İşçi Hareketinin İki Yönü Ve İki Kaynağı

Ülkemizde işçi hareketinin ortaya çıkardığı pra­tik örnekler incelendiğinde, tek bir hareketin bile­şenlerini oluşturan iki ayrı kesim ayırt edilebilir.

İşçi sınıfının bu iki kesimi arasındaki ayrım, ça­lışma koşullarından ve sahip oldukları örgütlülük ve güvence düzeyinden ortaya çıkmaktadır.

Birinci kesim, işçi sınıfının büyük çoğunluğunu oluşturan örgütsüz, güvencesiz, kuralsız çalışmaya mahkum edilmiş işçilerdir.

İkinci kesimi ise, esas olarak Kamu İktisadi Te­şekküllerinde (KİT) ve devlete ait başkaca işletme­lerde, kısmen de özel sektöre ait büyük işletmeler­de çalışan, sigortalı, sendikalı, belli bir örgütlenme deneyimi olan, ücret düzeyi ortalamanın üzerinde olan işçi kesimidir.

DİE’nin verilerine göre, “Türkiye’de istihdam edilen 22 milyon 874 bin kişinin yüzde 55.4’ü ka­yıt dışı çalışıyor” (2004 Üçüncü Çeyrek Hanehalkı İşgücü Anketi). Sayısı 9 milyon 376 bin olan ücret­lilerin yüzde 22.2’si, 1 milyon 968 bin yevmiyelinin yüzde 91.5’i, 5 milyon 26 bin ücretsiz aile işçisinin de yüzde 96.7’si “kayıt dışı” çalışıyor.

İşçi sendikalarının üye sayısı 700 bin, ki bu sa­yının önemli bir kısmı kamu sektörü işçilerinden oluşuyor. Emekçi memur sendikalarının toplam üye sayısı da 700 bin. Yani, işçi sınıfının yüzde 90’ına varan bir kısmı, sendikal örgütlülükten yok­sundur. Örgütsüzlük oranı güvencesiz, kayıt dışı çalışan işçilerde daha yüksektir. Emekçi memurlar ve kamu sektörü işçileri görece daha yüksek bir ör­gütlülüğe sahiptir. Ancak bu düzey de bir yandan taşeronlaştırma ve sözleşmeli personel sayısının ar­tırılması, diğer yandan özelleştirmeler ile sürekli aşağıya çekilmektedir.

İşçi hareketi de sınıfın bu iki kesiminden gelen iki ayrı kaynağa sahiptir.

Bir yanda kamu sektörü işçilerinin ve emekçi memurların özelleştirme, taşeronlaştırma, sözleş­meli çalışma vb. saldırılarına karşı kazanılmış hak­larını, işlerini ve örgütlülüklerini koruma temelin­deki mücadelesi.

Diğer yanda, tüm bunlardan zaten mahrum olan güvencesiz işçilerin, örgütlenme, haklarını arama, sigortalı çalışma vb. talepleriyle mücadelesi. Bu ke­sim, mücadele deneyiminden önemli oranda yok­sun olmanın yanı sıra, cehennemi hayat koşullarına rağmen bir türlü örgütlenememenin ağır sancılarını yaşamaktadır.

Kamu sektöründeki işçilerin çalışma koşullan belli bir düzenliliğe sahiptir. Yasalarla bağlanmamış olsa da görece bir iş güvencelerinden söz edilebilir. Emekçi memurlar ise yasal olarak iş güvencesine sahip olmak bakımından kamu sektörü işçilerine göre daha avantajlıdırlar. Toplu sözleşme düzeni­nin kurulduğu özel sektör işletmelerinde ise, iş gü­vencesinden söz etmek mümkün olmasa da, çalış­ma koşullarının örgütlülüğün gücüyle belli oranda düzenlenmesi söz konusudur.

Oysa esnek çalışmanın pençesindeki güvence­siz, örgütsüz işçiler açısından gece yattığında ertesi gün işsiz bir kişi olarak uyanmayacağının en ufak bir garantisi yoktur. Çalışma koşulları ise düzenle­meden tümüyle uzak ve önemli oranda patronun keyfine bağlıdır.

Burada karşımıza çıkan, işçi sınıfının sendikalı, sigortalı azınlığıyla; sendikasız, güvencesiz, sigorta­sız çoğunluğu arasındaki maddi yaşam koşullan farklılığıdır.

Türkiye kapitalizminin son 25 yıllık gelişme çiz­gisi incelendiğinde, devlet kapitalizmi sektörünün ve bu sektördeki işçi sayısının istikrarlı biçimde kü­çüldüğü, ihracata dayanan, esnek çalışmanın esas olduğu sektörlerin ise büyüdüğü görülür.

İşçi sınıfının bu ikinci kesimi, yıkıma uğrayan kırsal sınıflar arasından da sürekli yeni katılımlarla büyümektedir. Emekçi köylü tarımı yıkıma uğratıl­dıkça kentlere göç eden kitleler, işsizler ordusunun saflarını büyüterek, ücretler ve çalışma koşullan üzerinde burjuvazinin baskısını güçlendiren bir kaldıraç rolü oynuyorlar.

Burjuvazi, birinci kesimin sahip olduğu hakları ve örgütlülüğü yok ederek ilerleme çizgisi izlemiş­tir. Özelleştirme bu saldırının politik ifadesidir. İş­çi sınıfı ise direnerek, mücadele ederek geri çekil­miştir. Bir yandan ise güvencesiz işçiler arasında ör­gütlenme, haklarını arama yönünde arayış ve mü­cadeleler sürekli yeniden filizlenmiştir.

Bundan 20 yıl önce 2.5 milyon olan sendikalı iş­çi sayısı, 5 yıl önce bir buçuk milyona, bugün ise 700 bine düşmüştür. Bu sendikal kriz tablosunu yaratan durum, sendikaların esas örgütlülüğünün bulunduğu devlet kapitalizmi sektörünün giderek tasfiye edilmesi, mevcut burjuva sendikaların ise güvencesiz işçi denizinin içine dalmaya, bu işçi ke­simini örgütlemeye girişmemesidir.

Çalışma yasalarında sermayenin istediği yönde değişikliklere gidilerek, işçi sınıfının örgütsüz geniş kesimlerinin koşullan daha da geriye itilmiştir.

Özel sektörde örgütlü işçi sendikaları, giderek sıklaşan “grev yasaklamaları” ile hükümet baskısı altına alınmış, burjuvazinin saldırıları karşısında sa­vunmasız bırakılmışlardır.

İşçi sınıfının her iki kesiminin de belli bir diren­me ve mücadele etme eğilimine girdikleri söylene­bilir. Birinci kesim bakımından harekete geçirici te­mel etken hükümetlerin özelleştirme saldırılan (Paşabahçe, SEKA, TEKEL) ve toplusözleşmelerdeki esneklik-taşeronlaşma dayatmaları (Şişecam) olu­yor. Keza, sağlık emekçilerinin TTB ve SES öncü­lüğünde geliştirdikleri sağlığın özelleştirmesine kar­şı grevi de bu kesimin mücadeleleri arasında saya­biliriz.

İkinci kesim bakımından ise, temel talepler; ör­gütlenme, sigortalı olma ve ücretlerinin düzgün bi­çimde ödenmesi talebi oluyor.

SEKA direnişi, birinci kesimdeki işçilerin mili­tan bir mücadelesinin örneğiyse, geçtiğimiz yıl Ço­rum kiremit işçilerinin kitlesel örgütlenme atağı da ikinci kesimin militan bir mücadele örneğiydi. Geç­tiğimiz yıl Terazidere çorap fabrikalarının ücretleri­nin ödenmemesi üzerine geliştirdiği 15 günlük kit­lesel mücadele hatırlarda. İzmir TÜPRAŞ’ta çalışan 850 taşeron işçisinin ücretlerinin ödenmesi talepli direnişi, Tekstil-Sen’in kuruluşu ve gerçekleştirdiği direnişler, İzmir Menemen deri fabrikalarında kaza­nımla sonuçlanan direniş vb. ilk akla gelen örnek­lerdir.

Çorum’u anımsayalım. Kızgın fırınların karşısın­da hiçbir güvencesi olmadan uzun iş saatleri bo­yunca çalışan, bunun karşılığında çok düşük ücret­ler alan üç bin işçi, bir miting düzenleyerek sendi­ka talepli mücadelenin başladığını ilan ettiler. Pat­ronların yanıtı işçi kıyımı oldu. Bunun üzerine 16 fabrikada iş durduran üç bin işçi, fabrikaların önünde nöbet tutmaya başladı. Nihayetinde bir ay süren mücadele sonucunda işçilerin önemli bir ke­simi Çimse-İş’e üye oldu.

İşçi sınıfının bu kesimi çoğunlukla, mücadele deneyiminden yoksun genç ve kadın işçilerden olu­şuyor.

İstanbul İşçi Kurultayında işçi sınıfının bu kesimine dokunduk, temas ettik.

Kurultay kürsüsünden konu­şan ve hemen tümü bu kesim­den gelen işçiler, öfkelerini ve arayışlarını ortaya koydular.

Sınıfın bu kesimi, düzen içi herhangi bir hayal dahi kura­mayacak kadar kötü yaşam koşullarında, sosyal yaşamdan büyük oranda kopartılmış bi­çimde yaşamaktadır. Uygun örgütsel kanallar ve mücadele biçimleri ortaya çıktığı oranda bu yıkıcı enerjinin, büyük bir hareket olarak patlak vermesinin koşullan mevcut­tur.

Devrimci ve komünist hareketin işçi sınıfıyla kitle bağları da daha ziyade bu kesim içinde yoğun­laşmıştır.

İşçi sınıfının bu iki kesimi arasında maddi ya­şam koşullan bakımından var olan gerçek farklar, işçi hareketinin bu iki yönü arasındaki suni yalıtıklığın temelini oluşturmaktadır. İşçi sınıfının sınıf bilincinin içte 12 Eylül faşist darbesi ve dışta ise 1989/90’larda sosyalizmin geçici yenilgisiyle sonuçlanan gerici olaylarla kırıldığı, parçalandığı koşullar altında, sınıfın bu iki kesiminin mücadele­leri kaynaşamamakta, birbirini besleyerek büyütememektedir.

Oysa gerçekte, burjuvazi sürekli biçimde birinci kesimi eritip parçalayarak ikinci kesimin saflarına göndermektedir. Arjantin’de işsizler hareketinin başlatıcılarının eski kamu sektörü işçileri olması, bunun çarpıcı bir örneğidir. Belli bir örgütlenme ve sendikal mücadele deneyimi olan binlerce kamu sektörü işçisi, özelleştirme sonucu hızlı biçimde iş­siz kalınca, devletten iş talep etmek için yol kesme eylemlerini başlatmışlardır.

Özelleştirme karşıtı mücadelelerin gücü, çetinli­ği ve direngenliği, mücadelenin sonucu ne olursa olsun, sınıf hareketinin bütünü üzerinde etki yap­maktadır. Bu direnişlerin yarattığı kazanımlar, ge­niş işçi kitlelerine özgüven ve direnme fikri aşıla­maktadır. Merter DESAN işçilerinin SEKA’ya yap­tıkları ziyaretin ardından buradan aldıkları moral güçle, Tekstil-Sen’de örgütlenerek işyerinde bir günlük grev yapmaları bunun örneğidir.

Sosyal haklara ve örgütlülüğe sahip işçi kesimi­nin yürüttüğü mücadelede kazandığı başarılar, ör­gütsüz ve güvencesiz işçi kesi­minin mücadelesi için de bir da­yanağa dönüşebilir.

İtalya’da kamu emekçisi öğ­retmenlerin tabandan geliştir­dikleri mücadelenin ürünü ola­rak ortaya çıkan COBAS (Taban Komiteleri) giderek örgütsüz, güvencesiz işçileri de örgütledi. Neoliberal saldırıya karşı etkin bir mücadele örgütleyen COBAS, öğretmenlerin mücadelele­rinden doğdu. Giderek sağlık hizmetindeki, sivil hizmetlerde­ki, iletişim ve enerji işletmelerindeki işçileri de ör­gütleyerek bir konfederasyona dönüştü.

COBAS sözcüsü Piero Bernocchi’nin dilinden aktarırsak; “COBAS’ın kuruluşundan beri açıklanan hedefi; klasik ekonomik, sendikal mücadeleyi ülke­deki diğer politik ve sosyal mücadelelerle birleştir­mektir. Okullardaki mücadelede, örneğin sadece öğretmenleri örgütleyerek bir şeyler elde etmek im­kansızdı. Sorundan etkilenen herkesi örgütlemek ve siyasi bir mücadele yürütmek zorunluydu. Gü­nümüzde ücret ve iş güvencesi için verilen her mü­cadele, politik bir mücadeledir. İşyerlerindeki mü­cadeleyi büyük sosyal ve politik mücadelelerden ayıran bir örgüt başarısızlığa mahkumdur. Bu ne­denle COBAS özellikle de en çok dışlananları örgü­te çekmeye çalışıyor. Örneğin işsizleri ya da klasik sendikalar tarafından temsil edilmeyen iş akdi ol­madan çalışanları. Dahası, COBAS çalışma alanının da dışına çıkarak; maaşı kısıtlanmak istenen emek­lileri, göçmenleri ve marjinalleştirilmişleri de örgüt­lüyor. Ancak böylece geniş bir sosyal direniş oluşa­bilir ve tüzüğümüzde yer alan ‘kâr mantığına da­yanmayan’ bir toplum, mücadeleyle kazanılabilir.” COBAS, örgütlenme amacını şu ifadeyle tanım­lamaktadır: “Özel ve kamusal, geçici ve kalıcı, kafa ve kol, ama hepsi de sermayenin denetimi altında bulunan tüm istihdam alanlarına doğru büyüyen ve yayılan, aşağıdan bir işçi öz-örgütlenmesi sürecinin ihtiyacına inanıyoruz; COBAS Konfederasyonu’nun amacı budur.”

Türkiye’de 1989 ve sonrasında emekçi memur hareketinin atılımı, tüm işçi sınıfı için bir mücade­le deneyimi sağladı. Emekçi memur hareketi, fiili ve meşru mücadele tarzıyla işçi hareketine yön göste­ren bir rol oynadı. Harekete bir moral güç kaynağı oldu.

Emekçi memurların mücadelesi, liseli gençlik için de ateşleyici oldu. Okul, hastane gibi kamu hizmet birimlerindeki taşeron işçilerin örgütlenme­sinde de emekçi memur hareketinin yarattığı mev­ziler, belli oranda bir dayanak oluşturdu.

Enerji Yapı Yol-Sen’de örgütlü emekçi memur­lar, enerji sektöründeki taşeron işçileri örgütlemeye girişmiş ve pek çok örnekte başarılar kaydetmiştir. 1000 civarında taşeron işçisi örgütlenmiş ve bunla­rın yüzde 75’i için fiili toplu sözleşme yapılmıştır. Enerji Yapı Yol-Sen’in -KESK içinde de fazlaca tartışılamayan bu deneyimi, aynı zamanda devletin yasalarına rağmen yapılan fiili bir örgütlenme örne­ği olarak da değerlidir.

Yine, sağlık sektöründe emekçi memurların ye­rine geçirilen taşeron işçilerin örgütlenmesi yönün­de SES’in kimi girişimleri olmuştur.

Keza işçi sendikalarından Belediye-lş’in kimi şu­belerinin taşeron işçileri örgütleme yönündeki ba­şarılı adımları da başka bir örnektir.

İşçi sınıfının her iki kesiminin karşılaştığı so­runların ve yükselttikleri taleplerin muhatabı, burjuvazinin ve emperyalist sermayenin neoliberal programıdır. Neoliberalizm, bir yandan ör­gütsüz işçilere kölelik koşullarında çalışmayı da­yatmakta, diğer yandan örgütlü işçilerin mevzile­rini ezip dağıtarak, onları da bu düzeye gerilet­meye çalışmaktadır. Kölece çalışma koşullarına mahkum edilmek istenen bir sınıfın iki ayrı kol­dan gelişen, ama hedefleri ortak mücadeleleridir bunlar.

Eğer işçi sınıfının bilinci dar, parçalı, mesleki bi­linçten sınıf bilincine sıçrayacaksa, bu iki işçi kesi­mi arasındaki eylem ve duygu ortaklığının geliştiril­mesi, temel sorunlardan birisini oluşturmaktadır.

Sigortalı-sigortasız, sendikalı-sendikasız, farklı işkollarından işçilerin ve emekçi memurların bir araya getirilmesini amaçlayan İşçi Birlikleri, başka­ca şeylerin yanı sıra, bu sorunun çözümü için de anlamlıdır.

İşçiler, yan yana gelip tartıştıkça, sınıf dayanış­masını geliştirdikçe, saldırıların ve yaşadıkları so­runların ortak olduğunu görüyor. İşçi sınıfının farklı kesimleri arasındaki yapay ayrımlar ve önyar­gılar, bu mücadelenin içinde kırılıp aşılmaktadır.

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi