Sayı 13 / Temmuz-Ağustos 2003

Düşmanına saygı göstermek, yenilgiye uğrattığı tarafı küçük düşürmemek, daha da önemlisi savaşçıların ölü bedenlerine saygı, tarih boyunca sayısız savaşlar görmüş insanlığın yarattığı değerler arasındadır. Asaleti yansıtırlar. Şunu da unutmamak gerekir ki, sömürücü sınıflar çıkarları gerektirdiğinde insanlığın yarattığı en yüksek değerleri bile çiğnemekten geri kalmamışlar; çöküş dönemlerinde ise bu değerlere karşı da savaş açmışlardır. Tarih karşısında varlık haklarını yitirmiş olmaları nedeniyle yabancılaşma ve çürümenin dip sularında ahlaken ve moral bakımdan tükenip hiçleşmenin çirkinliğini sergilemişlerdir.

ABD Başkanı W. Bush, Mayıs ayında savaşı kazanıldığını ve ABD zaferini ilan etti. Hakikaten hem Baas rejiminin tasfiyesini ve hem de Irak’ın istilasını gerçekleştirmişlerdi. Fakat ABD son günlerde Saddam Hüseyin’in oğullarını öldürdüğünü dünyaya öyle bir ilan etti ki, sanki Irak’ta savaş yeni kazanılıyordu! Profesyonel katil, işlediği bu yeni cinayetten Irak halkının direncini kırmak için olabildiğince yararlanıyor. Emperyalist psikolojik savaşın gereğidir bu, ama istilacıların zafere o kadar çok inanmadıklarını da ele veriyor.

Güney Kürt ulusal hareketi, son savaşta, ABD’nin Irak’ı sömürgeleştirmesinin askeri yedek gücü ve toplumsal dayanağı rolünü oynadı.

Güney Kürt ulusal hareketi, burjuva reformist önderlikler eliyle, 91 emperyalist savaşından itibaren ABD emperyalizminin Güney Kürdistan’da himayeci sömürgeciliğini kurmasının dayanağı haline getirilmişti.

Barzani ve Talabani önderliği, süreç içinde ABD himayeci sömürgeciliğinin siyasi-askeri işbirlikçileri haline geldiler. Burjuva reformist bu partiler, geçmişlerinde taşıdıkları sınırlı antiemperyalist ve demokratik özelliklerini bu süreçte tümüyle tükettiler.

Ulus-devlet, küreselleşmeye kurban mı ediliyor?

Kapitalizm kendi çocuğunu mu yiyor?

Farklı pek çok formülasyonlar altında gündeme getirilmiş de olsa, siyaset teorisi açısından son 10-15 yıldır yanıtının peşinde koşulan başlıca sorulardan birisi de bu. Siyasal yazın, ulus-devletin geleceğinin ne olacağıyla ilgili analiz ve değerlendirmelerle dolup taşıyor yıllardır. Politik ekonominin farklı burjuva ekolleri arasındaki teorik rekabetin temel konularından biri de, ulus-devletin ekonomi üzerindeki rolünün belirlenmesine odaklanmış bulunuyor. Aynı merkezli sorunun etrafında karşıt kutuplara doğru yoğunlaşan politik ideoloji pratikleri ise toplumsal yaşamda ayrıştırıcı rol oynamayı uzun zamandır sürdürüyor.

Kürt ulusal kurtuluş savaşı yıllarında ulusal uyanış, devrim ilerledikçe kadın kitleleri arasında da kök saldı. Başlangıçta kadın, savaşın kıyısında ana, eş ya da başka bir yakın olarak yer alıyordu. Çok geçmeden bu durum değişti, genç kuşaklar başta olmak üzere Kürt kadınlar savaşın bütün cephelerinde yer almaya başladılar. Kuşkusuz bu öyle kolay olmadı. Hatta savaşın silahlı alanı, gerilla safları, kadınların katılımına uzunca süre direndi bile. Ama sömürge ulusun nüfusunun yarısı olan kadınlar yaşamın ortaya çıkardığı gereksinime uygun olarak ve bileklerinin hakkıyla savaşın bütün cephelerinde olmayı başardılar.

İşçi-emekçi hareketinin, ezilenlerin mücadelelerinin açığa çıkardığı bir örgütlenme biçimi olarak “platformlar”, siyasal tarihimizin son on-on beş yıllık döneminin dikkate değer gerçekleri arasında yer alırlar. Envai çeşit biçimlerde kendini gösteren platformlar, işçi ve emekçi memur hareketinde, kadın ve gençlik mücadelelerinde, varoşlarda, antifaşist ve antiemperyalist savaşımda, özgürlük mücadelesinde ilerletici roller oynamışlardır. Dönemin başlıca eylem birliği örgütü biçimi olarak halen güncelliğini korumakta oluşu, bu aracın ezilenlerin ve sömürülenlerin mücadelesinde daha etkin kullanımı görevini gündemde tutmaktadır.

Dünyada neoliberalizmin saldırı fırtınası henüz dinmedi. Uluslararası tekelci burjuvazi işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen insanlığa karşı saldırı politikasını program düzeyine çıkardı. Sosyalizmin geçici yenilgisi 20. yy. devrimlerinin kazanımlarının ortadan kaldırılması burjuvazi bakımından uygun koşulları oluşturdu. Uluslararası burjuvazi 20. yy. devrimlerinin intikamını almak için bütün güçlerini örgütledi ve seferber etti. Dünya devriminin gerileyişi, devrimci işçi kitle hareketinin geriye çekilişi, devrim partilerinde dağılma, parçalanma ve reformizm, emperyalizmin işini kolaylaştırdı. 1990’lı yıllarda emperyalist “Yeni Dünya Düzeni” ilan edildi. Başını ABD emperyalizminin çektiği haydutlar çetesi, dünyada “yeniden yapılandırmayı” pazar alanlarının yeniden paylaşımını gündeme getirdi. Artık “işçi sınıfı yok”, “devrim ve sosyalizmce yoktu! Sınıflar çatışması, emek-sermaye çelişkisi ortadan kaldırmış yerine “birleşme” “çıkarların ortaklaşması”, “emek ve sermayenin bütünleşmesi” gibi ideolojik argümanlar geçirilmişti.

Eğer partiler temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını politika sahnesinde ifade eden yapılarsa, ve nihayet sınıf mücadelesi politik partiler üzerinden yürütülüyorsa, bugün bu duruma denk düşen üç ana partiden bahsedilebilir. Birincisi kendilerini “değişimci” olarak nitelendirenler, ikincisi kendilerini “ulusalcı” olarak adlandıranlar, üçüncüsü ise devrimcilikte ısrar edenlerdir. Bunların hiçbiri somut, bilinen biçimi ile parti değildir. Yine de bu onları parti olarak adlandırmamızı engellemez. Belirli bir programı kabul eden herkesi içine alan bir örgütlenmeleri olmasa da fiilen aynı program yönünde bir parti gibi hareket etmektedirler. Kendilerini nasıl ifade ederlerse etsinler bütün siyasal akımlar bu üç büyük partinin çekim alanına doğru kaymaktadır. Birincisi mali oligarşinin, ikincisi birinci ile çelişki halinde olan burjuvazinin, üçüncüsü işçi sınıfı ve çıkarları her geçen gün onunla biraz daha örtü- şen emekçi tabakaların istemlerini program edinir.

Şerm Şeyh ve Akabe zirvelerindeki gelişmelerden sonra, Yol Haritası hakkında bunlara değinmeden konuşmak artık mümkün değildir. Arap-İsrail, Filistin-Israil çatışmalarına Bush yönetiminin bakışındaki ciddiyet bizce kuşkuluydu zaten, bu sonuçlarla kesin belli oldu.

Dünya sınırlarını elinde tutan bu idarenin dengeli bir tutum alması beklenirken, Beyaz Saray’a yerleştiği ilk zamanlardaki sabit politikasına geri döndü. Bu politikayla terörist Şaron hükümetiyle uyumlu bir şekilde genelde Arap ülkelerine, özelde Filistinlilere büyük baskı uyguladı. Bununla da yetinmedi. Yol Haritası planında Şaron’un bütün şartlarını da kabul etti, bu tutumla da planın özünü boşalttı, pratik uygulamada kesin başarısızlığa yol açacak görüşme kâğıdına çevirdi.

Kardeşler, öğrenciler, işçiler ve dostumuz Arjantinliler: (Alkışlar)

Bunca yıllık hayatımda bu kadar tehlikeli ve duygulu bir an yaşamadım. (Alkışlar ve bağırmalar)

Bilmenizi isterim ki şu anda milyonlarca Kübalı bu töreni izliyor. (Alkışlar ve “Küba, Küba, Küba, halk sizi selamlıyor!” sloganları)

Halkımız adına, sonsuz minnetlerimi sunuyorum. Çünkü düşüncelerden, gerçeklerden ve sadece bir davadan gelen güç halkları yenilmez yapan şeydir. (Alkışlar)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi