Üçüncü Dünya Savaşı Mı, Öncü Depremler Mi?

Üçüncü dünya savaşı tartışmaları geçmişten beri yapılıyor. Fakat konuya ilişkin görüşler dünden bugüne farklılıklar taşıyor. İkinci emperyalist paylaşım savaşından emperyalist dünyanın süper gücü ve lideri olarak çıkan ABD, diğer emperyalistlere göre, ekonomik ve askeri bakımdan kıyas kabul etmez üstünlüğe sahipti. Bu nedenle, ABD ve diğer emperyalistler arasında, yakın ve orta vadede bile yeniden dünyayı paylaşım savaşı söz konusu değildi.

O konjonktürde, emperyalist devletler arasında dünyanın yeniden paylaşımı savaşının eninde sonunda patlak vereceği, bunun imkansız olmadığı, teorik olarak ortaya konuyordu. Nitekim 1951 yılında Stalin, ekonomik sorunlara dair tartışma notlarında, konuya ilişkin bir alt başlıkta bunu tartışır.

Emperyalist blokla sosyalist blok arasındaki çelişmenin keskinliği, ABD’nin rakip ve müttefik olan diğer emperyalistleri ekonomik olarak kendisine bağımlı hale getirmesi ve dünya halklarının barış güçlerinin etkinliği nedenleriyle, emperyalist ülkeler arasındaki dünya savaşının kaçınılmaz olmadığı tezlerine karşı çıkar. “Kapitalist ülkeler arasında savaşların kaçınılmaz olduğu sonucu”nu vurgular.[1]

Emperyalistler arasındaki rekabet ve çelişkiler, eninde sonunda, dünyayı yeniden paylaşmak için dünya çapında savaşa, 3. dünya savaşına yol açacaktır. Bu teori, nesnel maddi temele dayandığı için, Lenin’in vurguladığı gibi doğrudur:

Modern emperyalizm başka bir şey tarafından karakterize edilir, yirminci yüzyılın başında tüm dünyanın çeşitli ülkelerce bölüşülmüş ve işgal edilmiş olması olgusunca. Kapitalizmde, ‘dünya egemenliği’nin yeniden paylaşılmasının ancak bir dünya savaşı pahasına gerçekleşebilecek olmasının nedeni de budur.”[2]

Kapitalizmin eşitsiz gelişme hızı, emperyalistler arasındaki güç dengesini değiştirir; geçmişte daha az güçlü olan emperyalistler arasından hızlı gelişme gösterenler, egemen emperyalist güce/güçlere yetişir, yeni güç ilişkisine göre paylaşım talep ederler. Yeni ve eski güçlü emperyalistler arasında dünyayı yeni güç ilişkisine göre paylaşma rekabeti, kaçınılmaz olarak, yeniden paylaşım savaşına yol açar. Kapitalist emperyalizm koşullarında bu, dünya çapında bir savaş olur.

2. savaş sonrası konjonktürde güç ilişkisi savaşın sonuçları tarafından tayin edilmiş, ABD emperyalist dünyanın rakipsiz hakimi haline gelmişti. Bu yeni güç ilişkisi, 50 yılı aşkın sürede yavaş ve az değişti. Yeniden ve yeni gelişenlerin ABD’yle çok büyük güç farkını kapatamamaları nedeniyle, aralarındaki rekabet savaşa yol açmadı. Belirleyici siyasi rekabet, o konjonktürde, 2. savaşın antifaşist savaşa dönüşmesi ve devrimlerin zaferiyle sosyalist blokun oluşması nedeniyle, ABD ile SB arasında şiddetlendi.

ABD, diğer emperyalistleri ve kapitalist dünyanın büyük çoğunluğunu arkalayarak, SB’ne karşı Soğuk Savaşı 1947’de başlattı. Kore ve Vietnam savaşlarını şiddetlendirerek, bu sıcak savaşlarla dünya çapında SB’ne karşı savaş yoklaması yaptı. Hatta Churchill ve bazı ABD generalleri, atom bombasının Japonya’ya atıldığı gibi SB’ne de atılmasını ABD emperyalist yönetimine önerdiler. Ama dünya halklarının yüksek düzeydeki devrimci mücadelesi, Kore ve Vietnam savaşları deneyiminin kanıtladığı üzere ABD’nin SB ve halk demokrasisi ülkelerine karşı savaşı kazanamayacağı gerçeği, dahası 1949 gibi erken zamanda SB’nin de atom bombasını keşfetmiş olması, kıtalararası balistik füzeye ABD’den sonra SB’nin de sahip olması, ABD’nin SB’ne karşı bir dünya savaşını gerçekleştirmesini o süreçte engelledi.

Elbette, SB ve sosyalist bloka karşı Soğuk Savaş eğer dünya çapında bir savaşa dönüşseydi, bu yeni bir dünya savaşı olurdu, ama emperyalistlerin kendi aralarındaki yeniden paylaşım savaşı değil, onların sosyalist dünyaya karşı savaşı olarak gerçekleşirdi.

Sonrasında SB, kapitalist restorasyon sürecine girdi. Siyasi ve askeri bakımdan yine bir dünya gücüydü. ABD’nin Soğuk Savaşına karşı uzlaşma yolunu seçti. En son Afganistan işgaline çağrılı olarak başvurdu. O koşullarda da ABD, Pakistan yönetimi, politik islamcıları ve aşiretleri savaşta silahlandırıp kullanarak, SB’ni yenilgiye uğratma yolunu tuttu. İki ülkenin orduları doğrudan savaşa girmedi.

1990’da SB’nin içten yıkılmasıyla yeni bir süreç başladı.

ABD Yüzyılı” Ve Rakiplerin Hızlanan Gelişmesi

Yeni süreçte, ABD emperyalizmi, SB’nden boşalan alanları ve geçmişte Soğuk Savaşın güç dengelerini kendi milliyetçilikleri yararına kullanan devletleri tamamen ele geçirerek, ABD’ci “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmaya girişti. Bu düzen eskisinden farklı değildi. Yeni olan şey, SB’nin ve nüfuz alanlarının ortadan kalkmasının, ABD için, ele geçirilecek yeni bir av sahası yaratmış olmasıydı.

ABD, eski SSCB coğrafyası dahil kimi bazı Doğu Avrupa ülkelerini, sermayenin gücüne dayanarak hakimiyeti altına soktu. Bununla kalmadı, SB’nin dağılmasıyla kurulan devletlerden bazılarını NATO içine de aldı: Çekya, Slovakya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Polonya, üç küçük Baltık ülkesi... Hatta Rusya Federasyonu’nu geçici bir süre misafir olarak NATO toplantılarına kattı. Bu, Rusya Federasyonu’nun siyasi-askeri rakip olarak ortaya çıkmasını engelleme politikasıydı. Rusya Putin döneminde askeri sanayisini geliştirdiğinde ise NATO toplantılarına katılmasına son verildi.

ABD, Alman emperyalizminin Doğu Almanya’yı ilhak etmesini destekledi. Arnavutluk ise, Batılı emperyalist sermayenin bağımlılığı altına girdi, NATO’ya iltihak etti.

Yugoslavya ve milliyetçi iktidarlara sahip çeşitli Ortadoğu ülkeleri, savaşlarla ABD’nin nüfuz alanına dahil edildi.

Amerikan emperyalizmi, Yugoslavya’yı savaşla parçalayarak ele geçirdi. Hırvatistan ve Slovenya’yı Avrupalı emperyalistlerin ele geçirmelerini desteklerken, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Kosova’yı savaşla hakimiyeti altına aldı. Slovenya, Hırvatistan ve Karadağ’ı, AB emperyalistleriyle ortaklaşa, NATO içine aldı.

ABD, AB’li ortaklarıyla birlikte, Senegal, Tanzanya, Angola ve Mozambik’i “barışçı” yolla ve bu ülkelerin yönetimleriyle işbirliği içinde, Somali’yi ise iç savaşla ve işgal kuvvetlerini kullanarak hakimiyeti altına aldı.

Emperyalist ABD, 1991 Irak savaşıyla başlayarak, Afganistan, 2. Irak savaşı, Libya ve Suriye işgalleri ve iç savaşlarıyla, “Geniş Ortadoğu”nun bir kısmında egemenlik kurdu, bir kısmında da savaşları sürdürüyor.

ABD, IMF ve Dünya Bankası, Uluslararası Ticaret Örgütü aracılığıyla sermaye ihracını yönlendirerek, Çin’i (1990 öncesinden başlayarak) ve Vietnam’ı Batılı kapitalist dünyanın bir parçası haline getirme politikası izledi. Vietnam ABD’ye askeri bakımdan da bağımlı hale geldi.

Geçmişi itibariyle ABD-SB güç dengesinden yararlanmış burjuva bir ülke olan Hindistan, “barışçı” yolla ve sermaye ihracının yoğunlaştırılmasıyla, ABD’nin ve Batılı emperyalistlerin bağımlılığı altına girdi.

Gürcistan ve Ukrayna savaşları ise, Rusya Federasyonu’nun Putin döneminde askeri sanayisini geliştirmeye ve gaz-petrol ihracına dayanan canlanmasına karşı, dolaylı savaşlardı. Fakat ABD ile Batılı emperyalistlerin bu dolaylı savaşları başarısızlığa uğradılar. Bu, Rusya’nın emperyalist askeri özgüveninin gelişmesine yol açtı.

Sürecin sonunda ABD emperyalizmi, “ABD Yüzyılı”nı inşa edemedi. Kapitalist emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası işledi. ABD, işgallerle ve savaşçı güç gösterileriyle rakiplerinin dünya gücü haline gelmelerini frenleyebildiyse de, tamamen önleyemedi.

ABD’nin başlayan göreli gerilemesi, rakiplerinin, özellikle Çin ve Almanya’nın hızlanan mali-ekonomik gelişmesi, ABD’ci “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulmasının altını oydu. ABD, giriştiği savaşlarla, emperyalist rakiplerinin askeri potansiyellerini birkaç onyıl etkili kullanmalarını belki engelleyebildi. Ama sonuçta kendisi de, hem işgal ettiği alanlarda kurabildiği zayıf hakimiyetine hegemonya yoksunluğu ekledi, hem de ekonomik olarak rakiplerinin hızlanan gelişmesine yeni koşullar yarattı.

ABD emperyalizminin hegemonya kuramaması durumu, en belirgin olarak, Irak, Libya, Somali gibi ülkelerde yaşandı. Halklar üzerindeki siyasal nüfuzu sıfıra yaklaşırken, burjuvaziler üzerindeki siyasal etkisi de güçlenemedi. Irak’ta savaşın zaferiyle oluşturduğu ilk yıllardaki himayeci sömürgeciliği nüfuzsal hakimiyete geriledi, hatta nüfuzunu İran’la bölüşmek zorunda kaldı. Somali ve Libya’da politik islamcı burjuva güçleri iktidar yapmak zorunda kaldı. Bütün bunlar, Amerikan emperyalizminin, burjuva güçlerden kuvvetli ve istikrarlı ABD işbirlikçisi siyasi iktidarlar yaratamadığının kanıtı oldu.

Dahası Suriye’de, Rusya’nın doğrudan askeri güçleriyle, İran’ın da milisleriyle savaşa girmelerini önleyemediği gibi, dolaylı güçlerle yürüttüğü Suriye savaşında başarılı olamadı. Yemen’deyse, Suudi teokratik diktatörlüğü eliyle yürüttüğü işgalde, büyük oranda yenilgiye uğradı.

Siyasi alanda AB, bağımsız emperyalist güç odağı olarak belirmeye başladı. AB’nin patronu Alman emperyalizminin ve büyük askeri güce sahip Fransa’nın liderleri, AB’nin ABD’den farklı bir yol izlemesi, Avrupa ordusu kurması gerektiğini açıkça vurguladılar: “Avrupa’da kendi kaderimizi kendimizin belirlemesi için daha fazla sebep var.”[3]

Macron, 2018’in sonlarında Europa 1 radyosuna verdiği demeçte, emperyalist güç odağı olma amacını gizleyerek bile olsa, “gerçek bir Avrupa ordusu” kurulmadan Avrupalıların kendilerini savunamayacaklarını belirtti, “Çin, Rusya ve hatta ABD’ye karşı” kendilerini savunabilmek için Avrupa ordusu önerdi.[4] Macron’un bu görüşü Merkel tarafından desteklendi: “önemli olan, gerçek bir Avrupa ordusunun kurulması vizyonu için çalışmamızdır”.[5]

Bu, ABD’nin, AB’li emperyalistleri kendi dünya hakimiyetini kabullenmek zorunda bırakan avantajını yitirdiğinin açık kanıtı. ABD emperyalizmi, Trump döneminde, müttefiki İngiltere’yi AB’den bu nedenle ayırmak istiyor.

Ekonomik alanda da ABD, dünya ekonomisi üzerindeki hakimiyetinde göreli bir gerileme yaşadı.

2003 Irak işgaline karşı çıkan AB’li emperyalistlere, işgal sonrası Irak’ta ABD hakimiyetini dayatsa da, Irak petrollerine sermaye yatırımı yapmaları tavizini verdi. Savaşı sessizce geçiştiren Çin’e de benzer ekonomik olanaklar sunmak zorunda kaldı.

Daha önemlisi, sürecin başlangıcında dünya kapitalist ekonomisi içinde önemsiz bir yer tutan Çin kapitalizmi, ABD’nin gücüne yaklaştı.

2017’de … Çin’in GSYH’sı 12,2 trilyon dolar, ABD’nin GSYH’sı ise 19,3 trilyon dolar” idi, bu rakamlar 2018’de Çin için 13,6, ABD için de 20,4 trilyon dolar oldu.[6]

2017’de Çin, dünyanın en büyük emtia ihracatçısı oldu. Toplam dünya emtia ihracatının %13’ü Çin tarafından gerçekleştirildi. Çin’in dış ticaret fazlası 421 milyar dolar idi. Ne var ki, hizmetler ihracatında ABD birinci, Çin ise beşinci sıradaydı.”[7]

21. yy. ABD ekonomisi giderek artan oranda ileri bilgi ve teknoloji sektörlerine dayalı gelişmektedir. Bu sektörlerin ABD GSYİH içindeki payı yüzde 38’dir ve bu rakam tüm büyük ekonomiler içerisindeki en büyük orandır. Ancak bu sektörlerin GSYİH’dan yüzde 35’lik pay aldığı Çin de ABD’nin ensesindedir.” Kapitalist gelişkinliğin daha ayırt edici ölçüsü olan saat başına üretkenlikte, Çin’in emek üretkenliği seviyesi ABD’nin henüz sadece yüzde 20’si kadardır. Ancak Çin 2000’den bu yana üretkenliğini dörde katlamıştır. Dışarıya doğrudan sermaye yatırımları stoku 1,3 trilyon dolara varmış, ABD’den hemen sonra ikinciliğe yükselmiştir.[8]

Çin’in bundan sonraki süreçte ABD’yle başa baş bir düzeyi yakalaması büyük olasılıktır.

ABD, askeri gözdağı yoluyla Çin’in dünya çapında siyasi aktör haline gelmesini şimdiye dek önleyebildiyse de, mali-ekonomik alanda dünya gücü haline gelmesini engelleyemedi. Şimdi sert bir ticaret savaşıyla Çin’in ekonomik gelişmesini frenlemeyi hedefliyor. Bu dayatmayı, AB’ye karşı da uygulamaya koymakta. Birinci Dünya Savaşı öncesi ABD-İngiltere arasında yaşanan sert ticaret savaşı, şimdi ABD ile Çin ve AB emperyalistleri arasında yaşanıyor. Bunun frenleyici rolünün ne derece etkili olacağını süreç gösterecek.

Ama Çin, ABD’nin askeri meydan okuması karşısında, en azından Güney Çin Denizi üzerinde karşı meydan okumayı göze aldı. Savaşa hazır olduğunu deklare etti. Ordusunu, deniz ve hava kuvvetleri ağırlıklı olarak, yeniden örgütleyip geliştirme planını devreye soktu. Çin, 2025 stratejik plan hedefiyle, mali-ekonomik bakımdan ABD’ye yetişip geçmeyi, ordusunu dünya operasyonel gücü haline getirmeyi resmen de benimsedi.

Rusya, Putin iktidarı döneminde, bölgesel çapta ve hinterlandında askeri hakimiyet sağlama ve bu yolla nüfuz kazanma imkanına sahip hale geldi. Akdeniz’e açılan tek askeri üssünün bulunduğu Suriye’de savaşa askeri olarak katılmaktan ve Suriye rejimini korumaktan geri durmadı. Aynı şeyi Gürcistan-Osetya savaşında daha önce yapmıştı. Ukrayna’da darbeye ve sonrası savaşa karşı, etki alanını, Kırım’ın ilhakıyla ve Güneydoğu Ukrayna’ya destekle kısmen koruyabildi. Bölgedeki bu savaşlara katılımı, elbette askeri sanayisini koruyup geliştirebilmesi sayesinde olanaklı olabildi. Silah, gaz ve petrol sanayileri ile kısmen madencilikteki gelişkinliği dışında ekonomik gücünün zayıf olması, Rusya’yı, tek başına ancak bölgesel çapta ABD’nin rakibi olarak savaşlara katılabilmekle sınırlıyor.

Buna karşın Rusya, nükleer ve gelişkin teknik silahlarda ABD’yle boy ölçüşecek donanıma sahip. Bu avantajı, Rusya’nın herhangi büyük bir emperyalist güçle (örneğin Çin’le) ittifak içinde dünya çapında paylaşım savaşına katılabilmesi imkanını sağlıyor.

AB’nin patronu Alman mali oligarşisi, dünya çapındaki mali-ekonomik güçlerden biri haline geldi. Değindiğimiz gibi, politik alanda ABD baskılaması ve tehdidine, bağımsız politika izleyeceği yanıtını veriyor. ABD’nin ticari korumacılık silahına karşı, Almanya’nın da Çin gibi küresel sermaye dolaşımı politikasındaki ısrarı, bu rekabetten kaynaklanıyor.

ABD’nin Rusya dışındaki muhtemel rakipleri, askeri ar-ge ve silah sanayisinin gelişmesinde henüz ABD’yle boy ölçüşen durumda değiller. Fakat özellikle Çin’in silahlanma bütçesi hızla yükseliyor.

ABD’nin 2018 askeri bütçesi 649 milyar dolardı, 2020 yılı için önerilen ise 750 milyar dolar (diğer askeri bütçe kalemleriyle beraber 1 trilyon dolara yaklaşıyor). Çin’in aynı yılki askeri bütçesi 250 milyar doları buluyor. Öte yandan ABD, savaş harcamalarının büyük bir bölümünü bağımlılığı altındaki ülkelere yüklüyor.

Şiddetlenen bu ekonomik-politik-askeri rekabet, ABD ve muhtemel rakipleri arasında dünyayı yeniden genel bir paylaşım savaşına, basit deyimle 3. dünya savaşına doğru götürüyor.

Rekabeti şiddetlendirme ve orduyu büyük çaplı savaşa hazırlama yönelimi, Trump ABD’sinin benimsediği Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde, düşmanların resmen belirlemesinde de yansıdı: “Yeni bir rekabet çağında yaşadığımızı kabul ediyoruz. Dünya çapında güçlü askeri, ekonomik ve siyasi yarışların döndüğünü kabul ediyoruz.” “Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakiplerimizle, ki bunlar Rusya ve Çin, karşı karşıyayız.”[9]

ABD’nin, daha küçük çaplı ama yaygın ve uzun süreli “terörizm”le savaş stratejisi yerine, büyük çaplı savaş stratejisine geçişini ele alan “ABD Ordusu Yeni Bir Savaşa Hazırlanıyor” başlıklı makalesinde, Micheal T. Klare şunları söylüyor:

12 Mart’ta (2019) açıklanan 2020 mali yılı için 750 milyar dolarlık bütçe önerisinin bu yaklaşımla tamamen uyumlu olduğu söylenebilir. Dönemin Savunma Bakanı Shanahan ‘Bu bütçe tarafından desteklenen operasyonlar ve kabiliyetler, ABD ordusunu on yıllar boyu sürecek büyük güç rekabeti için güçlü bir şekilde konumlandıracaktır’ diye vurgulamıştı.

Amiral Philip Davidson, USINDOPACOM olarak bilinen şimdiki ABD Hint-Pasifik Filosu Komutanı olarak ... ABD’nin ‘uzun menzilli saldırılar’ için ‘tüm istikamet açılarından gelen gelişmiş hava, seyir, balistik ve hipersonik tehditleri tespit edebilen, takip edebilen ve bunlara müdahale edebilen gelişmiş füze savunma sistemleri’ gibi bir dizi saldırı ve savunma sistemlerini geliştirmesi ve yayması gerektiğini de sözlerine eklemiştir.”[10]

Trump’ın “bitmeyen savaşları bitiriyorum” demesi, süreğen ve yaygın, güç yıpratıcı savaşları “son”landırarak, aslında dünya çapında savaşa hazırlanma stratejisine geçişin itirafıdır.

ABD emperyalizmi, hakimiyetini korumak için rakiplerine karşı savaş kışkırtıcılığını tırmandırmakta olduğunu, geçmişte hakimiyeti altına alma hesabıyla Rusya Federasyonu ile yaptığı nükleer silahları sınırlandırma anlaşmalarını bugün iptal etmekle de kanıtlıyor. Nitekim kısa ve orta menzilli nükleer başlıklı füzeleri sınırlandıran INF anlaşmasını ABD tek taraflı olarak iptal etti.

Saldırganlıkta açık ara önde olduğunu dikkate alırsak, 1. ve 2. emperyalist paylaşım savaşlarının aksine, yeniden paylaşım savaşını tutuşturacak olanın, yeni gelişen ve yeni gücüne göre paylaşım talep eden emperyalistlerden çok, dünya hakimiyeti zayıflayarak süren ABD olacağı görülüyor.

Nükleer Dehşet Dengesi Engelleyebilir Mi?

Nükleer silahın yok ediciliği, kullanılmasını engelleyemedi. ABD emperyalizmi, ilk ve tek nükleer güç iken, atom bombasını, fiilen teslim olmuş ve resmen de teslim olacak olan Japonya’ya karşı 1945 yılında Nagazaki ve Hiroşima’da kullanmaktan geri durmadı. Japonya’dan daha çok SB’ne gözdağı vermek istedi.

1949’da SB’nin de atom bombasını keşfi, dünya çapında sosyalist bloka karşı savaş çıkarmakta ABD’yi frenleyici bir etken oldu.

ABD ve SB arasındaki silahlanma yarışı, SB’nin ekonomik birikiminden genişletilmiş yeniden üretime daha çok pay ayrılmasını engeller ve onun gerilemesinin başlıca etkenlerinden biri olurken, yine de SB, nükleer silahı ilk kullanan olmayacağı taahhüdünü bütün dünyaya verebiliyordu. Fakat bunun karşısında, nükleer silahlanmada görece daha üstün olan ABD, hiçbir zaman ilk kullanan olmayacağı taahhüdünü vermedi. ABD’nin bu tavrı, nükleer silahları kullanabileceğinin işareti olduğu gibi, halihazırdaki nükleer dehşet dengesinin yeni bir emperyalist dünya savaşının tutuşmasını ancak frenleyici olabileceğine, ama mutlak engelleyici olamayacağına da işaret ediyor. Üstelik iki nükleer süper güç, geçmişte bir dönem sınıf düşmanlarıydı. Bugün bu durum tamamen değişti. Bugün ABD, hele de Rusya’yı ittifak gücü olarak yanına veya tarafsız konuma çekerse, nükleer silahı, örneğin Çin gibi gitgide güçlenen bir rakibine nüfuz ve bağımlılık alanları üzerine rekabette boyun eğdirme enstrümanı olarak –hangi ölçüde kullanacağından bağımsız olarak– pekala devreye sokabilir.

Sonuç olarak, nükleer silah dengesi, bu denge ABD-SB arasında açık bir dünya savaşının patlak vermesini frenlediği halde, savaşı engelleyen temel neden değildi.

Birincisi, ABD kapitalist dünyanın tek egemeni olarak, kapitalizmi derinliğine geliştirme yoluyla devasa kar kütlesi devşirebiliyordu. SB ise ekonomik rekabet yürütecek güçte değildi. İkincisi, belki de daha önemlisi, Hitler faşizmini yenilgiye uğratan SB’ye ve halk demokrasisi ülkelerine dünya çapında açılacak yeni bir savaş, Batılı emperyalist ülkelerin halklarından da büyük tepki toplar, savaş karşıtı devasa direnişleri yükseltirdi. Üçüncüsü, Kruşçev döneminden başlayarak SB yönetimi, ABD’nin Soğuk Savaşına boyun eğdi. Dünya komünist hareketini reformculaştırarak tasfiye etti. O koşullarda ABD’nin, SB’yle ve onun nüfuz alanındaki devletlerle dünya çapında savaş başlatma ihtiyacı azaldı.

Bugün Çin, ABD’nin ekonomik alanda öne çıkan kapitalist rakibi. Rusya ise askeri sanayide, nükleer ve tekniği gelişkin silahlarda öne çıkan rakibi durumunda.

ABD ile Rusya arasında var olan nükleer dehşet dengesi, bugün de frenleyici rolüne rağmen, savaşı tümden engellemeye yeterli olamaz.

Emperyalist Küreselleşme Koşulları Ve Paylaşım Savaşı

Lenin’in emperyalizmin karakteristik özelliklerine ilişkin tanımında, konumuz açısından iki öğe dikkat çekici.

Birincisi, sömürgecilik tekeli, azami karı, kapitalist rakiplerine karşı da azami karı güvenceye alıyordu. O dönemde dünya toprak olarak çok büyük ölçüde emperyalistler tarafından paylaşılmış, yeniden paylaşımın kaçınılmaz olarak savaşla sonuçlanacağını vurgulamıştı.

Bugün eski tip emperyalist sömürgecilik yıkıldı. Lenin’in tanımındaki vurgulardan birincisiyle bağlantılı olarak ikincisi, emperyalizmin başlangıç dönemi için, dünyanın tekel grupları tarafından mali ve ekonomik olarak da paylaşılmaya başladığı ve bunun sürdüğü görüşüdür. Emperyalist küreselleşme döneminde, tekellerin geçmişteki mali güçleriyle kıyaslanmayacak sermaye gücüne ve ekonomik örgütlenme tekeline sahip dünya tekelleri, bu paylaşımı büyük ölçüde tamamladılar.

Rusya’nın ve Çin’in entegrasyonu ile eski SB’nin boş nüfuz alanları sermayeye zaman ve alan kazandırdı. Fakat beklediklerinin aksine, küresel emperyalist kapitalizmin süreğen krizini çözemedi, çözemezdi de. Çünkü bu dönemde kapitalizm varoluşsal kriz içinde.

Bu koşullarda emperyalist devletler içinde konuşlanan ve çıkarları bu devletlerin her biri tarafından dünya pazarında korunup kollanan dünya tekel grupları, azami kar için kıyasıya rekabeti şiddetlendiriyorlar.

Bu bir yandan, boş alanları “barışçı” ve savaşçı yollarla ele geçirme biçiminde sonuçlara yol açtı. “Barışçı” yolla ele geçirilen alanlar da, eski bağımlı alanlar da, dünya tekel gruplarının mali-ekonomik sömürgeciliğinin tam boyunduruğu altına alınıyor. Savaşla ele geçirilen alanlar, himayeci sömürgecilik altında tutuluyor, mali-ekonomik sömürgecilik böyle güvenceye alınıyor. Himayecilik aşınırsa, geçmişte İngiliz emperyalizmine aşırı karı güvenceleme avantajı sağlayan Commonwealth’e benzer sonuçlar ortaya çıkıyor. Savaşla hakimiyet kuran emperyalist devletin dünya tekelleri grubuna mali-iktisadi ayrıcalık sağlayacak siyasi tahakküm imkanı doğuyor, o grubun mali-ekonomik sömürgeciliğine alan açılıyor.

Diğer yandan, “barışçı” yolla tamamlanan mali-ekonomik tam hakimiyet, varoluşsal kriz koşullarında, birleşik tek dünya pazarında, çeşitli dünya tekeli gruplarının, emirlerindeki devasa emperyalist devletleri aracılığıyla “ticaret savaşları”nı şiddetlendirmelerine, dahası devasa militarist aygıtlarıyla silahlanma ve savaş kışkırtıcılığını tırmandırmalarına yol açıyor. Varoluşsal krizin daha da şiddetlendirdiği rekabet, dünya çapında yeniden emperyalist paylaşım savaşını gitgide kaçınılmaz kılıyor.

Nükleer silahların yanı sıra, yüksek teknikli konvansiyonel silahlar, gelişkin hava silahları ve araçları, öncelikle askeri alanda geliştirilen teknoloji sayesinde savaş araçlarının sağladığı ilerleme, siber savaş yöntemiyle bilişimin istihbaratı bir tıkla elde edilebilir kılması, orduların ve savaş araçlarının son derece hızlı nakliyesi ve merkezden çok uzaktaki hava silahlarının bilişim sistemleriyle yönetilebilmesi, yapay zekalı robotik silahları geliştirme imkanı, bu alanda önde olan emperyalist güce savaş üstünlüğü sağlıyor. Savaş tehdidiyle rakibi bastırma imkanı yaratıyor. Daha kısa sürede galip gelebilmeyi olanaklı kılıyor ve bu da dünya savaşına başvurma iştahını kabartıyor.

Fakat bütünleşmiş dünya kapitalizmi içinde eşitsiz gelişmenin hızlanması, emperyalist rakiplerin de bu gelişkin teknik araçları elde edebilmelerini sağlayarak, bir dönem bu üstünlüğü elde tutanla başa baş hale gelmelerine yol açıyor. Rusya’nın, gelişkin tekniğe sahip savaş araçlarında, ekonomik olarak çok gerisinde olduğu ABD’ye yetişmesi, bu eşitsiz gelişmeyi çarpıcı biçimde gösteriyor. Çin’in veya diğer bir emperyalist gücün öndekilere pekala yetişebileceğine de işaret ediyor.

ABD’nin 1945-90 Arası İşgal Ve Savaşları 3. Dünya Savaşı Mıydı?

Soğuk Savaşın dünya savaşı olduğu tezi, EZLN lideri Marcos’un ileri sürdüğü bir görüş:

Eğer, üçüncü dünya savaşında kapitalizm ve sosyalizmin çeşitli alanlardaki ve değişken yoğunluk derecelerindeki mücadelelerini gördüysek; bu dördüncüsü büyük finans merkezleri arasında, dünya çapında, müthiş ve sürekli bir yoğunlukta cereyan ediyor.

Kötü bir adlandırmayla ‘soğuk’ denilen savaş, çok yüksek sıcaklık derecelerine ulaşmıştı: uluslararası casusluğun dehlizlerinden Ronald Reagan’ın ünlü ‘yıldızlar savaşı’nın gezegenler arası uzayına, Küba’nın Domuzlar Körfezi’nin kumlarından, Vietnam’daki Mekong deltasına kadar; nükleer silahların çılgınca yarışından Latin Amerika’daki vahşi askerî darbelere; NATO ordularının karanlık manevralarından Che Guevara’nın öldürüldüğü Bolivya’daki CIA ajanlarının tertiplerine kadar. Bütün bu olaylar dünya ölçeğinde sistem olarak sosyalist kampın çökertilmesi ve toplumsal alternatif olarak çözülmesi ile sonuçlandı.”[11]

Bu tez, ABD’nin dünya çapında, işgalci savaş, askeri darbe, burjuva devletleri çatıştırma, dünyayı askeri üsleri vasıtasıyla militarist kuşatma altına alma, silahlanma yarışını uzayı silahlandırma düzeyine vardırmayı hedefleme gibi savaşçı ve tasfiyeci saldırılarını, dünyayı yeniden bölüşmek üzere emperyalistler arasında yaşanan dünya savaşıyla karıştıran bir görüş. Daha doğrusu, savaşçı, katliamcı, işgalci, darbeci, halklara cehennemi bu dünyada yaşatan bu iki farklı saldırı stratejisini birbirinden ayırt edemiyor.

ABD’nin yazının ilk bölümünde değindiğimiz Soğuk Savaşı, elbette Kore ve Vietnam-Laos-Kamboçya gibi sıcak savaşları, sayısız ABD’ci faşist darbe ve katliamları, kışkırttığı Irak-İran savaşını ve politik islamcı güçleri SB’nin üzerine sürdüğü savaşları kapsıyordu. Bu Soğuk Savaşta on milyonlarca insan canını yitirdi. Bunlar doğru ve buna duyulan devrimci öfke yerinde. Fakat unutmamak gerekir ki, sosyalist kampın lideri SB, örneğin 2. emperyalist paylaşım savaşındakinden farklı olarak, doğrudan askeri güçleriyle, dünya çapında ABD ve işbirlikçilerine karşı savaşa girmedi. Mao’nun Çin’i Kore savaşına doğrudan askeri güçleriyle katıldı, ama SB de Çin de Vietnam savaşına doğrudan askeri güçleriyle girmediler. Sonuçta SB ve Çin’in bu tavırları, belki de, sosyalist ve demokratik devletler ile ABD ve emperyalist devletler arasında doğrudan dünya çapında savaş çıkmasını önledi.

Marcos, aynı yanlış bakış açısını SB’nin dağılmasıyla başlayan süreç için dile getirerek, buna da “dördüncü dünya savaşı” adını veriyor. Marcos’un dördüncü, Öcalan’ın ise üçüncü diyerek birleştikleri tezin anafikri, bu sürecin bir nevi dünya savaşı olduğu görüşüdür.

Bölgede Paylaşım Savaşı, Dünya Paylaşım Savaşının Öncü Depremleri

1990’da başlayan süreci “dördüncü” olarak adlandırıp dünya savaşı olarak nitelendiren Marcos, bundan esasen, mali sermayenin küresel çapta hakimiyet tekelini ve sonuçlarını anlıyor. Bu sonuçları, ulus devletin eski biçimiyle tasfiye edilerek, mali sermayenin küresel iktidar tekeline bağlı olarak yeniden şekillendirilmesi; eski SB’den doğan boşluğu ele geçirmek için bölgesel savaşların, iç çatışmaların tırmandırılması; kitlesel kronik işsizliğin yasa haline gelerek kitlesel göçe yol açması; tekellerin madenler ve tarım alanları için yerli halkların yaşam alanlarını tahrip etmesi vb. olarak içeriklendiriyor:

Üçüncü dünya savaşının sonunda fethedilecek (eski sosyalist ülkelerden) ve yeniden fethedilecek ülkelerin varlığından zaten bahsetmiştik. Buradan kaynaklanan piyasaların üçlü stratejisi: ‘Bölgesel savaşların’ ve ‘iç çatışmalar’ın çoğalması; sermayenin alışık olmadığımız bir birikim hedefi takip etmesi ve büyük emekçi kitlelerinin yer değiştirmesi.

“‘Kötülük İmparatorluğu’nun yenilgisi, zaptedilmesi bir yeni -dördüncü- dünya savaşını, tahrik eden yeni pazarlar açtı.”

Dördüncü savaş sürecinde malî dev bombalar bir başka niteliktedirler. Onlar, egemenliklerinin maddi temellerini tahrip ederek, yeni ekonomiye ayak uyduramayan herkesi (örneğin yerlileri) dışlayarak, bizatihi kendi gelişmelerini üreterek bölgelere (ulus-devletlere) saldırmaya yarıyorlar. Ama mali merkezler aynı zamanda ulus-devletlerin yeniden inşâsını da yürütüyor ve onları yeni mantığa, ekonominin toplumsalı ele geçirme mantığına göre yeniden örgütlüyorlar.”

Dördüncü dünya savaşının başlangıcı ile, örgütlü suç etkinliklerini dünya ölçekli hale getirdi.”[12]

Marcos, emperyalist küreselleşme döneminin başlıca özelliklerini, toplumsal ve burjuva yönetimsel biçimleri, boşlukta kalan nüfuz alanlarının emperyalizm tarafından ele geçirilmesi için açılan savaşları dünya savaşının kanıtı olarak sunmakla ve süreci dünya savaşı olarak nitelemekle yanılıyor. Yanılmakla kalmıyor. Emperyalist paylaşım savaşı olgusunu, dünyayı hangi emperyalist grubun soyacağını ve talan edeceğini yeniden belirlemek üzere devasa militarist aygıtlarla dünya çapında tutuşulan savaş tezini ve kanıtlanmış gerçeğini çarpıtmış oluyor.

Marcos’un kanıt olarak sundukları içinde, yalnızca, emperyalist devletlerin doğrudan veya himayelerindeki devletler aracılığıyla, fetih ve nüfuz için gerçekleştirdikleri bölgesel işgalleri emperyalist paylaşım oluyor. Fakat dünya çapında değil, bölgesel çapta, doğrudan kendi kuvvetleriyle savaştan şimdilik kaçınarak ve daha sınırlı savaşlarla. Rakip emperyalistler doğrudan kendi ordularıyla birbirlerine karşı savaşmaktan henüz kaçınmaya devam ediyorlar. Dönemdeki örneklerinde, 2. Irak savaşında ABD-İngiltere ile işgale karşı çıkan Almanya-Fransa, Suriye savaşında karşı karşıya kalan ABD ile Rusya, yani emperyalist rakipler, ordularıyla doğrudan karşılıklı savaşmaktan kaçındılar.

Marcos, aynı zamanda, bir bölümüne liderlik ettiği yerlilerin mücadelesini, emperyalist küreselleşme döneminde de yükseltme gereğine teorik temel hazırlamak kaygısıyla bu tezi ileri sürüyor. Emperyalist küreselleşmenin, demokratik bir dünya değil, kaos, işgal, savaş, yoksulluk, kitlesel göç ve özellikle dünya tekellerinin azami karı uğruna yerli halkları –maden ve yeni tarım alanları için– yaşam alanlarından söküp atan saldırganlık olduğunu vurguluyor. Dünya savaşlarının halkların hafızasındaki dehşet duygusunu, emperyalist küreselleşmenin acımasız sonuçlarına karşı mücadelede de harekete geçirmek için, çubuğu dünya savaşı yaşanıyor fikrine büküyor.

Öcalan, Marcos’tan farklı olarak, Soğuk Savaş dönemini değil, 1990’da başlayan süreci üçüncü dünya savaşı olarak niteliyor:

Ortadoğu’da kendine özgü bir tarzda üçüncü dünya savaşının yaşandığı bir gerçektir.”[13]

ABD’nin başını çektiği blok ve kaos imparatorluğunun başı olarak ABD, tıpkı Bir ve İkinci Dünya Savaşları'na girmişçesine, Afganistan ve Irak işgalleri ile bir nevi Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşamaktadır.”[14]

1990 sonrası Ortadoğu’da Körfez Savaşı bağlamında başlatılan olguyu ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın önemli bir versiyonu olarak değerlendirirsek…”[15]

11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere düzenlenen komplo olasılığı yüksek saldırı, aslında kapitalist sistemin ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatma girişimiydi.”[16]

Öcalan, ABD’nin, 1990’da SB ve revizyonist blokun çökmesiyle doğan boşluğu, bu devletleri kendi bağımlılığı altında yeniden şekillendirme yoluyla doldurmak, ABD’ci emperyalist dünya imparatorluğu kurmak amacıyla bu savaşları başlattığını doğru olarak tespit ediyor. Dahası, bu savaşların, aynı zamanda muhtemel rakiplerini “nötralize etmek”, gözdağı vererek baskılamak anlamına geldiğini de doğru olarak tespit ediyor.

Emperyalist hakimiyet “boşluğu”nu kendi emperyalist tekeller grubu lehine ve emperyalist dünyanın tek hakimi olmak amacıyla “doldurmak”, elbette emperyalist paylaşım demektir. Ama bölgesel çapta bir emperyalist paylaşım. Bu paylaşıma rakip emperyalistler karşılık ver(e)meyince tek yanlı emperyalist işgal/savaş, Suriye örneğindeki gibi bazıları karşılık verinceyse –dünya çapında paylaşım savaşına henüz dönüşmemiş olan– bölgesel emperyalist paylaşım savaşı olur. Bunlar, dünya çapındaki bir paylaşım savaşını hazırlayan öncü depremler/savaşlar olarak kalır.

Buna geçmişten de örnekler verilebilir. 1905 Rus-Japon, 1911-12 İtalya-Osmanlı vb. savaşlar, Birinci Dünya Savaşı’nın öncü depremleri ve bölgesel savaşlardı. Ne zaman ki Avusturya ve Almanya 1914’te karar vererek rakip emperyalistlerle savaşı başlattılar, o zaman bu öncü depremler dünya savaşına dönüştü.

1931’de Japonya’nın Mançurya (Kuzey Çin) işgali ve sonrasında işgali genişletmesi, İtalya’nın Habeşistan ve Libya işgalleri de, 2. emperyalist paylaşım savaşının öncü depremleri ve bölgesel savaşlardı.

Ancak 1939’da Almanya’nın işgalleri bunları tamamlamaya başladığında, İtalya Balkanlar’daki işgallere başladı, Japonya da Çin’de işgali genişletti, ABD üssü Pearl Harbour’a saldırdı ve devamla Güneydoğu Asya ülkelerini işgale girişti. Böylece öncü depremler, emperyalist genel paylaşım savaşına, faşist Mihver devletlerinin rakip egemen emperyalistlere karşı dünya çapında savaşına dönüştü.

Günümüzdeki öncü depremlere örnekler, Yugoslavya’yı bölen savaşlar, Afganistan işgali, Somali savaşı, Ukrayna savaşı, Suudilerin Yemen’i işgali, iki Irak savaşı, Libya savaşı, Erdoğan’ın Kuzey ve Doğu Suriye’yi işgal savaşına girişmesi, İsral’in Golan Tepeleri’ni ilhakı ve Filistin’le savaşlarıdır.

Suriye’deki paylaşıma Rusya doğrudan askeri kuvvetleriyle karışınca, ABD, Irak işgalinden farklı olarak, doğrudan askeri güçleriyle savaşa katılmaktan kaçındı. Erdoğan’ın, NATO desteğinde Türk burjuva ordusuyla Suriye işgaline girişmek yönlü önerisini de kabul etmedi. Bunun nedeni, nükleer silahlara sahip Rusya ile doğrudan bir savaşın dünya çapında savaşı tutuşturma riskiydi.

Sırf bu örnek bile, bölgesel paylaşım savaşının henüz dünya savaşına dönüşmediğinin kanıtıdır.

Öcalan, 1991’den itibaren Ortadoğu’da şiddetlenen emperyalist ve bölgesel rekabet, işgal, savaş ve milliyetçi-mezhepçi boğazlaşma kaosunun varlığını doğru tespit ediyor. Fakat bunu, hatalı biçimde, “bir nevi 3. dünya savaşı” tespitine vardırıyor.

Bu yanlış, bölgesel paylaşım savaşıyla sınırlı olanı dünya çapında paylaşım savaşı ilan etmekle kalmıyor. Öcalan, kaos ve savaşların Kürdistan devrimini ve Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme amacı da taşıdığı gerçeğinden hareketle, Kürdistan devriminin amaç haklılığına ve halkların demokratik güçleriyle ittifak ve ortak “demokratik konfederal” hedefinin doğruluğuna teorik temel oluşturmak için, çubuğu abartılı biçimde, “bölgesel paylaşım ve kaos”tan ve öncü depremlerden, dünya çapında paylaşım savaşına büküyor.

Haklı ve doğru olarak, Kürdistan devriminin, eğer bu demokratik hedefler doğrultusunda kararlılık gösteremezse, tıpkı Güney Kürdistan gibi, bu emperyalist paylaşımcı bölgesel savaşın, kaosçu stratejilerin yedeği bir konuma düşeceğini vurguluyor. Güney örneğinde söz konusu olduğu gibi, İsrail benzeri bir oluşumun doğacağını belirtiyor. Bu arada, sınıfsal ve siyasal içeriği emperyalistler ve bölge gerici devletleriyle uzlaşma ve işbirliği olmasına rağmen, Güney’in, ekonomik-askeri güç bakımından ikinci İsrail olamayacağını geçerken belirtelim.

Sonuç olarak:

ABD, rakiplerine karşı mali-ekonomik rekabeti şiddetlendirerek, bölgesel işgal ve paylaşım savaşlarını yaygınlaştırarak, 3. dünya savaşını hazırlıyor.

Emperyalist küreselleşme koşullarında kapitalizmin varoluşsal krizi, bu süreci hızlandırıyor.

Fakat, dünya savaşının öncü depremleri sayılabilecek olan bu işgaller ve bölgesel çaptaki paylaşım savaşları, henüz 3. dünya savaşı değil. Ne zaman ki ABD, bu öncü depremleri, dünya gücü olarak öne çıkan emperyalistler ve ittifak güçlerine karşı doğrudan kendi kuvvetlerine dayalı ve dünya çapında bir savaşa sıçratırsa, o zaman dünya savaşı gerçekleşmiş olur.

Dipnotlar

[1] J.V. Stalin, Eserler Cilt16, İnter Yayınları, s. 308-311

[2] V.I. Lenin, Collected Works Cilt 26, s. 163-169

[3] A. Merkel, tr.euronews.com, 30.05.17

[4] E. Macron, dw.com.tr, 10.11.18

[5] A. Merkel, dw.com.tr, 13.11.18

[6] Veriler worldbank.org sitesinden.

[7] Veriler Dünya Ticaret Örgütü çalışmalarından.

[8] Michael Roberts, ABD Ekonomisindeki Büyük Durgunluk Ve Uzun Bunalım, www.abstraktdergi.net

[9] Trump UGS’ni açıkladı: Rusya, Çin rakip, BBC Türkçe, 18.12.2017

[10] Micheal T. Klare, ABD Ordusu Yeni Bir Savaşa Hazırlanıyor, gazeteduvar.com.tr, 12.08.19

[11] Ne İçin Savaşıyoruz? Dördüncü Dünya Savaşı Başladı, Birikim, Eylül 1997, s. 101

[12] Agy, s. 101

[13] Abdullah Öcalan, Ortadoğu Çözümü: Demokratik Uluslar Birliği, Demokratik Modernite dergisi, sayı 20, s. 6

[14] Agy, s. 7

[15] Agy, s. 12

[16] Agy, s. 13

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi