Kafdağı’ndan Anadolu’ya

“Büyü, denizleri yar, dön yıkılmış evine Sarmaşıktan kurtar da ocağını yak yine!"

Bagrat Şinkuba

“Bize Çerkesler değil, Çerkes topraklan lazım” demişti Rus generali... Çerkeslerin bir asır süren bağımsızlık direnişi 1864’te nihayet ezildi ve 21 Mayıs Çar tarafından zafer günü ilan edildi. Çarlık Rusyası Çerkessiz bir Çerkesya istiyordu ve kırımdan geriye kalan bütün bir halkın sürülmesi gerekiyordu. 21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü nün tarihi oldu. Ve Çerkeslerin Anadolu serüveni başladı.

Çerkesya

Rus işgalinden önce Çerkesler, Kuzeyde Don Nehrinden Güneyde Gürcistan’a, batıda Karadeniz kıyılarından Güneydoğu’da Sunja’ya uzanan geniş bir alanda yaşıyorlardı. Batıda Kırım Tatarları, kuzeyde göçebe Nogaylar, güneyde Gürcü prenslikleri, merkezi Kafkasya'da Osetler ve Türk boyları Karaçaylar ve Balkarlar ile komşuydular.

Kuzey Kafkasya öteden beri Çerkes ülkesiydi. Çerkes mitolojisine göre analık hukukunun egemen olduğu kahraman bir kavim olan Nortlar Çerkeslerin alanı kabul edilir. İnsanlara ateşi getiren Prometheus efsanesinin neredeyse aynısı Çerkes mitolojisinde de vardır. Milattan önce Kafkasya kıyılarında koloniler kuran Yunanlılarla Çerkes kaimlerinin etkileşiminin göstergesidir bu.

Çerkes toprakları barbar kavimlerin ve fetihçi devletlerin defalarca istilasına uğradı. 4. Yüzyılda Hunlar, 6. Yüzyılda Avarlar, 7 ve 8. Yüzyıllarda Hazarlar, daha sonra ise Moğollar Çerkesya’yı istila etti. 10. Yüzyılda kavimlerin birleşmesiyle, Çerkesler bir milliyet niteliği kazandılar. Böylece nüfus ve siyasi güç bakımından Kafkasya'nın en büyük halkı haline geldiler.

Kabardeyler, Şapsığlar, Adığeler, Ubıhlar, Abzehler, Bjeduğlar gibi 12 köklü Çerkes boyu vardı. Pagan dinlerine inanıyorlardı. 6. Yüzyılda Bizans işgali Hırısti)7anlığın da yayılmasının önünü açmıştı. Soy topluluklarına dayanan Çerkes boylarının komünal yapısı özellikle dağlık alanlarda 16. Yüzyıla değin varlığını sürdürdü. Mülkiyetin özelleşmesi ve sınıflaşmayla feodal üretim tarzı doğdu. Feodal Çerkes prensleri ve büyük toprak sahipleri ile bunlara toprak karşılığı askeri hizmet veren vasallar egemen sınıfları oluşturdu. Köylülerin yaklaşık üçte biri serf haline geldi. Ayrıca savaşlarda esir edilen köleler de kullanılıyordu. Halkın çoğunluğunu ise vergi veren ve çağırıldığında orduya katılan özgür köylüler meydana getiriyordu. Fakat ilkel komünalizmden kalan bazı özellikler, örneğin köy komünü, yaşlılardan oluşan ve topluluk için karar alma organları olan köy ve bölge meclisleri; ilkel halk takvimi gibi gelenekler daha uzun süre varlığını korudu.

1796’da Bzeyiko’da patlak veren büyük ayaklanma, Çerkes toplumu içinde köylüler ile feodaller arasında gelişen sınıf savaşımının bir sonucuydu. Ayaklanma bastırıldı, fakat önü alınamayan köylü isyanları Karadeniz sahilinde feodal sınıfı tasfiye etmeyi başardı. Bu bölgede halk meclisleriyle yönetilen özgür köylü topluluklarına Çerkesya’nın diğer bölgelerinden kaçan serfler de sığmıyordu.

Soykırım Ve Sürgün

13. ve 14. yüzyıllarda Çerkesya, Avrupa'nın Orta Asya ve Çin’le ticaretinde önemli bir güzergah oldu. Bu ticaret Ceneviz ve Venedik’in elindeydi. Osmanlı devleti 1475’te Kırım’ı alarak Kafkasya sahillerine yerleşmeye, ticaret yollarım ele geçirmeye ve Avrupalıların ticari hakimiyetini silmeye yöneldi. Osmanlıların ardından Çarlık Rusyası da Kafkasya’yı işgal politikası geliştirmekte gecikmeyecekti.

Osmanlı devleti ve ona bağlı Kırım Hanlığı Çerkesya’ya seferler düzenlemeye başlayınca Çerkesler direnişe geçtiler. Bağımsız statülerini korumak isteyen Çerkes prensleri Çarlık Rusyası yanında saf tuttular. Bazıları ise doğrudan Moskova'nın hizmetine girdi. Çerkesler Osmanlı-Rus savaşlarında bir dönem Çarlık Rusyası tarafında savaştılar. Fakat Çarlık da Kafkasya’da sömürgeciliğe girişmiş, kendisiyle ittifak kurmayan Çerkes prenslerine saldırmaya ve Çerkesya’da Rus yerleşim yerleri ile kaleleri kurmaya başlamıştı.

Rus Çarlığına karşı savaşta yenilen Osmanlı Devleti, 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzaladı. Bunun ardından Çarlık Rusyası Kafkasya’da sömürgeci yayılmasına hız verdi. Çerkesya yavaş yavaş Rus işgaline uğruyor, bağımsızlık savaşma giren Çerkes halkı ise bu defa Osmanlıya yanaşıyordu. Aynı zamanda 17. ve 18. yüzyıllarda Müslümanlık Çerkesler arasında hızla yayılıyordu. 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında yenilen Osmanlı devleti, gerçekte hiçbir zaman siyasi egemenliği altına alamadığı Çerkesya’yı Edirne anlaşmasıyla Rus Çarlığına bıraktı. Çar 1. Nikola, Çerkesya politikasını şöyle ifade ediyordu:-“Dağlıların tam itaati ya da fiziki olarak imha edilmesi” Çerkesler itaat etmeyecekler, imhayla yüz yüze kalacaklardı.

Çerkesya'da savaşan Rus işgal ordusu 1820’de 30 bin askeri kapsıyorken, 1850'de 200 bini buldu. Çarlık Rusyası kirli bir savaş yürüttü. Sayısız Çerkes köyü haritadan silindi, kadınlar ve çocuklar kılıçtan geçirildi. Ormanlar ve ekinler ateşe verildi, Çerkes halkı kıtlık ve hastalıklarla perişan edildi. Rus-Kafkasya savaşı üç kuşaktan 1 milyonu aşkın Çerkesin yok edildiği bir soykırıma dönüştü. Çerkes halkı Rusya’nın sömürgeci boyunduruğuna girmemek için kahramanca direndi. Fakat yerel prensliklere dayalı feodal yapı düzenli askeri birliklerin oluşumunu ve savaşın merkezi komutasını engelliyordu. Çerkesler çeşitli cephelerde farklı zamanlarda ve birbirlerinden kopuk halde savaşıyorlardı. 1861’de Ubıhlarm girişimiyle Soçi’de Büyük ve Özgür Oturum toplandı. Çerkes ulusal meclisi niteliğini taşıyan ve savaşta bütün boyları birleştirmeye çalışan bir kurumdu bu.

1859’da Çeçen direnişinin lideri Şeyh Şamil’in yenilgisinin ardından, Rus işgal ordularının bütün güçleri Çerkesya’da yoğunlaştı. Osmanlı devletinin Çerkes direnişine desteği hep sınırlı kalmıştır. Osmanlı Rusya'yla arasındaki gerilimi tırmandırmaktan kaçmıyor, Rus askeri birliklerinin çoğunluğunun Çerkeslere karşı savaşta olması sayesinde Balkanlar daki topraklarını Rusya’dan kolayca koruyordu. Nitekim Rus-Kafkasya savaşları sona erdikten kısa bir süre sonra Balkanlar’daki Osmanlı egemenliği de gerilemeye başlayacaktı. Çerkeslerden yana siyasi tutum alır görünen İngiltere’nin çıkarı, Rus imparatorluğunun Kafkasya’da oyalanmasında ve böylece Hindistan’a ilerleme tehlikesi doğmamasındaydı.

Kafkasya’da ilerleyen sömürgeci Rus ordusu 1810’a doğru Çerkesleri kitlesel olarak sürgün etmeye başlamıştı. Çerkesya topraklarına Ruslar ve Kazaklar yerleştiriliyordu. Savaşta yararlılık göstermiş Rus askerlerine buradan toprak dağıtılıyordu. 1861 ’de Rusya’da serfliğin kaldırılmasıyla Kafkasya’ya topraksız Rus köylüsü akışı ve dolayısıyla kolonizasyonu hızlandı. Rusya kendi egemenliği altında Kafkasya’da Çerkeslerin artık Müslüman kalamayacağı propagandasını yapıyor, bütün halkı sürgüne zorluyordu. Osmanlı devleti de Müslüman Çerkes nüfusunun kendi topraklarına gelmesine sıcak bakıyor, siyasi ve askeri açıdan elinin güçleneceğini hesaplıyordu.

21 Mayıs 1844’te Çarlık Rusyası Çerkesya’da kesin zaferini ilan etti. Karadeniz kıyılarına getirilen Çerkesler tıka basa gemilere dolduruldu. 1 milyonu aşkın Çerkes anavatandan kovuldu ve Rus Çarlığının Çerkes soykırımı büyük sürgünle tamamlandı.

Onbinlerce insan limanlarda kendilerini Osmanlı topraklarına götürecek gemileri beklerken öldü. Bir o kadarı da gemilerde can verdi. Açlık ve hastalık, sürgün Çerkeslerin yakasını Anadolu’ya ayak bastıklarında da bırakmadı. Trabzon limanına yığılan Çerkesler arasında 53 bin ölüm kaydedildi, Samsun limanında günde ortalama 200 insan öldüğü rapor edildi.

Osmanlı Topraklarında

Osmanlı devleti Çerkeslerin bir bölümünü Rumeli’de Sırplar ve Ruslara karşı bir savunma hattı kuracak şekilde Balkanlar’a yerleştirdi. Anadolu’ya gelen asıl büyük Çerkes nüfusunun yerleştirilmesinde ise kuzeyde Samsun’dan güneyde Antakya’ya uzanan bir Müslüman tampon şerit yaratılmasına öncelik verdi. Ve hem Müslüman hem de savaşçı olduğu için Çerkes halkı her savaşta cephelere yollandı. Trajiktir, soykırıma uğramış Çerkesler, yarım asır sonra, Müslüman-Gayrimüslim saflaştırması yoluyla Ermeni soykırımın vurucu güçlerinden biri olarak kullanıldı.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşı yine Osmanlı Devleıi’nin yenilgisiyle sonuçlanınca, Berlin Anlaşması gereğince Balkanlar’daki Çerkesler Anadolu’ya ve kısmen Ortadoğu’ya göç ettirildi. Aynı anda, Kafkasya’dan Abhazlar da sürgün ediliyordu. Yarım milyonu bulan sürülmüş nüfusla, Büyük Sürgünün adeta ikinci dalgası yaşanıyordu.

Bazı Çerkes soyluları Osmanlı sarayında görevlendirilmiş ve büyük toprak sahipliğiyle ödüllendirilmiş olsa da, sürgün sırasında verilen kayıplar ve dağınık yerleştirmeler nedeniyle eski feodallerin Çerkes halkı üzerindeki etkisi zayıfladı. Öte yandan 2. Abdülhamit’in istibdat döneminde Çerkeslerin ulusal kıpırdanışma da izin verilmedi. Yine de Çerkes halkı Anadolu'nun uluslar zenginliğinin bir parçası olmuştu.

2. Meşrutiyet ulusal bilinci diri olan Çerkesler arasında sevinçle karşılandı. Bir dizi Çerkes ulusal örgütlenmesi ortaya çıktı. Çerkes İttihat ve Teavun Cemiyeti (Çerkes Birlik ve Yardımlaşma Derneği) ve Şimali Kafkas Cemiyeti ilk siyasi demeklerdi. Pek çok Çerkes subayı ve ilen geleni İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde örgütlenmişti. Meşrutiyet’in sağladığı özgürlük ortamında Çerkesler kendi dillerinde alfabeler düzenlediler, gazeteler ve kitaplar yayınladılar. Hazırlanan ders kitapları ve öğretmenler Kafkasya’ya gönderildi. Devam eden yıllarda Teavun Cemiyeti, Kafkas Teali Cemiyeti (Kafkas Yükselme Demeği) gibi başka Çerkes örgütleri de kuruldu. İstanbul’da Çerkesçe eğitim yapan bir okul bile vardı.

Kuvayi Milliye Ve Çerkesler

1. Dünya Savaşı’nın sonunda Anadolu’nun emperyalist işgaline karşı ilk büyük silahlı savaşımı Kuvayi Seyyare verdi. Yunan Ordusunun İzmir’e çıkışı üzerine, Rauf (Orbay), Bekir Sami(Günsav) Ali Fuat (Cebesoy) Reşit -Tevfik- Ethem kardeşler gibi eski ittihatçı, bürokrat ve subaylardan oluşan bir Çerkes grubu Batı Anadolu'da direnişi örgütlemeye yöneldi. Çerkes liderlerin bu bölgedeki Çerkes köylüleri arasından gayrinizamî savaşa başlayacak askeri birlikleri hızla toplayabilecekleri umuluyordu. Nitekim 1919 yazında Ethem’in kumandanlığında ve ana gövdesini Çerkes köylülerinin meydana getirdiği silahlı birlikler mücadeleye tutuşmuşlardı. Çerkes Ethem, Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe gibi yerel liderlerin direnişçi çeteleriyle de irtibat kurmuştu. Mustafa Kemal daha sonra devreye girecekti.

1920 sonlarına kadar, yaklaşık 1,5 yıl boyunca, Batı Anadolu’da işgale karşı savaşın merkezinde Çerkes Ethem liderliğinde Kuvayi Seyyare vardı. Kuvayi Seyyare, Yunan Kraliyet Ordusu’na ağır darbeler indirdi, padişah yanlısı ayaklanmaları bastırdı, kurtuluş savaşının esas gücü oldu. Ethem Ekim Devrimi’nden etkilenmişti; “Şimdi, Bolşeviklik memleketi kurtarıyor, gelecekte halkımızın hayat ve saadetini de koruyacaktır” diyordu. Ankara’da kurulan Yeşil Ordu Cemiyetinin sol kanadındaydı ve gizli Türkiye Komünist Fırkasıyla da ilişki halindeydi. 1. Millet Meclisi’nde Ethem ile TKF’yi destekleyen ve Halk Zümresi olarak anılan geniş bir milletvekili topluluğu vardı. Kuvayi Seyyare içinde bir Bolşevik Taburu bile örgütlenmişti Bu eğilimler Sovyetler Birliği’nde, “Komünizmin, ona bir Müslüman ahlakı atfeden, ilkel ve bilgisiz, fakat nispeten dürüst yorumlan” olarak değerlendiriliyordu.

Mustafa Kemal Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının eski asker ve sivil devlet zümresinin politik temsilcisiyken, Ethem Anadolu yoksul köylülüğünün politik temsilcisi durumundaydı. Çerkes halkı bölünmüştü: İşgale karşı mücadelede saf tutanlar olduğu gibi padişah yanlısı gerici ayaklanmalara katılanlar da vardı. Anadolu’da kurtuluş mücadelesi bir iç savaş boyutu da kazanmıştı. İç savaşın birinci aşamasında Güney Marmara’daki gerici isyanın başında Çerkes Ahmet Anzavur vardı. Anzavur isyanını bastıran ise Çerkes Ethem idi.

Ethem, 1920 ortalarında politik gücünün zirvesindeydi. Yozgat'ta Çapanoğlu isyanı karşısında sarsıntı yaşayan Ankara Hükümeti’ni yine Ethem kurtarıyordu. İsyanı bastırmak üzere yola çıkmadan önce Ethem, Mustafa Kemal ve Ismet’e (İnönü) şöyle seslenmişti: “Şimdi görüyor ve sözde itiraf buyuruyorsunuz ki, Orta Anadolu'da ve bir köşede hiçbir ecnebi ve İstanbul hükümeti ile irtibatı kalmayan Yozgat İsyanını söndürmekten acizsiniz. Anladığım şudur ki, bidayetten beri hala vaziyeti kavrayamadınız veyahut da şahsi ve daha ehemmiyetsiz şeylerle meşgul oluyorsunuz.”

1920 sonunda, işgale karşı kurtuluş mücadelesi sürerken, Anadolu’da iç savaş ikinci aşamaya geçti. Mustafa Kemal, hareketin önderliğini tümüyle ele almak amacıyla, komünist ve halkçı güçlerin tasfiyesine girişti. Mustafa Suphi’lere ve Ethem’e yönelik komplolar hareket içindeki sınıf savaşımının unsurlarıydı. Ankara Hükümeti’nin düzenli orduya geçiş planı aslında Kuvayi Seyyareyi dağıtmak ve böylece Ethem’in askeri ve politik gücünü kırmak içindi. Ismet’in başında bulunduğu askeri birlikler Ethem’in birliklerine saldırdı. İç savaşın büyümesini istemeyen Ethem geri çekildi ve Yunan Genelkurmayıyla anlaşarak Anadolu’yu terk etti.

Meydan Mustafa Kemal’e kalmıştı. Kurtuluş savaşının gerçek halk kahramanı ve 1. Millet Meclisi’nde ayakta alkışlanan Ethem Bey, bundan sonra hain Çerkes Ethem diye anılacaktı. Kemalist iktidar “Çerkes” sözcüğünü bir aşağılama sıfatı olarak kullanacaktı.

Çerkeslere Kemalist Hançer

Kemalist iktidarın öncelikli işlerinden biri Çerkesleri cezalandırmak oldu. Mustafa Kemal'in Ethem’e duyduğu öfkenin yatışması için Manyas’ta 16 Çerkes köyünün sürgün edilmesi gerekti. Lozan anlaşması uyarınca af kapsamı dışında tutulan ve Türkiye’ye girişi yasaklanan 150 kişilik bir liste hazırlandı. Bu 150 ismin 86’sınm Çerkes olması ilginçti: Padişah yanlısı Çerkeslere, Ethem ve kardeşleri ile Kuvayi Seyyareci pek çok Çerkes eklenmişti.

Mustafa Kemal liderliğinde Türk uluslaşması, ırkçı devlet politikalarıyla ve diğer ulusların yok sayılmasıyla sağlandı. “Milli Mücadele” dönemindeki “millet” Türkler, Kürtler, Çerkesler, Lazlar ve bütün Müslüman halklardan oluşan bir “millet” idi. Mustafa Kemal “Yüce meclisimizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden meydana gelen İslâmî unsurlardır” demişti. Ama Kemalist devlet artık bir Türk devletiydi ve Türk olmayan ulusal topluluklar ya boyun eğip Türklüğü kabullenecekler ya da vahşice ezileceklerdi.

Ulusal hakları için ayaklanan Kürtler en kanlı yöntemlerle ezildi. Kemalist Cumhuriyet işgale karşı mücadelede saf tutmuş olan Kürt halkına yaptığı gibi, Çerkes halkını da sırtından hançerledi. Bütün Çerkes dernekleri kapatıldı, Çerkes adında hiçbir faaliyete izin verilmedi. Çerkes dili ve yayınları yasaklandı, Çerkes köylerinin isimleri değiştirildi, Çerkeslerin çocuklarına kendi dillerinde isim vermeleri engellendi.

Çerkes Ethem 1946’da şöyle yazıyordu: “.. .burası Türk Yurdu’dur, sokakta bile olsa Türkçeden başka dil konuşulmayacaktır denilmesi gibi benzer uygulamalarla resmen bölücülük yapılmaktadır..) Anadolu’da başlayan milli hareketimizin en sadık en onurlu ve samimi yandaşı olmak konusunda tereddüt etmeyen asil Kürt unsuru aleyhine, sonradan, yani vatanın tehlikelerden kurtarılmasından sonra, Kürtlere Ankara'nın zorba hükümeti tarafından yapılan saldırılar, gerek insanlık, gerek vatanseverlik ve gerekse yöneticilik adına kabul edilebilir küstahlıklar mıdır?”

Ekim Devrimi'nin açtığı yol Kuzey Kafkasya’daki Çerkes halkına ulusal özgürlüğü getirdi. Sosyalist Sovyetler Birliğinde Çerkes-Adığey özerk bölgesi, Karaçay-Çerkes özerk bölgesi, Kabardey özerk bölgesi(1936’da Kabardey-Balkar özerk cumhuriyeti) ve Abhazya federe Cumhuriyeti(1931’de Gürcistan’a bağlı Abhazya özerk cumhuriyeti) kuruldu. Kafkasya’da kalmış olan sınırlı Çerkes nüfus bütün ulusal demokratik haklarına ve kendi sosyalist politik iktidarına kavuştu. Oysa Anadolu’ya yerleşmiş olan büyük Çerkes nüfusu Kemalist rejimin ırkçı ve asimilasyoncu boyunduruğu altında yaşamak zorunda kaldı. Anadolu Çerkesleri, Türk burjuva devletinin antikomünizm yoluyla, sosyalist olan tarihi anavatanlarına düşmanlaştırılmaya çalışıldı. Çerkesler için Türk burjuva cumhuriyetinin tarihi, adeta ulusa sessizliğe gömülmelerinin tarihi oldu.

1960’larda esen sol ve devrimci rüzgâr, Anadolu Çerkesleri arasında ilk ulusal demokratik kıpır danışları getirdi. ‘70'lerde kurulan Çerkes derneklerinin birliğini sağlama amacıyla 1977’de düzenlenen bir toplantının çıkışında, faşistlerin açtığı ateş sonucu Mahmut Özden öldü. Bu örgütlenme adımları, Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin ‘80’lerin sonunda faşist devletin ırkçı cenderesini kırmaya başlamasıyla birlikte yaygınlık kazandı. Onlarca yeni dernek ve vakıf kuruldu. Pek çok yeni dergi ve gazete yayma başladı. Ulusal tarih, dil ve kültür alanında araştırmalar yoğunlaştı. 2003de Kafkas Dernekleri Federasyonları, 2004’te Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu faaliyete geçti.

Devletin ırkçı ve asimilasyoncu ideolojik yapısının çözülmeye uğraması, Anadolu Çerkeslerin ulusal uyanış sürecine girmelerinin önünü açtı.

Çerkesler Ne İstiyor?

Günümüzde Kuzey Kafkasya’da, Rusya federasyonuna bağlı Adığey Cumhuriyetinde 125 bin (nüfusun yüzde 25’i) Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde 40 bin (nüfusun yüzde 10’u) Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde 365 bin (nüfusun yüzde 50’si) Çerkes yaşıyor. Abhazya Cumhuriyetinde ise 120 bin (nüfusun yüzde 40’ı) Abhaz bulunuyor. Ayrıca, Ürdün’de 100 bin ve Suriye’de 40 bin civarında Çerkes var.

Anadolu Çerkeslerinin tarihi anavatanlarına ilgisi sönmüş değil. Gerek ‘92’de Abhazya’nm işgali gerekse 2008'de Gürcü-Oset savaşı sırasında Türkiye’de Kafkas dayanışma komiteleri kuruldu, hatta savaşmaya giden Abhaz ve Çerkes gençler çıktı. Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Gürcistan Abhazya’nın özerk statüsünü kaldırınca, Abhazlar ulusal egemenlik deklarasyonu ilan etmişlerdi. 1992’de Gürcistan Abhazya’yı işgal etmiş, fakat bir yıl sonra yenilerek geri çekilmek zorunda kalmıştı. Abhazya’nın ’93’ten beri süregelen fiili bağımsızlığı ise, 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısının bozgunla sonuçlanmasının ardın dan, Rusya tarafından resmen tanındı.

Bugün Kuzey Kafkasya'da Çerkes nüfusu yaklaşık 700 bin, Anadolu’da ise 5-6 milyon. Çerkesler Ürdün krallığında 80 koltuklu parlamentoda 5 milletvekili kontenjanına, Çerkezce eğitim veren bir okula, ulusal temelde örgütlenme ve yayın yapma hakkına sahipler. Fakat onlarca kat fazla Çerkes nüfusunun yaşadığı Türkiye’de neredeyse bütün ulusal demokratik haklarından yoksunlar.

Anadolu Çerkesleri Seslerini Giderek Daha Çok Yükseltiyorlar

Çerkes halkı uluslararası kurumlar nezdinde soykırımın tanınmasını, sürgün ulus statüsünün kabul edilmesini ve Çerkes anayurduna koşulsuz geri dönüş hakkı verilmesini talep ediyor. Türkiye’de ulusal kimliğinin tanınmasını ve özgürce ifade edilmesini ulusal demokratik örgütlenme özgürlüğünü, anadilde eğitim, isim ve radyo-televizyon hakkını, köylerinin orijinal isimlerine dönülmesini, üniversitelerde Kafkas dilleri ve tarihi bölümleri kurulmasını savunuyor. Devletin Abhazya’nm bağımsızlığını tanımasını, Gürcistan’a verdiği Amerikancı askeri ve siyasi desteği kesmesini, Abhazya-Türkiye doğrudan denizyolu trafiğim tekrar açmasını istiyor. Rusya Federasyonu’na bağlı özerk cumhuriyetlerde yaşayan Çerkeslerin koşullarının iyileştirilmesini, soykırım ve sürgünde görev almış Rus asker ve bürokratlarının isimlerinin yerleşim yerlerinden ve devlet kumrularından silinmesini bekliyor.

Çerkeslerin ulusal demokratik taleplerini sahiplenmek ve girdikleri ulusal uyanış sürecini desteklemek politik özgürlük uğruna savaşım veren komünistlerin görevidir. Çünkü komünist öncünün politik var oluş tarzı, ezilenlerin bütün demokratik talepleri için dövüşmeyi ve bütün mücadelelerine önderlik etme yönelimini kapsar.

Sömürgeci faşist rejim altında Anadolu ve Mezopotamya bir uluslar hapishanesidir. Çerkes halkına da ulusal inkâr ve asimilasyon prangası vurulmuştur. Ama mutlaka, bu topraklar halkların özgürlük bahçesine dönüşecektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi