Zindanlar, Sınıf Mücadelesi ve Devrimci Tavır

Dünyanın her yanında olduğu gibi Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da da, zindanlar, burjuvazinin en önemli saldırı merkezlerinden biridir. Burjuvazi, ekonomik-toplumsal sistem ve yapısının bir sonucu olarak milyonlarca "suçlu" üretir. Bunların bir kısmı, "adli suçlu" olarak tanımladığımız kişilerden oluşur. Cinayet, hırsızlık, ırza geçme, uyuşturucu, yaralama vb. suçlardan tutukludurlar. Bu kişiler ve davranışlar kapitalizmin yarattığı toplumsal coğrafyanın ürünüdür, orada yetişirler. Bugün Amerika zindanlarında bir milyon mahkum olması "gelişmiş ve uygar" Amerika'nın nasıl bir insan malzemesi ve toplumsal doku ürettiğine çarpıcı bir örnektir. Burjuvazi için mahpustaki insan, kişiliği ezilmesi, devletin yasalarını çiğnediğine bin pişman edilmesi ve iradesinin, ruhsal dünyasının korkunun yönlendireceği bir şekle sokulması gereken kişidir. Bu, tam bir köleleştirme ve hayvanileştirme politikasıdır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan gerçeği ele alındığında da aynı olgularla, aynı sonuçlarla karşılaşırız. Yüzlerce zindana sahip faşist devlet, durmaksızın yenilerini yapmaktadır. İktisadi düzen ve onun ifadesi olan toplumsal olgular bir "suçlu" üretim makinası rolünü oynadığından Türk burjuvazisinin zindanları -genel af ve infaz yasalarıyla verilen bir-iki yıllık molaları bir yana koyarsak- her dönem onbinlerce "adli hüküm"lüyle ve de sömürü düzenine ve faşist rejime karşı mücadelede tutsak düşen binlerce komünist ve devrimciyle tıka-basa doludur. Bu onbinlerin ve binlerin yanısıra, bunların yüzbinlerce kişiye ulaşan aileleri de zindan yaşamının sonuçlarından ciddi biçimde etkilenirler, hatta bunun derin izlerini taşırlar.

"Adli mahkum"lar için mahpushane, esasta bir tükeniş sürecidir. Yatılacak yıllara dair bitip tükenmez hesaplar, hasret, mali imkansızlıklar, giderek seyrekleşen mektup ve ziyaretler, hiçbir üretkenliğe, amaca bağlanmadığı için birbirinin baskısı olan tekdüze ve geçmek bilmeyen günler, mahkumun ruhsal dünyasında, sinir sisteminde derin yaralar açar. O, kendisine zindanda olduğunu hatırlatan tüm dış unsurlar (sayımlar, idari personel, aramalar vb.) bir yana, sahip bulunduğu psikoloji nedeniyle kendiliğinden böyle bir atmosfere hapsolur. Pişmanlıklar, pişmanlıklardan pişmanlık, nefret, uysallık, isyan arzusu, kayıtsızlık, yalnızlık duygusu, korku, öfke adli mahkumun beyninde, yüreğinde karşıt fırtınalar yaratır. "Psikopatlaşmış" vurgularının kaynağı tam da bu ruh halinin kendisinden filiz sürer.

Faşist devlet, zindanlarda da tıpkı dışarıda olduğu gibi, mali güce dayalı iki ayrı dünya yaratır. Bir yanda para veya sokak desteğine ya da her ikisine birden sahip "ağalar", diğer yandan geniş bir mahkum kitlesi. Birinciler, türlü ayrıcalıklar ve rahatlık içindeyken, ikinciler keyfi baskılar, dayak, angarya, horlanma ve haklarını kullanamama cenderesinde ezilirler. Zindan, sivil ve asker bürokratlar için iyi bir gelir kaynağıdır, "ağalar"la el ele keselerini doldururlar. Pazar alanları uyuşturucu ve kumardır. Sübyan koğuşları da dahil bu alışkanlıklar yaygınlaştırılır, teşvik edilir. Ağalar ve idare zenginleşirken geniş mahkum kitlesi için ise sonuç, fiziksel çürüme, düşkünlük, zavallılaşmadır. Zulümevi olarak da niteleyebileceğimiz mahpushane idareleri için, bu ortam, mahkumu kontrol altında tutmanın da bir yoludur. İspiyonculuk mekanizması kurularak tablo tamamlanır. "Adli mahkum"lar için dayak, küfür, hakaret, keyfi yasaklar neredeyse kader haline getirilmiştir. Burada son olarak mahkumların yüzde doksanının yaşam koşullarının son derece kötü olduğunu vurgulamak gerekir. Sağlık, beslenme ve yaşam ortamı açısından dayanılmaz şartlar hüküm sürer. İaşe bedeli olarak belirlenen çok az miktardaki para, iaşe müdürleri başta olmak üzere, cezaevi idaresinin en kalitesiz yiyecekler alarak paranın bir kısmını ceplerine doldurmasıyla iyice komikleşir.

Birlikten, örgütlü mücadeleden yoksun mahkum kitlesi, bir sürü gibi hareket eder ve her koyun kendi bacağını kurtarmaya çalışır. Oysa bu, onların kurda yem olmalarına yol açar. Uzun aralıklarla yapılan isyanlar tek günlük bir öfke patlaması olmanın ötesine geçmez. Çark dönmeye devam eder.

Faşist devlet teslim alma, bencilleştirme, çürütme ve tüm bu kavramların bir bileşkesi olma anlamında "ıslah etme" politikasında, "adli mahkumların" yüzde seksenini kapsayan bir başarı kazanır. İnfaz kılıcı bunun sonraki yıllardaki sigortası olarak kullanılır. Geriye kalan %20'yi oluşturanlar ise "gayri-meşru" yaşam tarzından bir başka seçenekleri olmadığı için yasalar çerçevesinde yaşamayı kabullenmez, fakat insani özelliklerini tüketme yönüyle çoğunlukla aynı hizada dururlar.

Faşist Diktatörlük ve Politik Tutsaklar

Devletin zindan politikasının politik tutsaklara dönük amacı da öz olarak aynıdır. Yalnızlaştırma, devletin yasalarına uymamaya pişman etme, çürütme, düşkünleştirme ve bir posa olarak teslim alma. Elbette komünist ve devrimci tutsaklar bu ideolojik-politik saldırıyla amansız bir kavgaya tutuşurlar. Muazzam bir iradeler savaşı başlar, sınıf mücadelesi en açık ve en sert biçimiyle sürer. Bu tıpkı dışarıda olduğu gibi süreklidir. Politik ortam ve güç ilişkilerine göre alçalır, yükselir. Taraflar savaş baltalarını her zaman hazır tutarlar.

Faşist diktatörlük için tüm topluma yönelik saldırılar içinde, zindandaki tutsakları teslim alma amacı daima baş sıralarda yer tutar. Bu da cezaevlerinin sınıf mücadelesi içindeki özel önemini gösterir. Bu gerçeğin en somut ifadesi olarak, faşist 12 Eylül darbesinin öngününden zamanımıza uzanan süreç yeterli veriyi sunmaktadır. Biliniyorki, generaller henüz faşist darbenin ilan saatini bekleme sürecindeyken başta Mamak olmak üzere çeşitli zindanlarda saldırılar düzenleme buyruğu verdiler. Ankara Mamak'tan, İstanbul Davutpaşa'ya uzanan bir dizi askeri zindanda ardı ardına saldırılar düzenlendi. Davutpaşa'da onbeş devrimci yaralandı, biri bacağını yitirdi.

Generaller darbesinden sonraysa saldırılar sistematik hale getirildi, Mamak gibi teslim alınan kimi zindanlar basın yoluyla teşhir edilerek, bazı örgüt liderleri de dahil devrimcilerin faşizme teslim olduğu propagandası topluma hızla yayıldı. Dizginlerinden boşanmış faşist terör nedeniyle zindanlar, eşitsiz güçlerin bitip tükenmez cephe savaşı alanına dönüştü. İdeolojik bakımdan teslim almayı amaçlayan faşist saldırılar, Kürdistan'da sömürgecilerin Kuzey Kürdistan politikasının inkar, asimilasyon gibi ırkçı amaçlarıyla birleştirilerek, Diyarbakır zindanı Türk ırkçılığı kampı haline getirilmeye çalışıldı.

Faşist diktatörlüğün zindan politikaları CIA bağlantılı, özel komisyonlarca belirlendi. İşkenceci katillerden, psikologlara, "terör uzmanları"ndan generallere ve psikiyatristlere değin değişik kesimlerden halk düşmanı kişiler, boyun eğmeyen tutsakların teslim alınması için sürekli yeni politikalar üretmeye yöneldiler.

Zindanların yeri ve mimarisi bile buna göre düzenlendi. Bunun ilk örneği olarak, '82 yılında açılan Bartın Özel Tip Cezaevi bir laboratuvar olarak kullanıldı. Koğuşların tümüyle birbirinden tecrit edilmesi esasına göre düzenlenen bir mimari yapıya sahip böylesi zindanlardan sonra, bu kez de herşeye karşı "ıslah" olmayanların toplanacağı Antep tipi yeni merkezler inşa edildi. Bugünkü Eskişehir tabutluğuyla aynı mimari yapıya sahip Antep, bir ve dört kişilik sözde koğuşlardan oluşturuldu.

Bir cümleyle belirtmek gerekirse bu planların hiçbiri tutsakları teslim almaya yetmedi. Zorlu mücadeleler, büyük özveriler ve ağır bedeller pahasına da olsa İstanbul ve Diyarbakır'da, Bartın ve Antep'te, Eskişehir ve Aydın'da, Buca ve Ümraniye'de kazanan daima devrimciler oldu. Kuşkusuz bunların herbiri kendine özgü süreçler, mücadeleler yaşadılar. Burada belki tipik olan bir şeye dikkat çekilebilir, o da Mamak ve Diyarbakır'dır. Faşist cuntayı takiben ilk iki yıl devlet hegemonyasının mutlak hakimiyet kurduğu bu zindanlardan, Diyarbakır ayağa kalkmayı, özgürleşmeyi, kazanmayı başarırken, esas ağırlığını Dev-Yol, Kurtuluş ve TDKP gibi grupların oluşturduğu Mamak'ta bu başarılamadı. Bu düpedüz ilgili grupların politikalarının bir sonucuydu.

Komünist Tutsak ve Zindanlar

İşkencehane, zindan ve mahkeme sınıf mücadelesinin dolaysızca sürdüğü üç alandır. Sermayenin faşist diktatörlüğü, komünist ve devrimcileri bu alanlarda yenilgiye uğratmak için kural tanımaz vahşi bir savaş yürütür. Her komünist, düşüncelerinin, ideallerinin, değerlerinin sınavdan geçtiği, muharebenin en çıplak, en yoğunlaşmış biçimiyle yaşandığı işkencehaneden başlayarak sosyalizmin neferi ve bayraktarı olduğu, karşısında sömürücülerin, zulmedenlerin, soykırımcıların, katiller sürüsünün temsilcileri bulunduğu ve iki iradenin, iki sınıfın, iki ideolojinin çatıştığı bilinciyle hareket eder.

Zindandaki bir komünistin kendisine derhal sorması gereken iki soru vardır:

1-Ben kimim ve neden buradayım?

2-Nasıl bir insan olarak çıkmalıyım?

Birinci soruya yanıtımız açıktır. Bir komünistim, parti saflarında olmanın onurunu taşımaktayım. Safıma "açık ve endişesiz" girdim. Ne istediğimi, niçin savaştığımı biliyorum. Tümüyle gönüllü ve bilinçli olarak, kendime bir dünya görüşü ve bir değerler bütünü, kısacası yeni bir yaşam tarzı seçtim. Benim için tayin edici olan şey, yaşıyor olmak değil, nasıl yaşadığımdır. Bu açıdan dışarıda ya da içeride olmak bir ayrıntıdır.

İkinci soruya verilecek yanıt yeni bir sınav sürecinde olduğumuz bilincini tüm canlılığıyla yansıtmalıdır. İktidarda bulunan faşizmle açık bir savaşımın sürdüğü koşullarda çok daha keskin hatlarıyla ortaya çıktığı gibi zindandan birkaç şekilde çıkılabilir.

a) Kendini eğitmiş, bilemiş, yetkinleştirmiş, büyük kavgalara ve görevlere hazır bir komünist olarak,

b) Tüm yüreğiyle kavgaya hazır, fakat yıllarını veya aylarını iyi, verimli değerlendirememiş olarak,

c) İç mücadeleyi devrimci bir tarzda geliştiremediği için, gelecekteki rolünü taraftar veya sempatizan çerçevesinde sınırlandırmış biçimde veya yarı-niyetli olarak,

d) Faşizmin saldırıları karşısında, kendisine güç verecek, kendisini yenilmez kılacak, düşüncelerden, partisinden, şehitlerden, bireyi insanlaştırma ve özgürleştiren değerlerden beslenmeyi, çoğalmayı başarmak yerine, burjuva düzenin vidası olmaya hazır, kendine saygısı kalmamış, ruhunu korkuya teslim etmiş bir gölge olarak,

e) Sömürücülerin, işkencecilerin, soykırımcıların cehennemine iltihak etmiş bir uşak, bir posa, bir hain olarak.

Hiç kuşku yok ki, dört duvar dışına tarif edilenlerden hangisi olarak çıkacağı her komünist bireyin kendi iradesinin ürünü olacaktır. Buna etki eden bir dizi faktör olabilir. Ancak bunlar asla tayin edici olamaz.

Sıraladığımız ve soyut olarak gerçekleşebilirliğini kabul etmemiz gereken bu olasılıkları bir yana bırakırsak, görevler açısından sorun şöyle bir netlikte konulmalıdır; burjuvazi zindanları faşizmin bir esaret ve teslim alma kampı haline getirmek istiyor, biz komünistler ise onu sosyalist bir okul haline getireceğiz.

Sosyalist bir okul; tüm tavırlarımızın, disiplinimizin, ilişkilerimizin, düşlerimizin beslendiği, şekillendiği kaynak bu olmalıdır.

Bunun birinci koşulu derhal örgütlenmektir. Yiğit komünist Julis Fuçik'in[1] söylediği gibi "iki komünist biraraya geldi mi hemen bir örgüt kurar ve işe koyulur .”

İkincisi, düşmanın ideolojik saldırılarına ve buna hizmet eden her türlü kuşatma hareketine karşı kesin bir mücadele yürütmek, yaptırımlara uymamak.

Üçüncüsü, günün yirmidört saatini devrim için değerlendirmek perspektifinden kopmamak, zamanın başıboş bir su gibi bizi süreklemesine izin vermemek, ister tek başımıza hücrede, isterse yoldaşlarımızla ya da diğer devrimcilerle aynı koğuşta olalım günü okumak, düşünmek, yazmak, tartışmak vb. açılardan çok verimli biçimde değerlendirmek.

Dördüncüsü, yatış-kalkış saatlerinde mutlaka belirli bir disiplin sağlamak, volta atmaktan temizliğe, özene değin hayatın yakasına yapışan bir kararlılıkta olmak.

Beşincisi, sokakta olan bitenle müthiş ilgilenmek, gazetelerden, televizyon haberlerinden vb. bu temelde azami biçimde yararlanmak. İktisadi, politik, sanatsal gelişmeler üzerinde düşünmek, görüşler oluşturmak, tartışmak.

Altıncısı, komün yaşamında ya da farklı komünlerin bulunduğu koğuşlardaki kolektif görevlere karşı titiz ve sorumlu olmak.

Yedincisi, aileyle bağları devrimci yönde geliştirmek, onların bireycileşmeye dönük istekleriyle sabırlı, iknaya dayalı fakat açık bir mücadele yürütmek.

Vurgulanan temellerin üzerinde yükselecek bir yaşam, zindanı öğrenim ve eğitim bütünlüğü taşıyan bir sosyalist okul haline getirecektir.

Tek tek maddelerin herbirinin gerçekleşme biçimleri ya da ayrıntıları somut koşullarla bağı içinde ortaya çıkacaktır. Önemli olan öze, mantığa uygun bir çizgide ilerlemektir. Bazı özel noktaları hatırlatmak istersek şunlar söylenebilir:

Komünist birey geleceğin dünyasına ait bir insandır. O, bunu, sürdürdüğü komünist yaşam tarzıyla ortaya koyar. Sosyalizmi yaşamasıyla gösterir. Dünyaya, mevcut gerçekliklere, geleceğe bakışı ve eylemi değerlerindeki, ahlakındaki, duygularındaki köklü insanileşme, sömürünün meşruluğu temelinde yükselen ve hayvani bir bireycilikle karakterize olan burjuva ahlak ve değerlerle arasına çelik bir duvar koyma, kolektivizme yatkınlık, paylaşım pratiğinin gelişkinliği ve tüm bunların toplamı olarak güçlü bir yoldaşlık bilinç ve duygusu; komünist adını hak etmeyi sağlayan unsurlar bunlardır.

Zindandaki kolektif yaşamı bu temellerde örgütlemek ve gerçekleştirmek, yoldaşlarla ve diğer devrimcilerle ilişkilerde bunu var etmek gerekir. Yirmidört saatin bir arada geçirildiği çok sınırlı bir mekanda bazı ayrıntıların, önemsiz problemlerin "göze batacağı"nın bilincinde olmak, devrimci hoşgörü ve birleştiriciliği yüksekte tutmak önemlidir. (Elbette bu devrimci özden yoksun bir uzlaşmacılık biçiminde anlaşılıp, yozlaştırılamaz.) Komün yaşamı içinde dayanışma yerine rekabeti, bilgi ve yetenekten kaynaklı üstünlük taslama tutumlarını komünist eleştiri-özeleştiri yerine yakınma ve çekiştirmeciliği, günlük yaşama dair görevlerde savsaklayıcılığı, kayıtsızlığı ve küçümsemeciliği, yoldaşça sevgi ve saygıyı zedeleyebilecek her türlü davranış ve üslubu teşhir direğine çivilemek ve ezip geçmek konusunda büyük bir kararlılık içinde hareket edilmelidir. Yoldaşların sorunlarını, partinin yani kendi sorunları olarak gören Güneş yoldaşın tarzı, tüm yaşamımızda olduğu gibi, belki de dışarıda olduğundan da çok zindanda bize yol göstermelidir. Bunu mutlaka başarmalıyız.

Komünist yaşam içinde her zaman önemli bir yer tutması gereken devrimci eğitim hem kolektif, hem de bireysel tarzda yürütülmelidir. Teorik bir temel yaratma, bu temeli sağlamlaştırma, derinleştirme, parti program ve tüzüğünü, onları yönlendiren temel fikirleri ya da arka planı özümseme, devlet sınırları içinde ve uluslararası planda yaşanan iktisadi, politik, toplumsal gelişmeleri düzenli periyodlarla tartışma, bu eğitimin başlıca unsurları olmalıdır. Keza roman, öykü, şiir dalındaki edebi eserlerle ruhsal zenginliği beslemek önemsenmelidir. Bireysel eğitim, okuma alışkanlığını kazanma ve kökleştirmenin kolektif tartışmalar ise aynı zamanda bireyin kendini ifade etme yeteneğini, tartışma, disiplin ve alışkanlığını geliştirmesinin bir imkanı olarak değerlendirilmelidir. Burada vurgulanması gereken bir unsur da, bireysel eğitim faaliyetinin mutlaka bir amaca bağlanmış olarak yürütülmesi, bir başka ifadeyle bir iç sistematiğe dayanmasıdır. Rastgele okuma yöntemi tercih edilmemelidir.

Faşizmin Zindanları Teslim Alma Saldırılarının Kimi Yöntemleri[2]

– Saçların sıfır ya da üç numara traş edilmesi ve her hafta bu uygulamanın sürdürülmesi,

– Sayımları tutsağa saydırarak alma,

– Aramalarda askeri disiplin uygulamaya çalışma ("arkaya dön, bacaklarını aç" vb.) Eşyaları kırıp dökme, yatakları yere atma, üzerine basma vb.

– Devrimci tutsakları faşistlerle aynı koğuşlara koyarak "karıştır-barıştır" politikası uygulamaya çalışma,

– Subay ve askerlere "komutanım" denmesini dayatma,

– İstiklal Marşı söyletme,

– Zorunlu ders uygulaması (Din dersi, Yurttaşlık, Milli Güvenlik vb.),

– Yemekduası,

– Zorunlu spor uygulaması,

– Gece belirli bir saatten sonra yatma zorunluluğu,

– Tek tip elbise mecburiyeti,

– Bağımsızlaştırma, itirafçılaştırma dayatmaları, özel koğuşlar açma,

– Tüm bu uygulamaları gerçekleştirmek için sistematik ya da herbirinin gündeme geldiği an topluca veya tek tek dayak atma,

– Hücrelere kapatıp tecrit etme,

– İçeriye kitap, dergi, teyp, radyo, kaset almama, günlük gazeteler konusunda sınırlamalar, gazetelerden kimi haberlerin kesilmesi,

– Ziyaretçilerin birinci derecede akrabalarla sınırlanması, görüşme sürelerinin alabildiğine sınırlanması,

– Mektuplaşma konusundaki engellemeler, koğuşta yazılı olan herşeyi (defter vb.) yırtma,

– Sık sık mektup ve ziyaret yasağı cezaları verme,

– Avukat görüşlerine engeller çıkarılması,

– Ziyaretçi ve avukat görüşmelerinde tam bir abluka, konuşmalara müdahale,

– Dışarıdan yiyecek almama,

– Karavananın çok kötü çıkarılması, kantindeki yiyecek, içecek, temizlik maddesi vb. malların yüksek fiyatla satılması,

– Havalandırmayı günde birkaç saatle sınırlandırma,

– Koğuşlar arası görüşmelere, sosyal-sportif ilişkilere izin vermeme,

– Hastaneye gitmesi gereken hastalara binbir zorluk çıkarma,

– Kantinden alış-veriş yapma yasağı,

Bu liste çok daha fazla uzatılabilir. Ancak saldırı biçimleri ve saldırı amacı hakkında bilgilenmek, fikir sahibi olmak için yeterli olsa gerek.

Devrimci tutsağı ancak burjuva ordu mensubunun uyacağı disiplin ve eğitimi kabul ettirme, ırkçılığı öven marş söyletme, faşist ve gerici propagandaların yapıldığı dersleri dinletme gibi ideolojik saldırılar; dış dünyayla bağını keserek deyim uygunsa diri diri zindana gömme; yaşam, beslenme ve sağlık koşullarıyla ilgili her şeyi tutsağı teslim almak için bir silah haline getirme, koğuş koğuş tecrit ederek birleşik dayanışmayı kırma… Her şey devrimci kimliği çürütmeye, yok etmeye kilitlenmiştir. Faşizmin söylediği şudur: "Ya buraya kadar taşıdığın, sana dışarıda, işken cehanede vazgeçiremediğim fikirlerini, ideallerini bir yana itip, önümde diz çökecek, zavallılaşacaksın ya da zindan yaşamını senin için cehennem haline getiririm. Ya biri, ya diğeri." İnsan kılıklı bir posa, bir gölge yaratmayı istiyor faşizm.

Bunun için, çeşitli psikolojik baskılar, psikiyatrist, psikolog sıfatlı bazı şarlatanların "köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek lazım" türünde sözde iyi niyetli telkinleri, sık sık arama yapma, daha kötü ve "yepyeni tipte"(!) bir cezaevine sevk etme ve hükümlülerin infazını yakma tehditleri saldırı cephaneliğine eklenir.

Faşizmin Yaptırımları Karşısında Devrimci Tutum

İdeolojik olarak teslim alma, tecrit etme ve kötü yaşam koşullarıyla bunaltma politikaları karşısında tutum ne olmalıdır?

Sorunu esasen, MGK'nın bir dönemdir başlattığı saldırı-sürgün-itirafçılaştırma koşullarında, zindan deneyi olmayan komünistlerin ihtiyaçları temelinde tartıştığımıza göre şunları özellikle vurgulamalıyız:

İşkencehanelerden zindana götürülen devrimciler burada "nefes almadan" yeni bir baskı cenderesine alınmak isteniyor. Tam bir psikolojik savaş ve dayak yoluyla edilgenleştirme, tek kişilik hücrelere veya birbiriyle ilişkisi önlenen dört/altı kişilik "koğuş"lara konularak yalnızlık ve güçsüzlük duygusuyla çökertme planı uygulanıyor. Bu "yeni dünya"da "şoka" girmesi sağlanarak devrimci tutsağın ideolojik amaçlı yaptırımlara boyun eğmesi sağlanmaya çalışılıyor.

Kuşkusuz bunlar yeni değildir. Son onbeş yıldır birçok kez denendi. Ancak devrimci kararlılık bu politikaları iflas ettirdi.

İşkence süreci sonrası zindana kapatılan tutsak, polis tutumundan bağımsız olarak burada yeni bir sınavla karşı karşıya olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Biraz köşeli ve yaşamın acımasız diliyle söylersek işkencecileri yenenler yeni bir zafer için ileri atılmalı, işkencehanelerde yenilenler yeniden ayağa kalkıp yürümek, kendilerini, özgürlüklerini kazanmak bilinç ve tutkusuyla savaşa girmelidirler.

Zindana girişten ve tek kişilik koğuş denilen hücrelerden başlayarak faşizmin, askeri disipline dayalı sayım, marş, ders, dua gibi yaptırımlarına karşı derhal tavır alınmalı bir diğer ifadeyle bunlar yerine getirilmemelidir. Dayak atanlar, ajitatif konuşmalar ve sloganlarla yanıtlanmalıdır.

Bağırarak, konuşarak diğer hücrelerle iletişim kurulmalı, bilgilenilmeli ve ortak tavır geliştirilmelidir. Koğuşlara gitme talebi dayatılmalıdır.

Dört, altı ya da sekiz kişinin konduğu koğuşlarda tutumlar boyutlandırılmalı, mutlaka birleşik tavırlar alınmalı, her türlü yaptırım fiilen uygulanamaz hale getirilmelidir.

Bu mücadelede, savunma psikolojisiyle hareket edilmemelidir. Zindanı faşizmin esaret kampı haline getirmeye dönük tüm yasak ve uygulamaların iflas ettirilmesi, politik kişiliğin nefes alacağı havanın yaratılması, yaşam koşullarının insanileştirilmesi, temsilcilik kurumunun kabul ettirilmesi, tutsakların birbirleriyle görüşmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması, tek kişilik hücreye koyma, dayak gibi uygulamaların kesin biçimde son bulması çizgisinde hareket edilmelidir. Tüm tutsaklar ailelerini ve avukatlarını en kısa zamanda ve mümkünse aynı gün ziyarete çağırmalı, zindan uygulamaları açık biçimde teşhir edilmeli, müdahale kararlılığı vurgulanmalıdır. Gelişmelerin ilerici ve devrimci basına yansıtılması vb. ihmal edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki; iradeler mücadelesinde komünistler ve devrimciler faşizmi altedecek mutlak üstünlüklere sahiptirler. Birleşik bir mücadelenin geliştirildiği hiçbir zindan yoktur ki, faşizm orada otoritesini korusun. Bazı yerlerde birkaç aylık, bazı yerlerde bir-iki yıllık savaşımlarla da olsa kazanan mutlaka devrimciler olmuştur.

Zindanlarda devrimcilerin birleşik iradesini sağlamanın tayin edici bir önemi taşıdığı hatırda tutulmalıdır. Güvenilecek olan şey mücadele etmek amacıyla kurulan, devrimci birliklerdir. Bu sağlanamazsa ve önemli bir kesim mücadele etmekte duraksıyor, kararsızlık gösteriyorsa ne yapmalı? Kuşkusuz ideolojik amaçlı saldırılarda (Örneğin, İstiklal Marşı ve başkaca marşlar, komutanım deme, yemek duası, askeri tekmille sayım verme, bağımsız koğuş dayatması) gibi saldırılar karşısında tavırsızlar, duraksayanlar beklenmeksizin, tek başına olunduğu koşullarda bile mutlaka tavır alınmalıdır.

Burada son olarak kitle psikolojisini hesaba katmanın önemini vurgulamalıyız. Süregiden veya yeni bir yaptırım karşısında "hayır" deme öncü tutumunu geliştiren bir birey veya koğuş, yolu açmak için yeterlidir. Kitle gürül gürül o ırmağa akacaktır. Ancak suskunluk, birbirinden bekleme, genellikle yaptırıma boyun eğmeye sürükler. Kendini ortaya koyma tavrı bu açıdan önemlidir.

Lenin "iktidar mücadelesinde proletaryanın örgütten başka bir silahı yoktur" der. Bunu zindan özgülü için formüle edersek, tutsağın en büyük silahı örgütlülüğüdür demeliyiz. O nedenle hücreler, koğuşlar arası iletişim bir yolu bulunarak mutlaka sağlanmalı, birleşik tavır geliştirilmelidir. Yükseltilen her slogan, tüm koğuşlar ve hücreler tarafından sloganla kapılara vurma, mazgallardan konuşmalar yapma vb. yollarla desteklenmelidir.

Çöken ve çürüyen sınıfın, dünyanın yedi kat dibine gömülmeyi milyonlarca kez haketmiş bulunan burjuvazinin, zindanlarının ve zindancılarının, ideallerine bağlı, özgürlüğünü ve politik kimliğinde ifadesini bulan onurunu yüksekte tutan komünist ve devrimcileri teslim alması mümkün değildir. Eşitsiz şartlarda süren savaşta belki bazı muharebeleri kaybedebilirler, fakat zaferi kazanacak olanlar, zindanın ışığı olan özgür tutsaklardır. Bu mutlaktır. Böyle oldu, böyle de olacak.

Faşizmin karanlığı, zindanların devrimci ışığını asla karartamadı, karartamayacaktır da!

 

Dipnotlar

[1] Hitler'in işgalci ordularının denetiminde bulunan Gestapo zindanında, iki yıllık işkenceli tutsaklık süreci boyunca ismini dahi kabul etmediği bir direniş gösteren Çek Komünist Partisi Merkez Komitesi Üyesi. Bize zindan koşullarında gizlice yazdığı "Darağacından Notlar" gibi harika bir eser bırakan Fuçik yoldaş, asılarak katledildi.

[2] Bunlar denenmiş uygulamaların bir kısmıdır ve tümü de çeşitli zindanlarda kararlı direnişlerle püskürtülmüş, fiilen ya da geri aldırıltılarak işlemez hale getirilmiştir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi