Anayasal Hayaller ve Reformcu Politikanın Çekiciliği

“Demokratik Anayasa” talebi reformcu akımlar ve kimi devrimci hareketler tarafından, giderek artan oranda dönemin pratik mücadelesinin temel taktiği olarak benimseniyor, yükseltiliyor.

ÖDP bunu programının temeli haline getirerek şunları savunuyor: “1982 Anayasası bütün hükümleriyle yürürlükten kaldırılarak halk temsilcilerince yeni bir anayasa yapılmalıdır. Anayasa, evrensel olarak kabul edilmiş insan haklarını ve uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınmış bireysel hakları çekincesiz içermelidir.” (ÖDP Program ve Tüzüğü sf. 12)

ÖDP; Batı Avrupa ülkeleri burjuva demokrasilerindeki anayasaların bir benzerini program edindiği gibi parti programını da burjuva demokrasisi çerçevesindeki reformlar demeti olarak oluşturmuş durumda. Bunlar, ÖDP’nin küçük burjuva reformcu bir parti olarak burjuva demokrasisini gerçekleştirme stratejisine uygun.

Ancak “demokratik anayasa” talebini ve “demokratik reformlar” demetini dönemin temel taktiği veya politik stratejisi olarak öngörenler, devrimci ve reformcu anti- faşist hareket içinde yalnızca ÖDP ile sınırlı değil. Devrimci hareketin önde gelen partilerinden DHKP-C ile geçmişte komünist hareketin bir parçası olan bugün adı var kendi yok TDKP de “demokratik anayasa” ve “devletin demokratikleştirilmesi” talepleriyle mücadeleyi dönemin temel taktiği veya politik mücadele stratejisi olarak öne sürüyorlar.

DHKP-C bunu şöyle ifade ediyor: “En geniş halk güçlerinin katılımıyla, bağımsızlık ve demokrasiyi hedefleyen bir Anayasa taslağı hazırlayıp bunu halka mal etmeyi, bu çalışmanın içine bütün antifaşist, antiemperyalist özgürlükten, adaletten yana tüm örgüt ve partileri ve kişileri çekmeyi bir görev olarak önümüze koyuyoruz.”

“Bugünün somut görevleri ışığında halklarımızın demokratik muhalefetini örgütlemek için tüm güçleri kucaklayarak bir meclisi geliştirmeyi (...) bir görev ve hedef olarak önümüze koyuyoruz.” (Protokol’den)

Tasfiyeciliğin reformist meyvesi EMEP, temel stratejik hedef olarak, Türkiye’ye burjuva demokrasisinin getirilmesi ve demokratik bir anayasa yapılması; devletin ve ordunun demokratikleşmesi gerektiğini, işçi sınıfı ve emekçi halk hareketine şöyle vaaz ediyor:

“Demokratik bir devlet; (...) ordunun demokratikleşmesi; sermayeye karşı proleter ve emekçi mücadelesinin önemli mevziler kazanması anlamına gelecektir.” (A. Cihan Soylu, “Demokratik Devlet ve Ordunun Demokratikleşmesi” başlıklı makale, Mercek köşesi, Emek, 30 Mart 1997)

“Halkın gerçekleri öğrenebilmesi için demokratik anayasa zorunludur” (Levent Tüzel, Demokratik Türkiye İçin Açıklaması, Emek, 28 Mart 1997)

Hangi Koşullarda “Demokratikleşme” Stratejisi ve “Demokratik Anayasa” Fetişizmi

Devrimci ve antifaşist hareket içinde, burjuva demokrasisi beklentilerinin arttığı veya kitle hareketinin devrimci sıçrama zorlukları çektiği koşullarda ya da reformcu liberal sol hareketin burjuva demokrasisi stratejisinin bir gereği olarak, demokratik anayasal hayaller gelişiyor, “demokratikleşme” stratejisi izlemek eğilimi güçleniyor. Veya doğrudan izlenen bu çizgi revaçta oluyor.

Kısaca vurgularsak, egemen sınıflardan burjuva demokrasisi beklentilerinin arttığı veya kitle hareketinin devrimci yükselişi bakımından olsun, Kürt ulusal devriminin zafere ulaşması açısından olsun ağır koşullarda, “demokratik anayasa”, “demokratikleşme politikası” artan oranda benimseniyor. Ayrıca ‘60 Anayasası savunusu örneğinde de olduğu gibi öteden beri bütün reformist sol hareketin temel politikalarından biri, başlıca stratejisi, anayasanın demokratik maddelerini uygulatma veya demokratik bir anayasaya dayanan burjuva demokrasisi için mücadele etmek olmuştur.

Bugün, aynı zamanda politik bunalımın işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve temsilcilerinin değişik grupları arasında yol açtığı parçalanma, bir kısmının titrek biçimde “reform” taktiklerini öne sürmelerini getirdi. TÜSİAD içinden ağırlıklı bir grubun “demokratikleşme” tedbirleri önermesi, Sabancı’nın Kürt ulusal sorununda “siyasi” çözümü tartışması türünden egemen sınıflar cephesinden gelen girişimler, kitlelerde, reformcu sol harekette, yurtsever ve devrimci yapılarda “demokratikleşme beklentileri” yarattığı gibi, devrimci harekette temel taktiksel veya stratejik planda burjuva demokrasisini hedefleyen reformcu savrulmalara yol açıyor. Lenin’in geçmiş süreçlerde önemli dönemeçlerin yol açtığı tehlikeler için vurguladığı, siyasal koşullarda her önemli değişme devrimci harekette önemli sapmalar tehlikesini gündeme getirir uyarısı, büyük bir önem ve güncellik kazanıyor.

Bugünkü koşulların değişik etkenlerinin farklı yönlerden ama birbirlerine eklemlenerek devrimci harekette reformculuğu kışkırttığı, reformcu sapmalara yol açtığı gibi şu ya da bu ölçüde tasfiyeciliği de geliştirmektedir. O halde bugün yükselen sağ oportünist moda olan “devletin demokratikleşmesi” ve “demokratik anayasa” politikasını devrimci açıdan ele alıp eleştirmek ertelenemez bir görevdir.

Sorunun Konuluşu ve Anayasacı Yönelimin Nedenleri

Anayasa, zafer kazanan sınıf(lar)ın egemenliği ve kazanımlarının kayda geçmesi, yasa katına çıkarılması, egemenlik ilişkilerinin pekiştirilmesi ve güvenceye alınması egemen sınıf(lar)ın değişik grupları arasındaki anlaşmanın çerçevesinin çizilmesinden başka bir şey değildir.

“Anayasa, elde edilmiş ve güvence altına alınmış kazanımların tescil edilmesi ve yasalarla pekiştirilmesidir.” (Stalin, Eserler C. 14, sf. 93)

Burjuva anayasalar, burjuvazinin feodal otokrasiye karşı mücadele süreci içerisinde çıktılar. Burjuvazinin, sınıf mücadelesinde fiili kazanımlarını, ya meşruti monarşi, yani anayasal krallıklar biçimindeki iktidar ortağı olmasını ya da tek başına burjuva cumhuriyet altında iktidarı almasını yasa katına çıkardılar ve pekiştirdiler. Burjuvazinin bu mücadelesinde, işçilerin, kent küçük burjuvazisinin ve köylülerin mücadelesi, burjuvazinin iktidarının rejimini belirlemede başlıca bir rol oynadığı gibi, burjuvazinin egemenliğini teyit eden anayasalarda emekçi sınıfların demokratik haklarının şu ya da bu ölçüde yer almalarının da tayin edici nedeni oldular.

Bir başka ifadeyle söylersek, işçi sınıfının ve emekçilerin mücadelesi sonucu kapitalist düzen anayasaları kısmen veya tümüyle burjuva demokratik bir yapıya kavuşturulabilir. Fakat bu durum, sözkonusu anayasaların burjuvazinin ekonomik, toplumsal, siyasal ve ideolojik egemenliğini pekiştiren birer belge olduklarını görmeye engel olmasa gerekir.

En demokratik olanında bile esas olan burjuvazinin egemenliğini pekiştirmek olduğuna göre burjuva egemenliği altında “demokratik anayasa” savunusu, her şeyden önce işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen kesimlerin mücadelesini burjuvazinin iktidarı çerçevesine hapsetme perspektifi olduğu için reformculuktur.

Komünistlerin ve tutarlı devrimcilerin kitle hareketinin önüne “demokratik anayasa” hedefini değil; devrim ve devrimin faşizm ve gericilik üzerinde kesin zaferi olan -örneğin demokratik ve antiemperyalist devrimin geçerli olduğu ülkelerde- işçi sınıfı ve emekçilerin demokratik diktatörlüğü hedefini koymaları, her türden anayasa talepli mücadelelerin karşısına devrim programıyla dikilmeleri bu nedenledir. Böylece, küçük burjuva ve burjuva reformcularıyla temel bir karşıtlık içinde olan ve olmaları gereken komünist ve tutarlı devrimci bakış açısı, hiçbir biçimde işçi ve emekçi kitle hareketini burjuvazinin iktidarına bağlayan reformcu perspektife taviz vermez/vermemelidir.

Fakat, anayasa ve devrim ilişkisi yalnızca bir demokratik devrim mi, reform mu sorusuyla sınırlı değildir. Devrim perspektifi içinde olup da ilk adımında devrimin kesintiye uğratılıp uğratılmaması sorunu da bir biçimiyle anayasa sorununda kendisini gösterir.

Türkiye ve Kürdistan devrimi açısından yaklaştığımızda, devrimci proletarya; devrimin ilk adımının, işbirlikçi tekelci burjuvazi, büyük toprak sahipleri sınıfı üzerinden kesin zaferini, bu zaferin ifadesi olarak; işçi ve emekçi sovyetleri diktatörlüğünü hedefler. Yani devrimin ilk adımının stratejisi olarak işbirlikçi tekelci burjuvazi, büyük toprak sahipleri sınıfı ve emperyalizme karşı, yarı proleterlerle kent ve kırın küçük burjuvazisiyle birlikte ve orta burjuvaziyi tecrit ederek yürür proletarya. Devrimci proletarya tüm burjuvaziye karşı işçi- emekçi sovyetleri iktidarı altında, kent ve kırın yarı-proleterleriyle birlikte ve küçük burjuva emekçi sınıfları eğer kazanılamazlarsa tarafsızlaştırarak sosyalizme yürümeyi, proletarya ile yoksul köylülerin sovyetleri iktidarıyla taçlandırmayı öngörür. Devrimci proletaryanın teorik bakışına göre; kesintisiz devrimin ilk adımının zaferi ile işçi-emekçi sovyetleri iktidarı, politik bakımdan bütün gerici sınıflar üzerinde diktatörlük uygulayan bir savaş örgütlenmesi olarak, geçici bir düzen örgütlenmesidir. Ama asgari programın diğer bütün ekonomik, toplumsal önlemleri devrimci önlemler olmalarına rağmen ekonomik toplumsal bir sistem-düzen örgütlenmesi olarak öngörülemez, öngörülmemelidir.

Anayasa; şu ya da bu yasadan farklı olarak ekonomik-toplumsal bir düzen-sistemi de içermesi nedeni ile komünistler ve devrimci proletarya, devrimin ilk adımının zaferiyle kesintisiz devrimin önüne işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün sosyalist iktidarı temel hedefini de içeren bir anayasa önerirler. Yani anayasayı devrimi sosyalist devrime dönüştürme ve iktidarı sosyalist iktidara dönüştürmenin bir parçası olarak ele alır ve gerçekleştirme perspektifiyle hareket ederler. Ayrıca koşullar erken bir geçiş için yeterli değilse, devrimci halk anayasasının sosyalist devrime geçişe olanak tanıyan ilkeler taşımasını sağlamaya çalışırlar. Bu devrimin kesintisizliğine uygun, devrimci proleter perspektiftir. Ama eğer devrimin zaferi ile yapılacak “demokratik halk anayasası” sosyalist devrime geçişe olanak tanıyan içerikte toplumsal-siyasal ilkeler taşımazsa o taktirde devrimin kesintiye uğraması demokratik aşamada kalması çizgisi izleyen demokratik küçük burjuva partileri güçlendiren hukuki bir dayanak haline, sosyalist devrime geçişi zorlaştıran bir etken haline gelir.

Antiemperyalist demokratik devrimin zaferi ile; zaferin ve kazanımların hukuki statüye geçmesi işçi-emekçi sovyetleri iktidarını ve ek olarak sosyalist iktidara geçiş olanaklarını güçlendirmesi bakımından, siyasal-sınıfsal güç ilişkileri ve dengelerine bağlı olarak devrimci iktidarın önüne devrimci anayasa hedefi konabilir. Ayrıca, devrimin ilk adımının zaferi ile proletaryanın komünist öncüsünün iktidarda hegemonya kuramadığı koşullarda devrimin önderliğini elinde tutan demokratik küçük burjuva partilerin, burjuvazi ve emperyalistlerle olası uzlaşma ve burjuva demokratik bir rejim içinde gericiliğe iktidarı yeniden ele geçirme olanaklarını tanıması olasılığının gerçekleşmesi halinde devrimci kazanımların korunması ve emekçi kitlelerin uğruna devrim yaptıkları temel taleplerin gerçekleşmesi için demokratik devrimci bir anayasa da o dönemin temel taktiği içinde savunulabilir. Sosyalist devrime geçişi içermese bile o koşullarda demokratik devrimci anayasa, devrimci bir rol oynar ve geniş emekçi kitleleri yanılarak izledikleri bu partilerden kopararak devrimci mevzilerde tutmada rol oynayan temel bir taktik olarak devrimci bir işlev görür.

ÖDP’den proletaryanın kesintisiz devrim perspektifine sahip olmaları hiç beklenemez. Hatta onda antiemperyalist demokratik devrimin zaferine bağlanmış demokratik devrimci bir anayasa perspektifi de yoktur. ÖDP, parti programının temel stratejisi olan burjuva demokrasisi stratejisine uyum içinde “demokratik anayasa”yı da temel bir hedef olarak vaaz ediyor. Böyle- ce, kitle hareketinin önüne oldukça daraltılmış temel hedef(ler) koyuyorlar; “barış”, “demokratik anayasa”, demokratik reformlar.

Ancak, EMEP ve DHKP de; proletaryanın kesintisiz devrim perspektifini bir kenara atıyorlar, sözünü etmekten bile kaçınıyorlar. Bununla da kalmıyorlar, demokratik devrimin zaferine ve iktidarı almasına bağlanmış demokratik devrimci bir anayasa perspektifini bile terk ediyorlar.

EMEP kitlelerin kabul ettiğinden daha ileri slogan ve talepleri ileri sürmemek mantığında somutlaşan ekonomik-sendikalist politik çizgisinden, Susurluk’la, “devletin demokratikleşmesi”, “demokratik anayasa” talepleri üzerine odaklaşan daha “aktif” reformist çizgiye geçti. Ancak bilinen sürecin ürünü olan EMEP’in ekonomist-sendikalist çizgisi ve sendika ağaları ve bürokrasisi ile ittifak arayışları ve de ANAP, DSP gibi burjuvazinin gerici, faşist “muhalefet” partileriyle mahalli düzeyde eylem birliğine girişmesi ve ardından daha aktif politik mücadele adına ilerlediği noktada önüne “devletin demokratikleşmesi” yani burjuva demokrasisi kazanma hedefini koyması rastlantısal değil. Geçmişte de koşullar biraz gericilik yönünde seyrettiğinde rahatça reformcu bir kuyrukçuluğa düşebilmekteydi.

ÖDP ve EMEP değil; ama Kurtuluş gazetesi “demokratik anayasa” temel taktiğini eleştiriler karşısında düzen içi değil, halk iktidarı altında bir halk anayasası olarak öngördüğünü ileri sürerek devrimci bir taktik çizgiyi ifade ettiğini kanıtlamaya çalışarak savunmaya geçiyor.

Kurtuluş’un, “demokratik anayasa”yı, “halk anayasası”nı ve benzer politikaları taktik çizgisinin temeli yaparken, dayanak yaptığı tek anlayış bu olsaydı bile, yine de “anayasa” talebine bağlanmış temel taktiğini devrimci kılmaz. Çünkü her şeyden önce demokratik devrimci bir anayasa ancak işçi sınıfı ve halklarımızın devriminin kesin bir zaferi ve diktatörlüğünün gerçekleşmesinden sonra ve böylesi bir temel üzerinde yapılabilir. Devrimin zaferi ve iktidarın ele geçirilmesi temeli üzerinde doğacak olan şeyi; bugün güncel mücadelenin temel taktiği olarak öne sürmek ve üstelik devrimin zaferi ve diktatörlüğünden kopararak kitlelere benimsetmeye çalışmak, devrimci değildir. Tersine kitle hareketini, tabi kılınması gereken devrimci ve devrimci diktatörlük hedeflerine değil; burjuva demokratik hedef ve temel demokratik taleplerin anayasal mücadeleler yoluyla elde edilebileceği doğrultusunda yönlendirir ve böylesi hayaller ve bilinçle eğitir. Benzer bir örneği savunan menşevik Martov’u eleştirirken Lenin, devrimci olmayan bu rolü vurguluyor. Martov’un “Bugün için Rus proletaryasının ana savaşkan sloganı çarlığı ve savaşı tasfiye etmek üzere ulusal bir kurucu meclis sloganı olmalıdır” görüşünün reformist niteliğini Lenin şu görüşlerle eleştirip vurguluyor: “Bu ne ana slogandır, ne de savaşkan bir slogan. Bu slogan hemen tümden yararsızdır, çünkü bu ikili ‘tasfiye’nin temel toplumsal ve sınıfsal içeriğini ya da kesin siyasal kapsamını göstermemektedir. Bu slogan, ana savaşkan ve proleterce olmayan ucuz bir burjuva-demokratik sözden başka bir şey değildir.” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, sf. 213) Çarlığın ve emperyalist savaşımın tasfiyesi ile birarada kurucu meclis sloganı nasıl ki işçi ve emekçi kitle hareketini devrimci demokratik diktatörlük hedefi ile yönlendiremez ve tersine ucuz bir burjuva demokratik rol oynarsa, benzer şekilde demokratik devrim temel taleplerini içeren bir halk anayasası da burjuva demokratik anayasal hayaller yaymaktan, kitle hareketini bu reformist bilinç doğrultusunda yönlendirmekten başka bir rol oynayamaz.

Devrim mi Demokratikleşme mi?

Bu soruya ÖDP, burjuva demokrasisi stratejisi izleyerek yanıt veriyor. Burjuva demokrasisi çizgisini benimsemesi nedeni ile, ÖDP politik çizgi ve pratik olarak da, programatik olarak da burjuva demokratik reformları, “devletin demokratikleşmesini”, “demokratik anayasa”yı savunmaktadır. Diğer bir ifade ile ÖDP’nin bütün stratejisi ve programı budur. Böyle olduğu için de, ÖDP, aynı zamanda parlamentarist niteliğiyle, CHP, ANAP ve diğer burjuva muhalefet partileriyle eylem birliği yapıyor, sonuç olarak hemen her bakımdan kitle hareketini liberal reformist bir çizgide, burjuvaziye kuyrukçu çizgide yönlendirmeye çalışıyor. Böyle olduğu için de, holding medyasının övgü, teşvik ve desteğini alıyor, burjuva düzen partilerinin sempatisine mazhar oluyor. ÖDP, bu çizgisini pratikte sergilediği gibi, programında da vurguluyor. ÖDP’nin; Aydın ekmek zammını protesto mitinginde EMEP’le birlikte ANAP, CHP ve DSP ile eylem birliği yapması; kontrgerillayı protesto için 19 Şubat İstanbul mitinginde devrimci hareketle eylem birliğini reddederek, kontrgerilla saldırılarının hükümet üyesi suç ortağı CHP ile eylem birliğini dayatması; Hatay il yönetiminin, DYP’den ANAP ve MHP’ye değin gerici, faşist partilerle birlikte devrimcileri kınaması; ‘96 1 Mayıs’ı nedeniyle burjuvazinin “vandalizm suçlaması” temelinde devrimci kitle hareketini bilinç kırılmasına uğratma kampanyasına katılması; genel merkez yöneticilerinin kontr-gerillaya karşı mücadelede ANAP liderini kutlama ziyareti; bu partiye mensup KESK yöneticilerinin KESK kuruluşuna MHP’yi davetleri vb. Bunlar ÖDP’nin burjuva demokrasisi stratejisini sergileyen pratikleridir. Ve dahası, bu stratejiyi uygularken, liberal reformist çizginin burjuva demokrasisini kazanmada uzlaşıcılığını, yasalcılığını, kitle hareketini burjuvaziyle işbirliğine yöneltme düzeyini de sergilemektedir.

Ancak, vurguladığımız gibi “demokratikleşme” ve “demokratik anayasa” politikasını EMEP ve DHKP de savunmaktadır. EMEP, ekonomist, sendikalist çizgide yürürken, bunun işçi ve emekçi kitle hareketini güçsüzlüğe mahkum etmekle kalmayıp, parti olarak kendisini de etkisiz ve güçsüz kılmasına yol açtığını gösterdi. Çıkardığı dersle yasalcı reformist çizgide görece, “aktif” olması gerektiğine karar verdi. Bunun stratejisi olarak “demokratik devlet”, “ordunun demokratikleşmesi”, “demokratik anayasa” politikasında karar kıldı. Büyük havalarla başlattığı “demokratik Türkiye” mitinglerinde aradığını bulamadı. Zira reformist sol partilerin revaçta olanı, şişirileni ÖDP’dir. DHKP ise, geçen sürecin tümünden sonra temel taktik çizgi olarak, “demokratik anayasa”, politikasını ortaya koydu.

Bu politikanın ortak yanları sözkonusu olduğu gibi, her bir parti tarafından ileri sürülen farklı gerekçeleri de sözkonusu. Ancak, sözde hangi devrimci gerekçe ve anlayışa dayandırılmaya çalışılırsa çalışılsın, sonuçta bu partilerin buluştukları politika, kitle hareketini “devrim” adına reformcu çizgiye yönlendirme politikasıdır. EMEP’in “demokratikleşme” stratejisi kendi sözleriyle şöyledir; “Halkın gerçekleri öğrenebilmesi için demokratik bir anayasa zorunludur.” (EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, Demokratik Türkiye İçin açıklama, EMEK 28 Mart 1997) “Demokratik bir devlet; (...) ordunun demokratikleşmesi; sermayeye karşı proleter ve emekçi mücadelesinin önemli mevziler kazanması anlamına gelecektir” (Demokratik Devlet ve Ordunun Demokratikleştirilmesi, Mercek köşesi, A. Cihan Soylu, 30 Mart ‘97)

Reformlar İçin Mücadelede Devrimci Taktik mi, Aşamalı Bilinçlendirme Stratejisi mi?

EMEP’in burjuva demokrasisini kazanma stratejisini dayandırdığı mantık ve gerekçe; proletarya ve emekçi halk hareketinin “sermayeye karşı” mücadelede “önemli mevziler kazan”acağıdır. Yine, “demokratik anayasa” ile geniş emekçi kitlelere seslenme ve örgütlenme olanağı elde edeceğidir. Bu mantık zincirlerini izleyen halkanın şöyle olacağı anlaşılıyor: Bu demokratik mevzilerle, işçi emekçi hareketi nefes alacak, sonra da, uzun bir süre barışçı, yasal ve parlamenter mücadele yolundan EMEP önderliğinde sosyalizme hazırlanacaktır. Bu bir devrimci taktik değil. EMEP, Buna strateji adını açık seçik koymasa da güncel koşullarda uyguladığı, demokratikleşme için mücadele stratejisidir. Ve tamamen reformisttir. İşçi, emekçi hareketini, Kürt ulusal devrimini; “demokratik devlet” ve “demokratik anayasa” temel hedefine yönlendirerek, antiemperyalist demokratik devrim stratejisinden vazgeçmektir. ÖDP’nin bu yolu; burjuva demokratik anayasal çizgiyi açıktan program ve stratejisi ilan ederek izlemesi ile, EMEP’in bunu iki aşamalı strateji olarak izlemesi, demokratikleşme ve demokratik anayasa çizgisini ne reformist olmaktan ve ne de stratejisi olmaktan çıkarır. İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri devletinin, bugünkü faşist niteliğinden arındırılması ve bu sonucun burjuva demokratik bir anayasayla hukukileştirilerek pekiştirilmesi, bir yanıyla elbette önemli demokratik reformlar-kazanımlar sağlar. Diğer yanıyla, işçi ve halk hareketi ve Kürt ulusal devri- minin bu hedeflere bağlanarak yürütülmesi, kaçınılmaz olarak, bu hedefler sağlanıncaya değin demokratik (hatta pratikte militanca bile olabilir) baskıyı büyütmek, ama bu hedefler elde edilince ya da burjuvazi o koşulları devrimi engellemenin manevrasına dönüştürünce güçsüzleşerek sönmesi, sona ermesi bilincine yol açar ve mücadele de reformlarla sona erer. Bu, sözkonusu “aşamalı” stratejiyi izleyenlerin niyetlerinden bağımsız olarak gerçekleşebileceği gibi, “bir taktik aşama” savıyla izlense de, gerçekte strateji işlevi görür. Ayrıca dönemin politikası olarak izlenmesi, onu zaten taktik olmaktan çıkaracağı gibi; işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri devletinin diktatörlüğünün; faşist öğelerden arındırılması ve demokratik anayasanın yürürlüğüyle “kalıcılaştırılması”, dolayısıyla iktidar ve ekonomik-toplumsal egemenlik sistemi olarak sürdürülmesi gerektiği bilincine çakılıp kalınması, demokratik kazanımlar uğruna mücadelenin kesin zaferi olan İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği hedefinden vazgeçilmesidir. Ve işçi-emekçi kitle hareketinin daha bugünden bu reformcu bilinçle eğitilerek hazırlanması demektir. Ve kitleler, burjuvazinin “demokrasi” rejimi ile diktatörlüğü ve demokratik anayasası sağlandığında, yani faşist diktatörlükten burjuva demokrasisine geçildiğinde donandıkları bu bilincin sonucu, kaçınılmaz olarak mücadelelerini devrimci anlamda sona erdirirler.

“Aşamalı bilinçlendirme” anlayışı, ekonomistlerin ve menşeviklerin kötü ünlü reformist anlayışıdır. Öncü kitleleri, “en geniş kitleyi harekete geçirmeye temel teşkil eden ekonomik taleplerle mücadeleye seferber etmek”, “ardından politik mücadeleye seferber etmek” biçimindeki ekonomist aşamalı bilinçlendirme perspektifi ile, önderlik edilen sınıf ve emekçi halk hareketinden nasıl ki devrimci bir hareket asla çıkamaz ve hareket nasıl ki güçsüz kalarak sönerse, benzeri bir durum reformist aşamalı bilinçlendirme perspektifi için de geçerlidir. Bu perspektifle önderlik edilen işçi-emekçi kitle hareketinden ve Kürt ulusal devriminden, burjuva demokratik rejim altında burjuvazinin diktatörlüğü sağlanınca, güçsüzleşerek sona ermekten başka bir şey çıkmaz. Bu çizgiyi izleyen EMEP, ÖDP vb. de, burjuva demokrasisinin bir parçası, sol kanadı olur, o kadar.

Ki bugünkü koşullarda işçi hareketinin devrimcileşme düzeyindeki büyük gerilik ve bunu aşmanın önündeki küçümsenemez engeller ile, TÜSİAD’ın ağırlıklı bir kanadının “demokratikleşme perspektifleri” için şimdiden nabız yokladığı düşünülürse; EMEP’in “devletin” ve “ordunun demokratikleştirilmesi” stratejisi, TÜSİAD’ın burjuva demokratik anayasa manevrasına yedeklenerek kitle hareketinin devrimcileşmesini engeller ve Kürt ulusal devrimini boğar.

EMEP’in antifaşist mücadeleyi burjuva demokrasisi temel hedefine bağlama stratejisi, kitlelere önerdiği örgüt biçimleriyle de uyum içindedir. Yasalcı ve gitgide belirginleşen parlamentarist mücadele çizgisi ile “demokrasi platformlarını, bu mücadelenin yönetici merkezleri olarak öngörmektedir. Demokrasi platformları; bugünkü yapılarıyla Türk-İş’in gerici sendika yöneticileriyle, DİSK’in reformist yöneticilerinin ağırlıklarını koydukları, KESK yöneticisi, TMMOB yöneticisi küçük burjuva reformistlerin, İHD’nin vb. ise onları izledikleri burjuva liberal niteliğe sahiptir. O, kağıt üzerinde bile, burjuva demokratik reformları çok güdükçe mücadele etmeyi dahi göze alamıyor. EMEP, önceleri eleştirmek- sizin, hatta eylem dönemlerinde eleştirenleri suçlayarak, sonraları ise eleştirerek, mücadeleyi “demokrasi platformları” yönetimine vermeyi önererek, “demokratik anayasal devlet” stratejisine uygun örgütlenmeler öngörüyor. Kitlelere ve kitle hareketinin gelişmesine daha yakın ve yardımcı sendika şubeleri platformlarına önem vermesi, yalnızca gerici-reformist sendika merkezlerinden farklı olarak, anayasal burjuva demokrat bir rejim için barışçı çizgide de kalsa mücadele etmesinin kaçınılmaz sonucu ve kanıtıdır. Fakat, EMEP’in bu farklılığı, aynı zamanda onun reformist karakterinin de bir aynasıdır.

Reform Talepleriyle Mücadele, Anayasal Hayaller ve Burjuva Demokrasisine Değil, Devrimci Kitle Hareketini Yükseltme, Devrime ve Devrimci İktidara Bağlı Kılınmalıdır

Kitle hareketinin devrimci özelliklerinin Türkiye’de zayıf kalması ve devrimci hareketin kitleselleşme sorunu; günlük mücadelelerde, kısmi politik taleplerle, yaşam koşullarının iyileştirilmesi talepleriyle daha geniş işçi-emekçi kitleyi devrimci mevzilere çekme görevini daha da önemli kılmıştır. Ama bu önem, aynı zamanda, ÖDP’nin, demokrasi platformlarının liberal reformist anlayışlarına boyun eğme eğilimini de geliştiriyor. Reformlar için mücadeleyi bir amaç ve çizgi haline getirme ve barışçıl hazırlık umudunu da güçlendiriyor.

Marksist-leninistler ve tutarlı devrimciler için reformlar, devrim ve devrimci iktidar perspektifiyle yürütülen mücadelenin yan ürünüdürler. Sorunu Stalin’in koyuşundan özetlersek; devrimci için esas olan, reform değil, devrimci çalışmadır; devrimci için reform, devrimin bir yan ürünüdür. Bundan dolayı, burjuva iktidarının varlığı koşullarında devrimci bir taktikle reform, doğası gereği bu iktidarı bölmenin, parçalamanın ve çökertmenin bir aracına, devrimi sağlamlaştırmanın, yığınları birleştirerek mücadele mevzilerine yerleştirmenin bir aracına, devrimci hareketin daha da geliştirilmesi için bir üs noktasına dönüşür. Reformist için reform, her şeydir; devrimci çalışma ise ikincil bir şey. Lafı edilecek bir konudur. Göz boyamaya yarar. Bundan dolayı burjuva iktidarının varlığı koşullarında reformist bir taktikle reform, kaçınılmaz olarak bu iktidarın sağlamlaştırılmasının bir aracına; devrimi çökertmenin bir aracına dönüşür. Demek ki reformcu ve devrimci taktik çizgiler arasındaki fark, reform talepleriyle kitleleri mücadeleye seferber etmeyi kabul edip etmemek değil, bu mücadelenin hangi bakış açısıyla, nasıl bir bilinçle ve hangi temel hedeflere bağlanarak yürütüleceğindedir. Her günkü mücadelede, işçi sınıfını ve yığınları, kısmi politik taleplerle harekete geçirirken, devrimci yaklaşım, bu mücadeleler içinde kitleleri devrimci iktidar perspektifi ile, devrim fikriyle eğitir, “devrimci bir kitle hareketinin sistemli bir tarzda hazırlanması”nın (Lenin, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf. 317) aracı yapar. Küçük burjuva “sol”doktrinerliğin zaafı, yalnızca temel demokratik program ve iktidar şiarlarını yükseltmekle yetinip, kitleleri günlük mücadelelerde ekonomik ve kısmi politik taleplerle mücadeleye seferber etmeye ilgisiz kalan anlayışındandır. Diğer yandan, şu ya da bu nedenlerle reform talepleriyle mücadeleyi burjuva demokrasisi hedefine, demokratik anayasal bir ara aşama hedefine bağlayan bir perspektifle, ya da burjuvazinin değişik kliklerinin reformcu politikalarının kuyruğuna bağlanma vb. perspektifiyle yürütmek, reformcu bir yaklaşımdır, sağ oportünist reformcu bir çizgi izlemektir.

ÖDP demokratik anayasal bir rejim elde etme politikasının programatik ve stratejik bir görev ve temel hedef olduğunu ilan ederken, EMEP ve Kurtuluş ise bu stratejiyi, hedef olarak değil, temel hedeflere varmada “mevzi kazanmak”, “kitlelere somut hedef göstermek”, “burjuvazinin önerilerine devrimci alternatif göstermek”, kitlelerin neyin, nasıl kazanılıp kazanılamayacağını kendi deneyleriyle kavramalarını sağlamak, devrimci hareketi kitleselleştirmek vb. gibi ilk bakışta devrimci perspektife mantıken uygun görünen gerekçelerle savunuyorlar. EMEP’in “sermayeye karşı mücadelede mevziler kazandırır” mantığıyla “devletin” ve “ordunun demokratikleştirilmesi”, “demokratik anayasa” unsurlarından oluşan anayasal burjuva demokrasisini kitle hareketinin önüne hedef olarak koyması, dönemin temel taktiği olarak getirilse de, aslında “ara aşama” stratejisidir. (Temel taktik olarak getirilmeseydi de yalnızca daha inceltilmiş bir reformizm olurdu.) EMEP’in bu anlayışının, “aşamalı bilinçlendirme” reformcu mantığı olduğuna değinmiştik. Yanısıra bu reformist mantıkla özdeş bir tarzda, “ara aşama stratejisi” olduğunu da vurgulayalım. Çünkü “devletin”, “ordunun demokratikleştirilmesi” ve “demokratik anayasa”da somutlaştırılan ve anayasal burjuva demokrasisi olarak da tarif edilebilecek olan bu hedef, ‘70’li yıllardaki darbe sonrası Portekiz ve Franco sonrası İspanya’dakine benzer bir burjuva demokrasisidir. Ve en önemlisi de, burjuva rejim altında, işbirlikçi tekelci burjuvazinin diktatörlüğünü sürdürmesi hedefidir.

Tüm bu tartışmayı tarihe başvurarak daha fazla anlaşılır kılabilir, onu, pratikle ilişkisi içinde kavrayabiliriz. Bilindiği gibi, 1930’lu yıllarda birçok Avrupa ülkesinde yükselen faşizme karşı mücadelede; var olan burjuva demokratik kazanımları koruma taktikleri uygulanmıştır. Bunlar, devrimci bir işçi ve halk hareketi geliştirme politikalarına bağlı ele alındıkları ölçüde, reformist taktikler değillerdi. Örneğin, Fransa’da o yıllarda, FKP’nin, halk cephesi politikasının bir parçası olarak, mevcut anayasanın demokratik maddelerinin ve demokratik hakların savunulması, ordunun, polisin ve diğer devlet aygıtlarının faşistleştirilmesine engel olma vb.’den oluşan antifaşist talepler demetiyle mücadelesi, reformcu bir perspektif değildi. Çünkü var olan demokratik hakları ve mevzilerin, faşistleştirmeye karşı, devrimci kitle hareketini geliştirmede üs noktaları olarak kullanılma politikasıydı izlenen. Devletin faşistleştirilmesine karşı geliştirilen mücadele ve bu yönde formüle edilen talepler, burjuva devletin faşistleştirilerek karşıdevrimin silahlarının güçlendirilmesine karşı taleplerdir. Ve dolayısıyla işçi sınıfı hareketini, kitle eylemini sürekli ve sistemli devrimci bir kitle hareketi olarak, devrim ve devrimci iktidar perspektifinde geliştirmiş, reformcu bir burjuva iktidar hedefi ile dumura uğratan, bozan, reformcu bilinç yayan bir rol oynamamışlardı. Ama aynı FKP’nin, Fransa’nın antifaşist mücadelesinin sonlarına doğru, “demokratik güçlerle” ittifak içinde hükümete bakan vermesi, “demokratik anayasa” (ki genel grev hakkının kaydedildiği bir anayasadır) gerçekleştirmesi, sonuçta antifaşist mücadelenin devrimin zaferi ve devrimci iktidarla taçlanmasını önlemiş, reformist bilinç ve hayaller yaymış, reformist işlev görmüştür. Bugün faşist diktatörlük koşullarında, faşist saldırı ve savaş örgütlerinin dağıtılması talepleriyle günlük mücadeleleri yükseltmek, elbette devrimci programa, devrimin temel hedeflerine bağlandığı ölçüde, antifaşist hareketi devrimci rotada geliştirici bir rol oynar. Ama bu taleplerle mücadele, “devletin”, “ordunun demokratikleştirilmesi”, “demokratik anayasa” hedeflerine bağlanırsa, anayasal burjuva demokrasisi rejimi ve iktidarına yedeklenirsiniz. Kitle mücadelesi bunun aracı haline gelir.

İki ayrı özgün durum koşulları altında, faşizme karşı mücadelenin devrimci rotası farklı şekillenir, fakat özü aynıdır.

Büyüyen, iktidara yürüyen faşist tehlike karşısında, bütün demokratik mevzilerin devrimci tarzda savunulması, devrimci hazırlığın ve ileri sıçramanın zorunlu koşuludur. Burada ustalık, yığınlara faşizm tehlikesinin, kapitalist düzenden ve egemen sınıflardan kaynaklandığını göstererek, devrimci hedeflere yöneltmekte somutlaşır. Örneğin, eğer faşizmin burjuva muhalifleriyle burjuva demokrasisi platformu ve perspektifiyle sınırlı bir ittifak geliştirilirse, bu burjuvaziye yedeklenmekten başka bir anlama gelmez.

Diktatörlüğünü kurmuş faşizm koşullarında da, antifaşist mücadele, faşizmin kaynağına, temellerine, yani emperyalist-kapitalist düzene yöneltilmek zorundadır. Faşist diktatörlüğün burjuva muhalifleri, yığınları kapsamlı ya da dar bir burjuva demokrasisi çizgisinde kazanmaya çalışacaklardır. Demokratik anayasa, demokratik anayasa talepli mücadele, bu burjuva reformcu çizginin sınıf doğasına uygundur. Devrimci çizgi, yığınları faşist diktatörlükle, onu üreten, var eden kapitalizmle, emperyalizmle hesaplaşmaya yöneltecektir. Burjuva muhalefet, tek tek demokratik talepleri demokratik anayasa hedefine bağlamaya, düzenin temellerini ve burjuvazinin iktidarını korumaya çalışırken, devrimciler, devrim programına ve program hedeflerine bağlamaya çalışacaklardır. Demek ki, yığınların faşizme karşı devrimci eğitiminin, yığınları burjuvazinin yedeklemesini önlemenin yolu, demokratik anayasa talebinin karşısına devrim programı koymak ve muazzam bir güçle burjuvazinin demokratik anayasa talebi ile yığınlarla bağlantı kurmasına saldırmaktır.

ÖDP’nin, Susurluk skandalıyla, devletin faşist kontrgerilla çetelerinin ortaya saçılışını, başında MGK bulunan faşist diktatörlüğün kanlı yüzünün açıkça gözler önüne serilmesi sonucu gelişen kitle eylemi fırsatını, “adil ve demokratik bir erken seçime” tabi kılınmasına benzer şekilde, ama daha geniş çaplı ve farklı düzeyde, antifaşist kitle hareketini anayasal demokratik burjuva diktatörlüğü hedefine bağlamak da reformcu rol oynar. EMEP’in ve Kurtuluş’un, birincisinin, reformları, burjuva demokratik anayasal stratejik bir hedef koyarak, ikincisinin, kendi söylemiyle kitlelerin mücadeleye seferber edilmesi taktikleri kapsamında anayasal bir hedef koyarak, bu biçimlerle mücadeleyi, tam da TÜSİAD’ın, demokratikleşme tedbirlerini kamuoyunda tartıştırarak, Susurluk’la devletin kontrgerillacı yüzüne karşı artan kitle tepkisi ve eylemini, bazı reformlar vaadi ya da taktikleriyle devrimcileşmekten alıkoymaya çalıştığı bir sırada yoğunlaştırmalarının kendisi bile, kitle hareketini anayasal muhalefet yönünde, reformcu yönde kanalize edici bir rol oynar. Çünkü, o kampanyada filen iki blok vardır. Biri tekelci medya önderliğindeki liberal blok, diğeri sokak gösterileriyle kendisini ortaya koyan ve antifaşist şiarlarla gelişme yolu arayan blok. Sorunu, burjuva demokratik anayasa da olsa, demokratik halk anayasası da olsa, bir anayasal talep ve tartışma konusu olarak geliştirmek, mücadeleyi ikinci blokun devrimci yönde geliştirilmesini engelleyici ve devrimci içeriğini/özünü boşaltıcı, saptırıcı rol oynar. Nitekim, barolar, TMMOB, İHD vb. kurumlar, bugün, “demokratik anayasa” tartışmalarını sürdürüyorlar. Bu antifaşist bir işlev görse de reformcudur. Kitle hareketini reformcu kanala akıtır, burjuvaziye yedekler. Kurtuluş’un fikir olarak ‘91’de dile getirmesine karşılık, o zaman pratik bir mücadele politikası olarak yoğunlaştırmadığı, fakat bugün güncel pratiğin yoğunlaşma ekseni olarak “demokratik anayasa” ve “halk anayasası” temel taktiğine dayandırdığı gerekçeler ve mantık da, reformcu politikanın öğelerini oluşturuyor. Örneğin, Kurtuluş, anayasa konusuyla ilgili yazı dizisini bitirirken, emekçi yığınları anayasa tartışmasına teşvik ediyor. 12 Eylül Anayasası’na karşı çıkan herkesi kapsayan anayasal hedefli bir mücadele öğütlüyor. “12 Eylül Anayasası’yla yönetilmekten memnun musunuz sorusuna hayır diyorsanız; Hayır, bağımsız, daha demokratik, herkesin haklarını tanıyan bir anayasa istiyorum diyorsanız yapacağımız, demokratik bir anayasa mücadelesine girişmek, bu doğrultuda verilen mücadeleye katılmaktır. Dünya ve Türkiye’deki anayasaları inceleyip tanıtmaya çalıştığımız bu yazı dizisinde -sonuç olarak- söyleyeceğimiz budur.” (Kurtuluş, Sayı 24, 5 Nisan 1997)

Açıktır ki bu hatta, yani anayasal talepli bir zeminde geliştirilecek bir mücadele, içinden geçtiğimiz süreçte, yığınların dikkatini ve enerjisini devrimci iktidar hedefinde yoğunlaştırmayı sağlayamaz. Tam tersine, yığınların bilinçli öncüleri dışında kalan en geniş bölüklerinin perspektifini daraltır, onları, “anayasanın demokratikleştirilmesi” yoluyla politik krizden kurtulmaya çalışan ve merkezinde işbirlikçi tekelci burjuvazinin durduğu (nesnel anlamıyla) blokun peşine takar. Enerjilerini bu süreç içinde tüketmelerine yol açar. Burjuvazinin kendi güç, imkan ve yönlendirme araçları dışında, küçük burjuva reformist partilerin soldan çabaları da bunun hazır zemini veya aracıdır.

Kurtuluş’un Platformu Kitleleri Deneyler içinde Eğiterek Doğruları Kavratmak Taktik İlkesine Sığar mı?

Kurtuluş, anayasa taktiği ile, devrimci kitle hareketinin geliştirileceği düşüncesini dayandırdığı mantık zincirinin diğer halkalarını değişik biçimlerde izah etmeye çalışıyor. Bu halkalardan biri, kitleleri deneyleri içinde eğiterek bir görüşün doğruluğuna inandırmak gerektiği taktik ilkesidir. Bu ilke doğrudur. Gerçekten de, devrimci öncünün sürekli ve sistemli olarak devrimci iktidarın, demokratik devrim programının propaganda ve ajitasyonunu yapması, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimci bilinç kazanması için asla yetmez. Faşist diktatörlük ve emperyalizmden kurtuluş için, devrimin zorunlu olduğunu, kısmi politik istemlerle ve silahlı olmayan biçimlerle mücadelenin yeterli olmadığını, bu mücadelelerle seferber edilen geniş kitlelerin kendi pratik deneyimleriyle de silahlı bir devrimin ve devrimci bir diktatörlüğün gerekli ve zorunlu olduğunu kavramalarına önderlik etmek gerekir.

Fakat devrimci öncünün tek tek politikalarının doğruluğunu, devrimin zorunluluğunu, demokratik devrimin programının doğruluğunu kavramaları için geçerli olan bu eylemli pratik eğitim, anayasa talepli bir mücadele çerçevesinde asla başarılamaz. “Bu düzende ne kadar olur bunu kitleler mücadele içinde göreceklerdir. Bize düşen görev onları bunu görecekleri bir mücadelenin, kavganın içine sokmaktır.” (Kurtuluş, sf. 8) diyerek, mücadeleyi devrim hedefi yerine demokratik, halkçı vb. anayasa hedefine yönelterek, kitlelerin kendi deneyleriyle neyi öğrenmesi sağlanabilir ki? Anayasa talepli mücadele ile kitlelere devrimin gerekliliğinin kavratıldığı tek bir örnek var mı?

Kitlelerin, neyin ne kadar olacağını görebilmeleri için seferber edilmeleri gereken kavga, demokratik anayasa kavgası değildir, olmamalıdır. Çünkü, Kurtuluş’un, güven vererek savunduğu, devrimci demokratik anayasa bile olsa kitlelere önerilen anayasa mücadeleciliğini değil. Üstelik bir de kitlelere “bu anayasal kavgaya girmen, demokratik anayasa talebi ile olsa da” diye seslenilirse, geliştirilecek olan kavga ve bilinç, devrimci değil, anayasal muhalefet mücadelesi olabilir ve ancak kitleleri burjuva muhalefetin yedeği yapar.

Kitleleri önce anayasal muhalefete ya da anayasal kavgaya seferber edip, onlara kendi deneyleriyle, “demokratik anayasa” bu mücadeleyle elde edilebilir, ama devrimci anayasa elde edilemezi göstermek, kitlelerin mücadele içinde devrimin zorunluluğunu kavramalarına önderlik etmek değildir. Çünkü, devrimci anayasa da olsa, devrimci anayasanın ancak devrim ve devrimci diktatörlük üzerinde temellerini bulacağı, devrimci özellik kazanacağı gerçeğidir önerilmesi gereken. Kitle hareketinin yönlendirilmesi gereken yolu da bu gösteriyor: Antifaşist güncel taleplerle, faşist 12 Eylül Anayasası, faşist savaş birimlerinin tasfiyesi ve benzeri politik talepleriyle kitle hareketini yaygınlaştırır, yükseltir ve genelleştirirken, İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği hedefi ekseninde demokratik devrim programının propagandasını yapmak, devrimin faşist diktatörlük üzerinde kesin zaferi veya devrimci diktatörlükle taçlanması perspektifiyle kitle hareketini sürekli geliştirmek, bütün bu mücadeleler içinde kitlelerin kendi deneyleriyle de bu temel hedefe varmanın zorunlu olduğunu kavramalarına önderlik etmektir yığınların devrimci hazırlığının yolu. Demokratik devrimin programını bir anayasa biçiminde formüle edip, küçük burjuva reformcuların, liberal burjuva grupların demokratik, liberal anayasa vaatleriyle birlikte bir kitle hareketi geliştirmeye, bu mücadele içinde kitleleri eğiterek devrime hazırlamak adına, anayasal hayaller içinde kitle hareketini oyalamaya önderlik etmek değil.

Kaldı ki, devrimci demokratik anayasa önerisini, Kurtuluş aynı zamanda pratik bir alternatif olarak, TÜSİAD’ın “demokratikleşme tedbirleri paketi”ne, alternatif olarak sunuyor, böylece -öznel niyetinden bağımsız olarak- kitle hareketini, anayasal tartışmalar ve hayaller akımı içine itmiş oluyor.

Somut Hedef ve Güçler Dengesiyle Anayasa Mücadelesi Arasındaki Bağ, Demokratik Anayasal Taktiktir

Kurtuluş’un anayasal talepli mücadele platformunun doğruluğuna dayanak yaptığı mantık halkalarından bir diğeri de “halkın muhalefetinin somut hedeflere ihtiyacı var” (Kurtuluş, 30 Kasım 1996) görüşüdür.

Her şeyden önce devrimci bir anayasa kitleler için demokratik devrim programı ne kadar somutsa o kadar somuttur. Ama Kurtuluş, devrimci demokrat anayasa önermeyi “somut hedef” görüyorsa, geliştirilmesini istediği demokratik anayasa kavgasının somut olarak demokratik bir anayasa sağlayacağını ve somut kazanım olarak kitle hareketini çok daha güçlüce yükselteceğini mi kastediyor? Görüş ve tezlerinde bunu açıkça ifade etmiyor, “hatta kendi başına hiçbir anayasa hiçbir şeyi çözemez” diyor. Ama, “bağımsızlığı, demokrasiyi, ulusal hakları temel alan bir anayasa talebini ortaya koymanın siyasal anlamı”, “güçler dengesini böyle bir anayasayı mümkün kılacak hale getirmek (...) yani güçler dengesini halktan yana çekmek”tir (Kurtuluş 1 Şubat 1997) diyerek, gerçekte demokratik anayasa kavgası yoluyla kapsamlı reformcu hedefler peşinde koşma yolunu döşüyor. Yığınlara enerjilerini buna kilitlemeyi öğütlüyor. Oysa daha önce de vurguladığımız gibi böyle bir süreç sonunda burjuva anayasal çözüm kendini dayatacak ve gerçekleştirecek “kitlelerin anayasa kavgasıyla yükseltilen mücadelesi” devrimci içeriğini kaybederek, burjuva reformizmi kanalına akmış olacaktır. Kurtuluş, kitlelerin anayasal demokratik mücadele taktiği ile seferber edilmesine bu denli devrimci umut bağlamasının esasen reformcu bir eğilim olduğunu, tam da bu süreçte ortaya koyduğu Osmanlı’da ve Türkiye’de anayasalar incelemesinde, 27 Mayıs ‘60 darbesini ve ‘61 Anayasası’nı “1960 politik devri- minin kazanımları” (Kurtuluş, s. 23, 29 Mart 1997), yani politik devrim ve kazanımları olarak yüceltmesinde gösteriyor. Kurtuluş, demokratik anayasa temel taktiğine uygun düşen cephe ve örgütlenme biçimleri de öneriyor. Bu önerileri demokratik anayasa taktiğinin reformcu içeriğini hem kanıtlıyor, hem de reformcu eğilimi kendi doğrultusunda güçlendiriyor. Protokolde devrimci cepheye basamak olacak “demokratik mücadelenin birliği” ilk ve acil cephe olarak öngörmek; Kurtuluş’un demokratik anayasa mücadelesine halk kitlelerinin yanısıra “çok çeşitli liberal demokrat, reformist, hatta bu düzenin değişmesinden yana olan veya burjuva demokratik taleplerde bulunan bütün kesimleri bir biçimde halk muhalefetine dahil” etmeyi sürekli vurgulaması, “demokratik muhalefet meclisi” (demokratik muhalefet anayasal sistem içinde bir kavramdır) örgütlenmesini kalıcı, legal ve yukarıda saydığı tüm liberal ve reformist güçlerin toplanacağı bir nevi cephe olarak öngörmesi, esasen anayasa mücadelesiyle uyumlu reformcu örgütlenmeler savunduğunu gösteriyor.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi