Yaşam Tarzı Özgürlüğü Ve Laik Feminizm

Toplumsal cinsiyetin ne cumhuriyet tarihiyle ne de AKP iktidarıyla sınırlandırılamayacak çelişkisini, mevcut iktidarın kendini toplumun dinselleştirilmesi ekseninde örgütlemesi üzerinden tartışmak, kadın özgürlük mücadelesinin temel gündemi olmaya devam ediyor. AKP'nin toplumu politik islamcı temelde dönüştürmede kullandığı argümanlar, kadınların cinsel özgürlük mücadelesinin potansiyelini açığa çıkardığı gibi, politik özneleri de propaganda ve ajitasyonu güncelleme, ittifak politikalarını gözden geçirme ve açığa çıkan potansiyeli etkinleştirme sorumluluğuyla karşı karşıya bırakıyor.

En güncel haliyle, müftülere nikah kıyma yetkisi veren tasarının yasallaşması sürecinde yeniden gündemleşen laiklik tartışmaları ve bu meselenin daha çok kadınlar üzerinden tartışılıyor olması, pek çok siyasi çevreyi de laikliği kadın özgürlük mücadelesi zemininde ele almaya yönlendirdi.

Elbette bu gündemleşmenin tek nedeni 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılan değişiklik değil. Geçtiğimiz 5 yıl içinde AKP ile kendilerini merkez sağ ve liberal sol olarak tanımlayanlar arasındaki ittifakın son bulmasıyla birlikte, AKP’nin önceki dönem açık bir şekilde yürütemediği, ihyacılık ve inşacılık olarak da tanımlanan faşist politik islamcı restorasyonun tüm bu dönem boyunca ivmelenmiş olması göz ardı edilemez.

Liberallerden ve merkez sağdan uzaklaşan AKP, elbette bu sürece son beş yıl içerisinde girmemiştir. Düz liselerin yerini imam hatip liselerinin alması, öğretmen liselerinin kapatılması, 8 yıllık kesintisiz eğitimden 4+4+4’e geçiş yapılması, yurtların vakıflara ve cemaatlere teslim edilmesi, eğitim müfredatından evrim konusunun çıkarılması ve yerine cihadın eklenmesi, din derslerinin çoğaltılıp çeşitlendirilmesi gibi eğitimdeki yapısal hamleler; kürtaj süresinin sınırlanmasına dönük girişimler, nasıl doğum yapacaklarından hamileyken kamusal alanda nasıl davranacaklarına değin kadınlara müdahaleler, erken evliliğin maddi yardımlarla teşvikinden evlilik adı altında cinsel sömürünün devlet politikası halinde kurumsallaştırılmasına kadar kadınların yaşamlarına dair pek çok kısıtlama siyasal dönüşümün konusu yapıldı.

Siyasetinde laikliği temel bir kavram olarak kullanan, laiklik ekseninde politika yapmakla birlikte bu kavramı güncel politik gelişmelerle yeniden içeriklendiren ya da bu eksende siyaset yapmaktan imtina eden çeşitli siyasi özneler, kadın örgütleri hem kendi içlerinde hem de kamuoyuna açık biçimde tartışmalar yürütmeye, fikirlerini tartışmaya başladı.

Bu eksende keskin sözlerden birini, proleter laikliği kurucu bir ilke olarak ele alan Halkevi çevresi söylemiş oluyor. Halkevci kadınlar, kimi nüansları barındırmakla birlikte büyük oranda aynı bakış açısının sonucu olarak, feminist laikliği kadın özgürlük mücadelesi bakımından yeni bir kurucu ilke olarak ele alıyorlar. Feminist laikliği, yeni toplumun ahlakını kadın özgürlüğü ilkeleriyle yeniden kurma çağrısı olarak değerlendiriyor, aynı zamanda laikliğin feminist özsavunma ekseninde yeni bir toplumsal kurucu ilke olarak siyasallaştırılması gerektiğini savunuyorlar.

Laiklik eksenli politika yapmaktan imtina eden, daha doğru bir ifadeyle laik-antilaik kutuplaşmasını toplumsal cinsiyet saflaşması eksenindeki politika yapış tarzının dışında gördüğü için reddeden sosyalist kadınlar, rejimin faşist politik islamcı temelde dönüşümüne karşı çıkarken bu tartışmaların neresinde duracaklar?

Yaşam tarzı özgürlüğü temelinde geliştirilecek politikayı toplumsal devrime, yaşam tarzına en çok müdahale edilen kesim olan kadınların mücadelesini de kadın devriminin güncel programına bağlayan sosyalist kadınlar, kadın kitlelerinin kendilerini nasıl ifade ettiklerinin, bugüne kadar hangi politik eksende harekete geçtiklerinin ötesinde, AKP’nin toplumu zorla dinselleştirmesi karşısındaki tepkileri hangi politik argümanlarla birleştirmeyi hedefleyecek, dahası pratik güncel bir politikanın oluşturulmasında nasıl etkin bir rol oynayacaklar?

Laikliği bir mücadele kavramı olarak kullanıp kullanmama, bu kavram üzerinden siyaset üretip üretmeme, laik feminizm ekseninde kadın politikası yapan siyasi öznelerle ittifak yapıp yapmama gibi güncel tartışmalara geçmeden önce, laiklik ideolojisi ile kadın özgürlük mücadelesinin tarihsel ilişkisini gözden geçirmek yerinde olacaktır.

Cumhuriyet Dönemi Ve Kadın Hareketi

Düşünceyi eylemden ayırmak nasıl olanaksız ise, kavramı da sadece öğreti ile değil eylemselliği ile ele almak zorundayız. Laikliği cumhuriyet tarihi bağlamında ele aldığımızda, bu dönem bakımından resmi devlet ideolojisi olan laikliğin, esasen kadın özgürlüğünü hedefleyen ve bunu başaran bir tarihle özdeş olmadığı görülecektir.

Latin alfabesinin kabulünden şapka kanununa, kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınmasına kadar cumhuriyetin kuruluş döneminin motivasyonu, bir özgürleşme hamlesi değil, bir “medenileşme” hamlesidir. Resmi devlet ideolojisi olarak varlığını sürdüren laiklik, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önsel kabulü ve devamında, ulusalcılık ve milliyetçilik gibi burjuva ideolojilerle birlikte bu eşitsizliğin sürdürülmesinde rol oynamıştır.

Elbette, Osmanlı’dan cumhuriyet dönemine değin güçlü bir kadın hareketi, farklı niteliklerde de olsa, varlığını hep sürdürmüştür. Ermeni, Kürt, Arap, Çerkes, Rum, Türk kadınları Osmanlı döneminde kadının ikincil konumunu değiştirmek için çeşitli örgütlülükler yaratmıştır. Batı’da kadınların oy hakkı için etkin mücadele yürüten “Suffragette” hareketinden etkilenen dönemin kadın özneleri, kadınların toplumsal rolleri başta gelmek üzere tüm sosyal ve siyasal sorunlarla etkin bir ilişki kurmuşlardır. Yeri gelmişken söylemek gerekir ki, cumhuriyet dönemi kazanılan haklar, çokça propagandası yapıldığı gibi bahşedilen haklar değil, kadınların mücadelesi sonucu kazanılan haklar olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluş döneminde, Türk uluslaşmasına uygun bir aile ve kadın tipi inşa etme, kağıt üzerinde kimi eşitlik tanımlarıyla, hatta işgücüne ve sosyal hayata katılımı kısmen teşvik adımlarıyla birlikte, kadını yine siyasal yaşamda etkisizleştiren ve sosyal yaşamda ikincilleştiren bir anlayış egemendir. Özellikle kadınlar için seçme ve seçilme hakkının düzenlenmesi, çok eşliliğin yasaklanması dönem bakımından önemli kazanımlardır. Ancak bu yasal eşitliğin toplumsal eşitlik haline gelmesi konusunda en basit tedbirlerin dahi alınmamış ve uygulama gücünün sağlanmamış olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Zira modern Türk kadını imgesi kemalist cumhuriyet rejiminin esasen bir vitrinidir. Cumhuriyet döneminin ilk siyasal parti girişimi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulmasına izin verilmediği de hafızada tutulmalıdır.

Erkek egemenliğine dayalı şeriat kurallarının hakim olduğu bir sistem ile laik cumhuriyetin yasalar önünde nispeten kadın-erkek eşitliğini sağlamış olduğu “çağdaş” toplum arasında, kadınların ezilme biçimleri bakımından elbette farklılıklar vardır. İlkinde kadınlar üzerindeki baskı tanrı kelamının güvencesiyken, diğerinde hukuksal eşitlik kisvesi altında tüm toplumsal ilişkilere sirayet eden eşitsizlik ve erkek egemenliği söz konusudur. Ataerkilliğin tek biçimi olmadığı, cumhuriyet tarihi ayrıntılı değerlendirildiğinde hemen görülmektedir. İslami ataerkilliğin yerini ulus-devlet ataerkilliği almıştır.

İlerleyen dönemlerde ise, politik islamcılık ile laiklik birbirine karşıt dursa da, her ikisinin de burjuva ideolojisi olduğu daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Laiklik devletin kurucu ilkesi olmakla birlikte, 1960 darbesiyle anayasa ve anayasal kurumlar eliyle kaideleştirilmiştir. 12 Eylül’den bu yana da politik islamcı gericilik desteklenmiştir. 2002’de 450 olan imam hatip lisesi sayısı, 2016’da 1452’ye çıkmıştır.

Cumhuriyet dönemi, bağımsız ve özgürlükçü kadın örgütlenmelerinin yasaklandığı, kadınlara Mustafa Kemal tarafından “verilen” hakları korumakla ve cumhuriyete şükranlarını sunmakla amaçlarını sınırlayan kadın örgütlenmelerinin teşvik edildiği bir dönem olmuştur. Sosyalist kadın hareketinin geliştiği ‘70’li yıllara kadar genel olarak tablo böyledir.

Yaşam Tarzı Özgürlüğü Nedir, Neyi Kapsar?

Dinsel temelde toplumu dizayn etmeye çalışan burjuva iktidar, kültürden estetiğe, eğlenceden eğitime, aile yaşamından çalışma yaşamına, kentsel dönüşümden “özel” ilişkilere kadar insanların yaşamlarını yönlendiren tüm değer ve normlara müdahale ediyor. Yaygın kullanımın ve algının aksine, kılık-kıyafet veya alkol alma serbestliği ile sınırlanamayacak -elbette bunları da içermekle birlikte- bir özgürlük alanıdır kuşatılıp ortadan kaldırılmak istenen. Cinsel özgürlük talebini de bütünüyle içeren, kişilerin yaşam karşısındaki tüm tercihlerini ve tutumlarını da içeren bir özgürlük alanıdır yaşam tarzı özgürlüğü. Bu nedenle de tümüyle politik özgürlüğün konusudur.

Cinselliğin ve aşkın nasıl yaşanacağına dair fetvalardan toplu taşıma araçlarında öpüşmenin saldırı sebebi sayılmasına, kürtajın sınırlandırılmasından sorgulu jinekolojik muayenelere, kadınlı-erkekli aynı evde yaşamadan evin perdeli-perdesiz oluşuna, etek boyuna, dekolteye, şorta müdahaleden ideal evlilik yaşının tespitine sayısız müdahale çabası oldu AKP iktidarının. Sadece bireysel özgürlük alanı olarak değerlendirilemeyecek yaşam tarzı biçimleri de hedef oldu muhakkak. Mekan ve tarih üzerinde kurulan hakimiyetten ideal çekirdek ailenin 3 çocuklu 5 kişiden oluşması arzulandığı için 1+1 dairelerin konut repertuvarından çıkarılarak muhafazakar ruhun mekansal üretim yoluyla somutlaştırılmasına, mozaiklenen içkilerden makaslanan sahnelere, kentsel dönüşüm hamlelerinden şehirlerin sembol muhitlerinde gösteriş için devasa camiler yapılmasına, restore edilen tarihsel mekanların dini vakıf ve derneklere tahsisine, akademiden çalışma yaşamına çok çeşitli yaşam tarzı tercihlerini sınırlandıran uygulamaları da bu kapsamda sayabiliriz.

Yaşam tarzı en dolaysız şekilde müdahaleye açık olan, hayatı ve tercihleri en çok baskı altına alınan toplumsal kesim elbette kadınlardır. Dolayısıyla, yaşam tarzı ekseninde geliştirilecek politik özgürlük mücadelesinin en önemli, en etkin devrimci dinamiğinin de kadınlar olduğunu yakın dönem siyasi tarihimiz defalarca göstermiştir. Kadınların tiyatro sahnesinden indirilmek istenmesi üzerine gelişen tepkiler bunun en güncel örneği olmuştur.

Kişisel olanın siyasal olduğu ilkesi, yaşam tarzı özgürlüğü bahsinde, bu özgürlüğü kadın devriminin ve toplumsal devrimin meselesi olarak görmede somutlaşıyor. Özel olanın politik olduğunu ne kadar içselleştirir, kadınların gündelik yaşamlarında karşılaştıkları en küçük sorunlarını dahi politikanın konusu haline getirmeyi başarırsak, kadınlar kendi yaşamlarının, dolayısıyla da siyasal yaşamın daha güçlü bir öznesi haline gelebilirler.

Toplumsal Kutuplaşmada Kadınların Pozisyonu Ne Olacak?

Burjuva egemenliğin kendini yeniden üretmek için kullandığı gerici toplumsal kutuplaşmalar içerisinde laik-şeriatçı kutuplaşmasının erkek egemenliğini de beslediği unutulmamalıdır. Toplumsal yaşamın politik islamcı temelde düzenlenişine en çok kadınlar itiraz etmekte, bu itirazcıların önemli bir bölümü de kendisini laik olarak ifade etmektedir. Ancak dinamik bir kadın kitlesinin kendini bu şekilde tanımlıyor oluşu, siyasi özneleri kestirmeden hızlı sonuç alma, kitleleri dönüştürme sorumluluğundan uzak siyaset yapma heveskarlığına sevk etmemelidir. Kadın özgürlük mücadelesinin tüm özneleri erkek egemenliğine karşı toplumsal cinsiyet saflaşması ekseninde politika yapmalı, laik-antilaik gibi bir kutuplaşma zeminine sürüklenmemelidir.

Cinsel istismar yasa tasarısına karşı toplumun çok geniş kesimlerinden yükselen itirazları, eylemlerin yaygınlığı ve kitleselliğini düşündüğümüzde, AKP tabanındaki kadınların da buna bir karşı koyuşunun olduğu üzerinden atlanmaması gereken bir gerçekliktir. Bu tasarının gündeme geldiği gece yarısından tasarının geri çekildiği güne kadar gelişen tüm toplumsal tepkileri analiz ettiğimizde, feminist laikliğin bayraklaştırıldığı, ortak zemin haline geldiği toplumsal bir kutuplaşmanın değil, kadın ittifakının her karşı koyuşa rengini verdiği bir saflaşmanın ortaya çıktığını görürüz. Alevi-Sünni, laik-şeriatçı, Türk-Kürt gibi karşıtlıklar biçiminde kendini yeniden üreten faşist burjuva aklı, kadınları da böyle bir gerici kutuplaşmada karşı karşıya getirmek istiyor. Gezi-Haziran ayaklanması, bu gerici kutuplaşmaya karşı diğer tüm demokratik dinamikler gibi kadınların da devlet karşısında saflaştığı, antikapitalist Müslüman kadınlarla seküler kadınların aynı barikatlarda direndiği özel bir ayaklanma deneyimidir. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının ilerleyen günlerde genç kadınlar tarafından “Cemal Süreya’nın dizeleriyiz” sloganına dönüştürülmesi, kitlenin etkileşimi ve gelişimi bakımından öğreticidir. Alkol almanın “Şerefine Tayyip” sloganıyla bir politik eyleme dönüştüğü günlerde, provokasyon beklentisinin olduğu Kadir Gecesi’nde, Taksim Dayanışması’nın bir gece içki içmeme kararı aldığı ve kitleye kandil simidi dağıttığı, böylece provokasyon beklentisinin boşa çıkarıldığı görülmüştür. Tüm bu örnekler, Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne demokratik itirazı olan toplumsal dinamiklerin, dinsel karşıtlıklar barındırmasına rağmen, yaşam tarzları birbirinden farklı olmasına rağmen, kimileri kendilerini laik ve kimileri de antilaik ifade ediyor olmasına rağmen, gerici bir kutuplaşmada değil, özgürlük ekseninde bir saflaşmada bir araya gelebildiklerini göstermiştir.

Ezilen cins olarak kadınları karşı karşıya getiren, bunu da en çok dinsel farklılıklar üzerinden gerçekleştirmeye çalışan egemenlerin bu geleneksel politikası karşısında, kadın özgürlük mücadelesi yürüten tüm siyasi özneler erkek egemen akla yedeklenmemelidir. Aksine bu politikayı her politik süreçte boşa çıkaracak, kadınları birleştirecek, mücadele içerisinde etkileyip dönüştürecek bir siyasi pozisyon ile erkek egemenliğinin yenilebileceği unutulmamalıdır.

Kaldı ki, Türkiye ve Kürdistan topraklarında, nasıl sosyalistler bakımından laiklik bizzat bayraklaştırılacak bir siyasi talep değilse, ezilen cinsin özgürlüğünü, kurtuluşunu hedefleyen siyasal özneler bakımından da bayraklaştırılacak kurucu bir ilke olamaz.

Bugün kemalist ideolojinin yenilgiye uğramış olması, egemen inanış sistemi Sünniliğin yanı sıra, bilhassa örtünmenin kamusal alanda toplumsal hizmet verenleri de kapsayacak şekilde serbest olması, özcesi Sünni İslam inancındakilerin dini özgürce yaşama sorunu bulunmaması, ilkesel düzlemde savunduğumuzu güncel politik düzlemde değiştirmemizi gerektirmez.

Ortaçağdaki nüveleri bir yana bırakacak olursak, Fransız devrimiyle tarih sahnesine çıkan, ezilen cins olan kadınların toplumsal ilişkiler içindeki konumunu ekonomik, kültürel, psikolojik, sosyolojik olarak irdeleyen ve toplumsal gelişmelerle şekillenen çeşitli akımları-anlayışları olan feminist ideoloji de özü itibariyle laik olamaz.

 Nasıl ki kendisini marksist feminist, aydınlanmacı feminist, sosyalist feminist, eşitlikçi feminist, radikal feminist olarak tanımlayanlar varsa, laik feminist olarak tanımlayan kadınlar ve politik özneler de olabilir. Kastettiğimiz daha çok, laiklik temelinde yürütülecek siyasal mücadelenin, kadın özgürlük mücadelesinin ufkunu genişletemeyeceği gerçekliğidir. Esas olarak erkek egemenliğini, güncel olarak da saray diktatörlüğünü hedef alacak çok çeşitli politikaları daha rasyonel ele almak mümkün ve gereklidir. Toplumun dini temelde örgütlenmesi ve muhafazakarlaştırılması, diyanet işleri başkanlığının kadın bedeni ve cinselliği üzerinde otorite kurmaya çalışan bir kurum olarak konumlandırılması, kadın ve çocuk istismarcısı kurumların devlet tarafından sürekli sırtlarının sıvazlanması, hepsi laik-antilaik ekseni dışında ele alınıp güncel politikanın konusu yapılmalıdır. Hepsi tek adam diktatörlüğünün yıkılması hedefiyle bağı içinde değerlendirilmelidir. Kuşkusuz ki bu, politik islamcı diktatörün karşına laiklik savunusuyla çıkan geniş kitlelerle yan yana gelmeyi gerektirir. Fakat devrimci çizgide etkilemek için bu kesimle yan yana gelmek bir şeydir, bu kesimle ve hatta burjuva ulusalcı güçlerle yan yana gelmek için laiklik adına sahne almak başka bir şeydir. Nitekim devletin bekası ve erkek egemenliğinin nihai hedefleri söz konusu olduğunda, muhafazakar milliyetçi sağ siyaset ile laik burjuva ulusalcı siyasetin aynı refleksleri verdiği unutulmamalıdır. Buradan hareketle, laik bir yaşam için mücadelenin, faşizme karşı özgürlük mücadelesiyle pek çok zaman kesişmediği de göz ardı edilmemelidir.

Laik feministlerin görmek istemedikleri bir yan, laikliğin toplumsal ve siyasal gelişmelerden bağımsız olarak kadın özgürlük mücadelesine içkin bir değer olmadığıdır. Diğer bir yanılgılı yan ise, politik islamcılığı erkek egemenliğinin yegane biçimi olarak görmeleridir. Ataerkilliğin farklı toplumsal ilişki biçimleriyle bağlantılı olarak dönüştüğü ve farklı toplumsal yapılarda o yapının özgünlüğünü tanıyan bir değer olarak üretildiği olgusu, gözden kaçırdıkları bir gerçekliktir.

Hem Türkiye’de kurumsallaşan faşist diktatörlük hem de dünyadaki faşizm örnekleri incelendiğinde, birçok durumda, egemenlik kurumlarının politik dinsel gericilikle donatılmış olduğu, dinin politik hegemonya aracı olarak kullanıldığı görülür. Fakat buradan, ülkelerin farklı tarihsel ve toplumsal maddi gerçeklerinin üzerinden atlanarak, devrimci-demokratik hareketlerin ancak laiklik bayrağını kaldırmakla faşizmi ve erkek egemenliğini alt edebilecekleri otomatik sonucu çıkarılamaz. Ortadoğu kadın hareketi bakımından da durum böyledir.

Sosyalist kadınlar olarak, dinsel temelde gelişsin veya gelişmesin, kadınların özgürlüğüne yönelik her saldırıyı devlete karşı mücadelenin konusu olarak ele almak, en geniş kadın kitlelerini özgürlük bayrağıyla saflaştırmak ve faşizme karşı kadınları özneleştirmek perspektifiyle hareket etmeliyiz. Elbette ki, AKP karşısında laiklik talepli mücadele yürüten kadın öznelerle de ittifak kurmada tereddüde düşmemeli, CHP tabanını politik bakımdan etkileme imkanlarını da değerlendirmeliyiz.

Kaynakça

Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Hazırlayan: Feryal Saygılıgil, Dipnot Yayınları, 2016

Feminizm Kitabı - Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Seçme Metinler, Hazırlayan: Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot Yayınları, 2015

sendika.org’tan ilgili yazılar: Yeni Bir Kurucu İlke: Feminist Laiklik, Mine Melek, 03.02.2018; Bizim İtaatsizliğimiz Onların Krizidir: Erkek “Diyanet” İse Laiklik Feministtir, Özge Ozan, 14.09.2017; Kadınların Bekası İçin: Yeni Bir Laiklik, Yeni Bir Ülke Gerek, Çiğdem Çıdamlı, 16.01.2017.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi