Emperyalist Küreselleşme Ve Ekonomilerin Malileşmesi

I.

Bu yazımızda, gelişimi ivmelenen kapitalist emperyalizmin uluslararasılaşması sürecinde mali sermaye ile para sermaye arasındaki iç ilişkiyi ve kapitalist ekonomilerin “malileşmesi” olgusunu inceleyeceğiz. Emperyalizmin tekelci kapitalizm olmaktan çıktığı, Lenin'in mali sermaye/tekelci kapitalizm tezinin de eskidiğini ileri süren revizyonist, tasfiyeci teori ve tezlere göre, “malileşme” bunun kanıtlarından birisidir.

Kuşkusuz ki, bu teori ve tezlerin kapsamı, salt “malileşme” konusuyla sınırlı değil. Uluslararası tekeller, teknolojik atılımlar, hizmet sektörünün büyümesi, proletaryanın yapısındaki değişimler, klasik burjuva işçi aristokrasinin tasfiyesi gibi olgular da çarpıtılarak, söz konusu ideolojik saldırılara payanda yapılmaktadır.

Bir dönemeç noktası olarak ‘70'leri alırsak, emperyalist dünya sistemi giderek yeniden yapılandı. Bu süreç, hala devam etmektedir. Revizyonist/kapitalist bloğun yenilgisi ve tasfiyesi ile örtüşen ve gelişimini daha engelsiz bir ortamda sürdüren emperyalist yeniden yapılandırma süreci, yenilgi ve gericilik döneminden de güç aldı. “Tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, “kapitalizmin ve liberal demokrasinin nihai zaferi”, “sosyalizmin ölümü” ilan edildi. Proletarya ve halklar; yalnızca ekonomik ve siyasal bakımdan değil, aynı zamanda tarihte görülmemiş ölçülere varan Göbelsvari burjuva liberal ideolojik saldırılara da maruz kaldı.

Yeni liberal emperyalist ideolojik saldırının sol cenahta etkili olmasında, soldan devşirilmiş önderlerin, aydınların emperyalist propaganda ekseni ve doğrultusunda üstlendikleri yeni tasfiyeci rol belirleyici oldu. Bu olgu, burjuva ideolojisinin “post modern”, “postmarksist” vb. biçimlerde ilerici aydın kitlesine, küçük burjuva demokratik harekete, dahası komünist saflara dek sızmasına ve derin tasfiyeci tahribatlara yol açtı. “Yönetici sınıf, yönetilen sınıfın en önde gelen kafalarını ne kadar fazla bünyesi içerisinde eritebilirse, egemenliği o denli sağlam ve o denli tehlikeli hale gelir.” (Marx, Kapital C. III, s. 532). Marx'ın bu analiz ve vurgusunun haklılığına 1980 ve1990 sonrası Türkiye ve dünya gerçeğinde çok çarpıcı bir biçimde hep birlikte tanık olduk.

Marksizm-Leninizmin bittiği, eskidiği, o arada, Leninist emperyalizm ve mali sermaye tahlilinin geçersiz olduğu ya da geçersizleştiği söylemleri ideolojik saldırıya endeksli tasfiye operasyonunun kılık değiştirmiş sol söylemle ortaya çıkan biçimdir. Kapitalist üretim biçimini kavrayamamak, emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan değişmeleri bilimsel olarak çözümleyememek, en önemlisi de, bugün giderek aşılıyor olsa da, ‘80-90'lar sonrası gündemleşen yenilgi ve gericilik yıllarının yaratığı gerici ruh halinin ürünü olan bu gibi tasfiyeci teorilerin, tezlerin, “yeni” fikirlerin, gerçekte, bilimsel bakımdan hiçbir değeri bulunmamaktır. Cılkı çıkmış, burjuva bataklığa çoktan atılmış, kokuşmuş burjuva fikirlerin yenilik adına piyasaya sürülmesi ve geçer akçe haline getirilmesi yeni bir durum değil. Bu olgu; her yenilgi ve gericilik döneminde, geçici olması kaçınılmaz olan burjuva inisiyatif ve saldırı dalgasının ve tasfiyeciliğin bu kez bu denli etkili olması, yenilgi ve gericilik döneminin henüz geçirilememiş olmasıyla, sosyalizmin prestijinin dibe vurmuş olmasıyla, emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkmış önemli değişiklik ve gelişmelerin de varlığıyla bağlıdır.

Emperyalist küreselleşme, kapitalizmin giderek daha fazla uluslararasılaşmasını ifade etmektedir. Uzlaşmaz sınıf karşıtlığına dayanan son sömürücü üretim tarzı olan kapitalist üretim tarzı, zaten başından beri uluslararası karaktere sahiptir. Kapitalist dünya pazarı olgusu, dünya ekonomilerinin giderek artan entegrasyonu, bu nesnel tarihsel olgunun kanıtıdır. Serbest rekabetçi kapitalizmin emperyalizme dönüşmesiyle birlikte tekelci kapitalist karakter kazanan dünya ekonomisi, daha güçlü bir şekilde uluslararasılaşmıştır. Kapitalizmin 500 yıllık tarihsel evriminin değişik kesitlerindeki dalgalanmaları, iniş-çıkışları bir yana bırakarak dikkat çekmek gerekirse son çeyrek asırda, özellikle de son 15 yıl içerisinde kapitalist uluslararasılaşma daha hızlı bir şekilde gelişmiş ve bu uluslararasılaşma, kapitalist emperyalizmin belirleyici karakteri haline gelmiştir.

Bu sürecin motorunu, toplumsal üretici güçlerin dünya çapında daha fazla gelişmesi ve devasa sermaye birikiminin ürünü olan uluslararası tekeller (“ÇUŞ (Çok uluslu şirketler)”, “ulus ötesi tekeller”) oluşturmaktadır. Lenin'in vurguladığı gibi, emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Ve bugün, Lenin döneminden farklı olarak, tekelci kapitalizmin temel örgütlenme biçimini uluslararası tekeller oluşturmaktadır. 1900'ler öncesi sayısı 40, I. Emperyalist paylaşım savaşı öncesi 100, II. Dünya savaşı öncesi 300 kadar olan uluslararası tekeller, henüz tekelci kapitalist örgütlenmenin ikincil biçimlerini oluşturuyorlardı. Ama emperyalist kapitalizmin yüzyıllık tarihinin ikinci yarısından başlayarak (‘60'lar) uluslararası tekeller, giderek ikincil biçimler olmaktan çıkarak tekelci kapitalist örgütlenmenin başlıca biçimlerine dönüştüler.

Bugün, 68 bin uluslararası tekel, 850 bin bağımlı şirketle birlikte yerküremizi bir ahtapot gibi sarmış bulunuyor. Dünyanın en büyük 100 ekonomisi içinde 49'unu uluslararası tekeller oluşturmaktadır. Dünya üretiminin % 30'unu, dünya ticaretinin %75'ini uluslararası tekeller gerçekleştirmektedir. Gelişimi hızlanan emperyalist küreselleşmenin öncülüğünü ise, en büyük 500 uluslararası tekel yapmaktadır. 150-200'ü ise en önemli rolü oynamaktadır. Ve burada ABD'li uluslararası tekeller en güçlü tekelleri oluşturmaktadır.

Uluslararası tekeller, üretici güçlerin küresel ölçekte daha yüksek düzeyde gelişmesinin, üretim ve sermayenin yoğunlaşması (ve merkezileşmesi) temelinde üretimin daha yüksek düzeyde toplumsallaşmasının ürünleri ve ifadesidirler. Teknolojik sıçramalar, ulaşım ve iletişimdeki devasa gelişmeler bu süreci oldukça hızlandırmıştır.

Uluslararası tekeller, mali sermayenin yeni yüzüdür. Tekelci kapitalizmin daha yüksek tipidir. Uluslararası tekellerin (sınaî, mali, ticari, iletişim, medya vb.) gelişen ve pekişen egemenliği mali sermayenin gelişen ve pekişen egemenliğidir. Uluslararası kapitalist işbölümünün yeniden yapılanmasının merkezinde, emperyalist sermayenin en çarpıcı görünümü ve başlıca biçimini oluşturan uluslararası tekeller durmaktadır. “Neoliberalizmin”, serbest piyasa ekonomisi olarak lanse edilen yeni birikim stratejisi (esnek kapitalist birikim modeli), uluslararası tekellerin çıkarlarını temsil etmekte ve onların damgasını taşımaktadır. Yeryüzünün özgürce soyulması, emperyalist sermaye ihraç ve hareketleri önündeki engellerin temizlenmesi, dünya ekonomilerinin açık sömürgelere dönüştürülmesi, uluslararası tekellere, mali oligarşiye, bir avuç tefeci emperyalist devlete kaynak aktarılması bu politikaların özünü oluşturmaktadır. Dünya Bankası eski Baş Ekonomisti Joseph Stiglitz'in “IMF sömürge valisidir, her ülkeye aynı reçeteyi sunar” vurgusunu IMF'nin yanı sıra Dünya Bankası'na, DTÖ'ye, G-8'e, Davos Zirvesi'ne dek genişleterek kullanmak uygundur. IMF, Dünya Bankası vb. kurumlar emperyalist küreselleşmenin, uluslararası tekellerin, emperyalist devletlerin saldırı ve soygun politikalarını uygulamakla yükümlü kuruluşlardır. Emperyalist dünya ekonomisinin “malileşmesi” olgusunu da yöneten bu kurumlardır.

Uluslararası tekellerin yönettiği emperyalizm (tekelci kapitalizm), Lenin'in teorik çözümlemesini yaptığı emperyalizmdir. Yenilik olarak öne çıkan olgular Lenin'i, Leninizmi çürütmek bir yana, en çarpıcı biçimde O'nu doğrulamaya, bilimsel karakterini kanıtlamaya devam etmektedir. Olan biten her şey, emperyalist kapitalizmin bilinen hareket yasalarına ve eğilimlerine dayanmakta; emperyalist eğilim ve ilişkilerini daha olgunlaşmış yeni halini kendinden önceki sürecin yeni bir halkasını yansıtmaktadır. Örneğin, uluslararası tekeller olgusunda olduğu gibi, kapitalist ekonomilerin “malileşmesi” olgusunda da bunu görmekteyiz.

II.

Emperyalist dünya ekonomisinin “malileşmesi”, özellikle son birkaç on yılın tipik olgularından birisidir. Ve bu “malileşme”den de en büyük vurgunu vuran bir kez daha uluslararası tekellerdir, finans kapitaldir, para spekülatörleridir. Üretimin, ticaretin, Anansın eşitsiz de olsa artan oranda uluslararasılaşması (küreselleşmesi), kapitalist üretim tazına has bir özelliktir. Ve bu olgu, kendisinin, bugün en fazla ve en ileri biçimde para-sermaye hareketlerinde dışa vurmaktadır.

Kapitalist ekonomilerin “küreselleşmesi” özellikle ‘90'dan sonra, hem yerel hem de küresel çapta yoğunlaşmıştır. Lenin'in çözümlediği emperyalizmde “malileşme” eğilimi, bugün, gelişimi hızlanan emperyalist küreselleşme süreciyle birlikte daha çarpıcı biçimler alarak kendi doruğuna sıçramış/ ulaşmış bulunmaktadır. Kapitalist maddi üretim sektöründen gittikçe daha fazla koparak, mali piyasalarda yoğunlaşan ve dünya piyasalarında vurgun üstüne vurgun yapan sermaye ve para-sermaye kapitalizmin tefeci, asalak karakterinin en çarpıcı kanıtlarından birisini oluşturmaktadır.

Konu bağıntısında birkaç veriye hep birlikte göz atalım.

1970'lerin başında döviz piyasalarında günlük işlem hacmi sadece 18 milyar dolardır. 1995'e gelindiğinde bu miktar 1300 milyar dolara, 2000'lere gelindiğinde ise 2 trilyon dolara yaklaşmış bulunuyor. Buna karşın yıllık dünya mali ve hizmet ticareti, topu topuna 4 trilyon 500 milyar dolar civarındadır. (Özgür Üniversite Forumu, sayı 11, s. 75)

Dünya çapında spekülatif sermaye yatırımından elde edilen kazançların %95'i yeniden spekülatif amaçlarla kullanılmakta, böylece sermaye bu alanda kendini durmaksızın yeniden genişletmektedir. Oysa aynı oran 1980'lerin başında sadece %10'du. (Agd, s. 75) Dünya finansal varlıklarının GSYİH'a oranı 1980'de yüzde 100 iken, 1990'da yüzde 200 ve 2005'te %316'ya yükselmiştir. Demek oluyor ki, bir yılda üretilen toplam mal ve hizmetlerin değerinin üç katından fazla bir miktar finansal varlıklara yatırılmaktadır.

“Türevlerindeki devasa dünya pazarı artık 25 trilyon Amerikan doları gibi hayrete düşürücü bir meblağa ulaşmış ve tamamıyla kontrolden çıkmıştır. Muazzam ölçekte kumar demektir bu.” (Aklın İsyanı, Allan Woods, s. 412)

“General Motors'dan Wal-Mart'a birçok mali olmayan kurum giderek açık spekülatif finansla olduğu kadar, gelirlerinin büyük bir bölümünü elde ettikleri ödünç para verme faaliyetleriyle de uğraşmaktadırlar.” (Monthly Review, Sayı: 13, s. 22)

Sony şirketinin başkanı Akio Morita, daha 1980'lerde ekonomilerin “malileşmesi”nin hizmet sektöründeki yoğunlaşma ve büyümenin, emperyalist dünya sistemi bakımından taşıdığı büyük risklere dikkat çeker. 1988'de yayınlanan bir makalesinde, “uzun vadede, kendi imalat zeminini yitiren bir ekonomi”nin “kendi yaşam merkezini de yitirmiş” olacağını, “hizmete dayanan bir ekonomi”nin “kendisini sürükleyecek bir motora sahip” olmaktan çıkacağını, “yeni bir şey yaratanın” yalnızca sanayi üretimi olduğunu vurgular.

“İş yaratmak ve toplumun zenginliğini arttırmak yerine, büyük tekeller muazzam kaynakları para piyasalarındaki spekülasyonlara, yağmalar örgütlemeye ve diğer asalak faaliyet türlerine ayırıyorlar. Şöyle diyor Morita:

“İş adamları, döviz oyunlarına ilgi duyar oldular. Bunun üretken bir teşebbüse yatırım yapma gereği olmaksızın kısa yoldan karlar getirdiğini keşfettiler. Hatta kimi sınaî firmalar, FX imparatorluğuna katıldılar. Yaşamlarını en son döviz kurlarını gösteren bir monitörün karşısında kamburlaşarak geçiren kimi insanlar, bütünüyle kendilerine ait bir dünyada yaşıyorlar. Hiçbir bağlılıkları yok. Hiçbir şey üretmiyorlar. Hiçbir yeni fikir üretmiyorlar. Londra'da, New York'ta ve Tokya'da her gün 200 milyar dolarlık iş yapıyorlar. Bu, bir günde alınıp satılan gerçek malların değerinden çok daha fazla poker fişi demektir. Bu, makine dairesi suyla doluyor demektir.”

Morita, dünya kapitalizminin durumunu batan bir gemide poker oynamakla karşılaştırarak şu sonucu çıkarıyor:

“Poker inatçı, heyecan dolu bir oyundur, ancak poker masasında kazananlar ve kaybedenler, geminin batmakta olduğu ve kimsenin de bunun farkında olmadığı korkutucu gerçeğini karartmıyorlar.” (Aklın İsyanı, s. 411-412)

Kuşkusuz ki, kapitalizm ve burjuvazi, ünlü Sony Şirketi ve başkanı için korkutucu olan şey, yani kapitalist-emperyalist dünya sistemi gemisinin batmasıdır. Onlar için korkutucu olan şey, bizler için selamlanacak ve söz konusu geminin proleter devrim yoluyla batırılması için on kat, bin kat enerjiyle çalışılması gereken bir durum ve görevdir...

Sony başkanının itiraf ve vurguları da, kapitalizmin aşırı çürüdüğünü, asalak, rantiyeci, tefeci karakterinin dizginsiz bir şekilde yoğunlaştığını göstermektedir... Kapitalist emperyalizmin aynı zamanda bir kumar ekonomisi olduğunu, insanlık lehine hiçbir yenilik gücünün kalmadığını kanıtlıyor.

1980'de emperyalizme bağımlı ülkelerin, emperyalist tefeci-rantiyeci devletlere olan borcu 500 milyar dolarken, bugün, bu borç miktarı 2 trilyon doları geçmiş bulunuyor.

Tek başına bu veri bile emperyalizmin ve emperyalist devletlerin asalak karakterini, aşırı çürümesini, dünyanın mali oligarşi tarafından ne denli kökleştirildiğini, en kör gözleri açarak göstermeye yetmektedir.

“Küreselleşme”yle mafya sektörü de “küreselleşti”, “liberalleşti.” 1 trilyon dolarlık (gerçekte daha çok) mafya sermaye de, genel olarak pazarda, özel olarak da mali piyasalarda cirit atmakta, tekeller ve para spekülatörleriyle organize bir tarzda örgütlü soygun yapmaktadır. Bu paranın 400 milyar dolarının (gerçekte daha fazla), uyuşturucudan elde edilen “gelir” olduğunu geçerken hatırlatalım.

Birkaç veri de Türkiye cephesinden aktaralım.

Türkiye'nin 1980'de 15 milyar dolar olan dış borcu, bugün, 200 milyar doları geçmiş bulunuyor. Toplam iç ve dış borcu ise 375 milyar dolar civarında. Türkiye bütçesinin ana bölümü, iç ve dış patronlara, bankalara, emperyalist devletlere faiz ödemesine gitmektedir. Tüm yeni sömürgelerde olduğu gibi; Türkiye borçlarını ödedikçe borçları ve faiz miktarı artmaktadır.

Türkiye'de “serbest piyasa ekonomisi”ne geçildikten, iç ve dış finansal liberalizasyon sağlandıktan sonra, iç ve dış borç yükü de hızla tırmanmaya başlamıştır. Kamu yatırımları hızla geriler ve daralırken, kamusal hizmetler “piyasalaştırılırken”, KİT'ler sudan ucuza yeni holding ve emperyalist tekellere satılırken vb., öte yandan da “ekonominin malileşmesi” hızla gelişmiştir. Ekonomi her bakımdan “sıcak para” hareketlerine bağımlı kalınmıştır. Paradan para kazanma geçer akçe haline gelmiştir.

“Devlet borçlanmasında yüksek net getiri sağlayan kurumlar arasında, özel firmalar da bulunmaktadır. Bu açıdan imalat sanayindeki en büyük 500 özel firmanın konsolide edilmiş bilançoları yol göstericidir. Asli faaliyet alanı dışından sağlanan gelirlerin (DİBS, döviz, repo, vb.), vergi öncesi net bilanço karına oranı seksenli yılların başlarında %15 düzeyinde iken, 1989'da %31'e yükselmiş, dış finansal şirketleşme sonrasında yükselme ivme kazanarak 1998'de %87.7'ye ulaşmış, 1999'da ise sıçrayarak %219'a eşitlenmiştir.” (Özgür Üniversite Forumu, sayı: 22, s. 82)

IMF güdümlü yeni-sömürge Türkiye ekonomisi, 1980 sonrasında “ihracata dönük” bir ekonomi olarak yeniden yapılandırılmıştır ve bu süreç devam etmektedir. Bugün, Türkiye ekonomisi tümüyle uluslararası tekellerin, mali tekellerin, büyük spekülatörlerin çıkarlarına göre biçimlendirilmiştir. Bu yabancı kapitalist tekeller Türkiye'nin ekonomik kaynaklarını ve toplumsal zenginliklerini doğrudan ele geçirmektedir (özelleştirmeleri hatırlayalım). Küçük bankaların büyük bankalar tarafından; büyük bankaların ve finans kuruluşlarının yabancı tekel ve bankalar tarafından yutulması; borsada yabancı sermaye hakimiyeti; ekonominin hedge fonlarına (sıcak para hareketi; kısa vadeli ama yüksek karlar peşinde koşan, risk almakta atak fonlara) bağımlı hale gelmesi, yüksek faiz düşük kur politikaları vb, “ekonominin malileşmesi”nin ve gelişen bağımlılık ilişkilerinin görünümleridir. Burada da işbirlikçi sermaye oligarşisi, devlet, uluslararası emperyalist kuruluşlar (IMF, DB vb), mali piyasalar tam bir işbirliği içinde çalışmaktadırlar.

Yukarıdaki veriler, tekelci sermayenin artan oranda kapitalist maddi üretim (P-M-P') sektörlerinden koptuğunu, para-sermaye hareketlerine (P-P') yöneldiğini; P-P' hareketinin olağanüstü büyüdüğünü, kapitalist ekonomilerin artan oranda malileştiğini çarpıcı bir tarzda ortaya koymaktadır.

Keza aynı veriler, emperyalist sermaye ihracının doğrudan yatırımlardan ziyade ve esas olarak bir yandan bağımlı ülkelerde hazır işletmelerin, doğal zenginliklerin ele geçirilmesi, öte yandan da, daha da önemli para sermaye hareketleri biçiminde gerçekleştiğini göstermektedir. Genel olarak dünya ekonomisinin, özel olarak da yeniden sömürgeleştirilen yeni-sömürge ülkelerin ekonomilerinin sıcak para girişine bağımlı hale getirilmiş olması da, bu olgunun en tipik yansımasıdır.

Finansal sermaye (para-sermaye), faiz getiren sermayedir. Hiçbir maddi değer üretmez. Tümüyle spekülatif, tefeci, rantiyer karaktere sahiptir. Para-sermayenin oyun, vurgun, kumar alanı mali piyasalarda, maddi değerler üretilmez, spekülasyon yapılır. Borsalar, hisse senetleri, devlet tahvilleri, merkez bankaları bonoları, döviz mevduat, repo değişik türden sosyal fonlar, gayrimenkul, borç verme, mali piyasaların bileşenlerini oluşturur. Mali tekeller, bankalar, bankerler, para spekülatörleri daha 1857'de, “para piyasasının kodamanlarından” olan Bay Chapman'ın vurgusuyla “para kapkaççılarıdır.” Kar oranları nerede yüksekse orayı istila ederler, yağmalarlar, geride bir yıkım bırakarak yeni karlı sektörlere, ülkelere, kıtalara kaçarlar...

Borsanın da bir parçası olduğu (ki, ‘80-90'lar sonrası kapitalist dünya borsalarının rolü olağanüstü artmış bulunuyor) mali piyasalarda, daima küçük balıklar köpek balıkları, kuzular kurtlar tarafından afiyetle mideye indirilir. Mali piyasaların kurtları, köpek balıkları ile kumar oynuyor. Bu kumarda hızla gelişen küresel kumar ekonomisinde daima en güçlü tekeller, mali tekeller, para spekülatörleri kazanmaktadır. Küçük tasarruf sahipleri, küçük ve orta boy, hatta irice kapitalistler yutulur. Para, servet, mülk el değiştirir. Artı-değerin gasbı, emekçilerin soyulması, mülklerini ve servetlerini kaybedenlerin kitlesel iflası dev boyutlara ulaşır. Tipik bir kumar ve sahtekarlık sistemi üzerinden “toplumsal servet” el değiştirir ve bu kumarhanede toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısı git gide azalır.

Değişik türden bankalar, bankerler, sigorta şirketleri, emlak firmaları, hedge fonları, mali sektörün aktörleridirler. Emperyalist kapitalizmin temel ekonomik yasası ve temel itici gücü olan azami karı, en fazla kapma yarışı, mali sektörde de birleşmeleri, düşmanca satın almaları ve tasfiye operasyonlarını ateşlemiştir. Bu hegemonya ve rekabet mücadelesi, mali piyasalarda da, son 15-20 yıllık süreçte hem yoğunlaşmayı ve hem de merkezileşmeyi alabildiğine geliştirmiştir. Kapitalist maddi üretim sektöründe yoğunlaşmış uluslararası tekeller de söz konusu finansallaşmanın doğrudan aktif bir unsurudur. General Motors, Siemens, Toyota, Fiat, Renault gibi uluslararası tekeller de varlıklarını artan oranda mali soyguna (P-P') yönlendirmekte, ellerindeki para fonlarını mali piyasalara sürmekte, maddi üretimden çok spekülasyona yönelmekte, mali piyasalardaki ağırlıklarını git gide arttırmaktadırlar.

Son birkaç on yıllık süreçte, merkezinde uluslararası tekellerin durduğu dünya ekonomisinin yeniden yapılaşma sürecinde, mali tekellerin, para-sermayenin hükümdarlarının egemenliği açık bir şekilde pekişmiş, açık bir üstünlüğe dönüşmüştür. Böylece finansal sermayenin sanayi, tarım, ticaret sermayesi üzerindeki egemenliği de sağlamlaşmıştır. Maddi üretim ve hizmet sektörleri artan oranda mali oligarşinin eline geçmiş ya da ona iyice tabi olmuştur. Zaten banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçmesi ve kaynaşmasıyla oluşmuş olan mali sermaye, böylece, sömürü ve hegemonyasını kendi tarihinin doruklarına çıkartarak egemenliğini de iyice pekiştirmiştir.

III.

Kapitalist dünya ekonomisinin malileşmesi, malileşme eğiliminin kendi tarihinin doruklarına çıkmış olması, Lenin'in emperyalizmin çürümüş ve can çekişmekte olan tekelci kapitalizm olduğu tezini ampirik bir gözlemle bile çarpıcı bir şekilde kanıtlamaktadır. Rantiyecilik, tefecilik emperyalizmin tipik özelliklerindendir.

Emperyalist kapitalizmin yönelttiği dünya ekonomisindeki malileşme eğiliminin en geniş anlamda temeli ve ana nedeni, kapitalist üretim biçiminin tarihsel bakımdan ömrünü doldurmuş olmasıdır. Bir başka ifadeyle, kabına sığmayan toplumsal üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın alabildiğine keskinleşmiş; kapitalist mülk edinme biçiminin toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişimine müthiş bir şekilde pranga vurmuş olmasıdır. Bu çelişki, bütün gücüyle çözümünü dayatıyor. Çözümü geciktiği oranda da emperyalizmin çürümesi, can çekişmesi uzuyor. Çelişkinin çözümü kuşkusuz ki proleter devrimdir.

Kapitalist ekonomilerin malileşmesi, sermayenin üretime yatırılmış kısmından birkaç kat fazlasının spekülatif alana yatırılması, P-M-P' hareketinde oluşan kâr oranlarının P-P' hareketinde oluşana nazaran daha düşük seyretmesine bağlı bir olgudur. Kapitalist üretken sektörde kâr oranlarının düşüşü, nesnel doğası gereği, sermayeyi çılgınca kar arayışı içinde değerlenebileceği arayışlara yöneltmekte ve mali piyasalarda kâr oranları yüksek olduğu için, ekonomilerin finansallaşması kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü kural olarak, sermaye, kâr oranının yüksek olduğu sektörlere, bölgelere akar.

Bu genel doğrunun dışında bugünün bir başka karakteristik özelliğinden daha söz etmek gerekir. Tekelleşmenin devasa boyutlara ulaşması, daha küçük kapitalistlerin kâr oranlarını düşürürken, tekellerin kâr oranlarını yükseltmiştir. Çünkü daha büyük olan daha küçük olanı kendine tabi kılarak, onun elde ettiği artı değere de ortak olmaktadır. Böylece dünyanın dört bir yanındaki binlerce küçük kapitalistin karlarının bir kısmı tekellerin kasalarına akmaktadır. Bu yoldan tekellerin karlarının yükselmesine karşın, bu kârlar yine de üretim sektörüne yeniden yatırılmamaktadır. Sermayenin yalnızca bir bölümü yeniden üretim alanına dönmekte, bugün için onun üç katı finansal varlıklara akıtılmaktadır.

Kapitalist üretim biçiminin gelişimi sermayenin organik bileşimini kaçınılmaz olarak yükseltir. Sermayenin organik bileşimindeki yükselme, başlangıçta diğerlerinden daha önce bunu başaran kapitalistlerin kâr oranlarını yükseltse de, kaçınılmaz bir biçimde kendi karşıtına dönüşerek ilerleyen süreçte genel kâr oranlarının düşmesine yol açar. Kâr oranlarının eğilimli düşmesi yasası, kapitalist üretim biçiminin nesnel hareket yasalarından birisidir. Bu yasa kapitalizmin içsel uzlaşmaz çelişkisini, tarihsel sınırlarını da ortaya koyar/sergiler.

Sınai kâr oranlarındaki düşüş, bu alana sermaye yatırımını cazip olmaktan çıkarmakta, bu alanda oluşan sermaye fazlası spekülatif alana akmaktadır. “Sermaye fazlası” olgusu, insanlığın üretken kaynaklarının sırf kapitalistlere yeterli kar getirmediği için asalak alanlara akıtılması anlamına gelir ve kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçleri boğan bir cendereye dönüşmüş olduğunun en çarpıcı göstergelerinden birisidir.

Sermayenin organik bileşimindeki yükselme, ‘50'ler sonrasının çarpıcı olgularından birisidir. Tekelci kapitalizmin uluslararası tekeller tarafından yönetilmeye başlanmasıyla birlikte bu olgu daha çarpıcı biçim ve düzeyler kazanmıştır.

‘70'lerden itibaren hızlanan tarzda emperyalizmin teknolojik temeli mikro elektroniğe dayalı bir tarzda yeniden yapılanmıştır. Günümüzde ise artan oranda nano teknolojiye (1 metrenin milyarda birine dayanan teknoloji), hatta dahası, farmoteknolojiye (otomatlı parçacıklar boyutlu teknoloji) doğru bir yönelim ve yenilenme süreci yaşanmaktadır.

Teknolojideki her yenilenme dalgası, aynı işin daha az emek gücüyle yapılmasını olanaklı kılmakta, ancak orta ve uzun vadede kar oranının düşüşüne yol açmaktadır. Böylece işsizliğin büyümesiyle kâr oranlarının düşmesi el ele gitmektedir. Çürüyen tekelci kapitalizm; hem insan gücünü (işsizlik) hem de sermayeyi (spekülasyon) üretim alanının dışına itmektedir.

Emperyalist ülkelerde kâr oranları, ‘60'ların sonlarından başlayarak düşmeye başladı. Bu olgu, emperyalist sermayenin artan oranda mali piyasalarda yol bulmasını koşulladı. Mali oligarşinin, emperyalist tekellerin ellerinde aşırı birikmiş sermaye, sanayide kâr oranları düşünce, hizmet sektörüne ve mali sektöre yöneldi/kaydı. Böylece hizmet ve mali sektörler büyümeye, semirmeye, genişlemeye başladı...

Hatırlatmak gerekir: Sermaye, karşılığı ödenmemiş ve gasp edilmiş emektir, bedava emektir. Sermaye, birikmiş artı-emek/artı-değerdir. Sermayenin tipik özelliği artı-değer üretmesi, kâr getirmesidir. Kâr getirmeyen sermaye, sermaye değildir. Sermayenin itici gücü, ab-ı hayatı, amacı kâr ve daha fazla kârdır. Kâr getirmeyen sermaye, kapitalizmin doğasına aykırıdır. Aşırı birikmiş, yüksek kar, azami kâr oranları peşinde aç bir kurt gibi koşan sermaye, toptan değersizleşerek çökmemek için değerlenebileceği ve amacını gerçekleştirebileceği mali piyasalara yönelmiştir. Dünya çapında yeniden yapılandırılan ekonomilerde finansal serbestleşme, esnek kar, mali kuralsızlaştırma, merkez bankalarının özerkleştirilmesi, yüksek faiz, kar transferlerinin önündeki engellerin kaldırılması, sıcak paradan vergi alınmaması, borsaların yaygınlaşması gibi tedbirler, aynı zamanda yukarıdaki olguyla bağlıydı, bağlıdır. Esnek kapitalist birikim stratejisi ve saldırısının sacayaklarından birisinin de finansal esneklik olması boşuna değildir.

Sermaye ihracı, emperyalizmin temel, ayırt edici karakteristiklerinden biridir. Ve sermaye ihracı tekelini de elde tutan başlıca ülkeler, emperyalist ülkelerdir. “Sermaye eğer dışarıya gönderiliyorsa, bu mutlaka içerde kullanmadığı için değil, dış bir ülkede daha yüksek bir kâr oranı ile kullanabildiği içindir. Ama böyle bir sermaye, çalışmakta olan işçi nüfusu için ve genellikle sermayeyi gönderen ülke için, mutlaka fazla sermayedir.” (Marx, Kapital C. II, s. 226)

Emperyalist ülkelerden sermaye ihracının sırrı işte burada yatmaktadır. Ama öteki şeylerin yanı sıra, emperyalist sermaye ihracı, bağımlı ülkelerden kapitalist merkezlere kaynak transferi, artı-değer ve kar transferi işlevini yerine getirerek sermaye birikimini de yoğunlaştırır. 1945-1975 arası uygulanan eski kapitalist birikim tarzının tasfiyesi ile kapitalist ekonomilerin “liberalizasyonu” ile yapılan temel şey, bütün ekonomilerin, kapıların emperyalist sermayenin özgürce, kuralsızca giriş çıkışına elverişli hale getirilmesi olmuştur.

İşte emperyalist metropollerde aşırı birikmiş, yüksek kâr oranları arayışı içerisinde olan sermaye, yukarıdaki nedenle bağlı olarak ekonomileri malileştiriyor, kendisi malileşiyor, birikiminin daha ziyade artan oranda örgütlü spekülasyon ve kumarla kazanıyor, değersizleşerek çökme tehlikesini böylece önlüyor.

Emperyalist ekonomilerin giderek artan oranda malileşmesinin bir nedeni de, emperyalist ekonomilerin düşük büyüme oranlarından, kronik durgunluktan kurtulamaması ve çıkamamasıdır. Kronik kapasite kullanımı eksikliği, kronik işsizlik, kronik durgunluk, ekonomilerin malileşmesi birbirini bütünlüyor/tamamlıyor.

Emperyalizm tarihinin en yüksek noktasına çıkmış olan sermaye ihracı, sermaye ihraç eden ülkelerdeki durgunluğun, düşük büyüme oranlarının bir diğer temel nedenidir.

Maddi üretim sektörlerinde düşen kâr oranlarının sermayeyi mali piyasalara yönlendirmiş olması, metropollerdeki kronik durgunluğun, düşen düşük ve istikrarsız büyüme oranlarının bir diğer temel nedenidir.

Bu olgular, hem emperyalist merkezlerde hem de küresel çapta dünya ekonomilerinin gelişimini zayıflatmakta, finansallaşmayı yoğunlaştırmakta, rantiyeciliği, tefeciliği yükselen değer yapmakta, durgunluğu büyütmekte, kronikleştirmekte, gerek kapitalist derecede, gerekse de ekonomik kriz derecesinde derin etkiler ve değişiklikler yaratmaktadır.

IV.

Kapitalist üretim biçiminin maddi temelini para-sermaye değil, kapitalist meta üretimi oluşturur. Kapitalizmde meta üretimi, genel ve egemen hale gelir. Kapitalist üretim pazar için üretimdir. Her iktisadi-toplumsal formasyonun bir maddi temeli vardır. Kapitalizmde bu temel; metadır, meta üretimidir. Kapitalist para sermaye üretiminin de maddi temelini kapitalist üretim oluşturur. Kapitalist üretim tarzının doğuş ve gelişme süreci (P-M-P') kapitalist para sermayenin de (P-P') doğuş ve gelişme sürecidir. Böyle bir maddi temel olmaksızın, kapitalist para sermayeden ve P-P' hareketinden de bahsedilemez.

Bugün kapitalist dünya ekonomisinin artan oranda finansallaşması tipik ve keskin bir olgudur. İvmelenmiş olan emperyalist küreselleşme en ileri biçimine, para-sermaye hareketleri nezdinde ulaşmış bunuyor. Finansal sermaye hareketleri ve entegrasyon alabildiğine küreselleşmiştir. Ekonominin “sıcak para” hareketlerine aşırı bağımlı hale gelmiş olması da bu olgunun tipik görünümlerinden birisidir. Ancak, bu olguya karşın maddi meta üretimi, kapitalist üretimin maddi temeli olmaya, bu temel daha fazla sarsılmış olmakla birlikte devam etmektedir. Çünkü, böyle bir maddi temel olmaksızın ve bu maddi temelin egemenliği olmaksızın salt malileşmiş bir kapitalizm, salt finansal tekellerin kapitalizmi düşünülemez.

Bundan 90 yıl önce Lenin, emperyalizm olgusunu incelerken, adeta bugünleri görmüş gibi, şu çarpıcı olguları saptar ve vurgular:

“Kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya varmıştır ki, meta üretimi hala 'egemenliğini' korumakla ve ekonomik yaşamın temeli sayılmakla birlikte, aslında sarsılmıştır ve esas karlar mali dolaplar çeviren 'deha'lara akmaktadır. Bu dolapların ve düzenbazlıkların temeli, üretimin toplumsallaşmasında aranmalıdır, ne var ki, insanlığın bu toplumsallaşmaya kadar ulaşan muazzam ilerlemesi ... spekülatörlerin işine yaramaktadır.” (Emperyalizm, s. 28-29)

90 yıl sonra bugün, üretim çok daha yüksek bir düzeyde toplumsallaşmıştır. Küresel ölçekte, tarihte görülmemiş ölçekte, toplumsal zenginlik de artmış bulunmaktadır. Bilim ve teknoloji kendi tarihi gelişiminin doruklarına çıkmıştır. Ve bugün insanlık, adım başında çözebilecek durumda olduğu sorunlarla, kapitalizmin yarattığı devasa sorunlarla yüz yüze. Kapitalizm bu sorunların çözümünü engelliyor. Çünkü artan toplumsal zenginlik, gelişen bilim ve teknoloji, artan bir hızla ve oranda bir avuç azınlığın ellerinde birikiyor. Çünkü temel üretim araçları, üretim toplumsal yapıldığı/olduğu halde bir avuç kapitalistin elinde bulunmaktadır. Bir tarafta dağ gibi zenginlik, servet, lüks, refah birikirken, diğer tarafta yoksulluk, sefalet, açlık, işsizlik, fiziksel ve ahlaki çöküş, doğanın yıkımı sınırsız ve dizginsiz bir deryaya dönüşmüş bulunuyor. Bir avuç zenginin elinde toplumsal zenginliğin birikmesi, diğer uçta yoksulluğun birikmesinin nedenidir. Ve bu gelişme yasası, kapitalizmin mutlak ve genel yasası olarak, bugün en çarpıcı biçimler almış bulunuyor. Toplam dünya nüfusunun %85'ini oluşturan yoksulların gözden çıkarılmış olması, sermayenin maddi değer üretiminden giderek daha büyük bir oranda spekülasyona kayması, kapitalizmin insanlığın insani ve gerçek gelişmesini en keskin biçimlerde engellediğini kanıtlıyor. Oysa toplumsal üretici güçlerin gelişme düzeyi, üretimin küresel ölçekte toplumsallaşma derecesi, hazır toplumsal zenginlik, küresel ölçekte bilimsel kolektif bir planlı ekonomi ile, hemen ve doğrudan, hızla insanlığın yaşadığı başta maddi olmak üzere, maddi ve manevi yoksulluğu ortadan kaldırmaya elverişlidir. Hem de insanlık tarihinin hiçbir aşamasında görülmemiş ölçekte... Ama bunun da ön koşulu temel

üretim araçlarının toplumsallaştırılması, kapitalist mülk edinme biçimine son verilmesidir. Bu, sosyalist üretim ilişkilerinin yolunu açacaktır. Devasa toplumsal kaynakların insanlığın yararına seferber edilmesinin sosyalizm dışında bir yolu yoktur.

Çelişkinin çözümü proleter devrimin zaferinde yatmaktadır.

Proletaryanın burjuvaziye, sosyalist sistemin (ve kampın) kapitalizme, ezilen halkların emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı yürüttüğü büyük mücadelenin sonucu burjuvazinin, emperyalizmin toplumsal devrim tehdidini önlemek için vermek zorunda kaldığı tavizlerin de ürünü olan, “Keynesçi sosyal devlet” birikim modelini her bakımdan tasfiyesi ile bugün, kapitalizm gerçek saldırgan kimliğiyle çırılçıplak ortaya çıkmış bulunuyor.

“Kapitalist üretim biçiminin temeli para sermaye değildir” demiştik. Kapitalist sermaye, ödenmemiş emekten oluşur. Artı-değer gaspı kapitalist sermaye birikiminin ana kaynağıdır. Dolayısıyla sermaye, birikmiş artı değerdir. Ve artı değer, kapitalist üretim sürecinde yaratılır, dolaşım aracılığıyla pazarda realize edilir. Demek ki, artı-değeri yaratan sektör, para-sermaye sektörü değil, kapitalist maddi üretim sektörüdür. Kapitalist maddi üretim sektöründe (P-M- P') yaratılan artı-değer; kârın, faizin, rantın ana kaynağını oluşturur. Artı-değer, burjuvazi içerisinde kar, faiz, rant olarak dağılır. O halde para sermayesinin de kaynağı artı değerdir. Para sermaye artı-değer yaratmaz ama artı-değerden pay alarak, gasp ederek oluşur, gelişir, semirir. Ve o tümüyle tefeci, rantiyer, asalak karaktere sahiptir.

Bugün daha da yoğunlaşmış olan “ekonomilerin malileşmesi”, kapitalist emperyalizmin ve kapitalist dünya ekonomisinin dayanılmaz bir tarzda daha da asalaklaştığının, rantiyeleştiğinin, çürüdüğünün çok keskin kanıtlarından birisini oluşturmaktadır. Ama sefasını burjuvazi, cefasını ezilenler çekmektedir...

“Ekonomilerin malileşmesi”nin en nihayetinde bir sınırı olacaktır. Ekonomilerin tümden malileşmesi olanaklı değildir. En nihayetinde finansal sermayenin kaynağı artı-değerdir. Ve mali piyasalarda kâr oranlarının sürekli yüksek kalması, sürekli yükselmesi de olanaksızdır. ‘80'lerde Latin Amerika, ‘90'lı yıllarda Güneydoğu Asya ve 2007'de ABD önde gelmek üzere bugüne dek patlak veren mali krizler de bunu göstermektedir.

“... Bütün sermayeyi para sermayeye çevirme fikri, hiç kuşkusuz, düpedüz saçmalıktır. Hele, sermayenin, herhangi bir üretken işlevi yerine getirmeksizin, yani faizin ancak bir kısmını teşkil ettiği artı-değeri yaratmaksızın, kapitalist üretim tarzı temeli üzerinde faiz sağlayabileceğini; kapitalist üretim tarzının, kapitalist üretim olmaksızın da yoluna devam edebileceğini düşünmek daha da büyük saçmalık olur. Eğer kapitalistlerin çok büyük bir kısmı, sermayelerini para-sermayeye çevirecek olsaydı, para sermayede korkunç bir değer kaybı, faiz oranında müthiş bir düşme olur, pek çoğu hemen, faizle yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelir ve tekrar sanayi kapitalisti haline gelmek zorunda kalırlardı.” (Kapital, C. III, s. 332)

Tekel, emperyalizmin ekonomik özüdür. Bundan dolayıdır ki Lenin, “Emperyalizm tekelci kapitalizmdir” der. Bugün çapı, temposu vs. hızlanarak büyüyen para sermaye, mali piyasalar, mali kapkaççılar, sermayenin maddi üretimden mali piyasalara yönelmesi ve yığılması, ekonomik temeli tekel olan emperyalizmin ulaştığı yeni düzeyi ifade eder. “Esas karlar mali dolaplar çeviren 'deha'lara akmaktadır.” Bütün dünya ekonomileri ve halkları uluslararası tekeller, spekülatif sermaye adına “haraca” kesilmiştir. Her türlü mali işlemler ve hareketler, uluslararası tekellerin ve para kapkaççılarının kasalarına akmaktadır. Özelleştirme vurgunuyla da devasa tatlı karlar elde etmektedirler. İç ve dış kamu açıklarının finansmanı adı altında burjuva devletler ağı devasa bir emme ve basma tulumbası gibi çalışarak toplumsal zenginlikleri fütursuzca mali oligarşiye, mali oligarşi piramidinin tepesinde bağdaş kurmuş para oligarklarına akıtmaktadır. Mali krizler, krizsel dalgalanmalar, döviz vb. faizle kedinin fareyle oynanması gibi durumlardan ve etkinliklerden daima uluslararası dev tekeller, para spekülatörleri kazançlı çıkmakta; ülkelerin, halkların, proletaryanın derisi üç-beş kez daha yüzülmekte, emperyalizme bağımlı ülkelerin borçları katlanmakta; yerli şirketler vs. elden çıkmakta, uluslararası tekellere ve emperyalist devletlere sayısız ekonomik, siyasi, askeri tavizler verilmektedir... Günümüzün en çarpıcı gerçekleri bu olguları açıkça göstermektedir.

Kapitalist uluslararasılaşma ve uluslararasılaşmanın daha da gelişmesi kapitalist dünya ekonomisinin bütünleşme sürecini de geliştirmiştir. Bu gelişmenin eşitsizliği, uzlaşmaz karşıtlıklarla parçalanmış olması, eşitsizliklerin hızla keskinleşmesi, ekonomik, politik vb. bölgesel bloklaşmaların gelişmesi, gittikçe sertleşen emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi gibi olgularla iç içe gelişmesi vurgulanmalıdır. Ama her halükarda emperyalist küreselleşmenin ivmelenmesi ve ulaştığı gelişme düzeyi ile ekonomik, ticari, mali krizler de daha fazla uluslararasılaşmış bulunmaktadır.

Bu bağlamda, dünya ekonomisi, emperyalist merkezlerde ya da bağımlı ülkelerde patlak verecek ekonomik ve mali krizlere karşı çok daha duyarlı ve kırılgan hale gelmiştir. Krizlerin hızla küreselleşmesi, krizlerin önlenmesi, geçiştirilmesi, bastırılması ya da aşılması için küresel çapta müdahale edilmesinin zorunluluğu tarihin hiçbir döneminde bu denli yakıcı bir olgu olarak gündemleşmemiştir.

Bugün emperyalist dünya ekonomisi tarihte görülmemiş ölçekte bir mali kriz tehlikesiyle de karşı karşıya bulunmaktadır. ABD'de, AB'de, Latin Amerika'da, Güneydoğu ve Doğu Asya'da ‘80'lerden bu yana patlak vermiş olan mali krizler, ancak küresel emperyalist müdahalelerle şu veya bir biçimde aşılabilmiştir. Ancak bu krizler daha büyük ve dünya ekonomilerini derinden vuracak daha yıkıcı küresel mali krizlere doğru gidişte birer dip dalgası, öncü dalgalar olarak görülebilir. Daha sert patlamalar şimdilik emperyalist devletler, IMF gibi kurumların küresel müdahaleleriyle bastırılabilmiş, geçiştirilebilmiştir. Sadece şimdilik! En nihayetinde deniz bitecektir...

Kapitalist sınıfın bizzat üretimle hiçbir bağı kalmamıştır. Üretim bakımından ele alındığında burjuvazi çoktandır gereksiz ve asalak bir sınıfa dönüşmüştür. Emperyalizmle birlikte bu olgu, daha çarpıcı biçimde açığa çıkmıştır. Üretim süreçleri kapitalistler tarafından değil, profesyonel ücretli elemanlar tarafından örgütlenmektedir. Kapitalizmin çürümesi ve asalaklığı bir de buradan göz çıkarmaktadır. Bu olguyla birlikte, “para sermayeyi sanayi sermayesinden ya da üretken sermayeden, sadece para sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiyeyi sanayiciden ve sermaye üzerindeki doğrudan tasarrufta bulunan kişilerden ayırmak genel olarak kapitalizmin özelliğidir. Emperyalizm, ya da mali sermayenin egemenliği, bu ayrımın muazzam ölçülere ulaştığı kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Mali sermayenin, sermayenin öteki çeşitlerinin tümü üzerindeki üstünlüğü, rantiyenin ve mali oligarşinin üstünlüğü, mali açıdan güçlü birkaç devletin üstünlüğü anlamına gelmektedir.” (Lenin, Emperyalizm, s. 62)

“Emperyalizm, az sayıda ülkede para sermayenin olağanüstü büyümesine yol açar, öyle ki, daha önce gördüğümüz gibi 100-150 milyar frank tutarında [ya bugün!...] kıymetli evraka ulaşmıştır. Rantiye sınıfın ya da daha doğrusu rantiye tabakanın, yani 'kupon kırpmakla' yaşayan, herhangi bir işletmenin çalışmasına katılmayan, meslekleri avarelik olan insanların olağanüstü artması bundandır. Emperyalizmin en önemli ekonomik temellerinden biri olan sermaye ihracı, rantiye tabakanın üretimden tamamen kopukluğunu daha da arttırır ve deniz aşırı bazı ülkelerin ve sömürgelerin emeğinin sömürüsüyle yaşayan ülkenin bütününe asalaklık damgasını vurur.” (Age, s. 103)

Bütün bunlar, “Emperyalizme, onu asalak ve çürüyen kapitalizm olarak nitelememize yol açan özellikler kazandırmıştır. Burjuvazinin artan ölçüde sermaye ihracından gelen kazançlar ve 'kupon kırpmak'la yaşadığı 'rantiye devlet', tefeci devlet, giderek daha belirgin biçimde, emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.” (s. 132)

Lenin'in yukarıdaki çözümlemeleri de günümüz emperyalizminin tipik özellikleridir. Emperyalist küreselleşmenin artan temposuyla ortaya çıkan ve gelişen uluslararası tekeller (ki Lenin uluslararası tekelleri “sermayenin uluslararasılaşmasının en çarpıcı ifade biçimlerinden biri olarak” -age, s. 77- görür), ekonomilerin malileşmesi, dünyanın bir avuç tefeci devlet ile borçlu ülkeler olarak ikiye bölünmesi, para sermayenin büyümesi, rantiyer tabakanın ve asalaklığın devasa boyutlara varması, dünyanın mali bakımdan tam köleleştirilmesi bugün, Lenin'in yaşadığı döneme göre çok daha çarpıcı gerçeklere dönüşmüş bulunuyor. Açık ki, Lenin ve Leninizm, bugünü dünden okumuş ve açıklamıştır bilimsel olarak. Günümüz emperyalizmi de, emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikler de ancak Marksizm-Leninizme, Lenin'in emperyalizm ve çağ tahlillerine dayanılarak kavranabilir...

Evet, emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Finans kapital, sanayi sermayesi ile banka, para sermayenin içiçe geçerek kaynaşmasının ürünüdür. Her biçimiyle uluslararası tekeller, mali sermayeyi, mali sermaye temeline oturan mali oligarşiyi oluşturmaktadır. Bugün para sermayenin mali sermaye piramidinin iplerini daha sıkı ele geçirmiş olan para sermayenin yoğunlaşan hakimiyeti mali oligarşinin yoğunlaşan hakimiyeti; mali oligarşinin yoğunlaşan hakimiyeti para sermayenin yoğunlaşan hakimiyeti demektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi