Emperyalist Rekabet ve Hegemonya Dalaşında ABD-Çin İlişkileri

Yükselen emperyalist Çin ile gerileme sürecine giren emperyalist ABD arasında, koronavirüs salgını öncesinde, “ticaret savaşı” ve Asya -Pasifik bölgesindeki hegemonya dalaşı iktisadi, siyasi ve askeri boyutlu hamleler, çeşitli kombinezonlu bölgesel oluşumlar, anlaşma ve yönelimlerle sürüyordu. Korona krizi ile bu rekabet ve hegemonya kapışması daha da belirginleşti. Covid-19 virüsünü üretme ve yayma üzerine ABD ve Çin karşılıklı suçlamalara girdi. Bu gerilim ve rekabet sürecinde, bu ya da benzer konular üzerinde suçlamalar devam edecektir. Ve yakın gelecekte bu rekabet ve hegemonya kavgası dünyanın birçok bölgesinde doğrudan veya dolaylı biçimde yayılacak ve derinleşecektir.

Kapitalizmin tarihi, bu türden bölgesel iktisadi oluşumlar, devletler, tröstler, tekeller ve firmalar arasındaki rekabet ve hegemonya dalaşlarına, savaşlarına tanık olmuştur. 1. ve 2. emperyalist paylaşım savaşları bu rekabetin askeri boyutlarını gösterdi. Bugün de dünyanın çeşitli bölgelerinde çok boyutlu, çok taraflı ve çok devletli savaşlarda bunu görüyoruz: Ortadoğu'da on yıllardır bir bölgesel savaş sürüyor. Ukrayna, Afganistan-Pakistan, Doğu Akdeniz, Latin Amerika vb. alanlarda benzer çatışmalar devam ediyor.  Bu rekabeti, yine Yemen, Suriye ve Libya'da “vekalet savaşları” biçiminde; ABD'nin İran, Suriye ve birçok ülkeye karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlarda görüyoruz. 

Dünya pazarındaki büyümenin durgunlaştığı, ortalama kar oranlarının düştüğü ve hegemonya mücadelesinin yükseldiği bugünkü koşullarda tekelci rekabet derinleşiyor.

Şüphesiz ki, bu ekonomik rekabet, siyasi ve askeri rekabeti de üretip şiddetlendiriyor. Örneğin “ulusal çıkar” nedeniyle AB ve ABD'de bazı tekellerin yutulmasına, satın alınmasına karşı duruluyor. Ve hatta devlet olma yetkileriyle satışların engellenmesi yoluna gidilebiliyor. Yine ABD, Almanya, Fransa vb. emperyalist ülkelerin, kriz koşulları ve satış durumlarında tekellere ve firmalara büyük mali destekler sunmaları aynı amaçlıdır. 

Rekabet, sermayenin içsel dinamiğini ifade eder. Emperyalist sermaye yeniden değerlendirme arayışlarına girer. Emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi, bu ihtiyaçlardan kaynaklanır. Eşitsiz gelişme kapitalizmin başlıca yasalarından bir diğeridir.  Böylece bazı emperyalist ülkeler yükselişe geçer, bazıları ise durgunluk yaşar ya da inişe geçer. Sonuçta rekabet kapitalizmin nesnel yasalarının bir ürünüdür. Büyüyen sermaye ve metalar yeni pazarlara iştahlanır ve yeni uluslararası pazar ve hammadde arayışlarına girerler. Bu hammadde ihtiyaçları ve pazar arayışları, emperyalist devletler arasında bölgesel ve dünyasal savaşlara yol açar. Öyle bir durumda ise, “ulusal ordu ve donanma” sermayenin emrindedir. Dünyada bunun sayısız örneği yaşanıyor.

Kapitalizmin tarihinde eşitsiz gelişim yasasının yol açtığı hakimiyet ve hegemonik güç olma örnekleri şöyle formüle edebilir: İspanya 15. yüzyıl ile 17. yüzyıl başına kadar etkin ve yükselen kapitalist güçtür. Denizlerdeki üstünlüğü ve ticaretteki rolü bu hakimiyeti getirdi. Hollanda 16. yüzyıl sonlarından 18. yüzyıl sonuna kadar yükselen kapitalist bir ülkedir. Denizlerdeki hakimiyeti ve etkilerine bağlı ticari bir üstünlüğü var. 18. yüzyıl ortasından 20. yüzyılın yarısına kadar Britanya sanayi kapitalizminde öne çıkan kapitalist güçtür. Ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar bu üstünlüğünü sürdürdü. Dünya ticaretinde ve sömürgeleştirmede önde giden başlıca emperyalist ülke olur. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında yükselen güç ABD emperyalizmidir. Ve bu durum 2000'li yıllara kadar devam etti.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda İngiltere, emperyalist bir güç olarak yükselen ABD'ye borçlandı. ABD karşısında ticareti sürekli açık vermeye başladı. Ve geriye düştü. Bugün ise, ABD emperyalizmi, yükselen emperyalist Çin karşısında aynı duruma düşmüştür. Askeri, mali ve siyasi gücüyle dünyada hegemonyasını sürdürmeye çalışıyor.

Dünyada ekonomik üretim ve uluslararası ticaret bakımından bugün öne geçen emperyalist ülke Çin'dir. Ayrıca dünya kapitalizmiyle bütünleşirken bankacılık sektörünü özelleştirme dışı tutarak hem mali sermaye gücünü büyüttü hem de Çin firmalarının sermaye ihracı için destekleyecek mali sermaye birikimini hazırlayabildi. Çin yükselen ve hegemonik emperyalist bir güç olmaya doğru ilerlerken, ABD gerileyiş sürecine girdi. ABD, Çin'in iktisadi ve ticari gücünün dayattığı hegemonik güç olma hamlelerini askeri, siyasi ve diplomatik olarak önlemeye çalışıyor. Bu anlamda Çin'i kuşatması ve çevrelemesi hamlesi çok belirgin biçimde devam ediyor  

Kapitalist emperyalist rekabetin çeşitli unsurları ve boyutları vardır: İktisadi, siyasi, diplomatik, askeri gibi. Günümüzde ticaret savaşları, ekonomik ambargolar, emperyalist işgaller, “vekalet” savaşları, uluslararası yaptırımlar vb. biçiminde yürütülebiliyor.

Genel olarak hegemonyada hakimiyet ekonomik üstünlükten geçer. Almanya, Japonya ve hatta Çin’in iktisadi üstünlüklerine rağmen askeri ve siyasi alanda buna denk düşen bir hegemonya savaşına henüz girmemiş olmaları geçici bir durumdur. Bu güçlerden yüksek gelişme hızını devam ettirenler mutlaka ABD hakimiyetine siyasi ve askeri alanda da meydan okuyacaklar.  

Gelecek dönemde muhtemelen Çin'in ekonomik gücü ile Rusya'nın diplomatik ve askeri gücü birleşerek hegemonya savaşında birbirini tamamlayacak. Böylece mali ve ekonomik alanda dünya çapında büyük güç oluşturamasa da askeri alanda ABD’yle rekabet eden Rusya bu yolla dünyayı yeniden paylaşım rekabeti ve çatışmasına etkince katılabilir.  Ya da gelişmeye göre yeni emperyalist büyük güç ittifakları oluşarak emperyalist dünya hakimiyeti için rekabet ve çatışmayı şiddetlendirerek paylaşım savaşına yol açabilir.

“Ticaret savaşları”nda hegemonya savaşı

Emperyalist küreselleşme döneminde rekabet ve hegemonya mücadelesinde ABD emperyalizmi “ticaret savaşları” ve ekonomik yaptırımları etkin biçimde kullanmaya başladı. Bunun İran, Suriye, Rusya, Venezüella, K. Kore, AB vb. ülkeler bakımından ağır sonuçları da olabiliyor. Trump ve ABD yönetiminin “ticaret savaşları” ve ekonomik ambargoları, kapitalist sistemin içine girdiği tarihsel krizin derinliğini de gösteriyor. Ticaret savaşları ve ekonomik ambargolar ile emperyalist hegemonya mücadelesi yeni bir boyut kazanıyor. Ticaret savaşlarının büyümesi ve boyutlanması, toplumsal üretimin uluslararasılaştığı emperyalist küreselleşme döneminde, kapitalist sistemi derinden sarsabilecek bir potansiyel taşımaktadır.

Kapitalist üretimin uluslararasılaşması koşullarında ABD'nin gümrük duvarları, sadece Çin ve diğer tekelleri hedeflemiyor, ilgili ABD tekellerini de aynı kapsama almış olabiliyor. Hatta öyle ki, “ticaret savaşları”nın büyümesi, gümrük duvarlarının yaygınlaşması, dünyada mal ve hizmetler dolaşımını sınırlanması ya da engellenmesi kapitalist dünya pazarını bir “yıkım”la yüz yüze getirebilir.

Çelik ithaline getirilen gümrük tarifesi, Almanya ve ilgili başka ülkeleri de rahatsız etmeye başladı. ABD, Almanya ve Japonya, Çin ve Rusya'nın olası anlaşma ve ittifaklarından rahatsızlık duyuyor. AB, ABD'nin İran'la gerçekleşen nükleer anlaşmasını geçersiz kılmasına karşı çıkıyor, yüksek gümrük tarifesinde serbest ticaretin sorumluluklarını hatırlatıyor.

ABD, ekonomik yaptırımları dış politika ve siyasal rekabetin önemli bir unsuru haline getirmeye başladı. İran'a yaptırım, bir yanı ile Ortadoğu'daki hegemonya savaşı ve politikalarına ilişkin ise, diğer yanı ticaret savaşlarının genişletilmesi ve boyutlanmasıdır. ABD yönetimi ve Trump'un İran'a yönelik ekonomik ambargosunun asıl hedefi Çin, Almanya ve AB'dir. Çünkü İran, AB ve Almanya için önemli bir pazardır. Çelik ve alüminyuma getirilen ek gümrük tarifesinde Almanya da etkileniyor. Trump yönetimi, Alman otomobillerine karşı da ek gümrük vergisi hedeflemektedir. Zira 2017 yılında Amerika'da 1 milyon 300 bin Alman otomobili satıldı. Bu rakamın yarısı Almanya'dan ithal, diğer yarısı BMV, Mercedes Benz ve Volswagen'nın Amerika'daki fabrikalarından karşılanıyor.

ABD, Almanya'nın emperyalist rekabet ve hegemonyada ayrı bir baş çekmesine, Rusya ile Çin'in güçlü bir ittifak kurmasının önüne geçmeye çalışıyor.

Almanya, dünya ihracatında 3. sırada yer alan bir ülkedir. Kendi tekellerine pazar açmak için Çin'le çeşitli ticaret anlaşmaları yapmaya çalışıyor. O nedenle, Almanya Başbakanı Merkel, İran'la gerçekleşen nükleer anlaşma ve serbest ticareti savunduklarını açıklamıştır. Yine, ek gümrük vergisi için, Fransa Cumhurbaşkanı Macron gümrük tarifesinin yükseltilmesini eleştirerek “Bu karar sadece kanunsuz değil, aynı zamanda birçok bakımdan yanlıştır da. Ekonomik milliyetçilikle savaşa yol açar. 1930 'da yaşanan da budur” diyebilmiştir.

Hakikaten kapitalist sistemde, özgürlük denilince akla ilk gelen şey, “ticaret özgürlüğü”dür. Yani serbest ticaret politikasıdır. Ne var ki, emperyalist ülke ve tekellerin çıkarları, gerektiğinde ekonomide “düzenleyici” görülen arz talep ilişkisine müdahale etmeyi bile kaçınılmaz kılabiliyor.

Çin, ABD'yi DTÖ'ne şikâyet ederken, ABD'nin uluslararası ticaret kurallarına uymadığını belirtiyor. Çünkü DTÖ, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi, sermaye hareketinin önündeki engellerin kaldırılması ve ülkelerin buna göre yasalarını değiştirmesini, gümrük duvarlarının bütün dünyada aşağı çekilmesini ve giderek sıfıra yakınlaşmasını öngörür. DTÖ'nün kurucusu ABD'dir. O tarihsel koşullarda, ABD ve tekelleri çıkarına, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” ilkesi uygunken, bugün aynı ABD, ekonomik alanda ve ticari rekabette geriye düştüğü için ek gümrük tarifesine baş vurmaktan geri durmayabiliyor.

ABD, Çin'in kendi şirketlerine devlet desteği ve teşviki sunarak, ürünlerin ucuza mal edilmesini sağladığı ve dolayısıyla bunun haksız rekabete yol açtığını ve bunun “adil ticaret” ile bağdaşmadığını açıklamaktadır. Oysa kapitalizmde ticaretin adil olmadığı, olmayacağı tarihsel ekonomik bir gerçektir. Güçlü olan ülke ve tekeller, teknolojik ve ticari üstünlüğü elinde bulunduran ülke ve tekeller, geri ve küçük olanları “ticari sömürü” ile yüz yüze bırakabiliyor.

Kaldı ki, ABD dahil, bütün emperyalist ülkeler, “adil ticaret”le(!) bağdaşmayan bu yola baş vurabiliyorlar. Kendi tekel ve şirketlerine uluslararası alanda rekabet gücünü artırmaları için destek ve teşvik yoluna giderler. 2008 krizinde, koronavirüs salgını sürecinde bütün emperyalist burjuva devletler, trilyon dolarları bu tekellere akıttılar.

Gümrük tarifesine rağmen Çin gibi “dünya atölyesi” görülen bir ülkede üretilen ürünler, ABD'de üretilen ürünlere göre daha ucuza mal olunca, küresel rekabette geriye düşmek istemeyen firmalar, üretim ya da fabrikalarını ucuz işgücünün olduğu coğrafya ya da ülkelere kaydırmaya başladılar. Üretimin uluslararasılaşması da budur. Öyle ki, eski emperyalist sanayi ülkelerinin yerini yeni sanayi ülkeleri almaya başladı. Çin, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika, Meksika vb. gibi.

Örneğin, ABD'nin otomobil firmaları, bazı fabrikalarını Meksika'ya taşıdı. Ve Trump, ABD'nin sanayi üretiminde geriye düşmesinin ABD'yi dünyada rakipsiz hegemonik güç olmaktan çıkardığını ve Çin ile rekabeti gerekli gördüğünden dolayı bu firmalara, “ülkemize dönün” çağrısı yaptı. Ama firmalar dönmedi. ABD sadece firmaları değil, devletleri de hedef almaya başladı. Ve ithalata daha yüksek gümrük tarifesi ve vergisi uygulamaya başladı. Çin'e dönük stratejisinin arkasındaki temel faktör, ticari üstünlüğü kaybetmeye başlaması gerçeğidir.  Gelinen yerde Çin “serbest rekabetçi”, ABD “içe kapanıcı” duruma düştü!

ABD-Çin rekabeti ve hegemonya kavgası nereye?

ABD, Temmuz 2018'de Çin'de ithal edilen 53 milyar dolar değerindeki ürünün gümrük tarifesini %10'dan %25'e çıkardı. Eylül 2018'de ise 200 milyar dolar değere aynı tarifeyi uygulamaya başladı.

Çin de 2018 yılında, ABD'den gelen 110 milyar dolarlık ithalata gümrük tarifesini %25'e çıkararak yanıt verdi.

Dolayısıyla “ticaret savaşı”, gümrük tarifeleri ve vergiler yoluyla bir ülkede üretilen ürünlerin ithal edilmesinin hedef alınması ve ilgili muhatap ülkenin de buna yanıt vermesidir. ABD ile Çin arasında böylesi bir savaş yaşanıyor. ABD, yüksek gümrük tarifesi uyguladığı metaları üretmek istese de başarılı olmaz. Örneğin, çelik üretimi gibi. İthal üretime gümrük tarifesi yükselince, çelik tüketicileri ve diğer sektörlerin buna itirazı yükselir.

ABD'nin çelik için %25, alüminyum için %10 gümrük tarifesi Kanada, Güney Kore, Meksika ve AB ülkelerini de kapsadı. Bu ülkeler de “serbest ticaret kuralları”nı hatırlatmaya başladılar. 

Çin, bugün dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Ve uluslararası ticarette üstünlüğü ele geçirdi. İhracatı 2 trilyon doları aşmış bulunuyor. Çin'i ABD ve Almanya izliyor. Çin, ihracatının 1/4’ünü ABD'ye yapıyor. ABD'nin gümrük tarifesini yükseltmesi, Çin ekonomisi bakımından ciddi sınırlama ve sıkıntılar doğurmaktadır.

ABD, Çin'in ekonomik büyümesi karşısında korkuya kapıldı. 2000'li yıllarda Çin'deki ekonomik gelişme ve büyüme karşısında, Trump, ekonomide “olağanüstü hâl ilan etme” yoluna gitti. Trump’ın ekonomi danışmanı, ticaret savaşının ateşli savunucusu ve mimarlarından olan Peter Navarro, bu konuda şöyle diyor: “Çin, Amerikan endüstrisinin geleceğini hedef alıyor. Başkan Trump, yükselmekte olan endüstriyi Çin başarılı bir şekilde ele geçirirse Amerikan ulusal güvenliğinin ciddi bir şekilde tehlikeye gireceğini ve Amerika’nın gelecekte bir ekonomisinin olmayacağını başka herkesten çok daha iyi anlıyor.”1

ABD, Çin'in teknolojik üstünlüğü ele geçirme gelişimi karşısında da rekabet içine girmiş bulunuyor. Zira çip gibi yarıiletken teknoloji üreten Qualcomm ve Lattice Semicorductor adlı şirketlerin Çin uzantılı şirketlere satılmasına “ulusal güvenlik” nedeniyle izin vermedi.  ABD, şimdi Çin'in ABD'ye yatırım yapmasını güvenlik nedeniyle istemiyor. Bütün bunlar, rekabet gücünün düşük olduğunu gösteriyor.

ABD, Çin'i teknoloji hırsızlığı, telif hakkını ihlal etmekle suçluyor; oysa emperyalizm ve tekellerde bu rekabet hırsı, doyumsuzluğu, açlığı ve saldırganlığı hep vardı. Ve bu hırsızlık hep sürüyor.

ABD eski dışişleri bakanı Tillersson bir Afrika gezisinde, “Çin'in şeffaf olmayan sözleşmeler ve yağmacı kredi anlaşmalarıyla Afrika'yı kendine bağımlı hale getirdiğini” söylüyordu. Kendi mali ve ekonomik sömürgelerini, yağma ve talanlarını unutmuş gibi.

Yükselen Çin, Gerileyen ABD emperyalizmi

ABD- Çin rekabeti ve dünya hegemonya mücadelesi, iki ülkenin iktisadi gelişme trendinden kopuk ele alınamaz. Zira, bu kapitalist gelişmenin eşitsiz gelişim yasasının bir ürünüdür. Ve bu rekabet genişliyor, derinleşiyor! 1990 ve 2016 yıllarında dünya hasılasında ABD ve Çin payları şöyle: ABD, %23,9'dan %21, 8'e düşer. Çin %2,2 den %12,3'e çıkar.2

ABD

ABD, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra ekonomik gelişmede ve sanayi üretiminde İngiltere'nin yerini almaya başladı. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra hakimiyeti rakipsiz ve aşırı açık arayla önde oldu. 1945 yılında, dünya üretiminin %57’si ABD'de gerçekleşir. Dünya altın rezervlerinin %80 yine ABD'nin elindedir. Doları altın yapan ve bugün uluslararası düzeyde değerlendiren de bu üstünlüktü. ABD, Bretton Woods anlaşmasıyla diğer ülke paralarına karşı doları altınla eşitledi ve bunu sabitledi. Ve dolar değer kazandı. 1950 yılında ticaret fazlası %30 düzeyine vardı. Şimdilerde ise, dış ticaret açığı 860 milyar dolar civarında.

Şüphesiz ki, ABD'de bir sanayi üretimi var, ama sanayi üretimi büyük ölçüde Çin ve Meksika'ya kaymıştır. Çin'le ticaret savaşı bununla da ilgilidir.

ABD ve AB'nin dünya hasılasına katkısı 2000 yılında %41 iken 2013 yılında %13'e düşer. Çin ve Hindistan ise aynı yıllarda %21'den %41'e çıkar.3

1999'da dünya hasılası 32,5 trilyon dolardan 2015'te 73,6 trilyon dolara çıkar. Aynı yıllarda ABD'nin dünya hasılası içindeki payı %21,9’dan %15, 8; Euro bölgesi %15, 8’den %12'ye, Japonya %7,6’dan %4'e geriledi. Ancak Çin %11,2’den %17, 3, Hindistan %4,5’ten %7'ye çıkar.4

ABD ve Trump'ın NAFTA'nın dağıtılmasını istemesi, NATO'yu sorgulaması, Çin'e karşı ticaret savaşı, Meksika sınırına duvar çekmesi, Müslüman ülke vatandaşlarının ABD'ye girişine yasak getirmesi vb.  kapitalizmin ve ABD emperyalizminin hegemonya krizine işaret eder. ABD'nin bu politikaları Kanada, Fransa ve Almanya ilişkilerine de yansıyor.

Trump'ın Trans-Pasifik Ticaret anlaşmasını (TPP) bir yana atması, ABD ile AB arasında Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması’nı yürürlüğü sokmaması, NAFTA'dan çıkma tehditleri, ABD tekelleri ve sermayesinin rekabette, güçlü rakiplerine karşı üstünlüğü kaybettiğinin işaretidir.

ÇİN

Çin 2008 dünya ekonomik krizi ve sonrası inişli çıkışlı durgunluk döneminde %7 civarında sürekli bir büyüme gösterdi. Çin'in ekonomik büyümesi, devletin kapitalist üretim gücü olarak kullanılması, Çin'de kır nüfusunun proleterleşmesi, örgütsüz ve güvencesiz emek sömürüsü, ucuz işgücünün çekiciliği ve giderek görece daha ileri teknolojiyle üretiminin gerçekleşmesinin ürünüdür.  Ve Çin kısa sürede kendi uluslararası tekelleri ve sermaye ihracıyla dikkat çekmeye başladı. Böylece Çin'de üretilen değerlerde diğer emperyalist ülkelere transfer edilen sermaye oranları da düşmeye başladı. Ve Çin, başta ABD olmak üzere, AB ve diğer emperyalistlerin rakibi olamaya başladı.

IMF'nin 2004 ilkbahar raporuna göre, dünya hasılası 37 trilyon ve Çin'in payı ancak 1,7 trilyon dolardır. Çin, İtalya ile aynı konumda. 2018 yılında ise, dünya GSMH 80 trilyon dolar. Ve bunun 12 trilyon doları Çin'e ait. Bu da dünya ekonomisinin %15'idir. Yani, İngiltere ve ABD'den sonra bugün de Çin “dünya atölyesi” olma yolunda.

Dünya Ekonomik Forumu 2016 verilerine göre, Çin 2016'daki %6,7 büyümesiyle %3,2 olan küresel büyümeye %39’luk bir katkı yapar. Aynı yılda ABD %1,6 büyürken, küresel katkısı ancak %0,02'dir.

2001 yılında DTÖ'ne üye olan Çin, uluslararası sermayenin çok taraflı ticaret anlaşmaları, ithalat vergilerinin düşürülmesi, kısıtlamaların kaldırılması ve yabancı sermaye için koşulların oluşturulmasını kabul eder. “ÇKP”, Çin'de bu kuralları işlevli kılar. Çin, sadece 2016 yılında dünyada doğrudan sermaye yatırımı olarak 135 milyar dolar çekebildi. Bugün Çin'de doğrudan yatırım miktarı 1 trilyon 514 milyar dolardır. Bu durum, tekelci sermayenin iştahlanması ve yoğun sömürüsünün düzeyini gösterir.5

Çin'in DTÖ'ne üyeliği, Çin üretimi metaların dünyaya yayılmasını getirdi. 1980 yılında ABD dünya ihracatının %11'ni, Çin ise sadece %1'ni elinde tutuyordu. 2017 yılında bu rakam ABD için % 9'a gerilerken, Çin'de %12, 5'a çıkar.6

Çin 2000 yılında sadece 4 ülkenin en büyük ticaret ortağıyken, bu ticari ilişki 2016’da ABD dahil 100 ülkeye ulaşır.7

Çin ekonomisindeki büyüme ihracat rakamlarına da yansır: Çin'in ihracatı 1985’te 27 milyar dolar, 1995'te 148 milyar dolar, 2005'te 761 milyar dolar ve 2015'te 2,3 trilyon dolara yükselir. Öyle ki, 2017 yılında Çin dünyanın en büyük meta ihracatçısı durumuna yükselir. Toplam meta ihracatının %13'ü Çin tarafından gerçekleşir. Bu yılda, Çin'in dış ticaret fazlası 421 milyar dolar olur.8

Çin'de işgünün çok uzun ve  çok ucuz olması, 800 milyonluk devasa işgücü ordusunun bulunması emperyalist tekellerin iştahını kabartır. ABD menşeili firma ve tekeller üretimi Çin'e taşıdılar. Ve Çin ucuz işgücü cenneti haline geldi. Yüksek emek sömürüsü, kötü çalışma ve yaşam koşulları, işçi sınıfının örgütsüzlük durumu Çin'i çekici kılıyor. ABD'nin Çin'de doğrudan yatırımı 250 milyar dolar. Çin'in ABD'deki yatırım ise 150 milyar dolardır. Çin'de General Motor, IBM, Microsoft gibi tekeller, Wallmart türü ithalatçı dev şirketler Trump'un ticaret savaşından rahatsızdırlar.

Çin firmaları, makineler, elektrikli aletler, bilgisayarlar, akıllı telefonlar, otomotiv parçaları ve otomobil üretiminde gelişme gösterir ve ihracata yönelirler. İleri teknoloji ara mallarını ise ABD, Japonya ve Güney Kore'den ithal eder.

Çin, “Made in China 2025” projesi kapsamında havacılık, robotik ve elektrik araçları teknolojisine yatırım yapmaya başlamıştır.

Çin 2000'li yıllarda ayrıca bazı şirketleri satın alarak hem sermayesini büyütür hem de kendisi için yeni teknolojik altyapıya sahip olur. Robot üreten Kuka, sanayi makineleri üreten Kraussmatfei ve yakıt yakma cihazları üreten EEW gibi Alman şirketlerini; İsveç'in Wolvo’sunu, İsviçre'de tohum ve gübre devi Syngenta’yı, İtalya'da Pirelli, ABD'de vinç vb. üreten ABD merkezli Terex Corp'u satın alır. Alman tekeli Daimler'in %10'nu Çin'e aittir.9

Çin sermaye ihracında da gelişme gösterir. Dünya Bankası verilerine göre 2016 yılında Çin diğer ülkelere, Çin’e yapılandan daha fazla doğrudan yatırım yaptı. 2016 yılında Çin’e gelen yaklaşık 174 milyar dolarlık yatırıma karşılık, Çin’den diğer ülkelere yaklaşık 216 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapıldı.10

Çin 2011 yılında küresel doğrudan yabancı yatırımların kaynağı olarak altıncı sırada yer alırken 2014 yılında üçüncü sıraya yükseldi. Hong Kong ile Çin arasındaki bağımlılık göz önüne alındığında Hong Kong’a ait görülen sermaye yatırımları aslında Çin’e ait sayılabilir. Bu durumda Çin, doğrudan yabancı yatırımlar açısından en fazla yatırım yapan ülkeler arasında ABD’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Çin’in 2018’de yurtdışında doğrudan yabancı sermaye yatırım stoku 1,98 trilyon dolara varmıştı.11

Çin, süper bilgisayar üretimi, uzay çalışmaları, yapay zekâ, nükleer enerji ve silah üretimi, Quantum haberleşme ve şifreleme ve 5G gibi ileri teknolojik gelişmeler sağlar.

Çin emperyalizmi, “tek kuşak, tek yol” (OBOR) projesiyle devlet kapitalizmi ve tekelci sermayenin gücüyle Avrasya ana kıtasında, Çin kapitalizminin ekonomik ve stratejik çıkarlarına uygun bir küreselleşme hegemonyası planı inşa ediyor. Çin'in 1 trilyon dolarlık bu stratejik planı, Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da 46 ülkeyi kapsıyor. Ve bu stratejik plan ekonomik ve siyasi bir projedir. Bu proje dünya nüfusunun %70’ini, küresel ekonominin %55'ni kapsıyor. Çin bununla ekonomik başarıyı jeopolitik alana yayma, hegemonya ve yayılmacılığını arttırmayı hedefliyor. Çin, ipek yolu projesi ile bağımlı olduğu enerji ve hammadde kaynaklarını güvencelemek istiyor. BP enerji görünümü 2035 raporuna göre, Çin, 2035'te dünyanın en büyük enerji ithalatçısı olacaktır. Çin'in enerjiye bağımlığı %15'ten %23'e çıkacaktır.

Çin'in bu ekonomik gelişmesinde sadece ABD, Japonya değil, AB emperyalistleri de rahatsızlık duymaya başladı.

Bu gelişmeler karşısında AB de harekete geçti. Almanya-Fransa eksenli “toparlanma” planı, 2,4 trilyon dolarlık finans kaynaklarını bir havuzda toplamayı, borçları bir merkezde ortaklaştırmayı, AB çevre ülkelerine sadece borç değil hibe yoluyla güçlendirmeyi hedeflemektedir. AB bu toparlanma planını onaylarsa, AB ekonomik ve siyasi yapıyı güçlendirebilir. Küresel rekabet veya hegemonya kavgasında, 3. bir güç olarak ortaya çıkabilir.

Bölgesel ittifaklar ve Asya-Pasifik’te hegemonya mücadelesi

Emperyalist devletler Çin ve ABD arasındaki rekabette, bir çekici bölge Asya-Pasifik bölgesidir. Buradaki rekabette ABD, Rusya, Çin ve Japonya önde gelen ülkeler. Rekabet ve hegemonyanın iki boyutu var: İlki, bölge ülkelerinin gelişen ekonomisi ve pazarı üzerinedir. İkincisi, stratejik çıkarlara bağlı jeopolitik boyutlardan kaynaklı hegemonya ve rekabet savaşıdır.

Asya-Pasifik bölgesi enerji yoksulu büyük petrol tüketicisi bir alandır. Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Tayland, Malezya, Endonezya, Vietnam, Filipinler ve Bangladeş büyük enerji pazarları olan ülkelerdir. Dolayısıyla ABD, Suudi Arabistan, Katar, İran vb. petrol ülkeleri bu alanla ilgilidirler.

Asya-Pasifik'in, dünya satın alma gücü paritesindeki yeri 1992'de %50,2 iken 2016 'da bu oran %54,6’ya çıkar.

Rekabetin jeostratejik boyutunda bir yanda Çin, Kuzey Kore, Myanmar'ın ittifakı, Çin'in, Rusya’nın Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki iş birliği, diğer yanda ABD, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Tayland ve Filipinler. Hindistan’ın giderek ABD’yle iş birliği içine daha çok giriyor olması bu ittifak saflaşmasını daha da şiddetli rekabete yönlendireceği anlaşılıyor.

Japonya'nın Çin'le yaşadığı sorunlardan dolayı ABD donanmasının %50'si bu bölgededir.

Bölgesel ittifaklar, ekonomik ortaklık ya da girişimler rekabet konuları üzerine bazı farklılıklar taşısa da esasen iki blok biçiminde yürütülmektedir.

Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Çin önderliğinde Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında 1996 yılında kuruldu. Pekin merkezli bölgesel bir ekonomik oluşumdur.  Bu beşliye sonra Özbekistan da katılır. ŞİÖ, dünya GSMH'nın 1/10'na sahiptir. Bu rakam, 12,4 trilyon dolardır. ŞİÖ, dünya petrolünün %25, doğalgazın %50'si, kömürün %35'i, uranyumun %50'sine sahiptir. ŞİÖ'ne daha sonra Hindistan ve Pakistan da katılır. Afganistan, Belarus, İran ve Moğolistan gözlemci devletler olarak ilişkilerini sürdürür.

Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka diyalog yürütme statüsünde ilişki içindedirler.

Çin'in içinde yer aldığı bir başka bölgesel iş birliği oluşumu ise: Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Girişimi. On üyeli Güneydoğu Asya Halkları Birliği'nin (ASEAN) yanında Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda'nın olduğu 16 ülkeyi kapsıyor. Bu bölgesel girişim, 2012 yılından beri gümrük duvarlarının indirilmesi, ekonomik iş birliğinin arttırılması, karşılıklı vergi kolaylıkları vb. çıkarlar üzerinde ticari blok oluşturmuştur. Bu ortaklık 23,4 trilyonluk ekonomiyi ve 3,5 milyar nüfusu kapsıyor.

2016 yılında Çin ihracatında ilk 10 ülkenin 7'si bu bölgede. İhracatın %48,9’u bu ülkelerle. ABD'ye ihracatı ise %18,3 ve bu 388,1 milyar dolar.

Çin'in, 2016 yılında kurduğu ve faaliyete geçen Asya Altyapı Yatırım Bankası bölge ülkelerini çeken başka bir sermaye kuruluşudur. Bu banka, aynı zamanda Dünya Bankası ve IMF'ye rakip olmayı hedefliyor. 57 üyesi var, 25 ülkenin üyeliği bekleniyor.

ABD'nin kurduğu TPO (Trans Pasifik Ortaklığı) bu bölgesel girişim ve oluşumlar karşısında tutunamaz, iptal edilir.

Çin, Doğu ve Güney Çin Denizi'ni dünyanın kalbi görüyor. Ve bu alanda ekonomik, askeri ve siyasi bir hegemonya kurma peşindedir. ABD'nin küresel askeri üstünlüğüne bölgesel düzeyde karşı koyabilecek askeri güce erişmiş durumdadır. Çin, küresel askeri rekabetin yoğunlaştığını görerek yapay zekâ, kuantum bilgisi, büyük veri, nesnelerin interneti gibi son teknolojilerin uygulanmasını askeri alana yansıtma çalışmaları içindedir. Çin'in Cibuti'de askeri üs kurması, İran'da askeri varlık arayışları bu alandaki eğilimini de gösteriyor. 2019 yılında Çin'in askeri bütçesi 177,49 milyar dolardır. Bu ABD’nin yaklaşık 750 milyar doları bulan askeri bütçesine göre çok geride olsa da dünyada ikinci sırada ve kendisini takip eden ülkelerle arayı açan bir rakam. 

ABD ise kurduğu bölgesel ittifaklar ve oluşumlarla bu hegemonyaya karşı duruyor. ABD ve AB'nin oluşturduğu TTİP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) kendi içindeki doğrudan yatırımları %63 dolayında.12

NAFTA, ABD, Kanada ve Meksika'nın oluşturduğu bölgesel bir ortaklıktır. Meksika, ABD'nin serbest organize sanayi bölgesi haline geldi. ABD tekelleri Meksika'da büyük yatırımlara girdi. Ama, 2000'li yıllarda aynı ülkeye Japonya, Almanya, Çin ve Güney Kore tekelleri de yöneldi. NAFTA üzerinden dolaylı olarak ABD pazarına gümrük duvarını aşarak girdiler. Meksika, bu yıllarda 500 milyar dolar civarında sermaye çekti.

Gerginlik Merkezi Güney Çin Denizi

ABD'nin Çin'i kuşatma politikaları, Güney Çin Deniz'indeki krizde açığa çıkıyor. ABD bu kuşatma ve askeri yığınak girişimlerinde Japonya, Vietnam, Filipinler'i yanında tutuyor. Japonya'nın yeniden silahlanmasının önünü açıyor.

Bu bölgede gerilim üst seviyede. Bir yanda Çin, diğer yanda kendi içlerinde de çelişkileri barındıran Vietnam, Malezya, Tayvan, Brunei, Filipinler var. Kriz konusu Paracels ve Spratlys takım adalarının tamamı ya da bir kısmı üzerinde egemenlik hakkı iddialarıdır. Ülkeler, denizleri doldurarak yapay adalar oluşturmaya ve silahlanmaya çalışmaktadırlar.

Bu bölgede ABD, Japonya, Avustralya ve Rusya kritik rol oynamaktadır. Askeri çatışmalara açık güç gösterileri ve hazırlıkları devam ediyor. Çin, Güney Çin Denizi'nin %80’i üzerinde hak iddia ediyor.

ABD şimdilik askeri gövde gösterileri, BM'i kullanma ve askeri yığınak ve diplomatik ataklarla rekabeti yürütüyor. Ama bu bölgesel bir savaşı dışlamıyor. Ne var ki, bu bölgede olası bir savaş, Japonya ve Rusya’yı dışarda bırakarak düşünülemez.

Güney Çin Denizi, bölge ve dünya ticareti bakımında ekonomik ve stratejik yönüyle önemlidir. Hint Okyanusu ve Batı Pasifik arasında boğaz konumundadır. Ve küresel ticarette, 5 trilyon avro gibi devasa ekonomik bir öneme sahiptir.

Güney Çin Denizi’nde petrol ve doğal gaz rezervleri de var. 11 milyar varil petrol, 190 trilyon fit küp (5 trilyon metreküpten biraz fazla) doğal gaz rezervi bulunur. Bu miktar dünya gaz ve petrol rezervleri içinde önemli bir yer tutmuyor.

Doğu Çin Denizi krizi ise, Çin'in Diaoyu, Japonya'nın Senkaku adlarını verdikleri takım adalar üzerinden sürüyor.

Çin'in, Güney Amerika'da hammadde alanında yatırımcı ve alıcı rolünde bulunmasını ABD kaygı ile izliyor. Afrika'da Çin etkisi artıyor.

ABD ve Çin ilişkilerinde, Kuzey Kore ve Hong Kong önemli gerginlik ve çelişki konularıdır. Çin'in dış politikasında bölgesel hedef Tayvan'ın “anavatana” katılmasıdır. Yine ABD, Kuzey Kore'nin nükleer üretimi ve denemelerinin Çin'in teknolojik ve ekonomik desteğiyle gerçekleştiğini düşünmektedir.

Bir diğer sorun ise, Hong Kong'un özel statüsünün sınırlandırılması üzerinedir. Çin, Hong Kong'da olan bitenleri Çin'in iş işleri görüyor. Ve buradan hareketle, yaptırımlar öngören “güvenlik yasalarına” başvuruyor. Burada ABD, “insan hakları ve demokrasi savunucusu” (!) olarak özel statünün korunmasını istiyor.

Sonuç

2019 yılında Çin, dünya GSYİH bazında ABD'yi geride bırakacak tarzda dünyanın en büyük ekonomisi olma yoluna girdi.

Yükselen güç Çin, emperyalist yayılmacılık içindedir. “Dünya üretim atölyesi” olması, ticaretinin büyümesi, dünya hakimiyeti için potansiyel kaynaklara sahip olması, ona yakın gelecekte dünya hegemonya yarışında, büyük bir girişim ve güven vermektedir.

Çin'in ekonomik, Rusya'nın diplomatik ve askeri alandaki üstünlüğü, ABD'nin tek yanlı küresel hegemonyasına sorgulamaya başlatır haldedir.

Gelişmeler nereye doğru?

ABD ile Çin arasındaki rekabet, açık ve gizli, doğrudan ve dolaylı, bölgesel güç ittifakları ve ülkeleri üzerinden çeşitli biçimlerde ve çeşitli boyutlarda yürütülmektedir. Ortadoğu'da, İran'da olduğu gibi,

ABD, uluslararası kuruluş ve kurumlardaki üstünlüğü ve diplomatik, hegemonik, askeri ve ekonomik güç olmasından hareketle uluslararası ve bölgesel güçlerle Çin’i sınırlandırmaya, geriletmeye çalışıyor. Ticaret savaşı ve ekonomik ambargolarla bu rekabeti birleştiriyor. Yine silah ve askeri gücüyle gövde gösterisi ve tehditler; Çin'in askeri alanda hamle yapmasını önleme yolunda ilerlemektedir. Çin'in içinde yer aldığı bölgesel ittifakları, ekonomik, askeri ve siyasi güçle zayıflatmaya çalışmaktadır.

ABD emperyalizmi 2017 ulusal güvenlik strateji belgesinde resmen de Çin ve Rusya’yı ABD’nin temel düşmanları olarak hedef aldı: "Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakiplerimizle, ki bunlar Rusya ve Çin, karşı karşıyayız.”13

Burada Rusya da resmen temel rakip/düşman içinde hedef alınsa da asıl hedef olan Çin’le birlikte/ittifak içinde askeri gücünün dünya çapında rol oynayabileceği hesabıyla temel düşman içinde ifade ediliyor.

Çin bu belgenin yayınlanmasına değin hiçbir zaman ABD’ye meydan okumadı. Fakat ticaret savaşlarında ABD’ye karşılık verdiği gibi, bu siyasi belgeye de Güney ve Doğu Çin denizlerinde ABD savaş donanmasının tehditlerine de karşılık verdi, “savaşa hazır ol” emrini Çin ordusuna verdi: Aynı zamanda Çin başkomutanı olan Şi, “Askerlerin yeteneklerini geliştirmek ve savaşa hazırlanmak için harbe hazırlık tatbikatlarını, ortak tatbikatları ve cepheleşme tatbikatlarını arttırmalıyız” dedi.

“Sizler, sürekli olarak, cephe hattında çalışıyor ve ulusal egemenliği ve denizcilik çıkarlarını korumada asli roller oynuyorsunuz” diyen Şi, komutanlığın, “tüm karmaşık durumları göz önünde bulundurma ve buna uygun olarak acil durum planları yapma” yönünde “ağır bir askeri sorumluluğa” sahip olduğunu ekledi.14

Fakat vurgulamak gerekir ki, askeri bakımdan dünyanın açık ara üstün gücü olan, bunu da rakiplerinin gelişmesini bastırmak için tehdit ve bölgesel savaşlarda kullanan ABD, rekabeti savaşa dönüştürme politikasında tabii ki Çin’den çok daha savaş kışkırtıcısı. Bu amaçla Japonya’nın silahlanmasını teşvik ettiği ve ordusunu ülke dışına çıkarmasına izin verdiği gibi, Gorbaçov’la imzaladığı orta menzilli nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasını da bu dönemde tek taraflı olarak sona erdirdi.  ABD gerileyen emperyalist dünya hakimiyetini sürdürmek amacıyla asıl tehdit olarak gördüğü Çin’i kendi hakimiyetinin stratejisine tabi kılmak için çevreleme, savaş tehdidi altında tutmaya başvuruyor. Hatta küçük kısa menzilli nükleer silahları kullanabileceği savaşı tutuşturmayı göze almış durumda. Bu, önceki iki emperyalist yeniden paylaşım savaşındakinin tersine yeni gelişen emperyalist güç odağının değil, hâkim emperyalist güç olarak ABD’nin savaşı başlatabileceği olasılığını öne çıkarıyor.

Başlatacak olan da yanıt verecek olan da dünyayı kimin talan edeceği üzerine insanlığı yıkım savaşı olacak olan olası yeni emperyalist paylaşım savaşında haksız, gerici ve emperyalist taraftırlar.

Komünistler, işçi sınıfı ve ezilenler, barışsever güçler, elbette emperyalist savaş tırmandırıcılığına karşı mücadeleyi yükseltmekle yükümlüdürler.

Kaynaklar

1 https://www.ft.com/content/c002dadc-766b-11e8-b326-75a27d27ea5f

2 İbrahim Okçuoğlu, Emperyalist Küreselleşme ve Değişen Güçler Dengesi

3 Alp Altınörs, İmkânsız Sermaye

4 www.mahfiegilmez.com, Dünya Ekonomik Görünümü 2017

5 www.unctad.org

6 www.wto.org

7 Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet gazetesi, 18.05.2017

8 www.wto.org

9 www. dw.com/en/China

10 The World Bank, 2019, DataBank, World Development Indicators, https://databank.worldbank.org

11 C. Textor, www.statista.com

12 UNCTAD yatırım raporu 2016

13 bbc.com/türkçe 18.12.2017

14 www.wsws.org, 02.11.2018

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi