Millet İttifakının Antidemokratik Karakteri

24 Haziran 2018 genel seçimleri öncesinde kurulan Millet İttifakı, başlıca ortaklık zemini olarak Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden burjuva muhalefet yürüten, dayandıkları taban, siyasal programları ve ideolojik temelleri itibariyle de farklılıklar taşıyan, buna karşın, tümü de Kürt ulusunu inkar eden; işçi sınıfı ve ezilenlerin özgürlük, adalet, halklara eşitlik talebine düşman burjuva düzen partilerinin, gevşekçe bir araya gelişi zemininde kurulmuş, Türk burjuva sınıflarının ikinci cephesini oluşturuyor.

İttifak, politik birleştirici olarak, Tayyip Erdoğan yönetiminin son bulması, programatik birleştirici olarak, “eski parlamenter biçime” ya da “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri dönüş” hedefi, ideolojik birleştirici olarak ise şovenizm, Kürt düşmanlığı, Türk burjuva devletinin muhafızlığı, sermaye düzeninin ve burjuvazinin sömürü özgürlüğü üzerinde yükseliyor.

Millet İttifakı’nın bileşenleri

Millet İttifakı, 24 Haziran 2018 genel seçimleri öncesinde, 5 Mayıs 2018’de, CHP-İYİP-SP-DP bileşimiyle kuruldu. Seçimlerin ardından resmen dağılırken, 31 Mart 2019 seçimlerinde tekrar bir araya geldi. Bugün, CHP ve İYİP omurgası etrafında, AKP’den ayrılan Babacan ve Davutoğlu başta olmak üzere, Erdoğan-AKP dışı burjuva düzen partileriyle kendini pekiştirmeye çalışıyor.

Bileşenlerinden İYİP, Ekim 2017’de kuruldu. Politik ve ideolojik konumu itibarıyla, gerek Türkiye ve Kürdistan’daki temel sorunlar karşısındaki duruşu, gerekse de faşist şeflik rejiminin varoluşuyla ilişkisi bakımından, içinden çıktığı ırkçı faşist MHP’den özel bir farkı yok. Bununla birlikte, AKP-MHP ittifakının açmazları ve MHP’nin bu ittifak içerisinde, devletin bekası adına silikleşmesinin tabanda yarattığı hoşnutsuz eğilimleri devşirme, bu tabanı da aslında bir biçimde düzene geri emme işlevleri üzerinde oluşan bir siyasi klik olmaktan öte, daha köklü temellere sahip değil.

CHP ise, Türk sermaye devletinin korunması ve düzenin istikrarı hedefini burjuvazi içi tüm nüans ve çelişkilerin üzerinde tutan bir hattan ilerliyor. 7 Haziran’da doruk noktasına varmak üzere, sürekli bir erime yaşamışken, faşist şeflik rejiminin kurulduğu süreç, CHP’nin temsil ettiği burjuva sol bakımından da HDP’nin temsil ettiği emekçi sol karşısında, aralarındaki oy fakının yüzde 10’a kadar düştüğü erimeyi, Tayyip Erdoğan karşıtlığı temelinde telafi etmeye ve alternatifleşmeye girişme süreci olarak değerlendirilmiş oldu.

Bütün güçsüzlüğüne rağmen halen belirli bir kesimi ve politik hattı temsil eden politik İslamcı Saadet Partisi, politik varlığını hemen hemen yitirmiş bulunan DP, ittifakın diğer bileşenleri.

AKP’den kopan Babacan’ın ve Davutoğlu’nun yeni partileri de Millet İttifakı’nın çekim merkezinde.

Ayrı ayrı tüm bu bileşenlerin gerek parti geçmişleri gerekse de belli başlı sözcüleri ve temsilcileri şahsında, Madımak Katliamı kışkırtıcısı Karamollaoğlu’ndan, kirli savaşın en yoğun döneminin içişleri bakanlarından Meral Akşener’e, Suruç Katliamı başta olmak üzere sayısız AKP katliamı ve suçunun işlendiği dönemin başbakanı Ahmet Davudoğlu’ndan, faşist MGK diktatörlüğünün bayraktarı CHP’ye, haklarımıza karşı işlenmiş sayısız suçun altında imzası var.

Politik işlevi, varlık nedeni

Bu ittifakın gerçek işlevi, politik varlığını gerçekten anlamlı kılan nedir?

Örneğin, Millet İttifakı’nın ya da onun tek tek bileşenlerinin, şu veya bu emperyalist kuvvetin, sermaye oligarşisinin ya da onun belirli kesimlerinin çıkarlarının bütünsel temsilcisi olmaları mı?

Hayır, Millet İttifakı’nın varlığı, temelde buradan anlam bulmaz. Burjuvazinin şu ya da bu kesiminin çıkarlarını dolaysız temsil gücü bakımından, ittifakın ve bileşenlerinin sınırlı bir rolü vardır.

Bütün çelişkilere rağmen, sermaye oligarşisinin ekonomik-mali programını, Kürdistan’a yönelik sömürgeci çıkarlarını, bugün en iyi biçimiyle Erdoğan egemenliğindeki faşist şeflik rejimi temsil ediyor. Kuşkusuz, Erdoğan’ın doğrudan temsil ettiği sermaye kesimleriyle, TÜSİAD’çı sermaye oligarşisi arasında belli çelişkiler var. Bu çelişkiler zaman zaman CHP ya da Millet İttifakı sözcülüğüyle dile getiriliyor. Ancak, bugünkü koşullarda, Millet İttifakı ya da onun bileşenleri, burjuvazinin herhangi bir kesimi için güncel olarak iktidar alternatifi değildir. Daha doğru bir ifadeyle, sermaye oligarşisi ya da onun Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ile daha belirgin çelişki içerisinde olan kesimleri, Erdoğan’a karşı bir iktidar alternatifi inşa etmede, şu aşamada seçimler dışında, ordu, polis, yargı, medya, sivil bürokrasi içerisinde etkin dayanaklara sahip değil.

Böylece, ittifakın, sermaye oligarşisinin ya da burjuvazinin herhangi bir odağının çıkarlarını dolaysız temsil çerçevesindeki rolü, a) çelişen, farklılaşan çıkarların ya da politik yaklaşımların sınırlı ölçüde sözcülüğünü yürütmek b) seçimler yoluyla Erdoğan’ın meşruiyet alanını daraltarak, yeni ittifak arayışlarına zorlayacak sonuçlar elde ederek, seçim sonuçlarına dayalı politik basınç uygulayarak politikalarını etkilemek c) Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının, herhangi bir nedenle (başlıca olarak da işçi ve emekçilerin, ezilenlerin büyük bir isyan dalgasıyla) el değiştirmesi koşullarının ortaya çıkması halinde bir burjuva alternatifin elde tutulmasını güvencelemektir.

Kısacası, bu bakımdan, ittifakın rolü, görece pasif ve potansiyel bir roldür.

Daha aktif ve önde olan rolü ise, faşist şeflik rejiminin oluşturucu bir bileşeni olarak, rejim için bir tür emniyet supabı vazifesi görmek, onun, işçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusal demokratik mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesi, gençlik isyan ve başkaldırısı, Alevi demokratik hareketi gibi mücadele güçlerince dövülüp yıpratılmasını engellemek, bu mücadele enerjisini yumuşatıp rejimi yıkıcı biçimler almaktan uzaklaştırmak, özellikle de, düzen dışı biçimlere yönelmesini engelleyip seçimler ve parlamento sınırlarında kalmasını sağlamak, bu sınırlar içinde ise, HDP’de cisimleşen antişovenist, antifaşist kanala akmasını önlemektir.

İttifakın esas anlam bulduğu, faşist şeflik rejiminin içerisinde politik varlık hakkı kazandığı konu ve görev budur.

Politik hedef: Erdoğan yönetiminin son bulması

Millet İttifakı’nın başlıca politik zemini, Erdoğan yönetiminin son bulmasıdır. Bunun, faşist şeflik rejiminin yasal kılıfı olan cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden, parlamentonun daha işlevli olduğu önceki biçime dönüş yoluyla mı, yoksa faşist şefliğin el değiştirmesi yoluyla mı olacağı, daha tali bir sorundur.

Erdoğan’ın yönetim tekelini elinde bulunduruşu, devletin tüm yönetsel aygıtları üzerindeki mutlak ve merkezi hakimiyeti, Millet İttifakı ve temsil ettiği burjuva kesimler için, devlet politikalarına etkide bulunmanın, hükümet ya da hükümet ortağı olmanın, devlet aygıtının şu veya bu kurumunda kadrolaşmanın bütün olanaklarını tıkıyor. Ayrıca, “maceracı” görülen dış politikaları, özellikle de AB ve ABD emperyalizmiyle değişik tipte çelişkileri, devlet istikrarını ve “Batı’yla ittifak”ı temel konu edinen bu kesimler için, kaygı oluşturuyor. Erdoğan’ın yönetme tekelini kırmada, siyasi inisiyatif alanlarını genişletmede, istisnasız bütün talep ve özlemleri faşist şeflik rejimi ile çatışma içine girmiş olan işçi ve ezilenlerin değişik kesimlerinin desteğini alma zorunluluğu, keza, “Erdoğan karşıtlığı” gibi genel bir ortak paydayı öne çıkarmanın zemini oluyor.

Faşist şeflik rejiminin kuruluşunda oynanan rol

İttifakın bu öznel amacından öteye, nesnel olarak faşist şeflik rejimi, Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi yapılarla, sürecin bütünden hareket edilirse, esasen de CHP ile birlikte, onlara dayanarak, onların katkılarıyla kuruldu.

CHP, bu süreç boyunca, “devletin bekası”, rejimin istikrarı uğruna Erdoğan-AKP’nin, başta Kürdistan’a yönelik sömürgeci terör ve savaş politikaları gelmek üzere, belli başlı tüm önemli kararlarına her aşamada verdiği dolaysız destek dışında, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin önünü açan anayasa değişikliği, referandum ve seçim süreçlerinde, Erdoğan’ın faşist şefliğini “muhalefet onayıyla” meşrulaştırmak gibi, paha biçilmez bir “hizmet vermiştir”.

Öncesi bir yana, özellikle, rejimin politik İslamcı restorasyonu bakımından kritik bir eşik olan 7 Haziran sonrası, 20 Temmuz Suruç Katliamı’ndan sonra başlatılan topyekûn faşist sömürgeci savaş döneminin bütün kritik dönemeçleri bunun kanıtlarını taşır.

Faşist şeflik rejimine giden yolun ilk hamlesi, Gezi-Haziran Ayaklanması, Kobanê direnişi ile Kobanê serhildanı ve HDP’nin 7 Haziran seçim zaferinin tepe noktalarını oluşturduğu, antifaşist, antişovenist mücadelenin atılıma geçtiği sürecin ezilmesi ve buna bağlı kazanımların tasfiyesiydi.

7 Haziran seçimleri, faşist şef Erdoğan’ın “tekrar seçim” sözleriyle lağvedildi. Ardından, Kürt ulusal demokratik hareketi ile görüşme süreci bitirildi, Suruç Katliamı ve Kürdistan’a savaşla karakterize olan topyekûn savaş dönemi başladı. 1 Kasım seçimleri kararlaştırıldı. CHP, 7 Haziran seçim sonuçlarının iptaline ve “tekrar seçim” kararına anlamlı bir tepki göstermedi ama bu günahlarının en küçüğüydü.

Topyekûn savaşa, özyönetim direnişlerinin ezilmesi başta olmak üzere her adımda destek verdi. Eylül 2015’te Saray cuntası için o sürecin en önemli adımı olan savaş tezkeresini destekledi.

HDP’ye yönelik büyük tasfiye dalgasının ilk ve en önemli adımı olan, HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta gelmek üzere sayısız vekilin ve yöneticinin tutsak edilmesiyle sonuçlanan dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde belirleyici olan, CHP desteğiyle, referanduma gitmeden sonuç almayı mümkün kılacak şekilde eksik oyların tamamlanması oldu.

15 Temmuz 2016 ile başlayan OHAL ve KHK düzenine, “Yenikapı ruhu” ile destek verdi.

Ocak 2017’de CHP, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adıyla faşist şeflik rejimini anayasallaştıran değişiklik paketine, kendisini HDP’nin tutumundan yalıtmaya özen gösteren “hayır” oyunun ardından, 16 Nisan referandumunda da “hayır” tutumu aldı. Bu “hayır” tutumunun politikadaki gerçek etkisi ise, hileli referandum sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte sokağa dökülen kitlelere, bizzat “hayır” tutumu almış bir siyasi parti eliyle ayar verilmesi olanağını faşist şef Erdoğan’a sağlamak oldu. 16 Nisan hileli referandumu, büyük bir kitle tepkisiyle karşılaştı. Seçimler, geniş kitleler gözünde, bırakalım “hayır” diyen geniş yığınları, AKP’nin tabanında bile, en konsolide olmuş kesim dışında, meşruiyet sorunu ve sorusu yaratmıştı. CHP, “YSK bu referandumu tartışmalı hale getirdi” açıklamasıyla, hileli referandum gerçeğini yumuşattı, topu bir nebze olsun Erdoğan’dan YSK’ya çevirdi, sokağa çıkma tutumuna karşı çıktı. YSK’ya yaptıkları itirazın reddine bile bir tutum alamadı. Denilebilir ki, 16 Nisan referandumu yoluyla faşist şeflik rejiminin anayasal güvenceye kavuşması aşamasında ortaya çıkan meşruiyet krizinin aşılmasında, seçim sonuçları kadar ve daha fazla, bu sonuçların “ana muhalefet tarafından tanınması” rol oynamıştır.

Böylece, Erdoğan’ın faşist şef olarak konumunun resmileştiği 24 Haziran 2018 genel seçimlerine gelindi. Millet İttifakı kuruldu. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları karşısında, ittifakın tutumu, seçimlerin “demokratik” niteliğini muhalefet eliyle onaylamak, sokakta hesap sormanın meşruiyetini zayıflatmak, faşist şeflik rejimine karşı mücadele etmek isteyen kitleleri rejimle ve diktatörle uzlaştırmak, hiç değilse, seçimin hemen ardından, hükümete açık destek veren söylemleriyle, diktatörün bir sonraki seçimler yoluyla devrilebileceği hayallerini bu arayışların merkezine yerleştirmeye çalışmak oldu. TÜSİAD, CHP ve İYİP açıklamaları, birbiriyle örtüşecek tarzda, faşist şeflik rejiminin istikrarını temenni eden söylemlerle faşist şef Erdoğan’a açık çek verdi.

Faşist şeflik rejiminin meşruiyetini, Millet İttifakı eylemleri içerisinde en fazla krize sokan 31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçimleri sonrasında dahi, bu seçimlerde işçi, emekçi ve ezilen kitlelerde nesnel olarak Tayyip Erdoğan faşist şefliğine karşı öfkenin bir sembolüne dönüşen İmamoğlu ağzından da “Cumhurbaşkanımla birlikte çalışacağım” sözleriyle, diktatörün meşruiyetini bir kez daha onayladılar.

CHP bu süreçte, faşist şeflik rejiminin inşasında rol oynamakla kalmadı, kendisini de faşist şeflik rejimi koşullarındaki bu işlevsel pozisyona uyarlayacak şekilde yeniden örgütledi. Selin Sayek Böke gibi burjuva demokratik çizgiye yatkın, İlhan Cihaner gibi ilerici kesimleri tasfiyeye yöneldi. Millet İttifakı’nı oluşturdu ve sürdürdü.

İYİP’in faşist şeflik rejimini tüm temel politikalarda destekleyen bu tutumları ne amaçla aldığı belli. İdeolojik-siyasi iddiaları, kökenleri, varoluş temelleri, zaten bu politikalarla birebir örtüşüyor.

CHP ise, Erdoğan’ın faşist şeflik rejimi ile çatışmasını, kitlelerin öfkesini -artık AKP ve Erdoğan’la özdeşleşmiş olan- sömürgeci faşist rejime yönelmesini engellemeyi güvenceleme önceliği üzerine oturttu.

Devletin bekası ve rejimin istikrarı amacında ortaklık, işçi sınıfı, ezilenler ve Kürt ulusal demokratik hareketine karşı irade birliği, Millet İttifakı’nın, varoluş iddiası olan Erdoğan yönetiminin son bulması hedefinde de güdük ve sınırlı bir hareket tarzına zorladı ve zorluyor.

Faşist şefin tutumu ve Millet İttifakı ile çelişkileri

Millet İttifakı ve CHP, faşist şeflik rejimine büyük bir dayanak olduğu halde, faşist şefe yaranamıyor. Faşist şef, hapishane ve suikast tehditlerini de eksik etmeyerek, Millet İttifakı ile kıyasıya bir mücadeleye girişiyor. İYİP’i ister MHP’ye geri emerek ister bölüp parçalayarak, ortadan kaldırma, tasfiye etme çabasında. CHP’nin sınırlı demokratik burjuva söylemlerini dahi büyük bir düşmanlıkla yanıtlıyor.

İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul belediyesinde, fiili kayyım uygulaması yapıyor. Enis Berberoğlu’nu hapiste tutmak için elinden geleni ardına koymuyor. Vekillerin meclis konuşmalarını sansürlüyor. Millet İttifakı’nın parçalanmasının öneminden dem vuruyor.

Örnekler çoğaltılabilir.

Millet İttifakı bileşenlerinin, faşist şeflik rejiminin bölgesel yayılmacılığına, Rojava’da ve Başur’da sömürgeci işgalci girişimlerine, Bakur’da ve Türkiye’de devrimci, yurtsever güçlere yönelik dizginsiz saldırılarına desteği, dahası, Millet İttifakı’nın, faşist şeflik rejiminin meşruiyetinin sağlanması bakımından oynadığı roller ortadayken, bu söylemlerin kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı bir soruyu daha soralım ve yanıtlayalım: CHP ve Millet İttifakı ile, faşist şef ve AKP-MHP ittifakı arasındaki çatışmalar, kayıkçı dövüşünden mi ibaret?

Elbette değil. Faşist şefle CHP, daha fazla da İYİP arasındaki kavgaların bir kısmı, düpedüz kayıkçı dövüşü niteliği taşısa da çoğu gerçek çelişkilere dayanıyor.

Her şeyden önce, faşist şef, son derece dar bir ittifaka (AKP-MHP), toplumsal kesimler politik özneler ve bölge ve emperyalist güçler arasında son derece sınırlı dayanaklara dek daraldı. Erdoğan karşıtlığı ise, hem toplumsal kesimler bazında (işçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar, Kürt halkı, ulusal topluluklar, Aleviler, LGBTİ+lar…) hem siyasal eğilimler bazında (devrimciler, demokratlar, antifaşistler, bir kısım burjuva demokratlar, laikler, milliyetçiler, ülkücü faşistlerin bir kısmı…) geniş bir çeşitlilikte.

Devletin tüm baskı, zor aygıtlarını ve silahsız yüksek devlet bürokrasisini bugüne dek görülmedik biçimde aynı iradeye, Saray’a tabi kılan faşist şefin, sonuçları bakımından kendi amaçlarına hizmet etmeyen seçimlerle, tüm bu araçları devreye sokarak nasıl ilişkilendiği, 7 Haziran seçimlerinden, 16 Nisan hileli referandumundan ve son olarak da İstanbul Belediye Başkanlığı tekrar seçiminden ortada. Buna rağmen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy çoğunluğu elde tutmayı sürdürmek, siyasi meşruiyeti açısından da oy yüzdesi farkının açık olduğu bir sonuç elde etmek, faşist şefliğin istikrarı için önemli. Bu nedenle, Millet İttifakı’nın, hiç değilse seçimler çerçevesinde güçlü bir karşı koyuş sergilemesi, Erdoğan için hafife alınır bir tehlike değil.

Faşist şeflik rejiminin inşasıyla, parlamento eski işlevlerinden bir kısmını kaybetti ama vekil sayısı dağılımı tümden önemsizleşmedi. Dahası, Cumhur İttifakı’nın istikrarı için, AKP-MHP sandalyelerinin sayısı işlevsel bir role sahip. Erdoğan için, Millet İttifakı’nı güçten düşürmek, mümkünse parçalamak, bileşenlerini en zayıf oy oranına, hatta baraj altına itmek bu açıdan önemli.

İYİP’i teşhir ve tecrit etme ve mümkünse kapsama ve MHP içine emerek yutma isteği Millet İttifakı’nın, hiç değilse ırkçı faşist MHP geleneğinden tabanın bir kısmına hitap etme gücünü zayıflatmak hedefiyle bağlıdır.

Bir diğer konu, Millet İttifakı’nın sömürgeci faşizm safında sürekli ayarda tutulması ve seçim ittifakı arayışını gizli ve örtük biçimlerde de olsa HDP’ye yöneltmesini engelleyecek siyasi basıncı sürekli tutmaktır.

Ancak hepsinden önemlisi, yönetme tekelini elde tutma ve herhangi bir kuvvetin, potansiyel bir alternatife dönüşmesini dahi engellemedir.

Faşist şeflik rejiminin resmi örtüsü olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, kurucularının da onlarca kez açıkladığı gibi, “yerli ve millidir”, dolayısıyla örneğin ABD’deki iki partili sistemin muadili değildir. Faşist şeflik rejimi, sermaye oligarşisinin egemenliği elde tuttuğu, seçim sistemine dayalı bir yönetim biçimi değildir. Özellikle burjuva solda yaygın yanılsamanın ya da bilinçli çarpıtmanın aksine, hükümetin partiler arasında el değiştirebilmesine açık bir yapılanma değildir.

Tayyip Erdoğan faşist şeflik rejimince, bugün Millet İttifakı’nda cisimleşen burjuva muhalefete verilen görev, işlevi mevcut rejime meşruiyet alanı yaratmakla sınırlı muhalefet görevidir, faşist şeflik rejiminin sürdürücüsü olmaya alternatif oluşturma değildir. O yüzden, burjuva muhalefetin göreve uygunluğu, ancak faşist şefliğe hizmet etmede kusursuzluğuyla ölçülebilir. Bu ölçüye uygunsuzluğun her verisi, faşist şefi Millet İttifakı etrafındaki burjuva muhalefete karşı öfkeye boğuyor.

Öte yandan, işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının, kadınların, gençliğin, Alevilerin, LGBTİ+’ların, akademisyenlerin, bilim insanlarının, sanatçıların, köylülerin, çevrecilerin, tüm ezilenlerin istisnasız bütün talepleri, faşist şeflik rejimi ve Erdoğan’la karşı karşıya geliyor, ona karşı mücadeleye bağlanıyor. Tersinden, Erdoğan karşıtlığı, en silik, en iddiasız, en dar haliyle dahi, bu mücadeleler içinde yankı ve taban buluyor.

Burjuva muhalefet bu nedenle daima ince bir çizgide yürüyor. Erdoğan karşıtlığını bir nebze tırmandırmanın bile, gözü gibi koruduğu ve dar grupsal çıkarlarını arka plana bıraktığı devletin bekası, rejimin istikrarı sorunu ile çelişki içine gireceği açık. İstanbul seçimleri bunun yeterli bir göstergesi.

İdeolojik müşterekler: Şovenizm, Kürt düşmanlığı, sermayenin sömürü özgürlüğü

Millet İttifakı’nın başlıca ideolojik müştereklerini, genelde şovenizm, özelde Kürt düşmanlığı ile sömürgeci faşist devletin bekası, sermaye düzeninin ve burjuvazinin sömürü özgürlüğü oluşturuyor. AKP ve Erdoğan, devletin ve rejimin kendisi haline geldiğinde bile, bu durum geçerliliğini koruyor.

İYİP, zaten MHP’den ırkçı faşist program ve zihniyete bir gram eleştiri yönelterek kopmuş değil. Aksine, ırkçı faşist geleneğin, AKP içinde erimeyen etkin savunucusu olma iddiasında.

CHP, MGK diktatörlüğü döneminde, AKP ile iktidar çatışmasında, ordu partisinin etkin kuvvetiydi.

Saadet Partisi, ordu partisi ile çatışmasında kaybetmiş, ancak sömürgeci faşizmle çelişki değil, Kemalizm ve politik İslamcılık karşıtlığı temelinde saflaşmış bir yapı.

DP, geçmişte kontrgerilla şeflerinin, kirli savaş suçlularının toplaştığı partinin artıklarından oluşuyor.

Yine sadece, Saray cuntasının ortaya çıktığı Temmuz 2015’ten sonraki süreçte de, Millet İttifakı’nı oluşturan yapıların tek tek her biri, sömürgeci faşist saldırganlık politikalarını desteklemede, Kürt halkına yönelik saldırıların bayraktarlığında birbiriyle yarıştı.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, 16 Nisan referandumu öncesinde, daha sonra Cumhur İttifakı adını alan AKP-MHP ittifakının uzun ömürlü olacağı ortaya çıktığında, CHP, MHP tabanından oy desteği almak için, “Siz ne kadar ülkücüyseniz, biz de o kadar ülkücüyüz” sözleri akıllardadır. Aynı dönemde, faşist şef Erdoğan ve AKP-MHP ittifakının sömürgeci işgal ve saldırganlığına karşı çıkmak bir yana, Erdoğan’a karşı sokağa yöneltmeye asla girişmediği kitlesini, “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” mitinglerine çağırıyordu.

Millet İttifakı bileşenleri, CHP’den SP’ye dek, Yenikapı’da sömürgeci faşistlerin temsilcileri olarak poz verdi, Musul, El Bab, Cerablus, Efrin, Serekaniye işgallerini, Güney Kürdistan saldırılarını destekledi. Meral Akşener, “Mehmetçiğe” başarılar dilerken, Kılıçdaroğlu, “Bu milli bir sorun. Türkiye’nin sınır güvenliği söz konusu. O nedenle elimizden gelen desteği sağlarız” tekerlemesini değişik biçimlerde tekrarlayarak tam destek verdi. Bu tutumdan bir nebze ayrışan, Efrin işgalinde, “ırk ve mezhep çatışmalarının son bulması, barış ve huzur” vurgularını öne çeken Saadet Partisi oldu.

Millet İttifakı’nın ya da tek tek bileşenlerinin, faşist şef Erdoğan’a yönelttiği eleştiri ve teşhir faaliyetlerinin önemli bir kısmını da “teröre karşı daha etkin mücadele” çerçevesi oluşturuyor.

İYİP’li Aytun Çıray’ın, “Her şeyde anayasayı değiştiriyorlar da idama gelince niçin yavaş yavaş oluyormuş onu merak ediyorum. Önce bir çıkarmaya cesaret etsinler çıkarsınlar ondan sonra konuşuruz" sözleriyle, idam cezasını uygulamada AKP-MHP ittifakına yönelttiği pasiflik eleştirisi, CHP’nin, AKP’yi, eyalet sistemini getirme çabalarıyla Öcalan’la aynı çizgide olmakla suçlayışı, bunun bazı örnekleri.

CHP, özellikle 15 Temmuz sonrası milli güvenlik gerekçesiyle getirilen, metal işçilerinin, Şişecam, Akbank, Mefar ve daha sayısız grevin yasaklarına karşı tutum almadı. Önce “AKP’ye hizmet etmekle”, “halkı mağdur etmekle” suçladığı İzban işçilerinin grevi, AKP tarafından KHK ile yasaklanırken, işçiler AKP polisinin saldırısına uğrarken, durumdan yararlanmanın yoluna baktı.

Programatik hedef: Parlamenter sistemin restorasyonu

Millet İttifakı’nın ortak programı, “eski parlamenter sisteme dönüş” ya da kendi ifadeleriyle “güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesisi.” Aslında bu noktaya bir anda gelinmedi. İttifak da bu konu üzerine yapılan bir anlaşmayla kurulmuş değil. Başlangıçta Tayyip Erdoğan ve AKP’nin seçim yoluyla devrilmesi söylemi dışında, rejim biçimine dair özel bir argüman geliştirmemişken, özellikle de iki seçim deneyiminin bir nevi zorunlu bir ürünü olarak, parlamenter sisteme geri dönüş söylemi öne çıkmaya başladı.

Başlangıçta, CHP’nin temel söylemi, önce İYİP, sonra Millet İttifakı kurulduktan sonra ise ittifakın (ki bu kuruluş zemininin, tam da yetkileri yeniden düzenlenmiş cumhurbaşkanı seçimi olmasından da rahatça anlaşılabilir) esas argümanı, iddiası, faşist şeflik rejimini devralma üzerine kuruluydu.

Parlamentarizm, açık bir programatik hedeften çok, sınırlı biçimde ve daha çok da AKP ve Erdoğan’ı teşhir amacıyla başvurulan bir söylem niteliğindeydi.

Özellikle CHP’nin son kurultayından itibaren, parlamentonun yetkilerinin iadesi etrafındaki söylem hattı öne çıkmaya başladı.

Bunun bir nedeni, iki seçim deneyiminin ardından, işçi, emekçi ve ezilen kitleler, beklentilerini ittifaka yöneltmiş antifaşist ve demokratik eğilimli kesimler nezdinde, bizzat rejim biçimine dair daha ciddi ve doyurucu bir söylem hattı kurma zorunluluğunun ortaya çıkmasıydı.

Aynı seçim deneyimleri, faşist şeflik rejiminde kendilerine daha fazla politik inisiyatif alanı açma şanslarının da olmadığını açıkça göstermiş oldu. İşçi ve ezilen kitleleri, faşist şeflik rejimine karşı mümkün olan en geri zeminde arkalamanın programatik zemini, parlamentonun işlevlerinin iadesi olabilirdi.

Bir diğer nedeni, yerel seçim sonuçlarının, özellikle CHP açısından, cesaretlendirici olmasıydı.

Bir önemli neden ise, AKP’den ayrılanların kurduğu yeni partilerle birlikte, Millet İttifakı’nın Erdoğan’ın tüm burjuva muhaliflerini kapsayacak biçimde hem ittifak arayışlarını genişletmesi, hem de ittifakın kendisini daha şekilli hale getirme ihtiyacının belirmesiydi.

Peki bu “parlamenter sisteme dönüş” veya “güçlendirilmiş parlamenter sistem” söyleminin içeriği nedir? İttifakın bu hedefi, parlamentonun yetkilerinin artırılmasını içeriyor. Bu restorasyonu istenen parlamenter rejim de MGK diktatörlüğüydü. Peki şimdi yeniden tesisi istenen parlamento MGK diktatörlüğünü neden aşsın? Aşmayacaksa, burjuva muhalefetin, MGK diktatörlüğü destekçilerinin dışında herhangi bir kesim bu talebi neden desteklesin? Örneğin CHP kurultayının görüş açısından, parlamentonun güçlendirilmesi eksenindeki programın bir kefesinde, “kuvvetler ayrılığı”, “yargı özerkliği”, “ifade-basın-örgütlenme özgürlüğü” gibi şekilsiz argümanlar, diğer kefesinde ise, Türkiye’nin “üniter yapısının güçlendirilmesi”, “terörle ödünsüz mücadele” vb. söylemler duruyor. İYİP bakımından bu kadar dahi altı doldurulmuş değil.

Sonuç olarak Millet İttifakı için hedef, “eski parlamenter sisteme” dönüş ya da 2015 Temmuz’unda Saray cuntasının, 15 Temmuz 2016’dan itibaren OHAL ve KHK düzeninin inşasıyla fiilen, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adıyla faşist şeflik rejiminin anayasal güvence altına alınması süreciyle resmen lağvedilen parlamentonun kısmi bir takım hak ve işlevlerinin iadesi yoluyla, CHP ve İYİP’e burjuva siyasette nispeten geniş bir alan açılması.

Parlamento savunması

Bilindiği gibi CHP ve İYİP’in, “parlamentonun savunulması” için çokça fırsatları olmuştu. Peki bu süreçlerde, “güçlendirme” iddiasında oldukları parlamentoyu hangi araçlarla savunmuşlardı?

Örnek vermek gerekirse, HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırken, parlamentonun işlevlerinin daraltılmasının ve başkanlık sisteminin kabul ettirilme koşullarını ören devlet terörü, DAİŞ katliamları, gözaltı, tutuklama ve katliam saldırıları gerçekleştirilirken, hileli referandum sonuçları, kitlelerin “hayır” şiarlı sokak eylemlerine rağmen kabul ettirilirken…

Zaten HDP’yi aradan çıkarıp “kendi kendisini zayıflatan” parlamento gerçeğinin mimarı CHP’dir. Vekil dokunulmazlıklarıyla ilişkileniş, güçlendirilmiş parlamentoyu savunmanın, önemli verilerinden biri olsa gerek. Parlamentoyu, faşist şeflik rejiminin uzantısına dönüşecek şekilde revize edilmek üzere Erdoğan’a teslim eden CHP önderliğindeki Millet İttifakı, “güçlendirme” işini hangi araçlarla yapacak?

Dahası Millet İttifakı, kendi seçilmişlerine sahip çıkabilmiş değil. Bugüne dek, hileli seçimlerden, grev yasaklarına dek, kitlelerin sokak arayışlarının karşısına, “hukuk yoluyla adalet arayışını sürdürme”, “meseleyi Anayasa Mahkemesine taşıma” söylemleriyle çıkan ittifak bileşenleri, son olarak, Enis Berberoğlu hakkındaki Anayasa Mahkemesi’nin kararını yerel mahkeme reddettiğinde dahi, devletin bekasını sarsacak, incitecek girişimlerden uzak durarak, “sabır yoluna” çağrı yapabildi.

Bırakalım Kürdistan’da seçilmiş belediye eş başkanlarının tutuklanarak yerlerine kayyım atanmasına tutum alabilmeyi, İstanbul belediyesine yönelik, belediye başkanı İmamoğlu’nu bütün temel sorunlarda yetkisizleştiren fiili kayyım uygulamasına, anlamlı bir ses yükseltebilmiş değil.

Kendi seçim kazanımlarının, seçim hileleriyle gasp edilmesi karşısında, bırakalım tavır geliştirmeyi, kendi seçmeninin sokağa çıkmasına yasak koyarak hileleri meşrulaştırma yolundan gitmiş. Parlamento ya da seçim hakkına sahip çıkmak şurada kalsın, halk iradesinin sokağa yansımasının önünü almada, sönümlendirmede büyük bir çaba ve gayret sahibi.

Hal böyleyken, “güçlendirilmiş parlamento”, MGK diktatörlüğünün güdük parlamentosundan daha ileri bir hedefi temsil etmiyor. Üstelik ittifak bileşenleri, bu kadarını savunmada da Erdoğan faşist şefliğiyle çelişki içerisindeki işçi ve ezilen kitlelerin sokak enerjisini harekete geçirerek, rejimi istikrarsızlaştırıcı sonuçlar üretmekten dikkatle kaçınacaklardır.

Burjuva değişim programı ve 3. cephe

Uzunca bir dönem boyunca, faşist MGK diktatörlüğü tasfiye edilip yerini faşist şeflik rejimine bırakana dek, burjuva siyasi partiler açısından güçler dizilimi şöyleydi. Generaller partisince temsil edilen (CHP, MHP bileşimli) “statüko” cephesi, AKP’nin temsil ettiği (TÜSİAD tarafından desteklenen) “değişim” cephesi.

Her iki cephe, Türk sermaye oligarşisinin ve uluslararası sermayenin çıkarları, Kuzey Kürdistan üzerindeki sömürge tekeli ve işçi sınıfı ve ezilenlerin özgürlük adalet ve halklara eşitlik mücadelesinin ezilmesi konusunda ortaklaşıyordu.

“Değişim” programının sözcüsü AKP, işçi sınıfı ve ezilenlerin MGK diktatörlüğüne karşı tepkisini arkalamak zorundaydı, onların taleplerini demagojilerine konu ediniyordu.

İşçi sınıfı, ezilenler ve Kürt ulusal demokratik mücadelesi bakımından, Türk burjuvazisinin bu iki cephesi karşısında, 3. cepheyi geliştirme ihtiyacı vardı.

Sonuçta, statükocu cephe tasfiye edildi, ordu, polis, yargı ve tüm devlet aygıtı, faşist şeflik rejimi altında merkezileştirildi. AKP ve Erdoğan devletleşti, burjuva değişim programı terk edildi, Kemalist ideoloji devletin resmi ideolojisi olmaktan çıktı, politik İslamcı restorasyon hattına girildi.

Oluşan yeni tabloda, burjuva siyasi partiler ve yapılar bakımından güçler dizilimi değişti. Bazı bileşenlerinin adını anmadan söylersek, bir yanda AKP-MHP’nin faşist şeflik rejimini koruma ve güçlendirme cephesi var, bir yanda ise, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vaadi etrafında birleşmiş CHP-İYİP cephesi. Sermaye oligarşisinin dünkü homojen tavrı veya birliği sürdüremediği görülüyor. Uluslararası destekler bakımından da aynı şey söylenebilir. Burjuva düzenin bu iki cephesi karşısında halklarımız için üçüncü cephenin önemi ortada.

Burjuva cepheler açısından durum dünkünün tekrarı değil. Bir kere, “Millet İttifakı”, dünün, AKP öncesinde değişik kısmi ve başarısız girişimlerde ifade bulan, ancak temelde AKP tarafından yükseltilen, TÜSİAD şahsında sermaye oligarşisince desteklenen değişim programının aksine, “burjuva dönüşüm” yönünde asgari bir programı temsil edecek ideolojik-politik irade birliğinden yoksun. Onun bugün temel birleştiricisi, AKP karşıtlığı.

Dahası, bunlar devrikler. Devrilmiş parlamentoyu, devrilmiş MGK diktatörlüğü programını, iflas etmiş Kemalist ideolojik argümanları ya da tüm bunlardan kalan her neyse, onu temsil ediyorlar. İşçileri, emekçileri, faşist şeflik rejimiyle çelişki içerisindeki tüm sınıf ve tabakaları, ezilen kesimleri, bu güdük, kısıtlı ve tutarsız hedefe kilitlenmeye çağırıyorlar.

Burjuvazinin iki cephesi arasındaki çatışma, dünkü kadar güçlü olsa da bu, toplumsal saflaşmanın düne göre derinleşmiş oluşuyla ilgili, ancak tarafların programatik duruşları birbirine daha yakın. Başka bir deyişle, ikinci cephe, dünkünden de daha “düzeniçi”. Dün, ikinci cephe, MGK diktatörlüğünün sistemi içindeydi, ancak onun işlevsel bir uzantısı değildi. Bugün ikinci cephenin konumu budur.

Bir kez daha bu taraflar, işçi ve emekçileri, ezilenleri ilgilendiren tüm sorunlarda tam bir irade birliği içindeler.

Öte yandan, üçüncü cephe bakımından da durum farklılaştı.

Öncelikle, üçüncü cephenin mevcut ve potansiyel güçleri, burjuvazi saflarındaki güçler diziliminin değiştiği bu dönemde, dünkünden daha ileri bir düzeydeler. Cepheleşme görevinde, HDP etrafında, büyük başarılar elde edildi, bugüne kadarki en ileri cepheleşme deneyimi ve düzeyine ulaşıldı. Dahası, ilk kez olarak burjuva solla emekçi sol arasındaki oy makası bu derece daraldı.

Kısacası üçüncü cephe düne göre daha elverişli koşullara sahip. Denilebilir ki, ikinci cepheyi alternatif olmaya daha elverişli kılan en önemli unsur, diktatörlüğün yarattığı umut kırılmasının etkileri, buna bağlı kendi gücüne güvensizlik. Dolayısıyla aynı politikaların sözcüsü olmakla kalmayıp, aynı pislikten ve bataklıktan besleniyorlar.

Bu tablo karşısında, Millet İttifakı’nın ve özel olarak da, faşist şeflik rejimine karşı mücadele enerjisi taşıyan kitleleri etkileyen ya da etkileme kapasitesine sahip olan CHP’nin, parlamenter sisteme geri dönüş yolunda, işçiler ve ezilenler için çözüm olmayan beklentiler uyandıran, bu veya başka dönüşüm arayışlarını seçim aracına kilitleyici hayaller yayan, işçileri, ezilenleri ve Kürt halkını dolaysız biçimde ilgilendiren bütün gerçek sorunlarda ise faşist şeflik rejimine destek veren ve destek örgütleyen çizgisini yalıtmak, üçüncü cephenin gelişimi için kritiktir. Zira burjuvazinin bu iki cephesi karşısında işçi sınıfı ve ezilenlerin talep ve özlemlerinin mücadelesini vermek, üçüncü cephenin gerçek varlık nedenidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi