Ezber Bozarken Ezber Yenilemek

Ocak ayının başında Amed’e giden Başbakan Tayip Erdoğan, burada kurum temsilcileriyle yaptığı toplantıda, “Ne istiyorsunuz” sorusunu yöneltti. Baro Başkanından, “Kürt kimliğinin tanınması, anadilde eğitim” vb. cevabını aldı. Buna karşılık “Kürtçe eğitim hakkı verirsek, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler de ister” mealinde yanıt verdi. Bu ifade, AKP ve Tayyip Erdoğan’ların Kürt ulusal sorununda nerede durduğunu da, konuya “büyük duyarlılığını”(!) da gösteriyor. Keza son birkaç aylık kararlar ve uygulamalar da imha ve inkar politikasında derinleşildiği gerçeğini tartışmasız açığa çıkarmıştır. AKP ve Tayyip Erdoğan, Kürt ulusal sorununu çözmek bir yana, dini tarikatları harekete geçirip, “Hepimiz din kardeşiyiz” propagandasını yükseltiyor; yoksullara yardım adı altında Kürt insanını düşkünleştirme ve bu yolla ulusal hareketten uzaklaştırıp kendine, dolayısıyla rejime bağlama saldırısında pervasızlaşmanın örneklerini ortaya koyuyor.

T. Erdoğan’ın yukarıda aktardığımız sözlerine Ahmet Türk, DTP’nin meclis grup toplantısında şöyle cevap verdi: “Birileri, Türkiye’ye kendi isteğiyle bu topraklara yerleşmiş. Gürcüsü, Arnavut’u, Karadenizlisi, Lazı. Bunlar, kendisine tanınan hakları kullanmak üzere bu ülkede yaşayan azınlıklardır. Ama 15 milyon Kürt, 4 bin yıldan beri bu coğrafyada yaşayan, bu ülkenin geçmişinden günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarından olan, iki halktan biridir... Azınlık hakları, grup hakları ayrıdır. Ama halkların hakları farklıdır.”

Ahmet Türk’ün bu değerlendirmesindeki yanlışlıkları, sakatlıkları bir yana bırakırsak, esas olarak söylemek istediği nedir? İki ulus gerçeğidir. Yani bu coğrafyada bir tek ulus yok, iki ulus var: Kürt ve Türk ulusları. Başka ne diyor? Bu coğrafyada yaşayan ve ulusal kimliğe sahip olmayan ulusal azınlıklardan halklar vardır. Böylelikle ulusal azınlıkların talepleri ile ulusal hak taleplerinin bir ve aynı şey olmadığı gerçeği anlatılmaya çalışılıyor. Ulusal toprakları işgal edilmiş, ulusal ekonomisi dağıtılmış ve işgalcilerce ekonomik ilhakı da gerçekleştirilmiş, yani sömürgeleştirilmiş bir ulusun ulusal özgürlük talebi ve kapsamı diğerlerinden farklıdır. Bu farklılığı es geçmeden, ulusal azınlıkların kendi dillerinde eğitim dahil ulusal kimlikleriyle kendini ifade etme ve yaşama isteklerini desteklemek her tutarlı demokratın, ilericinin başat görevidir.

Anadolu, Ortadoğu ve başka coğrafyalarda binlerce yıl önce büyük topluluklar olarak yaşamış kimi halkların zamanla bir kavim veya ulus olma özelliğini (şu veya bu nedenle) yitirdikleri bir olgudur; savaşlar, kıyımlar ve sürgünlerin kimi ulusların ulusal varlığını sona erdirdiği bir gerçektir. Geriye dönüp bu tarihi düzeltmek olanaklı da değildir. Bugün toplumsal maddi gerçekliği bilimsel bir bakışla irdelemek ve haksızlıklara uğrayanların yanında saf tutarak haksıza, zorbaya, zalime karşı mücadele etmek, ona savaş açmak her erdemli, onurlu insanın görevidir. Günümüzde bu coğrafyada bir ulus oluşturmayan Laz, Çerkez, Gürcü, Ermeni vb. ulusal toplulukların üzerindeki zorbalıklara karşı durmak; dillerini, kültürlerini geliştirme, kendi anadillerinde eğitim hakkı, yoğunlaştıkları yerlerde (örneğin Araplar) bölgesel özerklik dahil kendilerini ifade etme özgürlüğünü savunmak, sosyalistler için temel önemdedir.

Her türlü ulusal baskıya karşı tutum almak, bırakın sosyalist-komünist olmayı, tutarlı demokratlığın da temel ölçüsüdür. İster ezen ister ezilen ulusa mensup olsun, her tutarlı demokrat her türlü ulusal baskı ve zulme karşı tereddütsüz tavır alır, buna karşı mücadele eder.

Ahmet Türk, ulusal azınlıklar gerçeğini görse de, onların en doğal hak ve hukuktan mahrum edildiklerini vb. en tam biçimde ortaya koyamıyor. Ama ulusal azınlıkların varlığını ve kimi hakların onların da en doğal hakları olduğu gerçeğini yadsımadığını daha sonraki açıklamalarından biliyoruz.

Kürtler (Kuzey Kürtleri) emperyalist işgale karşı Türk burjuva ulusal güçleri ile birlikte hareket etmiştir. Ama Ahmet Türk’ün ileri sürdüğü gibi “T.C. kuruluşunun temel taşlarından biri olduğu” gerçek değildir. Çünkü bu Cumhuriyet, Kürt ulusunun ve diğer ulusal azınlıkların inkarı, “tek dil, tek millet, tek bayrak, tek devlet” temelleri üzerine kurulmuştur. Ne Kürtler, ne herhangi bir ulusal azınlık Cumhuriyetin “temel taşlarından” biri değildir ve olmamışlardır. Lozan antlaşmasıyla “Hıristiyan ve Musevi inancına sahip” ulusal toplulukların resmen “azınlık” olarak kabul edilmesi dışında diğer azınlıkların ulusal kimlikleri tanınmadığı gibi, herhangi bir hak da tanınmış değil. Türk kimliği dayatmasına maruz kalmışlar ve Türkleştirilerek asimile edilmişlerdir. Asimilasyon çabası o günlerden bu günlere egemenlerin temel politikalarından biridir. Lozan’da azınlık olarak tanınan halklara karşı ırkçı, faşist baskı, saldırı, katliam vb. bütün bir Cumhuriyet dönemi devam ettiği gibi, bugün de tüm hızıyla sürmektedir.

Bizim daha fazla önemsediğimiz Ahmet Türk’ün bu konuşmasından hareketle, “Kürt milliyetçiliğine”(!) karşı hemen harekete geçen burjuva liberal ‘aydın’-yazar çevrelerinin sergilediği tutumdur. Bunlardan biri Ahmet İnsel, ne diyor:

“Halk tabirinin ortak etnik veya dinsel bir kimliğe sahip topluluklar için kullanılmaya başlanmasıyla içinden çıkılmaz bir milliyetçilik girdabına sokarız. Türk halkı gibi bir tabirin içerdiği Türk milliyetçiliği vurgusunu, Türk ve Kürt halkları tabiriyle aşmış değil, sadece pekiştirmiş oluruz. Bunu yıllardan beri bir avuç milliyetçilik karşıtı insan dile getirmeye çalışıyor. Spor olsun diye veya bazılarının iddia ettiği gibi, geçmişteki kuyruk acılarının öcünü almak için falan değil, Türkiye toplumunun barış içinde beraberliğine karşı en büyük tehdidin milliyetçiliklerden geldiğini bildikleri için bunu dile getirmeye çalışıyorlar”mış(!) (13 Ocak’08- Radikal İki)

H. Gökhan Özgün ise Radikal gazetesindeki köşesinde, “Bir Kürt’le, aslında Türk’le hesaplaşma” başlıklı yazısında yüksek perdeden şunları döktürüyordu:

“Başbakanımız bu sözleri sarf ederken karşısında demokrasi talep eden bir mazlum halk varsayıyordu. Onları aynı eski köşeye sıkıştırmayı hesaplıyordu. Ama gelin görün ki, karşısında mazlum Kürt yerine, zalimliğe talip Ahmet Türk’ü buldu. Ve Türk milliyetçiliğinin eski teranesi Kürt milliyetçiliğinin yeni teranesine yol verdi.”

Benzer içerikte yazılarıyla Ali Bayramoğlu, Baskın Oran ve daha birçok aydın, yazar çeşitli zamanlarda bu saldırıya katıldılar. Ali Bayramoğlu, Kürtlerin, “Bireysel kimlik, kültür” vb.yi yeterli bulmayarak yükselttiği “Kolektif kimliklerinin tanınması” taleplerini “hayalcilik” olarak tanımladı. Baskın Oran ise DTP’nin meclis grubu toplantısına çeşitli aydınlar, yazarlar ile birlikte, “DTP ile dayanışmak” için katıldığı gün, kürsüde, ulusal demokratik hakları için mücadele eden DTP’li milletvekilleri ve dinleyenlerin gözlerine baka baka, “Biz sizi aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine karşı korumak için buradayız” diyordu. Yani, Kürt ulusunun özgürlüğünü, ulusal kimliğini isteyen ve bundan dolayı faşizmin her türlü saldırı, linç ve zorbalığına uğrayan “Kürt milliyetçileri”ni kendi kendilerinden korumaya geldiklerini söyleyecek kadar rotasını şaşırıyordu.

Bu adlarının saydığımız ve saymadığımız baylar ne hikmetse Ahmet Türk’e diğer ulusal toplulukların haklarını “savunmadı” diye saldırıya geçerken, Kürt ulusunun ulusal varlığını inkarda birbirleriyle yarışıyorlar; keza ulusal özgürlükleri için büyük bedellerle yürüttükleri savaşıma “terör” demagojisiyle saldırıyorlar. Kürt ulusunun en masumane taleplerine büyük bir zorbalıkla saldıran, inkar ve imhada hiçbir sınır tanımayan sömürgeci faşist devleti yer yer kutsayan tavırlar bile sergiliyorlar.

Kürtlerin bu topraklarda 4 bin yıldır yaşadığı bir gerçek değil mi? Evet öyle. Tüm bu tarih boyunca oluşmuş ortak ruhi şekillenme, dil birliği, ortak bir toprak parçası üstünde yaşama ve özellikle 19. yy’ın ikinci yarısından itibaren ve 20.yy’da devam eden ve gelişen iktisadi ilişkiler ve daha da gelişmesinin baskı ve sömürgeleştirmeyle engellenmesi inkar edilebilir mi? Peki bütün ulusların olduğu gibi Kürt ulusunun da kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olması neden sizi “ürkütüyor”? Bugün sömürgeci boyunduruk altında olan ve on yıllardır bu boyunduruğu parçalama mücadelesi veren ezilen Kürt ulusunun “milliyetçiliği” ile egemen sömürgeci bir ulusun milliyetçiliği nasıl oluyor da aynı biçimde “tehlikeli” bulunuyor ve “mahkum edilmesi” öneriliyor? Bunun anlamı nedir? Egemen ulusun ayrıcalıklarım koruma ve kollama değil midir?!

Ne diyor H. Gökhan Özgün: “İki milliyetçilik olsa olsa ortalığı yağmalayıp ganimet paylaşabilir. İki milliyetçiliğin kurup kurabileceği ortaklık budur.” (agy) Görüldüğü gibi yazar, Kürt halkının ulusal kimliğinin tanınması, Kürtlerin bu topraklardaki iki ulustan biri olduğu gerçeğinin kabul edilmesi çağrısına büyük bir tahammülsüzlükle saldırıyor. Bu istemi egemen-sömürgeci milliyetçilikle özdeşleştirerek büyük bir cehalet sergiliyor. Yıllardır ulusal özgürlükleri her yol ve yöntemle bastırılmış bir ulusun, ulusal kimliğinin kabul edilmesini istemek (bunun için mücadele ediyor aynı zamanda Kürtler) neden, nasıl egemen olan ulusun milliyetçiliğinin “ortalığı yağmalayıp ganimeti paylaşma”sına ortak oluyor? Bu, ulusal özgürlüğünü ve haklarını isteyen mazlum bir halka karşı yapılmış en mesnetsiz saldırılardan biri değil mi?

Bakın, aynı kulvarda yüzen Ahmet İnsel neler söylüyor: “Bir yerine iki milliyetçiliğin beraberliğinde oluşan bir siyasi yapı, özgürleşme açısından bir kazanım mıdır? ... Böyle bir birliktelik, ancak bir üçüncüye, bir ‘ötekine’ karşı kenetlenerek varlığını devam ettirecektir.”(agy) Bu yaklaşımla ezilen ulus milliyetçiliği (ulusalcılığı) ile ezen ulus milliyetçiliğini eşitliyor; bir ve aynı düzeyde kötü şeyler olarak gösteriyor. Kürtlerin her vesileyle bu farklı biçimlerde dile getirdiği ve savunduğu nedir? Bu coğrafyada bir değil iki ulus olduğu gerçeğidir. Bu nesnel bir olgu mu? Evet. Peki, bunun kabul ettirilmesinin anlamı nedir? “Tek millet, tek dil, tek ulus” dayatmasının, egemen ulusun ulusal inkâr politikasının boşa çıkartılması ve sömürgeci devleti temelden sarsması anlamına gelmiyor mu? Kesinlikle geliyor. Ezilen ulus milliyetçiliğinin, Kürt halk yığınlarını politikaya çeken, zincirlerini kırmalarını sağlayan, demokratik bir içeriği varken, Türk ezen ulus milliyetçiliğinin içeriği bunun tam tersi, baskıcı, anti-demokratik değil mi? Bu ikisi arasına nasıl eşit işareti konabilir? Peki, bu sarsıntıdan sonra oluşacak yeni bir devlet veya devletlerde egemen olan iki ulustan milliyetçileri içerde diğer ulusal azınlıklara ve diğer uluslara karşı “kenetlenerek” mi varlığını devam ettirecektir? İnsel de bilir ki, ulusal boyunduruktan kurtuluş meşru, hedefine bağlı olarak ilerici ve kimi zaman düpedüz devrimci bir eylemdir. Aynı devlet içinde iki ulustan halkların ortak oluşturacağı veya iki ayrı devletin federal birlikteliğinde oluşacak bir yapı, ulusların ve ulusal azınlıkların esasta özgür-demokratik bir ortama kavuştukları anlamına gelir. Sömürgeci, asimilasyoncu ezen ulus ve ulusal azınlıklar üzerindeki baskısına ve egemenliğine son verildiği durum ilerici, demokratik, devrimci bir gelişimi ifade eder. Yeni gelişen durumda da ulusal özgürlük mücadelesinin önderliğini elinde bulunduran sınıf-sınıflar doğal ve kaçınılmaz olarak kendi iktidarlarını kuracaklardır.

Şu an sömürgeci faşist Türk devleti hangi sınıfın, hangi katmanlarının elindedir? İşbirlikçi tekelci burjuvazinin, büyük toprak sahiplerinin, yüksek bürokrasinin, generallerin. Doğaldır ki bu devlet, egemen sınıfın çıkarları için, diğer ulus ve ulusal azınlıkları olduğu gibi Türk işçi ve emekçileri üzerinde de bir zor, zorbalık aracıdır. Türk işçi ve emekçilerinin sınıfsal düşmanıdır. Ayrıca “Başka bir ulusu ezen bir ulusun özgür olmadığı” gerçeğini biliriz, anlatırız.

Ulusal soruna bakış ve ulusal savaşımlar karşısında alınan tutum, her parti ve kişinin gerçek niteliğini gösterir. Bugün emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı mücadele yürüten ezilen ulus ve ulusal azınlıkların savaşımına kayıtsız koşulsuz destek vermeyenler -hangi sıfatla karşımıza çıkarlarsa çıksınlar- gerçek birer sosyal-sömürgeci, sosyal-şovendirler ve burjuvazinin yardakçısı olarak adlandırılmayı hak ederler.

Biz sosyalistler, emperyalizm ve onun temel dayanağı, işbirlikçisi gericilerin, zorbaların ulusları ve halkları köleleştirme saldırısına, sömürü ve talanına karşı gelişen her mücadeleyi, direnişi ve savaşımı kayıtsız koşulsuz destekleriz, selamlarız. Bunu, halkların özgürlüğü ve kurtuluşu için olmazsa olmaz görürüz.

Lenin, Marx ve Engels’in “Polonya’nın bağımsızlığı” ile ilgili tutumlarını şöyle aktarır: “Bilindiği gibi Karl Marx ve Friedrick Engels, Polonya’nın bağımsızlık talebini aktif olarak desteklemenin, tüm Batı Avrupa demokrasisinin ve her şeyden önce sosyal demokrasinin mutlak görevi olduğu görüşündeydiler.” (Ulusal Politika ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları -s.97)

Marks ve Engels, İngilizlerin egemenliği altında olan İrlanda’nın özgürlük mücadelesini desteklemenin önemini her fırsatta vurgular. İrlanda’nın özgürlüğünün aynı zamanda İngiliz işçilerinin özgürlüğü demek olduğunu işaret ederler.

Yine biliyoruz ki, ezilen bir ulusun ayrılma hakkını kayıtsız koşulsuz savunmayan, propaganda etmeyenler ne enternasyonalisttirler, ne de özgürlük savunucuları. Olsa olsa egemen sömürgeci ulusun safında yer almış sosyal şovenlerdir.

Biz sosyalistler, kapitalist gelişmenin bu tarihsel aşamasında ortaya çıkan iki yanı dikkate alırız. Birincisi, işçilerin ulusal çitleri aşarak her düzeyde ortak örgütlenmesini ve savaşımını tavizsiz savunuruz. Bir yanda her türlü ulusal ayrımcılığa hak eşitsizliğine karşı kararlı tutum almak, diğer yandan “uluslar arasında çok çeşitli ilişkilerin gelişimi ve yoğunlaşması, ulusal çitlerin yerle bir edilmesi sermayenin tüm olarak ekonomik yaşamda, politikanın, bilimin vs. uluslararası birliğinin yaratılmasını” (Lenin) savunuruz.

Marksizm, milliyetçilik ve liberal düşmanlık

Marksizm, milliyetçilikle bağdaşmaz. Ancak burjuva toplumda milliyet gerçeğini de yadsımaz. Bir yanda bu milliyetçilik ile kendi arasına kalın çizgi çekerken, diğer yanda bu “milliyetçi” hareketler içinde emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin zorbalığına ve sömürgeciliğine karşı mücadele eden ilerici olanı destekleme görev ve sorumluluğundan kaçmaz.

Ahmet İnsel, H. Gökhan, Baskın Oran, Ali Bayramoğlu ve benzeri bazı yazarlar, ABD’nin bölgedeki en büyük destekçisi olan sömürgeci faşist Türk devletine karşı silahlı savaşım yürüten Kürt gerillasına saldırmakta Taha Akyol, Hasan Celal Güzel, Ertuğrul Özkök, Güneri Civaoğlu, Güler Kömürcü’den geri kalmıyorlar. Ayrıca silahsız Kürt ulusal demokratik hareketinin ulusal-demokratik talepleri için mücadele etmesini “milliyetçilik” diye küçümseme, aşağılama, değersizleştirme saldırısında birbirleriyle yarışıyorlar. Bu söylemlerle küçük burjuva reformcu, burjuva liberal ‘aydın’ ve yazarlar objektif olarak neye, kime hizmet ediyorlar?

Lenin, ezilen, sömürge bir ulusun, kendi kaderini tayin etme hakkını yadsıyanların kime hizmet ettiklerine şöyle yanıt veriyor: “Ancak kendi kaderini tayin ve ayrılma (abç) hakkının yadsınması, pratikte zorunlu olarak egemen ulusun ayrıcalıklarının desteklenmesi anlamına gelmektedir.”

Lenin, iki halkın bilinçli gönüllü birliğini savunur. Proletaryanın ve insanlığın kurtuluşuna giden yolun da bu bilinçli ve gönüllü birliktelikten geçtiğinin altını defalarca çizer. Gönülsüz ve zorla bir evliliğe (birlikteliğe) kesin kes karşı durur.

Marx, Engels ve Lenin, ezilen ulusların “burjuva milliyetçiliği”ni hiçbir zaman ezen ulusun burjuva milliyetçiliğiyle bir ve aynı görmez. “Ezilen bir ulusun burjuva milliyetçiliği, baskıya karşı yönelen genel demokratik bir içeriğe sahiptir ve biz bu içeriği kayıtsız şartsız destekleriz” diyor, Lenin. Bizler, Kürt ve Türk coğrafyasının komünist devrimcileri de Lenin’in bu saptamasına sonuna kadar katılıyoruz.

Lenin bununla yetinmiyor, daha çarpıcı bir şey de söylüyor:

“ (...) Nasıl ki, insanlık sınıfları ortadan kaldırmaya ancak ezilen sınıfların diktatörlüğünün geçiş dönemiyle ulaşabilirse, ulusların kaçınılmaz kaynaşmasına da tam kurtuluş, yani bütün ezilen ulusların ayrılma özgürlüğü geçiş dönemiyle ulaşabilecektir.”

Lenin ve Marksistler bunu kendi canları böyle istediği için önermiyor. Tarihsel olarak uluslar arasında oluşan güvensizliğin giderilmesinin yegane sağlıklı yolunun bu olduğu gerçeğinin bilmeleri, onları bu tavrı almaya götürüyor. Ezilen ulusun halkının ezen ulusun halkına güven duymasının en olmazsa olmazı, ezen ulus halkının ezilen ulusun ayrılma, yani devlet kurma hakkını tereddütsüz ve şartsız desteklemesidir. Aksi durumda ezilen ulusa güven veremez, onu insanlığın kurtuluşu için kendi yanına çekemez.

A. İnsel, G. Özgün, B. Oran vd. kafadarlar bırakın Kürt ulusunun kaderini tayin hakkını, ulusal varlığına bile tahammül edemiyorlar; ulusal kimliği ve varlığı faşist Türk devleti tarafından inkar edilen, imha saldırısıyla yok edilmeye çalışılan bir ulusun en meşru, en haklı savaşımına “milliyetçilik” diyerek saldırmayı tercih ediyorlar. Şu bir gerçek ki, Kürt ulusunun özgürlük savaşımının başarıya ulaşması, Türk halkının da özgürlüğünü kazanmasına yardımcı olur.

Son olarak eski T.C Başbakanlarından B. Ecevit’in arşivinden çıkan ve 1960’ın ilk yıllarında DPT ve darbeci generallerin hazırladığı, Kürtlerin asimilasyonu için yerlerinden yurtlarından edilmesi planından da gördüğümüz gibi, bu ulusun ulusal kimliği ve ulusal varlığı her dönem büyük bir zorbalıkla, terörle karşı karşıya oldu. Bugün de inkar ve imha politikası tüm hızıyla sürüyor. Bu saldırı ve zorbalık Kuzey Kürdistan’la da sınırlı kalmamış, kalmıyor. Kürdistan’ın diğer parçalarına yönelik de sürdü ve sürüyor. Böylesine kapsamlı bir imha ve inkar politikasına karşı büyük acılar pahasına direnen, savaşan Kürt halkının en küçüğünden en büyüğüne her demokratik istemini “koşulsuz, şartsız” desteklemek her onurlu, ilerici, demokrat insanın olmazsa olmaz görevidir.

Peki, yukarıda adlarını saydığımız baylar ne yapıyor? Onlar, Kürtler, “Bizim bir vatanımız var, bir dilimiz var, yani bir ulusu ulus yapan özelliklere sahibiz”, “Bizi herhangi bir ulusal azınlık, göçmen olarak nitelemeyin” dediğinde hemen hepsi yerlerinden fırlayıp, “Kürt milliyetçiliği eşittir Türk milliyetçiliği. Bir zalim yerine iki zalim” vb. diyerek saldırıya geçiyorlar. Kürtlerin ulusal-demokratik istemlerini sahiplenmek bir yana, onların bu meşru istemlerini görmezden gelerek gündeme gelmemesi gerektiğini savunarak, böylelikle onlara karşı konumlanıp Kürt ulusal varlığına saldırarak, objektif olarak ezen ulus sömürgecilerin yanında saf alıyorlar. Kürt ulusal direnişine faşist kalemşorlarla birlikte lanetler yağdırıp, her türlü silahlı eylemi “kör terör” vs. diye niteleyerek nesnel olarak Kürtlerin ulusal inkar ve imhasına destek vermiş oluyorlar. Elbette bu liberal “solcuların Kürtlere karşı savaştan yana, onların imhasını arzulayan gözü dönmüş saldırganlar olduğunu iddia etmiyoruz. Ama onlar, “barış” derken teslimiyeti öneriyor, ulusal varlığı bireysel haklara ikame etmeyi tavsiye ediyor ve silahlı mücadele yürütenlerin devletçe ezilmesini meşru sayıyor. Zulme, sömürgeciliğe karşı direnmek meşru değil ama zalimce ezilmek meşru sayılıyor. İşte liberal “sol”culuk. İşte nesnel olarak ulusal inkar ve imha destekçiliği! Ama bu her zaman salt “nesnel” bir durum olarak kalmıyor ve kolayca “öznelleşiyor. Baskın Oran, Güney Kürdistan’a operasyonu, Kürt gerillasının imhasını Türk ırkçı, faşist kitlelerin “içini soğutmak için zorunlu” görecek kadar düşmanlaşabiliyor. Ezber bozmak dediği; aynı ezberde cümlelerin yerini değiştirmekten ibaret kalıyor.

Tüm bu tavırlarla Baskın Oran ve diğerleri, ne derlerse desinler, uluslararası sermayenin ve onların işbirlikçisi sömürgeci faşist Türk devletinin çıkarlarına hizmet etmiş olmuyorlar mı? Nasıl ki I. Dünya Savaşı'nda kendi burjuvalarının bütçelerini onaylayıp, “vatan savunması” adı altında emperyalist yağma savaşını destekleyen II. Enternasyonal partileri dünya proletaryası ve ezilen halklarına karşı en büyük ihaneti gerçekleştirdiler ise, bugün faşist Türk burjuva devletine tam cepheden tutum almayan, onun işgal ve ilhakını “meşru” gören, kirli, saldırgan, imha politikalarını “doğal” gören bu baylara ne demeli?

Lenin’in 1900’lerin ilk çeyreğinde söylediği şu sözler bugün için tüm canlılığını ve geçerliliğini koruyor:

“(...) Ulusal gurur duygusuyla doluyuz, çünkü büyük Rus ulusu keza devrimci bir sınıf ortaya çıkarmış, keza, insanlığa sadece büyük pogromları, darağaçları ve işkence tezgahları, büyük kıtlıklar ve papazların, çarların, çiftlik sahiplerin ve kapitalistlerin önünde büyük dalkavukluk değil, özgürlük ve sosyalizm için mücadelenin büyük örneklerini verecek durumda olduğunu kanıtlamıştır.

(...) kimse köle olarak doğduğundan dolayı suçlu değildir; fakat, sadece tüm özgürlük çabalarına yabancı olmakla kalmayıp, üstelik kendi köleliğini bir de haklı ve şirin gösteren (örneğin Polonya’nın, Ukrayna’nın vs. boğazlanmasını “Büyük Rusların anavatan savunması” olarak niteleyen) bir köle -böyle bir köle, haklı bir öfke, aşağılama ve tiksinti duyusuna yol açan bir sefil ve bir alçaktır.

‘Başka hakları ezen bir ulus özgür olamaz’ diyorlardı, 19. yüzyılın tutarlı demokrasisinin en büyük temsicileri, devrimci proletaryanın öğretmenleri haline gelmiş olan Marx ve Engels. Ve ulusal gurur duygusuyla dolu olan bir Büyük Rus işçileri, ne pahasına olursa olsun, komşularıyla ilişkilerini bir ulusu onursuzlaştıran derebeyi ayrıcalıklar ilkesi üzerinde değil, insani eşitlik ilkesi üzerinde inşa eden özgür ve bağımsız, egemen, demokratik, cumhuriyetçi, gururlu bir Büyük Rusya istiyoruz. (...) Büyük Ruslar ancak her savaşta Çarlığın yenilgisini isteyerek ‘anavatanı savunabilirler’ -bu Büyük Rusya nüfusunun onda dokuzu için ehven-i şerdir; çünkü Çarlık nüfusun bu onda dokuzunu sadece ekonomik ve politik olarak ezmekle kalmıyor, aynı zamanda yabancı halkları ezmeye ve bu alçaklığı, ikiyüzlülüğü, sözümona yurtsever safsatalarla maskelemeye çalışarak onları demoralize ediyor, aşağılıyor, onursuzlaştırıyor ve kepaze ediyor.”

(“Büyük Rusların Ulusal Gururu Üzerine” makalesi, Ulusal Politika ve Proleter Enternasyonalizmi- Lenin)

“Büyük Rus işçisi, Büyük Rusya” yerine “Türk işçisi ve Türkiye”, “Çarlık” yerine “faşist diktatörlük” yazıp alıntıyı bir de böyle okuyun. Sosyalistlerin bakış açısıdır karşınızda olan. Okuyun “Liberal baylar”, okuyun. Belki içinde debelendiğiniz vahim durumu, düştüğünüz çukuru daha iyi anlarsınız.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi