Şen Ola Dünya! Mutlu Ol Amerika! 44. "İmparator" Barack Hüseyin Obama

‘American idol’ popstar yarışmasının dünyasal formatında kurgulanıp yürütülen ve dünyayı da sarıp sarmalayan ABD başkanlık seçimi Demokratların başkan adayı Obama’nın zaferiyle sonuçlandı. Şenlikli, renkli, eğlenceli ve tadına doyum olmaz ‘küresel siyasal şov’ bittiğinde, ABD dünyaya ve Amerika’ya yeni bir burjuva siyaset yıldızı armağan ediyordu: Barack Hussein Obama!

Bu ‘tarihi bir olay’ ve müthiş bir siyasal şovdu. Amerika ‘siyah güzeldir’ diyordu ve dünya çılgınca alkışlıyordu. Siyah güzeldir, sloganı ‘60’lı yıllarda siyahların ve ilericilerin ırk ayrımcılığına karşı yürüttüğü mücadelenin parolasıydı. Ve ABD, ilk kez, bir Afro-Amerikalı melezi, bir kara tenliyi ABD Başkanı seçiyordu.

Bu dünyasal olay ve şova şurasından burasından dahil olanlar, star favorisi yarışmayı kazanmış taraftar kitlesinin zafer coşkusu, gönül ferahlığı ve aynı zamanda ‘iyi olur inşallah’ tekinsiz memnuniyetleriyle tatmin oldu. Köşesine çekilip “Umudun Cüreti” gibi albenili isimle kitap yazmış adamdan, ‘kötü zamanlar’a inat umut beklemeye koyuldu. Kötü adam Bush gitti, iyi adam Obama geldi! ABD egemenlerinin dünyasal olay haline getirdikleri seçim şovu, Amerika ve dünyaya tam da bu duygu ve düşünceyi ‘kötü zamanlar’ın ehven-i şer iyimserliğini pazarladı. ABD, küresel siyasal şovuyla, bir umut ve beklenti satıyor ve karşılığında ise siyah bir başkan yıldızını kitlelere armağan ediyordu. İyi satış! Denize düşenin yılana sarılması misali, dünya ABD’nin Obama seçeneğine bir iyimserlik ve umut beklentisiyle sarılıyordu. Bu bir ABD pazarlama tekniğidir ve kendini içeride ve dışarıda kitlelere bu denli iyi pazarlayan bir başka emperyalist ülke örneği daha yoktur.

Şüphesiz, ABD başkanlık seçimlerinin uluslararası politik olay haline gelmesi/getirilmesi ABD’nin dünya kapitalizminde tuttuğu liderlik konumunun da bir ürünüdür. ABD dünya kapitalizminin serdümeni ve neo-liberal emperyalist küreselleşme paradigmasının lokomotifidir. Emperyalist rekabet, çatışma ve paylaşımların başrol oyuncusudur. Savaşta ve barışta en çok söz sahibi olan emperyalist devlettir. ABD seçimleri, ABD’nin dünyadaki emperyalist konumu ve pratiği nedeniyle, her zaman dünyanın geri kalanı için de politik önem taşımaktadır. ABD işbirlikçisi rejimler için ise temel bir politik parametredir. Dünyanın değişik devletlerinin yeni ABD başkanlığına göre pozisyon alma ve politika belirleme, durumlarını revize etme arayışları ve yönelimleri bu olgunun dolaysız tanıtlanmasıdır. Uluslar arası sermayenin durumu da hakeza öyledir. ABD liderdir ve liderin durumu her zaman çok önemlidir.

Öte yandan ABD başkanlık seçimlerinin ulusal ve dünyasal parametreleri ABD’nin iki programında ifadesini bulur. Her emperyalist hegemon devlet gibi iki programı var ABD’nin. Bunlardan biri iç/ulusal ve diğeri emperyal/dış programdır. Bu programlar, ABD’nin emperyalist egemenlik sistemindeki konumu nedeniyle birbirine sımsıkı bağlıdır ve iç içe geçmiştir. ABD’de ‘iç politika’ aynı zamanda ‘dış politika’dır. ABD’nin iç politikası ‘dünyanın iç politikası’ haline gelmektedir. Bu nedenle ABD başkanlık seçimleri tüm dünyayı ırgalıyor ve bu konumu sürdüğü müddetçe ırgalamaya devam edecektir.

ABD neyi, kimi, nasıl seçiyor?

Amerikalılar 44. başkanını seçti. Amerikalılar neyi, kimi, nasıl seçiyor? ABD seçimlerini doğru kavramak için ABD siyasal sistemini tarihsel arka planıyla hatırlamak ve kavramak gerekiyor. Zira Amerika demokrasisi dünyadaki diğer burjuva demokrasilerine benzememektedir. Liberal kapitalizm temelleri üzerine şekillenmiş ayrı ve özgün bir modeli temsil eder.

Amerikan siyasal sistemi nevi şahsına münhasırdır. Amerikan Kongresi; Temsilciler Meclisi ve Senato olarak iki kanattan oluşur. Amerikan Kongresinin alt kanadı olan Temsilciler Meclisi’ne, eyaletlerin nüfusları oranında milletvekili, üst kanadı Senato’ya ise eyaletlerin eşitli sayıda temsilci/senatör göndermesi kabul edilir. Amerikan seçim sistemi Temsilciler Meclisi için “demografik seçim” senato için “coğrafik seçim” ilkeleri üzerine kurulur.

ABD Başkanı, yürütmenin başıdır. Elinde olağanüstü kararlar alma yetkilerini toplamıştır. İmparator kadar kudretli bir yürütme başkanıdır. ABD başkanı şu yetkileri elinde bulundurur: Kongrenin çıkardığı yasaları veto etmek, kongreye bir kongre üyesi (partisinden bir üye) vasıtasıyla yasa önermek, yürütme organlarına atamalar yapmak, federal yargıçları atamak, diplomatları atamak, başka ülkelerle anlaşmalar imzalamak. Bunlara ek olarak ordu ve donanmanın başkomutanıdır. Af yetkisine sahiptir. Tüm bu güçlü yetkilerle donatılmış bir başkan, yürütmeye, yasamaya, yargıya müdahil olabilmektedir.

ABD anayasal siyasal sisteminde iktidar paylaşımı diğer deyişle güçler ayrılığı; Başkanlık, Kongre ve Yüce Mahkeme’de cisimleşir. Kongre, güçler ayrılığı/iktidar paylaşımı kurumlaşmasında Başkan’ın yetkilerini dengeleme ve frenleme yetkisine sahiptir. Kongre’nin yetkileri şöyle sıralanabilir: Başkanın atamalarını reddetmek, başkanın görevden azledilmesi sürecini başlatmak, başkanın veto ettiği yasaları yeniden çıkarmak, imzaladığı uluslararası anlaşmaları iptal etmek. Amerikan Kongresi’nin iki kanadı eşit güçlerle donatılmıştır. Yasama görevlerinin bir kısmı senatoya, bir kısmı ise Temsilciler Meclisi’ne verilmiştir.

Kongre federal yasaları yapar, ulusal güvenlikle ilgili düzenlemeleri yapar, dış borçları düzenler, para basma ve savaş kararları ilan eder; uluslar arası anlaşmaları imzalar. Posta hizmeti sunma ve alt düzeyde federal mahkemeler kurma gibi yetkileri de bulunmaktadır. Kongre’nin yargı üzerindeki yetkileriyse; Federal Mahkeme yargıçlarını görevden alma sürecini başlatma, Başkan tarafından atanan federal yargıçları onaylama ve Yüce Mahkeme’de görev yapacak yargıçların sayısını belirlemede somutlaşmaktadır.

Başkan, Kongre ve Yüce Mahkeme arasında dağıtılan iktidar, birbirini dengeleme ve frenlemeye dayalı geçişli yetki paylaşımında Başkanlığın iktidar yetkileri gücü ve konumu en önde gelmektedir. Yürütme en güçlü iktidar kurumudur.

Amerikan siyasal sisteminde Yüce Mahkeme’nin tüm kararları ülkede bağlayıcıdır. Federal Mahkemeler dahil tüm mahkemelerin, yürütmenin, eyalet mahkemelerinin üzerinde yer alan, en yüksek yargı organıdır. Yasama ve yürütmenin kararlarını, alt mahkemelerin kararlarını iptal etme, anayasaya uygunluk ve denetleme çerçevesinde bu kararları durdurma yetkilerine sahiptir. ABD’nin siyasal sistemin kuruluşundan bugüne gelinen süreçte çeşitli ihtilaf ve ihtiyaçlar nedeniyle anayasal revizyonlar yapılmıştır. Bu revizyonlarda Yüce Mahkeme’nin konumu daha geliştirilmiş ve sistemdeki yeri etkinleştirilmiştir.

ABD siyasal sisteminde partiler ve seçim sistemi

Burjuva siyasal partiler, Amerikan siyasal sisteminde kurulu düzeni meşrulaştırmakta ve esasen başkanın seçilme sürecini etkilemede siyasal bir rol oynamaktadır. Liberal kapitalizm ve burjuva demokrasiyi savunan iki düzen partisi egemen sınıfların çıkarlarını merkeze almakta ve realize etmektedir. Amerikan siyasal sisteminde ‘iki partili sistem’ oturmuştur. Diğer partilerin sistemdeki yeri ve rolleri çok az ve sınırlıdır. İki tekelci parti dışında kalan ve orta halli sosyal sınıflara hitap eden küçük partilerin sosyal, siyasal, kültürel hakların mücadelesi, alınması ve genişletilmesinde önemli rolleri olmaktadır. Örneğin emekçi sınıfının kazanımlarında sosyalist, komünist, devrimci ilerici partiler, ırk ayrımcılığına karşı siyah ‘Kara Panterler’ partisinin rolleri vurgulanmalıdır. Amerikan tarihi boyunca kurulmuş küçük partilerin sayısı 900 civarındadır. Komünist, sosyalist, devrimci, siyah, yeşil vb. partiler bunların içinde en kayda değer olanlarıdır ve siyasal-sosyal hayata etkileri vardır.

ABD’de düzen partilerinin temel işlevi ve amacı başkanlık seçimleri sürecine katılmak ve etkilemektir. Partiler seçime bir yıl veya daha fazla süre kala başkan aday adaylarını belirleme sürecini başlatır. Bu süreçte başkan aday adayı olacak kişiler, seçim kampanyası yürütmek için kendilerini finansal, parasal olarak destekleyecek kişi ve kurumlara gider ve kendilerini tanıtırlar. Kuşkusuz önce kendi partilerinden destek almaları gerekir. Bu nedenle mensubu oldukları partide eyalet bazında ön seçime katılırlar. Ön seçimler iki biçimde yapılır. “Açık ön seçim” eyalet bazında ve tüm halkın katılımına açık gerçekleşir. İkincisi “kapalı ön seçim” yöntemidir. Kapalı ön seçim sadece partiye kayıtlı üyelerle yapılır. Ön seçimlerde belirlenen aday adayları partilerin ulusal kurultaylarında yarışa katılırlar. Kurultay bir başkan adayı ve başkan yardımcısı seçer, belirler. Ulusal kurultaya her eyalet nüfusuna oranlı belirli sayıda delege gönderir. Başkan adayı ve yardımcısını seçen ulusal kurultay aynı zamanda Seçim Kurulu/Konseyi üyelerini de seçer. Başkan seçecek delegelerin yani ikinci seçmenlerin seçimidir bu.

Her seçim yılında Kasım ayının ilk pazartesi günü kayıtlı seçmenler tüm eyaletlerde sandık başına gider, kendi partisinin hazırladığı Seçim Konseyi üyeleri listesi için oy kullanır.

Seçim Konseyi toplam 538 ‘ikinci seçmen’den oluşur. Bunlardan 435’i eyaletlerden ‘demografik’ temsil esasına göre seçilmiş 100 senatörle birlikte seçim konseyi 535 kişilik ikinci seçmen sayısına ulaşır. 23. Anayasa değişikliğiyle Washington D.C’ye üç üye hakkı tanındığı için Seçim Konseyi’nin toplam sayısı 538’e ulaşmaktadır. Başkanı bu 538 kişilik ikinci seçmen kurulu seçer. Başkan seçilmek için seçim konseyinden en az 270 oy almak şarttır.

Öte yandan Temsilciler Meclisi seçimleri 2 yılda bir yenilenir. Senato’nun ise her 2 (iki) yılda üçte biri ve 6 yılda tamamı yenilenir.

ABD seçim sisteminde temsil adaleti yoktur. Örneğin Temsilciler Meclisi’ne sadece bir temsilci gönderebilen en küçük 7 eyalet başkanı seçecek seçim konseyi’ne 3 delege göndermektedir. Biri milletvekili diğer ikisi senatör olan bu ikinci seçmenlerle temsil gücü artmaktadır. Öte yandan bir eyalette oyların çoğunu alan parti tüm ikinci seçmenleri kazanmaktadır. Diğer partilerin güçleri oranında temsil edilmesi siyasal yaşama kongrede katılması otomatikman önlenmektedir. Böylece Amerikan Kongresi iki büyük parti dışındaki tüm partileri meclis kapısının dışında tutmaktadır. Küçük partilerin Amerikan Kongresine sadece senatör adaylarıyla girme yolu ve imkanı açıktır. Fakat bu da neredeyse imkansızdır.

ABD’nin evlere şenlik seçim sisteminin son seçimlerdeki tablosu Amerikan demokrasisinin ne menem bir demokrasi olduğunu gözler önüne sermektedir. ABD’de seçmen yaşına gelmiş nüfus 220 milyon civarındadır. 2008 başkanlık seçiminde seçmen sayısı 213 milyon olarak kaydedilmiştir. Seçimlere kaydını yaptıran seçmen sayısı ise 180 milyondur. 2008 başkanlık seçimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan katılım oranı en yüksek başkanlık seçimi olmuştur. Seçimlere katılım oranı 180 milyon kayıtlı seçmene göre %66’tır. Kayıtlı seçmenlerden yaklaşık 45 milyonu seçimlere katılmamıştır.

ABD seçimlerinin ve siyasetinin altın anahtarı: Para

ABD seçim sistemi sermayenin siyasal egemenliğinin açık ve doğrudan belirlediği bir sistemdir. ABD seçimlerinde ‘parayı veren düdüğü çal’maktadır. Siyaset ve iktidar düpedüz satın alınmaktadır. Siyasette de kapitalist pazarın mantığı ve kuralları işlemektedir. Siyasete para üzerinden yarışa girişmek, en fazla parayı toplamak ve parayla seçim, siyasal makam, iktidar kazanmak tamamen Amerika’ya özgü bir biçimdir. Diğer burjuva demokrasilerinde de paranın gücü konuşuyor. Fakat hiçbiri ABD modeli kadar açık değildir.

ABD’de valilik, milletvekili, senatör vs. tüm seçimlerde adaylar önce para (kaynak) toplamak için yarışırlar.

Başka bir deyişle parası olanlar yarışa katılabilirler. Adaylar ne kadar para toplayabilirse o denli başarılı seçim kampanyası yürütebilir ve siyasal amaçlarını yaklaşmış olurlar. Paranın gücünü elde etmek Amerikan hür teşebbüsçülüğünü ve pratikçiliğini kanıtlamak, ABD seçimlerinin amentüsü ve bir nevi sınavı olmaktadır. Para seçimlerin ve siyasetin altın anahtarı rolünü oynamaktadır. Bu altın anahtarı ele geçiren siyasal iktidar makamlarının kapılarını açmaktadır.

ABD siyasal sistemi ve seçim modeli daha başından itibaren zenginler sınıfına, sermayenin ve liberal kapitalizmin egemenliğine göre tesis edilmiştir. Kuruluşunun ilk dönemlerinde seçimler tümüyle zenginler, egemen sınıf elitleri arasında bir iktidar yarışı ve siyasal iktidar oyunu konusu olmuştur. ABD kurucu muktedirleri para, güç ve mevkiyle siyasal iktidarı çok kolayca satın almışlardır. Bu oyunda parası, gücü ve mevkii olmayanın izleyicilik dışında bir yeri olmamıştır.

ABD seçim finansman sistemi adayların kendilerini destekleyecek kesimlerden aldıkları para üzerine kurulmuştur. Bu sistem 220 yıllık seçim tarihine sahip ABD’de belli bir evrim geçirmiş olsa da özde ve temelde aynı kalmıştır. İlk dönemlerde sermaye sınıfının, zenginlerin kendi seçkinlerini seçim yarışına sokma, bunun için para yatırma seçim finansmanının başat tarzıdır. Amerikan iç savaşına değin partiler sistemi yeterince gelişip kurumsallaşmadığı için seçim kampanyaları esasen zengin sınıflardan seçkin başkan adaylarının ve zenginlerinin para yatırmasıyla yürütülmüştür. İç savaş sonrası tarihte ulusal/federal çapta burjuva büyük kitle partilerinin kurumsallaşmasıyla seçim finansmanı konusu da geniş sosyal sınıf tabanına ve genel nüfusa doğru yayılmıştır. Sermayenin, şirketlerin seçimleri finanse etmelerinin yanı sıra partiler hitap ettikleri kitlelerden bağış toplamayı bir fon kurumu haline getirmeyi başarmıştır.

Böylece Amerikan seçim finansman sistemi, hem sermaye sınıfının para yatırmasıyla hem de sıradan yurttaşlardan para bağışlarının toplanıp sermayenin siyasal egemenliği için kullanılmasıyla karakterize olmaktadır.

İç savaştan sonra köleliğin kaldırılması, birinci dalga sosyal, siyasal, kültürel hakların genişlemesi, siyahlara (1870) ve kadınlara (1945) oy hakkının verilmesi, 1955-70 arası ikinci dalga siyasal, sosyal, kültürel haklarda ilerleme; yasal ırk ayrımcılığının son bulması vb. vs. Amerikan seçim sisteminde yapılan cüzi kimi değişiklikler ise, seçimlerin parayla satın alınması ve siyasal kurumların ‘seçkinlere açık, halka kapalı tutulması’ gerçeğini değiştirmemiştir.

Federal Seçim Kampanyası Yasası (FECA) seçim finansmanını üç fon üzerine kurumsallaştırmıştır. Şirketlerin dolaylı bağışları, kişilerin bağışları ve belli şartları yerine getiren (belli miktarda bağış toplayabilen) adayların kamu finansmanından yararlanması olarak belirlenmiştir. Bağış temelli seçim finansman sisteminde, bağışlar “değerli para” ve “değersiz para” olarak iki ad ve fon altında toplanmaktadır. ‘Değerli para’ olarak işlev gören fon kişilerin doğrudan bağışlarından oluşmaktadır. Kişilerin bağış miktarı 4000 dolarla sınırlanmıştır. Değersiz para geniş yelpazeli bir bağış fonudur. Kurumlar, siyasal kulüpler ve etkinlikler vasıtasıyla toplanan bağışlar değersiz para fonunu temsil etmektedir. Şirketler de değersiz para fonu üzerinden seçim finansmanına katılmaktadır. Bağış toplamanın en etkili biçimlerinden biri seçimler döneminde çeşitli ad ve konular etrafında kurulan siyasal etkinlik kulüpleridir. PAC’ların (Siyasal etkinlik kulüpleri) para bağışları önemli bir fon oluşturmaktadır.

2008 başkanlık seçimlerinin finansmanı tablosu ABD’de ‘parayı verenin düdüğü çaldığı’ gerçeğini bir kez daha kanıtlamıştır.

“Obama seçim kampanyasında 650 milyon dolar harcama yaptı. Obama kampının internet üzerinden çok başarılı bir bağış kampanyası gerçekleştirdiği sürekli vurgulandı. Ancak yakından bakınca iki olgu dikkat çekiyor.

Birincisi, büyük şirketlerin kampanyaya yaptıkları mali katkılar, bireylerin bağışını çok aşıyor. İkincisi, parası önceden ödenerek satın alınan kredi kartlarıyla yapılan (kaynağı belirsiz) bağışlar tartışma yaratacak boyutlara ulaşıyor.

Financial Rewiew’un temmuz ayında aktardığına göre ilk kez bu seçimlerde Wall Street bankerleri Hedge fonların müdürleri, Cumhuriyetçilerden daha çok Demokratlara bağış yapıyorlarmış. Hedge fon müdürlerinin Obama kampanyasına yaptıkları bağış, daha o tarihte 822.375 dolara ulaşmış. Ağustos sayısında bu konuya ‘satılık adaylar’ başlığıyla değinen Rolling Stone dergisi, Obama kampanyasına Goldman Sachs’ın 627.000, J.P Morgan Chase’in 398.021, Lehman Brothers’ın 353.922, Morgan Stanley’in 291.388 dolar bağış yaptığını bildiriyordu. Hedge fonlarının Obama’ya yaptıkları toplam bağış, McCain kampanyasına yaptıklarından 500.000 dolar daha fazlaymış. Rolling Stone yorumunda ‘Obama sürekli ‘Yeni Washington’ diyor. Ama bu seçimlerin gerçek mirası siyasi sistemimizin hiç değişmeyen oligarşik doğasını, bir kez daha sergilemek gibi bir trajedi olabilir’ sözleriyle bitiriyordu.”(Ergin Yıldızoğlu, “Obamania neyin semptomu”, Cumhuriyet Gazetesi)

ABD yönetiminde paranın rolü elbette sadece seçim süreçleriyle ilgili değildir. Dünyada en büyük ilk 100 tekelin yaklaşık yüzde 60’ı ABD sahiplidir. ABD’nin her iki partisi bu süper devletin çıkarlarına göre saflaşır. Örneğin, Clinton’un finans ve bankacılık tekelleriyle; Bush-Cheney çetesinin enerji tekelleriyle bağları sır değildir. Kaldı ki birçok hükümet yetkilisi için bu bağlar organiktir. Bu şirketlerin üst düzey yöneticileri devletin en kilit görevlerine atanmaktadır. ABD Başkanı’nın hükümet görevlilerini tek başına atama yetkisine sahip olması onu kontrol eden tekelci gruplar için devleti doğrudan kontrol etmek için bulunmaz bir fırsat yaratmaktadır. Birçok yasa şirket yöneticileri, yani moda deyimiyle CEO’lar tarafından tasarlanmaktadır.

Amerika Sesleniyor: Hey Adamım! Obama!

Ya da Obama Kimin adamı ‘Kara oğlan Obama’ Amerikan halkından 66 milyon seçmenin oyunu alarak 44. ABD başkanı seçildi. ABD tarihinde ilk kez bir kara tenli başkan oldu. Kaba ve görünen gerçek; Amerikan halkının siyah bir başkan seçtiği biçimindedir. Görünen gerçeğe salt sonuç üzerinden bakıp yorumlayanlar, “ABD’de siyah devrim”, “ABD halkı tercihini başka bir Amerika için kullandı” gibi yanlış ve abartılı tespitler yapıyordu. “ABD’de siyah devrim”, “öteki Amerika kazandı” analiz ve sunumları gerçeklikten uzak ve yüzeysel tespitleridir. Bu yorum, analiz ve sunumların ABD’nin dünyada yaratmak isteği ideopolitik mesaja ve imaj düzeltme faaliyetine hizmet etmekten öte bir anlam ve işlevi bulunmuyor.

ABD’de ‘Kara oğlan Obama’nın başkan seçilmesiyle “siyah devrim”, “Öteki Amerika’nın kazan”ması vs. olmadı. Olan şey belli ve ortadadır. ABD ilk kez kara tenli bir burjuva başkan seçmiştir. Kuşkusuz Obama’nın başkan seçilmesi derisinin rengi bağlamı üzerinden ele alındığında önemlidir. İdeo-politik simgesel değer ve işlevi bulunmaktadır. Bu siyah, burjuva dahi olsa. ABD Başkanı seçilmesi en başta Amerika’daki siyah halkı etkilemiş ve sevindirmiştir. Geçmişi kapkara Amerikan tarihinde, siyahların ırk ayrımcılığından, kölelikten, linçten, sömürülmekten, aşağılanıp dışlanmaktan vs. çektikleri inanılmaz ve katlanılmaz “acılar tarihi” hatırlandığında, siyah halkın “mutluluk gözyaşları”nda simgelenen memnuniyeti anlamlı ve anlaşılırdır. Hele sosyal pratikte ayrımcılığın varlığını hala sürdürdüğü, siyahların ikinci sınıf yurttaş konumunun ve algısının devam ettiği koşullarda ABD’de siyah tenli birinin başkan seçilmesinin politik-simgesel değerinin yanı sıra, pratik hayatta da bir değer ve işlevi olacağı öngörülmelidir. Özetle siyasal konjonktüre “cuk oturan” başkanlık seçiminin en başta ABD için ideolojik simgesel değer ve emperyal imaj bakımından kullanışlılık işlevi ve değeri yüksektir. Amerika’nın ulusal kimliğinin kendini tahkim etmesine de hizmet edeceği kesindir.

Eğer ABD’de bir “siyah devrim”den söz edilecekse bu Obama’nın başkan seçilmesi değil, siyah halkın ve ilericidevrimci muhalefetin 1960’lı yıllardaki toplumsal-siyasal mücadelesi ve kazanımları için söylenebilir. 1960’lı yılların ortalarında doruğuna ulaşan, ABD’yi toplumsal bakımdan sarsan, dönüştü

ren; siyasal bakımdan çözüp yeniden yapılandıran; ırk ayrımcılığına son veren, anayasayı renkkörü haline getiren, eşit yurttaşlık haklarını kazanan mücadeleye belki “devrim” denilebilir. Bu büyük toplumsal reform ve değişim mücadelesinin siyah önderleri ABD tarafından imha ve baskı yoluyla birer birer tasfiye edildi. Rahip Martin Luther King, Malcolm X, Kara Panterler Partisi, Afro-Amerika Bağımsız Partisi vb. kişi ve siyasal hareketlerin mücadele ve önderliğiyle kazanılan haklardan 40-50 yıl sonra, hiçbir toplumsal ilerleme anlamı taşımayan, bir olağan seçimin ‘siyah devrim’ olarak anlamlandırılmaya çalışılması abesle iştigaldir. ABD’nin ideo-politik ihtiyaçlarına uygun bir söylemden başka bir şey değildir.

Öte yandan ABD yönetiminin en üst yönetim kademelerine gelmiş başka kara tenli ama beyaz kişilikli burjuva yöneticiler de gözden kaçırılmamalıdır. Baba Bush döneminde ve Körfez Savaşı sırasında ABD Genelkurmay Başkanı Colin Powell’dır. Oğul Bush döneminin ilk Dışişleri Bakanıdır aynı zamanda. Colin Powell’ın istifasından sonra yerine gelen Condeleeza Rice da dünyanın tanıdığı bir burjuva siyah yöneticidir. ABD siyasal sistemi burjuvazinin siyahlarıyla halkın siyahlarını çok net ve etkin biçimde ayırmaktadır. Amerikan siyasal tarihi boyunca Temsilciler Meclisi’ne 118 siyah milletvekili seçilebilmiştir. Senato’ya seçilen siyah sayısı ise sadece 5’tir. ABD siyasal sistemi burjuva ve seçkin olmayan siyahlara kapalıdır. Afro-Amerikalı siyahların ilk başkan adaylığı girişimi 1960’da oldu. Bağımsız Afro-Amerikan Parti’den Clennon Washington King Jr. başkanlık yarışına katıldı; bu yarışta 7. oldu. 1964’te Sosyalist İşçi Partisi’nden yine bir siyah Clifton De Bernie başkan adayı oldu. 70 milyonluk seçmenden sadece 32 bin oy alabildi. 1968’de New York eyaletinde Shirley Chrisholm adlı siyah kadın siyasetçi ilk kez kongreye seçildi. Chirsholm Demokrat Parti’den ön seçime katılan ilk siyasetçi oldu. Seçimde 152 delegenin oyunu aldı. %5 gibi bir desteğe ulaştı. 1984’te Rahip Jesse Jackson Demokrat Parti ön seçimlerine katıldı. % 21 oy alan Jackson, ulusal kurultay delegelerinin ancak % 8’inin oyunu alabildi. Jesse Jackson’un başaramadığını Barack Obama başardı.

Obama’nın başkan seçilmesini kavramak için önce Obama’nın öyküsüne ve özgünlüğüne bakmak gerekir. Obama kimdir? Gerçek bir siyah halk kahramanı mı? Siyah halkın temsilcisi mi? Hangi sınıfı, kimi, neyi temsil ediyor?

Amerikan seçmeni Obama’yı sandıkta seçmeden önce, Amerikan burjuvazisi onu seçmiştir. O seçilmiş bir adamdır. Burjuva sistemin sınıfsal-siyasal kalburundan elenmiş ve kalburüstü kalmış bir figürdür. Obama, Amerikan burjuvazisinin halka sunduğu bir siyasi lider ve kişiliktir. Ve halk kendisine sunulan bu ‘seçilmiş adam’a onay vermiş, seçilmişi seçmiştir. Obama halkın karşısına halkın temsilcisi olarak değil, burjuvazinin bir temsilcisi olarak çıkmıştır.

Obama, ABD seçkinler oligarşisinin saflarına katılmayı başarmış kara tenli bir siyasetçidir. O en iyi Amerika okullarında eğitim görmüş, kelimenin gerçek anlamıyla ‘Amerikan rüyası’nı gerçekleştirmiş biridir. ABD’nin en prestijli üniversitelerinden birinde akademisyenlik koltuğu elde etmiş, iyi bir hukuk şirketinde iş sahibi olmuş ve ardından siyasal mevki-kariyer için yola koyulmuştur. Senatörlük hedefine ulaşmıştır. Obama burjuva siyaset sınıfı saflarına dahil olurken rüştünü fazlasıyla ispatlamış ve “yırtmış” biridir.

Öte yandan, hem sınıfsal hem de kültürel-kimliksel olarak sisteme emilmiş ve dönüştürülmüş bir devşirmedir. Gerçek anlamda bir siyah değildir. Bir melezdir. Siyasal anlamda melezlik Amerikan kimliğinin siyasal karakterinde pozitif bir öge olarak kabul edilir. Melezleşme, dil, din, ırk vb. kimliklerin büyük Amerikan liberal değerleri, siyasal kimliği ve egemen-kurucu WASP (Beyaz-Amerikalı-Anglosakson-Protestan) ideolojisiyle eklemlenmesini ifade eder. ABD siyasal sistemi ve kurucu ideolojisi melezleştirmeyi hedefler. ABD kurucu ideolojisine eklemlenen, Huntington’un deyişiyle “ergime potası”nda eriyen her kimlik ve kişilik, ortaya çıkan melezlik makbuldür. ABD muktedirleri ve seçkinleri, bu tip melezliği canı gönülden ister. Zira bu bir çeşit asimilasyondur ve politik ulus yaratma projesinin hedefidir. Melezlik kimliklerin aşılmasını ve Amerikan politik ulus kimliğine (WASP değerleriyle sentezlenerek) eklemlenmeyi vurgular. Obama tam da bunu başarmıştır.

‘Umudun Cüreti’ adlı kitabında Obama, Amerikan sisteminin adamı olmayı ve Amerikan kimliğini içselleştirmeyi çarpıcı bir biçimde ifade etmektedir. “Irkların kaynaşması noktası, Hawaii’de siyah bir adamın ve beyaz bir kadının oğlu olarak doğmuş, yarı Endonezyalı bir kızkardeşi, Çinli bir üvey kardeşi ve yeğeni olan, Margaret Thatcher’a da (Amerikalı stand-up komedyeni) Bernie Mac’e de benzeyen akrabalara sahip olan, ailesinin Noel buluşmaları, görünüm itibarı ile BM Genel Kurulu toplantılarını andıran biri olarak, aidiyetimi ırk temelinde sınırlamak ya da kendimi ait olduğum sınıfla anlamlandırmak gibi bir seçeneğe hiç sahip olmadım.”

Obama ne Martin Luther King, ne Malcom X, ne Jesse Jackson ve ne de Kunta-Kinte’nin torunu gerçek siyah bir adamdır. O hepsine karşı başka bir şeydir: Melezdir. Ve melez olarak aslında hepsinin üstünde ve hepsini temsil etme çağrışımlarını yayan bir kimliktir. Burjuva Amerikan kimliğidir bu. Obama’da simgelenen melezlik figürü tüm kimliklerin kesişmesinin ve kaynaşmasını temsil etmektedir. Amerika ve dünyayı kesen bir kimliktir. Müslümanlar onun Müslüman babasıyla, Hüseyin ismiyle bir irtibat ve yakınlaşma kurabilir. Afro-Amerikalılar (siyahlar) anavatanları ve ırkları üzerinden bir aidiyet bulabilir. Beyaz ve Hristiyanlar annesi ve Obama’nın Hristiyan oluşu üzerinden kimlik ve aidiyet bağı kurabilir. Amerika’nın ve dünyanın geri kalan kimlikleri de onun “nötr-melez kimliği” üzerinden empati ve sempati ilişkisi kurabilir. Dolayısıyla bu postmodern ve kozmopolit kimliğin ABD’nin ‘küresel kamuoyu diplomasisi’ siyaseti bakımından çok kullanışlı olacağı kesindir. Amerika’ya ve dünyaya mevcut siyasal konjonktüre mükemmel uyan ve hitap eden bir siyasetçi karakteri/portresi seçtiği vurgulanmalıdır. Ve bunun bir tesadüf olmadığının altı çizilmelidir.

Amerikan tekellerinin çıkarı kadar ‘değişim’

Obama, seçimleri ‘değişim’ sloganını kullanarak ve değişim vaat ederek kazandı. Değişim sloganı aynı zamanda seçimleri analiz etmenin ve kavramanın anahtar kavramıdır. Değişim derken burada iki değişim fayının ve tablosunun kesişmesinden söz etmek gerekir. Birincisi, ABD egemen sınıflarının içeride ihtiyaç duyduğu değişimdir. Ve ikincisi Amerikan halkının değişim isteğidir. Egemen sınıflarla emekçi sınıfları ortak bir sloganda buluşturan ise, hiç kuşkusuz Amerikan sisteminin krizi ve bunun kötü sonuçları, ağır faturalarıdır. Tarihte de hep böyle olmuştur. Kriz, çöküş ve tıkanmaların olduğu koşullarda değişim sloganları ve çağrıları arş-ı ala’ya yükselir. Değişim kötü durumun, krizin aşılmasının adı ve çaresi olarak çağrılır.

Obama ABD’nin krizine, dünya kapitalizminin bunalımına, çöken, gerileyen, kötüleyen koşullara karşı Amerika’nın bir cevap arayışını temsil etmektedir. Obama ABD’nin hem içeride ve hem de dışarıda (emperyal) duyduğu değişim ihtiyacının bir ürünüdür.

ABD, adım adım yaklaşan dünya kapitalizminin büyük bunalımını önlemek ve çözmek için emperyalist işgal savaşları dahil her politikaya başvurdu. Emperyalist küreselleşmenin önünü açmak, dünya kapitalizminin genel bunalımını önlemek için ülkeleri işgal etti. Savaş ekonomisini vs. her şeyi devreye soktu. Yıktı ama kendisi de “yıkıldı”, geriledi. Krizden kaçamadı, kurtulamadı. Ne emperyalist büyüme ve dünya imparatorluğu programında bir başarı sağlayabildi ne Amerika’nın konumunun gerilemesini ve ekonomik krize yuvarlanmasını önleyebildi. 2008 başkanlık seçimlerine gelindiğinde ABD emperyal politikada bir başarısızlık, tıkanma ve ilerleyememe ve ulusal programda ekonomik kriz ve gerilemeyle baş başaydı.

Oğul Bush ortalığı (ve Ortadoğu’yu) kırıp dağıttı. İçeride ve dışarıda deyim yerindeyse ‘enkazlar yığını’ yarattı. 2008 başkanlık seçimi adayları bu mevcut enkaz ve gerileme tablosunu toparlama, Amerika’yı düze çıkarma ve yolunda yürütme iddiası üzerinde yarıştı. Değişim sloganı ABD’nin iç/ulusal ve dış/emperyal programlarında durumu değiştirmeyi, iyileştirmeyi, tamir etmeyi içeriyordu. Obama’nın değişim programının iki ana başlığı bulunuyordu. Dünyada ABD’nin hegemonik imajını düzeltmek, emperyal politikanın devamlılığını sağlamak; Amerika’da ise ekonomik krize çare bulmak, ABD’yi düze çıkarmak. ABD başkanlık seçimleri bu iki ana başlık üzerinden şekillendiler. Dış politika-güvenlik ve ekonomik kriz Amerikalı seçmenlerin gündemlerini belirledi. Obama bu iki konuda mevcut yönetimin (Bush hükümeti) politikalarından farklı bir programatik siyaset izleyeceğini ilan etti. Dış politikada imaj düzeltme/tamir etme ve diyalog esaslı “çok yönlü dış politika” izleyeceğini vaat etti. Simgesel değeri yüksek Guantanamo’nın kapatılacağını ilan etti. İran’la diyalogdan söz etti vb.

Fakat asıl değişim vurgusunu Amerika’nın içine, ekonomik kriz konusuna yaptı. ABD’de mortgage kriziyle başlayan finansal krizle devam eden süreçte, Amerikan orta sınıflarının beli kırıldı, sınıfsal mevzileri çöktü, kazanımları gitti. Emekçi sınıfların durumu daha da kötüleşti. Yoksullar en kötü ve insanlık dışı yaşam koşullarına daha fazla gömüldü. Bu ‘Amerikan Rüyası’nın çöküşüydü. Özellikle orta sınıfların liberal konformist ve rahat koşullar içinde yaşayıp tatlı Amerikan rüyasının keyfini çıkardığı sistem sapır sapır döküldü. Mortgage krizi orta sınıfların renkli rüyalarını süsleyen başlıca güzelliklerden biri olarak yer tutan “Amerikan evi”nin elinden gitmesine neden oldu. Güzel bir rüyadan kötü bir kabusa uyanan Amerikan halkının yeniden ‘Amerikan rüyası’ talep etmesi, kötü durumun değişimini istemesi kadar doğal bir şey olamazdı. Cengiz Candar’ın deyişiyle Amerikalıların ‘rüyadan kesilmemesi’ gerekiyordu. İşte Obama’nın değişim sloganı tam da bu Amerikan rüyasını yeniden canlı kılmak, Amerikalıların rüyadan kesilmemesini ve en önemlisi başka bir dünya düşüne meyletmemesini, vaaz ediyordu.

Elbette Amerikalıların Amerikan rüyasına talim etmesini sağlamak ve değişimi inandırıcı kılmak için ‘ağza bir parmak bal’ çalmak gerekiyordu. Eğitim, sağlık, vergi ve asgari ücret konularında iyileştirici vaatlerde bulunan Obama, Denver’daki Demokrat Parti Seçim Kurultayı’ndaki konuşmasında bunu nasıl yapacağına da işaret ediyordu: “Devlet elbette ki bütün sorunlarımıza çözüm bulamaz, ancak bizim gücümüzün yetmediği şeyleri yapması gerekir. Bizi zarar görmekten korumalı, her çocuğa düzgün bir eğitim sağlamalı; içtiğimiz suyun temiz olmasını ve oyuncaklarımızın güvenli olmasını gözetmeli; yeni okullar ve yeni yollar için, bilim ve teknoloji için yatırım yapmalıdır.” Devletin sosyal yükümlülüklerine vurgu yapan Obama, bu nedenle rakibi McCain tarafından sosyalistlikle itham edildi. Tekellerin parasıyla seçilen Obama tekellerin krizini çözmede yine devleti devreye sokmayı öngörüyordu. Hem tekellerin krizini çözmek, hem de ekonomik krizin asıl yükünü çeken Amerikan halkının desteğini kazanmak için devletin düzenleyici rolünü vurguluyordu. Amerikan halkının desteğini arkalamak bakımından bazı sınırlı devletçi-halkçı politikaların sözünü veriyordu. Asgari ücretin yükseltilmesi, işçilerin sendikalarda rahat örgütlenmesi, eğitim olanakların genişletilmesi, sağlığın iyileştirilmesi vb. vaatler ve planlar Amerika halkının Obama’ya desteğini sağladı. Aynı biçimde daha başından Irak savaşına karşı çıkmış olması, Amerikan birliklerinin Irak’tan çekilmesi için askeri ve diplomatik plan sunması, ‘bir çıkış yolu göstermesi’, seçimi kazanmasının diğer parametresi oldu.

Obama’yla Amerikan halkının sola kaydığı analizleri de bu bağlamda ele alınmalıdır. Demokrat Parti içinde ‘en sol’da duran başkan adayı olması ve seçimi kazanması önemli bir göstergedir. Obama krizin ağır sonuçlarını yaşayan Amerikan halkının hoşnutsuzluğunu ve beklentisini siyasal ranta tahvil etmeyi başardı. Durumu düzeltme, iyileştirme, Amerikan rüyasını canlı tutma merkezli politika, ‘değişim solculuğuna’ yaradı. Amerika’nın Obama’yla sola kayışı, düzen solculuğu karakterinde ve geleneksel Demokrat Parti solculuğunun ufkuyla sınırlıdır. Bu anlamda gerçek bir sola kayıştan söz edilemez. Ancak kriz, hoşnutsuzluk, ezilen sınıf ve katmanlarda alttan alta kaynama sürmektedir. Kriz ve yıkım koşullarında başka ve gerçek sol seçeneklere doğru kayışın olacağı açıktır ve öngörülmelidir.

Obama, ABD emperyalizminin başkanı ve dünya kapitalizminin adamıdır. ABD’nin ve dünya kapitalizminin iç içe geçen ve giderek büyüyen krizi koşullarında, sınıfının adamı olarak uluslararası sermayenin politikalarını uygulayacaktır. Obama’ya başka kerametler ve iyilikler atfetmek büyük yanılgı ve yanlış olacaktır. Obama, dünyayı kurtaracak adam değildir. Olağanüstü güçleri ve mucizeleri yoktur. Onun kuvveti, kerameti, ABD emperyalizminin kudreti ve programıyla mahduttur. 44. başkan Obama da oluşturacağı program/doktrin ve ekiple diğer ABD başkanlarının yaptığı gibi ABD emperyalizmini yönetecektir. ABD tarihinde Demokrat başkanların geleneksel çizgisinden yürüyecektir. Emperyalist politikada diplomasi ve savaşı, sert ve yumuşak gücü birlikte kullanacaktır.

Obama’nın “uzlaşma”, “çok taraflı dış politika” söylemlerinin geri planında, 21. yüzyılın büyük emperyalist rekabetinin iki tarafının ABD ve Rusya olacağının çözümlenmesi durmaktadır. Obama, ABD Dış Politikasının Rusya’yla emperyalist rekabete göre konumlandırılması, aynı anlama gelmek üzere Avrupalı ‘müttefiklerle” ilişkilerin düzeltilmesi, çatışmanın yerine işbirliğinin öne çıkarılması demektir.

Obama’nın G-20 Zirvesinde görüldüğü üzere, dünya ekonomik krizine bir çözümü, çaresi, reçetesi yoktur. ABD ekonomisi ağır yaralıdır ve ABD’nin dünya ekonomisinin krizden çıkışını örgütleyecek gücü yoktur. Obama bu koşullarda diğer emperyalist ülkelerle ortak bir irade geliştirme çabasını göstermektedir.

Obama kaç kere “barış” derse desin, “barışçı” değildir. Emperyalist savaş siyasetini yeniden dizayn etmektedir. Obama, seçildiği ama göreve başlamadığı dönemde yaşanan Gazze katliamında İsrail Siyonizmini suskunluğuyla cesaretlendirmiştir. Seçim kampanyası döneminde verdiği “Kudüs’ün İsrail’in ebedi ve bölünmez başkenti olarak kalması için çalışacağı” sözü hala hatırlardadır. Obama’nın emriyle Pakistan’ın bombalanması ve 14 sivilin katledilmesi onun ilk icraatlarındandır. Obama, Irak’tan askerlerinin bir kısmını çekmeyi, ama bir kısmını da kalıcılaştırmayı öngören bir planı “Irak’tan çekiliş planı” olarak açıklamıştır. Aynı Obama, Afganistan’daki NATO işgalini derinleştirmeyi ve işgalci asker sayısını artırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda asker istenecek ülkelerden birisi de Türkiye’dir.

“Pasifist” (!) Obama, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük “Savunma” bütçesini Meclis’e sunmuştur. Obama, 533.7 milyar dolarlık ana bütçe ve Irak ve Afganistan’daki askeri operasyonlar ve levazım desteği için 130 milyar dolarlık ilave tahsisatla toplam 663.7 milyar dolarlık savunma bütçesi tasarısını onay için Kongre’ye gönderdi. Yani Pentagon bütçesi bakımından Obama, Bush’u geçmiştir. Obama’nın istediği Pentagon bütçesi, Türkiye’nin milli hasılasından daha büyüktür.

Amerikan militarizminin Obama’yla inişe geçeceğini sananlara herhalde bu en açık yanıtı oluşturur. Amerikan emperyalizmi, Obama’yla yeni yüzyılın emperyalist rekabetine göre konumlanmakta, militarist hazırlığı kapsamlı biçimde yürütmektedir, yürütecektir. Obama’nın “diyalog”cu siyaset tarzı, bu rekabette Amerikan emperyalizminin ittifaklarını güçlendirme, yıpranan ilişkilerini onarma arayışıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi