücadeleye dönüşen genel direnişimizle yenilgiye uğratacağız.

Biz özgürlük tutsaklarının genel direnişi, bugün yiğit anaların öncülük ettiği ailelerimiz, sosyalist basın, aydınlar, sendikalar, kitle ve insan hakları örgütleri, sanatçılar, sol partiler, işçiler, gençler ve emekçi memurlarca ülkenin dört bir yanında durmak bilmeyen mücadelelerle destekleniyor. Başeğmeyen bu demokratik dayanışmayı coşkuyla selamlıyoruz,

İşkenceci katil polisin, analarımıza, aydınlarımıza, emekçi halklarımıza vahşice saldırısını protesto ediyoruz. Faşist hükümetin, polisin saldırısı yalnızca devrimci tutsakların genel direnişine ve dayanışm ya değil, işçi sınıfının, emekçilerin ve halkların demokratik mücadelesinedir. Ve faşist barbarlığa teslim olmayı hepimize dayatıyor; fiilen kazanılan hakları gaspetmeyi hedefliyor.

İşkence ve katliamcılığı uluslararası düzeyde belgeli Mehmet Ağar'ın, tutsakları siyanürle bir gecede topluca yok etmeyi savunan Cemal Sahir Gürçay'ın, E ski şehir-Aydın ölüm sevkinin sorumlusu Uğur İbrahimhakkıoğlu'nun, yasadan-hukuktan-tüzükten bahsetmelerinin nasıl bir faşist şarlatanlık olduğu aşikardır. Bir haftada üç genelge çıkararak tabutluk ve itirafçılık dayatmasında bulunanların, kazanılmış hakları gaspedenlerin, tutsak ailelerine karşı, terör kampanyası başlatanların "yasalar-tüzükler uygulanıyor" demagojileri hiçkimseyi aldatmamalıdır.

Son günlerde "muhatap yok", "hükümet boşluğu var" vb. yaklaşımlara karşılık belirtiyoruz ki, yasaları, genelgeleri çıkartanlardır. Yani MGK'dır, devlettir.

Faşist barbarlıkla saldıran egemen sınıflar, gerçekte güçsüzdür. Haklı olan işçiler, emekçi halklar, sanatçı ve aydınlar, devrimci tutsaklar olarak bizle riz. Örgütlülüğümüz, mücadelemiz ve dayanışmamızdır. Mücadele, tutsaklarla dayanışmayı aşmış faşizme karşı mücadeleye, faşist devlet terörüne karşı genel devrimci-demokrat mücadeleye dönüşmüştür.

Faşist devlet terörüne karşı genel devrimci-demokratik mücadeleyi daha da yükseltelim ve yayalım! Alanları, semtleri, okulları, işyerlerini; devrimci dayanışmanın verdiği güçle, faşist devlet terörüne karşı genel direnişimizin mevzilerine dönüştürelim. Faşist Ağar ve çetesinin terörünü, faşist devlet terörünü yenilgiye uğratalım.

Biz devrimci tutsaklar;

6, 8, 10 Mayıs genelgelerini çöpe atıncaya,

Eskişehir tabutluklarını kapatıncaya,

İtirafçılaştırma saldırısına son verilinceye,

Ailelerimiz üzerindeki faşist terörü durduruncaya,

Halklarımıza yönelen polis barbarlığını geriletinceye kadar, canlarımızı yatırdığımız süresiz açlık grevine devam edeceğiz, her türden bedeli ödemeye hazırız, bu haklı demokratik talepleri elde edinceye değin direnişimizi sürdüreceğiz.

Yaşasın devrimci tutsakların genel direnişi! „

Özgürlük ve için savaşan halklarımız yenilmez bir güçtürler!

Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!

Eskişehir tabutluğunu yıkacağız!

Tüm cezaevlerindeki (MLKP, DHKP-C, TKP(ML), TİKB, TKP/ML, TKEP-Leninist, EKİM Direniş Hareketi) TDP, THKP-C/HDÖ dava tutsakları adına;

M. Ali Çelebi, Şadi Özbolat, Mehmet Yeşilçalı, Canali Türkmen, Ökkeş Karaoğlu, Ümit Onursal Özat, Burhan Kartal, Ramazan Sadıkoğulları, Bülent Parmaksız, Mehmet Çiftçi

Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu Özgür Atılım sayı 12, s. 1

           

Emperyalizme ve Faşizme Karşı Güçlerimizi Birleştirelim Mücadeleyi Yükseltelim!

Faşist devletin ekonomik, siyasal ve toplumsal krizi hızla derinleşmekte ve yıllardır uygulanan savaş ekonomisi artık iflasla karşı karşıya bulunmaktadır.

M. Ağar, D. Güreş, N. Menzir, Ü. Erkan, S. Arıkan Bedük gibi ünlü kontrgerilla şeflerinin oluşturduğu meclis daha altı ayını doldurmadan işlevsizleşmiştir.

Holdinglerin ve tekellerin istemleri doğrultusunda MGK'nın direktifleriyle kurulan ANAYOL hükümeti daha üç ayını doldurmadan iflas ederken burjuvazinin iç çelişkileri derinleşmektedir. Ülke hükümetsiz olarak, MGK iktidarı ve kontrgerilla güçleri tarafından yönetilmektedir. Tüm ekonomik, siyasal ve toplumsal kararlar bu güçler tarafından alınıp uygulanmaktadır.

Faşist devlet siyasal istikrarını sağlamak ve çürüyen ve yok oluşa doğru giden sistemi ayakta tutmak için bütün gücüyle mevcut toplumsal muhale fete saldırmaktadır. Başta ABD gelmek üzere emperyalizmin açık desteğini alan devlet, çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan halklarına yönelik çok yönlü katliam ve saldırı gerçekleştirmektedir.

Faşizmin eşi görülmemiş katliamlarına rağmen devrim ve sosyalizm mücadelesi bastırılamamış ve gelişerek bugüne gelmiştir. îşçilerin, yoksul köylülerin, kent yoksullarının, gençliğin ve kadınların mücadeleleri, bütün baskı ve saldırılara rağmen her geçen gün gelişerek artıyor. Yığınlar korku duvarlarını aşarak ayağa kalkmış bulunuyorlar. Faşizmin topyekün saldırılarına karşı yığınların topyekün bir karşı koyuşu örgütlenmektedir.

Burjuvazi, bütün iç çelişkilerine karşın devrim güçleri karşısında tek vücut olmaktadır. En ufak bir sesi büyük bir kin ve öfkeyle bastırmaktadır. Yıllardır faşizmin saldırı ve katliamlarına karşı onurluca direnen ve politik kimliğinden asla taviz vermeyen özgürlük tutsaklarına yönelik büyük bir kat liam hazırlığı içerisinde olan MGK, kontrgerilla şeflerinden M. Ağar'ı görevlendirdi. Daha göreve başlamadan "çok can yanacak” diyen, insan katili eski polis şefi katliam gerçekleştirileceğinin mesajını verdi. Bütün MGK basını günler öncesinden gerçekleştirilecek katliamların psikolojik hazırlığını yaptı. Özgürlük tutsaklarına yönelik yalan ve iftira kampanyası başlattı. Tutsakları terörün kaynağı olarak göstermeye çalıştı. Ancak binlerce özgürlük tutsağı, kişiliksizleştirmeye, yozlaştırmaya, itirafçılaştırma ve ihanetçileştirmeye karşı bedenlerini ölüme siper etti. Politik kimliklerinden asla taviz vermeyeceklerini gösteriyorlar, direniyorlar ve kazanacaklar.

Faşizmin bu saldırıları karşısında binlerce insan her alanda ayağa kalkıyor ve protesto seslerini yükseltiyor. Kürd'ünden Türk'üne, Laz'ından Çerkes'ine, Alevi'sinden Sünni'sine kadar her ulustan ve mezhepten işçiler ve memurlar, gençler ve kadınlar, aydınlar ve sanatçılar, gecekondu, kent yoksulları seslerini korkusuzca yükseltiyor. Stadyumları açık cezaevi haline getiren burjuvazi, örgütlenerek gelişen toplumsal muhalefeti bastıramıyor, halkların kardeşliği mücadele içerisinde ilmek ilmek örülüyor, ortak devrimci mücadele hızla gelişiyor, saflar mücadele ve kavga içerisinde netleşiyor, devrim cephesi güçleniyor.

Faşist rejim dikkatleri dağıtmak için bu kez, HADEP kongresindeki bayrağı indirmeyi bahane ederek, kontrgerilla denetiminde çok yönlü bir saldırıya geçti. Toplumsal muhalefet cephesini bastırmak için hem psikolojik savaşla şovenizmi kışkırtıp desteklemekte hem de doğrudan saldırılara geçmektedir. Başta HADEP genel merkez yöneticileri olmak üzere yüzlerce insanın gözaltına alınması, birçok yerde HADEP binalarının bombalanması, daha soruşturma açılmadan DGM savcısının "Bu parti kapatılacaktır" açıklaması, Kürt halkına karşı çok önceden hazırlanan bir oyun olduğunu gösteriyor. Burjuvazi katliamlarla yok edemediği bir halktan başka bir biçimde intikam almaya çalışıyor. Son günlerde EP'e yönelik saldırılar da, faşizmin toplumsal muhalefete hiçbir koşulda tahammül edemediğinin bir diğer göstergesidir.

Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden işçiler, emekçiler!

Türkiye ve Kürdistan'da yükselen devrimci mücadelemiz, faşizme karşı ortak devrimci mücadelede bir moment yakalamış bulunuyor. Türk ve Kürt emekçilerinin, gençliğinin kent ve kır yoksullarının devrimci kavgayı büyütmesi ve faşizmi ateş çemberiyle kuşatması gerekiyor. Devrimin önümüze koyduğu olanakları değerlendirmek, işkencecilerden, katliamcılardan, vatan hainlerinden, hırsızlardan hesap sormak; sömürüye, zulme, katliamlara, köylerin yakılmasına, gözaltı kayıplarına, insanlık onurunun çiğnenmesine, yoksulluğa, ahlaki yozlaşmaya karşı, ortak bir devrimci mücadele gücü oluşturmak, faşizme karşı yürütülen devrimci mücadelenin güncel ve temel ihtiyacıdır. Bunun için biz aşağıda imzaları bulunan siyasal örgüt ve partiler; her türlü grupçu, sekter kaygı ve önyargılardan arınarak güçlerimizi, yeteneklerimizi, olanaklarımızı birleştirerek, ortak kültür ve gelenekler yaratarak ve yaşamın her alanında mücadele cephesini güçlendirme hedefiyle, belirli bir program ve siyasal gündemi olan, ülkemizde güncel siyasal gelişmelere müdahale yeteneği ve inisiyatifini gösteren bir süreç başlatmış bulunuyoruz. Biz, imzaları bulunan siyasal örgüt ve partiler ortak devrimci mücadelenin geliştirilmesi ve faşizme karşı daha güçlü çıkışların sağlanması için devrimci muhalefet güçlerinin birlikteliğinden yanayız. Bu görev ve sorumluluk bilinciyle görüşmelere başlamış bulunuyoruz.

Görüşmeyi Sürdüren Siyasal Örgüt ve Partiler

DHKC, Ekim, MLKP, TKP/Kıvılcım, TKP/ML, TDP, TİKB, ERNK, DHP

Kısaltılmış olarak Özgür Atılım, sayı 14, sf. 1

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi