TKP 8. Kongresi: Sosyal Şovenizmin Çizgileştirilmesi

Ocak 2007 tarihli 8. Kongre Raporu’nun siyasi tezler ve konular bölümünde TKP, Türk burjuvazisinin egemenlik aygıtı devletin merkezilik özelliğini ve “sınıflar arasında hakemlik yapma iddiasını tamamen yitirme durumuyla karşı karşıya kaldığı” için dertleniyor. Bunun emperyalist hegemonyanın derinleşmesi karşısında yurtseverce bir duygulanış olduğuna inanmamızı ve “yurtsever cephe” saflarında toplanmamızı istiyor.(1)

Devlet yeniden yapılandırılırken, inisiyatifin emperyalistlere geçmesiyle egemenlerin “liberal ve statükocu” kesimler olarak saflaştığını, böylece “devletin” ‘ortak aklı’nın büyük ölçüde ‘kaybolduğu’nu, bunun ise devleti krize taşıyan bir çözülmeyle yüz yüze bıraktığını ileri sürüyor.

TKP’ye göre emperyalistlerin, “Türkiye’nin daha zayıf, daha kısıtlanmış, daha küçültülebilir bir ülke haline getirilmesi” planlarına “statükocular” itiraz etmektedirler. Statükocuların kazanma şansını zayıf gören TKP, onların “eski pazarlık gücünü koruma” mücadelesi yürüttüklerini söylüyor. Buna karşı neyin pazarlığını yaptıklarını ortaya koymaktan dikkatle kaçınıyor. Sorunu öyle ifadelendiriyor ki, sanırsınız “statükocular”, egemen sınıf ve güçlerin, örneğin ABD’nin bölgesel çıkarları ve durumuyla sürtünen özgün burjuva çıkarları için değil de, “halkın ulusal onuru”, “halkın ulusal hakları” adına pazarlık peşindedir!

Emperyalist küreselleşme koşullarının ürünü ve ihtiyacı olarak kapitalist-emperyalist devletlerin yeniden yapılandırılmasını -sosyal devletin en küçük zerreciğine kadar tasfiyesi, kimi ‘ulusal’ yasaların uluslararası yasalarla çerçevelenmesi, devletin işlevinin vergi toplayıcılığı, bekçilik, iç savaş ve paylaşım savaşı aygıtına indirgenmesi vb.- mevcut rejimin krizinin asli nedeni, hatta kendisi olarak sunarak, siyasi mücadelede “sosyalist arılık” adına suya sabuna dokunmayan tavrını “yurtsever cephe stratejisi” ile sürdürmeye çalışıyor.

TKP yönetimi ve 8. Kongresi; Kürt ulusal devriminin, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci mücadelesinin, baskı altındaki ulusal toplulukların ve Alevi mezhebinden kitlelerin demokratik uyanışının, son olarak da vurgulanan koşullarda, kendini ifade ve taleplerde bulunma cesareti artan, kitle desteğini güçlendirmeyi başaran politik İslamcı hareketin değişik düzeylerde pay sahibi olduğu ve dahası 1994’te bir realite olan rejim krizi üzerine bir tek söz etmiyor. Ancak günümüzde bir “çözülme” ve bu çözülmenin koşullarından doğan bir “rejim krizi”nden söz ediyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin bu denklemde yeri yok. O nedenle de, “zaten bu haliyle çözülme sürecine bir olumluluk yakıştırmak söz konusu olamaz” diyor.(2)

TKP yöneticileri, sorunları kavrayışları bir yana, işçi sınıfı ve ezilenlerin gerek hazır, gerekse de potansiyel demokratik ve devrimci enerjisine ne bir inanç, ne de güven duyuyorlar. TKP Genel Başkanı Aydemir Güler’e göre toplum bir akıl yitimi içindedir. “Karşımızda, duran göstere göstere yaklaşan tehlikelerin toplumumuzda kabına sığmaz bir tepkiye neden olmaması, akıl yitiminin tüm toplumu kucakladığının bir kanıtı değil midir?” diye soruyor!(3) Ona göre, “Türkiye halkı kurtuluştan umudunu kesmiş haldedir.”(4) Metin Çulhaoğlu ise, “Denecektir ki toplumda mücadeleye ve örgütlenmeye ciddi bir talep yok”(5) iddiasını hareket zemini olarak kabul edip “arz”ın belirli bir talep yaratabileceğine inanılması “iyimserliğini” salık veriyor! TKP, umudunu, “Türkiye toplumunun ABD’ye beslediği derin güvensizlik ve öfke”ye bağlamıştır.(6) Şayet bunu sol bir kimliğe kavuşturmayı başarırlarsa sorun çözülecektir. O yüzden de onca “sosyalist devrim” teorisine ve laf salatasına karşın 8. Kongre, TKP’nin “işçi sınıfını yurtseverliğin gücüyle ayağa kaldırabileceğine inanıyor.”(7) “Türkiye işçi sınıfı yerelleşmeye, merkezi iktidarın rol ve sorumluluklarının azaltılmasına, egemenliğin Avrupa Birliği’ne devrine, toplumsal ve siyasal alanın dincileştirilmesine, Kürt ve Türk halkının birbirinden koparılmasına, Türkiye’nin emperyalist projeler doğrultusunda parçalanmasının gündemde tutulmasına karşı koymadan işsizlik, yoksulluk, özelleştirme, sendikasızlaştırma gibi başlıklarda söz sahibi olmayacaktır” diyor.(8)

Doğaldır ki, aynı çerçevede TKP’nin “görevi devletin çözülme sürecinden emperyalizmin bu coğrafyadaki hegemonyasını pekiştirerek, sermaye sınıfının ise emekçi kitleler karşısındaki konumunu güçlendirerek çıkmasını engellemektir.”(9)

“Durumu” kavrayışı ve saptadığı görevlerin zemini nedeniyledir ki, TKP’nin bir dizi konuda nesnel olarak “statükocular” cephesine eklemlenmesi şaşırtıcı olmuyor. Hrant Dink’in uğurlama yürüyüşü karşısındaki gerici, sosyal-şoven tavrı bunun canlı kanıtıydı. Öyle ki TKP, Hrant Dink’in katledilmesinin ardında faşist kontrgerilla cumhuriyetini, onun ezilenlerin mücadelesine set çekme, ilerici aydınları yıldırma hedeflerini vb. değil, Siyasi Bürosu adına Kemal Okuyan’ın sözleriyle, “bölgesel çekişmeleri, emperyalist müdahaleleri” görmektedir!(11) Aynı dönemdeki 8. Kongresinde, Kürt ulusal sorunu ve ulusal kitle hareketi konusundaki değerlendirme ve kararıyla sosyal şovenizmi çizgileştirdiğini ilan etmesi de gelişmenin doğal doğrultusu sayılmalıdır. 27 Nisan faşist muhtırasına verdikleri utangaç destek, muhtıranın “gericiliğe karşı” verildiği tespitini yapmaları da bu yedeklenmenin biçimlerinden birisi olmuştur.

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Sorunu

TKP’nin 8. Kongresi, günümüzdeki “Marksist” teorik ve siyasal cephaneliğe “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” şiarının 21. yüzyıl için anlamını ve değerini kaybettiği tezini ekliyor!

Şu sözler onun için; “Emperyalizmin henüz doğum aşamasında olduğu 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak bugüne kadar ‘ulusal sorun’ olarak tanımlanabilecek bütün başlıklar, emperyalist projelerin vazgeçilmez parçaları oldular.” ‘90’lı yıllardan itibaren ise Balkanlar örneğinde görüldüğü gibi “etnik ve ulusal ayrılıklar” tamamen onların kontrolüne girdi.(12)

Kemal Okuyan’ın sözleriyle, ki zaten, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı Marksist bir ilke değildir, 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir ilkedir. 20. yüzyılda bu ilke büyük ihtilalci Lenin tarafından gündeme getirildiğinde, ileri sürüldüğünde dünyada emperyalizme karşı hakların kurtuluş savaşları söz konusuydu.”(13)

Bayağı, şovenist görüşlerin ve sosyal şoven çizginin dayanakları böyle oluşturuluyor. Lenin’i “büyük ihtilalci”ye indirgemek, Leninizmi Marksizmden ayırmak, Marksizmi Marx-Engels’in söylediklerinden ibaret göstermek, Okuyangillerin çok geç kaldıkları eski bir hokkabazlıktır. Fakat konudan sapmamak için bunu bir yana bırakalım.

Marksizmin ruhuyla, canlı özüyle değil de, lafzıyla ilgili olanlar, Marksizmi kavramak yerine üzerine yatanlar ne derse desin, “ulusların kaderlerini tayin hakkı” Marksist bir ilkedir. Lenin’in sözleriyle: “Marx’ın daima (aç, Lenin) sadık kaldığı o temel sosyalist prensibin: Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz prensibinin” emperyalizm ve proleter devrimler çağındaki yeni formülasyonundan ibarettir.(abç)(14)

Kaldı ki; Marx ve Engels, yaşadıkları dönemde, bir sosyalist ilke ileri sürmekle yetinmek, boy verdiği kadarıyla ulusal hareketlere kayıtsız kalmak bir yana, her birini somut olarak inceleyerek açık bir politik tutum takınmışlardır. Almanların, Macarların, Polonyalıların ulusal hareketini desteklemek, İrlanda’nın bağımsızlığını savunmak, Çeklerin ve Güney Slavların hareketini Rus feodal çarlık emperyalizminin ileri karakolu olmaları nedeniyle desteklememek vb.

Lenin’in katkısı, “o temel sosyalist prensibi” yeni koşullarda formüle etmek ve politik pratikte ona daima sadık kalmaktır.

Peki, ulusal sorunların önemli ölçüde 20. yüzyılda çözülmüş olmaları veya TKP 8. Kongresinin artık “etnik ve ulusal ayrılıklar tamamen emperyalizmin kontrolüne girdi” diyerek, emperyalizmin “korkunç egemenliği” karşısında diz çöküp, “elveda ulusal hareket” demesi -hem de sosyalizm adına- meselenin özünde herhangi bir şey değiştirir mi?

Lenin, bir olasılıklar hesabı üzerinden şunları söylüyordu: “Eğer gerçeklik, sosyalist proletaryanın ilk zaferine kadar, bugün ezilen ulusların sadece beş yüzde birinin, kendisini kurtardığını ve ayrıldığını, yeryüzünde sosyalist proletaryanın son zaferine kadar (yani artık başlamış bulunan sosyalist devrimin değişen durumları sırasında) ezilen halkların sadece beş yüzde birinin kendisini kurtardığını ve ayrıldığını -hem de çok kısa bir süre için- gösterecek olsa bile, bu durumda bile, işçilere şimdiden tüm ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünü tanımayan ve propaganda etmeyen ezen ulus sosyalistlerine sosyal-demokrat partilerin eşiğinden içeri adım attırmamalarını öğütlediğimizde hem teorik, hem de pratik olarak haklıyız.”(aç, Lenin)(15)

TKP 8. Kongresinin ve yöneticilerinin, ulusların kaderlerini tayin hakkı konusunda Marksizm adına ileri sürdüğü tezler şoven birer safsatadan ibarettir. Bu, Kürt ulusal sorunundaki tutumları incelenmeye başlandığında tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Zaten, TKP’yi yukarıdaki tipten tezler imal etmeye zorlayan “gerçek” veya özel durum; ayrı devlet sınırları içinde iki ulus, iki ülke bulunması ve bunlardan birinin diğerini pratik ve ekonomik ilhak yoluyla boyunduruk altında tutmasıdır. Bu koşullarda genel olarak enternasyonalizm, genel olarak sosyalizm, genel olarak halkların ulusal kaderini tayin hakkı üzerine sözler, teorik kabuller bir işe yaramamakta, politik koşullar ve mücadele bunları somut duruma uygulamayı dayatmaktadır. TKP’nin sosyal şoven sefaletini gözler önüne seren de bu turnusol kağıdıdır.

Kürt Ulusal Sorunu Ve TKP Sosyal-Şovenizmi

TKP 8. Kongre Raporu, siyasi tezlerinin onyedincisinde şöyle deniyor: “Kürt sorununu antiemperyalist bir temelde değerlendirmenin biricik enternasyonalist tutum olduğunu kamuoyuna bir kez daha açıklar.” “Türkiye’deki Kürt emekçilerini emperyalizme ve sömürüye karşı yurtsever Cephe’de örgütlenmeye çağırır.” (abç)(16)

Görüldüğü gibi TKP, genel söylemlerin ötesine geçmek, somut, canlı bir politik mesele olarak Kürt ulusal sorunuyla ilişkilenmek zorunda kaldığı anda egemen ulusun ayrıcalıkları mevzisinden konuşmaya başlamaktadır. Bunu sol söylemlerle, enternasyonalizm gibi en yüksekte tutulması gereken Marksist-Leninist ilkeyle sıvamaya kalkması bir işe yaramamakta, sosyal şoven niteliği kendini daha belirgin biçimde ortaya koymaktadır.

TKP, bütün sosyal-şovenler gibi, özsel olarak, “başka halkları ezen bir halk özgür olamaz” ve “işçilerin vatanı bütün dünyadır” şiarlarında somutlaşan proletarya enternasyonalizmini pervasızca ters yüz etmekte, onu bir halkın ulusal haklarının prangası haline getirmektedir.

Açıktır ki, bir Marksist-Leninist için ulusal sorunda, “Biricik enternasyonalist tutum”, politik ilhak altındaki bir ulusun kendi devletini kurma hakkını savunmakta ve propaganda etmekte cisimleşir. Bir ulusal hareketi belirli bir somut durumda destekleyip desteklememek bununla asla özdeşleştirilemez. Belirli bir zamanda ve koşulda emperyalizmin işbirlikçisi olduğu için bir ulusal hareketi desteklemediğiniz durumda da, o ulusun mevcut sömürgecisinin boyunduruğu altında tutulmasını meşru gösteremezsiniz.

TKP, ulusal sorunda enternasyonalist ilkenin yerine, somut bir ulusal hareket karşısındaki politik tavrı geçirerek hokkabazlığı sürdürüyor ama, bu onun “hilesini” daha açık hale getiriyor. Lenin, sorunu şöyle koyuyordu: “Ezen ülkelerde işçilerin enternasyonalist eğitiminin ağırlık merkezi, mutlaka ezilen ülkelerin ayrılma özgürlüğünü propaganda etmek ve savunmak olmak zorundadır. Bu olmadan enternasyonalizm olmaz. Bu propagandayı yapmayan her ezen ulustan sosyal-demokrata, emperyalist ve alçak muamelesi yapmak görev ve yükümlüğünüzdür. Sosyalizm kurulmadan önce ayrılma durumu binde bir olanaklı olsa ve ‘uygulanabilir’ olsa da, bu mutlak bir taleptir.” (aç. Lenin)(17)

Oysa; TKP 8. Kongresi ve gerek kongre öncesi, gerek kongredeki konuşmalarıyla yöneticileri, bırakalım Kürt ulusunun ayrılma hakkını propaganda etmeyi ve savunmayı, tersine bunu dile getirenleri, hatta ulusal demokratik kitle hareketini “emperyalizmin bölge projelerine” eklemlenmekle suçluyor ve ezen ulus proletaryasına “ezilen ulus milliyetçiliğine hoşgörü ile yaklaşmamayı” öğütlüyor!

TKP 8. Kongresi, siyasi ve iktisadi ilhak altında tutulmakla kalmayan, aynı zamanda ulusal varlığı da inkar edilen bu mazlum halkın haklarından, bunlar uğruna mücadelede kendi üzerine düşenlerden söz etmeye bile gerek duymamaktadır. Ulusal devrimci talep olarak ayrılma özgürlüğü ve bugünkü Kürt ulusal hareketinin inkarın son bulmasına dayanan ulusal demokratik talepleri TKP’nin umurunda değildir. Onun son kongresinde “Kürt emekçileri”ni çağırabildiği yer, “emperyalizme ve sömürüye” karşı mücadeledir! Emperyalist boyunduruk ve planlara karşı, “işçi sınıfını yurtseverliğin gücüyle ayağa kaldırabileceğine inanan” TKP 8. Kongresi, nedense ulusal inkarın ve sömürgeci boyunduruğun en derin acısını yaşayan, bu temelde ortaya büyük bir devrimci enerji çıkarmış olan Kuzey Kürdistan işçi sınıfını ve halkını “Ulusal özgürlük talebinin gücüyle ayağa kaldırmayı” aklından bile geçirmiyor! Türkiye işçi sınıfının bu talebi, öncü tarzda sahipleneceği bir “özgürlük cephesi” kurmaya davet etmiyor! Meseleye sosyal şovenist veya egemen ulusun ayrıcalıklarını meşru gören bir temelde bakıldığı gerçeği bundan daha açık bir kanıt gerektirir mi?

Bu durum kendini K. Kürdistan ulusal mücadelesine ve ulusal demokratik kitle hareketine bakışta da ortaya koymaktadır.

TKP 8. Kongresine göre, “Bugün bir devrimci dinamik olarak Kürt hareketinden söz etmek olanaksızdır, Kürt sorunu ‘emperyalizmin bölgesel açılımları’ ve emekçi hareketin merkezi gündemlerinden birisi olarak değerlendirilmelidir.”

“Türk liberalleri ve milliyetçileri ile Kürt liberalleri ve milliyetçilerinin, ABD’nin başını çektiği emperyalist ülkelerin açılımlarına bağımlı hale geldiğine işaret eder ve bu koşullarda ezen ya da ezilen ulus milliyetçiliğine hoşgörü ile yaklaşmanın söz konusu olamayacağını, bölgemizde Türk ve Kürt milliyetçiliğinin birbirlerini tamamlayarak ABD’ye büyük bir hareket serbestliği sağladığını vurgular.”(18)

TKP 8. Kongresi kafasını kaldırıp K. Kürdistan’daki ulusal demokratik mücadeleye, ulusal kitle hareketine; inkar son bulsun, ulusal varlığımızın kaydedileceği yeni bir Anayasa yapılsın, anadilde eğitim hakkımız tanınsın, ulusal kimliğimizle siyaset hakkımız kabul edilsin, ulusal mücadelede esir düşenler serbest bırakılsın, askeri güçlerin ülke kentlerine, köylerine dönüş ve siyaset hakkı yasal güvenceye kavuşturulsun, koruculuk lağvedilsin, zorunlu göç mağdurları geri dönsün ve zararları karşılansın gibi taleplerle kimi zaman yüzler ve binler, kimi zaman on binler ve yüz binler halinde sokakları, alanları dolduranlara, serhıldanlara girişenlere baktığında, inkarcı-sömürgeci boyunduruğa karşı bir dinamiği değil de ABD ve AB’nin “bölgesel açılımları”nı görüyor! Böylece; ezen ulus milliyetçiliği ile eşitlediği ezilen ulusun milliyetçiliğine neden “hoşgörü ile yaklaşılmayacağım” da izah etmiş oluyor! Sosyal şoven bayağılığın vardığı yer burasıdır.

TKP, “o temel sosyalist prensibi”, zorla belirli bir devlet sınırları içinde tutulan ulusun ayrılma hakkını rafa kaldırmakla kalmıyor, ulusal sorunda parti tercihi olan “birlikçiliği” tam hak eşitliği biçiminde somutlaştırıp, Kürt ulusal hareketinin demokratik taleplerini desteklemek gibi bir tutuma da girmiyor. Tersine, ulusal demokratik mücadeleyi ve Kürt ulusal kitle hareketini, yenilgiye uğratılması gereken ABD ve AB işbirlikçisi “bölücü” bir mihrak gibi görüyor!

“TKP enternasyonalizminin, işçi sınıfı enternasyonalizmi ile bir ilişkisi bulunmadığı, hatta demokratik bir içerik bile taşımadığı ortadadır. TKP 8. Kongresi’nin bütün yaptığı, Türk burjuvazisinin ve devletinin tekelindeki sömürgeye dört elle sarılmaktan, ulusal boyunduruğu antiemperyalist bir sosla örtüp meşrulaştırmaya çalışmaktan ibarettir.

İşte Bir Başka Kanıt

Kongrede yaptığı konuşmada Kemal Okuyan, “Kürtlerin hakları için mücadele; Türkiye Komünist Partisi bu mücadeleyi yıllardır veren bir partidir, vermeye de devam edecek. Ama birlikçi bir perspektifle. Bakın arkadaşlar, Türkiye’de Türklerin ve Kürtlerin ayrılması durumunda -çatışmayı falan kastetmiyorum- yollarını ve yönlerini ayırması durumunda bizim gelecekte sosyalist cumhuriyetimiz olacak olan toprakların geleceği biter” diyor.(19)

Bunlar; Marksizm, sosyalizm, enternasyonalizm adına söyleniyor!

“Birlikçi perspektif’ öyle mi? O halde dinleyin sosyal şovenist beyler, bakın “birlikçi perspektif’in doruğundaki Lenin ne diyor! “Sosyalist devrimi gerçekleştirecek ve burjuvaziyi devirecek durumda olmak için işçiler daha sıkı birleşmelidirler ve kendi kaderini tayin için, yani ilhaklara karşı mücadele bu sıkı birliğe hizmet eder.”(abç)(20)

TKP, yıllardır Kürt hakları için mücadele veriyormuş! Hangi mücadele? Kürt ulusunun ayrılma hakkı üzerine bir politik kitle çalışması mı yürüttünüz? Kürtlere yönelik linç saldırılarına karşı sokaklarda bedel mi ödediniz? Kürt ulusal varlığının tanınması, anadilde eğitim için kampanyalar mı yürüttünüz? Kürdistan dağlarında gerilla avına çıkan kelle kulak avcılarına, sömürgeci askeri saldırılara karşı protestolar mı düzenlediniz? Örneğin, Tamil halkından bahseder gibi Sri Lanka egemenlerine karşı Tamil halkının varlığını ve haklarını tanıyoruz diye yazmaktan, birkaç söz etmekten başka bu canlı politik sorunla günlük mücadele içinde ne zaman, nasıl ilişkilendiniz? “Programımızda yazıyor, iktidara geldiğimizde sosyalizm koşullarında çözeceğiz”in ötesinde hangi pratiklere giriştiniz? Bırakalım bütün bunları, öyle ulusal özgürlük hakkını bile dayatmayan, sömürgecilik koşullarında ulusal inkarın son bulması için ulusal demokratik taleplerle mücadele yürüten Kürt halk kitleleri ile nerede, ne zaman omuz omuza oldunuz?

Büyük devletler sosyalizmin inşası için daha elverişlidir. 20. yüzyıl deneyimleri bunu bir tez olmaktan çıkardı, önemini ve hayatiyetini gözler önüne serdi. ‘İşçilerin vatanı bütün dünyadır’ perspektifinin yüklediği enternasyonalist görevler de meselenin bir başka boyutu. Cumhuriyetler birliği tarzında, ulusların tam hak eşitliğine dayalı federatif devletler, amaca en uygun biçimdir. Bunların bölgesel bir çerçeveye oturması görüş açısından hareket edilmelidir. Ne var ki, böylesi birlikler ancak daha bugünden halklar arasında kurulacak güven ilişkileriyle eşitlik, özgürlük, gönüllülük temelinde oluşturulabilir. Şoven ve sosyal-şoven düşünce ve pratikler bunun en büyük engelidir.

Kemal Okuyan (ve TKP) gibi, “Türk ve Kürtler yollarını, yönlerini ayırırlarsa bu toprakların geleceği biter” tarzı sosyal şoven korkutmacalarla, demagojilerle eşit, özgür, gönüllü birlik oluşturulamaz. “Türkler” sözcüğünün burada basit bir göz boyama olduğu açıktır. Ayrılma talebi, olsa olsa boyunduruk altındaki ulustan gelebilir. İlhakçının “yolunu, yönünü” ayırmak istediğini yazmadı daha tarih. Demek ki, sözler ezilen ulusa. Kendine komünist dediğine göre Kürt ulusunun ayrılma özgürlüğünü propaganda etmesi ve savunması, Türk işçilerinin enternasyonalist eğitimini bu yoldan yerine getirmesi gereken TKP ve yöneticileri, tam tersi bir yoldan, sosyal şovenizm yolundan ilerliyorlar. Ayrılma hakkını savunmanın ve elbette ayrılmayı istemenin ne kadar kötü bir tutum olduğunu propaganda ediyorlar. Kuzey Kürdistan’daki emekçi karakterli ezilen ulus milliyetçiliğine veya yurtseverliğine, hiçbir hoşgörü gösterilemeyeceğini ilan ediyorlar. Ezilen ulus yurtseverliğini, ezen ulus saflarındaki ırkçı-faşist güruhlarla aynı işlevdeymiş gibi sunuyorlar.

Bunun adı da komünistlik oluyor! Ne utanmazlık!

TKP 8. Kongresi kararlarının ikincisinin ilk maddesinde şöyle deniyor: “Kürt sorununa ilişkin sosyalizm programına yazılan ilke ve hedeflerin güncel bağlantılarıyla birlikte emekçi kitlelere anlatılması için eldeki seslenme araçlarının etkili biçimde kullanılması (...) konusunda parti merkezi daha fazla çaba göstermelidir.”(21)

“Güncel bağlantılarıyla” anlatmanın ne demek olduğunu yakından gördük. “Sosyalizm programındaki ilke ve hedeflere” gelince, sözü Lenin’e bırakarak kapatalım konuyu:

“Ulusların kendi kaderlerini tayinini aşağı yukarı bay Plehanov, Potresov ve ortakları gibi, yani Çarlık tarafından ezilen ulusların ayrılma özgürlüğü için mücadele etmeden ‘tanıyan’ bir Rus sosyal demokratı gerçekte bir emperyalist ve çarlık uşağıdır.” (aç. Lenin)(22)

Ah şu Kürt ulusal sorunu olmasa, TKP ne yaman bir enternasyonalist olacaktı!

Dipnotlar

1- Gelenek Dergisi, sayı 94

2- Agd. s. 10

3- Agd. s. 39

4- Agd. s. 42

5- Agd. s. 54

6- Agd. s. 40

7- Agd. s. 37

8- Agd. s. 10

9- Agd. s. 10

10- Atılım Gazetesi, 10 Şubat 2007, “TKP niye ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyemedi?”

11- Agd. s. 73

12- Agd. s. 16

13- Agd. s. 77

14- Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, İnter Yay., s. 375

15- Lenin, Age. s. 455

16- Gelenek, sayı 94, s. 17

17- Lenin, Age. s. 380

18- Gelenek, sayı 94, s. 17

19- Agd. s. 33-34

20- Lenin, Age. s. 370

21- Gelenek, sayı 94, s. 34

22- Lenin, Age. s. 394

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi