Tüm Birlik Bolşevik Komünist ve Rusya Komünist İşçi Partisi’yle Görüşme

Sunuş:

Kasım 1994’de Moskova’da yapılan Uluslararası “Stalin Semineri” sırasında, MLKP-K temsilcisi yoldaşla Kuzey Amerika’da kurulu Alliance (M-L) adlı örgütün temsilcisi yoldaş, bu seminerin ev sahipliğini yapan Rusya Komünist İşçi Partisi ve Tüm Birlik Bolşevik Komünist Partisi’nin yöneticileri ile bir görüşme yaptılar. Dile getirdikleri görüşlerden de anlaşılabileceği gibi bu partiler, henüz Sovyet modern revizyonizmi ile ideolojik bağlarını bütünüyle koparmış olmaktan uzaktırlar. Ne var ki özellikle Tüm Birlik Bolşevik Komünist Partisi örneğinde çok daha açık bir biçimde görüldüğü gibi bu partiler Marksizm-Leninizm’e yönelmişlerdir. Dünden geleceğe uzanan kimliklerini karakterize eden budur. Siyasal açıdansa devrim cephesinde bulundukları aşikardır.

Marksist Leninist Komünistlerin TBBKP ve RKİP’e başlıca eleştirilerini şöyle özetleyebiliriz:

a) Stalin’den sonra Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restore edildiğini kabul etmelerine karşın, Kruşçev-Brejnev ve hatta Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği’nin sosyalist olduğunu düşünebilmekte, dahası bugün bile Rusya’da kapitalizmle sosyalizm arasındaki savaşımın -karşı-devrimin kesin bir zafer kazanmadığı ya da kapitalizmin tam olarak restore edilmediği anlamında- sürdüğünü,

b) Özellikle Rusya’da ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde proletarya diktatörlüğünün, kitlelerin devrimci şiddeti olmadan ve var olan devlet aygıtları zorla yıkılmaksızın yeniden kurulabileceğini, yani kapitalizmden sosyalizme barışçı yoldan da geçilebileceğini,

c) Ukrayna, Tacikistan ve diğer bazı ülkelerde, bir yere kadar klasik kapitalizme ve üretim araçlarının dar anlamda özel mülkiyetine karşı çıkmakla (ya da çıkar görünmekle) birlikte, onun yerine tekelci-bürokratik devlet kapitalizminin geçirilmesinden yana olan eski, revizyonist parti bürokrasisinin komünist ve böylesi bir dönüşümün sosyalist olarak nitelendirilebileceğini,

d) Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov dönemi Sovyetler Birliği’nin sosyal-emperyalist olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu (Tüm Birlik Bolşevik Komünist Partisi Çekoslavakya’nın ve Afganistan’ın işgalini doğru görmektedir.) vb. savunmaktadırlar. Ancak, 1980’li yılların sonlarında revizyonist SBKP’nin içinden çıkan ve Gorbaçov kliğinin çıplak revizyonizmine karşı oluşan bir tepki hareketi niteliği taşıyan bu partiler,

a) İdeolojik evrimlerini tamamlamamış olmanın yanısıra içlerinde farklı ve bir ölçüde karşıt eğilimleri de barındırmakta ve,

b) Görece geniş bir üye sempatizan kitlesine ve siyasal ortamın devrimci olduğu Rusya’da önemli bir siyasal ve örgütsel etkiye sahip bulunmaktadırlar. Bu koşullar altında giderek daha fazla sola yaklaşmakta ve Marksizm-Leninizm’den giderek daha fazla etkilenmekte olan bu partiler içinde yeni saflaşmaların olması ve Rusya’da oportünizmden ve revizyonizmden arınmış, kitlesel bir Marksist-Leninist komünist partisinin oluşması olanağının arttığı rahatlıkla söylenebilir. Bu iki partinin 1990 yılında hazırlanmış olan programlarının, bugünkü ideolojik konumlarını tam olarak yansıtmaması da, onların görece hızlı bir değişim süreci yaşamakta olmalarının bir sonucudur. Sosyal-demokratizme karşı çıkan, ama revizyonizmi neredeyse Kruşçev-Brejnev çizgisinden ibaret gören iki partide de, Fidel Castro’nun, Mao Zedung’un, Kim İl Sung’un vb. çizgilerini de Marksist-Leninist olarak görme eğilimi egemen gözüküyor. Uluslararası komünist hareket içindeki güçlerin de etkisiyle, özellikle Rusya Komünist İşçi Partisi, Enver Hoca’nın ve AEP’nin Marksist-Leninist çizgisine daha sıcak bakma eğilimi içindedir. Öte yandan, D. Perinçek’in İşçi Partisi adlı revizyonist çetesinin, özellikle Rusya Komünist İşçi Partisi’yle çeşitli kanallardan bağ kurmaya ve onu kendi sağ Maoist çizgisine çekmeye çalıştığı da biliniyor ve gö Onların bu çabaları, Kasım 1994’de Moskova’da yapılan Uluslararası “Stalin Semineri” sırasında MLKP-K temsilcisi tarafından bir ölçüde de olsa sergilendi. Ancak bu alanda daha fazla çaba harcanması gerekiyor.

Daha çok Leningrad’da, ama belli ölçülerde Moskova’da ve diğer kentlerde de örgütlü olan Tüm Birlik Bolşevik Komünist Partisi’nin 100.000 dolayında aktivistinin yanısıra 500.000 işçi ve emekçiyi çatısı altında topladığı sanılan Trudava Russiye (Rusya Emekçileri) adlı bir cephesel kitle örgütü bulunuyor.

Başında Zuganov’un bulunduğu Rusya Federasyonu Komünist Partisi, RKİP ve TBBKP’nin sağında yeralan ve sosyal-demokratik siyasal bir çizgiye sahip bir örgüt. 3-4 Ekim 1993’de parlamentonun bombalanması ve devrimci güçlerin ve kitlelerin de yer aldığı sokak çatışmalarının ardından Yeltsin kliği, Rutskoy-Hasbulatov kliğini devredışı bırakmış, ardından da Moskova’da sıkıyönetim ilan etmişti. Bu olayların ardından 12 Aralık 1993’de yapılan genel seçimlere, 3-4 Ekim 1993 olayları sırasında yapılan katliamı protesto amacıyla katılmayan RKİP ve TBBKP’nin tersine katılan RBKP, 450 üyeli Duma’da 64 sandalye elde etmişti. RKİP ve TBBKP, yabancı sermayeye karşı ulusal sermayenin çıkarlarını savunduğunu belirttikleri 300.000 üyeli RBKP’nin tabanında çok sayıda komünist ve komünizm sempatizanı bulunduğunu belirtiyorlar. Yazılı bir programı olmayan ve orta erimde dağılmaya ve devrimci öğelerini, RKİP ve TBBKP yararına yitirmeye aday gözüken RBKP’nin 1994’ün ikinci yarısında yapılan son kongresinde, Zuganov’un başını çektiği parti önderliği sert eleştirilere ve sosyal-demokratik bir çizgi izlediği yolunda suçlamalara hedef oldu.

RKİP Yöneticisi V. ANPİLOV ile Görüşme

Tanışma sözlerinden sonra söz alan (Rusya Komünist İşçi Partisi Yöneticisi) Anpilov, Uluslararası “Stalin Semineri”nin kendileri için bir ilk deneyim olduğunu, gelecekte de buna benzer toplantılar düzenlemeyi düşündüklerini belirtiyor ve insanın insan tarafından sömürülmesine ve bunun kaynağı olan özel mülkiyete karşı savaşım veren komünistlerin, ideallerini kararlılıkla savunmaları gereğine değiniyor. Rusya’daki komünistlerin başka ülkelerdeki, kendi hak ve çıkarları uğruna savaşım veren işçilerin ve halkların deneyimleri konusunda bilgilenme gereksinimi duyduklarını anlatan Anpilov komünist parti ve gruplar arasında daha yoğun bir enformasyon akışından ve daha sıkı ilişkilerden yana olduklarını dile getiriyor. Gene o, uluslararası komünist hareket içinde sosyal-demokratizme, oportünizme ve revizyonizme karşı savaşımı son derece önemli gördüklerini, Sovyet halkının ikinci dünya savaşında faşizme karşı kazandıkları zaferin 50. yıldönümünde ( Mayıs l995) komünist güçlerin yeni bir uluslararası toplantısının yapılmasını gerekli gördüklerini belirtiyor. Kendisinin bir bilim adamı değil bir militan olduğunu söyleyen Anpilov sözlerine şöyle başlıyor:

Uluslararası komünist hareket içindeki sosyal-demokrat eğilime karşı savaşımı geliştirmek çok önemlidir. Rusya’daki geriye dönüşün asıl nedeni de budur. Asıl savaşım, kapitalizmle sosyalizm arasındaki savaşımdır. Rusya’da bu savaşım bitmemiştir. Sosyalizm düşmanları henüz kesin bir zafer kazanmamışlardır. Uluslararası komünist hareket, Rusya’daki sosyalist yanı desteklemelidir. Biz North Star Copass’ın (Kanada’da “Sovyet Halkının Duyarlı Dostları” adlı bir dernek tarafından yayınlanan aylık dergi-bn) yalnızca bizim partimizi desteklemesini istemiyoruz. Sovyetler Birliği ile ilgili tüm materyalleri toplamanız ve bunları İngilizce olarak yayımlamanız son derece önemli ve yararlı bir iş. Ama biz, komünist idealler uğruna savaşım verilebileceğini ve verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Demokrasi aynı zamanda ve çoğulculuk uğruna savaşmadan değil, komünizm uğruna savaşmadan söz ediyorum. Demokrasi terimi, düşmanlarımıza aittir. Genel olarak demokrasi değil, ama sosyal-demokrasi olumlu bir geçmişe sahipti; o, emekçi halkın iş ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinde önemli bir rol oynadı....

Eğer Nina Andreyeva bizim gazetemizde yazmak isterse ona sayfalarımızı seve seve açarız. Bu birlik ortamını güçlendirecektir. Komünistlerin birliği olayında esas olan söz değil eylem olmalıdır. Burada, Zuganov’un partisine, Rusya Federasyonu Komünist Parti’sine değinmek istiyorum. Bu partinin tabanı, kitlesi komünisttir. Ancak, Zuganov yoldaş ulusal sermayeyi desteklediğini söylüyor. Biz ulusal sermaye ile uluslararası sermaye arasında önemli bir ayrım görmüyoruz. Uluslararası sermaye ulusal sermayeyi, ulusal sermaye de uluslararası sermayeyi destekler. Dolayısıyla, biz de başka ülkelerin komünistlerinin desteğine gereksinim duyuyoruz...Biz, Zuganov’un partisinin tabanının, liderlerinin sosyal-demokratik görüşlerine hoşgörü ile bakmasını kabul etmeyiz. Aynı durum Gorbaçov’la partinin tabanı arasındaki ilişkide de görülmüştü. Lenin’in de dediği gibi, gerçek bir M-L partide her militan liderlerden, liderler de her militandan sorumlu olmalıdır. Böyle olmadığında işçileri ve halkı aldatmış olursunuz...

Stalin büyük bir addır. Ama İtalya’daki yoldaşların yaptığı gibi, Stalin’in adını yineleyip durmanın ötesinde bir şey yapmayanlar, bununla yetinenler, uluslararası komünist harekete yarardan çok zarar getirecektir. Böyle bir tarz, insanı komünist yapmaya yetmez. Stalin, emekçilerin ve sosyalizmin düşmanlarına göz açtırmadı. Stalin’i savunmak böyle yapmakla olanaklıdır.

(Bu arada Kanadalı yoldaş, Anpilov’un, Amerikalı ve Kanadalı Marksist-Leninistlerin Ocak 1995’de yapılacağını belirttiği ilk kongrelerine davet ediyor. Anpilov’un bu kongrede konuşmasının, eski Sovyetler Birliği’nde neler olup bittiğinin anlaşılmasına önemli katkıda bulunacağını, durumu iyi kavramayan bir çok içtenlikli devrimcinin üzüntü içinde olduğunu, sorunu yakından gözlemleyen biri olması nedeniyle onun vereceği bilgilerin Kuzey Amerikalı yoldaşlar için büyük değer taşıyacağını söylüyor. Anpilov’da daveti olumlu karşılıyor ve kararı parti MK tarafından kesinleştirileceğini belirtiyor.)

Stalin’den önceki partiyi-partileri karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Stalin’den önce ve sonra, ülkenizdeki komünist hareketin durumunu karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuca varıyorsunuz?

Stalin zamanında devleti yöneten bir parti olarak SBKP, kendi tabanıyla, işçilerle bağı olan bir partiydi. Stalin’in ölümünden ve 1956’daki 20. Kongreden sonra Kruşçev partinin sınıfsal niteliğini yadsıdı. Bu dönemde parti, sınıfsal niteliğinden uzaklaşmaya başladı. Bu siyasal revizyonizmi ekonomik revizyonizm izledi. 1972’de Kosigin ve Brejnev’in gerçekleştirdikleri ekonomik reformlar, kârı merkeze koydular. Stalin zamanında ekonominin amacı, emekçi kitlelerinin istemlerinin karşılanmasıydı. Bu sosyalizmin temel hedefidir. Stalin’den sonra, ilk başta siyasal revizyonizm geldi; sonra sosyalizmden kapitalizme dönüş başladı. Ve kâr, ekonomik etkinliğin başlıca amacı haline geldi. Özetlemek gerekirse, daha sonra adım adım kapitalizmin restorasyonu gerçekleştirildi.

Kruşçev ve onun siyasal revizyonizmi üzerinde biraz daha durabilir misin?

Kruşçev’in revizyonizminin temeli, partinin sınıftan koparılmasından oluşuyordu. Ona göre, sınıf savaşımı artık sona ermişti. Bu basit bir hata değil, komünist harekete karşı işlenmiş bir suçtu. Bu revizyonizm aynı zamanda idealist bir tarih görüşü doğrultusunda atılmış bir adım anlamına geliyordu. Sınıflar, bizim düşüncemizden bağımsız olarak vardırlar. Sınıflar var olduğu sürece sınıf savaşımı da var olmaya devam edecektir. Kruşçev idealizme vardı ve idealizm kaçınılmaz olarak onu burjuva felsefesine götürdü. O ekonomi alanında da bazı denemelere girişti. Materyalist bakış açısından uzaklaştığı ölçüde o, ekonomiyi volontarist bir yaklaşımla yönetmeye başladı...

Kruşçev, Sovyet ve Çin halklarını karşı karşıya getirdi. Bu, uluslararası komünist harekete karşı işlenmiş büyük bir suçtu. Kruşçev iki büyük partiyi karşı karşıya getirdi ve uluslararası komünist hareket içinde bir bölünme başlattı. O önceleri Kübalılar’a kendilerini savunmaları için füze verdi. Daha sonra ise, F. Castro’nun itirazlarına karşın bu füzeleri Küba’dan çekti. Bu, Küba halkına ve Castro’ya saygısızlıktı. Kruşçev, diğer partilerle ilişkilerinde şovenist bir tutum takındı; başka ülkelerden yoldaşlara değer vermedi. Her ülkenin devriminin kendine özgü sorunları ve kendi özgünlüğü vardır. Kruşçev bunları dikkate almadı, diğer partilere karşı yoldaşça bir davranış göstermedi.

Sizin, Kruşçev’in, başka ülkelerin partileriyle kardeşçe ilişkilere son verdiğini düşündüğünüzü görüyoruz. Peki, Kruşçev’in sosyalizme barışçı yoldan geçilebileceğini savunması da onun revizyonizminin bir belirtisi değil mi?

Komintern’in Başkanı Georgi Dimitrov, savaşımın biçiminin güç ilişkilerinin durumuna bağlı olduğunu söylemişti. Öyle olabilir ki, güç ilişkileri (ya da dengesi) yarın, sosyalizme barışçı geçişe olanak verebilir. Bugün Rusya’da, Sovyetler Birliği’nde barışçı savaşım olanakları vardır. Biz kendimizi, burada Rusya’da karşı-devrimi durdurmakla ve 1917 Ekim Devrimi’ni sürdürmekle yükümlü görüyoruz. Bu bizim, uluslararası komünist harekete karşı da bir yükümlülüğümüzdür. Araçlar, yollar değişebilir. Geçen Ekim ayında (Ekim 1993’te parlamentonun bombardıman edilmesi-bn) düşmanlarımız, askeri güç kullanmaya hazır olduklarını gösterdiler. O halde bizim de bu olasılığı hesaba katmamız gerekir. Fakat bu, elimize silah alıp sokağa çıkmak anlamına gelmiyor. Ordunun içinde çalışmalıyız, kitleler içinde siyasal çalışma yapmalıyız vb. Köylülerin ve işçilerin oğulları olduklarını gözönüne aldığımızda, generallerin bile Yeltsin’in dostları olup olmadıkları tartışmalıdır. Dolayısıyla burada, askeri yoldan karşı-devrimi durdurmak, her alanda, bütün cephelerde çalışmaktan geçer. Lenin “Marksizm ve Ayaklanma” adlı makalesinde bu konuyu işledi.

Kruşçev’in reklamını yaptığı barışçı yol, Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerde çok daha büyük bir yanılsama anlamına geliyordu. Başka ülkelerde, burjuva demokrasisi konusunda çok daha yaygın bir hayal birikimi vardı ve dolayısıyla barışçı yol sorununa ilişkin bu yanılsamalar -özellikle burjuva-demokratik ülkelerde- çok önemli bir sorundu.

Sosyalist bir ülke olarak Sovyetler Birliği’nin varlığı, devrimci hareketin gelişmesi için büyük bir destekti. Sosyalizme barışçı geçiş olanağının doğmuş olması, Kruşçev’in bir erdemi değil, Büyük Ekim Devrimi’nin bir armağanıydı. Barışçı yolun mu, askeri yolun mu geçerli olacağı, yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerin değil, diğer ülkelerde de güç ilişkilerine bağlıdır. Hiç bir olasılığı dışlayamayız. Marks’ın kendisi de, iki ayrı yoldan söz ediyordu. Marksizm’e göre sosyalizm ve komünizm tarihin doğal gelişmesinin ürünüdürler.... Ama sosyalizme geçiş ancak proletarya diktatörlüğüyle olur. Olayın özü, esası budur. Biz bu ülkede sosyalizmi restore ettğimizde proletarya diktatörlüğü kurulacaktır. Ama bu, nüfusun çoğunluğunun, yalnızca emekçi halkın değil, toplumun çoğunluğunun çıkarlarını gözeten bir diktatörlük olacaktır. Diyalektiğe göre, bu diktatörlük, insanlığın demokrasi doğrultusunda önemli bir ileri adım atması anlamına gelecektir.

Size göre, Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonu ne zaman tamamlandı ya da başladı?

Rusya’da kapitalizm ile sosyalizm arasındaki savaşım sürmektedir. Ekim Devrimi’nden sonra toplumun bir kesimi, insanlığın bir kesimi sosyalizme karşı savaşımını sürdürdü. O zaman genç bir politikacı olan Churcill, Bolşevik devrimini beşikteyken boğmak gerektiğini söylüyordu. İkinci Dünya savaşına gelindiğinde faşizm, tüm insanlık için bir tehdit haline gelmişti. O zaman, ancak sosyalizmin insanlığı faşizm felaketinden kurtarabileceği görüldü. (1953-59 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanı-bn.) John Foster Dulles, sosyalizmi cepheden bir savaşla yenemeyeceklerini söyledi. Bu yüzden emperyalistler, Sovyetler Birliği’ni çökertmek için örgütledikleri gizli savaşta milyonlarca ve milyonlarca dolar harcadılar.. SSCB’nde kapitalizmin restorasyonu tehlikesi, demek ki, Ekim Devrimi’nin yapıldığı günden beri hep vardı... Dünyada koşulların devrim için daha elverişli hale gelmesini bekleyemeyiz. Biz Rus komünistlerinin uluslararası komünist harekete karşı görevi, burada, Rusya’da karşı-devrimi durdurmaktan geçiyor. Ve bizim dayanışma gereksinimimiz var. Çünkü komünizmin geleceği, burada, bu ülkede belirlenecektir. Dolayısıyla, lütfen bizim dayanışma dileğimizi ve çağrımızı yoldaşlarınıza iletin.

Bu dileğinizi gereken yerlere ileteceğimizden emin olabilirsin yoldaş. Sormak istediğimiz bir başka konu ise Rusya’daki değişik komünist örgütlerin programatik farklılıkları konusu. Bu konuda neler düşündüğünüzü söyleyebilir misin? Birliğin, savaşım yoluyla elde edilmesi ve ilkeli olması gerektiğinden sözetmiştin. Bizim burjuva basının parıltılı sayfalarına yansıyan haber ve bilgilerden ciddi ve güvenilir sonuçlara varmamız olanaksız. Türkiyeli komünistler, bu farklılıkları özellikle merak ediyorlar. Öte yandan, Kanada’da komünistlerin birliği konusunda büyük bir ideolojik karışıklık yaşanıyor.

North Star Cumpass’ın tarzı çok iyi. Çünkü İngilizce evrensel bir dil. Sizin ülkenizde, bizim de yardımımızla teorik bir dergi çıkarılabilir.. Dünyanın her yanındaki komünist örgütlerin önde gelen kişilerinden, partilerin temel sorunlara ilişkin görüşlerini dile getirmeleri istenebilir. North Star Compess’ta çoğunlukla Rusya’yla ilgili haberler çıkıyor. Ama, komünist hareket evrensel bir olay. Bu hareket nedir, biz ne istiyoruz? Temel sorun budur. Zenginliklerimizi, deneyimlerimizi birbirimize aktarabilmeliyiz. Bu, büyük bir adım olurdu. Eğer bunu yapabilirsek, o zaman yüzyüze gelebiliriz. İtalya’ya bir bakın. Yeniden Kurulmuş Komünist Partisi. Bu, komünist bir partidir. Değişik kentlerde bir dizi başka örgüt var. Onlara, Yeniden Kurulmuş Komünist Partisi içinde komünistler olup olmadığını sorduğumda bana olumlu yanıt veriyorlardı. Yeniden Kurulmuş Komünist Partisi’nin komünist olup olmadığını sorduğumda ise, olumsuz yanıt veriyorlardı. Aynı görüntüye Zuganov’un partisi bağlamında rastlıyoruz.

Zuganov’un partisi, programına uygun bir etkinlik sürdürüyor mu?

Zuganov’un partisinin bir programı yok. Tezleri ve görüşleri sosyal-demokrat nitelik taşıyor. Onlar, özel mülkiyet ile toplumsal mülkiyetin barış içinde bir arada yaşamasını savunuyorlar. Sonra, “halk iktidarı” biçiminde soyut bir tezleri var. İktidar ya burjuvazinin elindedir, ya da proletaryanın. Üçüncü bir yol, ara bir yol yoktur ve olamaz.... Zuganov’un partisi, ulusal sermayenin çıkarlarını savunuyor. Oysa Lenin, Rusya’da özel mülkiyeti savunan bu partinin tersine, bunalımdan çıkmanın yolunun özel mülkiyetin kaldırılmasından geçtiğini söylemişti. Zuganov, toplumsal devrimin önemini, en azından kabul eder görünüyor. Ama bu tutumu, savaşımın, ürünü sonucudur. Komünist hareket büyük bir tehlikeyle yüzyüzedir. Bazıları, Komünizm bayrağı altındaymış gibi gözüküyorlar; ama aslında komünizme düşmandırlar..... Uluslararası komünist hareketin birliği yeniden sağlanmalı ve Komintern’i -biçiminin nasıl olacağından bağımsız olarak tartışıyorum- yeniden diriltmeliyiz. İlkelerimizi savunmak zorundayız. Kim olduğumuzu, neyi savunduğumuzu açık bir biçimde ortaya koymalıyız.

Sizin partinizle Nina Andreyeva’nın Partisi (Tüm Birlik Bolşevik Partisi-bn.) arasında ne gibi programatik farklılıklar var?

İki parti arasında ciddi bir görüş farkı yok. Bizim partimiz başından beri bir eylem partisi olmuştur. Komünistlerin görevi, yalnızca birşeyler söylemek ya da yazmak değil, en zor koşullarda bile bir şeyler yapmaktır. Örneğin, N. Andreyeva, sosyalist devrimi bir ikinci baskısından, biz ise sosyalist devrimin sürdürmekten söz ediyoruz. Ve biz eyleme geçtik. Tüm Birlik Bolşevik KP’den bir çok yoldaş fabrikalardaki ve sokaklardaki savaşımlarda bizimle birlikte hareket ediyor. Biz, iki partinin birliği için savaşım vermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir sorunumuz var. Belki de bunun gerçekleşmemesinde önderler arasındaki yarışmanın bir rolü vardır. İki partinin de liderlerinin Moskova’da kalmadıkları, Moskova’nın uzağında başka yerlerde kaldıkları biçiminde spekülasyonlar var. Moskova’da daha güçlü bir biçimde savaşım vermeliyiz. Çünkü ülkenin siyasal merkezi burasıdır.... N. Andreyeva’nın partisiyle bizim partimiz arasında ciddi bir programatik farklılık yoktur. N. Andreyeva bir teorisyen olarak Rus komünist hareketi içinde son derece önemli bir rol oynamaktadır.

Arnavutluk’u ve Enver Hoca’yı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eskiden Arnavutluk’u ve Enver Hoca’yı çok az tanıyorduk. Hoca’nın teorik görüş açısını ve uluslararası komünist hareket içinde oynamış olduğu rolü şimdi yeni yeni değerlendirmeye başlıyoruz. Dolayısıyla şu anda bir şeyler söylemem zor. Uluslararası komünist hareket içinde yalıtıldığı tüm bir dönem boyunca, Hoca’nın takındığı tutuma saygı duyuyoruz. SBKP’nin AEP’ni yalıtması, Kruşçev’in siyasetinin, SBKP’nin şovenist siyasetinin bir sonucuydu.... Biz uluslararası komünist hareket içinde değişik bakış açılarının olabileceğini, çoğulculuğu kabul ederiz. Ancak doğru tektir. Dolayısıyla, tek olan doğruya ulaşma savaşımını da kabul ederiz. Materyalistler, her konuda tek doğru olduğunu savunurlar. Ya Zuganov komünisttir ve o durumda Anpilov komünist değildir, ya da Anpilov komünisttir ve o durumda Zuganov komünist değildir... Ve şu da çok önemlidir: Tek başına olan, partisiz olan kişi bir hiçtir. Savaşımı, ancak parti aracılığıyla sürdürebiliriz. Fakat bir ülkede birden fazla komünist partisi olamaz. Bunun, gerçekleştirilmesi ne denli güç bir iş olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bizim için önemli olan ilkelerdir. Andreyeva ve partisiyle birlik konusunu bu bağlamda anlamanız gerekir.

Bununla bağlantılı olarak Komintern konusuna değinmek istiyorduk. Yeni bir enternasyonalin kurulması olanakları ve bunun zamanlanması konusunda neler düşünüyorsunuz?

Ben Komintern’den yanayım; ancak bu konunun ihtiyatlı bir biçimde ele alınması gerekiyor. İşlerin ve uluslararası komünist hareketin birliğinin temposunu hızlandırmak komünistlerin görevidir elbette. Ama bu, 1930’ların Komintern’inin yinelenmesi olmayacaktır. Komintern olmaksızın, tüm dünyada komünistlerin birliğini sağlamaksızın burada, Rusya’da zafer kazanmak olanaksızdır.

Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Azerbaycan’daki durum ve Türkiye’nin bölgeyle ilişkisi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Biz komünist bir dünyadan, iktidarın emekçilerin elinde olacağı bir dünyadan yanayız... Orta Asya bölgesine nüfuz etmeye çalışan güçler arasında Türkiye de yer alıyor. Türkiye, kısmen dinin yardımıyla, ama daha çok bir burjuva devlet olarak bölgeye girmeye çalışıyor. Öte yandan, Suudi Arabistan tarafından desteklenen bir islami yayılma var. Biz şu anda bu yayılmaya karşı direnebilecek bir güçten yoksunuz. Ancak, Orta Asya Cumhuriyetlerindeki komünistler üzerlerine düşeni yapıyorlar. Tacikistan’daki seçimin sonuçlarına bir göz atalım. Bu ülkenin ekonomik durumu çok kötü. Tacikistan, Rusya’nın emperyal hırsı nedeniyle değil, coğrafik ve doğal nedenlerden ötürü Rusya’ya bağımlıdır. Rusya kapitalizmden kurtulmadan Tacikistan’ın tam kurtuluşu olanaksızdır. Bu ülkede devlet başkanlığı seçimlerinin sonucu komünistlerin güçlenmekte olduklarını gösteriyor. Ancak, güçsüz oluşu yüzünden Tacikistan, askeri ve ekonomik bakımlardan Rusya’ya bağımlıdır. Gerek bu cumhuriyet ve gerekse Rusya için, bunalımdan çıkış yolu, sosyalizmin ve SSCB’nin restore edilmesinden geçmektedir.

Bir ölçüde değinmiş olduğunuz bir başka konuya geçelim. Rusya’nın Akdeniz ve Balkanlar’daki rolünü biraz daha açarmısın? Ülkenizin, Balkanlar’la ilişkisi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Genel olarak dünyadaki durumu incelemeden Balkanlar’daki durumu anlayamayız. Sovyetler Birliği’nin bir devlet olarak ortadan kalkmasından sonra dünyada barış kalmamıştır. Somali’yi, Ruanda’yı, Haiti’yi, Irak’ı vb. anlamadan Balkanlar’ı anlayamayız. Şimdi Akdeniz’de Sovyet donanması yok. Buna karşın bölgede daha fazla askeri etkinlik var. NATO yalnızca Akdeniz’de değil, Balkanlar’da ve Karadeniz’de de gücünü ve etkisini artırmaya çalışıyor. Bu denizde kıyısı olmadığı halde ABD ve bağlaşıkları Karadeniz’e de egemen olmaya çalışıyorlar. ABD ve NATO, Türkiye’nin askeri gücüne de dayanarak yapmaya çalışıyor bunu. Bu siyaset, bölgeye barış değil, savaş getirir.

Son sorumuz, diğer cumhuriyetlerdeki komünistlerle ilişkileriniz üzerine olacak. Partiniz, esas olarak Rusya’da mı örgütlüdür? Yoksa diğer cumhuriyetlerde de kardeş partileriniz var mı?

Diğer cumhuriyetlerde komünizmin ilkelerini savunan ve bizim dostlarımız olan kardeş partiler var. Sovyetler Birliği’ndeki komünist hareket açısından en önemli ülke Rusya’dır. Biz Diğer cumhuriyetlerdeki komünistlerle -örneğin Ukrayna ve Belorusya örneklerinde olduğu gibi- ilişki kurmaya karşı değiliz. Ancak, biz başka ülkelerdeki komünistlerin içişlerine karışma yanlısı değiliz. Geçenlerde Kiev’de büyük bir gösteri oldu. Şimdi komünist partisi Ukrayna’da parlamenter yoldan yeniden iktidara gelmiş bulunuyor. Bu, sosyalizme barışçı yoldan geri dönülebileceğini gösteriyor. Bu, Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin bir özgünlüğü. Biz bu savaşımı destekliyoruz. Eğer Ukraynalı komünistler, elkonmuş olan parti mülklerinin bir bölümünü geri alabilirlerse, bizim de burada böyle bir girişimde bulunmamız gerekir. Eğer Zuganov komünist ise, partinin mülklerinin geri verilmesini istemeli, bunun için savaşım vermelidir. Komünistçe davranmak böyle olur yoksa ulusal sermayeyi savunmakla olmaz. Eğer Ukraynalı komünistler bunu yapabiliyorlarsa çok iyi; bu bize de verilmiş bir destektir. Bizim Tacikistanlı ve Gürcüstanlı komünistlerle çok iyi ilişkilerimiz var. Ancak bunlar kendiliğinden gelme ilişkilerdir. Bu ilişkileri sürdürmek çok zor oluyor.

Tüm Birlik Bolşevik Komünist Parti Yöneticisi A. LAPİN’le Görüşme

Partimiz, Rusya’daki durumu, ulusal bir çöküşün eşiği olarak değerlendirmektedir. Resmi verilere göre bile, nüfusun % 93’ü, resmi yoksulluk sınırının altında bir yaşam sürdürmektedir ve nüfusun % 45’i minimum fiziksel gereksinimlerini karşılayabilecek durumda değildir. Rusya devlet televizyonu bile, soğukta ölen insanlar ya da açlıktan bayılan insanlar olgusunu gizleyemiyor. Eğitim, bilim ve kültür etkinlikleri hemen hemen durmuştur. Resmi verilere göre geçen yıl (1993) ülkemizin kentlerinde ve kırlarında 150.000 kişi cinayete kurban gitmiştir. Sovyet ordusu dokuz yıl süren Afganistan savaşında 14.000 asker yitirdi. Bu, ülkemizdeki insanların öldürülme olasılıklarını, Afganistan’da savaşan askerlerinkinin yüz katı olduğunu göstermektedir. Üretim düşmekte, ülkenin yıkımı ilerlemekte ve soğuk ve açlık çok sayıda insanın ölümüne yol açmaktadır. Sınai yapımız bütünüyle çökmek üzeredir. Geçen yıl, ekime ayrılmış alanların % 90’nı gübrelenemedi. Petrol, kereste diğer hammaddeler ve yapay gübre, damping fiyatlarıyla ihraç edilmektedir. Politik görüşleri farklı da olsa pek çok kişi, Rusya’nın bir soykırımla karşı karşıya olduğu görüşünde birleşmektedir. Geçen yıl Rusya’nın nüfusu % 13 oranında azaldı. Gene geçen yıl, Leningrad’da doğan çocukların sayısı, bu kentin Büyük Yurtsever savaş’taki (900 gün süren-bn.) kuşatması sırasında doğan çocukların sayısından daha azdı. İç siyaseti tam bir fiyasko olan bu rejim, ancak bir soykırım rejimi olarak nitelendirilebilir. Tarih, iç siyaseti fiyaskoyla sonuçlanan rejimlerin bunu maceracı bir dış siyasetle örtmeye çalıştıklarını göstermektedir. Ülkemizde faşist bir rejimin kurulması olasılığının artmasının nedeni işte budur. En azından son dönemde, Rusya yönetiminin büyük devlet şovenizminin belirtileri gösterdiği ortadadır. Bu yüzdendir ki, bugünkü yönetimin Kafkasya siyaseti kaygı yaratıyor. Tarih Rusya’nın sosyalist bir ülke olması ya da yok olması dışında bir alternatifin olmadığına karar vermiştir. Ulusumuz ya ortadan kalkacak, ya da sosyalizmin kızıl bayrağı altında yeniden dirilecektir. Rusya’daki bu günkü rejimi para, kredi ya da diplomasi yoluyla destekleyenlere, bu ülkede faşist bir diktatörlüğün kurulması halinde bunun, kendilerinin denetimi altında kalabileceği yollu düşüncelerinin ham bir hayal olduğunu anımsatırız. Rejimin Kafkasya ve Orta Asya siyasetinin yakından izlenmesi, onun giderek daha fazla, büyük devlet şovenizmi siyaseti haline gelmekte olduğunu gözler önüne serecektir. İç siyaseti fiyaskoyla sonuçlanan bütün rejimlerin çareyi, maceracı bir dış siyasete yönelmede aramaları nesnelerin doğası gereğidir. Bu rejimlerden kaynaklanan tehlikeleri ortadan kaldırmanın yolu, bu rejimi ortadan kaldırmaktan geçer. Rusya’nın nükleer bir devlet olduğu, Rusya’da çok sayıda nükleer güçle çalışan elektrik santrali ve kimya işletmesi olduğu ve bir siyasal istikrarsızlık durumunda bütün bunların, Çernobil felaketinden çok daha kötü ve çok daha tehlikeli bir çevre felaketine yol açabileceği unutulmamalıdır. Etnik gerginliklere gelince, bu sorunların çözümünün tek yolunun da SSCB’nin yeniden kurulmasından geçtiğini belirtmeliyim. Bu iki yoldan yapılabilir: Birincisi, tekelci burjuvazinin yoludur; ama bu, SSCB’nin değil, Rus Çarlığı’nın ikinci baskısı olur. İkincisi, SSCB’nin tabandan restore edilmesidir; Ekim devriminin bir ikinci baskısı ve ülkemizde sosyalizmin restorasyonu. Tarih, bu ülkede SSCB olmadan sosyalizmin ve sosyalizm olmadan SSCB’nin olamayacağı kararına varmıştır. Ve sosyalizm olmadan, dünyanın altıda birini kaplayan bu topraklarda sosyalizm olmadan barış olamayacağı gibi, Rusya sosyalist olmadan onun komşuları da barış yüzü görmez.

...Zuganov’un Krasnoyarsk’taki konuşmasından, ABD sermayesinin, onun partisinin -Rusya Federasyonu Komünist Partisi- iktidara gelmesine yardımcı olacağı anlaşılıyor. Eğer bu parti iktidara gelirse bu, kapitalizmin, sosyalizmin kızıl bayrağı altında kurulması anlamına gelecektir. Bunun sosyalizmle, uzaktan yakından bir ilgisi olmayacaktır. Bu, Latin Amerika ülkelerinde görülen bağımlı kapitalizmin sosyal-liberal bir ikinci baskısı olacaktır. Zuganov’un partisi, bugünkü durumuyla sosyal-demokrat bir parti bile sayılamaz. O, klasik türden bir liberal parti durumuna gelmiştir. Çünkü Sosyal-demokratlar, proletarya diktatörlüğüne kadar götürmemekle birlikte sınıf savaşımı olgusunu kabul ederler. Rus işçileriyle Rus kapitalistlerinin dayanışmasından söz eden Zuganov, sınıf savaşımı düşüncesinin kendini reddetmektedir. Bu yüzden biz, başlıca görevimizin Zuganov’un neo-Gorbaçovist partisini siyasal olarak yenilgiye uğratmak olduğunu düşünüyoruz. Sovyet komünistleri acılı ve kanlı deneyimleri sonucunda, Marksizm-Leninizm’den sağa ya da ‘sol’a herhangi bir sapmanın eninde sonunda revizyonizme ve karşı-devrime yol açtığını öğrendiler. Bu yüzden bu gün, temel görevlerimizden biri, Lenin’in ve Stalin’in kızıl bayrağının arılığını korumak, revizyonizmin sağ ya da ‘sol’ tüm belirtilerini ortaya çıkarmak, eleştirmek ve mahkûm etmektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi