2019: Ayaklanmalar Yılı

Ezilenler 2019 yılına Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya ayaklanmaları ile damgasını vurdu. İran, Irak, Lübnan, Sudan, Cezayir, Şili, Bolivya ve daha pek çok ülkede ayaklanmaların temel nedeni; emekçilere sefaletten ve ölümden başka bir yaşamı reva görmeyen kapitalist sistem ve onların çürümüş hükümetleriydi. İnisiyatifleri, kitlesel katılımları ve kararlılıklarıyla kadınlar ayaklanmaların ön saflarıdaydı. Kendiliğinden kitle hareketleri olarak gelişen ayaklanmalar, ideolojik-politik önderlikten yoksundu. Sudan Komünist Partisi (SKP) halk ayaklanması içerisinde etkin bir güç olarak öne çıktı.

SUDAN

19 Aralık 2018’de “Özgürlük, barış, adalet” sloganları ile başlayan ayaklanma, 11 Nisan 2019 tarihinde 30 yıllık diktatör Ömer El Beşir’i devirdi. Sudan halk ayaklanmasını diğerlerinden farklı kılan, Sudan Komünist Partisi’nin hareketin öncüsü olmasıydı. Dünya medyası bu gerçeği görmezden gelerek safını belirledi.

Yeminli komünizm düşmanı El Beşir’in komünistleri özel olarak hedef alan katliamcı çabaları amacına ulaşamadı. 1989 yılında kadroları ve taraftarları imha edilen SKP, yeniden siyaset sahnesine girerek, ayaklanmada öne çıktı, El Beşir’in sonunu getirdi.

Faik Bulut, Gazete Duvar'da yayınlanan "Sudan halk ayaklanması hakkında ezber dışı belirlemeler" başlıklı yazısında şu bigileri veriyor: “Sudan Komünist Partisi, Değişim ve Özgürlük isimli çatı oluşumun önemli bir bileşeni. Aynı zamanda Sudan Meslek Odaları Bloku isimli hareketin de içinde yer alıyor. Çünkü serbest meslek erbabı ve benzer esnaf kuruluşlarının taban kitlesi, belli ölçüde SKP’nin ya üyesi, sempatizanı ve kadrosu durumunda.”

Ayaklanmanın diktatörlüğün başı politik İslamcı faşist El Beşir’i devirmesi üzerine generaller iki yıllık bir askeri yönetim ilan ederek, diktatörlüğün devamını sağlama atağı yaptı. Aslında Mısır’da Sisi’nin izlediği gibi bir taktik uygulamaya çalıştılar. Ancak, halk, generallerin bu vaatlerine kanmadı, sokağa çıkmaya devam etti. Bunun üzerine cunta, 10 üst düzey komutandan oluşan bir askeri geçiş hükümetiyle ayaklanan halkı yanıltma manevrası yaptı. Ancak başta Sudan Komünist Partisi olmak üzere birçok parti teklifi redetti, askeri vesayetten bağımsız sivil bir geçiş hükümetinin kurulması için direndi. Halkın kararlılığı sonucu cuntacılar, devrik diktatör El Beşir’i ev hapsine alıp sonra da işkence merkezi Kobar Cezaevi’ne hapsetmek zorunda bıraktı. Halka baskı ve zulüm uygulayan çok sayıda askeri komutan ve istihbarat örgütü sorumluları da görevden alındı.

Sudan Komünist Partisi, Özgürlük ve Değişim Güçleri ile Askeri Geçiş Konseyi arasında yapılan anlaşmayı devrimin hedeflerini karşılamaktan uzak olduğu için tanımadı, reddetti.

Ayaklanmanın bir diğer belirleyici özelliği ise kadınların güçlü katılımı oldu. El Beşir diktatörlüğü, kadınların yaşamını da zindana çevirmişti. Kadınlar “toplum ahlakı için müstehcen ya da tartışmalı” giyindikleri gerekçesiyle sık sık kırbaç cezasına çarptırılıyordu. Ayaklanmaya katılan kadınlar tıpkı İranlı kadınlar gibi, başörtülerini çıkartarak, kent meydanlarında salladılar, cins özgürlükçü taleplerini de yükselttiler. Böylece politik İslamcı gerici rejimin kadınları köleleştiren dayatmalarına karşı isyan ettiler. Kadınlar, gerici diktatörlüğün başı El Beşir’in devrilmesinden sonra sivil geçiş hükümetinin kurulması amacıyla yapılan eylemlere de katıldılar. Bu gösterilerin en büyüğü, 120'den fazla kişinin vahşice katledilmesiyle sonuçlanan Khartoum'daki ordu genel komutanlığı önündeki bir haftalık oturma eylemi oldu. Bu eyleme yönelik saldırılarda çok sayıda kadının tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Halk ayaklanması diktatör El Beşir’i devirmekle de kalmadı, diktatörlüğü sarstı, yapısında derin kırılmalar yarattı, sivil hükümetin kurulmasıyla iradesini iktidara yansıttı. Halk ayaklanması büyük kazanımlarına rağmen hala zafere ulaşmış değil, mücadele yeni koşullarda sürüyor.

İRAN

İran’da 2019 yılına damgasını vuran eylemler, 15 Kasım'da benzin fiyatlarına yapılan zam ile başladı. Eylemler başkent Tahrah dâhil en az 100 kente yayıldı. Benzin zamlarına tepki olarak ortaya çıkan ayaklanmanın temelinde yoksulluk ve işsizlik vardı. Kasım ayı verilerine göre, işsizlik oranı Tahran’da yüzde 5, Kirmanşah ve Sine’de yüzde 50. Halkın yüzde 80’i geçimini sağlayamaz durumda. Ayaklanmada kitle gösterileri, yol kapatma ve banka binalarını ateşe verme eylemleri etkili tarzda kendini gösterdi.

Kitleler arasında zaman zaman İran bayraklarını yakanlar, bazen de Rıza Şah dönemine ait sloganları atanlar da oldu. Ancak benzer türde tepkiler hareket içerisinde etkili değildi.

2019 yılının kitlesel başkaldırısı, 2017 yılında 100 kente yayılan kitle hareketi dalgasının devamıydı. Daha önce 2009 yılında "Benim oyum nerede" sloganıyla seçim sonuçlarına karşı eylemler yapılmıştı. Musavi’nin seçimi kazandığını, ancak hile ile diktatörlüğün seçim sonuçlarını değiştirdiğini düşünen halk sokaklara çıkmıştı. Daha çok sosyo ekonomik seviyesi yüksek ve eğitimli kesimler alanlardaydı. 2017, 2018 ve 2019 ise sokağa inenler yoksul kesimler oldu.

İran’daki halk ayaklanmasının başını çeken bir önderlik yok. Kendiliğinden gelişen eylemlerde işçiler ve işsizler, kent yoksulları, üniversite öğrencileri kitlesel biçimde yer alıyorlar.

Eylemlerin başladığı Ahvaz kenti Arap nüfusunun yoğun yaşadığı bir bölge. Burada genç bir Arap şair öldürüldü. Bu nedenle eylemlere kitle katılım çok güçlü oldu, öfke büyüktü. Eylemler, Urmiye ve Tebriz gibi Azeri nüfusun yoğunluklu şehirlere, başta Kirmanşah olmak üzere Doğu Kürdistan kentlerine de yayıldı.

Kadınlar her ayaklamanın içinde aktif olarak yer aldı. Onların gündeminde ise yoksulluğun yanı sıra rejimin, örtünme dayatmasına karşı cins özgürlükçü talepleri vardı. Özellikle başörtülerini çıkartarak kent meydanlarında vakurca duran dik başlı kadınlar, son iki yıldır İran’da durudurulamayan kadın direnişinin çarpıcı görünümüydü.

Özgürlük düşmanı politik İslamcı Molla rejiminin ayaklanan halka karşı tutumu sertti, tutuklamalar ve infazlarla faşist terörü tırmandırarak halk hareketine saldırdı. Kasım ayı sonu itibariyle bin 500’den fazla direnişçi katledildi. Molla rejimi, eylemciler arasındaki iletişimi engellemek için sık sık internet ve telefon şebekelerini kesti. En son politik İslamcı para militer Besic güçlerini halkın üzerine sürdü. Rejim, halk ayaklanmasının ardında sık sık ABD’nin olduğunu propagandasını yaptı. Bu progadanın zaman zaman İran dışındaki sol kesimlerde de etkisi oldu. İran’da temel soru şu: İran halkı, emperyalizm ile gerici Molla rejimi arasında sıkışmayı aşacak demokratik halkçı bir seçeneği yaratmayı başarabilecek mi? İhtiyaç duyduğu politik özgürlüğün yolunu döşeyecek halkçı bir önderliği oluşturabilecek mi?

LÜBNAN

Yaygın biçimde “WhatsApp ayaklanması” olarak tanımlanan kitle hareketi, iletişime yeni vergilerin konulmasıyla birlikte Ekim ayında başladı. Ülkede internet ve telefon ücretleri yüksek, altyapı yetersiz. Bu nedenle VoIP üzerinden telefon görüşmesi ve WhatsApp üzerinden mesajlaşma iletişim bakımından önemli. Aslında iletişim vergisi bardağı taşıran son damla oldu. Kitlesel işsizlik, yüksek kira, pahalı konut, sağlık, eğitil ve sosyal güvenlik hizmetlerinin yokluğu isyanın nedenleri. Lübnan Komünist Partisi politbüro üyesi Jana Nakhal’ın bir röportajında belirttiği gibi “ayaklanmanın kökenleri Lübnan’a 90’larda uygulanmaya başlanan neo-liberal politikaların sonucu olan sosyo-ekonomik krizde bulunuyor.”

17 Ekim’de halk, hükümet binasının yakınındaki Şehitler Meydanı’nda toplandı. Lastikler ve inşaatlardaki malzemeler yakılarak barikatlar kurdu, yolları trafiğe kapattı. Öne çıkan sloganlar; “Halk rejimi devirmek istiyor”, “Devrim” oldu. “Hepiniz yani hepiniz” sloganı da sıkça duyuldu. Halk eylemleriyle olduğu kadar sloganlarıyla da tüm yöneticilere ve mezhepçi yapılanmaya karşı tepkisini, eskisi gibi yönetilmek istemediğini gösterdi.

Başkent Beyrut’un yanı sıra başka kentlerde de eylemler yapıldı, halk harekete katıldı. Tripoli’deki eylemler de kitleseldi. Eylemlere toplam katılımın 2 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Ülkenin nüfusunun 6 milyon olduğu düşünüldüğünde, eylemin yaygınlığı ve kitleselliği daha net görülüyor.

Kadınlar ayaklanmaya etkin ve kitlesel biçimde katıldılar, cins talepleri ile de ortaya çıktılar.

Ayaklanma, 2011’deki “Halk İstiyor” hareketi ile 2013, 2015 ve 2018’deki kitle eylemlerin devamı. Ancak bu kez katılım çok daha geniş ve yaygın.

İlk gün lastik yakarak yolları trafiğe kapatan halk, polis ile çatıştı. İki eylemci hayatını kaybetti. Gözaltına alınanlar ertesi gün serbest bırakıldı. Takip eden günlerde devlet güçleri hareke saldırmayı, terörle ezmeyi göze alamadı. Daha sonra ayaklanma polis şiddetine karşı görkemli bir direnişe dönüştü. 14-16 Aralık günkü eylemlerde parlamento binasına yürümek isteyen halk ile kitleleri durdurmaya çalışan polis arasında uzun süreli çatışmalar yaşandı.

Başbakan Hariri, eylemlerin 13. gününde 29 Ekim’de istifa etmek zorunda kaldı. İstifasından iki saat sonra Hizbullah yanlıları sokağa çıktı, eylemcilerin çadırlarını yıktı.

Ayaklanan kitleler Lübnan’daki dinsel çeşitliliğin yarattığı siyasi ayrışmalara karşı taktikler de geliştirdi. Müslümanlar Hırıstiyan, Hıristiyanlar Müslüman mahallelerine birlikte eylem yapmak için gitti. Şii, Sünni, Hıristiyan din insanları ile Dürzi toplumunun liderleri ele ele tutuşarak birlikte yürüdüler, dinci, mezhepçi bölünmenin yerine Lübnan ulusunun demokratik birliğini talep ettiler. Ancak bu tabloyu Hizbullah yanlıları bozdu, ayrıca rejim ve neoliberal politikaların yanında saf tuttu. Şii Emel Hareketi’nin üyeleri de eylem yapanların üzerine sürüldü.

Lübnan’daki ayaklanmanın da bir önderliği yok. Eylemcilerin daha çok Lübnan bayrağı taşıması ulusal birlik talebi olarak özellikle dikkat çekiyor.

Hareketin temel talebi, vergi zamlarının geri çekilmesiydi ve ayaklanan kitleler bunu kazandılar. Eylemlerde rejim değişikliği, talan edilen kamu kaynaklarının iade edilmesi gibi talepler de ileri sürüldü ancak ayaklanmada vergi zamlarının geri çekilmesi talebi öne çıkttı.

IRAK

2001 yılında Amerikan işgalinden bu yana Irak halkının yaşamı her bakımdan durmaksızın kötüleşti. ABD’nin güdümünde kurulan hükümetler, büyük bir yozlaşma ve yolsuzluk üretim fabrikası oldular. Yolsuzluk ve yozlaşma politikaları halka işsizlik ve görülmedik bir sefalet getirdi.

Irak, dünyada en fazla doğal gaz rezervine sahip dördüncü ülke. Ancak halk büyük bir açlık ve yoksulluk içinde yaşıyor.

Ülkede işsizlik oranı 2018'de yüzde 7,9'du. Genç işsizlik oranı ise yüzde 15 civarında. Çalışanların yüzde 17'si istediği gibi bir işte çalışmak yerine kendi seviyesinin altında bir işte çalıştığını düşünüyor. Kısa zaman önce güvenlik sorunları ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle 10 bin fabrika kapatıldı. Bu da yaklaşık 500 bin kişinin daha isşiz kalmasına yol açtı.

2019 yılının Ekim ayındaki ayaklanma başkent Bağdat ile güneydeki Basra, Nasıriye, Amara, Samava ve Hilla kentlerinde başladı. Güney Kürdistan’da Kerkük ile Tikrit ve Diyala'daki gösteriler ise daha küçüktü.

İsyan işsiz üniversite mezunlarının öncülüğünde başladı, yüzlerce resmi kurum, parti binası ve benzin istasyonları eylemlerin hedefi oldu.

İlk gün eğitim ve sağlık sistemindeki sorunlar ile yolsuzluk ve yoksulluğu hedef alan pankartlar dikkat çekerken üçüncü gün rejimin saldırısı ile birlikte pankartlarda "Halk rejimin devrilmesini istiyor" sloganı öne çıktı. Bu slogan; 2011’de Tunus’ta başlayan bir çok Arap ülkesine yayılan, diktatörleri deviren, işbirlikçi bürokratik, militarist, despotik diktatörlikleri sarsan ayaklanmaların sloganıydı.

Ayaklanma boyunca taşınan pankartlarda yer alan "Başbakan ve yozlaşmış parti sistemi devrilmedikçe protestolara devam" sloganı kitle hareketinin hem nedenini hem de amacını özetliyordu.

Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi, ayaklanmanın ilk günü bir yandan "üniversite mezunlarına iş sözü" vererek tansiyonu düşürmeye çalışırken diğer yandan da ayaklanmaya sert saldırı talimatını verdi. Dev ekranlarda Abdülmehdi'nin "reform" sözleri yayımlanırken, Bağdat sokaklarında silah sesleri duyuldu. Abdülmehdi’nin vaatleri kitleleri ikna edemeyince, 29 Kasım’da istifa etmek zorunda kaldı. İkisi Irak Komünist Partisi'nden olmak üzere dört milletvekili, halkın taleplerinin hükümet tarafından karşılanmaması üzerine görevlerinden istifa etti.

Halkın isyanına karşı kontra güçler sokaklara salındı. Katledilenlerin sayısının bini geçtiği tahmin ediliyor.

Ayaklanmaya katılanların ağırlığını Şiiler oluşturdu. Zaman zaman harekete katılan kitlelerin İran’ın Irak’tan çekilmesi talebini öne sürmesi, halkın bağımsızlık özlemini yansıtıyordu.

İran ve Lübnan’da olduğu gibi ayaklanmaya katılan kitlelerin ağırlığının herhangi bir parti ya da liderle bağlantılarının olmadığı, büyük çoğunluğunun bağımsız olduğu görülüyordu. Kitleleri örgütleyen ideolojik-siyasi öncü bir gücün de olmadığı görülüyor.

Kadınlar da ayaklanmanın içinde. Ülkenin tanınan kadın eylemcilerinden Hana Edward ayaklanmanın liderlerinden. Kadınlar yoksulluk ve yoksulluğa ilişkin taleplerin yanı sıra, kadınların siyasette temsil edilme biçimlerine dair de taleplerde bulunuyor. Ayrıca Iraklı kadınlar taleplerini, duvarlara resmederek ilginç bir protesto biçimi de geliştirdi.

ŞİLİ

Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera, henüz Ekim ayının başında, ülkesi için “güçsüz düşmüş Latin Amerika’da hakiki bir vaha” demişti. Ancak bu açıklamasından kısa bir süre sonra 20 Ekim gecesi, halkın ayaklanmasına karşı önce OHAL, ardından sokağa çıkma yasağı ilan etti.

Şili, emperyalist neoliberel program ve politikaların Latin Amerika’daki “model” ülkesi. Bakır satışına bağlı bir büyüme stratejisi zengin ile yoksul arasındaki gelir eşitsizliğini gidermedi. Aksine gelir dağılımındaki eşitsizlik arttı, sınıf çelişkileri derinleşti. Ayaklanmanın en önemli nedeni de bu. Ülkedeki adaletsizlik çok derin. BM Kalkınma Programı’nın verilerine göre, 2017 yılında Şili’nin en zengin yüzde 1’i ülkedeki servetin yüzde 33’ünü elinde tutuyordu. En zengin yüzde 1’in arasında mevcut Devlet Başkanı Pinera da bulunuyor. Forbes dergisine göre Pinera’nın serveti 2.8 milyar dolar. Piñera için Latin Amerika’nın Silvio Berluscoloni’si demek mümkün; tüccar/devlet başkanı, havayolu şirketinden, finans ve madenciliğe, medyadan tarıma ve telekomünikasyona çok geniş bir faaliyet alanına sahip.

Hükümet, 6 Ekim’de toplu ulaşıma zam yaptı. Şili; Latin Amerika’nın en pahalı toplu ulaşım sistemine sahip. İlk tepkiler lise öğrencilerinden geldi. Öğrenciler, toplu ulaşımı ücretsiz kullanma eylemleri başlattı. Eylemin sloganı ise: “Atla, Ödeme”ydi!

Hükümet, istasyonlara asker yığarak ve eylemcilere saldırdı. Ancak hükümetin saldırganlığı kitleleri sindiremediği gibi eylemcilerin öfkesini büyüttü, kararlılığını biledi, kitle hareketini körüklemekten başka bir işe yaramadı.

Santiago’da başlayan eylemler giderek ülkeye yayıldı. 18 Ekim’de çok büyük bir başkaldırı oldu. Santiago halkı metro istasyonlarını işgal ederek, sokaklara barikatlar kurarak ve değişik gösteriler yaparak ayağa kalktı. Santiago’yu felç eden “Öfkeli Cuma” ile, Piñera hükümetini, ülke genelinde genişleyen isyanı tetikleyen ulaştırma zammını iptal etmeye zorladı, ancak bu aynı zamanda  olağanüstü hal ilan edilmesiyle başlayan bir karşı saldırının da başlangıcı oldu. 20 Ekim Pazar günü hükümet “Güçlü bir düşmana karşı savaşıyoruz”  diyerek, orduyu sokağa, kitlelerin üzerine sürdü. Fakat Şili halkı geri adım atmadı, caddeleri terk etmedi. Aynı gün Kuzey Liman işçileri sendikaları ve maden işçileri sendikalarının desteklediği ilk grev çağrıları geldi.

18-21 Ekim arasında en az 20 kişi yaşamı yitirdi.

Ayaklanma kuzeyden güneye yayıldı, grev çağrısı genişledi ve 70 kentte isyan yankılandı. 23 ve 24 Ekim tarihlerinde, 20'den fazla sendika ve kitle örgütünün çağrısıyla 100 bin insanı kapsayan bir genel grev düzenlendi. Genel grevi takip eden 25 Ekim Cuma günü yaklaşık 2 milyon kişi Şili çapında sokağa çıktı ve sadece başkentte 1,2 milyon insan harekete katıldı.

Eylemlerin özeti bir eylemcinin şu sözünde açıkça görülüyordu: “Biz 30 peso için değil, bize dayatılan 30 yıllık liberal politikalara karşı savaşıyoruz.”

Kent merkezlerinde başlayan ayaklanmalar, mahalellere de yayıldı. Özellikle mahallelerde boş tencerelere vurararak ses çıkarma eylemleri yapıldı. Hükümet saldırılarını artırdıkça eylemcilerin yanıtı da daha fazla radikalleşti, kamu ve özel şirket binaları, metro istasyonları, lüks mağazalar, otobüsler eylemcilerin saldırılarının hedefi oldu.

Halk, ülkedeki mevcut ekonomi modelinin değişmesini istiyor. General Pinochet önderliğinde darbe yapan Amerikancı faşist cuntanın dayattığı neoliberal program ve model 1973’ten beri uygulanıyor.

İsyanın ardından hükümet zammı çekti, kabineyi değiştirdi. Ancak halk geri çekilmedi. İsyan eden kadınlardan birinin taşıdığı dövizdeki slogan ayaklanmayı özetliyordu: “Neoliberalizm Şili'de doğdu, Şili'de ölecek”.

Ayaklanmanın belli bir ideolojik siyasi önderliği yok. Liseli gençler öne çıkıyor. Ancak işçilerin katılımı da yoğun. Bölgesel halk meclisleri kitle hareketinin somut örgütlenme biçimi olarak öne çıktı.

Diğer kimi ayaklanmaların aksine halkın organize olmasında sosyal medya çok özel bir rol oynamadı. Ancak ayaklanmanın şiddetini ve boyutunu gösteren videolar, sosyal medyadan bütün dünyaya yayıldı.

Komünist Parti ve Geniş Cephe’nin hâkim olduğu sendikalar ve öğrenci liderliklerinden bağımsız bir seyir aldı. Bu iki örgüt, sürece sonradan dahil oldu.

Şili’de liseli gençler 2006 yılından bu yana kitlesel eylemlere öncülük ediyor. 2011 yılının Eylül ayında iki yüz bine yakın öğrenci ve öğretmen, eğitimin özelleştirilmesine karşı sokağa çıkmıştı.

2019 yılı, diktatörlüğün sona ermesinden sonra yaşanan en büyük isyana tanık oldu.

Ayaklanmanın "Bizden o kadar çok çaldılar ki, korkumuzu bile çaldılar" temel sloganı, başkaldıran halkın korku duvarını parçalayıp dağıtarak ayağa kalktığı gerçeğini çarpıcı biçimde yansıtıyordu.

Meydanlardan en çok yükselen ortak slogan ise: “Şili Uyandı” oldu.
Şili’deki halk ayaklanmasına kadınların çok büyük katılımı ve öncülüğü söz konusu. Kadın özgürlük mücadelesine Las Tesis şarkısını ve dansını armağan ettiler. Las Tesis, bir kadın kolektifi. Aslında şarkı, eylemlerden önce yazılmıştı. Şimdi ise dünyanın bir çok yerinde erkek ve devlet şiddetine karşı kadınların başkaldırı şarkısı oldu. Dans sırasında ellerini başının arkasında birleştirerek, oturup kalkma hareketi yapan kadınlar, tutuklanma sırasında kadın protestocuların yapmaya zorlandığı harekete atıfta bulunuyor. Ayaklanma sırasında kadınlar, iktidar güçleri tarafından özel olarak hedef alındı. 3 kadın tecavüz edilerek öldürüldü. Sorumluları olarak polis görülüyor. Çok sayıda kadın, polisin attığı gaz bombaları nedeniyle gözünü kaybetti.

FRANSA

Fransa’da Sarı Yelekliler’in isyanı Kasım 2019’da birini yılını doldururken, işçi sınıfı yeni bir yıla Macron hükümetinin “emeklilik reformu” adı altında uygulamaya soktuğu yeni saldırı politikasına karşı grev ile girdi.

Sarı Yelekliler, Fransa’da kitle hareketinde bir dönüm noktası oldu. Çünkü, ülkede son 30-40 yıldır hep savunmada kalarak, “kazanmak” yerine “kaybı azaltmaya” odaklanan kitle hareketinde, Sarı Yelekliler ile birlikte “kazanma”, sermayeye geri adım attırma bilinci yeniden yeşerdi. “Asla vazgeçmeyeceğiz” bu yeni bilincin şiarı oldu.

Akaryakıta konan yeni vergilerin iptali Sarı Yelekliler’in ilk temel talebiydi. Sorun yalnızca yakıt vergisi değildi. Zorunlu vergi ve katkılar yükü 2008 krizinden bu yana sürekli arttı. Sarı Yelekliler’in temel talepleri, yoksullaştırılmanın giderilmesinden ibaret değildi. Halkın siyasal sürece doğrudan katılmasını istediler, “Yurttaşların Referandum İnisiyatifi” ile yasama hakkı talep ettiler. Macron, direniş karşısında vergiler konusunda kimi geri adımlar atmak zorunda kaldı. Ancak liberal ekonomi politikasından vazgeçmedi. Emeklilik hakkını gasp eden düzenlemeye bu kez sendikalar grev ile yanıt verdi.

Genel İş Konfederasyonu’nun (CGT) çağrısıyla 5 Aralık’ta hayat durdu. Grevin ilk günü sokağa çıkanların sayısı 1 milyonu geçti. Ulaşımdan eğitime, sağlıktan belediye hizmetlerine, hemen hemen tüm iş kollarında grev uygulandı.

Yeni düzenleme emeklilik yaşını 64’e yükseltiyor ve “puan üzerinden prim düzenlemesi”ni getiriyor. Grevin ardından düzenlemede kimi değişikliklere gidileceğine dair hükümetten açıklamalar geldi. İşçi konfederasyonları ile hükümet arasında yapılan görüşmede bir anlaşmaya varılamadı.

Emeklilik hakkı için yapılan bu grev, 1986 yılından sonra süren en uzun grev oldu. Polisin eylemlere saldırısı sonucu yüzlerce insan yaralandı ve gözaltına alındı.

HAİTİ

Geçen yıl 7 Şubat’ta başlayıp ay sonuna kadar süren protestolar, hükümet başkanı Moise’nin, Venezuela Petro Caribe petrol yardımında yolsuzluk yapmasına karşı patlak verdi, başkent ve diğer kentlerde yüzbinler ayaklanmaya katıldı. 9 kişinin öldürüldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı ve tutuk landığı başkaldırıda ABD bayrakları da yakıldı.

Ayaklanma Haziran’da yeniden patlak verdi, halk yeniden yolsuzlukla meşhur devlet başkanının istifasını istedi. İki kişi katledildi. Geçen yıl 16-30 Eylül arasında yeniden ayaklanma baş gösterdi. Boş tencerelerle açlık ve yoksulluğu protesto eden halk, hükümet başkanının istifasının yanısıra “Başka bir Haiti istiyoruz” pankartı taşıdı. 17 şehit ve yüzlerce yaralı veren halkın bir önceki yıl da ayaklandığı dikkate alınırsa adeta dinmeyen ayaklanmalar içinde olduğu vurgulanabilir. Sonraki süreçte de bulduğu her fırsatta ayaklanacağı şimdiden görülüyor. Bu durum, bir avuç yöneticinin yolsuzluğuna, kendisinin açlık sınırı altına artan oranda itilmesine karşı yeniden yeniden ayaklanan ve ayaklanacak olan halkın, lehine bir iktidar ve sonuç yaratmaya çalıştığını kanıtlıyor.

ENDONEZYA

Demokratik Mücadele Partisi’nin Suharto ve İslamcıların partilerine ‘alternatif’ olarak kurulduğu öne sürülüyordu ve içerisinde liberalleri barındırıyordu. Fakat geçmiş başarısızlıklarından sonra, yeni devlet başkanını yoksulluktan gelme bir kapitalistte buldu. Widodo, ikinci kez seçilince, hasımlarının “hile” suçlaması dayatmasına karşı, daha çok muhazakarlık ve yasaklarla iktidarının ikinci dönemine başlıyor.

Widodo, neoliberalist saldırganlıkta zaten farksızdı. Siyasi olarak da, komünist semboller, evlilikdışı ilişki, LBGTİ+’lar, doktor raporu olmaksızın kürtaj, devlet başkanına ‘hakaret’e ceza yasaları çıkarınca ve toprak reformunu tersine çevirmeye başlayınca, gençliğin protestoları 23 Eylül 2019’da başladı. Öğrenci gençliğin iki örgütünün Cakarta ve diğer kentlerde başlattığı eylemlere, işçi sendikaları da katılarak destek verdi ve ayaklanma Endonozya’nın çoğu kentlerine yayıldı. Widodo’nun polisi sert saldırıya geçirmesi gençliğin bir çok şehit vermesine yol açtı. Batı Papua’da ise gösteriler ulusal özgürlük mücadelesinin bir parçası olarak gelişti. Halkın isyanında sol eğilim geçmiş gericilik yıllarına göre gelişerek etkili olmaya başladı.

KOLOMBİYA

Oligark diktatör Ivan Duque’nin, sosyal hakları tırpanlamasına ve özellikle emekli maaşlarında kesintiye gitmesine karşı, 22 Eylül 2019’ta, işçiler ve gençlik başta gelmek üzere yüzbinler protesto gösterileri ve genel grevi başlatarak direnişi bir haftayı aşkın süre ve ülke çapında devam ettirdi. Gösteriler, polis saldırısı, süreli sokağa çıkma yasağı ve öldürmelere rağmen devam etti. Ve 4 kez genel grevle birleşerek direnişi güçlendirdi.

İşçi sınıfı ve ezilenler, ekonomik ve sosyal hak kesintilerine tepkiyle eyleme başlamalarına rağmen, aynı zamanda Duque ve narko oligarşinin, FARC’la yapılan barışı öldürme eylemine dönüştürmesine tepki ile, faşist rejime tepkinin eylemleri karekterize ettiği direniş, Kolombiya halkları için siyasal mücadeleyi yeniden yükselten bir aşama oluşturdu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi