Kronik Kitlesel İşsizlik Koşullarında İşsiz Hareketinin Olanakları

İşsizlik, yani ücretli emekçilerin işgüçlerini satamamaları durumu, kapitalist sisteme özgü ve ondan ayrılmaz bir olgudur.(1) Çalışmak isteyen, ama çalışamayan, bundan dolayı da temel geçim araçlarından yoksun kalan işsizler, kapitalizmin içsel çelişkilerinin çarpıcı bir görünümüdür. Kapitalizmin ilk dönemlerinde işsizliğe bir “doğum hastalığı” gözüyle bakılmışsa da, kapitalizm geliştikçe işsizlik sorununun aşılamaması, sabit bir sorun haline gelmesi, bu düşünceyi çürütmüştür.

20. yüzyılın son 25 yılına değin işsizlik, kriz dönemlerinde kitleselleşen, sanayi çevriminin canlanma ve yükseliş devrelerinde seyrelen bir nitelik arz etti. Kapitalist sistemin son 25-30 yılda yaşadığı dönüşümler, bu durumda bir değişime yol açarak, işsizliğin kitlesel düzeyde kronikleşmesine yol açtı. Kriz dönemlerinde yine işsizlerin sayısında bir kabarma yaşanıyor; ancak işsiz sayısı sanayinin canlanma ve yükseliş dönemlerinde de belli bir düzeyin altına düşmüyor. OECD ülkelerine ait işsizlik oranları bunu doğruluyor: (Tablo 1)

Tablo 1: Bazı OECD ülkelerinde “standartlaştırılmış” işsizlik oranları (toplam iş gücünün yüzdesi olarak)

Ülkeler

1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

Avustralya

6.7

9.3

10.5

10.6

9.5

8.2

8.2

8.3

7.7

7.0

6.3

6.7

Belçika

6.6

6.4

7.1

8.6

9.8

9.7

9.5

9.2

9.3

8.6

6.9

6.6

Kanada

8.1

10.3

11.2

11.4

10.4

9.4

9.6

9.1

8.3

7.6

6.8

7.2

Çek Cumh.

...

...

...

4.4

4.4

4.1

3.9

4.8

6.5

8.89

8.9

8.2

Danimarka

7.2

7.9

8.6

9.6

7.7

6.8

6.3

5.3

4.9

4.8

4.4

4.3

Finlandiya

3.2

6.6

11.6

16.4

16.7

15.2

14.5

12.6

11.4

10.2

9.7

9.1

Fransa

8.6

9.1

10.0

11.3

11.8

11.4

11.9

11.8

11.4

10.7

9.3

8.6

Almanya(x)

4.8

4.2

6.6

7.9

8.4

8.2

8.9

9.9

9.3

8.6

7.9

7.9

İtalya

8.9

8.5

8.7

10.1

11.0

11.5

11.5

11.6

11.7

11.2

10.4

9.5

Japonya

2.1

2.1

2.2

2.5

2.9

3.1

3.4

3.4

4.1

4.7

4.7

5.0

Yeni Zelanda

7.8

10.3

10.3

9.5

8.1

6.3

6.1

6.6

7.5

6.8

6.0

5.3

İspanya

16.1

16.2

18.3

22.5

23.9

22.7

22.0

20.6

18.6

15.8

14.0

13.0

İsveç

1.7

3.1

5.6

9.1

9.4

8.8

9.6

9.9

8.3

7.2

5.9

5.1

İngiltere

6.9

8.6

9.8

10.2

9.4

8.5

8.0

6.9

6.2

5.9

5.4

5.0

ABD

5.6

6.8

7.5

6.9

6.1

5.6

5.4

4.9

4.5

4.2

4.0

4.8

(x): Almanya verileri, 1993’e kadar Federal Almanya verileridir. 1993 ve sonrası birleşik Almanya verileridir.

Kaynak: www.oecd.org                                                                                                                                          

1991-92’de yaşanan ve etkileri 1994’e kadar süren dünya ekonomik krizinin işsizlikte belirgin bir tırmanma yarattığı, sonraki yıllarda işsizlikte bir düşüş yaşandığı; ancak onyılın başındaki işsizlik oranlarının hemen hemen onyılın sonundaki oranlarla aynı olduğu görülüyor. Bu oran, içine girdiğimiz, yer yer belirtileri ortaya çıkan dünya ekonomik krizi sürecinde yine tırmanışa geçecek, bunu belli bir düşüş izleyecektir. Ancak bunlar, işsizlik oranlarındaki genel yükselişin yarattığı kitlesel işsizlik zemini üzerinde yaşanan iniş çıkışlardır. Emperyalist ülkelerde resmi işsizlerin sayısı, 1974’te 10.2 milyondan, 1981’de 17.2 milyona, 1991’de 20 milyona çıktı. Avrupa Birliği’ndeki işsizlerin sayısı ise, 1980’de 8.1 milyondan, 1985’te 15.9 milyona ve 1994’ün ilk yarısında da 20 milyona çıktı.

Türkiye’de de bu gelişme eğilimi tespit edilebilir. Resmi devlet verilerinden oluşan aşağıdaki tablodan işsizlik oranlarını izleyelim: (Tablo 2)

TABLO 2

1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

İşsizlik (bin)

1724

1703

1735

1665

1802

1568

1382

1439

1454

1730

İşsiz oranı (%)

8.2

7.9

8.1

7.8

8.1

6.9

6.0

6.4

6.3

7.3

Eksik istihdam edilenlerin ve işsizlerin toplam oranı(x)

14.6

14.7

15.8

14.8

16.3

13.6

12.7

12.0

12.2

14.2

x): Böyle bir hesaplama yararlı olmaktadır; çünkü DİE, haftada 2-3 saat çalışanları bile işsiz değil “eksik istihdam” olarak sınıflandırmaktadır.

Eksik istihdam hanesine kaydedilenlerin önemli bir kısmını, iş ararken geçici işlerle karnını doyurmaya çalışan işsizler oluşturmaktadır.

Kaynak: Petrol-İş 97-99 Yıllığı

Kuşkusuz bu tablodaki veriler, Türkiye’de işsizliğin gerçek boyutlarını göstermekten çok uzaktır. Petrol-lş, kendi yaptığı hesaplara dayanarak, işsizlik oranının yüzde 20’ler düzeyinde bulunduğunu iddia ediyor. Ancak yine de aynı eğilimi Türkiye’de de görebiliyoruz. Kriz yıllarında (1994 ve 1999), işsiz nüfusta sayısal bir artış oluyor, diğer yıllarda bu sayı belli oranda geriliyor, ama genel düzey az çok sabit bir kitlesellik arz ediyor.

1974-75 dünya ekonomik krizinin ardından, otomasyon ve mikro elektronik teknolojileri temelinde yeniden örgütlenen kapitalist üretim, artan üretkenlik sayesinde, geçmişe oranla çok daha az işçi çalıştırmaya başladı. Teknolojik yenilenme, üretim zincirinde insandan halkaların yerine makineden halkalar geçirdikçe, işsizlik de kitleselleşmeye başladı. Sanayinin büyümesi, işçi sayısını eskisinden çok daha düşük bir oranda büyütür hale geldi. Yani aynı miktarda sermaye, çok daha az sayıda işçiyi istihdam etmeye başladı. Teknolojik gelişme, kapitalist üretimin hizmetinde, insanlığın ilerlemesi ve refahına değil, tam tersine, işsizliğe ve yıkıma yol açtı, açıyor. Bu durum, bilimsel ve teknolojik gelişmenin, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini dayattığının bir göstergesidir.

Kapitalist dünya sisteminin kendisini yeniden yapılandırmak için attığı belli başlı adımlar; özelleştirme, neoliberal tarım politikaları ve esnek çalışma da, işsizliğin kitlesel bir ölçekte yeniden üretimine yol açtı.

Emperyalist tekeller, 1970’lerden itibaren, “kendi” ülkelerindeki yatırımları kısmaya ya da dondurmaya başladılar. Düşen kârlılık, bu tekelleri, giderek artan oranda geri, yeni sömürge ülkelere yatırım yapmaya itti. “Yurtiçi” yatırım olarak ise, rasyonelleştirme yatırımları (yani şirket birleşmeleri, var olan şirketlerin yeniden yapılandırılması vb.) gözdeydi. Bu ülkelerin üretim ve istihdam oranları düşmeye başladı. Çok uluslu tekellerin üretimi adım adım yeni sömürge ülkelere doğru kaydırmasının önemli bir sonucu da, emperyalist ülkelerde yeni, yapısal ve kitlesel bir işsizliğin ortaya çıkışı oldu. Eski mesleklerini yitiren çok sayıda işçi daha vasıfsız ve düşük ücretli işlere razı oldular. Hizmet sektörü, sanayi sektörünü geçen bir oranda büyüdü ve hizmet işçileri, işçi sınıfının en kalabalık bölüğü haline geldi.

Emperyalist merkezlerin sermaye-yoğun üretimde (teknoloji, patent hakları, üretim araçları vb.) yoğunlaşmaları, emek-yoğun üretimin ise (tüketim malları ve ara mallar) yeni sömürgelere kaydırılması ilk elden bir sonuç yarattı. Kuşkusuz global toplam sermayenin halâ çok önemli bir çoğunluğu emperyalist ülkeler arasında dolaşıyor; ancak bu sermayenin yarattığı üretken sektörler, esasta sermaye yoğun bir üretim gerçekleştirdikleri için durum değişmiyor. Emperyalist devletler, işsizlik oranını azaltmak ve toplumsal gerilimi yumuşatıp iktidarlarını sağlamlaştırmak için tekelleri binbir türlü teşvikle “yurtiçi yatırım”a yönlendirmeye çalışsalar da, bu eğilim tersine döndürülemiyor. Ancak tekellerin yurtdışına kaçışını engellemek, burjuva devletlerin işçi sınıfına saldırısının bir gerekçesine dönüştürülüyor. Ücretler, sosyal haklar, bu gerekçeyle tırpanlıyor.

Diğer yandan, dünya sermayesinin üretimi ve yeniden üretiminde, giderek büyüyen bu sermaye dilimi üretken olmayan sektörlere akıyor. Borsanın, mali spekülasyonun şişerek devasa bir sektör haline gelmesi, şirket birleşme ve yeniden yapılandırılmasının dev kaynakları yutan bir hacme ulaşması, uluslararası kredi piyasasının giderek büyüyen hacmi gibi olgular, bu eğilimin göstergeleridir. (Bu konuda bkz. Teoride Doğrultu sayı 5, Neoliberalizmin Ana Çizgileri) Bu aynı zamanda, toplam artı değerin giderek azalan bir yüzdesinin sanayi yatırımlarına gittiği anlamına da gelir. Kuşkusuz, sanayi yatırımları, kapitalist kârın üretimi açısından vazgeçilmezliğini koruyor. Ancak, bu zorunlu oranın üstünde kalan kısım sanayi ve tarımdan ziyade mali spekülasyon ve benzeri üretken olmayan sektörlere akıyor. Böylece, emperyalizmin ulaştığı çürümüşlük derecesi, işsizliğin kitlesel düzeyde kronikleşmesine yol açan etkenlerden en önemlisini oluşturuyor.

Bu tablonun öbür yüzünde, yeni sömürge ülkelerde de çalışma koşullarını alt üst eden bir dönüşüm yaşandı, yaşanıyor. Çok uluslu tekelleri bu ülkelere çeken ucuz işgücü, aynı zamanda yerli işbirlikçi burjuvazinin de dünya pazarına ucuz ürünlerle çıkmasının toplumsal zeminidir. “Ucuz üretim”in içinde gerçekleşeceği toplumsal koşulların örgütlenmesi, emeğin üzerinde sürekli bir baskı mekanizmasının varlığını gerektirir. Kitlesel bir yedek sanayi ordusu, işçi sınıfına en kötü çalışma koşullarını kabul ettirmenin bir aracı oldu. Diğer yandan işsizlerin kitlesel bir yedek depo biçiminde her an işe hazır bekleyişi, yeni sanayi yatırımlarının hızlı ve ucuz işgücü bulmasının garantisi olarak da işlevlidir. Kitlesel işsizliğin varlığı, sanayinin hızlı bir atılımına olanak sağlar. Tarım politikalarıyla kırdan koparılan emekçiler, mülksüzleşen esnaf ve eski işlerini yitiren işçiler, işsiz ordusunun saflarını sürekli kalabalıklaştırır. Bu kalabalık ordu, fabrikalara yönelen sürekli taze bir işgücü akışı sağlayarak, ucuz üretime dayanan yeni sömürge sanayi yapısının sürekliliğini güvenceler.

Egemen dildeki bazı kavramların yaldızları böylece dökülmüş oluyor. Yeni sömürgelerdeki sanayi üretiminin büyümesi, “istihdam yaratacağı” gerekçesiyle burjuva devlet aygıtları tarafından kutsanıyor. Serbest bölgeler, esnek çalışma, uluslararası tahkim vb. “yabancı sermayeyi çekeceği”, “istihdam yaratacağı” gerekçesiyle meşru görülüyor. Ancak şimdi daha yakından bakınca görüyoruz ki, yeni sömürgelerin ucuz işgücü merkezleri olarak üstlendikleri işlev, yedek sanayi ordusunun sürekli kitlesel yeniden üretimini gerektiriyor. Sanayideki her büyümeye, işsiz ordusundaki paralel bir büyüme eşlik ediyor. Sanayi geliştikçe, işsizlik de gelişiyor.

***

Böylece işsizlik, yalnızca kriz dönemlerinde değil, müzmin olarak yığınsal bir olgu haline geldiği için, işsizliğe karşı mücadele de ekonominin devrelerine bağlı ve konjonktürel olmaktan çıkmıştır. Sürekli bir mücadele alanı haline gelmiştir. Somut bir mücadeleci güç olarak işsizlerin dünyanın çeşitli ülkelerinde sınıf mücadelesi sahnesinde boy göstermeleri bu gelişmeyle paraleldir. Geçmişteki işsiz hareketleri, büyük kriz ve toplumsal yıkım durumlarında ortaya çıkıyordu. (Örneğin ABD’deki 1929 krizi döneminde oluşan işsiz hareketi gibi.) Şimdi ise, en gelişkin örneğini Arjantinli işsizlerin oluşturduğu istikrarlı ve süreklilik taşıyan işsiz hareketleri söz konusu.

İşsiz nüfus, sürekli belirli bir kitlesellik taşısa da, kendi içinde değişkendir. İşsiz nüfusun belirli bir bölümü şu ya da bu biçimde iş bulup, fiilen çalışmaya başlarken, işçilerin bir bölümü işlerinden oluyor ve işsiz nüfusa dahil oluyorlar. Planlanmamış ama kendi içinde belirli bir düzen taşıyan bir gelişmedir bu. İşçilerle işsizler sürekli yer değiştiriyor. İşçiler yüksek ücretli, vasıflı işleri giderek kaybediyor, vasıfsız, düşük ücretli ve sosyal haklardan yoksun işlere doğru itiliyorlar. İstikrarsız, güvencesiz ve kayıtsız çalışma, kitlesel işsizliğe eşlik eden olgulardır. İşçilerin çalışma koşulları ve ücretleri kötüleştikçe, aynı işi daha az sayıda işçiye yaptırmak olanaklı hale geliyor ve işsizlik artıyor. İşsizlik arttıkça, işçi sınıfı içinde sefalet büyüyor ve tersinden, “kapının önünde bekleyen işsizler” fiilen çalışan işçilerin üzerinde bir kolektif basınç aygıtı haline getiriliyor. İşgücünün meta olarak alınıp satıldığı kapitalist toplum, işçileri aç kalmamak için, işgüçlerini daha ucuza satmaya zorladıkça, işçiler arasında ve işçilerle işsizler arasında ki rekabet büyüyor. Gerçekte, işçilerin düşük ücretli ve aşırı yoğun çalıştırılmalarına tepkileri ile, işsizlerin iş talebi, örtüşür. Ancak, işçiler günlük çıkarlarının ötesine geçip, örgütlü davranmayı başardığı oranda böyledir bu.

Böylece kabarık işsiz nüfus, sayıca kitleselliğini sürekli koruyan, ama bileşimi sürekli değişen bir profil sunuyor. Bu kitlenin içinde, uzun süreli işsizlik yaşayanların oranının giderek artış gösterdiğini de belirtmeliyiz.

Şirket birleşmeleri ve özelleştirmeler sonucunda, şirketler yeniden yapılandırılırken, işçilerin önemli bir kısmına (çoğu kez yarıdan fazlasına) işsizlik yolu gözükür. Kimi zaman da bir devlet işletmesi tümden kapatılarak tüm işçiler sokağa atılır. Bu gelişme eğrisi, bir yandan, görece iş güvencesine sahip, görece yüksek ücretli imalat sanayi işçisi tipini adım adım tasfiye ediyor. Bu arada, devlet işletmelerinde çalışan, görece yüksek ücretli işçi kesimi de tasfiye ediliyor. Türkiye’den örneklersek: Petrol-İş’in verilerine göre, özelleştirilen işletmelerde, özelleştirme sonrası, işçilerin yüzde 68.2’si işini kaybetti.(2) (Tablo 3)

TABLO3

1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999(1)

Toplam çalışan  

643.058

630.613

612.208

599.244

555.111

496.352

486.669

466.765

457.094

451.743

İşçi sayısı          

430.901

421.397

409.138

393.936

361.314

318.193

311.230

291.074

280.894

273.767

(1): Tahmin.

Kaynak: Petrol-İş 97-99 yıllığı, sf. 307

Toplam çalışan sayısının yüzde 30, işçi sayısının ise yüzde 36 azaldığı görülüyor. Bu durum aynı zamanda, Türkiye işçi sınıfının sendikal anlamda en örgütlü kesiminin işsizliğe sürüklenmesi, sendikal deneyime sahip çok sayıda işçinin işsiz kalması anlamına geliyor. Arjantin’de bu durum, işsiz hareketinin ortaya çıkışında özel bir role sahipti. Büyük fabrikaların bulunduğu ve ekonomileri bu fabrikalara dayanan taşra kasabaları, fabrikaların kapanması sonucu, “hayalet kasaba”lara dönüştüler. Devletin, işçilere verdiği istihdam sözünü de tutmaması, işsizlerin örgütlenerek iş için mücadeleye girişmelerine yol açtı. “Yüksek ücretli KİT işçiliği”nin tasfiye ediliyor oluşu, kapitalizmle KİT’lerde çalışan işçileri bir biçimde uzlaştıran istikrarlı işlerinin gasp edilmesi nedeniyle, aynı zamanda kurulu sisteme karşı biriken patlayıcı maddelerin de artması anlamına gelir.

İşsizlerin Örgütlenmesi Ve Mücadelesi

İşsiz yığınların taşıdığı tüm mücadele potansiyeline karşın, dağınık ve örgütsüz bir kalabalık oluşturmaları, bu kitlenin suskunluğunun temel nedenidir. İşçi sınıfının bir bölüğünü oluşturan işsizler, kapitalist üretimin fabrikalarda bir araya getirdiği işçilerden farklı olarak, oldukça dağınıktırlar. Dolayısıyla işsizlerin kitlevi örgütlenmesi, işçilere göre çok daha zor ve karmaşık bir görevdir.

Bir işsiz hareketinin birleştirici mayası, ilk elden, ancak somut iş talebi olabilir. Gerek 1905 sonrası Rusya’da, gerek 1929 sonrası ABD’de, gerekse de günümüzde Arjantin’de gelişen işçi hareketlerinin somut ve öncelikli talebi “iş” olmuştur. İşsiz hareketleri, iş ve sosyal yardım amacıyla devlete eylemli baskı yaparak gelişmiştir. İşsiz yığınların en temel ve öncelikli sorunu geçimlerini sağlayacak bir iş bulmak olduğu için, bu kaçınılmazdır da. Somut kazanımlar elde edildiği, işsizler çalışma hakkını koparıp aldığı oranda, giderek artan sayıda işsiz, bu hareketin saflarına katılıyor. Ancak somut kazanımlar ve hak alıcı eylem, bir işsiz hareketinin birleştirici mayası olabilir.

1905 Devrimi’nin hemen ardından, Rus burjuvazisi, işçilerden intikam almak amacıyla çok sayıda öncü işçiyi işten attı. Bolşevikler, sefalet içinde boğulan bu işsizlerin bir “işsiz konseyi” içinde birleşmelerine önderlik ettiler. St. Petersburg İşsiz Konseyi böyle doğdu. Bu işsiz konseyi, eyalet Duma’sı (yerel meclis) üzerinde basınç kurarak, iş ve sosyal yardım taleplerini elde etti. İşsizler; a) belediye kaynaklarının işsizlere yardım amacıyla kullanılmasını, ve b) belediyenin elinde bekleyen inşaat vb. projelerinin hayata geçirilip işsizlere iş sağlanmasını talep ediyorlardı. Duma’da, milletvekillerinin ve işsiz temsilcilerinin eşit temsiline dayanan bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun denetiminde, yüz binlerce ruble işsizlere sosyal yardım olarak dağıtıldı, çok sayıda aşevi kuruldu, belli bir sürecin ardından işsizler, talep ettikleri işleri de elde ettiler (liman onarımı, tramvay hattı yapımı gibi).

1929 krizinin ardından, ABD Komünist Partisi’nin yönlendiriciliğiyle hareket eden işsizler, “ya iş, ya ücret” talebiyle yürüyüşler düzenlediler. Etkileri 1933’e kadar yayılan krize karşı, ülke çapında gelişen sayısız işsiz toplantısını, yerel ve ülke çapında yürüyüşleri koordine eden komünistler, işsizlerin önemli bir mücadele dinamiği haline gelmesini sağladılar.

Arjantin’de ise, 1990’lı yıllarda hızlanan neoliberal politikaların işinden ettiği çok sayıda işsiz, iş talebiyle örgütlendiler. Önce, belediyelere ve federal yönetimlere dilekçeler verdiler. Barışçıl gösteriler yaptılar. Ardından, belediye ve yerel yönetim binalarını işgal ettiler. Ardından Haziran 1996’da, Cutral Co kentinde ilk yol kesme eylemi gerçekleşti. Büyük şehirleri birbirine bağlayan otoyollara barikatlar kuran işsizler, devletin kendilerine iş vermesini talep ettiler. Arjantinli işsizlere yol kesme eylemlerindeki gözcülere verilen isimle piquetero’lar denildi. Yol kesme eylemleri, Arjantin burjuva devletiyle keskin sınıf mücadelesi anları oldu. Bu eylemlerde defalarca çatışmalar yaşandı, çok sayıda işsiz yaralandı, tutuklandı ve kurşunlandı. Ancak bu bedellere rağmen, piquetero’lar, çok sayıda kalıcı ve geçici iş olanağını mücadeleyle kazandılar.

Her somut kazanım, hareketin saflarını büyüten bir rol oynadı. Yol kesme mücadele biçimi, giderek genelleşti ve en son Ağustos 2001’de, aynı gün içinde ülkenin 33 ayrı yerinde otoyollar trafiğe kapatıldı.

Hatta yol kesme eylemleri ülke dışına da taşarak, Bolivya, Ekvador, Kolombiya, Brezilya ve Paraguay’a da yayıldı.

Krizin dayanılmaz hale geldiği, yığınların yiyecek ekmek bulamayacak denli yoksullaştıkları Aralık ayında ise, “süper marketlerden yiyecek talep etme”, vermezlerse de zorla alma eylem biçimi piquetero’lar tarafından gündeme getirildi; ve bilindiği üzere, bu eylem biçimi yığınsallaşarak, kitlesel bir zoralıma dönüştü.

Türkiye’de de aşevlerinde, yoksul semtlerde yığılmış on binlerce ve yüz binlerce işsiz, iş talebiyle belediyeler ve devlet idaresi üzerinde eylemli baskı uygulamak için bir araya gelebilirler. Örneğin burjuva partilerin aralarındaki çelişkiler ve oy toplama kaygılarından yararlanmak üzere, belediyeler ve belediye meclisleri üzerinde basınç yapılabilir. Halktan toplanan vergilerle oluşan belediye fonlarından işsizlere sosyal yardım, yeni aşevlerinin açılması, belediyelerin işsizlere iş vermesi talep edilebilir. İşlevsiz İş ve İşçi Bulma Kurumu, işsiz protestosunun adresi olabilir. Ya da daha doğrudan, yerel devlet yönetimi, valilik vb. iş talebinin muhatabı olarak görülebilir. Basitten karmaşığa gelişen eylem biçimleriyle iş talebi uğruna verilecek mücadele, işsiz yığınlar için toparlayıcı bir kuvvet oluşturacaktır.

Komünistler, bir yandan işsiz yığınların somut hak alma mücadelesini örgütlerken, bununla iç içe geçen biçimde, işsizlik sorununun ortadan kalkması için kapitalizmin devrilmesi zorunluluğunu da geniş işçi yığınlarına taşımalıdırlar. İşsiz yığınların örgütlü mücadeleyle gelişen ve güçlenen özgüvenleri zemininde, sosyalist bir proleter hareketi geliştirebilir. Diğer yandan (işsizlik sorununun kökleri, somut iş talebinin çözemeyeceği kadar derindedir. Teknolojinin kapitalist kullanımı, sermayenin artan asalaklaşması, yeni uluslararası işbölümü, kapitalizmin neoliberal eksende yeniden yapılanması gibi olgular, somut iş talebinin etkinlik alanını çevreliyor ve tek tek işsizler iş bulsa da, kitlesel işsizliğin ortadan kalkmasını olanaksız kılıyor. Bu noktada; bir toplumsal projeyle birleşmeyen, devrim fikrini içermeyen iş talepli hareket, giderek kapitalizmin düzenleyici bir sosyal mekanizmasına dönüşerek yozlaşma tehlikesi taşır.) Tıpkı sendikaların ücretleri düzenleyici bir aygıta dönüşmesi gibi; işsiz hareketi de, işsizlere iş bulma amaçlı bir sosyal kuruma dönüşebilir. İşsiz hareketinin düzenleyici değil, devrimci bir hareket olarak gelişmesi, komünist müdahalenin hedefidir.

Bu durum, güncel politikada işsizlerin antiemperyalist, antifaşist politik tutumlarını örmeyi ve geliştirmeyi de içerir. Özelleştirmelere, IMF “yapısal uyum” programlarına, silahlanmaya ayrılan kaynaklara işsizliğin tırmandıran neoliberal tarım politikalarına, esnek çalışmaya ve bunu yasalaştıran yeni iş yasasına vb. politik tutum almak, işsizliğe karşı mücadelenin vazgeçilmez bir gereğidir.

***

İşsizlerin dağınık toplumsal yapısı, işsiz örgütlenmesinin önüne dikilen en önemli sorundur. Bu sorunu, işsizlerin bir araya geldikleri doğal yaşam alanlarından başlayarak çözmek gerekir. Rusya’da, St. Petersburg İşsiz Konseyi’nin delege seçimleri, aşevlerinde yapılmıştı. (İşçi sovyeti, işsizlerle dayanışma amaçlı çok sayıda aşevi açmıştı). İlerleyen süreçte, işsiz konseyinin semtlere göre bölgesel örgütlülükleri oluşturuldu. Bölge konseylerinin işlevi, işsizleri konseye üye kaydetmek, fabrika ve atölyelerden para toplamak, kendi bölgelerindeki aşevlerini yönetmek ve yardım malzemeleri toplatıp dağıtmaktı. Arjantin’de ise, işsiz örgütlenmesi, tamamen semtlere dayanan federatif bir görünüm arz eder. MTD (İşsiz İşçiler Hareketi), adem-i merkeziyetçi bir yapıdır. Her yerel yönetim bölgesinde, varoşlara dayanan ayrı örgütlenmeler vardır. Varoşların içinde de birkaç bloktan oluşan her bölümün kendi liderleri vardır. Her yerel yönetim bölgesinde, işsizlerin “genel meclis”i, düzenli olarak toplanarak, tüm üyelerin katılımıyla izlenecek politikaları, yol kesme eylemlerinde öne sürülecek talepleri, bu eylemlerin nasıl örgütleneceğini kolektif olarak belirler. Arjantin işsiz örgütlenmesi, hemen her ilde sayısız mahalleye yayılmış, geniş ve yaygın bir ağa benzer. Bu örgütlenme biçimi işsiz kesiminin toplumsal yapısına son derece uygun olduğu için, piquetero hareketi, en geniş işsiz yığınları kucaklayabilmiştir.

Arjantin işsiz hareketinin yerelliği öne çıkartan bir örgütlenme biçimine sahip oluşu, onun merkezi eylem yeteneğine sahip olmadığı anlamına gelmiyor. 5 Eylül 2001’de piqueteroların ulusal toplantısı Matanza ve La Plata’da yapıldı. Burada mücadele talepleri formüle edildi ve ortak mücadele stratejileri tartışıldı. La Plata’daki delegeler meclisi, altı acil talep üzerinde anlaştı: 1)Yapısal uyuma, denk bütçe politikalarına son verilmesi, tutuklular ve diğer aktivistler hakkındaki adli işlemlerin durdurulması 2) Kemer sıkma politikalarının geri alınması 3) Devlet istihdamının genişletilmesi, 16 yaşın üstündeki her işsize gıda yardımı yapılması (bu amaçla işsiz gruplarının bir işsiz sicili oluşturması) 4) Küçük ve orta ölçekli çiftçilere tarlalarına tohum atabilmeleri için hektar başına 100 pezo yardım yapılması 5) İşten çıkarmaların yasaklanması 6) General Mosconi kasabasından jandarmaların derhal geri çekilmesi (bu kasaba, yaşanan çatışmaların ardından işsiz komitesinin kontrolüne girmişti) Meclis, bunların yanı sıra 5 stratejik hedef belirledi: Bu hedefler ise, dış borçların ödenmemesi, emeklilik fonlarına kamu denetimi, bankaların ve stratejik işletmelerin yeniden ulusallaştırılması, küçük çiftçilerin borçlarının iptali ve ürünlerine sürdürülebilir fiyatların verilmesi ve açlık yaratan rejimlerin def edilmesi olarak belirlendi. [Talepler, kendiliğinden bilincin sınırlarını belli noktalarda zorlasa da, esas itibarıyla düzen içi kalıyor. Bu harekete sosyalist müdahalenin zayıflığını düşündüğümüzde, bu durumun bir iç mantığı vardır. İşsizlerin özelleştirmeler ve neoliberal tarım politikaları ile işsizlik arasındaki bağı bilince çıkardıkları ise öne sürdükleri taleplerden anlaşılıyor. Piqueteroların emperyalist politikalara karşı güncel politik tutum alışları, bu hareketin gelişkin, ileri bir yanıdır.]

Ağustos 2001’de ve Aralık’ta yapılan ülke çapındaki eylemler de merkezi davranabilme yetisinin göstergeleridir.

Türkiye’de sendikalar işsizleri örgütlemiyorlar. İşsiz kalanın sendika üyeliği de düşürülüyor. Ancak diğer yandan, işsizler örgütlenip mücadeleye sevk edilmeden, işçi hareketinin bir yanı hep zayıf kalacaktır. İşsiz nüfusun burjuvazinin elindeki bir silah olmaktan çıkartılıp, mücadeleci bir dinamiğe dönüştürülmesi, sınıf mücadelesinin ertelenemez bir görevidir. Sendikal bürokrasi, rutin alışılagelmiş ve yasaların dayattığı örgütlenme biçimlerine sıkışıp kalmış, sınıfta ve sınıf mücadelesinde ortaya çıkan değişimleri göremez durumdadır. Devlet yöneticileriyle diyalog ve uzlaşma, temel yöntem haline gelmiştir. Bu da, önüne geçilmez bir biçimde sendikal krizi derinleştirmekte, yeni durum karşısında sınıf işbirliğiyle çıkış bulmaya çalışan sendika bürokrasisi, debelenerek erimektedir.

“Ağlayan çocukların, derhal yiyecek talep eden kadın militanların, ya da küreselleşme ve işsizlik üzerine uzun söylevlerden sıkılmış işsiz genç erkeklerin arasında, buz gibi donduran ya da terleten sefil yerlerde yapılan toplantılara katılmak için teneke mahallelerin çamurlu, kaldırımsız yollarında zahmetle yürümeye ve örgütlenme yapmaya hiçbir sendika patronu gönüllü değildir. Hiçbir sendika lideri, elinde sapan, anayolları kesip yanan lastiklerden oluşan barikatların arkasında gerçek mermilerle yüz yüze gelmez. Onlar kemer sıkma programının etkilerinin nasıl yumuşatılacağım ve yönetebilirliğin nasıl sağlanacağını tartışacak üç taraflı bir komite kurmak için Çalışma Bakanlığından yarım saatlik bir randevu koparmayı tercih ederler.”(3) Arjantin’deki sendikacıların durumunu anlatmak için söylenen bu sözler bize ne kadar tanıdık geliyor değil mi?

Bu durumda, öncelikle işsizler kendi örgütlenmelerini yaratıp bir güç olarak ortaya çıkmadıkça, sendikaların işsizleri örgütlemesini beklemek boş hayal olur. Ancak yine de sendika yönetimleri üzerinde, işsizlerin de örgütlenmesi, en azından işsiz kalan üyelerin üyeliğinin düşmemesi için basınç yapılmalıdır. Bugünkü durum öyledir ki, kimi sektörlerde 'örneğin işçilerin sürekli işten atılıp alındığı tersaneler) işçiyle işsizin ortak sendikal örgütlenmesini gerçekleştirmeden, sermayenin karşısına anlamlı bir güç bile olunamaz. İşsizler kendi örgütlenmelerini yaratıp mücadeleci bir güç olarak ortaya çıktıkları oranda, bu durum, sendikaları da işsizleri örgütlemeye zorlayacaktır.

Bir diğer önemli sorun, işçilerle işsizlerin ortak mücadelesinin örgütlenmesi sorunudur. St. Petersburg deneyiminde, Lenin, kurulacak İşsiz Konseyi’nin yalnızca işsizlerden oluşturulmasına karşı çıkarak şu öneride bulunmuştur: “Tek başına bu örgütlenmeyle, burjuvaziye etki yapamazsınız; yeterince güçlü olamazsınız ve işsizler kendi başlarına işçi sınıfının tümünün çıkarları zemininde bu işi genişletemezler. Bu yüzden derhal İşsizler Konseyi’ni St. Petersburg’un tüm fabrika ve atölyelerindeki çalışanların temsilcilerini kapsayacak şekilde genişletmelisiniz. Şimdiden fabrikalar ve atölyelerde bu amaçla ajitasyona başlamalısınız ve derhal bu temsilcilerin seçimini düzenlemelisiniz. İşsizler Konseyi sadece işsizlerden 30 temsilciyi kapsamamak, bütün bölgelerden, fabrika ve atölyelerden 100 ya da 150 temsilciyi de kapsamalıdır. Bu, işsizlere, Şehir Duması ve burjuvazi üzerinde gerçekten başarılı bir basınç oluşturabilen hakiki bir yönetici proleter organ sağlayacaktır.” (4)

Bunun üzerine, kurulacak işsiz konseyine fabrikalardan da delegeler seçilmiştir. Bolşevikler, fabrikalarda işsizlerin talepleri lehinde ajitasyon yapmış, bildiriler dağıtmışlardır. Arjantin deneyiminde ise bu ortaklaşma, başka bir yoldan gerçekleşmiştir: Aynı semtte, kasabada bulunan işçi ve işsizlerin ortak hareketi, işçilerin de yol kesmelere katılması ve giderek piqueterolarla sendika konfederasyonlarının ortak eylemleri biçiminde. İşçilerle işsizler arasında sınıf dayanışmasını örmek, bir işsiz hareketi yaratmanın temel sorunlarından birisidir. Özellikle varoşlar, bu ortaklaşmanın fiziksel mekanları olabilir. Bunun yanı sıra, St. Petersburg İşçi Sovyeti’nin tüm işçilerin ücretlerinden işsizlere yardım amaçlı yüzde 1’lik kesinti yapması; Bolşeviklerin miting ve toplantılarda işsizlere yardım için para; işsiz sovyetinin işçi mahallelerinde yardım malzemeleri toplaması, dayanışmanın esin verici örnekleridir.

İşçi sınıfının fiilen çalışan kesimiyle iş bulamadığı için çalışamayan kesimi arasındaki makasın açılmasında ya da kapanmasında, iş saatleri ve işin yoğunluğu, önemli bir faktördür. İş saatleri ve iş yoğunluğu arttığı oranda, işsiz sayısı da artar. Dolayısıyla, işçilerin fazla mesai, aşırı çalışma ve iş yoğunluğuna karşı yürütecekleri mücadele, hem kendi yaşam koşullarını düzeltmenin, hem de işsizlerle dayanışmanın bir yoludur. Yine, masrafları devlet ve patronlarca karşılanan bir işsizlik sigortası ve patronların elini bağlayan iş güvencesi düzenlemeleri, işsizliğe karşı mücadelenin önemli halkalarıdır.

İşsiz hareketiyle kazanılan işlerde çalışan işçilerde gelişen özgüven duygusu, sınıf hareketinin önemli bir kazanımı oluyor. İşsiz hareketi, dağınık, umutsuz ve yılgın işsiz kitlesini, örgütlü, umutlu ve direnişçi bir dinamiğe dönüştürüyor. Arjantin’de Aralık ayaklanmasının başını işsiz örgütlerinin çekmesi, bunu gösteriyor. General Mosconi kasabasında yapılan bir yol kesme eylemine jandarmanın saldırmasının ardından, işsizlerin kasaba merkezini basarak silahlanması, silahlı direnişe geçmesi; ve belli bir süre boyunca kasabanın yönetiminin işsiz komitesinin eline geçmesi, bunu gösteriyor. Büyük şehirlerde bir dizi varoşta yerel yönetimin fiilen işsiz komitelerinin eline geçmesi, bunu gösteriyor. Örgütlenip harekete geçtiklerinde işsizler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan topraklarında da antiemperyalist, antikapitalist mücadelenin önemli bir dinamiği olma potansiyelini taşıyorlar.

Bu noktada, kadınların işsiz hareketi içindeki rolüne özel olarak değinmek gerekiyor. Arjantin işsiz kitle hareketleri içinde kadın katılımı yüzde 60 civarındadır. Kadın işçiler, işten atmalarda ilk kapı önüne konan olur. Ev kadınları, işsizlikle birlikte tırmanan ev içi baskıyı ve ailedeki açlığı en yoğun biçimde yaşarlar. Türk burjuva devleti de bir yandan Medeni Yasa’da kadınların çalışmasının önündeki engelleri kaldırarak bu ucuz işgücü kitlesini üretime çekmeye çalışıyor; ama kadın işçilere, gerçekte, en kötü koşullarda çalışmak ile işsiz kalmak dışında bir yaşam seçeneği sunmuyor. Gelişecek işsiz hareketinin; bir yanıyla da kadın işsizler ve ev emekçisi kadınlar arasında özel örgütlenmiş bir çalışmayı gerektireceğini öngörebiliriz.

Kapitalist üretimin örgütlenişinde meydana gelen değişimler, doğallığında, sınıfın yapısında da değişimlere yol açıyor. Tanıya- geldikleri işçi sınıfını bulamadıkları için sınıftan umudu kesenlere çokça rastlanıyor. Hizmetler sektöründeki büyümenin, “beyaz yakalı’ların sayısındaki artışın, işsiz nüfustaki kabarmanın, üretimin küçük parçalara bölünmesinin, esnek çalışmanın, kalite çemberlerinin vb. işçi sınıfını ve onun tarihsel misyonunu yok etmekte olduğunu düşünenler açısından, Arjantin’de başlayan ve Latin Amerika’ya yayılan işsiz hareketleri öğretici bir örnek oluşturuyor. İşsizler sanayi proletaryası gibi grev yapma, toplumsal üretimi felç etme yeteneğinde olmadıkları için, işsiz nüfustaki artışın sınıf mücadelesini etkisizleştireceği; işsizlerin, geçici işlerde çalışanların vb. iktidar üzerinde baskı kuracak araçlara sahip olmadıkları düşünceleri, yaşam karşısında erimiştir. Arjantin’de otoyolları kesen işsizler, metaların dolaşımını tıkayarak, artı değer üretimi sürecini etkileyebiliyor, toplumsal bir baskı oluşturabiliyorlar. Otoyolları kesme eylemi, Arjantin’den çıkarak, geniş yığınların benimsediği bir biçim olarak kıtada genelleşmiştir. “Bolivya’da on binlerce köylü ve yerli, kredi, alt yapı, koka ekme özgürlüğü ve sağlık ile eğitime kamu harcamalarının artırılması talepleriyle yollan kesti. Keza Ekvador’da, caddeler kitlesel biçimde kesilerek, ekonominin ABD dolarına endekslenmesi ve dağlık bölgelere kamu yatırımı yapılmaması, protesto edildi. Kolombiya, Brezilya ve Paraguay’da, acil taleplerin yanı sıra, (toplumsal gelirin, bn.) yeniden dağıtımını sağlayacak politikalara geçilmesi, neoliberalizme ve dış borç ödemelerine son verilmesi amacıyla yapılan yol kesmeler, yürüyüş ve toprak işgalleriyle birleştirildi.”(5)

Geçtiğimiz günlerde (28 Temmuz’da) İstanbul Altınşehir’de, mahallelerine yol ve altyapı yatırımı yapılmamasını protesto eden çevre mahallelerden emekçiler örgütlenerek, TEM yolunu trafiğe kapattılar. Yine aynı gün, Gebze’de bir rafinerinin patlamasından zarar gören semt halkı, D-100 karayolunu trafiğe kapattı ve taleplerinin kabul edileceği sözünü alana kadar eylemi sürdürdü. Esnafın kredi faizleriyle sıkıştırıldığı iflas girdabına karşı 2001’de parlayıp sönen eylem dalgası, küçük köylülerin IMF programına (ve topraklarının gaspına) karşı geliştirdikleri kitle protestoları, gecekonduları yıkılan çeşitli bölgelerden emekçilerin direnişleri, baz istasyonlarına karşı yerel mücadeleler de ezilen yığınların haklarını aramaya dönük eylemleridir. Ezilen yığınların, yeni biçimler yaratarak gelişen hak alma mücadelesini bu topraklarda da geliştirip güçlendirmenin nesnel zemininin olduğunu gösteren verilerdir bunlar.

Geçtiğimiz sayıda ele alıp incelediğimiz neoliberal tarım programı, yeni bir göç dalgasına ve büyük şehirlerin varoşlarına yığılan işsiz nüfusta bir kabarmaya yol açacaktır. İşbirlikçi Türk burjuva devletinin IMF’ye verdiği sözler uyarınca hızlandırdığı özelleştirmeler ve fabrika kapatmalar, çok sayıda sendikalı işçinin işinden olmasına yol açıyor, açacaktır. 2001 Şubat’ından bu yana süren ve durgunluğa evrilen ekonomik kriz, yüz binlerce yeni işsiz yarattı. Üst üste binen tüm bu olguların, bir işsiz işçiler hareketini yaratmak için güçlü bir zeminin varlığına işaret ettiği açıktır.

Komünistler, kitlesel işsizliğin kapitalist sistemle kopmaz biçimde bağlı olduğu gerçeğini işsiz yığınlar içindeki çalışmada vurgularlar. Ancak bu, işsizlerin somut iş talebi için girişecekleri mücadelenin anlamsız olduğu göstermez. Mücadeleyle somut kazanım elde eden işsiz yığınların gelişen özgüveni zemininde köklü bir devrimcileşmenin gerçekleşme olanakları artar. Somut iş talepli mücadele ile, işsizliğin ancak sosyalizmde ortadan kaldırılabileceğini vurgulayan sosyalist mücadele birbirini dışlamaz, aksine besler.

Türkiye’nin faşist diktatörlükle belirlenen politik çerçevesi, yığınların aşağıdan örgütlenme girişimlerinin ve hak alma eylemlerinin önünde temel bir engel olarak dikiliyor. Ancak Türkiye’ye benzer siyasal baskı aygıtlarının var olduğu Latin Amerika ülkelerinde gelişen hareketler, aynı sorunları yaşayan Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi ve emekçilerinin de böylesi hareketler geliştirebileceklerini gösteriyor. Sorun ön açıcılıkta, dumura uğratılan demokratik bilinci, örgütlenme ve hak alma bilincini devrimci savaşım ve örgütlenmeyle birleştirebilmekte. Ve son söz: “Burada karşımıza çıkan olgu, öncünün ve iradenin yol açıcı rolü sorunudur. Yığınların düzene ve rejime karşı birikmiş öfke ve nefretinin, tepkilerini ortaya koyma eğiliminin pratikte açığa çıkartılması, örgütlenme ve öncü müdahale sorunudur. Bunu kavrayamamak, demokratik ve devrimci olanakları görmemeye, yığınların ‘halinden memnun’ ya da ‘kronikleşmiş biçimiyle köle ruhlu’ yanılgısına, onlardan umut kesmeye götürür.” (6)

Dipnotlar

1: Yazı boyunca ‘işsizlik’i çalışmak isteyen ama iş bulamayan işsizleri tanımlayan biçimde kullanıyoruz. Bunun dışında bir de, çalışma arzusunu yitirmiş, sürekli işsizler vardır ki bunlar, işçi sınıfının değil, lümpen proletaryanın içinde sayılmalıdır.

2: Petrol-iş 97-99 yıllığı, sf. 301

3: James Petras, Arjantin’de işsiz işçiler Hareketi, Küreselleşme ve Direniş kitabının içinde, Cosmopolitik Kitaplığı, sf. 210. Arjantin’deki işsiz hareketiyle ilgili veriler bu kaynaktan alınmıştır.

4: Bolşevikler işsizleri Nasıl Örgütledi?, Sergey Malişev, Maya Kitapları. 1906-1908 St. Petersburg işsiz hareketiyle ilgili veriler bu kitaptan alınmıştır.

5: James Petras, age, sf. 210-211

6: Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) II. Kongre Belgeleri, Sf. 274

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi