İnkârcı-Sömürgeci Savaş Ve Ezilenlerin Direnişi

Generaller partisinin devir teslim törenleri duya hükmeden yüksek askeri bürokrasinin faşist rejimi ve ordunun rejim içindeki işlevini sürdürme ilanına dönüştü. İki yıl sonrasının genelkurmay başkanı Işık Koşaner, “TSK, ulus, üniter ve laik devletin korunmasında her zarı taraf olmuştur ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak siyasetle ilgili değildir” diyerek durumu yeniden gözler önüne serme gereği duydu. Koşaner, “TSK’nın, ulusunun dışında ayrı bir deneme ihtiyacı yoktur” sözleriyle de, burjuva ordunun özerk yapısının sınırlandırılmasına, hükümetin orduyu denetlemesine razı olmayacaklarını ortaya koydu.

Generaller partisinin yeni yönetimi diğer şeylerin yanı sıra, ulusal sorun ve ulusal demokratik mücadele konusunda izleyeceği çiziyi de açıkladı. Buna göre, ulusal meselede inkâr ve asimilasyon, ulusal mücadele karşısında ise imha esas alınacak.

Ne diyor generaller partisi?

Yalnızca sömürgecilikten değil, inkârdan da vazgeçmeyiz. Ulusal kaderini tayin özgürlüğü sözünü duymak bile istemiyoruz. Fakat mesele bundan ibaret değil. Kürtlerin bir ulus olduğunun anayasal kabulü ve Kürtçe eğitim gibi ulusal inkârı sona erdirecek talepleri de asla kabul etmeyeceğiz. Çerçeve “alt kimlik”, “bireysel kültürel haklar”la sınırlıdır. Daha fazla gerilemeyeceğiz. Alt kimliklerin üst kimlik haline gelmesine izin vermeyeceğiz. Ulusal demokratik mücadeleyi inkârcı-sömürgeci savaşla yok edeceğiz'.

AB’ye itirazımız yok, o “çağdaş uygarlık hedefi için bir araçtır”, fakat “ulusal, üniter devlet” konusunda herhangi bir olumsuz talepte bulunursa ona karşı da tavrımızı ortaya koyarız. Ulusal-üniter devletin bir vidasını bile söktürmeyiz, gevşettirmeyiz!.. Tüm bunlarla birlikte generaller partisinin yeni genel başkanı İlker Başbuğ, PKK’ye karşı ABD’yle birlikte ilişkilerin “mükemmel” olduğunu, süresi 17 Ekim’de dolacak “tezkere”nin yenileneceğinden kuşku duymadığını açıklayarak, inkârcı-sömürgeci savaşın şiddetlendirilip, boyutlandırılacağını duyuruyor... Başbuğ, “laiklik anayasal düzenin temelini oluşturur” kaydına karşın, bugün “terörle mücadelenin TSK’nın birinci önceliği” olduğunu, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin çizdiği sınırlarda kalması ve ulusal demokratik mücadelenin tasfiyesi konusunda istenenleri yerine getirmesi halinde AKP’ye karşı geçici, koşullu bir “ateşkes” ilan edeceklerini de ortaya koyuyor... Generaller partisi, AKP Hükümeti’nden “tezkere’yi yenilemesini, Kuzey Kürdistan’da ulusal demokratik mücadelenin kitle tabanını daraltma ve gerillaya katılımları engelleme hedeflerine bağlı ekonomik, sosyal, psikolojik “tedbirler” almasını, ayrıca Koşaner’in sözleriyle “silahlı teröristler kadar, legal alanda ortaya çıkan silahsız teröristlere ve ayrılıkçılık destekçilerine karşı da tedbirler getirmesini”, ordu ve polis terörünün yasal sınırlarının genişletilmesini, başta Amed olmak üzere belediyelerdeki yurtsever mevzilerin geri alınmasını istiyor. Tezkereyi hızla çıkartmasından anlaşılacağı üzere, Erdoğan’ın tüm bu konularda gerekli hizmete hazır olduğu görülüyor...

Ne var ki, her şey inkârcı-sömürgeciliğin iradesinden ibaret değil. İşçi sınıfı ve ezilenlerin, mazlum halkların da iradesi var... Generaller partisi, geçtiğimiz yaz sağlanan topyekûn savaş konsensüsü, sonbaharda Güney’e saldırı kararının burjuva meclisten geçişi ve aynı dönem ABD’yle elde edilen anlaşma koşullarında, her şey tamam, artık sıra gerillanın tasfiyesinde diyordu! Egemen sınıfların ve şovenizmin boyunduruğundaki Türk halk yığınlarına zafer vaat ediyordu. Geçtiğimiz Aralık’tan bu yana Güney’deki gerilla mevzilerine hava saldırıları, kara saldırısı, Kuzey’de aralıksız sürdürülen inkârcı-sömürgeci savaş ve bütün bunlara karşı gerillanın Zap zaferi, Kandil’in işlevini başarıyla devam ettirmesi, Kuzey’de yoğunlaşan gerilla eylemleri, Bezele (Aktütün) Karakolu’nu koruyan tabura yapılan baskın, ulusal taleplerin ve ulusal demokratik öncüye desteğin cepheden sergilendiği ulusal kitle mücadelesi tarafından hazırlanan, üzeri örtülemez bir politik ve moral yenilgi! Generaller partisinin yalana dayalı faşist psikolojik savaşı tüm bu gerçeklerin altında ezildi. O nedenle de, “teröristle başarıyla mücadele ediyoruz ama terörle mücadele yalnızca bizim üstesinden gelebileceğimiz bir konu değil, devletin öteki kurumlan üzerine düşeni yerine getirmiyor” tekerlemesine sarıldı.

Şimdi yeniden denemek istiyorlar. İnkârcı-sömürgeci topyekûn savaş konsensüsü hala sürüyor. Hükümet bu konuda generaller partisinin direktiflerini hızla yerine getireceğini ortaya koyuyor. Güney’de PKK’ye karşı ABD’yle ilişkiler, “hem hava, hem kara, hem istihbarat paylaşımı noktasında” “mükemmel”! AB emperyalistleri, gerillanın imhası saldırılarına politik desteklerini esirgemiyorlar. Türk halkımızın geniş bölükleri asker cenazelerinin önünün kesilmesinin inkârcı-sömürgeci savaşın başarısından geçtiğini düşünmeye devam ediyor, “bölücü tehlike” demagojisinin boyunduruğu altında tepki veriyor. Kürt ticaret burjuvazisinin kimi kesimleri, inkârcı-sömürgecilik ne kadar uygun görürse o kadarına razı olacak bir burjuva çözüme, bir başka ifadeyle köleci barışa desteklerini sergileyen tutumlar geliştiriyorlar... Topyekûn savaşın, yalana dayalı dizginsiz bir faşist psikolojik harp eşliğinde yürütülmesi planlanmış durumda. O nedenle de, genelkurmayın “iletişim dairesi”; başına bir tuğgeneral atanarak örgütlendi. Haftalık bilgilendirme toplantıları ve günlük iletişim devreye girdi. Başbuğ, gazetelerin ve televizyonları “ağır toplarıyla birer gün arayla toplantılar yaparak, onlara, neyi, nasıl yansıtmalarını istediklerini anlattı. Topyekûn savaşın gereklerine uygun olarak “akreditasyon” AKP hizasında duran bazı gazeteleri de kapsayacak biçimde genişletildi.. .

Başbuğ “çelişkiler üzerinden kimse ucuz siyaset yapmasın” diyor. Asker elbisesi giydirilmiş, zorunlu askerlik yasası gereği kışlaya gitmiş işçi ve köylü çocuklarının, ABD işbirlikçisi tekelci burjuvazinin ve generallerin faşist rejimi ve Kürdistan’daki inkârcı-sömürgeci boyunduruğu için ölmesine kimse soru sormasın istiyor! Peki, ne yapılmalı? Asker cenazelerine katılıp şovenizm körüklenmek, faşist rejimin kitle tabanı genişletilmeli. “Yine şehit verdik”, “niye şehit vermeye devam ediyoruz” sorulan bizi rahatsız ediyor diyen Başbuğ, medyaya şu direktifi veriyor: “Evladını vermiş, ikinci evladını da vereceğini söylüyor. Bunu verin, büyüterek verin. Feryat edenleri bağrımıza basalım ama onları, ne olur lanse etmeyelim. Toplumun moralini bozuyor.” Generaller partisinin yeni genel babanı da, selefleri gibi yalana çağırıyor. Burjuva gazete ve televizyonların faşist psikolojik harbe hizmet etmesini istiyor. Hem de herkesin gözü önünde!... Burjuva ordunun baş generali düzen partilerinin ve holding medyasının, genelkurmayın politikalarını ve icraatlarını eleştirmekten de vazgeçmesini istiyor. “TSK, günlük olayların içine çekilmesin. Bu bizi rahatsız ediyor. O zaman kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz” buyuruyor!

Generaller partisi “cephe gerisi”ni yeniden derleyip toparlamaya, kendine çekidüzen vererek aşman itibarını yükseltmeye, ordunun iç birliğini güçlendirmeye çalışıyor. Faşist psikolojik savaş karargâhım yeniden örgütlüyor. Önümüzdeki yazdan itibaren, kirli savaşın önde gelen kuvveti olarak komando birlikleri paralı veya meslekten kurulu hale gelecek. İnsansız uçak Heron gibi gelişmiş istihbarat araçları, saldın helikopterleri ve yüksek donanımlı uçaklar almıyor. Gericiliğin etkisindeki emekçi ve ezilen yığınlardan asker cenazelerinde şovenist-ırkçı tepkiler vermeleri, fakat ölümlerin sürüp gidecek oluşuna ses çıkarmamaları ve generaller partisinin etrafında saf tutmaları isteniyor. Güney’deki PKK üslerine saldırı için yeni bir “tezkere” çıkarılıyor. Sivillerin girişine yasak bölge uygulaması sürdürülüyor. Ormanlar yakılıyor, yurtsever köylülere dönük “faili meçhul” devlet cinayetleri işleniyor. Hükümete, faşist devlet terörünün yasal sınırlarının genişletilmesi gereği hatırlatılıyor. “Silahsız teröristler ve ayrılıkçı destekçileri”nin susturulması, ezilmesi yönelimi kamuoyu önünde açıkça dile getiriliyor. Kürt ticaret burjuvazisini ve açlık, işsizlik, yoksulluk içindeki Kürt halk yığınlarını, ekonomik-sosyal rüşvet ve vaatlerle sömürgeciliğin yanma çekme, hiç değilse tarafsızlaştırma, gençliğin gerillaya yönelimini engelleme taktik ve stratejileri geliştiriliyor. Ve nihayet kapsamı genişletilmiş pişmanlık yasası yedekte bekletiliyor! Bütün veriler birkaç yıllık dönemi içine alan bir savaş planlanması yapıldığını, daha önemlisi sömürgeci ordunun 93-94’teki savaş çizgisini günün koşullarına uyarlayarak tekrar diriltmek istediğini gösteriyor...

Generaller partisinin yeni genel başkanına bakılırsa “PKK bir kırılma noktasına doğru gidiyor.” Kırılma noktasından anlaşılması gereken nedir? “Emir komutanın dağılması.” Bu bakış açısı, gerillanın imhası için aralıksız sürdürülen inkârcı-sömürgeci savaşın yeni dönemde odaklanacağı hedefi de gösteriyor... “Emir komutayı dağıtma”, umut ve irade kırma!... Peki, ulusal hareketin durumu nedir? Ulusal demokratik mücadele 2004 yazından başlayarak güç ve etkisini artırdı. Tek taraflı ateşkese son verilmesi yeni bir dönemin kapısını açtı. Silahsızlanma ve ABD himayesinde bir gelecek arama biçimdeki politik teslimiyet ve utanca batanların kaçışları, kendilerini tasfiye etmeleri, yurtsever politik silkinmenin müjdecisiydi. İnkâr ve sömürgeci boyundurukta ısrar politikasını savaşla sürdüren faşist sömürgeciliğin karşısına politik mücadelenin silahlı biçiminin dikilmesi yurtsever umutları körükledi, ulusal kitle hareketine coşku, dinamizm ve kararlılık kattı. Newrozların politik içeriğinin güçlü biçimde öne çıkması, serhıldanlar ve 22 Temmuz seçimlerinde aşılan engeller bunun en özlü ifadeleri oldu. Bu dört yıllık dönemde gerilla teknik yetkinliğine bağlı taktiklerle burjuva ordunun generallerini demoralize etti. Politik ve psikolojik etkisi yüksek hücumlarla generalleri sorgulanır hale getirdi. Zap zaferiyle inkârcı-sömürgeciliğin savaş kurmayına ve güçlerine ağır bir moral darbe indirdi. Türk halkımız saflarında generaller partisinin zafer vaatlerini tartışılır duruma soktu. Kürt halk kitleleri ‘Sayın Öcalan’ sloganı etrafında seferber olarak, Kürt ulusal hareketi önderi Abdullah Öcalan’ın tek kişilik İmralı hapishanesinde sessizce imha edilmesine isyan etti.

Tüm bunlara karşın, bugün PKK’nin ABD-Israil destekli, AB onaylı ciddi bir kuşatmayla yüz yüze bulunduğu politik aklın başköşesinde tutulmalıdır. Bunun taşıdığı riskler asla hafife alınamaz. Fakat bu aynı süreç inkârcı-sömürgeciliğe yaşatılacak ağır politik-askeri başarısızlıklar temelinde generallerin partisinin baş aşağı yuvarlanmasına da adaydır. O nedenle önümüzdeki birkaç yıllık dönemin taşları yerinden oynatmaya gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır... PKK’nin tek taraflı ateşkes baskılarına boyun eğmemesi, 10. Kongresini başarıyla tamamlaması, Kongre’nin 2003’te yaşananların ideolojik-politik dersleriyle donanmışlık temelinde bir “netleşme kongresi” oluşu, ulusal kitle hareketinin “anadilde eğitim” talebiyle başlattığı önemli çıkış, yurtsever vekillerin kitle mücadelesiyle özdeşleşmekten geri durmayan kararlılıkları ve ulusal hareketin emekçi dayanaklarına vurgunun güçlenmesi, inkârcı-sömürgeciliğe karşı mücadelenin geleceği açısından dikkate değer ve umut vericidir... “Anadilde eğitim” ve “ulusal kimliğim tanınsın” taleplerinin, kitle mücadelesinin gündemi haline getirilmesi özgün bir değere sahiptir. Bu hat Kuzey Kürdistan’da inkârcı-sömürgeciliğin ve partilerin manevra alanlarını daraltan bir yol açma potansiyeli taşımaktadır. AKP’nin bu talepleri karşısında yığınları etkileyecek demagojiler geliştirebilmesi çok güçtür. Kitle denizi açısından düşünülecek olursa, inkârdan ‘huzursuz’ her Kürdistanlının bu ulusal demokratik taleplerin haklılığı, meşruiyeti ve zorunluluğu duygusuna, düşüncesine yakın durması, safını bu temelde belirlemesi eşyanın tabiatına uygun olacaktır. Mesele her iki talebin, kitle katılımının zengin biçimleriyle dayatılmasıdır.

Ulusal demokratik öncünün, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın antişovenist, antifaşist ve devrimci güçleriyle birleşik mücadele yürütme istek ve yönelimi de sürecin gerçekleri ve ihtiyaçları bakımından çok önemlidir. PKK 10. Kongresinde meselenin “stratejik” nitelikte bir görev olarak formüle edilişi, konuyla ilgili ciddiyetin ifadesi sayılmalıdır. Tüm bunlar 2004 yazından itibaren geliştirilen çizgiye, AB’nin ulusal sorunu bireysel ve kültürel haklara indirgenen inkârcı-sömürgeci programı kabul etmesinin yarattığı düş kırıklığı ve redde uygun adımlardır. ABD ile inkârcı-sömürgecilik arasında, özellikle geçtiğimiz Kasım’dan günümüze ulusal hareketin tasfiyesi için geliştirilen işbirliğinin de, “netleşme”ye katkıda bulunduğu yadsınamaz... Sorumluluk ve ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bu önemli yönelime karşın, PKK’nin birliğin biçimini “çatı partisi” formunda mutlaklaştırması, bugün şu veya bu nedenle söz konusu formu benimsemeyen antişovenist, antifaşist ve devrimci partileri, grupları, tavrını ezilenlerden yana koyan DKÖ’leri de kapsayacak bir adımı gözetmemesi kaba bir hata olacaktır. Oysa böyle bir genişleme sağlanmazsa, yıllardır sürdürüle gelen DTP, EMEP, SDP bloğuna “çatı partisi” adı verilmesinden öteye geçilemez. Çatı partisi, belki söz konusu blokun daha etkin bir varoluşa kavuşmasının koşullarını güçlendirebilir, fakat birleşik mücadeleyle varılmak istenen hedeflere taşıyamaz.

İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve egemenler cephesinin öteki güçlerinin rejim krizini herhangi bir “burjuva çözüm”le aşamadıkları, yanı sıra bir mali-iktisadi kriz tehdidi altında bulundukları günümüz koşullarında devrim iddialı bir çalışma yürütme, sorunları bu temelde ele alma görevi devrimci partiler için açık olmalıdır.

Faaliyetlerini, hazırlıklarını, hedeflerini, nesnel olarak, devrimi örgütleme hattından kopuk biçimde, esasen evrimci gelişim içinde nicel büyüme ve toplumsal muhalefet yürütme çerçevesine hapsedenlerin; sıçramalı gelişimi, işçi sınıfı ve ezilenleri saflaştırmayı kapsayan bir konumlanışı ve siyasal mücadele tarzını bilinmez bir geleceğe erteleyenlerin, ne süregiden, ne de doğabilecek elverişli koşulları hakkıyla değerlendirebilmesi beklenemez. Yine, verili güç ve hazırlık düzeyiyle orantılı kalsa, kendi sınırlarını zorlamasa bile, hiç değilse ayrı bir parti ve grup olmanın gerekçesi yapılan özgün siyasal strateji ve çizgi her ne ise, onu uygulama iradesi gösteremeyenler doğaldır ki, giderek inandırıcılıklarını ve saygınlıklarını yitirme tehlikesiyle yüz yüze gelecekler, politik bakımdan kendi kendini amaçlaştıran bir anlam kaybına uğrayacaklardır. Bunlardan ayrı olarak faşist diktatörlüğün, gerillayı-PKK’yi imha ve tasfiye etme, umut ve irade kırma inkârcı-sömürgeci savaşı sürecinde, devrimci ve antişovenist kararlılıktan ödün vermeyen antifaşist parti ve grupları da güçten düşürmek, ezmek için saldırılara girişebileceğinden kuşku duyulmamalıdır. Hazırlık ve konumlanışta bunun hesaba katılması yaşamsal değerdedir... Meseleyi, ulusal sorun ve bu zeminde ortaya çıkan gelişmeler temelinde ele alınca görüyoruz ki, inkârcı-sömürgeci savaşın daha kapsamlı hale getirilip şiddetlendirileceği, şovenizmin kışkırtılacağı, sosyal-şoven eğilimlere benzin döküleceği bir dönemle yüz yüzeyiz. Kokuşmuş “ez ve çöz” stratejisi, faşist topyekûn savaş yoluyla, “emir komutadan yoksun bırakmak”, “umut ve irade kırmak”, “kitle desteğini eritmek”, “gerillaya katılımları engellemek”, “belediyelerdeki yurtsever mevzileri geri almak” hedeflerine bağlanmış bir biçimde yeniden deneniyor. Bu koşullarda, “emekçi çözüm" seçeneğinin yükseltilmesi, bir başka ifadeyle Kürt halkımızın ulusal geleceğini belirleme özgürlüğünün kararlıca savunulması, inkârcı-sömürgeci savaşın teşhiri, anadilde eğitim ve ulusal varlığın resmi tanınması taleplerinin sahiplenilmesi, “Kürt ulusuyla demokratik barış” isteminin yükseltilmesi, dönemin önde gelen politik görevleri arasında yer alacaktır. Ki aynı süreçte, Türk halkımız önünde, generaller partisinin ve burjuva ordunun emperyalist boyunduruk, burjuva egemenlik ve faşist rejim içindeki işlevinin, gerçekliğini ikna edici biçimde ve ısrarlı teşhiri önem kazanacaktır. Keza mali ve iktisadi krizin patlak vermesiyle oluşacak yeni toplumsal koşullar altında işçi ve emekçilerden toplanan vergilerin işsizlik, yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi sorunlar yerine inkârcı-sömürgeci savaş giderleri ve silahlanma için kullanılmasına itirazların daha geniş kesimler tarafından dinleneceği bilinci ajitasyonda gözetilmelidir... Karşı karşıya bulunulan güncel görevlerin başarısı, işçi sınıfı ve ezilenlerin moral gücünün yükseltilmesi, daha büyük savaşımların koşullarının hazırlanması için devrimci, antifaşist ve yurtsever partilerin, grupların birleşik mücadele imkânlarını büyük bir ciddiyet ve sorumlulukla değerlendirilmesi gerektiği reddedilemez bir gerçek. Şüphe yok ki, günümüzde hazır ve potansiyel güçleri harekete geçirecek, yığınların yeni bölüklerini politik yaşama çekecek, mücadele azmini ve umudu körükleyecek bir antifaşist, antişovenist birlik, mevcut politik tabloya şaşırtıcı ölçüde değiştirmenin başta gelen yöntemlerinden biridir. Böyle bir göreve ilgisiz kalınması, özellikle devrimci parti ve gruplar bakımından önemli bir siyasi hata ve sorumsuzluk olacaktır...

Bugün faşizme ve ulusal inkâra karşı, işçi sınıfı ve ezilenlere özgürlük, Kürt ulusal sorununa emekçi çözüm eksenli, her günkü politik, toplumsal ve iktisadi sorunlara ezilenler ve sömürülenler cephesinden müdahale edecek bir merkezi birlik biçimi olanaksız değildir. Yeter ki, bu birlik, pratikte bir seçim bloğuna indirgenmesin. Burjuva solunun kimi fraksiyonlarını kapsamak gibi bir yönelim taşımadığını açıkça ortaya koysun. Halklarımızı işbirlikçi burjuvazinin şu ya da bu kesiminin ve AB’nin politik platformlarına dolaylı yedek haline getirecek bir muğlaklık içermesin. Ezilenlerin politikayı değişik araçlarla sürdürme hakkını reddetmesin. Bu konularda sağlanacak “netlik”, önce devrimci, antifaşist ve yurtsever partilerin, grupların yer alacağı, giderek de antifaşist, antişovenist tutarlılığa sahip sendikaları ve öteki demokratik kitle örgütlerini bağrında toplayacak bir birliğin, birleşik mücadelenin yolunu açacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi