Kürt Sorunu Ve Devrimci Siyaset -Devrimci Demokrasi Gazetesinin Eleştirisi

"Kürt ulusal sorununda gelişmekte olan gerçek nasıl okunmalı, politikamız hangi çıkış noktalarıyla biçimlenmeli"…

Devrimci Demokrasi gazetesinin 17-30 Ağustos 2009 tarihli 159. sayısının Perspektif sayfasında yayınlanan yazının başlığı bu. Başlık, yazının konusunu tarif ediyor. İddiasını da ortaya koyuyor. Yazıyı bazı bakımlardan incelemek, tartışmak, eleştirmek, Kürt ulusal sorununda devrimci hareketin teorik ve pratik politik yetmezlikleriyle yürütegeldiğimiz teorik-ideolojik mücadeleye katkı sağlayacaktır. Keza, devrimci hareketin içerisine yuvarlandığı tasfiyeci apolitizm hastalığıyla mücadele ve yenileyici dinamiklerin harekete geçirilmesi bakımından da önemlidir bu… Kendimizi adı geçen yazının Özgür Güneş eleştirisiyle sınırlandıracağız, bununla birlikte çok gerekli olan birkaç noktada DD'nin 1-16 Eylül 2009 tarihli -bir sonrakisayısında yayımlanan bazı yazılara da başvuracağız.

Devrimci Demokrasi’nin “Ulusal Kimlik Krizi” Gerçeği

Bilindiği gibi, Türkiye siyasal coğrafyasında iki ulus ve birçok ulusal topluluk yaşıyor. 1970'lerde şekillenen Türkiye devrimciliği hem ezen ulus hem de ezilen ulus devrimciliği adına devrimci mücadeleyi geliştirmeye-devrimci politika yapmaya çalışmıştır. Devrimci harekette derin kökleri olan bu durum, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişmesiyle sürdürülemez hale gelerek bir kimlik krizi halini almıştır. Günümüzde bu kriz kendini daha da şiddetli biçimde hissettirmekte, devrimci hareketi ve yapıları değişime zorlamaktadır. Yazıya öncelikle devrimci hareketin kimlik krizi açısından bakmak istiyoruz.

Devrimci Demokrasi ezen ulus devrimciliği konumundan mı, ezilen ulus devrimciliği konumundan mı konuşuyor?

"…Devrimci politika… 'Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'nın kayıtsız şartsız tanınmasından ve ulusların tam hak eşitliğinden hareket eder…"

Bu satırlar, DD'nin Kürt ulusal sorununa, Kürt ulusunu meydana getiren sınıfların herhangi birisinin konumundan, bu anlamda içeriden değil, dışarıdan baktığını yansıtıyor.

DD "Ülkemiz ve benzer ülkeler, fiili saldırganlık dışında tutulup da bu 'yumuşak zor' yoluyla yapılanmaya tabi tutulan ülkelerdir"(abç) derken, daha belirgin biçimde kimlik beyanında bulunuyor; "ülkemiz" bildirimi bir vatan-millet aidiyetini yansıtıyor. Devrimci Demokrasi, Türk ulusu devrimciliği konumunu, buradan olarak ezen ulus devrimciliği pozisyonunu benimsemiş görünüyor. Devrimci Demokrasi, "ülke hakim sınıfları… öte taraftan, ülke milli çıkarlarını uşaklıkla emperyalizme peşkeş çektiğini gizlemeye çalışmaktadır" derken, sözcülüğünü yapmaya çalıştığı "milli çıkarlar" herhalde (ve her ne ise) Türk milletinin "milli çıkarları" olmaktadır.

Bahse konu aidiyet nedeniyle olsa gerek, o" milli çıkarlar" ile bir empati ve özdeşlik ilişkilenişi içinde olduğu yansımaktadır. Şu satırları da aktaralım: "Proleter devrimci politika ve sorumluluk buna kayıtsız kalamaz ve gerici sınıflardan çözüm beklentisine giremeyeceği gibi bu yanılsamaya ortak olup destek veremez. Bu en başta, Kürt ulusuna karşı duyduğu komünist sorumluluk nedeniyledir…"

Buradan da Kürt ulusu bakımından dışarıdan konuşulmaktadır. Dışarıdan, Kürt ulusu uyarılmaya çalışılmaktadır. Keza şu satırlar da "ulusal kimlik" tespiti bakımından anlamlıdır:

"…Gelişmelerin Kürt ulusal hareketi ve ülkemiz devrimci hareketi aleyhine…"

"a) Kürt ulusu ve Kürt ulusal hareketini uyarmak, tehlikeye işaret ederek…"

"…Kürt ulusal hareketi ve Kürt ulusunun haklı mücadelesinin de bir sonucu-kazanımı olarak tanınan haklarını kullanmalarına asla karşı değiliz."

Alıntılardan da görüldüğü üzere Devrimci Demokrasi, Kürt ulusal sorununda az çok belirgin biçimde ezen ulus devrimciliği konumundan konuşmaktadır. Bu, doğru bir tutumdur. Burada yanlış olan bir şey de yoktur. Ne var ki, bu halihazırda titrek bir tavırdır, netleştirilerek, kesinleştirilerek geliştirilmesi, mantıki sonuçlarına götürülmesi ihtiyacı vardır.

Buradan bakınca asıl sorun şuradadır: Devrimci Demokrasi, ezen ulus devrimciliği konumundan konuşmakta, ama Kürt ulusal sorununda devrimci görevleri ezen ulus devrimciliği, Türkiye (Kuzey Kürdistan değil, Türkiye) devrimciliği görüş açısından koymak bakımından başarılı olamamaktadır. İnceleme ve tartışma konusu yaptığımız bu yazıda Devrimci Demokrasi bir kez olsun (evet tek bir kez olsun!) Türk işçi ve emekçilerinin, Türk halkının, Türkiye (Kuzey Kürdistan değil, Türkiye) proletaryasının devrimci görevlerinden söz etmemekte, şu anda Kürt ulusal sorunuyla ve "Kürt açılımı" süreciyle ilgili ne yapması gerektiğini ortaya koymamakta, koyamamaktadır… Defalarca "sınıf bakış açısından" söz edilmesine karşın, Kürt ulusal sorunu ve "Kürt açılımına" dair Türkiye işçi sınıfının, hemen şimdi neler yapması gerektiğinin açıklanmasına bile girişilmemektedir. Devrimci Demokrasi'nin bu iddialı yazısının görüş açısından maalesef Türkiye işçi sınıfı yoktur! Ezen ulus devrimciliğinin gereklerini yerine getirmeye yönelememektedir bile… Demek ki, Devrimci Demokrasi'nin kimlik krizi sürmektedir!...

Aslında DD'nin "ulusal kimlik krizi" yukarıda açıkladığımızdan daha da derindir… Evet, gösterdiğimiz gibi ezen ulus devrimciliği konumundan konuşmaktadır, ancak icabında aynı zamanda ezilen ulus devrimciliğini de aynı anda ve birlikte yürütebileceğini, bunun mümkün olduğunu sanmaktadır. Bu bakımdan, şu satırlar ilginç ve anlamlı görünmektedir: "Ulusal sorunun devrimci çözümünü üstlenerek, Kürt ulusal mücadelesini omuzlayıp, temsil etmek durumundayız… Yani, mevcut sürecin gelişme eğilimine bağlı olarak ulusal mücadeleyi, kendi inisiyatif ve sınıf perspektifli mücadelesiyle/örgütlemesiyle ele alıp üstlenme göreviyle daha açık biçimde karşı karşıyayız." (DD, sayı 160, s. 8)

Kuzey Kürdistanlı komünistler bakımından, yani Kuzey Kürdistan'da, Kuzey Kürdistan proletaryası ve sosyalizm adına, ezilen ulus sosyalistliği ve devrimciliği adına hareket eden yapılar bakımından bu dün de böyleydi. Ezen ve ezilen ulus devrimciliğinin özgünlüklerini yadsıyarak, bunları tek biçimli bir tarzda birleştirmeye çalışan devrimcilik anlayışı ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişmesiyle Kuzey Kürdistan'da tamamen iflas etmiş ve sürdürülemez hale gelip büyük ölçüde tasfiye olmuştur.

Eğer, "Kürt ulusal mücadelesini omuzlayıp, temsil etmek" durumunda iseniz, bunu ancak ezilen ulus devrimciliği, sosyalistliği konumundan yapabilirsiniz. Bunun da yapı olarak da, strateji olarak da, önderlik olarak da ezen ulus/Türkiye devrimciliğinin de ezilen ulus/Kuzey Kürdistan devrimciliğininde netleşmesi, birleşik devrim stratejisinde bütünlüğünü koruyarak “ayrışıp netleşmesi" gerekir. Marksist leninist komünistlerin ve sosyalist yurtseverlerin deneyimleri henüz mütevazı de olsa oldukça anlamlıdır.

Devrimci Demokrasi’nin Ayakbağı Öznellik

Devrimci Demokrasi'nin öznelliği dikkat çekici boyuttadır:

"Egemen Türk ulusu hakim sınıflarının, Kürt ulusuna karşı hayırhah bir tutum içinde olacaklarını ve bir parça iyi niyet besleyeceklerini veya Kürt ulusuna az da olsa dostluk duyguları besleyeceklerini ummak, ya da imtiyazlarından vazgeçerek Kürt ulusunu ve çıkarlarını düşüneceklerini tasavvur etmek; alık bir umut, sınıf bakış açısından yoksun bir tasavvur ve Türk hakim sınıflarını kabul edilebilir egemen güç gören görüşe sahip olmak demektir."

"Kabul edilebilir egemen güç" kavramına bir anlam veremediğimizi belirtmekle yetiniyoruz.

"Türk ulusu hakim sınıflarının" yani, Türk hakim sınıflarının Kürt ulusuna "dostluk duyguları" besleyip besleyemeyecekleri, yani niyetleri, duyguları ayrıdır, "imtiyazlarından" vazgeçip-geçmeyecekleri ayrıdır!

Keza Türk hakim sınıflarının, Kürt ulusunun çıkarlarını düşünüp düşünmeyecekleri ayrıdır, "imtiyazlarından" vazgeçip-geçmeyecekleri ayrıdır…

En genelde bütün toplumsal sınıfların duygularını, niyetlerini, amaçlarını kendi sınıfsal çıkarlarının ve toplumsal konumlarının belirleyeceğini söylemek materyalizmin gereğidir. Toplumsal varlık, toplumsal bilinci belirler. Türk egemen sınıflarının, bir bütün olarak Türk burjuvazisinin sömürü ve egemenlik peşinde koştuğundan şüphe duyulamaz.

Fakat istekler, niyetler, duygu ve amaçlar ayrıdır, gerçekler ayrı! Devrimcilerin bunları birbirine karıştırmaması gerekir. Hiçbir egemen sınıf ve hiçbir egemen kadri mutlak değildir; her istediğini, her niyetini, her amacını gerçekleştirebilecek güçte değildir… Ezilen sınıfların, ezilen ulusların da bir gücü vardır. O güç henüz egemenliği yıkmaya yetmezken, egemenleri ödün vermeye, kimi "imtiyazlarından” vazgeçmeye zorlayabilir, zorlar. Bunun sayısız örnekleri vardır. Bu bakımdan, Türk egemen sınıfları da Kürt ulusal sorununda kimi imtiyazlarından vazgeçmek, ödünler vemmek zorunda kalabilir… Nitekim bugün her şeyden önce Kürt ulusunun son çeyrek yüzyıllık mücadelesinin sonucu olarak, reformlar, ödünler siyasetine meyletmek zorunda kalmışlardır. Kuzey Kürdistan'daki egemenliklerini koruyarak, kimi ulusal imtiyazlarından, ayrıcalıklarından vazgeçmeleri olanaklıdır. Böyle bir durumu onların niyetleriyle açıklamaya çalışmak veya niyetleri nedeniyle olamazlığını tartışmak, tamamen öznel bir yaklaşım olur.

"…Türk hakim sınıflarının, Kürt ulusal sorununa demokratik bir çözüm getireceğine en küçük bir ihtimal dahi vermenin; egemen Türk ulusu hakim sınıflarının ezen ulus milliyetçiliğine destek vermek anlamına geleceği nettir. Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununu çözeceklerini varsaymak; en hafifiyle onlara ilericilik misyonu atfetmek ve devrimci fikre haksızlık etmektir."

Bu satırlarda yer alan düşüncelerin arka planında, ulusal sorunların kapitalizm koşullarında çözümünün olanaklı olmadığı teorik düşüncesi vardır. Şimdi burada, tartışmanın dağılmaması için bu yaklaşımın emperyalist ekonomizm olduğunu belirtmekle yetinelim. "Türk hakim sınıfları Kürt ulusal sorununa demokratik bir çözüm" getirirler mi? Kuşkusuz, "hayır getirmezler!"

Peki, Türk hakim sınıfları şu veya bu düzeyde "demokratik bir çözümü" kabullenmek, boyun eğmek zorunda kalabilirler mi?...

Bütün diğer sömürücü egemen sınıflar gibi, bizim Türk egemen sınıfları da "belli bir demokratik çözüme" boyun eğmek zorunda kalabilir… Bugün böyle bir durum ancak kısmi ve geçici bir durum, deyim uygunsa "bir ara çözüm" olabilir. Böyle bir sonuç, sorunun köklü ve nihai çözümünü sağlayabilecek kuvvetler, en başta da belirleyici olarak, Türkiye işçi sınıfı ve halkını harekete geçiremediğimiz, Türk egemen sınıflarının yedeğinden kopartamadığımız, Kürt halkı yalnız kaldığı için böyle olacaktır.

Burada bir örnek olarak, Irak Kürdistan Federal Yönetimi'nin durumunu hatırlamak da anlamlı olur. Güney Kürdistan'daki ulusal önderlik bağımsız bir devlet kurmak istemiyor mu? Bu niyetlerini sayısız defalar beyan etmediler mi? Ama gerek kendi güçleri gerekse bölgesel ve uluslararası güç ilişkileri bugünkü koşullar altında "bağımsız devlet" kurmalarına izin vermiyor… Kendilerini bugünkü kuvvet ilişkilerine boyun eğmek zorunda hissediyorlar. Bağımsızlık ilanının kazandıklarını, elde etmiş olduklarını da tehlikeye atacağını düşünüyorlar. "Bağımsız devlet" amaç ve niyetinden vazgeçmiyorlar, ama bu amaç ve niyetlerini öteliyorlar vb…

Netice itibariyle, sorunu "Türk hakim sınıflarının Kürt ulusal sorununa demokratik bir çözüm" getirip getirmeyeceğinden hareketle bakmak, formüle etmek tek yanlıdır. Egemenin niteliğini, karakterini, gücünü vb. görmekte, düşünmekte ama ezilenin mücadelesini, gücünü, nitelik ve karakterini hesaba katmamakta, görüş mesafesinin alanı dışında bırakmaktadır.

Halkın Gücü Nelere Kadir

"…Aşırı, azgın, milliyetçi felsefeden beslenen Türk hakim sınıflarının saldırgan milliyetçi karakterini bir kenara bırakıp, Kürt ulusu üzerindeki tahakkümü hafifletmelerini, zayıflatmalarını ve gevşetmelerini beklemek; onların sınıf karakterini anlamamakla birlikte, gerici burjuva milliyetçi imtiyazlarından feragat edeceklerini sanmak olur."

Devrimci Demokrasi'nin Türk hakim sınıflarının saldırgan milliyetçi karakterine dair söyledikleri doğrudur, bunların altına biz de imzamızı koyarız. Kaldı ki, daha fazlası da söylenebilir. Ancak burada Devrimci Demokrasi yine iki ayrı şeyi karıştırıyor. Türk hakim sınıflarının saldırgan milliyetçi karakteri, onların kadri mutlak olduğu, asla geri adımlar atmayacağı, ödünler vermeyeceği, ne olursa olsun Kürt halkının mücadelesi karşısında kısmen bile boyun eğmek zorunda kalmayacağı anlamına gelmez. Kürt halkının görkemli mücadelesinin ve gücünün nelere kadir olduğunu görüyoruz.

Devrimci Demokrasi şu satırlarda yazdıklarının ne anlama geldiğinin farkında değil mi:

"…Kürt ulusal hareketinin dolaylı da olsa 'muhatap alınması' ve meşruiyetinin açık veya örtülü olarak teslim edilmesi…", "Gelinen süreçte en önemli kazanım, bu mücadelenin Türkhakim sınıflarının yıllardır imha ve inkarla yok saydığı Kürt ulusal kimliğinin (özürlü de olsa) tanınması ve ulusal mücadelesinin meşruluğunu zımnen de olsa kabul ettirmesiyle, Türk hakim sınıflarının en bağnaz kabuklarının söylem de olsa çatlatılmasıdır."

Devrimci Demokrasi'nin alıntıladığımız bu iki pasajda yer alan analiz ve saptamaları, Türk egemen sınıflarının geriletilmekte; geriye adımlar atmakta, ödünler vermekte vb. olduğu anlamına geliyor. Nasıl ezerek çözmek için sömürgeci kirli savaşı tırmandırmak, ulusal baskı ve boyunduruğun, ulusal zulmün katmerleşmesi anlamına geliyor ise sömürgeci diktatörlüğün gerileyerek ödünler siyasetine-reform siyasetine meyletmesi de "Kürt ulusu üzerindeki tahakkümün" "hafiflemesi", "zayıflaması", "gevşetilmesi", daha doğrusu geriletilmesi olasılığı anlamına gelmektedir.

Devrimci Demokrasi'nin Türk hakim sınıflarına karşı duydukları derin devrimci öfke ve kini tabii ki saygıyla karşılıyor ve selamlıyoruz. Ancak devrimci öfke ve kinin, devrimci duyguların, toplumsal ve siyasal gerçeklerin kabulü ve materyalist analizinin yerine ikame edilmemesine de özen göstermek gerekir. "Türk hakim sınıflarının bugün Kürt ulusal sorununda geldiği noktanın ya da demokrasi havarisi kesilip 'çözüm' demagojisi ve manipülasyonlar eşliğinde seyreden sürdürülen sürecin; emperyalizmin dünyayı dizayn etme projesi ve hegemonik çıkarlarına uygun olarak TC devleti-hakim sınıflarına dayattığı 'yeniden yapılandırma' özgörevinden daha anlamlı başka bir şeyle yüklü olmadığı açıktır."

Devletin ulusal hareketi "özellikle de silahlı devrimci ulusal hareketi" tasfiye etme niyet ve yönelimini vurgulayan Devrimci Demokrasi "öz gerçek budur, gelişmeler buna bağlı ilerlemektedir" diyor. Şunu da ekleme ihtiyacı duyuyor:

"TC devleti hakim sınıfların iktidardaki kliği üzerinden, gelenekselleşerek süregelen kokuşmuş terör demagojileri ve tabuları belli düzeyde yadsınarak, meşru taraf olan Kürt ulusal hareketinin dolaylı da olsa 'muhatap alınması' ve meşruiyetinin açık veya örtülü olarak teslim etmesi ve buradan da Kürt kimliğinin kabulüne gelinmesinde tek yaratıcı gücün ulusal devrimci savaş olduğu gerçeği idrak edilmek durumundadır. Bu da ikinci gerçektir."

Neden "idrak edilmek durumunda" olan bu gerçek, birinci gerçek değil de "ikinci gerçek" oluyor?... ABD ve AB emperyalistleri, Türk egemen sınıfları vb. bugünkü pozisyonlarına nasıl geldiler? Bütün bu gerici egemen güçlerin Kuzey Kürdistan ulusal sorun ve ulusal demokratik hareketi bakımından politikaları değişti ise, ki şu anki pozisyonları değiştiğini gösteriyor, bu nasıl oldu? Bunun ulusal devrimci savaş ve görkemli kitle savaşımının-serhıldanların dayatması ve sonucu olduğunu vurgulamalıyız. Gerilla savaşı, serhıldanlar dahil, Kürt ulusal demokratik mücadelesine katılan bütün yapıları, bütün oluşumları ve mücadeleleri kapsayıcı en geniş anlam ve biçimde "ulusal demokratik hareket" ABD, AB ve Türk egemen sınıflarının dünkü politikalarını yenilgiye uğratmış, işlemez ve geçersiz hale getirmiş, kend igücüve iradesi olan bir kuvvet olarak, artık işlerin eskisi gibi gidemeyeceğini ortaya koymuştur. Bizce daha anlamlı olan ve birinci sıraya, devrimci analizin tam merkezine oturtulması gereken gerçek budur.

Devrimci Politika Devrimci İmkanlara Dayanır

Önce bir noktayı düzeltelim. Devrimci Demokrasi'nin iddiasının aksine Türk hakim sınıfları, devletin geliştirmekte olduğu ödünler ya da reform politikasını "Kürt açılımı" olarak tanımlama konusunda anlaşamamışlardır. "Demokratik açılım" tanımı, egemen sınıfın saflarında daha yaygın kabul görmekte ve hatta giderek "Kürt açılımı" tanımından kaçınma, sakınma biçiminde özel bir çaba ve yönelim gelişmektedir.

Devrimci Demokrasi, Türk egemen sınıflarının "Kürt açılımı" sürecine bu yönelimle oluşmakta olan duruma baktığında tasfiyeci ve karşıdevrimci imkanları görüyor. Evet, yalnızca tasfiyeci ve karşıdevrimci imkanların yarattığı riske odaklanıyor.

Kuşkusuz, sürecin tasfiyeci ve karşı evrimci imkanlarla yüklü olduğu doğrudur, ancak aynı zamanda "durum" bir o kadar ve hatta ondan da fazla devrimci imkanlarla yüklüdür. Nitekim hareket tarzlarında iç çatışmalarından, aşırı ihtiyatlı hallerinden vb. Türk egemen sınıfları ve devletin yönetici çevrelerinin bu riskin az çok farkında oldukları çıkmaktadır.

Tam da burada şunun altını çizmeliyiz ki, "duruma" yaklaşımımız veya teorik görüş açımız, Devrimci Demokrasi ile farklıdır. Bizim teorik görüş açımıza göre, sınıflar mücadelesinin içerisinde, devrimci ve karşıdevrimci imkanlar barındırmayan hiçbir 'an' yoktur. Sınıflar mücadelesinin bütün anları, bütün durumları devrimci ve karşıdevrimci imkanlar barındırır. Devrimci politika da ancak ve ancak devrimci imkanlar üzerine kurulabilir. Demek ki, her an'ın, her durumun devrimci politikası yapılabilir, geliştirilebilir. Kuşkusuz, her an'ın, her durumun barındırdığı karşıdevrimci imkanların da olanca gerçekliği ile analiz edilmesi, devrimci görevler bakımından ele alınması gerekir, ancak devrimci politika devrimci imkanlar üzerine kurulabileceği içindir ki, devrimci bakış açısının devrimci imkanlara odaklanması elzemdir.

Devrimci Demokrasi'nin "durum" analizinin teorik arkaplanında, sınıflar mücadelesinin devrimci imkanlar barındırmayan, yalnızca karşıdevrimci imkanlarla yüklü an'larının, durumlarının da olduğu, olabileceği görüşü ve anlayışı durmaktadır. Teorikgörüş açısı böyle olduğu içindir ki, oluşan durum içinde emperyalizmin ve Türk egemen sınıflarının tasfiyeci, karşıdevrimci hesap ve yönelimlerini görünce, durumun devrimci imkanlar barındırıp barındırmadığı sorusunu sormamakta, durumun barındırdığı devrimci imkanları arama, bulma, açığa çıkarma, söz konusu devrimci imkanları realize edecek devrimci politikaları kurma, geliştirme yönelimine de girmemekte, girememektedir.

"Kürt açılımı" veya son zamanda daha çok da "demokratik açılım" denen "durum" en başta çeyrek yüzyıllık bir döneme yayılan gerilla savaşıyla, serhıldanları, ulusal demokratik kitle hareketlerini birleştiren ulusal kurtuluşçu mücadelenin (ki olduğu kadarıyla Batı'da devrimci-ilerici güçlerin yürütegeldiği mücadeleler de buna dahildir) sonra da bölgesel ve uluslararası güç ilişkilerinin, ama aynı zamanda sömürgeci gerici savaşla askeri kuvvet kullanarak tasfiye yolundan sorunu çözemeyeceğini "anlamış" olmasının da bir sonucu olarak, Türk egemen sınıflarının geliştirmekte olduğu ödünler verme, reform siyasetini yansıtmaktadır. Sömürücü egemen sınıfların reform siyaseti, daima düzenin tahkimi, stabilizasyonu, devrimci güçlerin yalıtılması, kitle desteklerinin kopartılması, terbiye ve sisteme entegre edilmesi, çözülme, kargaşalık ve parçalanma yaratarak, icabında gafil avlayarak gerilla güçlerini katliamla yok etmeye kadar varan tasfiyeci amaç veyönelime sahiptir.

Diğer yandan, bu aynı durum kendi içinde egemen sınıfların hesaplarını boşa çıkartabilecek, ulusal demokratik hareketin durumunu pekiştirecek, Batı'da devrimci ve ilerici hareketin atılım yapmasına temel olabilecek devrimci imkanlar da barındırmaktadır. Bahse konu durumla Türk halkı, Türk işçi ve emekçileri, Kürt ulusal varlığı, ulusal demokratik mücadele, PKK ve gerilla savaşı gerçeklikleriyle bir kez daha ve yeni baştan ve çok farklı biçimde yüzleşmektedir. Türkiye proletaryasını ve Türk halkını, Türk egemen sınıflarına ve burjuva devlete bağlayan en muhkem bağ Türk milliyetçiliği ve şovenizmi gerilemekte, hatta çözülmekte, demokratik atılım için elverişli koşullar oluşmaktadır.

"Durum", öncelikle Türk işçi ve emekçileri, ezilenleri, Türk halkı nezdinde "bölücü terör" yalanının açığa çıkması ve anlaşılması, Kürt ulusal varlığının ve haklarının anlaşılması, devamında da sürecin sömürgeci savaşın hesabını sorma çizgisinde Türk egemen sınıflarına yöneltilmesi imkanlarını barındırmaktadır vb. Devrimci imkan, fırsat dediğimiz aynı zamanda sömürgeciliğin saflarında mayaladığı ve yaratmakta olduğu yarılmalar ve parçalanmalardır. Sömürgeciliğin saflarına ateş düşmektedir. Devrimci Demokrasi'nin bütün bunların farkında bile olmayışı hakikaten ilginç ve düşündürücüdür.

Politikasızlık Politikası Mı?

İnceleme, tartışma ve eleştiri konusu yaptığımız yazının bütününde, Devrimci Demokrasi'nin; politika üretememe, genel söylemlerle yetinme, gelişmelere müdahale edememe vb. durumunun az çok hem farkında olduğu hem de bundan rahatsızlık duyduğu, bunu aşmak istediğiyansıyor. Bunun devrimci bir kaygı ve çaba olduğunu belirtmeliyiz.

Devrimci Demokrasi, "Kürt açılımı"yla ilgili tartışmalara müdahale zorunluluğunu belirttikten sonra şunları kaydediyor:

"Bunu yaparken, kendimizi genel teoriden ileri gitmeyen genel söylemle sınırlayamayacağımız gibi, yaratılan tasfiyeci atmosferin esiri de olamayız. İlke ve esaslarımızdan vazgeçemeyiz, ama (bunlara bağlı kalmak kaydıyla) somut gelişmelere müdahale edip yön veren devrimci siyaseti de öteleyemeyiz."

Politika dışı kalma, gelişmelere müdahil olmama/olamama gerçekliğinin farkındalığı ve gerçeklikten duyulan rahatsızlık, devrimci bakımdan anlamlıdır. Yalnız, bu aynı pasajdaki kayıtlarda gelişmelere müdahaleden, politik gidişata yön verme çabasından duyulan kaygı veya korku da çok belirgin. Gelişmelere müdahale edersem, politika yaparsam teorime, ilkelerime halel gelebilir, "ilke ve esaslarımız" yara alabilir, devrimciliğimiz lekelenebilir korkusu kendini yansıtıyor. Sanki politika, teoriyi, programı, "ilke ve esasları" yer, gibi bir anlayış ve görüş açısı var.

Politikasızlığın, politika dışılığın, bir çeşit apolitizmin, seyrediciliğin ve kaydediciliğin devrimci hareketin temel zaafı olarak orta yerde durduğu, bizzat bu lanetli hastalıktan muzdarip olduğunuz, pençesinden kurtulma isteği duyduğunuz koşullar altında, politik mücadeleyi küçümseyen, aşağılayan, hor gören bir tavır takınamazsınız. Aksi takdirde politika dışı kalmaktan, gelişmelere müdahale etmemekten/edememekten rahatsızlık duyduğunuz, bunları değiştirmek istediğiniz vb. dair beyanlarınızın inandırıcılığı zaafa uğrar.

Devrimci Demokrasi, "Ülkemiz devrimci hareketinin de sahte sözcüklerin aldatıcılığı ve 'politik mücadele' adı altında, burjuva liberal sağ doğaya sahip reel politikaya dokunmadan…" vb. bahsediyor.

Şu veya bu yapının politik duruş ve yönelimini, geliştirmekte olduğu politikayı vb. eleştirebilirsiniz, sergileyebilirsiniz. Doğrudur, yanlıştır bu ayrı! Fakat politik mücadeleyi neden aşağılıyor, küçük görüyor, gösteriyor, önemsizleştirmeye çalışarak saldırıyorsunuz? Böyle bir ideolojik mücadelenin yalnızca apolitizmi meşrulaştırıp besleyeceğini, kronikleşmiş apolitizme hizmet edeceğini bilmelisiniz. Politik bir yapı için politik mücadeleyi küçümseme ve önemsizleştirme tavrı varoluş nedeniyle çelişkili tuhaf bir durumdur.

Devrimci Demokrasi, yazının girişinde "somut gelişmelere müdahale edip yön veren devrimci siyaseti de öteleyemeyiz" vaadinde bulunuyor. Evet, devrimci siyaset, devrimci bir yapı için şimdi ve hiçbir zaman ötelenmemelidir. Peki, yazıda tartışmakta olduğumuz "durumun" devrimci siyaseti olarak Devrimci Demokrasi neler öneriyor? Hangi görevleri belirliyor ve nasıl bir hat çiziyor? Nasıl bir hareket planı geliştiriyor, uyguluyor?

"Türk hakim sınıflarının 'tarihi fırsat' diye kendi adlarına son derece haklı olarak ileri sürdükleri, ama maalesef ki, Kürt ulusal hareketi ve kimi devrimci dostlarımızın da kani olup sahiplendikleri bu argüman, özünde ulusal hareketin tasfiye edilmesi için Türk hakım sınıfları lehine doğmuş bir 'tarihi fırsat'ı anlatmaktadır. Yazık ki, Kürt tarafı ve reel politika etrafında dört dönen kimi devrimci hareketler de kaygan zemindeki politikalarıyla bu gerçeği kavramak bir yana, destekleyen ve benimseyen durumundadır."

Keza Devrimci Demokrasi; "Kürt ulusal hareketinin diplomatik mücadele masasında kötü bir kadere sürüklenebileceğini ve Kürt ulusunun boynundaki 'kölelik' boyunduruğunun daha bir pekişmesine yol açacağını söylemek gerekiyor” diyor.

Devrimci Demokrasi döne döne, tekrar tekrar durumun içinde barındırdığı karşıdevrimci fırsatlardan, diğer bir anlatımla tehlikeden bahsediyor. Burada onun durumun barındırdığı devrimci imkanları göremediği, görmeye bile yönelemediği tek yanlılık gerçeğini bir yana bırakalım.

Peki, Devrimci Demokrasi, Türk egemen sınıflarının tasfiyeci, karşıdevrimci planını ve yönelimini bozmak, boşa çıkarmak veya yenilgiye uğratmak için neler önermektedir? Sömürgeciliğe, faşist diktatörlüğün "açılımı"na karşı devrimci bir hareket planı geliştirmekte midir?

DD'nin belirlediği görevleri özetleyelim:

-Türkiye devrimci hareketinin eleştirisi ve uyarılması, onlara tehlikeyi göstermeye, kavratmaya çalışmak;

-Kürt ulusal hareketini eleştirmek, uyarmak;

-Kürt ulusunu uyarmak;

-Türk egemen sınıflarının karakterini ve geliştirmekte oldukları "Kürt açılımı" siyasetinin tasfiyeci, karşıdevrimci karakterini sergilemek…

Bütün bunlar, Türk egemen sınıflarının tasfiyeci, karşıdevrimci ödünler, reform siyasetini bozguna uğratabilir mi veya tersine döndürüp ona yöneltebilirmi? Böyle bir yönelimin olmadığı ve böyle bir sonucun oluşmayacağı herhalde açıktır.

Örneğin, eğer Türk egemen sınıfları, ulusal hareketi diplomasi masasında yenmeyi planlıyorsa ki öyle olduğu kuşku götürmez, bu planı nasıl boşa çıkartacaksınız? Eğer diplomasi masasına gitmezsin, savaşı tırmandırırsın olur biter diyorsan, bunun Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi gerçekliği karşısında çok naif ve çok hafif kalacağını belirtmeliyiz. Olaylar bugün henüz o noktaya ulaşmasa bile, kaçınılmaz biçimde diplomasi masasına doğru ilerlemektedir. Kaldı ki, bir çeşit müzakere süreci zaten yürüyor. O halde sorun ancak şöyle koyulabilir, nasıl olur da kazanımlar korunur ve hatta daha ileri gidilir vb.

Burjuvazinin tasfiye yönelimini deşifre edecek ve bozguna uğratacak, keza ulusal demokratik hareketin özgüvenini, taleplerinin toplumsal meşruiyet ve haklılığını tahkim edecek bir hareket tarzı, bir mücadele çizgisini geliştirebilmek gerekir.

Yurtsever hareket, oluşan durumun sunduğu olanaklardan, fırsattan da yararlanarak, değerlendirerek, kitle seferberliği ile kitle desteğini güçlendirmeye, kitle tabanını genişletmeye, Kürt halkının güç ve seferberliğine dayanarak, taleplerinin toplumsal meşruiyetini güçlendirerek, kendi iradesini dayatarak diktatörlüğü geri adım atmaya zorlayarak vb. biçimlerde bunun nasıl yapılabileceğinin bir örneğini sunuyor. Nasıl Türk egemen sınıflarının reform siyasetinin tam merkezinde Kürt ulusal demokratik hareketi ile mücadele ve çok özel olarak da gerillanın tasfiyesi duruyor ise, tersi de geçerli, ulusal demokratik mücadelenin tam merkezinde de Türk sömürgeciliği ve egemen sınıfları, özellikle de askeri çözümde, inkar ve imha çizgisinde ısrar eden kesimler duruyor. Bu tabloda, başlıca kuvvetlerin kendi pozisyonlarına uygun biçimde konumlandıkları söylenebilir.

Bu tablodan bakarak, devrimci politikanın dikkat merkezinde de Türk egemen sınıflarıyla mücadelenin durması gerektiği kolaylıkla söylenebilir. Ancak, Devrimci Demokrasi'nin belirlediği görevlerden hareketle özetlediğimiz politikasının merkezinde Türk egemen sınıflarına karşı mücadeleyi geliştirme hedef ve amacının durmadığı görülüyor!

Yazının bütününde olduğu gibi, "Güncel somut gelişmeler karşısında teorik-politik siyaset, tutum ya da yaklaşımımız ne olmalıdır?" başlıklı bölümde de, devrimci siyaset adına çok fazla bir şey bulamıyoruz. Devrimci Demokrasi, enerjisini milimetrik sınır hesaplarına dayalı cümleler formüle etmeye harcıyor. Fakat bu cümleler ve bu cümlelerdeki hesap ve planlar mücadelenin nasıl geliştirileceği üzerine odaklanmış değil. Şu pasaj, Devrimci Demokrasi'nin vaatlerine karşın devam eden politikasızlığını anlamak bakımından çarpıcı:

"Yaşanan süreçte iki yan vardır: Biri esas, diğeri bunun karşısında oldukça güdük, tali yandır. Birinci, esas yan tasfiyeciliktir. İkinci ve tali yan, kırpılmış kısmi demokratik-ulusal demokratik iyileştirmeler şeklindeki aldatıcılıktır."

Gerçekte, ikinci yan da birinci yandan çok farklı bir şey değildir. Birinci yanın türevidir buradaki formülasyona göre. Fakat daha önemlisi de DD mevcut "durumu", farklı, çatışan siyaset ve toplumsal güçler arasında içinde devrimci ve karşıdevrimci imkanlar barındıran bir mücadele hali olarak anlayamıyor, kavrayamıyor. Mevcut "durumu" yalnızca egemen sınıfların esas ve tali yanı olan "açılım"dan ibaret görüyor.

Burada tartıştığımız sorun bağlamında Devrimci Demokrasi'nin temel zaafı, durumun barındırdığı devrimci imkanları görememesidir. "Kürt açılımı", "demokratik açılım" vb. olarak ifade edilen, Türk egemen sınıflarının ödünler, reform siyasetinin, örneğin Türk işçi ve emekçileri, Türk halkı bakımından ne anlama geldiği, duyguları ve bilinci üzerinde nasıl etkilere yol açtığı hiç düşünülmemekte, ele bile alınmamaktadır. Devrimci Demokrasi'nin, herhalde kendisine, neden burada benim görüş alanımın içinde Türk işçi ve emekçileri, Türkiye proletaryası ve halkı yoktur diye sorması gerekir. Keza, "açılım" siyaseti, Kürt işçi ve emekçileri, Kürt halkı bakımından da benzer biçimde analiz edilmelidir.

Kürt halkının bilinçli, örgütlü ve ayakta olduğu, Türk egemen sınıflarına karşı mücadeleyi görkemli biçimde sürdürdüğü koşullar altında, gerek Türk egemen sınıflarının tasfiyeci planlarını bozmak ve gerekse gelişmelerin birleşik devrim yolunda ilerletilmesi ve atılımı için Batı'nın Türk işçi ve emekçilerinin, Türkiye proletaryası ve halkının durumu kritik ve belirleyici bir konuma sahiptir. Bugünkü durum Türkiye işçi sınıfını, Türk halkını Türk egemen sınıflarına palamarla bağlayan şovenizmi sorgulamakta, bu bağı çözücü, Türkiye proletaryası ve halkının demokratik bilincinin atılımının koşulları oluşmaktadır.

Devrimci politika bugünkü durumda, Türk işçi ve emekçilerinin, Türkiye proletaryası ve halkının ezen ulus milliyetçiliği ve şovenizmden uzaklaştırmak ve koparmak, demokratik bilincinin sıçraması ve Türk egemen sınıflarına karşı mücadeleye seferber edilmesinin imkanlarına dayanmalı ve odaklanmalıdır. Bu bakımdan, bu savaşa yol açanın imha ve inkar siyaseti olduğu ve on binlerce emekçinin yakını gencin ölmesinin, halklarımızın yarattığı değerlerin sömürgeci kirli savaşa yatırılmasının suçlusu ve sorumlusunun Türk burjuva devleti ve Türk egemen sınıfları olduğunu, Türk işçi ve emekçilerin halkımızın "bölücü terör" yalanı ile kandırıldığını, Kürt halkının varlığı ve hakları için mücadele ettiğini, PKK'nin terör örgütü değil, Kürt ulusal varlığı ve hakları için mücadele eden bir siyasal parti olduğunu anlatmak vb. Bu doğrultuda Türk işçi ve emekçileri arasında geliştirilecek demokratik bilinç ve aydınlanma oldukça önemlidir, en büyük güçle yürütülmelidir.

Ama aynı zamanda, Türk halkını mücadeleye seferber edecek somut talepler de ileri sürmek gerekir. Bu bakımdan on binler ve yüz binlerle serhıldanlara akan Kürt halkımızın adil, onurlu, demokratik barış talebi ve mücadelesini, böyle bir yazıda suskunlukla geçiştirmesi Devrimci Demokrasi'yi düşündürücü olmalıdır. Keza Batı'da asker annelerinin çocuklarının ölmesini istememesinin, sömürgeci savaşa karşı mücadelenin bir kaldıracı haline getirilip getirilemeyeceği de devrimci politikanın alanına giren çok önemli bir sorundur. Devrimci Demokrasi bu konuya da hiç girmemektedir.

Devrimci Demokrasi şunları da kaydediyor:

"b) Kürt ulusunun her ulusal demokratik talebini, politik ajitasyon-propaganda ve politik aktivitemizin birer parçası olarak kullanmakta tereddüt etmeyiz."

Burada yazılanlar, Kürt ulusunun demokratik barış talebini dedestekledikleri anlamına geliyor. Oysa bu yönde "ajitasyon-propaganda ve politik aktiviteden" söz edilemez. O bir yana, diğer ulusal demokratik talepler bakımından da durum pek farklı değildir.

Devrimci düşünce ve devrimci eylem bakımından netleşmesini çok önemli gördüğümüz için, kısmen tekrar pahasına sormak ve yanıt almak istiyoruz:

Bilindiği gibi, demokratik, adil, onurlu barış talebiyle Kürt halkı on binler ve yüz binler halinde serhildana duruyor, meydanlara çıkıyor, görkemli bir kitle savaşımı yürütüyor. Bu mücadelenin Kürt halkının en geniş kesimlerinin sömürgeciliğe karşı birleştirdiği de bir gerçek. Devrimci Demokrasi'nin, Kürt halkının bu kitlesel barış talebi karşısında teorik ve politik/pratik tavrı, yani politikası nedir? Bugüne kadar nedir; bundan sonra ne olacaktır?

DD'nin 160. sayısında, Sınıf Tavrı köşesinde bu konuyla ilgili şu satırları okuyoruz:

"Onurlu barışın ve karşılıklı çıkarları hakkaniyetle eşit temsil etmeye dayalı, dengeli ve kabul edilir bir uzlaşma zemini hiçbir bakımdan bulunmayan mevcut şartlarda burjuvazinin değirmenine su taşıyan sağ tasfiyeci burjuva liberal safsatadan ibaret olan uzlaşma ve barış siyasetini benimseyemez, kendi kendine söz hakkı vererek boşluğa konuşan 'çözüm' önerileri komedisine soyunamayız."

Buradan olarak DD'nin barış politikası "Onurlu barışın ve karşılıklı çıkarları hakkaniyetle eşit temsil etmeye dayalı dengeli ve kabul edilir bir uzlaşma zemini" elde etmek için mücadeleyi mi kapsamaktadır? Eğer böyle ise bunun anlaşılır biçimde açık seçik detaylandırılması gerekmez mi?

Seyredicilik ve kaydedicilik, "değerlendirme", "tahlil ve tespit"çilik, günümüzde devrimci hareketin temel zaafı olan apolitizmin en sık rastlanan tezahürüdür. Bu tasfiyeci gerçekliğin başlı başına ele alınması gerekli ve yararlı olmakla birlikte, yine de burada bu apolitizm melanetiyle biraz uğraşmaktan kaçınamayız. Bu hastalık, biraz da devrimcilik anlayış ve zihniyetinin geldiği bir yer, bir durumdur. Politika, teori ve programın, stratejik formüllerin, güncel, canlı, somut, gerçek istem ve taleplerin, bunlar için mücadelelerin yerine ikamesi sayıldığı veya böyle anlaşıldığı için, keza somut sorunlar ve talepler uğruna mücadele önemsiz göründüğü, ihmal edilebilir kabul edildiği için devrimci hareket gitgide politika dışılık durumuna gelmiştir. Oysa, "politika" dediğimiz gerçeklik, ajitasyon-propaganda dahil kuvvet seferberliği ile uygun yol ve yöntemlerle, araçlarla, gerçek somut sorunların, taleplerin, durumların, olayların, ilkeler, program ve strateji yönünde gelişmeye zorlanması, itilmeye çalışılmasıyla toplumsal politik bir kuvvetin bir hareketin açığa çıkartılması demektir. "Politik müdahale" dediğimiz de bir hareketi, bir akışı etkileyip iradi biçimde kendi programınız, ilkeleriniz ve stratejiniz doğrultusunda yönlendirmeye çalışmak demektir.

Bir politik hareket planı, ancak kitleleri uyandırıp harekete geçirebiliyorsa, bilinç ve örgütlenmesini değiştirip geliştiriyorsa, "devrimci politika" sayılabilir, devrimci politika olarak tanımlanmayı hak eder. Devrimciler, sosyalistler şu veya bu nedenle/gerekçeyle eğer somut ekonomik, sosyal, politik vb. talepler uğruna mücadeleye ilgisiz kalırlar ise hareketsizliğe sürüklenmeleri, gelişmelerin dışında kalmaları, seyirci-kaydedici-yorumcu pozisyonuna yuvarlanmaları kaçınılmazdır. Somut, kısmi, parça vb. demokratik talepler uğruna mücadele etmek için devrimci olmak gerekmiyor. Zorunlu din dersinin kaldırılması, parti-sendika-dernek vb. örgütlenme özgürlüğü, ya da demokratik barış talebiyle mücadele etmek için devrimci olmak da, sosyalist olmak da gerekmiyor. Demokratlar, liberaller, insan hakları savunucuları da pekala demokratik talepler uğruna mücadele ediyorlar. Günlük mücadelelerde devrimci ve sosyalistleri diğerlerinden ayıran, devrimcilerin ve sosyalistlerin, günlük mücadelelere devrimciler ve sosyalistler olarak katılmaları, yani bütün güncel talepleri, çelişki ve çatışmaları, sorunları devrim programıyla ilişkilendirmeleri, olayları, gelişmeleri devrimci stratejileri yönünde itmenin bir kaldıracı haline getirmeye çalışmalarıdır. Örneğin, eğer bu yaklaşım ile ele alınırsa Batı'da demokratik barış talebi pekala sömürgeci savaşa karşı mücadelenin, Türk halkını milliyetçilik ve şovenizmden koparmanın, "bölücü terör" zehirlenmesinden kurtarmanın, devamında da savaşın sorumlularından hesap sormaya yöneltmenin kaldıracı olabilir. Devrimcilik de, sosyalistlik de, en has devrimci enternasyonalizm de, bugün Türk işçi ve emekçilerinin, Türk halkının milliyetçilik ve şovenizmden kurtulmasının yol ve yöntemlerini aramayı, bunu kendine dert edip, yanıp tutuşmayı, bu yolda çok somut ve çok pratik biçimde politikalar geliştirerek çalışmayı gerektiriyor.

Devrimci hareketin, Kürt halkının ulusal demokratik hakları için Türk halkını, proletarya ve ezilenlerini etkin bir aydınlatma çalışmasından, somut politikalar geliştirmesinden, bu bağlamda süreçlere ve gelişmelere müdahale etmesinden, diğer bir anlatımla dikkate değer bir politik mücadelesinden söz edilemez. Bu durum, en genelde devrimin nasıl olsa bütün bu sorunları topyekün halledeceği için ihmal edilebilir ve ertelenebilir görme zihniyetinin yansıması gerçekliğinden ayrı olarak, ilgili her yapının bu gerçekliğin farkında olması daha da vahim bir durumdur. Çünkü o zaman en iyimser yorumla bu durumdan kurtulmak istiyorlar, ama kurtulamıyorlar, kendilerini dönüştürmeyi, devrimcileştirmeyi başaramıyorlar demektir. Yukarıda gösterdiğimiz gibi bu bakımdan Devrimci Demokrasi'nin durumu tipiktir. 160. sayıda yer alan şu satırlar da bu belirlememizin doğruluğunu onaylamaktadır:

"Maoist komünistlerin ve belli devrimci hareketlerin söz konusu emperyalist tasfiye planına karşı esasta olumlu bir irade ve değerlendirmeye sahip olduğu, tahlil ve tespitlerinin devrimci teoriye uygun olduğu söylenebilir, söylenmelidir."(s. 8)

Bir parantez açalım, peki devrimci teoriye pek uygun olduğu vurgulanan "değerlendirme", "tahlil ve tespitler" -kısaca "bu durum"hangi devrimci harekete, nasıl bir devrimci eylem ve pratik hareket tarzına yol açtı? Devrimci Demokrasi, devamla bu soruya da yanıt vermeye çalışıyor. Kaldığımız yerden okumaya devam edelim:

"Bu bakımdan tamamen olumlu zeminde bulunan bu devrimci cephenin tüm görev ve sorumluğu, bu tutum ve zeminle mi sınırlıdır, bu yeterli midir? Açıktır ki, hayır. Peki eksik olan nedir bu cephede? Tek cümleyle ifade edersek, bunların kendi görevlerini gerçekleştirmenin yöntemlerini geliştirerek gerekli pratik mücadeleyi yeterince uygulayamamaları vetasfiyeciliğe karşı mücadelenin pratik mücadele cephesini örememeleridir. Ortak platformlar kurmayarak, ortak pratik tepki geliştirememiş olmalarıdır zayıf yanları. O halde geliştirilmesi gereken budur. Tasfiyeci saldırının boşa çıkartılması için yürütülmesi gereken görevler tespit edilmeli, etkin mücadele pratiği ortaya konmalıdır."

"Olumlu bir irade ve değerlendirmeye sahip" olacaksınız ve de "tahlil ve tespitleriniz devrimci teoriye uygun" olacak, ama ortaya devrimci pratik adına kayda değer bir sonuç çıkmayacak! Sizce de burada bir tuhaflık, bir terslik yok mu? Devrimci pratikte karşılığını bulmayan, eyleme işlemeyen bir "irade" nasıl bir iradedir? Yol açtığı, ışık tuttuğu devrimci eylem tarafından teyit edilmemiş, "değerlendirme", "tahlil ve tespitler"in, teorinin, "devrimci teori" olduğunun ölçüsü nedir? Bu, nasıl oluyor da "devrimci teori"olarak tanımlanmayı hak etmektedir? Bunun sağlaması nasıl yapılmaktadır?

DD'nin, normal olarak bu DD'nin görüş açısından kabul edilemez durumun, söz-eylem, teori-pratik kopukluğunun, kapsamlı ve derinliğine bir devrimci analizine ve keza devrimci eleştirisine girişmesi gerekirdi. Bu neden yapılmıyor? Yoksa artık alışıldık, olağan-normal bir durum olarakmı kabul ediliyor bu?!

Açıkçası biz burada, DD gibi bir söz-eylem, teori-pratik tutarsızlığından söz edemiyoruz. Bu yazıda göstermekte olduğumuz gibi DD'nin "değerlendirmeleri", "tahlil ve tespitleri" dolaysız biçimde sömürgeciliğin tasfiyeci planını boşa çıkartacak, yenilgiye uğratacak bir devrimci hareket planını kapsamıyor. Söz, teori, tahlil ne öneriyor? Türkiye devrimci hareketini ve Kürt ulusal hareketini eleştirmek, uyarmak. Keza Kürt ulusunu ve halkını uyarmak, Türk egemen sınıflarının karakterini ve tasfiyeci "Kürt açılımı" siyasetini teşhir etmek… Aşağı yukarı bunlar değil mi? Beğeniriz, beğenmeyiz, yeterli buluruz, yetersiz buluruz, DD gazete olarak bunları yapıyor, yapmaya çalışıyor… Peki, bunlar dışında DD'nin sözü, tahlili, teorisi hangi önemli somut görevleri, hangi somut pratiği, pratik devrimci hareket planını önerdi de pratiği bunu gerçekleştiremedi? Hayır, böyle bir durum, öngörülmüş ama yerine getirilememiş az çok önemli devrimci görevler, devrimci bir hareket planı söz konusu değildir. Hatta, yukarıda yaptığımız alıntıda görüldüğü gibi DD, "tasfiyeci saldırının boşa çıkartılması için yürütülmesi gereken görevler tespit edilmeli" diyor!

DD'nin iddiasının aksine orta yerde bir "teori-pratik" bütünlüğü vardır. Teori, politikasızlığı, apolitizmi teorize edince, haliyle "pratik mücadele cephesini örememeyle" tutarlı olmaktadır! DD'nin doğru sorusu hangi "pratik mücadele cephesi"ni öngördük de "öremedik" olmalıdır. Bırakın bir mücadele cephesi oluşturmayı, siz, maoist komünistlerin ve tavırlarını çok olumlu bulduğunuz o belli devrimci hareketlerden herhangi birisinin kendi başına hasbelkader, karınca kararınca, "pratik tepki geliştirme" tutum ve yönelimi var mıydı, bu yolda kayda değer herhangi bir girişimi oldu mu? Yoktu, olmadı, olamazdı da! Çünkü teori ve tahlilleri bunu öngörmüyordu, çünkü böyle bir iradeleri yoktu!

Kuşkusuz DD'nin, maoist komünistlerin ve belli devrimci hareketlerin, "gerekli pratik mücadeleyi yeterince (gerçekten 'yeterince' mi?) uygulayamamaları"nın altını çizmesi, bu gerçeği dile getirmesi olumlu bir şey gibi gözükmektedir. Aynı şey bir önceki (159.) sayıda da bir şekilde ifade edilmiştir. Peki, böyle ne olacak? Acaba özeleştiri yönteminin devrimci içeriğinin boşaltılması gibi bir durumla mı karşı karşıyayız? Özeleştiri, devrimci değişimin-dönüşümün, zaafları, eksik ve hataları aşmanın değil de bir şekilde mazur göstermenin, bir şekilde yenilir yutulur, kabul edilebilir hale getirmenin, tolere etmenin mi aracı olmaktadır?

Politik eleştiri, bir politikanın karşısına politik bir karşılık koyarsa, yani bir politikayı karşısına farklı, alternatif bir politikayı koyarak sorgularsa, iki politik gerçekliği karşı karşıya getirir, her birinin kalkış noktalarını, gerekçelerini, hareket tarzını ve yöneldiği hedefleri analiz edebilirse anlamlı olur. Bunun gibi, zaafın, eksiğin, yetmezliğin, hatanın vb. farkında olmak ve keza politikasızlığını bir şekilde kabul ve ilan etmek kuşkusuz güzeldir, ama asıl olan bütün bahse konu durumlara hücum etmek ve pratik olarak değiştirmektir. İşte, devrimci olan da budur. Pratiksizliğe yönelik özeleştirel beyanların eyleme işlemesi, pratik devrimci karşılığını bulması bize verilecek en güzel yanıt olur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi