Anayasal Çözüm Tartışmaları Ve AKP'nin Yeni Anayasa Paketi

Yeni Anayasaların, yeni sınıfsal iktidarların ya da yeni sınıfsal güç ilişkilerinin ürünü olduğu bilinen bir gerçektir. Devrimler ve karşı devrimler programlarını, ilan ettikleri anayasada resmileştirirler. Verili bir devlet biçimi altında egemen sınıfın yönetme koşullarındaki köklü değişiklikler de yeni anayasa sorununu gündemleştirebilir. Bu, günümüzdeki tipten bir yönetememe krizinin sonucunda da ortaya çıkabilir, SSCB’de ‘36 anayasasında olduğu gibi toplumsal sınıfların yeni durumu tarafından da koşullanabilir. Belirli bir sınıf iktidarı altında egemen sınıf diktatörlüğünün biçiminden bağımsız olarak, ekonomik düzen ve devletin sınıfsal karakteri anayasanın değişmez özü olarak kalır. Uzağa gitmeye gerek yok; 1921, 1924, 1960, (1971), 1982 anayasalarının hangi koşullarda ve nasıl ortaya çıktıkları ve 1921 sonrası anayasalarda değişmez özün ne olduğu gözler önündedir. Uzun yıllardır, başta TÜSİAD olmak üzere, burjuvazinin çeşitli kesimlerine ait örgütlerin ve değişik burjuva partilerin çekmecelerinde hazır tutulan yeni anayasa taslakları, egemen sınıf ve güçlerin yönetme koşullarındaki köklü değişikliklerin; devlet krizi biçiminde derinleşmiş yönetememe krizinin dışavurumudur.

Burjuvazi, faşist MGK diktatörlüğüyle yönetemez halde. Başta Kürt halkı olmak üzere, işçiler ve ezilenler özgürlük talebini çeşitli biçimlerde ortaya koyuyorlar. Politik İslamcı güçlerin 2002 Kasım ve 2007 Temmuz genel seçimlerinde elde ettiği başarılar diktatörlüğün laiklik çerçevesini ve MGSB’nin “iç düşman ve öncelikli tehditlerden biri olarak irticayla mücadele” programını aynı biçimde sürdürmesini belirgin tarzda zorlaştırdı. Generaller Partisi ile AKP’yi destekleyen kitleler nesnel olarak karşı karşıya geldi.

Egemen sınıf ve güçlerin iç ilişkilerinin yeniden düzenlenişinin de belgesi olacak yeni bir anayasa için, henüz generaller blokunun direnci kırılabilmiş değil. O nedenle, son onbeş yıldır çokça anayasa tartışması tüketilmesine karşın, durum, AKP hükümetinin 2007 seçim başarısına yaslanarak hazırladığı anayasa taslağını rafa kaldırmasının ötesine geçemedi.

Bu dönem boyunca faşist ‘82 anayasasında yapılan ve üçte birlik orana ulaştığı açıklanan onlarca değişiklik ise, Türk burjuvazisinin ve uluslararası tekellerin ekonomik, mali, hukuksal ihtiyaçlarına dönüktü. Böylelikle örneğin emperyalist küreselleşmenin gerekleri yerine getirildi. IMF direktiflerine uyum sağlandı. AB’ye üyelik ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı düzenlemeler yapıldı. Halklarımızın mücadelesinin ürünleri ise; Kürtçe yasağında, dolayısıyla Kürt halkımızın ulusal inkarında açılan gedikler, işkence suçuyla ilgili hükümler vb. sonuçlarla sınırlı kaldı. Faşist MGK diktatörlüğünün anayasal ve yasal çerçevesine dokunulamadığı için, egemen sınıf ve güçler arasındaki yönetememe krizine anayasal çözüm arayışlarının yol açtığı iç mücadele sürüyor.

AKP’nin Anayasa Değişiklik Paketinin İçerik Ve Hedefi

AKP’ye inanacak olursak, o, “12 Eylül rejiminin” yargı alanındaki kimi temel kurumsal yapılarında ve anayasal çerçevesinde “demokratikleşme” hedefine bağlı değişikliklere gitmeyi amaçlamaktadır. Oysa gerçek, Anayasa Mahkemesi, HYSK ve parti kapatma meselesine kilitli AKP Paketinin, egemen sınıf ve güçlerin iç ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi hedefi güttüğünü söylüyor. Politik İslamcı partilere ve burjuvalara çizilmiş sınırların genişletilmesini, bunların son sekiz yılda elde ettikleri siyasi, ekonomik, mali mevzi ve olanakların güvencelenmesini amaçladığını ortaya koyuyor. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısı, üyelerinin nitelikleri ve belirlenme yöntemleri ile esasen AKP için yasal yoldan kapatılma riskini en alt seviyeye indirecek değişiklik önerileri bunun ifadesidir.

Bu nedenledir ki, egemenler cephesinden yükselen itirazlar bu üç meseleye odaklanıyor. Generaller bloku, sürece CHP ve yüksek yargı bürokrasisiyle müdahalede bulunup, ‘irticayla mücadele’de, devletin yapısal niteliklerini ve faşist MGSB’nin uygulanmasını zaafa uğratabileceği gerekçesiyle değişiklik girişimlerini akamete uğratmaya çalışıyor. AB’ye üyelik ve onun gerektirdiği “siyasi kriterler”i yerine getirmekte ortaklaşan değişim bloku ise çatlamış durumda. “AB üyeliğiyle uyumlu yeni bir anayasa” talebini sürdüren TÜSİAD, AKP paketine “yetersizlik” itirazında bulunurken, Anayasa Mahkemesi ile HSYK’ya dair AKP projesine karşı çıkıyor. Böylelikle AKP siperinde toplanmış, ana gövdesi MÜSİAD ve TUSKON’da örgütlü, kimi temsilcileri TÜSİAD’da yer bulmayı başarmış politik İslamcı burjuvazinin, egemen sınıf ve güçlerin iç ilişkilerinde bugünkünden daha ileri bir pozisyon elde etmesini önlemeye çalışıyor. Seçimlerde yüzde 10 barajının düşürülmesi talebiyle de, diğer şeylerin yanı sıra, AKP’nin burjuva meclisteki gücünün sınırlanması imkanlarını geliştirmek istiyor.

Egemenler cephesinin her iki bloku arasında ve blokların kendi içinde süren taktik mücadelelerde, yığınların kazanılmasına dönük demagoji furyası ve psikolojik savaş giderek hızlanıyor. Faşist generaller bloku meseleyi, “laiklik-irtica” ekseninde işlerken, bir yandan da, “irticacıların bölücülerle işbirliği içinde olduğu” propagandası yürütüyor. TÜSİAD, “12 Eylül rejiminden kurtulup politik İslamcı rejime düşmeyelim” sopası sallıyor. AKP ise, “darbe anayasasına karşı demokratik anayasa”, “AB’ye girişin koşularını olgunlaştırma” vaatleriyle hareket ediyor.

Sırtını egemenlerin yönetememe krizine ve faşist MGK diktatörlüğüne karşı halklarımızdaki memnuniyetsizlik ve öfkeye yaslayan AKP, geçici 15. maddenin kaldırılması, kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı, parti kapatmaların zorlaştırılması temelinde ilerici, antifaşist, yurtsever etki altındaki kitleleri yedeklemek istiyor. “Ya darbe anayasasının hükümleri, ya demokratik değişiklikler” eksenindeki demagoji         bombardımanıyla, referanduma gidilmesi halinde, burjuva solun CHP’den kopmuş kesimlerinin, emekçi solun ilerici, antifaşist, yurtsever bölüklerinin pakete karşı ajitasyon yürütmelerinin önünü kesmeye, onları evet oyu mevzisine yöneltmeye çalışıyor. Faşist Eylül cuntasına ve anayasasına öfke duyan kimi sanatçıların, aydınların, yazarların ve burjuva demokrasisi hattındaki çevrelerden bazılarının referandumda evet oyu vereceklerini açıklamaları, AKP’nin uyguladığı basıncın etkilerini yansıtıyor. Yine aynı koşullarda, “sivil, demokratik, çoğulcu anayasa” vb. biçimlerdeki, “anayasal çözüm” talepli ırmakların “pakete evet” denizine aktığı gözler önünde.

AKP, Anayasa Mahkemesi ve HYSK gibi, diktatörlüğün önemli iki resmi kurumunda yapacağı değişikliklerin, “demokratikleşme”nin önünü açmak amacı taşıdığı propagandasına, özellikle yurtsever hareket saflarında böyle bir beklenti uyandırmaya çalışıyor. Bunda bir inandırıcılık var mı? Tek başına AKP YÖK’ünün sergilediği pratik bile, bu soruya eksiksiz bir cevaptır! Keza, örneğin, politik İslamcı güçlerle hiç değilse ideolojik gönül bağları aşikar olan görevden alınmış Erzurum Özel Yetkili Savcılarının, yetki alanlarındaki değişik kentlerden gençlere demokratik haklarını kullandıkları için açtıkları davalar ve düzenledikleri iddianameler akla getirilebilir! Yine faşist Ali Suat Ertosun’a madalya takan ve HYSK yolunu açanın da AKP Hükümeti olduğu hatırlanabilir.

Anayasal Çözüm Tartışmaları Ve Emekçi Sol

Burjuvazinin şu ya da bu kesimi tarafından anayasa tartışmaları işçi ve ezilenlerin gündemine taşınmışsa ne yapılmalı? Bu soru devrimci, antifaşist ve yurtsever partilerin, grupların düşünce ve pratiğinde nasıl bir karşılık buluyor?

Bugün emekçi solda yer alıp da, tüm sınıfsal vurgu ve sosyalizm lafızlarına karşın, eylemlerinin içeriği ve siyasi programları burjuva demokrasisinin elde edilmesi temelinde yükselen reformist parti ve gruplar, egemen sınıf ve güçlerin, “yönetememe krizine anayasal çözüm” saflaşmalarının bir parçası oluyorlar. Onlar için, devrim güzel bir düştür, kalplerdeki yerini koruyacaktır ama bilinmez bir geleceğin sorunudur. O nedenle de faşist MGK diktatörlüğüne karşı bütün mücadele araç ve biçimlerinin kullanılması ve devrimci kitle hareketi geliştirilmesi hattından yürünmesi, diktatörlüğün devrimle yıkılması gibi “romantik devrimcilik”ten ibaret “politik çocukluklar” bir yana bırakılmalıdır. Yapılması gereken “askeri vesayet”e ve ulusal inkara son verecek burjuva demokrasisine (veya ‘demokratik cumhuriyet’e), dolayısıyla da, “anayasal çözüm”e taraf olmak (hızını alamayıp bu konuda sermaye oligarşisini yüreklendirmeyi görev edinenler bile mevcut) ve “sosyalist devrim” için uzun bir barışçıl hazırlık döneminin koşullarını elde etmektir. Bu çizgi ve “yakın siyasi hedefleri” nedeniyle anayasal çözümün sol muhalefeti olmayı, “sivil, demokratik, çoğulcu” ya da “demokratik, halkçı” anayasa önerileriyle politika yürütmeyi esas alıyorlar. Böylelikle yönetememe krizine “anayasal (veya burjuva) çözüm” çerçevesine hapsoluyor, güç zayıflıkları nedeniyle sesleri egemenlerin anayasal tartışma gürültülerinde kaybolup gidiyor, burjuva hareketin yedeği haline geliyorlar.

PKK, inkarın son bulması temelindeki taleplerinin kabulü, bir başka ifadeyle, “Türkiye’ye demokrasi, Kürtlere demokratik özerklik” koşuluyla burjuva çözüme hazır olduğunu ilan ettiği için, yönetememe krizine anayasal çözüm programıyla bir sorunu bulunmuyor. PKK’nin toplumsal devrim ve sosyalizm lafızlı, fakat pratikte burjuva demokrasisi hattında mevzilenmiş reformist parti ve gruplar gibi, burjuva kesimlerin anayasa dalaşında kaybolup gitmemesinin, kitlesinin bağımsız duruş ve politik kararlılığını gevşetmemesinin iki nedeni var: Birincisi, odaklandığı taleplerin ulusal demokratik niteliği, dolayısıyla bunların devletin yapısal özelliklerini, anayasanın “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerini değiştirmeyi zorunlu kılması; ikincisi, bu talepleri politik gündem haline getiren güçlü bir ulusal demokratik kitle hareketine ve gerillaya dayanması.

Emekçi solun devrimci bölüklerinin bir bölümü, işçi sınıfı ve halklarımızın gündemini işgal eden anayasa tartışmalarına pratik (politik) ilgisizlik tavrını esas alıyor. Bu tutum, “egemenlerin düzen anayasaları etrafında yürüttükleri iç mücadele bizim sorunumuz değil” düşüncesiyle izah ediliyor. Politik gelişmelere işçi sınıfı ve ezilenlerin talep ve çıkarları doğrultusunda müdahale etmek yerine, olguculuk, kaydedicilik ve seyircilik çizgisinde hareket etmek, doğaldır ki, devrimci bir kitle hareketi hazırlanmasına herhangi bir katkıda bulunmuyor, tersine apolitikliği ve yığınlara yabancılaşmayı besliyor. Emekçi solun devrimci bölüklerinden Halk Cephesi’nin tavrı ise yukarıdakinden ayrılıyor. Halk cephesi, “anayasal çözüm” gündemli süreçlere devrimci programının ifadesi olan alternatif anayasa seçeneği ile katılmayı, gelişmelere bu temelde müdahaleyi esas alıyor. Bu tutum, politik sorun ve gelişmeler karşısında kaydediciliğin, seyirciliğin dışına çıkmak bakımından ileri bir adım olmasına karşın; birincisi, anayasa taslağı etrafında yürütülen propagandayla sınırlandığı, ikincisi ve daha önemlisi, nesnel olarak “anayasal çözüm” çerçeveli zemine yedeklendiği için yetersiz ve hatalıdır. Biz komünist devrimciler için, halklarımızın gündemi haline getirilmiş bir sorun karşısında politik ilgisizlik kabul edilemez. Konuyla ilgili etkin bir tutum almak, süreci kitlelerin devrimci bilincinin ve mücadelesinin geliştirilmesi yönünde ilerletmek doğal perspektifimizdir. Anayasa meselesindeki tavrımızı şu soruları cevaplayarak geliştiriyoruz: İşçi sınıfı ve ezilenlere, devlet biçimi ne olursa olsun burjuva egemenlik koşullarında anayasaların kapitalist sömürü düzeninin ve burjuva diktatörlüğün temel yasal, hukuki belgesi, dayanağı olduğunu sergilemek mi, yoksa anayasacılık zemininde kalmak mı? Halklarımıza, işçi sınıfı ve ezilenlerin politik, toplumsal, ekonomik ölçüleriyle demokratik bir anayasanın ancak devrimin, devrimci bir iktidarın eseri olabileceği bilinci taşımak mı, yoksa yönetememe krizine anayasal (burjuva) çözüm çerçevesine hapsolmak mı? Kimi temel doğruları yineleyerek gelişmelere seyirci kalmak mı, yoksa gündeme somut kimi talepler etrafında müdahalede bulunmak mı?

Bu sorulara verilmiş cevaplar, sürece üç görevi birlikte omuzlayarak katılmayı koşulluyor. Görevlerden ilki, düzen anayasasının yalnızca politik rejimin aynalarından biri değil, aynı zamanda kapitalist ekonomik düzenin ve burjuva sınıf egemenliğinin ifadesi olduğunun teşhiridir. İşçi sınıfı ve halklarımıza şöyle diyoruz: 12 Eylül anayasasına karşıyız! Çünkü faşist MGK diktatörlüğüne karşıyız! Çünkü kapitalist sömürü düzenine karşıyız! Çünkü burjuvazinin işçi sınıfı ve ezilenler üzerindeki egemenliğine karşıyız! Çünkü ulusal eşitsizliklere karşıyız! Çünkü emperyalist boyunduruğa karşıyız!

İkinci görev, işçi sınıfı ve halklarımızın politik, toplumsal ve ekonomik ölçüleriyle demokratik adını hak edecek bir anayasanın, ancak devrimin, devrimci bir iktidarın ürünü olabileceğinin propagandasıdır. O nedenle de, devrimci bir iktidar altında anayasa belgesine dönüşecek olan asgari programımızı emekçi ve ezilen milyonlara taşıyor, kitleleri faşizmin devrimle yıkılmasıyla gerçekleştirilecek bu programın bayrağı altında birleşmeye çağırıyoruz. Üçüncü görev, diktatörlüğe kabul ettirilmesi hedefiyle, işçi sınıfının, Kürt halkımızın, kadınların, gençliğin, kent ve kır emekçilerinin, halklarımızın Alevi bölüklerinin, ulusal toplulukların güncel demokratik talepleri uğruna mücadelenin yükseltilmesidir.

AKP Hamlesinin Olası Sonuçları Ve Sürece Devrimci Müdahale

Anayasa değişikliği sorunu, AKP paketinin, burjuva mecliste görüşülmesinden başlayarak referanduma değin işçi sınıfı ve ezilenlerin gündemlerinden biri olacaktır. AKP’nin ve öteki düzen partilerinin meseleyi “evet-hayır” ikilemine hapsedecekleri, AKP’nin “demokratikleşme” propagandasıyla yol almaya çalışırken, diğerlerinin “İrticanın devleti ele geçirmesini engelleme” çağrısı yapacakları çoktan ortaya çıkmış bulunuyor. Bu partiler emekçi ve ezilen kitleleri peşlerine takmak için her türlü demagojiyi yapacaklardır. Süreç aynı zamanda gerek ‘82 anayasasının ve düzen partilerinin, gerekse de anayasa ve devlet kurumlan kimliğinde faşist MGK diktatörlüğünün, halklarımızın yeni kesimleri nezdinde teşhirine hizmet edecektir. Şayet CHP değişiklikleri Anayasa Mahkemesine taşırsa, faşist rejimin tıpkı 22 Temmuz seçimlerindeki gibi kendine bir kurşun daha sıkmış duruma düşme olasılığı büyüktür. Nasıl ki, ‘27 Nisan bildirisi’yle, Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engelleyip erken genel seçimin yolunu açan faşist generaller partisi, 22 Temmuz’da açık bir yenilgiye uğrayarak yaralı biçimde geri çekilmiş ve belirgin bir yıpranma dönemine girmişse; bu kez de değişiklikleri iptal edecek bir Anayasa Mahkemesi, referandumun “evet”le sonlanması halinde sarsıcı bir itibar kaybına uğrayacaktır. Faşist diktatörlüğün, temel kurumları, kadroları ve anayasası şahsında, düzen partilerinden kopmamış yığınlar nezdinde de meşruiyetini yitirmesi, çelişkileri keskinleştirecek, egemen sınıf ve güçlerin iç mücadelelerini hızlandıracaktır.

Burjuva parti ve güçlerin “demokratikleşme”/“irticanın devleti ele geçirmesi”, iddiaları üzerine kurulu “evet-hayır”cı aldatmacalarının ve bu tipten bir saflaşmanın gerçek içeriğini gözler önüne serecek olan komünist devrimciler, dönem boyunca, önceki bölümde ifade edilen teşhir ve propaganda görevlerini bir an ihmal etmeksizin, öne çıkan güncel demokratik hak ve özgürlüklerin koparılıp alınması hattında mevzileneceklerdir. “Faşist yasalar değil demokratik haklar!” şiarı etrafında, Kürt halkımızın ulusal varlığının tanınması ve anadilde eğitim... İşçi sınıfının grev ve sendikal örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, işten çıkarmaların ve 4/c dahil güvencesiz çalışmanın yasaklanması, işsizlik fonu yönetiminin işçilere devredilmesi... Emekçi memurlara grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı... Zorunlu din dersinin kaldırılması, cem evlerinin tanınması, Diyanet’in lağvedilmesi... Kadınlara uygulanan cinsiyetçi ayrımlara dayalı tüm hukuki eşitsizliklere son verilmesi, kadına şiddetin özel bir ağır suç kategorisi sayılması, üniversitelerde türban yasağına son verilmesi... Ulusal topluluklar üzerindeki ırkçı-şoven ve dinsel baskıların son bulması... Liselilere ve üniversitelilere boykot hakkı, YÖK’ün dağıtılması, parasız- anadilde eğitim, özerk-demokratik üniversite... Emekli ve öğrenci sendikaları üzerindeki yasakların kalkması... Gazetecilerin, yazarların, sanatçıların düşünce ve mesleki çalışmaları nedeniyle hapishanelere doldurulmasına son verilmesi... Gazete kapatmanın, kitap-dergi-gazete toplatmanın yasaklanması... Gösteri yaptıkları, taş attıkları için zindanlara kapatılan çocuklara özgürlük... “Terörle Mücadele Yasası” ve Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun iptali... Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin kaldırılması... başta olmak üzere, savaşımın, işçi sınıfı ve ezilenlerin örgütlenme ve mücadele kanallarını genişletecek, diktatörlüğü daha geri mevzilere itecek talepler temelinde yükseltilmesi görevi yerine getirilecektir.

Antifaşist, yurtsever ve devrimci parti ve grupların, bu istemlerin her biri veya bir bölümü ya da bütünü için birleşik eylemler ve mücadeleler örgütlemelerinin önünde kendi istek ve iradeleri dışında bir engel yoktur. Komünist devrimciler böyle bir birleşik mücadelenin hem kesimsel hem de genel düzeyde geliştirilmesine hazır olmaktan başka, gerçekleşmesi için gerekli ısrar ve emeği sergilemekte tereddüt etmeyeceklerdir.

Ne var ki, harekete geçmek için, birleşik mücadele görüşmelerinin sonuçlarını beklemek gibi yanlış bir pratiğe de saplanmayacaklardır. Vakit kaybetmeden, protestocu değil, hak kazanıcı perspektifle, özgüçlerinden çeperi dışındaki kitlelere doğru genişleyen, faşist diktatörlüğe karşı öfkeyi, kitle militanlığını ve devrimci kitle hareketini güçlendiren eylemler örgütlemek için kararlı ve zorluklardan yılmayan bir çalışmaya girişeceklerdir.

Anayasa değişiklik önerileri görüşüldüğü sürece, referanduma kadar, burjuva meclisin önü dahil olmak üzere, emekçi semtlerden, işçi havzalarına, lise ve üniversitelerden kent merkezlerine her alanda, basın açıklamaları, imza stantları, halk toplantıları, paneller ve müzik dinletisi biçimde kitle etkinlikleriyle yürüyüş, kepenk ve kontak kapatma, vardiya çıkışı fabrikalardan semtlere yürüyüş, iş bırakma, boykot, anayolları kapatma, miting vb. değişik tipte kitle eylemleriyle gündeme müdahale edilebildiği ölçüde işçi sınıf ve ezilenlerin demokratik ve devrimci bilincinin, mücadele azmi ve örgütlülüğünün gelişmesi sağlanmakla kalmayacak, faşist rejim zayıflatılırken, egemen sınıf ve güçler arasındaki bölünmeler derinleştirilecektir.

70’li yıllarda, “DGM’ler kapatılsın!” talebini yükselterek, faşist diktatörlüğe DGM’lerin kapısına kilit vurduran işçi sınıfının militan kitle mücadelesiyle elde ettiği zafer, demokratik hak ve özgürlük talepleriyle ayağa kalkacak günümüz işçi ve ezilenlerine başarmanın, kazanmanın yolunu gösteriyor. Gerekli olan örgütlülük ve politik cesarettir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi