Kürt Ulusal Sorununda Partizan'ın Teorik Kördüğüm Hali

Atılım'ın Kürt ulusal sorununda Yürüyüş'e karşı yürüttüğü teorik-ideolojik mücadeleye, Partizan müdahil olma gereksinimi duydu. Hakkıdır. Kaldı ki, böyle bir teorik-ideolojik tartışma ve mücadeleye dahil olması da memnuniyetle karşılayacağımız, istenilir bir şeydir. Diğer yandan, Partizan'ın tartışma yöntemini çok doğru ve isabetli bulmadığımızı da belirtmeliyiz. Atılım ve Yürüyüş arasındaki tartışmada tarafların teorik-ideolojik yaklaşımları arasında kendi konumunu belirliyor, oradan da tarafları elektronik terazi ile tartma yöntemiyle “eleştiriyor!” Oysa başka bir yöntem izleyebilirdi. Atılım ve Yürüyüş eleştirilerini ayrı ayrı ele alabilirdi. Bu; hem Partizan'ın kendi görüşlerini açmasını, daha anlaşılır biçimde vermesini sağlar, hem de okurun, ilgi duyanların tartışmanın tarafları arasındaki teorik-ideolojik farkları görmesini ve kavramasını kolaylaştırırdı. Partizan'ın yöntemi, kendilerinin de istemeyeceğini sandığımız bir görünüme de yol açıyor. Yazıdan, tartışan Atılım ve Yürüyüş'ün dışında bir nevi yetkili üst bir otorite, bir bilirkişi havası çıkıyor. Fakat daha önemlisi, bu yöntemin tartışılan konuları karmaşıklaştırarak, sorunların ve farklı teorik-ideolojik yaklaşımların anlaşılmasını zorlaştırıyor olmasıdır.

Partizan'ın Atılım'a eleştirilerini incelemek ve yanıtlamak, bu vesile ile O'nun Kürt ulusal sorunu ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminin kimi sorunlarındaki tavırlarını tartışmak bir tek yazının hacmini fazlasıyla zorlayacaktı. Bu nedenle tartışmayı iki yazı olarak planladık. Atılım'ın “işçi ve diğer emekçilerin birliğini baltalayıcı yönde tavır geliştirmek”le suçlanması, bu ilk yazının ana konusu olacaktır.

I

Burada Partizan ile tartışmamızın, inceleyeceğimiz teorik-ideolojik ve pratik politik farklı konumlarımızın konusu “bir ulusal sorun”dur. Partizan'ın Atılım'a (ve Yürüyüş'e) yönelttiği en önemli “eleştiri”, “işçi ve diğer emekçilerin birliğini baltalayıcı yönde tavır geliştirmekte” (s. 24)* olduğu itham ve suçlamasıdır. Ezen ve ezilen, iki uluslu (ve değişik ulusal toplulukların var olduğu) bir devletin siyasal coğrafyasında yaşıyoruz. Bu coğrafya, devrimci eylemimizin ayağını bastığı toprak ve keza bölge ve dünya devrimine katılımımızın üssü olduğu içindir ki, ezen ve ezilen ulus gerçekliği ve ayrımını, devrimci strateji ve taktiğin asla ihmal kabul etmez kurucu temel bir başlangıç verisi kabul ediyoruz. Böyle olduğu içindir ki, yukarıya aldığımız ağır suçlamasını aydınlığa kavuşturabilmek için de Partizan'dan her şeyden önce hiçbir muğlaklığa yer vermeksizin, sarih biçimde şu soruların yanıtını istemenin hakkımız olduğu düşüncesindeyiz:

-Partizan, Kürt ulusal sorunuyla, Türk ulusu, ezen ulus proletaryası ve devrimciliğinin pozisyonundan mı ilişkileniyor, tavır alıyor ve konumlanıyor?

-Partizan, yoksa Kürt ulusal sorunuyla, Kürt ulusu, ezilen ulus proletaryası ve devrimciliğinin pozisyonundan mı ilişkileniyor, tavır alıyor ve konumlanıyor?

Eğer Kürt ulusal sorunuyla ezen veya ezilen ulus proletaryasının devrimciliği pozisyonları dışında yani, “biz hiç de ezen veya ezilen ulus proletaryasının devrimciliği pozisyonundan ilişkilenmek, tavır almak ve konumlanmak zorunda değiliz, marksist-leninist devrimcilik iddiasında olanlar için bir üçüncü ilişkileniş tavır ve konumu daha vardır” diyorsanız, bu konumuzu açık ve anlaşılır, muğlaklığa yer vermeyecek biçimde tarif etme devrimci sorumluluğunu yerine getirmeniz gerekiyor. Kuşkusuz bu sorular; Marksizm Leninizm, devrimcilik iddiası olan bütün yapılar için geçerlidir. Örneğin, bu tartışmanın bir tarafı olması hasebiyle soruları Yürüyüş'ün yanıtlaması da özellikle anlamlı olur. Elbette, Partizan'ın yanıtlarını, açıklamalarını bekleyeceğiz. Ancak, yine de burada bahse konu sorular bakımından Partizan gerçekliğinin bize nasıl göründüğünü kaydetmeliyiz. Seksiyon örgütlenmesi görüşünü de kesin bir kararlılıkla reddeden Partizan, Kürt ulusal sorunuyla ne ezen ulus proletaryası ve devrimciliğinin ve ne de ezilen ulus proletaryası ve devrimciliğinin pozisyonundan ilişkileniyor. Buradan olarak o, devrimci görevlerini ve ezen ulusun (Türk) proletaryası ve ne de ezilen ulus (Kürt) proletaryasının devrimci sınıf konumunun gereklerinden hareketle belirliyor, tarif edip tanımlıyor. Evet, o üçüncü bir pozisyonda duruyor. Tarif edilmemiş, tanımlanmamış, Marksizm Leninizm bakımından adı konmamış bir pozisyondur bu.

Örneğin Partizan, Atılım'ı “ezilen ulus milliyetçiliğinden mustarip” olmakla itham eder ve Yürüyüş'ü de “ezen ulus milliyetçiliğinin halkımız üzerindeki etkisine karşı mücadelede yeterince açık davranmamak”la eleştirirken; bu tavırları ezen ulus devrimci proletaryasının mı, ezilen ulus devrimci proletaryasının mı konumlanmasından hareketle yapmaktadır? Ya da ne? Partizan'ın bizi doğru anlamasına yardımcı olmak bakımından kendi pozisyonumuzu (ve aynı anlamda, sorulara verdiğimiz yanıtı) özetleyelim: Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminin görevlerine; Atılım, ezen ulusun proletaryasının, Türk proletaryasının devrimci pozisyonundan bakıyor, buradan ilişkileniyor ve konumlanıyor; Nû Azadi ise ezilen ulus proletaryasının, Kürt proletaryasının devrimci pozisyonundan bakıyor, buradan ilişkileniyor ve konumlanıyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminin gelişim stratejisi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci birliği bunu gerektiriyor ve hatta dayatıyor.

Burada şunu hatırlatmayı da yararlı buluyoruz: Lenin, Stalin ve Bolşevik Partisi ulusal sorunda devrimci görevleri, Rus ulusunun, yani ezen ulusun devrimci proletaryasının konumundan ve görüş açısından formüle ettiler. Ayrılma hakkına yapılan hassas vurguların önde tutulması da bunun sonucudur. İbrahim Kaypakkaya, Bolşeviklerin yaklaşımını benimsemiş, bizim siyasal coğrafyamızın koşullarına uyarlamaya çalışmıştır. O'nun Kürt ulusunun ayrılma, kendi ulusal devletini kurma hakkına yaptığı vurgunun arka planında da özsel olarak aynı yaklaşım vardır.

II

Partizan, Atılım'ı “ezilen ulus milliyetçiliğinden mustarip” olmakla itham ediyor, “eleştiriyor.” Peki, “ezilen ulus milliyetçiliği nedir?” Ve evet, “ezen ulus milliyetçiliği nedir?”

“Ezen ulus milliyetçiliği”, bir ulusun başka uluslar, ulusal topluluklar aleyhine ulusal ayrıcalıklar, üstünlükler elde etmeye veya elde etmiş olduklarını korumaya çalışmasını idealize edip haklılaştıran, meşrulaştıran ideolojik-teorik süprüntülerden oluşan burjuva ideolojisidir. Başka ulusların, ulusal toplulukların baskı altına alınmasını, boyunduruğa vurulmasını ve sömürgeleştirilmesini, yani “kendi ulusunun” ayrıcalıklarını ve üstünlüğünü, ulusal eşitsizlikleri savunur, idealize eder, şovendir, ucu ırkçılığa açılan karanlık gerici bir yoldur. Zerre kadar demokratik muhtevası yoktur.

“Ezilen ulus milliyetçiliği” ise ezilen ulusun, başka uluslar, ulusal ya da ulusal ve sömürgesel boyunduruğa karşı, ulusal demokratik hakların ve ulusal boyunduruktan kurtuluşun, diğer uluslarla eşitlik mücadelesinin haklı ve meşru olduğunun teorize edilmesidir. Ezilen ulus milliyetçiliği de bir “burjuva ideolojisidir” ama yurtsever ve demokratiktir; ezilen ulusu başkaldırmaya çağırırken devrimcidir. Ezen ulusun boyunduruğuna karşı olduğu içindir ki, “ezilen ulus milliyetçiliği”, ister ulusal devrimci, isterse ulusal reformist olsun daima demokratik bir muhtevaya sahiptir.

Her çeşit milliyetçiliğin temel, tipik bir karakteristik özelliği, sınıf farklılıklarını geri plana atması, gizlemesi ve örtbas etmesidir. Milliyetçilik, ister demokratik isterse antidemokratik, gerici, şoven olsun her halükarda “ulusal çıkarlar için” ulusun uzlaşmaz sınıflarını uzlaştırma ve işbirliğine yöneltme eğilimindedir. Vurgulandığı gibi, ezilen ulus milliyetçiliği demokratik, ezen ulus milliyetçiliği ise gerici, şoven bir muhteva ve karaktere sahiptir; bu fark asla önemsiz değildir, bilakis temel önemdedir ve ihmal edilemez, ama milliyetçilik her iki durumda da sınıf uzlaşması, sınıf işbirliği eğilimindedir. Her çeşit halkçı teoriler-ideolojilerde olduğu gibi her çeşit milliyetçi ideolojiler de sınıf uzlaşması ve işbirliğini vaaz eden oportünist teori ve ideolojilerdir.

“Ezilen ulus milliyetçiliği” dediğiniz, Kuzey Kürdistan'daki ve Türkiye'deki Kürt ulusal demokratik hareketi değil midir? Ezen ulus devrimci proletaryasının sınıf çıkarlarının çizgisini geliştirmekle kendini yükümlü gören Atılım'ın Kürt ulusal demokratik hareketini, yani bu anlamda diğer bir ifadeyle “ezilen ulus milliyetçiliğini” desteklemesinde gocunacak ne olabilir ki! Kaldı ki, Atılım'ın ulusal demokratik harekete karşı ideolojik-teorik mücadelesi onu işçi-emekçi çözüm çizgisine itme çabası da eleştiri ve devrimci pratik olarak, asla küçümsenemez. Peki, Partizan'ın şu yazdıkları ne anlama geliyor:

“Ezilen ulusun, demokratik muhteva taşıyan mücadelesini desteklerken aynı zamanda onun içinde burjuva yönün ayrıcalıklar elde etme peşindeki politikasını da görmeli ve ezilenlere de göstermeliyiz.” (s. 24)

Tamam, “ezilen ulusun, demokratik muhteva taşıyan mücadelesini destekleriz” diyorsunuz. Burada destelediğiniz şey “ezilen ulus milliyetçiliğinin” ta kendisi değil de nedir? Partizan eğer “ezilen ulus milliyetçiliğinden (diğer bir anlatımla da “ulusal demokratik hareket”ten) başka bir şey anlıyorsa ya da “ezilen ulus milliyetçiliği” başka anlama geliyorsa, yapılacak açıklamaları incelemeyi ve değerlendirmeyi devrimci sorumluluğumuz addediyoruz.

Alıntıda geçen “ayrıcalıklar” konusuna da değinme gereksinimi duyuyoruz. Ulusal hareket içerisinde yer alan ulusal ve/veya ulusal sömürgesel boyunduruğa karşı mücadeleye katılan bütün toplumsal sınıfların kendi sınıfsal gerçekliklerini harekete taşımaları, yansıtmaları kaçınılmazdır, kendi görüş açılarından meşrudur. Kürt ulusal demokratik hareketi içerisinde farklı sınıfsal tavır ve çıkarlara denk düşen değişik eğilimler vardır. Biliniyor ki, sosyalist yurtseverler, tüm güç ve imkânlarıyla sömürgeciliğe karşı mücadelede yer alırken, aynı zamanda ulusal demokratik hareket içinde işçi-emekçi çözüm çizgisini geliştirmeye ve keza Kürt ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarını ve sınıf tavrını ifade eden çizginin hareketi kontrol ve hegemonyası altına almasına karşı da sistematik biçimde mücadele etmektedir. Özcesi, ulusal demokratik harekette Kürdistan proletaryasının hegemonyası için çalışmaktadır.

Ulusal demokratik harekete katılan tüm sınıfların, kendi tavır ve çıkarlarını harekete taşımalarının kaçınılmaz olduğunu belirttik. Ulusal demokratik harekete katılan sınıflar arasında hegemonya mücadelesi de bir o kadar kaçınılmaz ve meşrudur. Eğer Partizan, bundan ayrı olarak “burjuva yönün ayrıcalıklar elde etme peşindeki politikasını” derken, ezilen ulus burjuvazisinin diğer uluslar, ulusal topluluklar aleyhine ulusal ayrıcalıklar elde etmeye yöneldiğini, talep ettiğini vb. ima ediyorsa, bunun asla meşru ve haklı görülemeyeceğini, kabul edilmez olduğunu vurgulamalıyız. Herhangi bir ulusal harekette, burjuvazinin bu anlamda “ayrıcalıklar elde etmeyi” talep etmesi, ancak hareketin demokratik muhtevasını tasfiye sürecinin eşiklerinden birisi olabilir. 20. yy. başında Türk burjuvazisinin, Kürt ulusu, Ermeni ve Rum ulusları veya ulusal topluluklarına karşı ayrıcalıklar elde etmek için neler yaptığını biliyoruz. Somut olarak, Kürt ulusal demokratik hareketi tartışma ve analizin konusu olduğuna göre böyle bir imayı hak eden bir durumun olduğu söylenebilir mi?... Elbette burjuva emperyalist çözüme yönelenler ya da kendi ulus çıkarları için başka ulusları ezmeye yeltenenler, ya da ulusal boğazlaşmaya yol verenler bu kapsamda ele alınamaz.

Bizi burada daha da fazla ilgilendiren, Partizan'ın ezilen ulusun “demokratik muhteva taşıyan mücadelesini” ne kadar ve nasıl desteklediğidir? Evet, Partizan, ezilen ulusun “demokratik muhteva taşıyan mücadelesini” gerçekten nasıl ve ne kadar desteklemektedir? Bütün devrimci yapılar, son çeyrek yüzyıllık tarihsel dönemdeki kendi varoluş gerçeklikleri çerçevesinde bu sorularla yüzleşmek devrimci sorumluluğunu taşıyorlar.

III

Partizan, en ağır itham ve suçlamasını şu cümlede formüle ediyor:

“Nihayet her iki akım (Atılım ve Yürüyüş -TD) da işçi ve diğer emekçilerin birliğini baltalayıcı yönde tavır geliştirmektedir ” (s.24) Boldlanarak ve üç satırlık ayrı bir paragraf biçiminde vurgulanmış bir cümle! Ona hak ettiği değeri vereceğiz.

Kuşkusuz suçlama çok ağır. Öyle yenir, yutulur gibi değil. Elbette ki daha önemli olan iddiaların, ne kadar doğru ve ne kadar ikna edici olduğudur. Göreceğiz! Ancak tartışmamız bakımından hemen şimdi şunu vurgulamayı daha önemli görüyoruz. Bu cümle bize, Partizan için “işçi ve diğer emekçilerin birliği”nin yaşamsal olduğunu söylüyor. Burada Partizan ile “tam bir düşünce birliği” içerisindeyiz. Bize göre de Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimi için Türk ve Kürt proletaryasının ve bütün ulusal topluluklardan halklarımızın ve emekçilerin devrimci birliği yaşamsal önemdedir... Demek ki, Partizan ile çok önemli, yakıcı bir ortak devrimci kaygıyı paylaşıyoruz. Bu durumda ikna edici bir tartışma bakımından tarafların yanıtlaması gereken temel soru şundan ibarettir:

Türk veya Türkiye proletaryası ve Kürt veya Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci sınıf birliğinin gerçekleştirilmesinin zorunlu-temel koşulu nedir? Veya bu devrimci sınıf birliği nasıl gerçekleştirilebilir? Bu soruların yanıtını özellikle de Partizan'ın bu yazıdaki tespit, analiz ve görüşlerinden hareketle çözümleyeceğiz. Ancak yine de burada hemen belirtmeliyiz ki, ezen ve ezilen ulus ayrımını, ezen ve ezilen ulus proletaryalarının konumlarının farklılığını önsel olarak devrimci politikanın temel bir kurucu unsuru olarak kabul etmeyen ve kendi devrimci pozisyonunu ezen ya da ezilen ulus devrimci proletaryasının görevlerine göre şekillendirmeyen görüş ve yaklaşımların, Türk proletaryası ve Kürt proletaryasının devrimci birliğini inşa edecek, gerçekleştirecek bir politik çizgi geliştirmesi olanaklı değildir. Bu koşul yoksa, en iyi halde her iki ülke proletaryasının yaşamakta ve derinleşmekte olan parçalanmasına seyirci kalınabilir. Sorunun kendisini böylesine yakıcı biçimde dayattığı koşullar altında ise bu da olanaksızdır; eğer herhangi bir politik yapı belirttiğimiz koşulu taşımıyorsa, Partizan'ın ifadesiyle “işçi ve diğer emekçilerin birliğini baltalayıcı yönde tavır geliştirmesi” kaçınılmazdır. Politik gerçekler, en halisane niyetleri aşar. Önemli olan, devrimci niyetleri gerçekleştirebilecek teorik düşünce ve politik yönelimi geliştirebilmektir.

Yukarıda formüle ettiğimiz sorunun yanıtına döneceğiz ama öncelikle ulusal sorunda Partizan'ın teorik ve politik halinin daha iyi anlaşılmasına hizmet edecek bir iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Ki, bunlar sorunun yanıtının olgunlaştırılması bakımından da oldukça önemli, anlamlı ve incelenmesi gerekli unsurlardır. “Halklar” kavramını tam bir kesinlikle reddeden Partizan şunları yazıyor:

“Hakim ulus ezilenlerinin milliyetçilikten etkilenmiş olduğu gerçeğini görmeli ve bununla mücadeleyi kesinlikle omuzlamalıyız.” (s. 24) Böylece, aynı zamanda bir de ezilen ulus ezilenleri olduğu ima ediliyor. Partizan, ezen ulus halkı/Türk halkı ve keza ezilen ulus halkı/Kürt halkı kavramlarını -aşağıda alıntılayacağımız gibi- kategorik olarak reddediyor, ama devrimci kaygı ve görüş açısı ağır bastığından hakim ulus ezilenleri üzerindeki milliyetçi etkilenmelerle mücadele görevine dikkat çekebilmek için “ulusun ezilenleri” kavramı yardıma çağrılıyor. Yazıyı biraz daha derinlemesine incelediğimizde Partizan'ın ulusal sorundaki teorik “düğümlerinin” oldukça karmaşık, girift bir hal aldığı görülüyor. “Halk kavramı üzerine” ara başlıklı bölümden bir-iki paragraf önce de şunları okuyoruz:

“Ezen ulus halkı üzerinde şovenizmin ciddi derecede etkileri vardır, buna karşı mücadeleyi önemsizleştirmek ciddi bir politik suçtur. Biz buna ezilen ulus milliyetçiliğinin ezilen ulus halkı üzerindeki etkisine dikkat çekerek meseleyi bütün olarak kavramak gerektiğini düşündüğümüzü ekleyelim.”(s. 21-22)

Demek ki neymiş:

Bir “ezen ulus halkı” ve bu “ezen ulus halkı üzerinde”, “şovenizmin ciddi derecede etkileri” varmış!

Bir de “ezilen ulus halkı” ve bu “ezilen ulus halkı” üzerinde de “ezilen ulus milliyetçiliğinin” “etkisi” varmış!

“Ezen ulus halkı” ve “ezilen ulus halkı” yani demek ki, “halklarımız” var! Ama Partizan şunları da savunuyor:

“Halk bütün komünistlerin üzerinde anlaştıkları gibi ‘devrimden çıkarı olan sınıfları’ içerir... Dolayısıyla ulusa göre halk tanımı ve ülkemizdeki işçi, köylü, küçük burjuva kitleyi birden fazla halk varmış gibi ‘halklar’ diye tanımlamak yanlıştır. Bu şekilde ifade, kitleyi devrime göre değil, ulusa göre tanımlamaya tekabül eder. Ülkemizde Türkiye halkı vardır, halkları değil. Ama ülkemizde farklı uluslar ve milliyetler vardır. Her ulusun ve milliyetin içinde halk da vardır halk olmayan da. Bunlar arasında ayrım yapmak sınıf bakış açısından uzaklaşmak demektir.” (s. 22)

Bu paragrafta, Partizan'ın teorik düğümleri iyiden iyi birbirine giriyor. Örneğin “ülkemizde farklı uluslar vardır” diyen Partizan, böylece bir tek “ülkeden” ama iki ulustan söz etmiş oluyor. Böylece bizim bildiğimiz Türkçeye ve devrimci teoriye göre ülkesi olmayan bir ulustan söz etmiş oluyor. Dil, düşünceyi yansıtır. Bu “ülkemiz” söylemi, Kürt ulusunun ülkesi Kürdistan yokmuş gibi bir düşünceyi taşıyor. Tabii ki, Partizan Kürt ulusunun ülkesinin Kürdistan olduğunu biliyor. Bu bir gerçek. Ama bilerek ve isteyerek tercih ettikleri “ülkemiz Türkiye” kavramının ikinci bir ülkenin varlığını reddettiği de bir gerçek. Bunun Türk halkı, işçi ve emekçileri üzerindeki Türk milliyetçiliğinin etkileriyle uzlaştığı ve besleyip güçlendirdiği ve şovenizme hizmet ettiği de açıktır. Acaba “ülkemiz Türkiye” kavramı, Kürt devrimci ve yurtseverleri, Kürdistan proletaryası ve emekçilerinde, devrimciler hakkında nasıl duygu ve düşünceler yaratır ve yaratmaktadır? “Ülkemiz Türkiye” üslubu, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletarya ve emekçilerinin devrimci birliğine mi hizmet ediyor yoksa bilakis devrimci birliğinin gelişmesini “baltalayıcı” bir politikaya temel mi oluyor?

Partizan, “ezen ulus halkından”, “ezilen ulus halkından” söz edip, sonra “ülkemizde” halklar yoktur, halk vardır. O da “devrimden çıkarı olan sınıfları” içerir, diyor. Peki, tamam, bir de böyle tartışalım. Başa dönmek zorundayız.

Türkiye siyasi coğrafyasında Türk ulusu var. Ezen ulus. Kuzey Kürdistan da bu siyasi coğrafyada yer alıyor. Kürt ulusu var. O da ezilen ulus. Bu iki ülkenin, bu iki ulusun proletaryası da, burjuvazisi de, küçük burjuvazisi de, köylülüğü de birbirinden çok farklı... Şunu demek istiyoruz, Partizan'ın bir teorik doğruyu ifrata vardırmak biçimindeki kör zorlamaları bir yana, tamı tamına onun anladığı anlamda da iki halk var. Ve maalesef, Partizan hala bunu bilince çıkartabilmiş değil. Kuzey Kürdistan'da “devrimden çıkarı olan sınıflar” ile Türkiye'de “devrimden çıkarı olan sınıflar” farklı. Her iki durumda da proletarya kavramı yerinde duruyor, ama ezilen ulus proletaryası ile ezen ulus proletaryası da iki ayrı proletaryadır! Birisinin ezilen ulus proletaryası olması, diğerinin ezen ulus proletaryası olması az şey midir? “Ne olacak işte, ikisi de proleter değil mi...” Böyle mi demeliyiz? Aynı şey, bütün toplumsal sınıflar bakımından da geçerlidir. Halk kavramına böylesine körlemesine abanmaktan nasıl bir devrimci sonuç beklendiği anlaşılır gibi değildir!

Devrimci teori, devrimci strateji, devrimci taktik, devrim önderliğinin örgütlenme planı vb. söz konusu olduğunda gerçekte Partizan, Kuzey Kürdistan'ı “farklı bir ülke”, Kürt ulusunu “başka bir ulus”, Kürdistan devrimini bir ülke devrimi “sınıfına” koyuyor mu? Örneğin eğer, Türk ulusu, Kürt ulusunu ezen ulus, Kürt ulusu da ezilen ulus ise Partizan'ın kavramıyla konuşalım, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da “baş çelişki” aynı olabilir mi? Partizan'ın “Kuzey Kürdistan devrimi” kavramı var mı? Veya neden yok? Nasıl oluyor tarihin tanıdığı diğer ezilen uluslarda ve sömürgelerde ulusal sorun “baş çelişki” oluyor, devrimi ulusal sorun “şekillendiriyor” da, “sıra” Kuzey Kürdistan'a gelince hiç bir şey Partizan'ın teorisinde bilindiği gibi olmuyor? Bütün teorik siyasal kavram silsileleri çöküyor. Stalin'in meşhur formülüyle “bu bir tesadüf müdür yoldaşlar?”

Bütün bu soruları; kendilerini Marksist, Marksist Leninist, Marksist Leninist Maoist vb. her nasıl tanımlıyorlarsa tanımlasınlar, devrimci yapıların hiç değilse, 1980'lerin sonu veya 1990'larda “doğru” biçimde yanıtlamış olmaları gerekirdi. Bu bahiste, Partizan aşağı yukarı 15-20 yıl hayatın gerisinde kalmıştır. Halen de devrimci gelişmenin ihtiyaçlarıyla çatışan pratik politik olarak kendini felç eden teorik pozisyonlarında körlemesine ayak diretmeye çalışmaktadır. Hayır, bu devrimci bir cesaret değildir.

Tek uluslu bir ülkedeki gibi bir devrimden değil, ezen ve ezilen ulus gerçekliğinin yaşanmakta olduğu bir siyasal coğrafyada, Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminden söz ediyoruz. Koşulları, itici güçleri farklı iki devrimin Türkiye siyasal coğrafyasında devrimci gelişmenin eşitsizliği çok çarpıcı bir hal almış olmasına karşın birleşik bir devrim biçiminde gelişimi olanaklı olduğu için devrimci stratejimizi Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimi üzerine kuruyoruz...

Özetle vurgularsak, tam da Partizan'ın dediği anlamda, “devrimden çıkarı olan sınıflar”ın bu iki ülkede farklı olması anlamında da iki halk, yani “halklarımız” bir gerçektir! Partizan'ın kendi anladığı anlamda Kuzey Kürdistan halkını reddetmesi, ne derse desin, nasıl izah ederse etsin gerçekte “ezilen ulus” gerçeğini ihmal ederek reddettiği ve keza, ezilen Kürt ulusunun varlığını politik çizgisinin ve stratejisinin temel bir kurucu unsuru olarak almadığı ve kabul etmediği anlamına gelir.

Partizan, inanılmaz biçimde kendi teorik körlüğüne sığınmakta, kendini çok yalın, çok çarpıcı gerçekleri anlayamaz, tanımlayamaz, tarif edemez hale getirmektedir. Bunu hep söylemek, tekrar etmek gereksinimi duyuyoruz, özellikle de devrimciler için körlüğün en beteri ve en tehlikelisi teorik körlüktür... Partizan, devrimin, devrim kavramının görüş açısından yaptığı halk tanımından, devrimcilerin “halk” kavramını bunun dışında, örneğin Türk halkı, Kürt halkı, Ermeni, Laz, Arap halkı veya “halklarımız” vb. gibi kullanamayacağı sonucunu çıkartmakta, devrimcilere sümme haşa bunun dışında halk kavramını kullanmayı yasaklamaktadır. “Ezen ulus halkının üzerinde şovenizmin ciddi derecede etkileri” olduğunu vurgulayan Partizan, işaret ettiğimiz teorik saplantılılığı nedeniyle “Türk halkı üzerinde şovenizmin ciddi derecede etkileri var” bile diyememektedir! ‘Tanrı aşkına’ kimdir bu “ezen ulus halkı?” Bunun bir adı, kavramı yok mudur? Aynı teorik saplantılılık nedeniyle “ezilen ulus halkı üzerinde”, “ezilen ulus milliyetçiliğinin” “etkisini” vurgulayan Partizan, Kürt halkı üzerinde Kürt milliyetçiliğinin (yurtsever ve demokratik) etkisi var bile diyememektedir... Bir kez daha tanrı aşkına, kimdir bu “ezilen ulus halkı?” Bu halkın bir adı, bir kavramı yok mudur?

Dilini ve düşüncesini teoriye körlemesine yaklaşımın kelepçesine vuran Partizan, kendini kekeme haline getirmekte, hatta lal etmekte, onulmaz çelişkiler içerisinde düğümlenmektedir... “Ezen ulus halkı” var, Türk halkı yok! “Ezilen ulus halkı” var, Kürt halkı yok, öyle mi! Türk halkından, Kürt halkından, halklarımızdan söz etmek, bu kavramları kullanmak milliyetçilik olur, öyle mi! “Ülkemiz Türkiye halkı” kavramları burada tam olarak karaya oturmakta, bu noktadan itibaren hiçbir şeyi açıklamadığı için tamamen iflas etmektedir. Aslında Partizan da az çok bu çıkmazın farkında olduğu içindir ki “ezen ulus halkı”, “ezen ulus ezilenleri”, “ezilen ulus halkı” vb. kavramları kullanarak saklambaç oynama yöntemiyle “bu düğümü” “çözmeye” çalışmakta, ama düğüm üstüne düğüm atmaktan ve adeta bir teorik kördüğüm haline gelmekten kendini kurtaramamaktadır.

“Yine her iki yayın” (Atılım ve Yürüyüş -TD) diyor Partizan, “‘halklar’ kavramını kullanarak ülkemizdeki farklı ulus ve milliyetlerin varlığından hareketle halkı da çoğullaştırmakta, tümüyle sınıfsal olan bu kavramı milli esaslara göre ele alıp bozmaktadır. ” (s. 24)

“Halk” kavramına dair tartışmalara dönmeyeceğiz, ama burada ekleyeceklerimiz olacak. “Halk” kavramının sınıfsallığı (sınıfsal muhtevası/içeriği) ister Partizan'ın verdiği “devrimden çıkarı olan sınıfları” içerir tanımında olsun, isterse de en genelde nüfusun egemen ve yöneten kesimi ile egemen olmayan ve yönetilen kesimi arasındaki ayrımı yanıtlamak için kullanılsın, her iki durumda da halk kavramının sınıfsallığı dolaylı, sınırlı ve görelidir. Halk kavramını bu dolaylı, sınırlı ve göreli sınıfsallığı, bütün heterojenliği ile nüfusun egemenlik altında ve yönetilen kesimini yansıtması ve keza egemenler ve yönetenlerle çelişki içerisinde olmasından kaynaklanır. Diğer yandan, halk gerçekte farklı sınıflardan meydana gelmektedir. Hatta öyle ki, örneğin günümüzde Kuzey Kürdistan'da olduğu gibi orta burjuvaziyi ve proletaryayı da, yani özünde antagonizma taşıyan sömüren ve sömürülen toplumsal sınıfları, birlikte kapsayabilmektedir. Halkçı-devrimci yapıların ayırıcı ve daha doğrusu karakteristik özelliği, halk kavramı ile sınıf ayrımlarının üzerini örterek gizlemeleridir. Halk kavramının “tümüyle sınıfsal” olduğu aşırı vurgusu olsa olsa halkçı-devrimciliğin, yani sınıf görüş açısı kaybının bir tezahürü olabilir. Halk kavramı milli midir, sınıfsal mıdır gibi bir ikilem yoktur. “Halk kavramı” milli değil, sınıfsaldır ve dolayısıyla zımnen yansıyan milli olanın sınıfsal olamayacağı vb. düşünceleri kuşkusuz yanlıştır. Yukarıda halk kavramının sınıfsallığının dolaylı, sınırlı ve göreli olduğunu belirtmiştik. Şimdi burada, her halkın bir ulusal kimliği olduğunu da ekleyelim. Kaldı ki proletarya dâhil her sınıf da bir ulusun sınıfı olarak “milli” değil midir? Her sınıfın bir ulusu yok mudur, bir ulusa ait değil midir? Alman proletaryasından, Rus proletaryasından, Fransız proletaryasından söz ederken bütün bu sınıfsal kavramlar aynı zamanda sınıfın ulusal kimliğini de yansıtmıyorlar mı? Ülkelerin ulusal, tarihsel, kültürel vb. farklarının önemsenmesinin sınıfsal yaklaşım adına reddedilmesi de gerçekleştirildiği somut koşullarla bağlı olarak sınıfsal ve “milli” bir tavrı yansıtır. Örneğin, bugünkü koşullar altında “ülkemiz Türkiye halkı” kavramına körlemesine bir tutkuyla sarılarak “halklarımız” kavramını tam bir kesinlikle reddetmek, Türk milliyetçiliğini beslemekten başka, bir de Kürt halkının ve devrimcilerinin, Türk devrimcilerine güvensizliğini besler. Ezen ulusun inkâr ve asimilasyon politikalarını çağrıştırır. Uluslarının ve haklarının reddedildiği duygu ve düşüncesini uyandırır; Türk halkında, Türk proletaryasında ise Kürt ulusunun, Kürt halkının olmadığı yönündeki milliyetçi, şoven, inkârcı vb. duygu ve düşünceleri besler.

Lenin'in, tartıştığımız sorunlar bakımından oldukça aydınlatıcı olan şu pasajları üzerine, Partizan'ı bir kez daha düşünmeye çağırıyoruz:

“Asıl sorun, bugün her ülkenin komünistlerinin, bir yandan oportünizme ve “sol” doktrinciliğe karşı savaşmanın temel amaçlarını bilinçli biçimde hesaba katmaları ve öte yandan da bu savaşımın her ülkede, o ülkenin ekonomisinin, siyasetinin, kültürünün, ulusal bileşiminin (İrlanda vb.) sömürgelerinin, dinsel bölünmelerinin vb. özel niteliklerine uygun olarak bürüneceği somut özelliklerinin değerlendirilmesidir...

“Halklar ve ülkeler arasında ulus ve devlet bakımından farklar olduğu sürece, ki bu farklar, dünya ölçüsünde proletarya diktatörlüğü kurulduktan sonra bile uzun, pek uzun zaman devam edecektir. Bütün ülkelerin işçi sınıfı hareketinin uluslararası taktik birliği, bu farklılıkların silinmesini değil, ulusal ayrılıkların yok edilmesini değil (şu anda anlamsız bir hayaldir) tam tersine, komünizmin temel ilkelerini (Sovyet iktidarı ve proletarya diktatörlüğünü) belli özelliklere doğru bir biçimde değiştirecek uygulamanın ulusal ve ulusal-devlet farklarına, doğru biçimde uyarlanmasını gerektirir.” (“Sol” Komünizm, V.İ. Lenin, Sol Yayınları, s. 90) Yukarıda altını çizdiğimiz, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci sınıf birliğinin zorunlu koşulu nedir veya nasıl sağlanabilir sorusuna dönelim. Partizan incelememizin sunduğu verilerden hareketle bu sorunun yanıtını arayalım.

-İlkin Partizan, “ezen ulus halkı”, yani Türk halkı üzerinde “şovenizmin ciddi derecede etkileri” olduğunu tespit ediyordu. Doğrudur, ekleyerek vurgulayalım, Türk proletaryasını Türk burjuvazisine ve egemenlik sistemine bağlayan en güçlü ideolojik kelepçe, hali hazırda Türk milliyetçiliğidir. Türk proletaryası, Türk milliyetçiliği ve şovenizminin kuşatması altındadır... Bu gerici ideolojik kuşatmanın yarılması ve kırılması kuşkusuz ki, politik bir sorun ve görevdir. Türk proletaryasının devrimcileşmesi, ancak ve ancak mücadelenin; O'nun Türk burjuvazisinin yedeğinden kopartılması, Türk milliyetçiliği ve şovenizminin kuşatmasından kurtarılması rotasında geliştirilmesiyle sağlanabilir. Demek ki, Türk milliyetçiliğini ve şovenizmini aşmak, Türk proletaryasının devrimcileşmesinin zorunlu koşuludur. Ve demek ki, Türk proletaryası ancak ve ancak kendi milliyetçiliğini aşarak devrimcileşebilir, Kuzey Kürdistan proletaryası ile devrimci sınıf birliğini kurabilecek sınıfsal olgunluğa ulaşabilir.

-İkinci olarak, “ezilen ulus halkı”, yani Kürt halkı üzerinde “ezilen ulus milliyetçiliğinin” “etkisi”nin olduğunu saptıyor. Doğrudur, ekleyerek vurgulayalım, Kürt proletaryası “ezilen ulus” demokratik milliyetçiliğinin egemenliği altındadır. Yalnız bir an olsun unutmayalım ki, bir politik parti olarak PKK, ulusal reformist bir karaktere dönüştüğü halde, bir kitle hareketi olarak ulusal demokratik hareket ve gerilla savaşı devrimci bir rol oynamaya devam etmektedir. Ve yine unutmayalım ki, Kürt halkı ve Kürt proletaryasının temel talebi özgürlük ve eşitlik temelinde demokratik birliktir. Yani “ezilen ulus” yurtsever, demokratik milliyetçiliği dolaysız biçimde cepheden Türk ve Kürt haklarımızın birliği önünde engel değil. Bunlara rağmen Türk ve Kürt proletaryasının devrimci birliğini elde etmenin zorunlu bir koşulu da, Kürt proletaryasının yurtsever ulusal demokratik bilinci, yani ulusal kurtuluş bilinç ve yönelimini, sınıfsal-toplumsal kurtuluş perspektif ve yönelimine bağlayarak aşması, bir başka ifadeyle içerip aşmasıdır. Örneğin bu, ulusal demokratik hareket içinde sosyalist yurtsever veya emekçi çözüm çizgisinin önderliği veya hegemonyası için mücadele etmek demektir. Kürdistan'da sosyalist yurtseverlerin yapmaya çalıştığı tam da budur... Demek ki, Kürt proletaryası da “kendi milliyetçiliğini” aşarak, Türkiye proletaryası ile devrimci sınıf birliğinin atılımını sağlayarak sınıfsal olgunluğa ulaşır.

Sonuç olarak, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci sınıf birliğinin sağlanması, her iki ulus ve ülke proletaryalarının “kendi milliyetçiliklerini” aşmaları zorunlu koşuluyla bağlıdır. Bunu vurgularken, ezen ulus milliyetçiliğinin anti-demokratik, gerici ve şoven karakterini, ezilen ulus milliyetçiliğinin ise yurtsever ve demokratik ilerici karakterde olduğunu aklımızdan çıkartmıyoruz. Şunu da ayrıca ve özellikle vurgulamak ihtiyacı duyuyoruz:

Günümüzde somut olarak, Türk ve Kürt proletaryasının devrimci sınıf birliği söz konusu olduğunda asıl sorunun, Türk proletaryasının ezen ulus milliyetçiliğini aşması olduğu gerçeği de karartılmamalıdır.

Fakat okurun da, Partizan'ın da dikkatini kuvvetle şuraya çekmek istiyoruz: Türk proletaryasının “kendi milliyetçiliğini” aşmasının koşulları ile Kürt proletaryasının “kendi milliyetçiliğini” aşmasının koşulları ‘bütünüyle’, ‘tamamen’ farklıdır. Örneğin bu bahiste “her çeşit milliyetçilik” karşıtlığı ve keza genel olarak milliyetçilik karşıtlığı söylem ve yönelimin her iki ülke proletaryasının devrimci birliğine zerre kadar katkısı olmaz, olamaz. Hatta tam tersine, politik niteliği, muhtevası ve rolü tamamen farklı olan iki ayrı milliyetçilik gerçekliğini gizleyerek, ezen ulus milliyetçiliğine, ezen ulus burjuvazisi ve egemen sınıfların egemenliğinin devamına hizmet eder.

Her iki ülke proletaryasının “kendi milliyetçiliği” ve “kendi milliyetçiliğini aşmasının koşulları” tamamen farklı olduğu içindir ki, marksizmin “somut koşullarının somut tahlili” olduğu prensibinden hareketle, her iki ulus proletaryasının “kendi milliyetçiliğini” aşması için izleyecekleri devrimci politikanın farklı olması da gerekli ve kaçınılmazdır. Aslında bu, bir tek enternasyonal proletarya devrimciliği çizgisinin farklı toplumsal, siyasal, tarihsel ve kültürel ulusal ve ülkesel koşullara uyarlanması demektir.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimini bölge ve dünya devrimini bir an için uzaydaki bir nokta gibi düşünelim. Türkiye-İstanbul'dan o noktaya bakışın, o noktaya uzanan “yolun” meydana getireceği açı ile Kuzey Kürdistan-Amed'den aynı noktaya bakışın ve oraya uzanan “yolun” meydana getireceği açı daima farklı olacaktır... Lenin ezen ve ezilen uluslar proletaryalarının devrimci birliği için izlenecek politikayı açık defter örneğiyle anlatır. Ezen ulus proletaryası defterin bir kenarından, ezilen ulus proletaryası da diğer kenarından birbirine doğru hareket edeceklerdir. Soldan yola çıkan sağa doğru gidecek, sağdan yola çıkan da sola doğru hareket edecektir. Ve birbirine doğru hareket eden güçler “ortada” buluşacaktır. Bunun anlamı şundan ibarettir.

Türk ve Türkiye devrimcileri ve komünistleri ayrılma hakkı dahil, Kürt ulusunun varlığının tanınması ve eşit ulusal demokratik hakları için ve keza Türk milliyetçiliğine ve şovenizmine karşı mücadeleyi temel alırsa;

Kürt ve Kuzey Kürdistan devrimcileri ve komünistleri Kürt ulusunun ulusal ve sömürgesel boyunduruktan kurtulması mücadelesini iki ulus proletaryası ve halklarının birleşik devrimi perspektifiyle burjuva-emperyalist çözüm yanlısı milliyetçilikle mücadeleyi temel alır, kendi hegemonyası için mücadele ederse;

Kuzey Kürdistan ve Türkiye proletaryası, enternasyonal devrimci sınıf çizgisinde buluşurlar. Devrimci gelişmenin kendini çok çarpıcı biçimde gösteren eşitsizliğine karşın ancak bu yoldan devrimci olanakları birleşik devrim rotasında değerlendirebilirler.

İstanbul'da ve Amed'de somut koşullarla, temel gerçeklerle buluşmayan, her iki durumda da aynen geçerli ortalama bir sınıf politikası ve devrimci proletarya enternasyonalizmi yoktur. Ezilen ülke proletaryası ve devrimciliği konumundan da ezen ülke proletaryası ve devrimciliğinin konumundan da, yani bu iki temel pozisyonun herhangi birisini benimsemeye dayalı biçimde devrimci politika geliştirmeyi kabullenemeyenler veya reddedenlerin farklı koşulların enternasyonal devrimci politikasını geliştirmeleri mümkün değildir. Gerçeklerden kopma, yabancılaşma ve politikasızlık kaçınılmazdır... Batı'da devrimci hareketin kitlelerle buluşamama durumunun, eğer ibret alınacak ve öğrenilecekse Kürt ulusal kurtuluşçu devrimini anlayamayan devrimciliğin tarih tarafından cezalandırılması olduğunu belirlemek oldukça anlamlı olabilir.

*Bütün alıntılar Partizan Mayıs-Haziran 2008 sayı 65'ten alınmıştır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi