Siyasetsizliğin ‘Açılım’ Paraleli

Açılım nereden çıktı?

Açılımın anlamı nedir?

Açılımın hedefi ne, ya da nelerdir?

Bir süredir yürüyegelen açılım tartışmalarında öne çıkan sorulardan sadece birkaçı bunlar. Üzerine bu kadar çok kesimden, bu kadar çok söz söylenip de, birbirini kesen birkaç fikirden ötesine ulaşamayan bir tartışma az bulunur. Düzenin içinden konuşan, siyaset yapanlar için bu durum, eşyanın doğasına uygun görülebilir. İronik olan şu ki; düzen dışı siyaset yapma iddiasındaki birçok akım da bu tablonun fazlasıyla uyumlu bir parçasını oluşturuyor. Ergenekon davasına karşı alınan tutum, bu paralelin en belirgin biçimde ortaya çıktığı noktaydı. Açılım ise, paralelin göz çıkaran bir ironiye dönüşerek eksene oturduğu noktayı mimliyor.

Bu tablo üzerine düşünmek ve tartışmak gerekiyor.

Değişmek ve değiştirmek için bu şart.

Düzen siyasetinin en sağına konumlanan ulusalcı-faşist CHP-MHP çizgisinin açılım yorumu, en genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir: Açılım, ABD menşeli bir hegemonya projesidir. ABD, AKP eliyle 86 yıllık TC'yi tasfiye etmektedir. 'Ulus-devlet'i ve 'Üniter yapı'yı tahrip yoluyla ‘vatanın bölünmesi'ne uzanacak bir sürecin düğmesine basılmıştır. Açılım bir 'ABD operasyonu’, bir 'milli yıkım' planıdır, vs. vb…

Paralelin diğer tarafında, düzen içi soldan, düzen dışına uzayan ilerici, devrimci güçlerin büyük bölümü durmaktadır. [ABD büyük ve güçlüdür(!) Her yere operasyon yapar, yakar, yıkar, yok eder(!) O, her yerde hazır ve nazırdır(!) ABD tanrının yeryüzündeki suretidir (!)] 'Vatanın ve bağımsızlığın satılması' [Hangi vatan, kimin vatanı? Bu 'vatan' bu coğrafyada yaşayanların mı, yoksa iktidarı elinde bulunduranların mı? Tarihinde kelimenin gerçek anlamıyla hiç bağımsız oldu mu? Satacak bir şey mi var? Kimin olanı, kime satıyorlar?], 'Emperyalist hegemonya ve müdahale' [Emperyalistler zaten hegemon değiller mi? Neye, niye müdahale ediyorlar? Emperyalistler gerçekten de o kadar güçlüler mi? Sakın bu açılım, güçlerinden ziyade güçsüzlüklerinin delaleti olmasın!?], 'Devrimci hareketin tasfiyesi' [Bu egemenler açısından özel bir durum mu? Özelse, ne ve nereden kaynaklanıyor bu 'özel'lik? Egemen güçlerin, bu sürecin bir parçası olarak, böyle bir hedef koyması, sürecin kendisini tanımlamaya yeter mi? Anlam ve hedefler yelpazesinin bir bağlamını, anlam ve hedefin bütünü gibi görmek ne kadar 'gerçekçi' bir yaklaşımdır?] ve daha eklenebilecek bir dizi argüman, bu kesimlerin aktörlerince tek tek ya da topluca öne sürülebilmektedir.

Açılım paralelinin bir diğer noktasını, iki yanında liberallerin ve reformistlerin durduğu bağlam oluşturmaktadır.

Taraf Gazetesi'nde önde gelen temsilini bulan liberal tutum; açılımın kaynağı olarak ABD ve AB'nin merkezinde durduğu 'Batılı, demokratik/metropol' ülkeleri görmektedir. [Emperyalizm de neyin nesi! Eskide kaldı o günler! Artık hepsi demokratik! Artık hepsi barışçıl! Bakınız, Obama barışa katkılarından dolayı Nobel'e layık görülüyor!] Liberallere göre, 'demokratik dünya’, Türkiye'yi, kendine uymaya, devlet düzenini batı normlarına göre 'demokrasi' olma yönünde zorlamaktadır. Bu zevata göre, küreselleşme yoluyla tüm dünya ülkeleri karşılıklı ekonomik bağımlılık, çıkar bağı yoluyla birleşmektedir. Bu ekonomik iç içeleşme doğallığında bir siyasal bağlılık ve istikrar arayışı biçimine bürünmektedir. Sonuç olarak 'demokratik Batı dünyası'nın çıkarı ve isteği, geleneksel sorunlarını çözmüş, ‘demokratik ve refah içinde bir Türkiye'dir. [Ahmet Altan'a müjdeler olsun! Bütün 'demokratik' Batı birleşip, Türkiye'de her çocuğa bir oda için seferber olmuş! Hatta rivayet olunur ki, Avrupa, Amerika sokaklarında işsiz, evsiz, aç, temel bütün haklarından yoksun yaşayan kitlelerdeki artışın kaynağı da buymuş! Büyük bir özveri göstererek kendileri sokakta yaşayıp, bizim çocuklara oda tahsis edeceklermiş!] İşte açılım da bunun ürünüymüş… Kısacası 'demokrasi ve zenginlik' iyidir. Açılım da, Batı'nın Türkiye'ye demokrasi ihracı projesinin kod adıdır!...

Paralelin diğer ucunda, ilerici-reformcu siyasetlerin bir bölümü durmaktadır. Onlar da açılımın kaynağı olarak ABD'yi görürler. [Ne kadar da büyük, ne kadar da güçlü!] ABD, AB gibi emperyalist merkezlere karşı değişen tonlarda 'tutum' da alırlar. [Ama aynı zamanda kötü!] Ancak buna rağmen 'akan kanın durması', 'anaların ağlamaması, 'demokratik siyaset alanının genişlemesi' vb. gerekçelerle açılım sürecini, barış ve demokrasi için desteklediklerini söylemektedirler. [Kötü-mötü, önemli değil, yeter ki 'demokrasi' gelsin!...]

Halihazırda açılımın iki karşıt cephesini oluşturan AKP (ve devlet) ve Kürt ulusal hareketi dışındaki belli başlı aktörlerin yaklaşımlarını en genel hatlarıyla böyle özetleyebiliriz. Kuşkusuz hepsinin de doğru ya da yanlış olarak nitelendirilebilecek yanları var. Ama aynı kesinlikle belirtebiliriz ki, hiç biri de, buzdağının görünen yüzünü kendi bulundukları noktadan ve tahrif ederek tarif etmenin ötesine geçememektedir.

Siyaset, somut durumun somut tahlili üzerine kurulur. Somut durumun somut tahlili ise; merkezinde bugünün durduğu, geçmiş-bugün gelecek uzamı esas alınarak oluşturulur. Olgunun tarihsel oluşumundan (geçmişten) bugün çıkar. Bugün, siyasetin nefes alıp, can kazandığı gerçek mücadele alanıdır. Olguya eşlik eden çeşitli faktörlerin, ilişki, çelişki ve çatışmalarından gelecek çıkar.

Gelecek, siyasete amaç bütünlüğüve görüş alanı sağlar. Siyaset bu süreklilik temelinde üretilir. Yani, buzdağının (açılımın) sadece kendi açısından görünen yüzüne kilitlenen, olgunun bütünlüklü analizine dayanmayan hiçbir 'siyaset'in kuvvet olma, tarihin akışına etki etme şansı yoktur. Dahası bu 'siyaset' türü, ilke adına ilkesizliğin, siyaset adına siyasetsizliğin kaynağına dönüşmektedir.

Bu gerçek; ne yazık ki, düzen siyaseti kadar, hatta yer yer daha çok ilerici-devrimci güçlerin önemli bir 'çoğunluğunu' içeren bir kapsayıcılığa ulaşmış görünmektedir. Bu açıdan içinde bulunduğumuz tarihsel anda, Kürt sorununun merkezinde durduğu açılım süreci, siyaset yapma iddiasındaki tüm odaklar için kritik bir eşik, bir sınav biçimi almaktadır. Hiçbir 'siyaset' eskisi gibi var olamayacağı; tasfiye olmak ya da yenilenmek, sıçramak ya da geri düşmek dışındaki seçeneklerin ortadan kalktığı bir tarihsel sınırdayız. Bu durum, hem ilerici-devrimci güçler, hem de düzen güçleri açısından geçerli. Olguyu tarihsel sürekliliği içerisinde çözümleyip, karşılık verme yeteneği gösteremeyenler, tarih dışına sürüleceklerdir.

İlerlemek isteyenler için, her sınır noktası aynı zamanda bir sıçrama noktasıdır. Kürt sorununun merkezinde durduğu açılım süreci, işte böylesi bir geçiş noktasını mimliyor.

O zaman, işe politikanın olmazsa olmazı olarak -açılım bağlamındasomut durumun somut tahlilini yaparak başlayabiliriz.

Nereden Çıktı Bu Açılım?

Ara başlıktaki soruyu yanıtlamak için, açılımın konusu olarak öne sürülen belli başlı sorunlara bakmak yararlı olabilir. Başlıklar biçiminde sıralamak gerekirse; azınlıklar sorunu, Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Alevi sorunu… Bu listeye, Ergenekon davasının tarihsel rolü ve anlamı üzerinden 'askerin rejimdeki yeri'ni de ekleyebiliriz. Tüm bu sorunların cumhuriyet öncesinden gelmesi ya da cumhuriyetle yaşıt olmasına dikkat etmekte yarar var. Osmanlı'dan kronik biçimde devralınan ya da kuruluş sürecinde kronikleşen bu sorunlar, çözülmek bir yana, yapısal bir özellik kazanarak süreklileşmiştir.

Geride kalan seksen altı yıl boyunca sorun noktalarından patlayıp duran rejim, askeri darbelerle ayakta durabilmiştir. Ermeni Jenosidi, 6-7 Eylül olayları (gayrimüslimlere saldırılar), Alevi kırımları, Kürt isyanlarına karşı geliştirilen bastırma, yok etme politikaları bu gerçeğin görünen yönüdür. Bu sorunların yapısal bir kriz halini alarak açılıma uzanmasında iç ve dış konjonktürdeki kimi tarihsel değişiklikler tayin edici rol oynamıştır.

İç dinamikleri üç başlık altında toplamak mümkün;

*Birinci faktör: 12 Eylül darbesiyle ezilen devrimci kabarışın; '84'te Kürt silahlı direnişi biçiminde, çeyrek asrı aşan ve bastırılamayan patlaması oldu. '38 sonrası geriye çekilen Kürt isyanları dalgası, sistemin 'en güçlü göründüğü' anda tekrar tarih sahnesine çıktı. Rejimi darbelemeye, yapısal sorunlarını kriz yoğunluğuna ulaştırarak, kırılganlığını artırmaya başladı.

*İkinci faktör: Sovyetlerin yıkılmasıyla, Türkiye'nin emperyalist sistemdeki konumu ve rolündeki değişiklik oldu. Sovyetlere karşı, yeşil kuşak projesinin ileri karakollarından biri olarak NATO'ya ve emperyalist sisteme eklemlenen Türkiye, uluslararası bağlamda da, siyasal işlev yitimine uğrayarak zayıf düştü.

*Üçüncü faktör: '80 sonrası, darbenin yarattığı iç ortam ve '90 sonrası Sovyetlerin yıkılmasıyla oluşan uluslararası konjonktüre dayanarak büyük bir hızla palazlanan işbirlikçi tekelci kapitalizmin yükselişi oldu. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, tüm dünyayı içine çeken neoliberal dalgaya dayanarak, içte ve dışta, siyasi ve ekonomik olarak görece daha etkin bir aktör haline gelmeye başladı.

Bu üç faktörün toplamı, ama özellikle de Kürt silahlı direnişinin, rejimin üzerinde yarattığı basınç devlet yönetiminde bir çatallaşmaya yol açtı. Kürt ulusal direnişinin belirleyici rolünü hesaba katmayan hiçbir analiz, mevcut rejim krizini açıklayamaz.

İşbirlikçi tekelci burjuvazinin, devlet yönetimini asker merkezli yürüttüğü dönem sona ermeye başlamıştı. Yer yer askere itiraz edip, sürtüşen; iç ve dış bağlantıları yoluyla gelişmelere doğrudan müdahale eden, ayrı bir iktidar odağı oluşmaya başladı. İlerleyen aşamalarında, AKP'de siyasi temsilini bulan İslami sermayenin en cüsseli kesimlerinin tekelci sermayeye eklemlenmesi, ortaya çıkan bu yeni iktidar odaklaşmasına geniş bir 'toplumsal zemin' kazandırdı.

ABD'nin Irak işgaline, Türkiye'nin aktif desteğini öngören Mart tezkeresinin Meclis'ten dönmesi, rejimde yaşanan iktidar çatallaşmasını derinleştiren dönemeçlerden biri oldu. ABD, geleneksel devlet (asker merkezli) merkezinden doğrudan desteğini çekerek, iktidar çatallaşmasında daha ortalama bir pozisyona doğru çekildi. Bu durum, devlet iktidarı için mücadele yürüten, iki burjuva kliği de kendi içinde çelişki ve sürtüşmeler yaşayan, çok başlı merkezler haline getirdi. Çeşitli uluslararası güçlerin dıştan etkisi yoluyla gelişip pekişen bu tablo, rejimin içine girdiği keşmekeşin çarpıcı bir resmidir. Yaşanan şey, rejim tarihin en büyük, yapısal nitelikli krizidir.

Açılımın köklendiği birinci neden budur.

Açılım yoluyla kimi yapısal problemlerin çözülmesi, hiç yoksa yıkıcı özelliklerinin törpülenerek, rejimin toptan yıkımına uzanacak bir sürecin önü alınmak istenmektedir. Açılım, alabildiğine kırılganlaşan TC'yi kurtarmak için hayata geçirilen yeniden yapılanma sürecinin bağlantı noktasıdır. Yeniden yapılanma sürecini tetikleyen, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm tarihsel sorun noktaları; yeniden yapılanma sürecinin 'finali' olarak 'çözüm' kapsamına alınmıştır.

Gel gelelim açılımındış dinamiklerine. . .

Açılım sürecine kaynaklık eden ikinci temel bağlam, genel olarak emperyalist sistemin yaşadığı tıkanma, özel olarak ise ABD hegemonyasının hızlanan gerileyişi ve açmazlarıdır.

Sovyetlerin yıkılmasının ardından, ABD merkezli tek kutup haline gelen emperyalist dünya sistemi, Yeni Dünya Düzeni (YDD) stratejisi temelinde reorganize edilmeye ve yönlendirilmeye çalışılmıştı. ABD önderliğindeki emperyalist merkezlerin, tüm dünyayı, siyasi, ekonomik ve askeri eşgüdüm temelinde sömürmesi ve yönetmesini öngören bu strateji; en belirgin temsilini Bill Clinton'da buldu. Birinci Körfez Savaşı ve Kosova müdahalelerinde eylemsel yansımalarına kavuşan, çok taraflılığa dayanan YDD stratejisi, bizzat emperyalist sistemin içsel açmazlarına çarparak geri düştü. Eşgüdümün tali, çelişki ve çatışmaların yönlendirici olduğu, tek taraflılığa dayanan bir süreç başladı. Askeri saldırganlığa dayanarak, gerileyen ABD hegemonyasını yeniden ve daha üst düzeyde tesis etmeye yönelen Yeni Amerikan Yüzyılı (YAY) stratejisi, siyasal temsilini Bush politikalarında buldu. BM ya da diğer uluslararası kurumların onayını almadan, tek taraflı olarak başlatılan Afganistan ve Irak savaşları, İsrail'in Lübnan'ı işgali ve savaşı, bu dönemin değişik açılar ve noktalardan dışavurumları olarak sayılabilir. Gelin görün ki, bu strateji de, ABD hegemonyasının gerileyişini durdurmak bir yana, daha da derinleştirip büyüttü. Afganistan ve Irak'ta çıkmaza giren emperyalizm; Taliban direnişinin Afganistan'da yüksek bir düzeye sıçraması ve hatta Pakistan'a doğru yayılması, İsrail'in Lübnan'dan yenilerek geri çekilmesi, Irak'ta büyüyen direniş hareketine karşı öne sürülen Şii kesimlerin İran'ın etkinlik alanını genişleten bir faktöre dönüşerek, tersinden bir açmaza yol açması ve bir bütün olarak, geniş Ortadoğu olarak anılan bölgeyi içine alan yaygın bir anti-Amerikancı dalganın ortaya çıkması, ABD'yi iflasın eşiğine taşıdı. Ortadoğu'da ortaya çıkan bu durum; Çin'in yükselişi, Rusya'nın yeni hamleleri, Latin Amerika'da bağımsızlıkçı ülkeler blokunun ve halk hareketleri dalgasının ortaya çıkması ve dünyanın dört bir yanında yükselen kitlesel ve silahlı halk mücadeleleri ile birleşerek yeni bir duruma yol açtı. Ve en nihayetinde dünya ekonomik krizi, ABD'nin ve emperyalist sistemin yaşadığı tıkanıklığı katlayarak son sınırlarına kadar ulaştırdı. Tarihsel sınırın öte yanı sosyalizmdir. Emperyalizm, korku ve çaresizlikle, içinde bulundukları sarkacı YDD stratejisinin güncellenmiş bir versiyonu yönünde harekete geçirmiştir. ABD'nin merkezinde durduğu ve gücün değişik merkezler arasında dağıtıldığı, eşgüdüme dayanan bu 'yeni' hegemonya denklemi; Clinton'un yeni koşullar temelinde ve Obama'nın kişiliğinde canlandırılması anlamına geliyor.

Açılımın köklendiği ikinci kaynak budur.

Emperyalist sistemin ve ABD hegemonyasının içine girdiği kriz hali; merkezin Ortadoğu olduğu ve bir bütün emperyalist sisteme doğru yayılan YDD'ci 'büyük açılım'ı tetiklemiştir. Bu bakımdan Türkiye açılımı, YDD'ci ABD'ci açılımının doğal uzantısı ve sonucudur.

Obama'nın seçimi kazandığı günlerde, İran yolundaki Abdullah Gül'ün "Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Herkes buradaki yerini almalı, üzerine düşeni yapmalıdır. Güzel şeyler olacak" yollu açıklaması ile; yine aynı dönemde Tayyip Erdoğan'ın, Davos'ta yaptığı 'One Minute' çıkışı bu kesişmenin ilk dışavurumları olarak okunmalıdır. Gül ve Erdoğan 'büyük açılım'ı gördüklerini ve rol almak istediklerini reel politiğin diliyle anlatmışlardır. Sonrası malum. Türkiye, ABD'nin bölge halkları nezdinde yitirdiği imajını kazanacağı, sureti olma rolünü kapmıştır. Şimdi, bu rolü oynayabilecek duruma gelme, iç ve dış kriz unsurlarını ortadan kaldırmak, bir bölge kuvveti olarak, kendini tadil etme sorumluluğuyla yüz yüzedir. Emperyalizme hizmet kapasitesini yükseltmek ödeviyle yüz yüzedir. Tarihin en büyük ve kapsamlı yapısal krizini yaşayan bir Türkiye'nin, böylesi bir misyonu yerine getirmesinin mümkün olmadığı açıktır.

TC, tarihsel krizini aşmak için temel sorunlarını 'çözerek' bölgesel bir bağlama yerleşmek; ABD ise çıkmazını aşmakiçin, yeni bir merkeze dayanan, yeni bir denkleme ihtiyaç duymaktadır. Yani, ABD ve Türkiye, birbirlerinde ölümcül yaralarını iyileştirecek merhemi görmektedir.

'Büyük açılım'la 'küçük açılım' Ortadoğu ve giderek Kafkaslar, Balkanlar gerçeğinde birbirinin koşulu haline gelmektedir.

Öyleyse zamanıdır! Açılımı bu iki bağlam üzerinden tanımlayabiliriz:

1) Açılım, ezilen Ortadoğu'nun, emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı büyüyen direnişinin en somut sonuçlarından biridir. Yükselen direnişin yarattığı basınç, emperyalistleri ve işbirlikçilerini, eskisi gibi kalamayacakları gerçeğiyle yüz yüze getirmiş, restorasyona zorlamıştır. Açılım, bu restorasyon sürecinin kod adıdır.

2) Açılım, ezilenler için, egemenlerin gerileyişini ve büyüyen devrimci imkanları temsil ederken; tam da bu nedenle ve tersinden, egemenler için, bir yeniden toparlanma, egemenlik sistemlerinin daha etkin ve işlevli bir biçimde dizaynı arayışını da temsil ediyor.

3) AKP'nin, açılımın bir paket değil, ucu açık bir süreç olduğu yollu söylemi, salt saldırıları savuşturmak için öne sürdüğü bir argüman olarak görülmemelidir. Bu söylem, hem 'büyük, hem de 'küçük' açılımın mantığını ve yönünü işaret ediyor. Açılımın muhtevası, yönü ve geleceği, çatışan güçlerin süreç boyunca uyguladıkları siyasal basıncın düzeyiyle belirlenecektir. AKP (dolayısıyla devlet) süreci kimi kırıntılar karşılığında Kürt siyasal iradesinin siyasi ya da fiziki tasfiyesi yönünde iteklerken; Kürt Ulusal Hareketi, süreci Kürt siyasal iradesinin ve ulus olma hakkının tanındığı, en temel demokratik hakların kabul edildiği bir onurlu-demokratik barış (çözüm) yönünde ilerletmeye çalışmaktadır. Açık olan şu ki; hiçbir şeyin eskisi gibi kalamayacağı, dengelerin değişeceği bir süreç başlamıştır. Gelgitler, sürecin mantığıyla tamamen uyumludur. Bazılarının sandığının aksine, Kürt hareketine ve onun örgütlü mevzilerine yönelik saldırılar, açılım süreciyle çelişmez, tersine onun organik parçasıdır. Zira egemenler, bu tasfiyeyi başaramadan, süreci kendi lehlerine çeviremezler.

4) Açılım, bugünden geleceğe geçişi tanımlayan bir kırılma noktasıdır. Açılımdan tasfiyenin de, ezilenlerin konumunun güçlendiği geçici bir uzlaşmanın da, devrimin de çıkma ihtimali vardır:

a) Açılımdan, ezilenlerin hareketi adına bir tasfiyenin çıkma ihtimali vardır. Çünkü hemen tüm emperyalist, bölgesel ve işbirlikçi güçlerin arasında 'büyük' bir ittifak oluşmuştur. Ezilenlerin güçleri ise en genel olaraktüm bölgede -Ortadoğu'daeski biçimiyle ulaşabileceği en ileri sınırlara ulaşmıştır. Dağınık, bölgesel bir strateji ve mücadele örgütlerinden yoksundur. Nitelik olarak (esas olarak İslami) zayıftır. Ortadoğu'daki direniş odaklarının en ileri bölüğü (nitelik olarak) Kürt Ulusal Hareketidir. Buna rağmen o da bu genel tablonun bir parçasıdır.

b) Açılımdan, ezilenlerin konumunun güçlenip, egemenlerinkinin daraldığı geçici bir uzlaşma çıkabilir. Çünkü egemenlik sistemleri ekonomik, siyasi ve askeri olarak tıkanmış, felç olmuştur. Bu durumdan kurtulmak, restorasyon için gerekli manevra alanı kazanmak için gerilemek, tavizler vermek durumunda. Egemenler, bu durumu olabildiğince az çekilmek, ezilenleri ise olabildiğince çok gerilemeye zorlamak yoluyla çözmek istiyor. Bunun için -askeri, siyasi, ekonomiktüm araçları maksimum düzeyde kullanmayı öngörüyor. Eğer direniş güçleri, tüm dezavantajlarına rağmen mevzilerinde tutunur ve egemenler üzerindeki basıncı arttırabilirse; egemenleri daha fazla geriletmek ve ezilenlerin konumunun güçlenmesi anlamına gelecek, bir geçici uzlaşmayı kabul etmek zorunda bırakabilirler. Mevcut tabloda, ezilenlerin lehine olabilecek, en kuvvetli ihtimal olarak bu öne çıkıyor. Kürt ulusal hareketinin yönelimine de bu olasılık damgasını vuruyor. Bu ihtimale göre, uzlaşma, tarafların; yeni bir düzeyde ve sorunların köklü çözümü için çatışacağı zamana kadar alacağı konumu belirleyecek.

c) Ve en nihayetinde, açılımdan bir devrimin çıkma olanağı davardır. Ortadoğu bölgesinde, devrim olasılığının en çok yoğunlaştığı noktalardan biri (hatta başta geleni), Türkiye-K. Kürdistan'dır. TC, tarihinin en büyük yapısal krizi ile boğuşmaktadır. Bölgedeki emperyalist hegemonya çıkmazdadır. Ve Kürt ulusal hareketinin -Kürt halkı en diri dönemlerinden birini yaşıyordevrim hedefi öngörmemesi yanıltıcı olmamalıdır. Kürt halkının, onurlu, demokratik barış talebi, Türkiye ezilenleri cephesinden, Türk burjuva devleti ve emperyalistleri aşacak bir iradeleşme temelinde muhatap kazanırsa, Kürt siyasal iradesinin devrimci alternatife yönelmesi mümkün, hatta kuvvetle muhtemeldir.

Türk ve Kürt ezilenlerini birleştirecek bir strateji, bölgesel sonuçları olabilecek bir devrimci domino etkisi yaratabilir. Bu olasılığı zayıflatan faktör, Türkiye devrimci-ilerici güçlerinin, bu olanağı görme, yönelme tutumu ve iradesindeki zayıflıktır. Türkiye devrimci hareketi, devrim olanağını realize edebilecek siyasi ve fiziki, öngörü ve güçten yoksundur. Bu olasılığı güçlendiren faktör, Türkiye ezilenlerinin, açılımın yarattığı atmosferden kaynaklı, gerek kendi sorunları üzerinden gerekse de barış talebi yoluyla rejimi sorgulamaya açık hale gelmesidir. Türkiye devrimci hareketi sürece karşılık gelen bir siyasi yönelim gösterebilirse; ikinci faktör, birinci faktörün aşıldığı bir sıçrama noktasına dönüşebilir. Bu başarılabilirse, devrim somut bir olasılık olarak öne çıkabilir.

Açılımdan Ne Çıkacak?

Açılım üzerine yapılan tartışmalarda, gerici-faşist CHP-MHP çizgisinin, geleneksel devlet yapısının korunmasına odaklanan, şovenist-saldırgan bir tutum takınması, eşyanın tabiatına uygundur. Onlar, açılımla mimlenen, iflas eden rejim gerçeğinde kendi sonlarını görüyorlar. Çaresizce ve tüm güçleriyle çarpınıyorlar. Ama 'zamanı gelen bir hareketi' durdurmak mümkün değildir. Zaman ve olgular, artık eskisi gibi var olmanın imkanlarının geri dönülmezcesine ortadan kalktığını gösteriyor. Eskide varlığını bulan CHP-MHP çizgisi, burjuva siyaset arenasında dahi varlığını sürdürme şansını yitirmiştir.

Tarih onlar için sona doğru akıyor. Ve bu hiç de trajik(!) ya da ironik olarak değerlendirilemez. Asıl ironik ve trajik görünen, demokratik, ilerici, devrimci güçlerin, bırakalım sürece yön verebilecek bir hamle yapma başarısı göstermesini, süreci anlamaktan bile uzak halidir… Tarihe yön verme, değişme ve değiştirme iddiası ve yönelimini kaybetmiş ilerici-devrimci güçlerin açılım algısı, hazin bir biçimde tek boyutlulaşarak, düzen siyasetiyle paralel bir açıya oturuyor.

ABD ve AKP, açılımda içine girdikleri çıkmazdan kurtuluşlarını görüyor. MHP ve CHP, açılımda geleneksel devlet yapısının (dolayısıyla kendilerinin) sonunu görüyor. [Bu işte bir harikuladelik yok mu gerçekten? Egemenlerin içinde bulundukları bu tablo sizi de heyecanlandırmıyor mu?]

Peki, ilerici-devrimci güçler ne görüyor? İlerici-devrimci güçler (çoğunlukla) açılıma bakınca kendilerini yok etmeyi kafasına koymuş, ABD ve işbirlikçilerinin bir operasyonundan başka bir şey görmüyorlar. [Açılım geliyoooor, kaçıııııın!!!] İşte gerçek trajedi budur…

Herkes kendi bulunduğu noktadan bir şey söylüyor ama hangisi gerçek? Aslında hepsi gerçek. Ama aynı zamanda hepsi de eksik. Hepsi de gerçeğin sadece bir boyutunu, o da çarpıtılmış bir biçimde görüyor. Ve tam da bu nedenle olgunun bütünlüklü görünümünü sunamayan, yanlış bir algı olmaktan kurtulamıyor.

Tarih, devrimci hareketi, devrim imkanı ile sınamaktadır. ABD ve burjuva devletin önemli bir kısmı, sistemdeki kırılma riskini görüyor ve buna uygun pozisyon almaya çalışıyor. Sorulması gereken gerçek soru, ilerici-devrimci güçlerin ne yaptığıdır. Önündeki devrim olanağını gerçek bir harekete çevirmek adına ne yapıyor ilerici-devrimci güçler? Dahası bu devrim olanağını görebiliyorlar mı?

Yazık ki, devrimci güçlerin genel tablosu bu sorulara iyimser yanıtlar vermemizi güçleştiriyor. Yıllar boyu yanı başında, Kürdistan'da patlak veren devrimi görme ve anlama başarısı gösteremeyen, içe dönüp amaçlarından uzaklaşmış, sosyal şovenizmin çeşitli türleriyle malül bir devrimcilik anlayışının geldiği nokta budur…

'Barış' dendiğinde 'ama hangi barış', 'ama kiminle barış' diye başlayan yığınla cümle kurup da kendi barış anlayışları doğrultusunda tek bir siyasal eylem yapmayan, 'uzlaşma' dendiğinde 'oportünizm'le başlayıp 'teslimiyet'e uzanan bir ton laf edip de [ki başta bunları en çok tekrarlayanlar olmak üzere, devrimci hareketimizin tarihi, böyle göz çıkaran 'uzlaşmalardan 'zaferler' çıkarıldığının onlarca örneğiyle doludur] uzlaşmayı koşullayan dengeyi bozmak adına tek bir iş yapmayan; ve en nihayetinde, açılımın mimlediği devrim olanağına gözlerini kapatıp, tasfiyeci tehlikeye dikkat çekerek [Ne dikkat çekmesi! Kilitleyerek…] mücadele ettiğini sanan bir devrimcilik anlayışının trajedisidir bu.

Bu kadar çok barıştan bahsedip de, bu kadar çok savaşan [sokaklar ve dağlardaki ezilen Kürt halkına ve ulusal direnişine bakınız] ve bu kadar çok savaşmaktan, devrimden bahsedip de, bu kadar az savaşan, egemenlere bu kadar az vurup, bu kadar az devrimci enerji yaratan [Boşuna sokaklara, dağlara bakınmayın! İlerici-devrimci güçlerden bahsediyoruz…] siyasi hareketler, bu topraklara özgü bir gariplik olsa gerek.

"İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir." (Marx) Devrimci teorive siyasetin öğrenmesi gereken budur.

Tarih, çağrısına yanıt verme becerisi gösteremeyen, onlarca devrimci hareketin, hatta devrimci-sosyalist devletlerin yıkılışına ve tersinden bu çağrıya yanıt veren hareketlerin yükselişine, devrimi zafere taşımalarına tanıklık etti.

Ve tarih bir kez daha devrimcileri devrim yapmaya çağırıyor. Çağrıya 'söz'le değil, eylemiyle yanıt verenler, tarihe yön verecek yeni bir devrimler dalgasının öncülüğünü yapmaya adaydır. Eskide ısrar eden, gerçeği görme ve değiştirme iradesi göstermeyen 'devrimcilik' hazin bir deneyim olarak, tarih sayfalarına girmeye adaydır!...

Kısaca: ‘Ne Yapmalı?’

Ezilen Kürt halkı ve ulusal önderliği ile egemenler arasında, yer yer siyaset ve diplomasi güçlerinin, yer yer de doğrudan askeri güçlerin (sokak çatışmaları ve direk silahlı kuvvetler arasındaki çatışmalar) karşı karşıya geleceği; iki tarafın da tüm olanaklarını maksimum düzeyde kullanacağı bir döneme girdik. Gel-gitler biçiminde ilerleyecek bu süreçte, diğer politik ve toplumsal güçlerin, hangi taraftan ve hangi düzeyde çatışmaya dahil olacağı tayin edici olabilecek bir sorun olarak ortada durmaktadır.

Son yerel seçim zaferinin ardından başlayan, Habur barış serhildanının ardından yoğunlaşan tutuklama ve askeri operasyonlar furyası, bu furyanın tam merkezinde duran DTP'nin kapatılması olayı ile birlikte, hükümetin ve ordunun el birliğiyle giriştiği topyekün bir saldırının belirtileridir. Hatip Dicle'leri Nazi usulüyle tek sıraya dizen kelepçeli foto, bu faşist saldırganlığın dozajının ve düzeyinin tırmandırılacağının açık ilanıdır. Kürt ulusal hareketi, bu saldırıya karşı bir politik-askeri hamlenin hazırlığı içindedir.

İlerici-devrimci güçler, hiç tereddütsüz Kürt halkının ve ulusal hareketin yanında saf tutmalı; demokratik onurlu barış cephesini emekçi bölükleriyle birleştirip tahkim ederek, devrimci olasılığın zeminini güçlendirmeye çalışmalıdır. CHP-MHP cephesinden pompalanan şovenist rüzgar yanıltıcı olmamalıdır. Şovenizmin tarihsel ve toplumsal dayanakları gerçekte zayıflamaya başlamıştır. Genel söylemlerden uzak, somut sorunlardan hareket eden bir politik atılganlıkla, Türkiye ezilenleri, demokratik, onurlu barış cephesiyle birleşebilir. CHP'li Onur Öymen'in, Dersim isyanı ve katliamı ile ilgili saldırgan söylemine karşı, Dersimlilerden Alevilere doğru uzanan hareketlenme bu konuda bir veri oluşturabilir. Geniş Alevi kitlelerini, statükocu güçlerin gönülsüz tabanı olmaktan çıkararak, 'barış' cephesiyle birleşen emekçi bir damara dönüştürmek pekala olanaklı değil mi? Aynı zamanda, açılımın konu edindiği yapısal 'sorunlardan' biri olan Alevilerin, ilerici-devrimci güçler yönünden harekete geçmesi ve Kürt halkıyla genel olarak özgürlük ve demokrasi güçleriyle-birleşmesinin yaratacağı devrimci yoğunlaşma üzerine düşünmeye değer…

Türk halkında alttan alta beliren savaş yorgunluğu, 'bu savaş bizim savaşımız değil' duygusu, evladını sıcak savaşa gönderme isteksizliği, 'vatan sağolsun demiyorum' diyen analar, toplumsal gerçeğin, muhakkak hesaba katılması gereken, gelişmekte olan bir yönüdür.

'Barış' talebinin, Türk emekçi kitleleri içinde güçlenmesinin yaratacağı devrimci yoğunlaşma olanağı görülmelidir. 'Barış' talebine soru işareti koymadan bakamayan ilerici-devrimci güçler, büyük Ekim Devriminin en belirleyici sorun, şiar ve aşamasının 'toprak ve barış' olması üzerine bir kez daha düşünmelidir. Bolşevikleri iktidara taşıyan, emperyalist hükümetlerin bir türlü yanaşmadığı, ama tükenmiş yığınların en derin özlemi haline gelen 'barış'ı hayata geçireceklerini eylemde göstermeleriydi.

Öyleyse tüm imkanları, kitleleri, somut siyasal talepler etrafında örgütleyip harekete geçirmek; demokratik barış cephesiyle birleştirip, kaynaştırmak ve toplamda süreci bir devrimci kalkışmaya doğru iteklemek için kullanmak temel görev sayılmalıdır.

Devrimci hareketimiz, Kürt halkının, onurlu, demokratik barış talebi üzerine, büyük devrimci 'uyarı', 'tartışmalar' ve 'teoriler' üretmeyi bir kenara bırakıp; Türkiye ezilenlerini, barış talebinin muhatabı haline getirme işine yoğunlaşmalıdır.

Çünkü o zaman barış talebi için, ne burjuva devlete, ne de ABD, AB emperyalistlerine ihtiyaç kalmayacaktır.

O zaman devrim başlayacaktır…

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi