Sayı 10 / Ocak-Şubat 2003

Yeni bir sayıda yine birlikteyiz,

Derginin mizanpajında bazı küçük değişiklikler yaptık. İçerik kadar biçimde de zenginleşme çabamız sürecek. Bundan böyle alışılageldiği biçimde bir sunu yapmayacağız. Tek tek her yazı hakkında bilgilendirmeyi çok da faydalı bulmuyoruz. Bunun yerine özel olarak dikkat çekmek istediğimiz bazı yazılara değineceğiz. Bu diğer yazıların daha az önemli olduğu anlamına gelmiyor. Her yazı üzerine söz söylemek yerine çeşitli konularda sizlerle söyleşmeyi tercih edeceğiz.

ABD’nin yeni dünya düzeni saldırısı Irak’a odaklandı ve eğer halklar önleyemezse bir emperyalist savaşın eşiğindeyiz. Kuşkusuz Irak önceliği petrol zenginliği tarafından belirleniyor. Fakat ABD stratejisinin, odağında kendisinin durduğu, tek merkezli bir emperyalist-kapitalist dünya düzeni olduğu unutulmamalıdır. Devrimlerin ve devrimci savaşların boğulduğu bir dünyadır bu. Küçük devletlerin koşulsuz boyun eğdikleri; en irileri de dahil, emperyalist devletlerin ABD’nin dünya jandarmalığını kabul ettikleri bir dünya. Aslında ABD emperyalizmi bu işe ‘90’lı yılların başında girişti; “demokrasi”, “barış”, “temel insan hakları”, “uluslararası adaletli hukuk” üzerine demagojilerle ve ihtiyaç duyduğu anlarda emperyalist koalisyonun askeri kuvvetlerine dayanarak Pax Americana stratejisi temelinde bir yeni dünya düzeni kurmaya soyundu. Elbette beklediği gibi olmadı. Dünya ezilenlerinin özellikle 1995’ten itibaren yeniden canlanmaya başlayan mücadelesi, güçlenmeye yüz tutan devrimci savaşımlar, Filistin halkının direnişi, ABD’ye teslim olmayı reddeden Küba, Kuzey Kore gibi devletler gerçeği ve nihayet başta Almanya- Fransa merkezli AB olmak üzere yeni emperyalist güç merkezlerinin belirginleşmesi ABD’nin yeni dünya düzeni planını bozdu, işlemez hale getirdi. Bu durum ABD emperyalizmini amacına ulaşmak için yeni bir stratejiye yöneltti. Bu, yediği 11 Eylül darbesini vesile yaparak ilan ettiği, “terörizme karşı on yıllarca sürecek savaş”, “önleyici vuruş hakkı”, “haçlı seferi” gibi kavramlarla beslenen açık bir emperyalist terör stratejisiydi. Irak’a saldırı ve egemen olma planı bunun dışavurumlarından birisidir.

Sömürgecilik bir ya da birden çok devletin bir başka devleti ya da bölgeyi siyasi ve ekonomik olarak ilhak etmesi anlamına gelir. Kapitalizm öncesi sömürgecilik askeri işgalle kontrol altına alınmış bölge insanlarının haraca bağlanmasına dayanıyordu. Kapitalist sömürgecilikte ise hedef ve yöntemler farklıydı. Hammadde ve pazar üzerinde tam kontrol amaçlanıyordu. Bunun için sömürgeleştirilen toplumun ekonomisi sömürgeciler lehine yeniden örgütleniyordu. Askeri fetihler yoluyla yerli halk en zorbaca yöntemlerle kırımdan geçiriliyor ya da topraklarından sürülüyordu. Yok edilen ya da sürülen toplulukların yerine beyaz göçmenler yerleştiriliyor; yerli halk köle plantasyonlarında toplanıyordu. Kapitalist madencilik şirketlerinde ve göçmenlere verilen verimli geniş tarım arazilerinde yaygın biçimde köle emeği kullanılıyordu. İş gücü o denli ucuzdu ki, ücretli işçilerin çalıştırıldığı yerlerde işçilerin yaşam koşulları neredeyse kölelerden farksızdı. Kendi kendine yeterli ekonomi dağıtılıyor, geleneksel yerel küçük sanayi, kapitalist meta ticaretinin saldırısı altında yok ediliyordu. Devlet yönetimi ise doğrudan sömürgeciler tarafından yürütülüyordu. Sömürgeci devlet atadığı sömürge valisi ve komisyonlar aracılığıyla devleti idare ediyordu. Hatta bir dönem Hindistan’da olduğu gibi, kapitalist şirket, devleti kendisi yönetir hale gelmişti.

Yönetişim, "küreselleşme" süreciyle birlikte burjuva siyaset teorisyenleri tarafından ortaya atılmış en önemli konular arasındadır. Kavramın kapsadığı anlam, sermaye sınıfının önemle sorunsallaştırdığı bir uygulama alanı olarak da dikkate değerdir. Bu anlamın doğrudan doğruya devlet teorisini içeriyor olması ise "Yeni Dünya Düzeni"nin öngördüğü iktidar modelleri ile yönetişim arasındaki dolaysız ilişkiyi yansıtır.

Alman savaş uzmanı Clausewitz savaşı, politikanın başka araçlarla, şiddet araçlarıyla sürdürülmesi olarak tanımlar. Lenin, Clausewitz’in bu sözlerini bu konuda yapılmış en bilimsel tanım sayar. I. Paylaşım savaşının ilk işaretleri olan Balkanlar ve İran’daki çatışmaları bu görüş açısıyla analiz eder. Ufukta görünen savaş sinyallerinin hangi politikaların ürünü olduğunu, söz konusu politikaların kime/hangi sınıflara/hangi tekel gruplarına ve devlet gruplarına ait olduğunu açığa çıkarır. Yaklaşmakta olanın, şurada burada patlayan çatışmaların, emperyalist gruplaşmaların, hükümet politikaları ve kararlarıyla kendini ele vermekte olanın bir paylaşım savaşı olduğunu, dünya sosyalistlerine gösterir.

"Proleter öncünün tüm bölükleri arasında uyanan yeni enerji, kazanma ve başarma azmi kendini hissettiriyor. Umut büyüyor, yapıcıların sevinçli türküsü yükseliyor. Proletaryanın öncü birliği kendi durumunu pratik olarak da değiştiriyor. Devrimci eylemin ateşinde yıkanıyor, yenileniyor, arınıyor. İşareti alan büyük orkestranın tüm enstrümanlarının her birinin kendinden, kendi konum ve alanından başlattığı bu değişim ve yenilenme pınarları bütünleşerek gürül gürül akan bir nehre dönüşecektir..." (20 Nisan 2002, "Söz Eyleme İşliyor," Yeniden Atılım, Başyazı)

On beş yıl süren silahlı direnişin, serhıldanların ve kitle mücadelesinin ardından PKK önderliğindeki Kürt ulusal kurtuluş devrimi yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, bir tarafın diğerini ezmesi, direniş odaklarını dağıtması biçiminde olmadı. Öncü, emperyalistlerin desteğini alan faşist Türk burjuva devleti karşısında yenilgiye uğradı, bunun sonucu olarak devrimci stratejiden vazgeçerek küçükburjuva ulusal reformcu çizgiye yöneldi. Silahlı güçler savaş mevzilerinden çekilerek arka cephede konumlandırıldı.

Kürt ulusal sorunu, yaklaşık son yirmi yıldır ülkemiz sınıflar mücadelesinde öne çıkmış bir sorun. Ayrıca egemen ulus burjuvazisinin ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğu altında yaşamaya devem eden ulusların önemli bir kısmı yakın bölgelerde yer alıyor. SB’nin dağılmasından sonra, ABD başta gelmek üzere Batılı emperyalistlerin, haklarından yoksun olan ulusların özlemlerini ve diğer ulusları -yönetici burjuva çevreleri eliyle- kullanarak yaygınlaştırdıkları milliyetçi çatışmalar da çoğunlukla yakın bölgelerde gerçekleşti. Halkların birbirlerine düşmanlıklarını kışkırtan bu politikalar, siyasal gericiliğin emekçi yığınlar üzerindeki etkisini geliştirdi. Bu gerici milliyetçi boğazlaşmalar, ülkemiz emekçi yığınları üzerinde gericiliğin daha çok etkili olmasına yol açtı.

Burjuva devrimlerin ardından 20. yüzyıla damgasını vuran Ekim Devrimi, “köleleşen ilk insan” kadın cinsinin kurtuluşunda yeni bir tarihsel aşamadır. Kadın cinsinin kurtuluşunda yarattığı değerler ve aşamadığı engelleriyle büyük bir birikim olan Ekim Devrimi, özel mülkiyete saldırı üzerine kurulduğu için, diğer tüm devrimlerden -72 gün yaşayan Paris Komünü dışında- farklılık taşır.

BEKSAV Kuram Atölyesi’nin 2003 yılı açılış toplantısına hoşgeldiniz. BEKSAV çatısı altında düzenlenen seminerler çerçevesinde alternatif eğitim ve bilim perspektifiyle bir deney örgütlüyoruz. Şimdi üçüncü yılındayız bu deneyin. BEKSAV yönetimi, seminerleri verenler ve bunları izleyenler bu deneyi birlikte gerçekleştiriyor, geliştirmeye, olgunlaştırmaya, kurumsallaştırmaya çalışıyoruz.

"Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçekliğin ona uydurulmakzorunda olacağı bir ülküdür. Biz bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda var olan öncüllerden doğarlar.” (Marx-Engels)

 

Immanuel Wallerstein, “sistem muhalifi” olma iddiasını taşıyan bir entelektüel. Düşünsel geçmişi, ‘60’lı yıllara kadar uzanıyor; ama bu topraklar onu ‘90’larda tanıdı. 1980 öncesi dönemde Wallerstein, A. Emmanuel, A. G. Frank ve Samir Amin ile birlikte oluşturdukları ekolün azgelişmişlik teorisyenlerindendi.

İtalya son bir buçuk yıldır medya patronu Berlusconi’nin iktidara gelmesiyle olağanüstü hareketli günler yaşıyor. Toplumun tüm alt katmanları kendilerini olumsuz yönde etkileyen hükümet politikalarına karşı ayağa kalkmış bulunuyor. Özellikle Nisan 2002’den itibaren eylemsiz geçen bir hafta yok gibi. Başta işçilerin eylemleri olmak üzere, globalizme karşı eylemler, öğretmenlerin, öğrenci gençliğin, tarım emekçilerinin ve emeklilerin büyük enerjiyle süren eylemleri, Berlusconi hükümetini henüz ikinci yılını doldurmadan sarsmaya başladı. Artık hiç kuşku yok ki ülkenin gündemini işçi sınıfı belirliyor.

Çeviri: Sinan Gülen

Giriş

Dünya genelindeki ABD askeri-politik saldırı çeşitlerinin Latin Amerika etrafında da olduğu açıktır. ABD saldırısının amaçları çürüyen güçsüz rejimleri destekleyerek, bağımsız rejimleri dizginlemek, merkez solu baskı yaparak sağa kaydırmak ve ABD emperyalizmi ve ana yandaşlarına meydan okuyan filiz vermiş halk hareketlerini yıkmak ya da tecrit etmektir. Biz ABD’nin her bir ülkedeki saldırılarının özelliklerini tartışacağız ve sonra çağdaş Latin Amerika’daki saldırının spesifik ve genel nedenlerini açacağız. Sonuç bölümünde ABD’nin saldırılarına karşı alternatif politikaları tartışacağız.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi