Sayı 23 / Ocak-Şubat 2006

Susurluk adının, Ege’nin alelade bir kasabasını temsil etmekten başka anlamı yoktu önceleri... Ancak 3 Kasım 1996’dan sonra bilinen olaylardan/nedenlerden dolayı durum tamamen değişti. Susurluk, bir kasabanın adı olmaktan çıktı, çok daha ‘derin’ bir anlam kazandı. O artık politik literatürün kavramsal bir niteliği haline geldi. Susurluk, çıplak burjuva devletti! Parlamenter kabuğun arkasındaki mevcut faşist-militarist devlet yapılanması, yönetimi ve işleyişinin bütün ‘yasadışı’ içeriğiyle görünür hale gelmesini simgeleyen bir kavramdı, Susurluk. O nedenle geniş halk yığınlarının, devlet ve onun temel kurumlan hakkında taşıdığı güven duygusu büyük darbe aldı. Yanılsama, devlet gerçeğinin çıplak hale bürünmüş görünümleri karşısında etkisini yitirmeye yüz tuttu.

Yapısal kriz gerçeği ve yapısal krizin aşılması devrimci görevi, iddia sahibi bütün devrimcilerin ve devrimci yapıların hayati sorunlarının başında yer alıyor. Uluslararası devrimci hareketin yapısal krizi aşması ya da aynı anlama gelmek üzere yeniden yapılanması, yani devrimci önderlik krizinin aşılması hiç kuşkusuz bir teoripratik birliği sorunudur. Yapısal krizin materyalist analizi, yapısal krize bilinçli, iradi müdahalenin zemini/temeli olduğu içindir ki, tasfiyeci yapısal kriz teori ve analizlerinin eleştirisi de bu teori-pratik birliği içerisindedir. Burada, krizin materyalist tahlilinin derinleştirilmesi ve keza dogmatik yaklaşımlar ile, yapısal kriz gerçeğinden kaçan, “yeniden yapılanma” görevini reddeden ya da geride kalan dönemin devrimci kazanımlarını ve keza bizzat kriz döneminde, krizin aşılması ve yeniden yapılanma yolunda elde edilen devrimci kazanımları reddeden tasfiyeci yaklaşımlarla ideolojik mücadelenin öneminin altını çizme gereksinimi duyuyoruz. Bu iki eğilimin aynı düzeyde ele alınması olanaklı olmadığı gibi, böyle bir yaklaşım doğru da olmaz. Bilinç ve Eylem yazarlarından Mehmet Güneş’in, derginin 1. sayısında yer alan “kriz” teori ve analizlerinin eleştirisiyle ikincisinin neden daha tehlikeli olduğu görülecektir.

27 Ekim tarihinde göçmen kökenli yoksullarının kaldığı Paris’in kuzey doğusundaki Clichy-sous-Bois semtinde, polisin kovaladığı iki göçmen kökenli gencin elektrik santralinde yaşamlarını yitirmesi, Fransız hükümetinin göçmen kökenli gençlere yönelik saldırılarına karşı biriken tepkiyi tetikledi. Hemen o gün, polisin saldırganlığına karşı birikmiş öfke sokakları ateş çemberine çevirdi.

Irak’ta İşgale Hayır Koordinasyonunun davetlisi olarak, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Komutanlık üyesi Mariam Abu Dagga ile birlikte Türkiye’ye gelen Irak Yurtseverler Birliği temsilcisi Dr. Mohammad Jabar Faris, Irak direnişinin anatomisi ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Dr. Faris, işgalcilere yardım ve yataklık yapan tekelci emperyalist ve yerli basının aksine, bize, ABD tarafından karartılmak ve çarpıtılmak istenen Irak direnişe ışık tuttu. Faris’in anlatımlarıyla birlikte, Irak direnişi ve yapısı konusunda pek çok şey daha açık seçik hale geldi. Dr. Mohammad Jabar Fa- ris’i kısaca tanıtmak gerekirse; o bir politik mülteci. Şu anda Suriye’de yaşıyor. Irak Yurtseverler Birliği temsilcisi olmanın dışında aynı zamanda İşgale Karşı Irak Aydınları Birliği üyesi... Ancak görevleri bu kadarla sınırlı da değil. Dr. Faris, kurulma aşamasındaki Birleşik Irak Komünistleri Birliği'nin aynı zamanda kurucu üyesi. Dr. Faris, bunların dışında Birleşik Arap Sosyalistler Birliği üyesi ve Özgürlükçü Ulusal Demokratik Arap Hareketinin kurucularından.

“Kaplumbağaya dikkat et! Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebilir”

James B. Conant

“Devrimci politikanın bugüne kadar bilinen en büyük üstadı Danton’un dediği gibi, Atılganlık, atılganlık ve yine atılganlık”

F. Engels

Oportünistler telaşlanmışa benziyor. Parti binalarının ve gazete bürolarının sıcak köşelerinde “huzur bozucu bomba”lara karşı atıp tutuyorlar. Başta, Birgün ve Evrensel Özgürlük Dünyası yazarları olmak üzere küçük burjuva baylar, Latin Amerika’da ya da Asya’nın derinliklerinde grup ve kitlelerin devrimci şiddeti söz konusu olunca büyük puntolar ve iri harflerle bu mücadele biçimini selamlıyor, coğrafyamızda gerçekleştiğinde ise “silahların gömülmesi”nden söz ediyor, devlet şiddetini azdırdığı için devrimcileri, yurtseverleri kınıyorlar.

Bilindiği gibi erkek ve dişi olmak, biyolojik bir durumdur. Kadın olmaksa toplumsal bir durum. “Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” der bu yüzden, Fransız kadın yazar Simone de Beuvoir. Analık hukukunun egemen olduğu dönemi bir tarafa bırakırsak, kadın cinsi daima ezilmiş ikinci sınıf insan sayılmıştır. Kadın cinsinin ezilmesi ve cinsel olarak tecridi özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla aynı zamana rastlar.

“Bir devrimci sosyalist için gecekonduları savunmak, büyük bir çelişki olmanın ötesinde büyük bir yanlıştır. Bu nedenle devrimci sosyalist hareketin gecekondu politikası tartışılmalı, eleştirilmeli, daha doğru bir politikanın benimsenmesi için sorun açıkça ortaya konmalıdır.”

Bu satırlar, Yüksel Akkaya’nın “Gecekonduları Niçin Yıkmalıyız?” başlıklı yazısından alınmıştır. Paragraftan ve başlıktan da anlaşılacağı üzere yazı gecekonduların yıkılmasının gerekliliğiyle, devrimci ve sosyalistlerin sorunla ilişkilenmelerinin, ideolojik ve politik eleştirisi üzerine kurulmuştur. İlk olarak Sendika.org’da yayımlanan bu yazı, Kızıl Bayrak dergisinde de basılmıştır. Akkaya, ayrıca, yazısına yönelen kimi eleştirileri yanıtladığı ikinci bir yazıyı da Sendika.org’da yayımladı.

Çeviren: Haydar Özkan

Burjuva iktisatçıların çoğunluğu, sanki işsizlik, bilimsel-teknik gelişmenin zorunlu bir sonucuymuş gibi, “teknolojik işsizlikten” söz ediyorlar. Bunların arasından bazıları ise, sanki kapitalist sistem emeğin sömürüsü olmadan yaşayabilirmiş gibi, “emeğin sonu”ndan söz ediyorlar.

Bu iktisatçıların karşı-korosu, ücretli emekçilerden bahsedecekleri durumda, sadece kol emeğiyle çalışanlardan bahsediyorlar. İşgücü yerine kol gücünden söz ediyorlar. Böylece, kapitalist sistemin alım-satımı üzerine kurulu olduğu işgücünü, yok saymaya ya da görmezden gelmeye çalışıyorlar. Bu yoldan, işçi sınıfının sayıca azaldığını söylemeye çalışıyorlar. Daha da önemlisi, işçi sınıfının, tüm sistemin dayandığı güç olarak önemini yitirdiğini iddia ediyorlar.

Siyasal gericiliğin temel kaynağı emperyalizmdir.

Dünyada emperyalist tekeller ve güçlerin rekabeti ve hegemonya savaşı, her zaman salt iktisadi ve siyasi alanla sınırlı kalmaz. Stratejik hedefler ve güç ilişkilerine göre militarist boyutlara da sıçrar. Genellikle yeni sömürge, geri ve bağımlı ülkelere yönelik gerçekleşen bu saldırganlık ve tehdit, işgal ve savaşlar, emperyalist ve liberal ideologlar tarafından o ülke halklarının “diktatörlüklerden kurtarılması”, o ülkelere “demokrasinin yerleştirilmesi” biçiminde yansıtılır. Emperyalist tehdit, işgal ve savaş koşullarında iradeleri kırılan reformist, revizyonist ve devrimci çizgilerden geriye düşen “sol” güçler de bu propagandaya, “statükoların yıkılması” sloganlarıyla yedeklenirler. Hatta, emperyalizmin karakterinin değiştiğini, gericiliğin merkezinin ortaçağ kalıntıları ya da gerici dini ideoloji olduğunu teorileştirenlere bile rastlanır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi