Figen Yüksekdağ: “Kürt Halkının İradesi Güçlendirilmelidir”

Röportaj: ETHA

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeleri değerlendiren ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, süreçte kırılmaların, AKP’nin oyalama taktiklerinin olabileceğini belirterek, ESP’nin bir özne olarak süreçte yer alacağını belirtti. Yüksekdağ, “Kürt halkının iradesi güçlendirilmelidir” dedi.

*İmralı sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı ile hükümet arasında başlatılan görüşmeler, aslında uzun bir dönemden bu yana demokratik kamuoyunun ve halkın gündeminde olan müzakere konusunu, Kürt sorununda müzakerelerin başlatılması sorununu tekrar gündeme getirdi. Kürt halk hareketinin uzun süredir sürdürülen mücadelenin temel taleplerinden biriydi, müzakerelerin başlatılması.

Bu açıdan baktığımızda bu görüşme süreci müzakerelere başlama açısından bir adım olma özelliği taşıyor. Geride bıraktığımız zamanda özellikle Öcalan’a uygulanan ağır tecrit koşulları hesaba katıldığında atılan ileri bir adım ve kaydedilen bir mesafe olarak görülmelidir. Ancak bunun gerçek anlamda bir müzakere olabilmesi için tarafların özgür, eşit şartlarda bir araya gelmesi, taleplerin doğrudan görüşülebileceği ve taleplerin doğrudan görüşmelerle konuşulmasının koşullarının oluşturulması gerekiyor. Her şeyden önce de sağlıklı, özgür bir tartışma zemininin olması gerekiyor. Ancak şu anki koşullar açısından baktığımızda, özellikle müzakerenin taraflarından biri AKP’nin özgür, rahat ve şeffaf tartışma zeminini sağladığını söyleyemeyiz. Tam tersine bu süreçte AKP hükümeti, kendine yandaş olan medyayı, yandaş olmayanı da yanına katarak tek ses çıksın istiyor. Şöyle istiyor: Kimse konuşmasın ve hükümetin beyanatlarının, ortaya koyduğu temel görüşlerin dışında görüşler tartışılmasın. Hatta daha da ileri gidiyor ki, taraflardan diğerine, BDP’ye, Abdullah Öcalan cephesine varana kadar, fazla konuşmayın, sesinizi çıkarmayın söylemini ve yaklaşımını genişletebiliyor.

Bu, müzakere anlayışı açısından kabul edilebilir, anlaşılır bir zihniyet değildir. Her şeyden önce kamuoyunda toplumun geneline mal olmuş bir sorunda, toplumun genelinin sözlerini, taleplerini ve bilgilendirmesi ihtiyacını içine alan bir sürecin başlatılması gerekiyor. Bizim müzakere sürecinden anladığımız bu.

Özellikle Kürt halk hareketi ve onun siyasi temsilcileri bu müzakere sürecinin başlatılması ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi konusunda taleplerini ve görüşlerini açıklıkla ortaya koydu. Ancak, hükümet cephesi bu açıklığı ve şeffaflığı oluşturacak bir zemin sunmuyor. Bu açıdan baktığımızda bu bir görüşme sürecidir, bir diyalog sürecidir. Düne göre atılmış ileri bir adım olarak görülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Ancak dünyadaki çeşitli örneklerden de görebileceğimiz gibi, bir müzakerenin başladığından ve Kürt sorununun çözümünün kapsamlı bir şekilde ele alınmaya başlandığından söz etmek mümkün değil.

Tabii ki bir görüşmenin, bir diyaloğun müzakereye dönüşmesi için, Kürt sorunu gibi savaşın ve silahların konuştuğu bir konuda, sağlıklı tartışma zemininin oluşturulması için siyasi operasyon ve askeri operasyonların durdurulması gerekir. Konuşma ancak şiddet politikalarının durdurulduğu koşullarda mümkün hale gelir. Karşılıklı bir görüşmeyi müzakere etmek, baskı politikalarının ortadan kaldırıldığı ve bu zeminin temizlendiği koşullarda gerçekleştirilebilir.

*Bir taraftan görüşme trafiği, ama bir taraftan da tutuklamalar, operasyonlar devam ediyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP Hükümeti cephesinde hayata geçirilen uygulamalara baktığımızda müzakerenin gereklerine uygun davranılmadığını görüyoruz. Siyasi operasyonların, BDP’li politikacılara dönük saldırı ve tutuklamalarla devam ettiğini, gerillaya dönük, PKK hareketine dönük, daha müzakere söylemi tartışılırken, görüşmeler yeni başlamışken yapılan askeri operasyonlar, AKP hükümetinin bu konuda sorumlu bir yaklaşım içinde olmadığını bize açık bir şekilde gösterir. Dört gerilla katledilmiştir. Kandil’e, sivil yerleşim alanlarını etkileyecek şekilde kara harekâtı ve bombardıman geliştirilmiştir.

Bunların her biri elbette ki sağlıklı, sarih bir zeminde konuşmayı, müzakere sürecinin başlatılmasını sabote eden yaklaşımlardır. Müzakere talebi halen gündemdedir. Bunun müzakereye dönüştürülmesi için ve sürecin çözüme evrilmesi için AKP iktidarının her şeyden önce saldırı ve imha politikalarına, askeri saldırı politikalarına son vermesi gerekir.

*AKP’nin yaklaşımından hareket edersek Öcalan’la görüşmeyi nereye oturtabiliriz?

AKP şu aşamada Kürt sorunundan bir şekilde kurtulmak istiyor. Politikasını ve reflekslerini temel olarak yöneten görüş açısı budur. Ortada bir entegre strateji lafı dolaşıyor. Ancak kimse bunun ne anlama geldiğini çözebilmiş değil. AKP hükümeti buna açıklık getirmiyor. Biz, entegre politikasından AKP iktidarının politikasına baktığımızda, bir taraftan imha, diğer taraftan çözümün kapısını açma adı altında yanıltma ve bir karmaşa oluşturarak Kürt sorunundan kurtulmayı hedeflediğini görüyoruz.

AKP hükümeti esas olarak bu iki birbirine benzemez tavrı entegre etmeye çalışıyor. Ama bu iki tane birbirine benzemez tavrı entegre etmeye çalışmak bu kadar ağır sorunun çözümü konusunda çaresiz kaldığı anlamına geliyor. İktidar çaresizlik değil, çözümsüzlüğü bir başka türden geliştirme hesapları içinde.

*Paris katliamı, Roboskî raporu gibi gelişmeler bu süreçte nasıl bir rol oynar?

Diyalog süreci öncesinde Paris katliamı gerçekleştirildi. Katliam halen aydınlatılmış değil. Paris katliamına Türk devleti ikna edici yanıtlar vermiş değil. Hala aydınlatılmamış ve hesabı verilmemiş sorunlar var. Roboskî katliamı böyledir. Meclis’te AKP oylarıyla kabul edilen, gerçekten içler acısı bir rapor yayınlandı. Bunların insanlığa hakaretten yargılanması gerekir. Siyasi iktidar Roboskî suçunu üstlenmediği gibi, Roboskî halkını suçlu ilan edecek noktaya gelmiş durumda.

Diğer taraftan siyasi ve politik özgürlüklerin sağlanması alanında, bir hak ve özgürlükler alanı oluşturulmuş değil. Siyasi tutsaklar hapishanelerde esaret koşulları içinde bulunuyorlar. Gözaltı ve tutuklama terörü, bir tarafı ezme yaklaşımının devam ettiğini gösteriyor. Daha başka enstrümanların devreye sokulduğunu da görmek lazım. Çözüm sürecinin karşısına çıkarılan paramiliter ırkçı saldırılar bunlardan biridir. Entegre stratejiye entegre edilen güçleri sokağa salma konusunda hiçbir tereddüt göstermiyorlar. İplerini çözmek konusunda hiçbir tereddüt göstermiyorlar. Antakya’da BDP Kongresi’ne saldırı, Sinop ve Samsun’da HDK heyetine saldırı, İstanbul’da Kürt kadınlarına saldırı biçiminde karşımıza çıkanlar, söz konusu entegre stratejinin ezme politikasının bir parçası olarak değerlendirilmeli.

*Bunlar ortadayken nasıl oluyor da AKP görüşmelerde bulunuyor?

AKP iktidarı sıkıştı. Kürt halk iradesi Ortadoğu açısından AKP planlarını çökertmiştir. Rojava’da durum, Güney Kürdistan’da siyasi iktidarın belli bir nitelik açısından belli bir aşamaya gelmiş olması, Türkiye cephesinde Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin her birisi AKP iktidarını bölgesel anlamda çözümsüzlük içine sokmuştur. Bu yakın zamana kadar ABD ve AB’nin hazır kıta durmakla bölgesel bir güç olacağını zannediyordu. Tayyip Erdoğan kendisini büyük Ortadoğu projesinin eşbaşkanı ilan etmekle, bölgesel bir güç olacağını sanıyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ortadoğu denklemi içerisinde AKP iktidarının dengesini bozan en önemli güç Kürt halk güçleridir, Kürt halk kuvvetleridir.

AKP uluslararası alanda bir zorlanmayla karşı karşıyaydı. Aynı zamanda iç politikada ciddi bir mücadeleyle karşı karşıya gelmiştir. Özellikle son bir yıl içinde serhıldanlar çizgisi, kitle hareketi, aynı zamanda gerilla güçlerinin hareketi AKP’yi bir siyasi çıkmaz içine itmiştir. Bir mengenenin içine itmiştir. AKP çözüm söylemini dile getirmek durumunda kalmıştır. Çözüm için adım atmak zorunda kalmıştır.

Türkiye’deki emekçiler ve başta Türkler olmak üzere değişik uluslardan halkımız artık bu savaşın adı konulmamış tarafı olmaktan çıkmak istiyor. Çözüm lafı telaffuz edildiğinde, barış söyleminin ardında bu kadar insanların birikmesinde artık savaş politikalarından kurtulmak istemenin sonucudur. AKP iktidarı çok yönlü bir kuşatma içinde kalmıştı. AKP, bu durumdan kurtulma stratejisine ve refleksine yönelmiştir. Bu, “çözüm” yönelim, sistematize edilmiş, bütün aşamaları net, somut ve açık olmaktan uzaktır. Daha çok hayatta kalma kendi iktidarını sürdürme refleksi diyebiliriz. Şunu çok açık ve net olarak tespit etmek gerekiyor. Nasıl ki 30 yıldan bu yana Türk iktidarları Kürt sorunundan kurtulmayı başaramadıysa, AKP iktidarı açısından da farklı bir sonuç yaşanmayacaktır.

*ESP, görüşme süreciyle nasıl ilişkilenecek?

Görüşmelerin başlaması sadece Kürt hareketi açısından değil sosyalist güçler ve sosyalist partiler bakımından da yeni görevlerin ve daha ileri bir sorumluluk duygusunun öne çıktığı bir süreç olacaktır. Hiçbir şey bitmediği gibi yeni bir süreç başlıyor. Bu sürece yön verebilecek faktörler Türkiye’deki sosyalist hareketin ve sol güçlerin de hedefinde olmak durumundadır. Çözüm ve çözüm beklentisinin adresi olarak AKP iktidarının politik yaklaşımlarını, politik taktiklerini görmek, bununla sınırlı kalmak elbette kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. Bu süreçte biz bekle ve gör politikasından ziyade, sürece doğrudan müdahil olma, kendi etkinliğiyle, kendi görüş açısıyla öznelerinden biri olma yaklaşımında olacağız.

Biz bunu nasıl tarif ediyoruz. Çok açık ki, Türkiye halkları bakımından barışın içeriğinin nasıl doldurulduğu çok önemli. Türkiye’de, Batı’da işçi ve emekçilerin barış bilincini kazanması, eşitlik bilincini kazanması ve bu bilinci eylem süreciyle, eylem ve kitle çalışmasıyla, halk güçlerinin yararına ve halk güçlerinin inisiyatifinde hak ve özgürlüklerin kazanılması adımlarına dönüştürmesi gerekir. Bizim açımızdan eşitliğe, onurlu, adil bir barışa dayalı çözüm önemlidir.

Bu dönemde diyalog iki taraf arasındadır. Müzakereler başladığında tabi ki yine iki taraf arasında olacaktır. Ama bu kadar komple bir sorunun çözümünde Türkiye’deki sosyalist güçler taraf olmak, Kürt halk hareketinden yana taraf olmak durumundadır. Çok açıktır ki bir kuvvetler eşitsizliği ve dengesizliği vardır. Yüzyıl boyunca süren pekiştirme gayreti, son 30 yıldır ezilen ulus kategorisinde olan bir halk gerçeği vardır. Sosyalist hareket Kürt halk hareketinin oluşturduğu güce daha fazla güç katabilmek için somut bir görev üstlenmek durumundadır. Eşitliğe dayalı, halkaların özgürlüğüne dayalı, adalet ve adil çözüm anlayışına dayalı bir politikayı hayata geçirebilmek için böyle bir pozisyon almaya kuvvetle ihtiyaç vardır. Bu süreçte, elbette ki HDK gibi birleşik mekanizmaların, halkın ortak cephesini oluşturacak mekanizmaların çok daha etkin rol oynamasını gerektirir.

*Genel olarak sosyalist hareket süreçle irtibat kurabilecek mi?

HDK kısa bir süre önce bir kampanya başlattı, “çözüm için müzakere, barış için eşitlik” kampanyası. Bu çalışma açık ki tam da bu süreçte çok özel bir rol oynama şansına sahiptir. Bu kampanyayı gerçekten Türkiye’de politik bir güç haline getirmeyi başarabilirsek, Türkiye’de işçi emekçi halkları bu sürecin çözümünde, özellikle de AKP iktidarının yaratacağı yanılsama ve yarıda bırakma politikalarına karşı harekete geçirme hattında ilerleyebilirse oldukça yararlı sonuçlar elde etme şansına sahip oluruz. Bu fırsatı çok iyi değerlendirmek gerekiyor.

Türkiye’deki sosyalist hareket bakımından bütün bu süreç bekleme ve görme değil, tam tersine sosyalist tavrın geliştirilmesi bakımından da bir fırsattır. Diğer taraftan Kürt özgürlük hareketi ile gerek yerel düzeyde gerekse de bölgesel düzeyde geliştirilecek işbirliğinin birleşik mücadele ilişkisini geliştirmesi bakımından da çok önemli bir yerde duruyor. Bu memlekette çok açık ki politik özgürlükler sorunu sosyalistlerin birinci sorunlarından birisidir, önceliklerinden birisidir. Kürt sorunu çözülmediği ve sosyalist hareketin katılımıyla eşitlik temelinde, özgürlük temelinde bir çözüme kavuşturulmadığı koşullarda Türkiye’deki bütün işçi-emekçi ve diğer ezilenler bakımından politik özgürlükler sorunu çözülememiş demektir.

Biz, programımız bakımından da kendi stratejimiz bakımından da bu sorunla doğrudan ilişkilenmek zorundayız. Biz bu süreçle doğrudan ilişkilenmeyi kendi stratejimiz, sosyalist görüş açımızın önümüze koyduğu strateji bakımından da önemli ve anlamlı buluyoruz. Bu süreç içerisinde bir özne olmak ve bu süreç içerisinde mücadeleyi ileri taşıyan bir güç olmak için de kendimizi ortaya koymamız gerektiğinin farkındayız.

*Sonuç olarak neler söylemek istersiniz?

Bu süreçte başta Kürt halkı olmak üzere bütün Türkiye halkı ve ezilenler kendi kaderini tayin hakkı için seferber olmalıdır. Bu seferberliğin şu an öncü gücü, kabul etmemiz gerekir ki Kürt halkıdır. Kürt halkı kendi kaderini tayin etme mücadelesinde bir düzeye gelmiştir. Rojava’da bu düzey önemli bir nitelik karşımıza çıkarmıştır. Daha ileri taşınabilecek bir nitelik karşımıza çıkarmıştır.

Bugün Kürt halkımız Türkiye sınırları içerisindeki Kürdistan halkı da kendi kaderini tayin etme mücadelesinde bir aşamaya gelmiştir. Bu aşamada Kürt halkının iradesinin güçlendirilmesi, kimlik taleplerinin arkasında durulması ve güçlendirilmesi, bu mücadelenin ileriye taşınması bakımından Kürt halkının yararına, bütün bölge halklarının yararına ileriye taşınması bakımından çok önemli bir yerde duruyor. O açıdan baktığımızda, 2013 yılının Newroz’unda, “Öcalan’a özgürlük, Kürt halkına statü” sloganıyla gerçekleştirilecek Newroz eylemlerinin anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum.

Bugünkü koşullarda Kürt halkının özgürlük sorunlarını çözebilecek adım statü sorununun çözülmesidir. Statü taleplerine yanıt verilmesi bu nedenle önem kazanmaktadır. Kürt halkı kendi kaderini tayin etme mücadelesinde geldiği eşikte artık bir statü, bir tanım ve bir güç olduğunu ifade etme ve ilan etme noktasına gelmiştir. Ben inanıyorum ki, 2013 yılı bu sloganın da, bu talebin de somut ve güçlü karşılığını oluşturacak bir yıl olacaktır.

*Devlet hep PKK ile görüşmeyiz şeklinde propaganda yaptı. Kesintiye uğrayan Oslo süreci var. AKP neden görüşmeleri başlattı?

Öncelikle bu süreç iktidar cephesinden gönüllülükle değil, bir zorlama ile başladı. Böyle başladığını düşünürsek belli aşamada kırılma yaşanabileceğini de görmemiz gerekir. AKP iktidarı çok demokrat olduğu için buna başlamadı. Türkiye’de demokrasiyi işletme sevdalısı olduğu için başlamadı.

Burada önemli olan, AKP iktidarının bu süreci ne için devreye soktuğu değil, bizim bu süreci nereye yönlendireceğimiz, nereye götüreceğimizdir. Yönelmemiz ve odaklanmamız gereken nokta budur. AKP hükümeti tekrar yarı yolda bırakabilir. Tekrar koridorda bekletme, çürütme taktiklerini devreye sokabilir, söylediğinden cayabilir. Yarın başka bir şekilde hareket edebilir. AKP iktidarı bunu yapabilecek bir yapıya ve siyasi iktidar karakterine sahip. Buna hazırlıklı olmak gerekir.

Bu süreç içerisinde bizim hazırlığımız ne olacak? Biz bu süreç içerisinde bu taktikleri boşa çıkarmak için, bu yaklaşımları etkisiz hale getirebilmek için ne yapacağız? Sorulması gereken soru budur. Bizim yanıt vermemiz gereken soru da budur. Kürt halk hareketinin, geride bıraktığımız sürecin siyasi deneyimi ve toplamında çıkardığımız sonuca baktığımızda daha uyanık, daha diri bir siyasi bilinçle sürecin içerisinde yer alacağını ve buna uygun tutum geliştireceğini düşünüyorum.

Bu süreç içerisinde elbette ki devrimci, sosyalist, demokratik bütün kuvvetlerin Kürt halkının temel talepleri için tutarlı ve kararlı bir savunma mücadelesi, özgürlük mücadelesi yürütmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’deki özellikle sosyalistlerin ve sol kamuoyunun birinci görevi, Kürt halk hareketinin taleplerini en ileri düzeyde savunmaktır. Demokratik özerklik de dahil olmak üzere, ortaya konulan talepler de dahil olmak üzere, hem kısmi hem de genel taleplerin savunulması, en ileri düzeyde savunulması ve bütün Türkiye halklarına bunun kabul ettirilmesi, halkın ikna edilebilmesidir. Anlatarak, mücadele ederek, yeri geldiğinde Karadeniz’deki gibi belki de çarpışarak bunun Türkiye kamuoyuna anlatılması, Türkiye’deki halk kitlelerine anlatılması gerçekten çok önemli bir yerde duruyor. AKP iktidarının hileleri (bu hileleri çok gördük) bugün de devreye girebilir. Ama bu hileleri boşa çıkarmak kararlı bir biçimde mücadele ile mümkündür. Bu zamana kadar kan ve can bedeliyle açığa çıkmış taleplerin arkasında durmamızla mümkündür. Biz bu süreçte biraz önce de belirttiğim gibi kendimizi müdahale etmesi gereken, Kürt halkının yanında olmamız gereken bir güç olarak görüyoruz. Bizler bu mücadeleyi birleşik bir temelde yürütmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.

*Soruna bir de diğer toplumsal kesimler açısından bakarsak?

Bu süreçte önemli olan şu: Kürt halkının özgürleşmesi demek diğer ulusal toplulukların da özgürleşmesi demek. Bugün Kürt halkının kabul edilmeyen bir ulusal kimliği var. Ama diğer taraftan yine kolektif kimliği ve inancı kabul edilmeyen Alevi inancından milyonlarca insan var. Çerkes, Abbaz, Ermeni, Gürcü, Laz, Yahudi, Rum, ötekileştirilmiş halklar var. Bütün bu halkların kaderini tayin edecek ve belki de geleceğini yazacak bir süreç içerisindeyiz.

Bütün bu kesimlerin bir amaç içerisinde hareket etmesi çok önemli. Bu açıdan bakıldığında Kürt halk hareketinin şu anki mücadelesine, Alevi halkının, değişik halklardan kesimlerin sahip çıkması çok önemlidir. Bu, kendi hakları açısından da önemlidir. Şu sıralarda bir anayasa çalışması yapılıyor. Burada öne çıkan belki Kürt halkının talepleridir. Ama Türkiye’de haksızlığa uğrayan tüm halkların hakları, inançların hakları anayasa yazım sürecinde gözetilebilecek mi? Bunu ortaya koyacak demokratik bir duruş var mı? Veya biz bu duruşu sağlayabilmek için ne yapacağız?

AKP bir demokratik anayasa yapma mantığı oluşturabilmiş değildir. Bu koşullar altında demokratik bir anayasa çıkacağına inanmıyoruz. Daha anayasayı tartışabilecek bir zemin bile oluşturabilmiş değil. Tek dil, tek millet, tek devlet anlayışını bir takım versiyonlarıyla görüyor, izliyoruz. AKP basına siz susun diyor. Ona diyor susun, konuşmayın. Kim konuşacak peki? Bu süreçlerde herkes konuşacak ki adına “demokratik” denecek bir anayasa ortaya çıksın. Şu an bir demokrasi yaşanmıyor. Biz bu dönemde elbette ki Kürt halkıyla birlikteyiz. Nasıl ki siyasi iktidar anayasa yazım süreciyle bütün halkların kaderini tayin etme hamlesi geliştiriyorsa, biz de bu hamleye karşı halkların mücadelesini geliştirerek, o taleplerin arkasında güçlü bir şekilde durarak kendi kaderimizi belirleme hakkını kullanmalıyız.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi