GÜNCEL: Halk Ayaklanmasının Olasılıkları

Emperyalist merkezlerden başlayarak yayılan dünya ekonomik kriziyle Türk faşist rejiminin krizinin üst üste binmesi düzeni istikrarsızlaştırırken, emekçi, ezilen sınıfların mücadele ve direnişleri Batı'da bir halk ayaklanmasının olanaklarını ne ölçüde barındırıyor? Bu yazıda bu sorunun yanıtını irdeleyeceğiz.

I

Kitle eylemlerinde genel bir artışın yanı sıra, özellikle yasadışı eylem biçimlerinin öne çıkışı, bir halk ayaklanmasının olasılıklarına işaret eden temel bir veri olur. Yasadışı olanın meşrulaşması, kitlelerin yasaları fiilen çiğneyen eylemlerinin belli bir yaygınlık ve süreklilik kazanması, kitlelerin düzen dışına doğru kayışının bir belirtisidir. Böylece halk kitleleri yürürlükteki yasaları aşarlar, egemenleri kendi belirledikleri eylem hukukuna uymaya zorlarlar.

Son iki yılın sınıf mücadelesinin verileri, bilimsel bir titizlikle ve soğukkanlılıkla incelendiğinde, kitle eylemlerinde yasadışı yönün, fiilen yasaları aşan ve yasalara rağmen gerçekleşen yönün, sınırlı ve tereddütlü de olsa gelişmekte olduğu saptanabilir. 1 Mayıslarda Taksim, devletin açık yasağına rağmen geniş kitlelerce zorlandı, devletin Taksim yasağı politikası önemli ölçüde zayıflatıldı. Yasal Telekom grevinin içinde, sermayenin üretimi parçalayarak uyguladığı sınıf zoruna karşı işçilerin iletişim kablolarını kesme (sabotaj) eylemleri gerçekleşti. Tuzla Tersanelerinde yasalara rağmen, iki kez fiili grev gerçekleştirildi. Türk ekonomisinde kriz baş gösterdiğinden bu yana irili ufaklı sayısız işletmede işçiler işyeri işgalleri gerçekleştirdi, özel mülkiyet hukukunu kitle zoruyla çiğnedi. Tezcan Galvaniz fabrikasında işten atılan işçiler D-100 otoyolunu keserek Gebze'ye yürüdü, fabrikayı işgal etti Fabrika işgalleri Dostel Makine, Prysmian, Sınter gibi ağır sanayi işletmelerinde de, Key Tekstil. Selga Tekstil gibi hafif sanayi işletmelerinde de görülmeye, giderek yaygınlaşmaya başladı. Selga işçileri, polis saldırısı karşısında işyerini boşaltmayıp barikatlarla direnerek nitelik bir sınırı aştılar. Brisa'da işten atmalar işgalle yanıtlandı. Ankara Üniversitesi yemekhanesinde öğrenci-işçi ortak eylemi olarak gelişen yemekhane işgali de bu eylem biçiminin başka bir örneğiydi.

Ankara'da geçtiğimiz yaz, susuzluğa mahkum edilen yoksullar su tankerlerine el koydu. Mahallelerde halk sağlığım tehdit eden baz istasyonlarının kaldırılması için yol kesme eylemleri, hatta bilfiil istasyonları tahrip etme gibi eylem biçimleri görüldü.

Bu yasadışı eylem biçimleri, barışçıl/yasal biçimleri içeren daha geniş bir yelpazenin içinde yükselmekte ve keyfiliğin değil tümüyle katı bir zorunluluğun ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Barışçıl eylem biçimleriyle sınırlı kalmak, işçi sınıfına ve yoksullara hak kazandırmadığı gibi, anlamlı, güçlü bir mücadelenin örgütlenmesine dahi olanak sağlamamaktadır. Bu eylem biçimleri hayatın gerçekliği tarafından fiilen aşılmıştır Gereksizleşmemiştir; ancak salt kendi başlarına yetersiz, hatta bazen anlamsız kalmaktadırlar.

İşçi sınıfını kuşatan grev-örgütlenme-eylem yasaklarının katılığı, harekete geçmek istediği her durumda sınıfı boğmakta, "kazanmanın yegane yolu" olarak fiili eylem tarzını zorunlu kılmaktadır. Bugün yasadışı olanın yarın yasal olması sınıf mücadelesinin kazanım hattıdır ve yasalar sokakta yapılır.

İşçi sınıfı -sermayeye ücret köleliği zincirleriyle bağlı bu sınıf-krizle birlikte, kendi yaşam koşullarının alt üst olmasına yol açan bir işsizlik dalgasıyla yüz yüze kaldı. Ücretli köleler, geçimlerinin temel kaynağı olan ücretten yoksun bırakılarak sokağa atıldı. Yüzbinlerce işçi çalışmaya ve eve ekmek götürmeye en çok ihtiyaç duydukları bir anda, kapı önüne kondu. Kriz öncesi dönemdeki düşük ücretli, yoğun ve uzun saatler süren çalışma, yerini ücretten yoksunluğa bıraktı. Çoğu yerde çalışan işçilerin ücretleri aylarca ödenmemeye başladı. Sayısız işçi, ücretleri ve kıdem tazminatları dahi ödenmeksizin sokağa atıldı. Sermayenin bu çıplak sınıl zoruna karşı, işçiler kendi sınıf zorlarını -henüz geri biçimlerde de olsa-yer yer devreye soktular. Üretim alanlarını bazı yerlerde işgal ederek, kapitalistlerden haklan olanı istediler. Kimi yerde çalışma haklarını, kimi yerde tazminat veya ücretlerini...

İşyeri işgallerinin, ekonomik mücadelenin temel bir biçimi olmanın yanı sıra, fiili-yasadışı niteliği nedeniyle politikleşmeye de açık bir biçim olarak taşıdığı zengin olanaklar ortaya çıktı. Sınıf mücadelesinin grev biçiminden ziyade işyeri işgalleri biçimi zorunlu olarak öne çıktı. Sadece çalışan işçilerin değil, işten atılanların da uygulayabileceği, sadece sendikalıların değil, tüm işçilerin katılabileceği bir eylem biçimi olması, işyeri işgallerinin öne çıkışının bir nedenidir. Diğer bir neden ise, yasal grev hakkına getirilen sayısız kısıtlamadır. İşyeri işgallerinin yanı sıra fiili grev eylemi olarak iş bırakmalar da yaygınlaşmaktadır. Kriz koşullarındaki ağırlaştırılmış işsizlik tehdidine rağmen, işçi sınıfı yığınları arasında sendikalaşma çabaları artıyor, yayılıyor.

Özetle, emperyalist metropollerden başlayarak dünyaya yayılan ekonomik kriz, işçi sınıfının düzenle en geri uzlaşma düzeyini dahi olanaksız kılarak bu sınıfı düzenin karşısına dikilmeye zorluyor, sarsıyor ve harekete iliyor. Batı'da, derinlere doğru işlemeye devam eden sosyal uyanışın fiili öncü gücü olarak Türkiye proletaryası, kendisine dayatılan koşulları eylemiyle reddetmeye yöneliyor. Bu yönelimin içinde barındırdığı potansiyel enerjiyi fiili eylem gücüne dönüştürmek için öncü müdahalenin misliyle artırılması gerekiyor.

DİSK ve KESK'te yaşanan kısmi canlanma, bu dip akıntısının yüzeye vurmuş ifadesi oluyor. (Sendikaların bürokratlaşmış nitelikleri nedeniyle kitlelerin eğilimlerini ancak minimum düzeyde emebildikleri gerçeği saklı kalmak kaydıyla.) Ancak sendika konfederasyonlarının dahi 1 Mayıs'ta Taksime çıkma kararma imza atarak devletle açıktan karşı karşıya gelmeye cesaret etmesi ve kimi sendikaların yasadışı/fiili eylem biçimlerine cevaz vermeye başlaması, işçi hareketinin gelişmesinin yegane yolunun yasaları aşmak olduğu gerçeğinin bir başka ifadesi oluyor. İşçi kitlelerinin halen kendi temsilcileri olarak gördükleri sendikaların bu tavrı, yasadışı biçimlerin işçi kitleleri arasında yaygınlaşmasını teşvik ediyor.

Kent yoksullarının evlerinin başlarına yıkılmasına karşı zaman zaman şiddetlenen direnişlerini; tekellerin baz istasyonları gibi halk sağlığına açıkça zarar veren uygulamalarının her türlü kanunsuzluk yoluyla himaye görmesi karşısında kent yoksullarının yer yer 'kendi yollarından' bunları engellemek için yasaları aşan eylemler gerçekleştirmesini de tabloya eklemek gerekiyor.

II

Yarı askeri faşist diktatörlüğün yeniden yapılandırılması ve egemen sınıf bölükleri arasında iktidar paylaşımı kavgası da ortaya saçılan belge, bilgi ve gerçeklerle ezilen halk kitlelerinin uyanmasına, bilinçlenmesine ve gözlerini açmalarına neden olmaktadır.

Devletin ve ordunun gerçekleştirdiği gizli örgütlenme ve faaliyetlerin deşifre olması, halk yığınlarının bilincindeki devlet imgesini sarsmakta, antifaşist bilincin gelişimine alan açmaktadır.

Bu toplumsal zeminle örtüşür biçimde, antifaşist kitle eylemi düzeyinde de bir gelişme yaşanmaktadır.

Hrant Dink'in katliyle yüzbinlerin sokağa dökülmesi, hem devletin kontrgerilla gerçeğini, hem de Ermeni katliamcılığını sorgulamaya yönelmesi bunun en çarpıcı örneğidir. "Hepimiz Ermeniyiz"le başlayan demokratik sorgulama, "Özür Diliyorum" kampanyasıyla devam etti. Türk halkının ileri kesimleri, resmi ideolojinin bir küfre dönüştürdüğü Ermeni kimliğine sahip çıktı, Ermeni halkına yönelik tarihteki katliamlarla yüzleşti.

Batı'da Newrozlara Türk halk katılımının artması, barış talepli 1 Haziran mitingi, sınır ötesi savaş tezkeresine karşı Ankara'da sendikaların düzenlediği miting (9 Kasım 2007), Kürt sorununda Türk işçi emekçi kitlelerinin ileri kesimlerinde yaşanan aydınlanmayı yansıtmaktadır. Süregiden savaşın arttırdığı can kayıpları, bir yandan büyük yığınlar arasında Türk şovenizmini örgütleyip güçlendirirken, diğer yandan da, gerçeğin gelişen yönü olarak, alttan alta resmi çözümsüzlük siyasetinin sorgulanmasına, "evlatlarımız neden ölüyor?" sorularının yükselmesine yol açmaktadır. Bu sorgulama dinamiği, asker annelerinin "Vatan sağolsun demiyorum" haykırışlarına yansımaktadır. Orduyu gerilla bölgesinde askeri operasyonlarda paralı asker (uzman er-erbaş) kullanmaya; kirli savaşta ölen askerlerin kardeş ve çocuklarını askerden muaf tutmaya zorlayan da bu aynı dinamiktir.

Şemdinli'de ve sonrasında Ergenekon'da devletin kimi kirli savaş pratiklerinin ortaya serilmesi de Türk halkının savaşı sorgulamasına neden oldu. Kayıplar, köy yakmalar, ölüm çukurları, Danıştay vb. kontrgerilla eylemleri bu süreçte ortalığa döküldü. Adalet talebinin geniş yığınlara mal edilmesinin olanakları hiç olmadığı kadar büyüdü. Devrimci öncü güçlerin, kendi silahlı eylemleriyle, ezilenlerin adaletini somutlayan bir pratik hat geliştirememeleri -nedenleri bir yana bu sürecin önemli bir eksikliği oldu.

Alevi hareketi, ilk kez olarak, kendi taleplerini yükseltmek için büyük bir Ankara mitingi düzenledi. Alevilerin bu kitlesel buluşması. Alevi hareketinin taleplerini de devrimci bir tarzda formüle etti. DTP şahsında Kürt hareketinin temsilcileri de mitinge çağrıldı. Diyanet'in dağıtılması talebinin kitlelerin elinde bayraklaşması, Ankara'daki rejimi sarstı, panikletti. Bu aynı zamanda Alevi hareketi içindeki devletçi-yol düşkünü kesimin de tecrit olması anlamına geliyordu. Dün bayrak mitingleriyle milliyetçi-faşist kesimlere yedeklenen Alevi halk yığınları, bugün kendi taleplerini yükselterek kendileri bir taraf haline geliyorlar. Resmi ideolojiyi zorluyor, çatlatıyorlar.

Krizin ağırlaştırdığı yoksulluk koşullarında ezilenlerin devlet zoruyla susturulması, bastırılması için polis zorbalığı tırmandırıldı. Kent merkezlerinde, emekçi semtlerde yoğunlaştırılan kimlik kontrollerine, polis cinayetleri eşlik etti. Emekçilere yönelik bu terör, onlarca cana mal oldu. Yunanistan'da bir halk ayaklanmasının fitilini ateşleyen polis zorbalığı, Türkiye'de sınırlı bir demokratik mücadeleye konu edilebildi. Polis cinayetlerinde katledilenlerin ailelerinin girişimleriyle kimi davalar açıldı, adalet arandı. Polis cinayetleri ve ailelerin adalet arayışı, geniş yığınların gündemine girdi. Polis cinayetleri, devletle siyasal bir sorun yaşamamış halk kesimlerini doğrudan devlet iktidarıyla karşı karşıya getiriyor, siyasallaştırıyor.

Kimi üniversitelerde sivil faşist çetelerin saldırılarına karşı geliştirilen militanca direnişler, lise öğrencileri arasında aynı yönde başlayan kıpırdanmalar, geçmişin devrimci önderlerine ve sosyalizme artan ilgi, gençliğin politik mücadeleye kattığı enerjinin yükselmekte olduğunu gösterir.

Sonuç itibariyle, ekonomik kriz nasıl ki emekçi halk yığınlarının günlük yaşamlarını sarsıp dağıtarak onları uyandırıyor ve mücadeleye iliyorsa, rejim krizi de ürettiği sayısız politik krizle ezilen halk kitlelerinin politikanın gerçekleri hakkında bilgilenmesine yol açıyor. Bu sürecin arka planında faşist rejimi sarsan Kürt ulusal savaşı ve Kürt halk kitle mücadelesi duruyor. Devletin politik biçimi, emperyalist küreselleşme sürecinin burjuva ihtiyaçlarını yanıtlamadığı gibi, ezilen sınıf ve kesimlerin geliştirdiği politik bilinç ve mücadele sonucunda da sürdürülemez hale geliyor. Birinci eğilim, sermaye oligarşisinin liberal "değişim" programında ifadesini bulurken, ikinci eğilim ezilenlerin devrimci demokratik hareketinde ifadesini buluyor. Devletin/ordunun dokunulmazlığı, sorgulanamazlığı sarsılıyor. Halk yığınlarında gelişen demokratik bilinçle faşist rejim arasındaki çelişki genişliyor ve derinleşiyor.

III

Kürt ulusal hareketi, 1999'da Kürt devriminin yenilgisinin ardından sokulduğu çürütme koridorundan, burjuva-emperyalist çözüm arayışlarının bitmek bilmez dehlizinden 2004 1 Haziran atılımıyla çıktı. Burjuva çözüm arayışlarına kapıyı açık tutmaya devam etmekle birlikte, gerillanın etkin bir unsur olarak devreye sokulduğu yeni bir dönem başladı. Gerilla, Kürt halk kitlelerini etrafında birleştirdi, yeni bir ulusal kenetlenme yarattı. Kürt ulusal savaşı, önce özsavunmayla sınırlı tarzda, ardından saldırı unsurunu da içeren bir tarzda ağır ağır tırmandı. Oremar, Bezele baskınları gibi askeri zaferler ve Şemdinli serhildanı, Amed serhildanı, 2008 Newrozu, 2008 Ekim'inde Erdoğan'ın Kürt illerinde serhildanlarla karşılanması gibi kitle zaferleri hareketin ulaştığı yeni düzeyi ortaya koydu. Hareket, tüm mücadele biçimlerini birleştiren bir hatta ilerledi. Meclis'te DTP grubu kurulması, ulusal mücadelenin yeni bir kazanımı oldu. DTP burjuva politika arenası içinde, ezilenlere ait, kolayca tasfiye edilemeyecek bir alan açtı ve bu alanda tutundu. Kürdistan'da devletin otoritesi gerilerken, ulusal hareketin otoritesi güçlendi. Sömürgecilik eskisi gibi yönetemez hale geldi. Devrimin yenilgisiyle bir süre geriletilen devrimci durum, Şemdinli olaylarının ardından Kürdistan'da yeniden tüm şiddetiyle sökün etti. Kürt halk kitlelerinin sömürgeci-inkarcı düzeni eylemli reddi; Şemdinli'nin bir hafta boyunca halk otoritesi altına alınması, Amed'de gerilla cenazelerinin onbinlerin omuzlarında taşınması ve kent merkezinin dört gün boyunca özgürleştirilmesi; Kasım 2008'de sömürgeciliğin Başbakanının Kürdistan seferinin hemen tüm kentlerde yaşamın durdurularak, barikat direnişleriyle karşılanması gibi örnekler yaratarak ilerledi.

PKK, 2004'ten itibaren adım adım geliştirdiği yeni çizgisini 2007'de programını ileri çekme hamlesiyle tamamladı. "Demokratik Cumhuriyet"in yerine, "demokratik özerk Kürdistan" talebini geçirdi. Kürdistan’ın dört parçasının birliğini yeniden programına aldı. İran sömürgeciliğine karşı savaşımı yükseltti. Güney Kürdistan'da Medya Savunma Alanlarındaki otoritesini, bölgedeki köyleri de kapsayacak tarzda, bir direniş iktidarlaşması yönünde kurumsallaştırdı.

Özellikle 22 Temmuz seçimlerinden sonra, AKP'ye karşı tavrını-tutumunu netleştirdi, AKP'nin TRT-Şeş gibi burjuva çözüm adımlarına da tavır aldı. Uzlaştırıcı çizgiyi halk kitlelerinden tecrit etmeye yöneldi. 2009 yerel seçimleri sömürgeci düzen partisi AKP ile ulusal demokratik parti DTP arasında bir referanduma dönüştü. Yerel seçimlerde Kürt halk yığınları düzen partisi AKP'den yaygın ve derin bir kopuş süreci yaşadığını ortaya koydu.

Bu gelişme zemini üzerinde, PKK, neoliberalizme karşı sınırlı düzeyde bir halkçı çizgi de geliştirmeye başladı. DTP Meclis Grubu işçi mücadelelerinin yanında yer aldı, Meclis'te neoliberal yasalara karşı tavırlar geliştirdi. Öcalan "tekellere/finans kapitale karşı mücadele"den söz etmeye başladı.

DTP, Batı'da ilk kez bir seçimde düzen partileriyle ittifak arayışına girmedi. Devrimci, sosyalist hareketlerle ilişkilerini güçlendirdi.

Kürdistan'da devrimci durumun alevlenmesi ve Kürt ulusal öncüsünün silahlı mücadeleyi tırmandırması, Batı'da da tüm politik güçler üzerinde belirleyici bir etki yarattı. Burjuva liberal değişim programının savunucuları,

Kürt sorununda burjuva çözüm arayışlarını yeniden gündeme aldılar. AKP, generaller partisinin de onayıyla, TRT-Şeş gibi bir güdük adımı atmak durumunda kaldı. Güney Kürdistan bölgesel yönetimiyle PKK'nin tasfiyesi eksenli görüşmeler başlatıldı.

Aynı dönemde bir Türk-Kürt boğazlaşması yaratmak yolundaki kontrgerilla kışkırtmaları tırmandırıldı. Sokaklarda azgın şoven gösteriler düzenlendi. Türkiye devrimci hareketi PKK'yle mesafeli ilişkisini sorgulamaya başladı. 2008 Newrozu, devrimci hareketlerin bugüne kadarki Newrozlar içinde görece en kitlesel ve geniş düzeyde katılımlarına sahne oldu.

Kürdistan'da halk ayaklanmaları ve silahlı savaşım biçimlerinde yükselen mücadele, devletin inkar politikasına ağır darbeler indirmiştir. Sömürgeci düzen ve onun inkar-imha politikası çatırdamaktadır, eskisi gibi gitme olanağı kalmamıştır. Kürt ulusal mücadelesi, genel olarak rejimi istikrarsızlaştıran, rejimin kırılganlığını artıran, inkar çizgisindeki kırılmalarla yığınlardaki şoven bilincin de kırılmasının olanaklarım yaratan bir rol oynamaktadır. Kürdistan merkezli gelişmekle birlikte, Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu Batı metropollerine de mücadele ateşini yaymaktadır. Dolayısıyla, sadece kendi içinde değil, Batı'daki bir halk ayaklanmasının olanakları bakımından da çok anlamlı ve önemli bir gelişme düzeyi yaratmaktadır. Tarih, bir kez daha Batı'daki toplumsal mücadele dinamiklerini, Kürdistan'dan yükselen harekete yanıt verme çağrısıyla yüz yüze bırakmaktadır.

IV

Kürdistan'daki geniş ve derin ulusal yangının Batı'ya da sirayet eden etkileri bir yandan, Batı'daki halk kitlelerinin gelişen demokratik bilinci ve antifaşist tepkileri diğer yandan, işçi sınıfının merkezinde durduğu yoksul, ezilen halk katmanlarının yaşam koşullarına yönelik eylemli itirazları beri yandan (henüz zayıf da olsa) Türkiye'de/Batı'da bir halk ayaklanmasına doğru gidişin işaretleri olarak görülebilir. Batı'da neoliberal programın, Kürdistan'da ulusal inkarın eskisi gibi sürdürülme imkanlarını oyarak ilerleyen bir toplumsal mücadeleler birikimi oluşmaktadır. Batı'daki ayaklanmanın bir kerede olup bitecek bir tarzda yaşanmayabileceği, kısmi ve art arda gelişecek ayaklanmalar biçimini alabileceği olasılığını da hesaba katmak gerekir.

Hiçbir toplumsal olgu tek yanlı değildir. Toplumsal ilişkilerin incelenmesinde çelişkileri şiddetlendiren faktörlerin yanı sıra, bunları görece yumuşatan, denge unsuru olan faktörler de söz konusudur. Konumuz özelinde, bir halk ayaklanmasına doğru ilerleme olasılıklarını barındıran toplumsal faktörlerin yanı sıra, egemen sınıflarca örgütlenen ve bunları dengeleyen karşıt faktörlerden söz etmemek, konuyu tek yanlı ele almak olur.

Küçük kentlerden ve metropollerin kenar ilçelerinden başlayarak merkezlere doğru ilerleyen tarikatlaşma ağı, yoksullara bir nevi sosyal güvence sağlayarak onların öfkesini emmekte ve kaderciliği örgütlemekledir. AKP Hükümeti eliyle yaygınca örgütlenen toplumsal gericilik, ilerici-devrimci mayalanmaları boğmanın bir yöntemi olarak etkince geliştirilmektedir. Sosyal devlet uygulamalarının kademeli olarak tasfiye edilmesine koşut olarak, yoksulluğu en derin yaşayan kesimlerde devletin sadaka dağıtımı, biriken buharı dışarıya salan sübap rolünü oynamaktadır.

Antifaşist-demokratik bilincin gelişimiyle ortaya çıkan yığınsal talepler ve beklentiler, liberal "değişim" programıyla yaratılan sahte hayallerle uykuya yatırılmaya, Avrupa Birliği potasında biriktirilmeye çalışılıyor. Bazı demokratik orta sınıf kesimleri, yaşadıkları toplumsal çözülmenin öfkesini "laik-İslamcı" gerilimi çerçevesinde açığa vurmaya yöneliyorlar, böylece egemenlerin bir kanadına yedekleniyorlar. Keza ezilen Alevi halk yığınları "şeriat tehdidi" umacısıyla korkutularak devletin otoriter-milliyetçi laiklik anlayışına sığınmaya zorlanıyor. Bu, CHP etrafında kümelenme biçiminde kendisini gösteriyor. Yoksul, ezilen yığınların emperyalist boyunduruğa öfkeleri, devlerin özel örgütleme çabalarıyla Kürt halkına ve ulusal harekete yönelik şoven bir histeriye dönüştürülmek isteniyor. PKK ve Kürt hareketi "dış güçlerin" bir uzantısı olarak sunularak antiemperyalıst öfkeye yön şaşırtılıyor.

Egemen sınıfların ekonomik ve rejim krizinin üst üste bindiği bu tarihsel anda, devrimci müdahalenin zayıflığı, bu türden denge politikalarının etkinlik alanını da artırıyor. Çözümü devrimi koşullayan çelişkilerin zemininde ortaya çıkan bu iki krizi devrimci kriz yönünde itecek bir iradı çaba olmaksızın da halkın öfke patlamaları söz konusu olabilir. 2001 krizinde esnafların Tandoğan'da polisle çatışması gibi olaylar yaşanabilir. Ancak devrimci öncü, kendiliğinden patlamaları bekleme değil, bu patlamaları iradi biçimde hazırlama çizgisinde yürümelidir. Toplumsal çelişkilerin dışa vurduğu patlama dinamiklerinin mi, denge faktörlerinin mi ağır basacağında nihayetinde halk ayaklanması yönündeki bilinçli-iradi hazırlığın ve kitle girişkenliğinin örgütlenmesinin de yadsınamaz bir rolü vardır, olacaktır.

Hiç kuşkusuz yüzeydekinin derinine inebilmek ve dip akıntılarını sezebilmek, devrimci önderliğin temel görevleri arasındadır. Genel bir kural olarak devrimler, isyanlar, halk patlamaları "önceden bilinemez", "tarihi saptanamaz." Devrimci önderlik, devrim kahinliği yaparak değil, toplumsal-politik gerçekliğin diyalektik analiziyle yön belirler. Diyalektik, toplumsal çelişkilerin yol açacağı değişimleri ve hareketin yönünü öngörmeyi mümkün kılan devrimci bir silahtır. Diyalektik, devrimci öncünün elinde, bir toplumsal patlamanın yaklaştığını halk barikatlara inmeden önce görebilmek için vardır. Toplumsal olguları hareket halinde/dinamik tarzda değil, "hep olduğu gibi" düşünmeye, algılamaya dayanan bir düşünce tarzı diyalektik değil metafiziktir. Ne yazık ki emekçi solunun düşünce dünyasına hâkim olan da bu yaklaşımdır.

Önümüzdeki dönemde, Batıdaki sınıf mücadelesinin hali hazırda en zayıf noktasını oluşturan şiddet öğesinin göreli ağırlığının artması, ezilenlerin şiddetinin daha önce görülmedik kitlevi biçimlerinin görülmesi hiç de sürpriz olmayacaktır. Günlük yaşam düzenlerim sürdüremez hale gelen kitleler, kurulu düzeni sorgulamaya ve eylemleriyle sarsmaya daha açık hale gelecektir. Bu koşullarda yaşanan Mart 2009 yerel seçimleri hem ezilenler hem de ezenler cephesi bakımından hayatı bir öneme sahip olmuştur. Bu seçimlerde devrimci, ilerici, yurtsever ve sosyalist 24 kurumun "düzen partileriyle ittifakı" kategorik olarak reddeden bir deklarasyona imza atmış olması önemli bir gelişmedir. İlk kez bu denli geniş bir birliktelik halinde düzen partileriyle sınırlar net biçimde çizilmiş, ilkesel olarak bu ilan edilmiştir. Ezilenlerin birliğini önleyen en önemli politik neden burjuva partileriyle birliktir. Ezilenlerin politik cepheleşmesi, burjuva düzen partileriyle birliğin ilkesel/kategorik reddi yolundan geliştirilebilir.

Bileşenlerinden kimilerinin (Halkevleri, TOP, ÖDP vb.) belirli kentlerde CHP, DSP gibi düzen partileriyle ittifak pratiklerini sürdürüyor olması ya da DTP'nin daha önceki seçimlerde aksi yöndeki pratikleri, bu deklarasyonun değerini ortadan kaldırmaz. TKP gibi sosyal şoven bir partinin bu ittifakta yer alması ise, birlik yönünde basınç yapan toplumsal dinamiklerin gücünü ortaya koyar. Bu partinin ittifaktaki varlığı baştan itibaren pamuk ipliğine bağlı olmuş, DTP çatısından seçime giren adaylara oy istemek söz konusu olduğunda, bu partiyle birlikte yürümenin sınırları da ortaya çıkmıştır. EMEP’in salt adaylar tartışması nedeniyle son anda kendini ittifak dışına atması, Büyükşehirlerde CHP karşısına aday çıkarma cesaretini gösterememesi, grupçu ve sallantılı bir tutum açığa çıkarmıştır.

Bu birliktelik salt bir seçim ittifakı da olsa düzen partileriyle, yani ezenlerin siyasi güçleriyle ezilenler cephesindeki siyası güçlerin arasındaki mesafenin açılmakta olduğunu gösterir. Bunda ekonomik kriz ve Kürt ulusal hareketinin sola kayışı etkili oluyor. Geçmiş seçimlerin deneyimlerinin (örneğin 2004'te SHP'yle Güçbirliği!) oynadığı olumsuz rol de bu değişimde belli bir rol oynuyor. Marksist Leninist öncünün geçmiş seçimlerde düzen partileriyle ittifaka kategorik olarak karşı duran pratiği, bugün ona haklı bir saygınlık ve prestij sağlıyor.

Diğer yandan ezenlerin politik güçleriyle, ezilenlerin politik güçlen arasındaki mesafenin açılmasıyla; ezilenlerin farklı öncü bölükleri arasındaki yakınlaşma hareketi, birlikte gerçekleşiyor. Başka bir deyişle, ezilenlerin öncü bölüklerini birbirine doğru çeken toplumsal dinamiklerle, burjuva düzen güçleriyle aralarındaki mesafenin açılmasına neden olan toplumsal dinamikler özdeştir. Aynı toplumsal-ulusal sarsıntı, ezenlerle ezilenler arasında politik fay hatları açarken, ezilenleri de aynı cephede birleştirmeye zorlamaktadır Son dönem SSGSS yasasına karşı oluşan ''birlik" isteği, seçimlerde de kendi formunda bir yol almıştır.

Yerellere doğru indikçe somutlaşan bu ittifak biçimleri, merkezi ittifaktan daha dar biçimler alsa da nihayetinde toplamda oldukça anlamlı bir ezilenler birliği oluşturmaktadır. Seçimler vesilesiyle Kürdistan'da DTP adayları etrafında ulusal-demokratik birliğin, Batı'da ise -kimi tutarsız, ikircimli, bir yüzü düzen partilerine dönük, kariyerist ya da herhangi anlamlı politik bir faaliyeti olmayan unsurları barındırsa da-emekçi solunun parti ve örgütleri etrafında antifaşist, antineoliberal, demokratik-halkçı birliklerin oluşması önemsenmelidir. Ne var ki bu bir seçim ittifakıdır ve ömrü de seçim sonuna kadardır. Bu tip bir ittifakın seçimden sonra sürdürülmesi ya da yeniden oluşturulması, belirlenmiş bir pratik yönelim ve bu yönde öncü iradelerin itilimiyle başarılabilir.

Şimdiden söylenebilecek olan; ezilenlerin saflarında yer alan bu parti ve örgütlerin birleşik mücadelesinin gerçekleştiği oran ve düzey kadarıyla, derinde, toplumsal mücadele dinamiklerini kışkırtan, birleştiren ve daha büyük mücadelelere sevk eden bir rol oynayacağıdır. Ezilenlerin anlamlı bir siyasal cepheleşmesi, ezilen sınıflar ve ezilen Kürt halkı arasında bu örgüt ve partilerin temsil ettiğinden daha geniş kesimleri birleştirip harekete geçirecektir. Açıktır ki bu tip bir birliktelik ancak devrimci öncülerin bağımsız hareketiyle açacağı yoldan akacak yatak bulur ve ancak aktıkça yatağını genişletir. O halde komünist öncünün bağımsız devrimci girişkenliğiyle, çeşitli düzeyde örgütlenecek ezilenlerin cephesel birliklerini oluşturmak, birbirini tamamlayan süreçler olarak ele alınmalıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi