Işid, Radikal Politik İslamcı Akımlar: Gelişme Nedenleri Ve Nitelikleri

Suriye gerici iç savaşında başta IŞİD olmak üzere, Nusra Cephesi, Ahrar u Şam gibi radikal politik İslamcıların öne çıkıp gelişmeleri yalıtılmış bir gelişme değil. Bu gelişmenin öncesi ve sonrasında, AfganistanPakistan hattında, Güneydoğu Asya'da ve Kuzey Afrika Müslüman halkları arasında El Kaide çizgisindekiler önde gelmek üzere, silahlı mücadele yürüten politik İslamcıların gelişmesi söz konusuydu.

Dönemeç noktası olarak Taliban'ın iktidardan indirilmesi ve Afganistan'ın emperyalist güçler tarafından 11 Eylül İkiz Kuleler eylemi sonrasında 2001'deki işgalini alırsak, gelişmenin tırmandığını söyleyebiliriz.

İşgale Ve Sömürgeciliğe Karşı Radikal Politik İslami Akımlar

Bu örgütlerin gelişmesini iki kategoride ele almak doğru olur. Birincisi, işgal veya işgal tehditi altında ya da sömürge Müslüman ülkelerde silahlı İslami örgütlerin gelişmesidir. Hamas, Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi, Lübnan Hizbullah'ını bu kategorideki ülkelerde gelişen radikal politik İslami akımlar olarak nitelemek gerekir. Bunların güçlenmiş ve gelişmiş olmaları, politik İslamcıların, işgale ve sömürgeciliğe karşı direndikçe gelişeceğinin bir kanıtı.

Irak işgaliyle birlikte, gerek eski Baasçılar, gerek Irak İslam DevletiIİD(Zerkawi'nin kurduğu El Kaide çizgisindeki bu örgütün ilk ismi Tevhid ve Cihad'dı) ve gerekse Mücahitler Ordusu, Ensar El İslam vb. gibi radikal politik İslamcı örgütler, işgalcilere karşı silahlı eylemler yürüttüler. Özellikle IİD, feda eylemleriyle ün saldı. Asıl destek aldığı kesim Sünni Araplar oldu. Ancak, IİD, Sünni aşiretlerin “Irak uyanış hareketi” aracılığıyla 2008'de ABD ve Irak işbirlikçi hükümetiyle anlaşması sonrası, yenilgiye uğradı. Çok güç kaybetti. Binlerce militanı hapishanede olsa da,

İslamcı yayınların vurguladığı gibi 2008'de yalnızca yaklaşık 200 savaşçısı kalan zayıf bir örgüttü. Kısaca, önce güçlenmiş ama sonra zayıflamıştı. Zayıflamasının nedeni yalnızca ABD ve Şii yönetiminin kullandığı kontrgerillacı devlet terörü değildi. Şiilere ve Kürtlere uyguladığı sivil halk katliamlarının rolü de önemli bir yer tutuyor.

Bilindiği gibi 2011 baharında IİD, Suriye gerici iç savaşına, önü açılarak, desteklenerek, silah ve eğitim, mali imkanlar sağlanarak katıldı. Bu tarihten itibaren gelişmeye başladı. Suriye iç savaşında Nusra Cephesi adıyla da örgütlendi. Sonra IŞİD adını aldı. Biat ve örgütlenmede El Kaide ve Nusra liderleriyle çelişkiye düşünce yine bu adla ve rakiplerine karşı aşırı şiddet kullanarak ayrı örgütlenmesini sürdürdü. Rakiplerini şiddet yoluyla alanlardan ve özellikle Rakka'dan söküp atmada başarılı olunca Rakka, Deyr Zor ve Kuzey Suriye'nin-Rojava kantonları ile Halep haricinde-doğu ve orta kesimlerinde hakimiyet sağladı. Yine bilindiği gibi 10 Haziran 2014 tarihinde Musul fethinde öncü vurucu güç olarak zafer kazanınca İslam Devleti'ni ve Halifeliği ilan etti.

Askeri gücünün birkaç on bin savaşçıya vardığı ileri sürülüyor. Daha önemlisi de savaş yeteneği düşük değil. Abartı bir yana bırakılırsa, Irak ordusuna, peşmergeye yenilgiler tattıracak ölçüde savaşçılığa sahip. Üstün askeri güçler karşısında yenilgiyi hemen kabullenmeyen ısrarlı savaşçılığı var. Ayrıca vurgulamak gerekir ki, feda eylemcilerini çokça çıkarabiliyor.

Fakat bütün bu savaşçılığı ve savaş başarılarına rağmen teokratik devlet ve yönetmede-toplumsal yaşamda biatı ve teokratik dogmaları dayatması, korku salarak boyun eğdirme amacı ve bağlı olarak akıl almaz vahşeti, kadını köleleştirmesi; IŞİD ve onun şahsında radikal politik İslamcıların siyasi bakımdan daha şimdiden yenileceklerinin nedenleri ve kanıtıdırlar. Bu gerçeği yaşayarak gören kitleler hızla desteğini geri çekmekte, düştüğü karanlık denizden çıkmak için işgalci emperyalist devletlere bile sarılmaktadırlar.

IŞİD (Irak'ta) emperyalist işgale karşı mücadele içinde radikal politik İslamcı örgütlerin gelişmesine örnek olduğu gibi, (Suriye'de) iç savaş içinde gelişmenin de örneğidir.

Emperyalist ve siyonist işgallere karşı direniş içinde gelişenlere Filistin politik İslamcı akımları ile Lübnan Şiilerinin politik İslamcı akımları örnek verilebilir; Hamas, İslami Cihad, İslami Cemaat, Lübnan Hizbullahı... Bu akımlar, hakim emperyalist güçlere ve desteğindeki yerel sömürgecilerin işgallerine karşı direniş içinde geliştiler. Direnişçilikleriyle kitleler üzerinde etki sağlayıp güç kazandılar. Filipinler'de Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi, Keşmir ve Çeçenistan'daki radikal politik İslami örgütler, bu kategorideki akımlardır. Taliban da, ABD'nin birleşik emperyalist işgaline karşı mücadele içinde gelişmeye diğer bir örnektir.

İç Savaş İçinde Politik İslami Akımlar

İkinci kategori, iç savaş içinde gelişip büyüyenler. Emperyalistlerin ve burjuva yerel gerici devletlerin desteğini ve yardımını sürekli alan politik İslami akımlar hızlı büyüyüp gelişebiliyorlar. Ama bu destekten yoksun olduğu halde büyüyebilenler de var.

Radikal politik İslamcı örgütlerden Nusra Cephesi, Kuzey Afrika El Kaidesi, Somali'de Şeriat Mahkemeleri, Nijerya'da Boko Haram ve benzerleri, yalnızca iç savaş içinde geliştiler. Kuzey Afrika El Kaidesi, Cezayir'de 80'li yıllarda gelişen GİA gibi silahlı örgütlerin yenilgisinden sonra ortaya çıktı, sınırlı bir gelişme gösterdi ama Libya'daki gerici ve emperyalist savaşın saflarına alması yoluyla hızla büyüdü. Daha ılımlı Müslüman Kardeşler, radikal politik Ensar el-Şeria ve İslami milisler, Kaddafi'yi emperyalislerin savaşı ve siyasi desteğinde yendikten sonra, Mağrip El Kaidesi'ne bağlı örgütler Mali'ye geçerek, yine El Kaide çizgisindeki Ensaruddin Hareketi'yle, Tuareglerin topraklarında-önce Tuareglerin Azavad Ulusal Kurtuluş Hareketi (MNLA) ile ittifak içinde sonra hakimiyeti ele geçirerekkurtarılmış köy ve kentler yaratabildiler. Ya da Nijerya'da diktatörlüğün Müslüman halk üzerinde aşırı baskısı ve bu kesimin daha çok yoksulluk içinde olması, Boko Haram'ın gelişmesine ve hakim olduğu köy ve kasabaları artırmasına yol açtı. Boko Haram da El Kaideci radikal politik İslamcı bir örgüttü. Dahası IŞİD'in devletine ve halifesine biat etti.

Yine geçmiş dönemde İran Mollaları, özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda gelişmelerini Şah diktatörlüğüne karşı muhalefet sürecinde sağladılar. Ruhban sınıfının geniş geleneksel örgütlülüğü, halkla bağları ve sahip oldukları serbestliğe dayanarak, Şah'ı deviren '79 Devrimi'nden sonra en örgütlü güç oldukları için iktidarı aldılar. ABD'nin, devrimci iktidara alternatif görüp iktidara geçmesine onay vermesinden yararlandılar.

Devrimci Harekete Karşı Geliştirilen Akımlar

İç mücadele içinde, emperyalistlerin, bölge gerici devletleri veya kendi ülkesi burjuva devletlerinin devrimci harekete karşı palazlandırıp geliştirdikleri hareketler olarak, politik İslamcı akımlar. Ilımlısı ve radikalleriyle bu akımlar, özellikle soğuk savaş döneminde, komünist, devrimci hareketlere karşı, emperyalisler ve işbirlikçi yerel burjuva feodal devletler tarafından saldırı gücü ve toplumsal dalgakıran olarak geliştirilip güçlendirildiler. Türkiye'de MTTB, Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri ve sonra Erbakan-Akıncılar'ın ayrıca cemaatlerin gelişmesi bu yoldan gerçekleşti.

Endonezya'dan Malezya'ya, Mısır'dan Fas'a değin radikal politik ve ılımlı politik İslamcıların gelişmesi, burjuva ve emperyalist devletlerin, yerel devletin desteğinde oldu. Hatta öyle ki Sovyetler Birliği işgaline karşı savaş içinde gelişen Afganistan'daki politik İslami akımlar bile ABD ve Suudi hanedanlığının aktif desteği ve eğitimiyle bu gelişmeyi gerçekleştirdiler.

İç mücadelede gelişme kategorisinde politik İslamcı akımlar, elbette yalnızca gerici dalgakıran veya vurucu güç olarak geliştirilmekle sınırlı kalmadılar. Burjuvazinin faşist diktatörlüklerine karşı, muhalefet sürecinde politik İslamcı akımlardan bazıları halk hareketlerinden yararlandıkları gibi, halk kitlelerine “baskılara karşı” oldukları demokratik imajını vererek yanılsamalara yol açtılar, bunu kitle desteğine çevirmeyi başardılar. İran Mollaları buna örnek oldukları gibi, devlet ve emperyalizm desteğinde gelişen Türkiye'deki politik İslami akım da 28 Şubat militarizminin baskısı karşısında kendisini burjuva demokrarasisi yanlısı sunabildi, bu nedenle de geniş bir destek topladı.

Fakat özellikle Müslüman ülkelerde milliyetçi burjuva iktidarları devirerek sadık işbirlikçilerini iktidara taşımak isteyen ABD ve Avrupalı emperyalistler, Libya ve Suriye'de poitik İslamcıları kullandılar, eğitip silahlandırdılar, geliştirdiler. Bunu iç savaş biçiminde, ya “vekalet” savaşı veya dıştan da askeri saldırıyla desteklenen “vekalet savaşı” biçiminde yürüttüler. Açık ki, Libya ve Suriye örneklerindeki politik İslami akımlar, özellikle radikal politik olanları, emperyalist ve bölge gerici devletlerinin doğrudan desteği, onları vurucu güç olarak geliştirmeleri yoluyla büyüdüler.

Radikal İslami Akımların Gelişme Nedenleri

1990'larla başlayan dönem, geleceğe doğru sosyalizm umudunun kırıldığı bir zamandı. Kapitalist emperyalizm bunu 'tarihin sonu'nu ilan etme aracı olarak kullandı. Kapitalizm ve burjuva demokrasisinin 'insanlığın nihai amacı' olması gerektiği fikrini yüceltti. Zamanın ruhu buydu. Ama kapitalizmin kendisi bunalım içindeydi. Buna karşı arayışlar geçmiş ideolojik biçimlere, politik dini biçimlere ve milliyetçiliğe yöneldi. Arap ve diğer Müslüman ülke milliyetçi modernist akımları, gerek burjuva endüstriyel kalkınmayı gerekse halk kitlelerini tatmin edecek demokratik gelişmeyi gerçekleştir(e)meyerek, kitleler nezdinde iflas etmiş, çekiciliğini yitirmişlerdi. Alan, 80'li yıllarda gelişmesi ivmelenen politik İslamcı akımlara kalmıştı.

Kapitalist dünyanın lideri ABD, Afganistan'la başlayarak, Irak'ta devam eden, Suriye ve İran'ı da kapsamayı planladığı işgallere başvurdu. Bu yolla dünya egemenliğini korumanın yanı sıra, petrol bölgelerini kontrol altında tutmaya, yeniden sömürgeleştirmeye girişti.

Radikal Politik İslam: 'Komünizm Yenilmiştir Birinci Düşman Abd'dir'

Emperyalistlerin işgallerine ve işbirlikçisi teokratik veya modern militarist diktatörlüklere karşı muhalefet rolünü üstlenerek gelişmeye çalışan politik İslami akımlar içinde radikal politik olanları, özellikle El Kaide 'komünizmin tehlike olmaktan çıktığı, bugünün koşullarında ABD baş düşmandır' tespitiyle, ABD işgallerine karşı mücadeleyi öne geçirdi. Ilımlı, parlamentarist politik İslamcı akımlar, ABD ile ilişkilerini uzlaşma-işbirliği çizgisinde yürütmeye özen gösterirlerken, El Kaide ve diğer radikal politik İslamcı akımlar, antiABD çizgisinde ilerlediler. 11 Eylül 2001 eylemi bu koşullarda gerçekleşti. Eylemi gerçekleştiren El Kaide, mücadele sathını bütün dünya olarak ilan etmişti. Bu durum, El Kaide çizgisindeki akımların ABD işgallerinden sonra gelişmelerine yol açtı. Kuzey Pakistan'da El Kaide doğrultusundaki akımlar ABD işgallerinden sonra gelişerek büyüdüler. Irak işgaline karşı mücadele eden Zerkawi liderliğindeki önceli Tevhid ve Cihad olan Irak İslam Devleti (IİD) ve ona yakın veya rakip Nakşibendiler Ordusu, 1920 Devrimi Tugayları, Mücahidler Ordusu, Ensar El İslam gibi radikal politik İslami örgütler işgale karşı mücadele içinde Irak Sünni Arap kitleleri arasında geliştiler. Hatta öyle ki, eski Baas taraftarları bile direnişi artık İslami örgütler kurarak sürdürüyorlar. Örneğin, Baas'ın ikinci lideri İzettin El Dürri'nin liderlik ettiği direniş örgütü Arap milliyetçiliği adıyla değil Nakşibendiler Ordusu olarak örgütlenmiş durumda. Son Musul fethine bu adla ve IŞİD'le ittifak içinde katıldı. Politik İslami örgütler ve aşiret milisleri dışında Irak Sünni Arapları arasında kayda değer işgale karşı direniş örgütü yok.

ABD işgallerine karşı tepki ve öfkeyi, yalnızca işgal altındaki ülkelerde değil, diğer Müslüman ülkelerin pek çoğunda bu örgütler saflarında toplamaya başladılar.

Politik İslam Güç Topluyor

Türkiye, Fas, Ürdün gibi parlamenter olanakların olduğu yerlerde, emperyalizm ve burjuva modernist iktidarlarla uzlaşan-işbirliği yapan politik İslami partiler toplumsal desteklerini artırırlarken, öfkeyi yumuşatma rolü de üstlendiler. Ama Somali, Cezayir, Irak, Kuzey Pakistan gibi yerlerde parlamenter politik İslami hareketten daha çok radikal politik silahlı örgütler gelişiyor, toplumsal desteklerini artırıyorlar. Bu örgütler ya El Kaide'ye bağlılar veya bağlı olmayıp benzer biçimde silahlı mücadeleyi yürütüyorlar.

Arap halk ayaklanmaları, Rojava Devrimi gibi devrimler, işgallerin ve gerici iç savaşların belirlediği savaşlar dönemini bölgede yaşıyoruz. Emperyalizm yalnızca kriziyle hegemonya yitimine girmekle kalmamış, bölgede işgalleriyle de istikrar elde edemediği gibi, öfke ve siyasi bunalım yaratmıştır.

Radikal politik Selefi İslami akımlar, geleceğe doğru umut kırılmasının yaşandığı dönemde, ABD işgallerine tepkiyi arkalarında toplayarak, kitlelerde burjuva milliyetçi modernizmin ekonomik politik iflasının yarattığı umutsuzluğu, geriye, Selefi döneme dönüş özlemini yükseltmenin zemini yapıyorlar. Müslümanlığın ilk yükselişini beraberinde getiren asrı-saadet dönemini bayraklaştırıp, Ümmetin Birliğini, Panislamizmi önererek bu ideoloji öncülüğünde kitleleri toplamaya çalışıyorlar.

Panislamizm, Selefi akımdan önce de vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Panislamizmi ve elinde tuttuğu Halifeliği, yayılmanın ve hakimiyetini korumanın toplumsal desteğinin aracı olarak kullandı. İttihat Terakki, Pantürkçülüğü ve Panislamizmi imparatorluğu sürdürmede toplumsal desteğin aracı olarak kullandı. Rus Çarlığı Ortodoks Kilisesini ve Panslavizmi kullandı. Günümüzde ABD emperyalizminin ideologlarından Fukuyama bir nevi Panhristiyanizm olan “medeniyetler çatışması” tezini kullandı. Hatta Bush işgalleri başlatırken Haçlı Seferlerine atıfta bulundu. Ama bütün bunların feodal ve kapitalist maddi temeli var. Feodal veya kapitalist dünya çapında güç odaklarıydılar.

Fakat Selefi cihadçı Panislamist akımlar, küçükbuıjuva ve burjuvalar olarak bu maddi koşullara sahip değil. Müslüman ülkeler burjuvazilerinden emperyalist güç odağı da yok, dolasıyla ona yedeklenen rol oynasınlar. Bu maddi koşullar yokluğuna rağmen, Panislamizm, emperyalist Batı uygarlığına karşı özellikle emperyalist küreselleşme döneminde İslam enternasyonalizmi rolünü oynamakta, Müslüman kitleler içinde etkili olmaktadır. Emperyalist küreselleşme döneminde tekil ülke milliyetçiliği, özellikle Müslüman ülkelerde, büyük emperyalist güçlere karşı öfkeyi etrafında toplayabilme açısından daha az etkileyici olmakta, hatta etkileyici olamamaktadır.

IŞİD'in sınırları kaldıran fiili tavrı ve ABD ile Haçlı Batı'ya karşı Müslüman dünyanın zaferi vaadi, Müslüman kitleler için -bir an için vahşet ve dehşetinin olmadığını varsayalımaz mı heyecanlandırıcı?

Mezhepçilik Ve Dini Boğazlaşma Temel Karekteristiği

Selefi Panislamist radikal politik akımlar, farklı dinlerden halklara ve bilimsel inanca sahip olanlara ve laiklere düşmanlıkla, onları kılıç zoruyla tövbe ettirme anlayışına sahip olmakla, zaten evrensellik iddiasından uzaktırlar. Ama mezhepçi nitelikleriyle, Müslüman dünyanın enternasyonal birliği iddiasına, ümmetin birliği iddiasına da darbeler indiriyorlar. Şöyle ki, Sünni mezheplerin dışında kalan mezheplere sahip olanları, “mürted”(dinden dönenler) ilan ederek , kılıç ve şiddeti öngörüyor. IŞİD'in resmi sözcüsü Şeyh Ebu Muhammed el Adnani, Takva Haber'de yayınlanan konuşmasında Rafıziler dediği Şiilere karşı düşmanlığını ve şiddet uygulama anlayışını dile getiriyor.

“Ey Irak’taki Sünniler! Sizler için geçmişten ders alma, Rafızilerin boğazlarını kesme ve boyunlarını vurmaktan başka bir şey yapılmayacağını anlama vakti geldi.”(23 Eylül 2014) Aynı konuşmanın Dabıq 4. sayısında yayınlanan özetinde, mezhep çatışması yoluyla katliam yapmayı şu sözleriyle kutsuyor:

“Allah’a yemin olsun ki O, Nusayriler ve Rafızilerin sizin ellerinizle öldürülmeleri ile müminlerin kalplerini şifalandırmıştır.”

IŞİD, Dabıq 4. sayıda yayınladığı "Kıyametten Önce Köleliğin Yeniden Canlanması" başlıklı makalade, müşrik gördüğü Ezidilerin kadınlarını köleleştirmenin caiz ve görev olduğunu, Sincar'da bunu uyguladıklarını vurgularken ehli sünnet olmayan mezheplerden kadınları da köleleştirmenin

İslam alimleri tarafından tartışma konusu olduğunu belirtmekte. Köleleştirmekten yana olduğu eğilimini yansıtmaktadır:

“Rafizi, Nusayri, Dürzi ve İsmailiyye gibi mürted gruplara ait mürted kadınların köleleştirilmesi fukahanın ihtilaf ettiği bir konudur... Şeyhul İslam İbni Teymiyye ve Hanefiler ise sahabelerin mürted kadınları köle aldıkları Ridde Savaşları’ndaki amellerine dayanarak mürted kadınların esir alınabileceğini söyler. Bu görüş delille de desteklenen görüştür. Doğrusunu Allah bilir.”

Ehli Sünnet dışındaki mezhepleri kafir ilan ettikleri için Selefi ve diğer radikal politik İslamcı akımlar “Tekfirciler”, başkalarını “Tekfir edenler”, olarak diğer politik İslamcı akımlar tarafından adlandırılıyorlar. Bu anlayışına bağlı olarak, Selefi cihadist IŞİD, kafir gördüğü Hristiyan ve müşrik gördüğü Ezidiler, mürted gördüğü diğer mezhep mensubu insanların kafalarını keserek dehşet saçmaktan, savaş ganimetiyle mallarına el koymaya varan saldırganlık, yağma ve köleleştirme yöntemleriyle, mezhep, din çatışması ve boğazlaşmasının her saldırganlığını savunmaktadır.

IŞİD ve Nusra bu katliamları yapıyorlar da... Irak'ta Maliki kontrgerillasının zalimliğine öfkeyle de birleşerek, Şii sivillere yönelik sayısız katliama bizzat IŞİD'in önceli IİD (Irak İslam Devleti) başvurdu. Suriye'de ise Nusayri Alevilere, çocuk, yaşlı ve kadın demeden kitle katliamlarına IŞİD de

Nusra da başvurdu. Son mezhepçi katliamlardan biri Humus'un Alevi mahallesinde Yeni İkrime ilkokulu çocuklarına karşı yapıldı. “Londra merkezli muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İkrime'de gerçekleşen saldırıları konu alan raporuna göre, 41'i 6-12 yaş aralığındaki çocuklar olmak üzere en az 45 kişi hayatını kaybetti.” (akt. Hasan Sivri, Yakındoğu Haber sitesi, 02-10-2014).

Şengal işgalinde binlerce Ezidi'yi katletti, binlerce Ezidi kadını da köleleştirdi, soykırım uygulamaya çalıştı. YPG ve HPG gerillaları yetişmeseydi on binlercesini katledecekti. Hristiyanlara ve Türkmen Şiilere de bu zulmü yaptı.

İslam dışındaki “müşrik ve kafirlere” düşmanlıkla, zaten enternasyonalizme karşı olan bu radikal politik akımlar, Müslümanlığın Sünni olmayan mezheplerine düşmanlıkla da, Panislamizmin gerektirdiği ümmet birliğine darbe indiriyorlar. Din ve mezhep savaşlarının şampiyonluğunu yapıyorlar.

Dogma Ve Kaba Faydacılığı Birleştiren Eklektisizm

IŞİD, Selefi ve diğer radikal politik İslami akımlar bir yandan, en katı teokratik kuralları toplumsal ve siyasal yaşamın dogmaları olarak ilan ederlerken, diğer yandan ABD ve işbirlikçileriyle sıkı ittifaklara girebiliyorlar.

IŞİD, 2003'ten itibaren ABD'nin Irak'taki emperyalist işgaline karşı mücadele içinde kuruldu. Önceki liderleri, Zerkawi, Muhacir ve Bağdadi, ABD ve işbirlikçi hükümetlerin bombalarıyla öldürüldüler. Mücahitleri işgalcilerin ağır işkencelerine maruz kaldı.

Radikal Politik İslam: Suriye Gerici İç Savaşında Abd Ve “Haçlı Batı"Yla İşbirliği

Fakat bu duruma rağmen Suriye gerici iç savaşında, ABD ve “Haçlı” Avrupa emperyalistleriyle işbirliği yapmaktan geri durmadılar.

İdeolojik dogmalarını dikkate aldığımızda 180 derecelik zıt bir tutumla, Irak'ta ABD işgaline karşı sert bir direnişle, Suriye'de ABD ve Avrupa emperyalistleriyle işbirliğini bağdaştırabiliyorlar.

Örneğin, kafir ve zalim gördükleri ABD ve emperyalislerle ideolojik dogmaları nedeniyle işbirliği yapmamaları gerekir.

Fakat bizzat IŞİD lideri İbrahim El Bedri'nin kendisi ve Nusra'ya katılmış olan Kuzey Fırtınası komutanı Muhammet Nur, 2013'te ABD Cumhuriyetçi başkan adayı ve CIA ajanı Mc Cain'le Esad'ı devirmek için işbirliği kararı verdikleri Suriye'deki ortak toplantıya katıldılar. Thierry Meyssan yazarı olduğu Reseau Voltaire sitesinde, “Arap Baharı” Orkestrası Şefi John Mc Cain ve Halife 18 Ağustos tarihli yazısında bu konuyu yazdı, fotoğrafları yayınladı:

“Senatör Mc Cain, Mayıs 2013’te, “silahlı muhalefet güçleri” liderleriyle görüşme yapmak üzere, Türkiye üzerinden, İdlib yakınlarından Suriye'ye giriş yapmıştı. Kamuoyu, senatörün Suriye seyahatinden Washington’a döndükten sonra ancak haberdar olabildi.

“Bu operasyonun hazırlıkları uzun süre, Mc Cain’in İbrahim El-Bedri ile görüşmesinden çok önceleri yapılmıştı. James ve Joane Moritary tarafından yayınlanan Katar Dışişleri Bakanlığı iç yazışmaları, NATO’nun Libya’da bulunduğu 2012’de, masrafları Katar tarafından karşılanan 5000 kişilik cihatçı bir grubun oluşturulduğunu ve aynı dönemde 2,5 milyon dolar tahsisatın, geleceğin halifesine ödendiğini gösteriyor.

“Suudi Arabistan yönetimi, ABD’nin bu finansmanından gurur duyarak, bir kamu kuruluşu olan ElArabiya televizyon kanalında İslam Emirliği organizasyonunun Dışişleri

Bakanı Prens Suud El-Faysal ve Suudi Arabistan’ın ABD ve İngiltere’deki eski bir Büyükelçi Prens Turki ElFaysal’ın kardeşi Abdul Rahman ElFaysal emrine verildiğini iddia etti.” Bunların yönettiği şekilde, ÖSO'dan İslamcı örgütlere, Suriye gerici savaş muhalefetine mali olanak, propaganda ve eğitim sağladı. IŞİD ve Nusra, Suudilerin kontrolünden çıkmaya, ÖSO ve Ulusal Koalisyon'un yönetimini kabul etmemeye başlayınca, buna alternatif olarak İslami Cephe'yi örgütledi.

Akp Gerici İç Savaşa Battı

Türkiye, “Suriye bizim iç işimiz” diyerek bu savaşı yönlendirmiş ve ÖSO'dan IŞİD'e değin uzanan geniş yelpazedeki gerici örgütleri eğitimden geçiş imkanlarına ve silahlanmaya, hatta Kesep operasyonu gibi sınırdan savaş katkısı vb. gibi yol ve yöntemleriyle destekledi. Doğrudan karadan orduyla girmek için çabalamış, Davutoğlu-MİT Müsteşarı-Genel Kurmay 2. Başkanı gizli toplantısındaki konuşmasında MİT Müsteşarı bu örgütlere provokatif bir-iki top ve füze attırıp ordunun girmesine elverişli şartlar yaratmanın kolay olduğunu dile getirmişti. Yine deşifre edilen konuşmasında MİT Müsteşarı, 2000 TIR silah yardımı yaptığını itiraf etmişti. Bu deşifre konuşmaları ve bazı olaylar AKP Hükümeti ile radikal politik Selefi cihadistlerin çok iç içe ilişkiler içinde olduğunu gösterdi. Bu olaylardan biri, Nusra Cephesi elemanlarının Adana'da kimyasal silahla yakalandıktan birkaç ay sonra serbest bırakılmasııydı. Diğeri Reyhanlı bombalamasının IŞİD tarafından yaklaşık 4 ay sonra üstlenilmesiydi. Washington ziyaretinde ABD'ye, Suriye'ye savaş açması kararı aldırarak, kara askeriyle Suriye'ye girmeyi hedefleyen Erdoğan yönetiminin, bu örgütlere yaptırdığı Esad'ın üzerine yıkarak savaş nedeni saymayı amaçladığı provakatif bir eylem olasılığı yüksekti. Kaldı ki, Jandarma istihbaratı haftalar önce politik İslamcı örgütlerin bu tipten bir eylem yapacağı bilgisini alarak Hatay valiliğine bildirmiş olmasına rağmen, bombalamanın engellenmemiş olması gerçeği var. Bu olaylar, AKP Hükümeti'nin Esad'ı devirmek için radikal politik Selefi örgütleri büyük oranda desteklediğini gösteriyor. AKP, onları kullanarak Suriye İhvan'ının hakim olacağı bir rejim şekillendirmeye, Neo-Osmanlıcı nüfuz kazanmaya, Rojava Kürtlerini ezmeye çalışıyordu.

Yine Musul fethinden hemen sonra, IŞİD dışındaki örgütleri yeniden organize etmek amacıyla ABD'nin yürüttüğü görüşmeler Türkiye'de gerçekleşti. Nusra Cephesi'nin etkili savaş güçlerinden biri olan Ahrar-u Şam'ın lideri, Türkiye'ye ABD elçiğine çağırılıp görüşülüp döndükten sonra Suriye'deki karargahında 45 yöneticiyle birlikte öldürüldü. Muhtemelen ABD'nin “talimatlarını” kabul etmeyince öldürüldü. Ama bu örgütlerle ABD, Avrupa emperyalistleri ve bölge gerici devletleri arasında birbirlerini kullanan kirli ilişkinin ve işbirliğinin ne derece yoğun olduğunu gösteriyor.

IŞİD'in, 10 Haziran Musul fethi de ABD ve Sünni aşiret liderleri, Türkiye, Suudi Arabistan ve Barzani temsilcilerinin IŞİD ve diğer radikal politik İslami örgüt temsilcileriyle, 1 Haziran'da Ürdün'de yapılan gizli toplantıda koordine edildi. Bu gizli toplantıya ilişkin tutanak ANF tarafından ele geçirilerek yayınlandı. (04.06.2014, Özgür Gündem).

Burada vurgulamak istediğimiz şu: IŞİD'den, Nusra, Ahrar-u Şam, İslami Cephe vb. değin radikal politik Selefi cihadistler, bir ülkede, ABD işgallerine, Suudiler gibi çürümüş yerel egemenlere karşı savaşırken başka bir ülkede çok kolayca ve en uç düzeyde yine bu emperyalist ve çürümüş işbirlikçi devletlerle işbirliği yapabiliyorlar. Ya da savaştıkları Irak'ta bile egemenleri yeniden dizayn etmede fetihçi koçbaşı olarak savaştıkları emperyalist ve bölgesel güçlerce kulanılabiliyorlar.

Radikal Politik İslam Emperyalizmin Ajanı Mı

Radikal politik İslamcı hareketin kaba faydacı oportünizmi ve dahası ABD'nin radikal-ılımlı siyasi İslami akımları, Soğuk Savaş döneminde Yeşil Kuşak politikası kapsamında emrindeki araç olarak kullanıp geliştirmesi, bu radikal politik Selefi cihadçı akımlar hakkında rahatça 'CIA'nin kurduğu örgütler', 'emperyalizmin ajan örgütleri' analizini yapmaya yol açıyor. Bu kestirmecilik, düşünsel tembellikten kaynaklandığı gibi, bu örgütlerin gelişmesine temel olan politik İslami harekete karşı mücadelede başarı sağlanmasını da engeller.

Bu analizlerin ortak noktası; radikal politik İslamcı hareketler, emperyalizm işbirlikçisidir, emperyalistlerce örgütlendiriliyorlar görüşüdür.

Bu görüş, radikal politik İslamcı hareketlerin, emperyaliznmin SB ve gelişen devrimci harekete karşı Müslüman ülkelerde uyguladığı Yeşil Kuşak politikası gibi bir gerçeğe dayanmakta, ancak gerçeğin yalnızca bir kısmını ve tarihte kalmış yanını görmekle sınırlıdır. Yanlıştır. Bugünkü gelişmeyi anlamaktan uzaktır.

Yeşil Kuşak politikası döneminde radikali ve ılımlısı ile politik İslami akımlar, ABD ve emperyalist dünya ile Suudi ve diğer bölge gerici devletleri tarafından geliştirildiler. Ama yine de bu örgütlerin İslami ideolojisi vardı. Ilımlıları burjuva parlamenter sistem içinde İslami rengi de olan hükümetler, radikalleri İslam’a dayanan devletler kurmak istiyorlardı. Kendileri toplumsal muhafazakarlık kaynakları, devrimci gelişmeyi engelleyen mendirekler ve dahası karşıdevrimin vurucu gücü rollerini değişik ülkelerde değişik düzeyde oynadılar. Ama yine de amaçları doğrultusunda hareket etmek istiyorlar. Birincil düşman olan komünizm yıkıldıktan sonra, ılımlıları için değil ama radikalleri için, İslami gelişme ve yükseliş önünde birinci düşman artık ABD ve “Haçlı Batı”dır, onlarla savaşmak gerekir. Dahası bu savaşı sürdürürken, El Kaide çizgisindeki Selefi örgütlerin bir bölümü, örneğin IŞİD ve yakın örgütler dünya sathında mücadelelelerinin zaferini beklemeden, başarı kazanılan yerlerde iktidarı parça parça kurma realistliğini keşfederek İslamcı teokratik iktidarlar ilan ediyorlar. Bunu yaparlarken, önceliğin ABD, Haçlı Batı ve siyonizm olduğu stratejisini bir yana bırakıyorlar. “İktidarı alabileceğin yerdeki düşmanın birinci hedeftir” faydacılığını şaha kaldırıyor, ABD ve “Haçlı Batı”yla çürümüş Suudi hanedanlığıyla da en kirli işbirliğine girişiyorlar. Ama İslamcı iktidar kurma amaçları önünde birincil engel ABD ve Haçlı Batı ile kuklalarının olduğu yerlerde bu güçlerle savaşıyorlar. Irak, Mali, Somali, Afganistan, Pakistan Nijerya, şimdi yeniden Mısır, Suudi Arabistan, vb. yerler bunun örnekleridir.

Bu nedenle, IŞİD ve radikal politik İslami akımların emperyalizmin basitçe işbirlikçileri, kuklaları olduğu tezi yanlıştır. Emperyalizmle işbirliği de yapan, ama aynı zamanda çatışabilen gerici akımlardır. Özellikle işgal altındaki ya da sömürge Müslüman ülke ve halklarda, emperyalizmle çatışırken, ona darbeler de indirmekteler. ABD ve emperyalist Batı’nın yıkmak istediği iktidarlara karşı mücadelede (Kaddafi Libya’sı ve Esad Suriye’si), emperyalizme son derece yararlı olmakta, en uç işbirliğine girmektedirler.

Teokratik Diktatörlük Ve Jenoside Varan Vahşet

Dini ideolojiyle ortaya çıkan bütün hareketlerin antidemokratik, diktatörce olmaları, bugünün emperyalist dünyasında şart değil. Örneğin Latin Amerika'da Kurtuluş Teolojisi mensubu hareketler devrimci hareketin, bağımsız işçi ve emekçi hareketinin müttefikleri ve birer bileşenleridir. Ya da Sudan'da, Mahmut Taha buna benzer bir İslami yorum getirdiği için idam edildi. Örneğin henüz güçsüz de olsa Antikapitalist Müslümanlar, Devrimci Müslümanlar bu kategorideki hareketlerdir...

Fakat bugün El Kaide çizgisinde veya İslami Devlet programıyla ortaya çıkan radikal politik hareketlerde, işçilerin ve emekçilerin bağımsız bir çizgide örgütlenmesine, bu amaçla örgütlenen devrimci ve komünist harekete özgürlük tanıma demokratıkliği bir yana, teokratik biatçı bir diktatörlük anlayışı ve uygulaması var.

Bu anlayış, emperyalist işgallere karşı mücadele yürüten akımlarda da var. Örneğin IŞİD, IİD olarak işgale karşı mücadele sürecinde, Şii sivillere karşı kitlesel katliamlar yaptığı gibi, ilerici, demokratik kişileri de öldürmekten geri durmadı. Musul fethinden sonra soykırım, sürgün ve köleleştirmeye başvurdu. Yine örneğin Taliban da aynı anlayışa sahip. Hamas, siyonist işgal ve savaşa karşı çok zorlu mücadele sürecinde olmasına rağmen FHKC'ye çalışma özgürlüğünü engellemek için birçok kez girişimde bulundu. Fakat FHKC'in gücü ve saygınlığı nedeniyle uygulayamadı, devam ettiremedi. Denebilir ki, Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi, Lübnan Hizbullahı, gibi İslami örgütler, ancak bunlar, demokratik davranabiliyor, işgal ve tehlikesine karşı mücadelenin çıkarlarını önde tutabiliyorlar. Fakat diğerleri, antidemokratik politika ve tutumlarını esnetmiyorlar bile. Türkiye'de politik İslami akımlar, IŞİD, Nusra, İslami Cephe vb'nin antidemokratikliğine ve vahşetine haklı nedenler bulmaya çalışırken, ABD işgalinin ve Esad diktatörlüğünün zulmünün dehşetini gerekçe gösteriyorlar. Örneğin Haksöz yazarları bu fikirle IŞİD'i savunuyor. Ama MLKP ve PKK gibi akımları teröristlikle suçlayabiliyor. Oysa işgale veya acımasız diktatörlüğe karşı mücadele de olsa, bir hareketin niteliğinin ölçütü, emekçi sınıflara, işçi sınıfına, ezilen halklar ve inaçlardan halka, kadınlara karşı onların örgütlenmelerine ve kurtuluş mücadelelerine karşı tutumlarıdır. Emperyalizmden gördüğü zulüm, emekçi kitlelere karşı kendilenin zulüm ve vahşetini haklı çıkaramaz. Yalnızca bu zulmü ve vahşeti uygulayan hareketlerin niteliğini gösterir.

Radikal Politik İslami akımların iç savaş yürüttüğü yerlerde ise -buna örnek Suriye, Libya, Cezayir verilebilirkendi dışındaki rakip İslami hareketlere bile antidemokratik davranmakla kalmayan her türden savaş suçu ve işkenceyi rahatça uygulayabilen, egemen olduğu alanlarda hiçbir demokratik hak tanımayan, yalnızca biat isteyen bir niteliğe sahiptirler. Değişik din ve mezhepten olan halklara, ya da kendilerini desteklemeyen halklara karşı vahşet uygulamaktadırlar.

Böylece, yalnızca Taliban ve İran molla iktidarları değil, IŞİD, Nusra, İslami Cephe, El Kaide ve diğer güçlenen radikal politik İslami örgütler de, egemen oldukları yerlerde halklara, emekçilere ve ezilenlere karşı katı teokratik diktatörlük uyguluyorlar. Hatta öyle ki radikal politik olmayan Mısır İhvan'ı bile, çok az katılımlı, dolayısıyla meşruluğu bile tartışılır bir seçimle kazandığı devlet başkanlığını, yasaklar ve diktatörlük aracı haline getirmeye çalıştı. Askeri faşist darbeyle devrilince politik İslamcılar dışında demokratik hareketler tarafından savunulmamasının nedeni buydu.

İşgal altında mücadele sürecinde, halk hareketleri ve devrimci hareketlerle demokratik ilişki içinde ve işgale karşı mücadele yürüten politik İslami veya başka dini hareketler, halkçı, demokratik veya devrimcidir. Değilse, işgalcilere darbe vurmaları meşru olsa bile, halkçı-demokratik-devrimci değildir. Devrimci mücadele açısından genel bir ittifak politikası uygulanamaz. Antidemokratik hareketlerle ittifak, devrimci ve emekçi sınıfların hareketinin varlık koşullarına aykırıdır. Daha 3. Enternasyol zamanında, köylü halkların baskın olduğu sömürgelerde, böyle bir erken zamanda bile, işgale karşı mücadele yürüten ulusalcı hareketleri değerlendirmede ve onları destekleyip desteklememede aranan başlıca iki kıstastan biri de buydu, emperyalizme karşı mücadele kıstasının yanına bu temel kıstas da konuyordu. Ama bunlar antiemperyalist de değiller. Emperyalist işgalcilere karşı bazen silah kuşansalar da bu onları antiemperyalist yapmaz, şu ya da bu işgalciye karşı yapar.

Teokratik diktatörlük rejimi savunup uygulayan, değişik inançtan halklara, ulusal özgürlükleri için direnen halklara, biat etmeyenlere kitlesel şiddeti reva gören, kadının köleleştirilmesini uygulayan radikal politik İslami akımlar, küçük burjuva ve burjuva gerici akımlardır.

Onların katı teokratik yönetme kuralları ve biat dayatan katı diktatörlüğü, “müşrik-mürted ve kafirlere” kitlesel şiddet, kısaca soykırım ve vahşet uygulayan nitelikleri nedeniyle faşist hareketler olarak değerlendirenler var. Kuşkusuz bu tartışmaya değer bir konu. IŞİD'in faşist yöntemlere başvurduğu açık ama faşist yöntemlere başvuran her hareketin mutlaka faşist olması gerekmez. IŞİD, faşist yöntemlere başvuran gerici bir örgüttür. Bu anlamda onun faşist ve gerici olarak nitelenmesi doğrudur.

Radikal politik İslami akımlar, emperyalizmin ve modern burjuva veya dini işbirlikçi iktidarların zulmüne ve çürümüşlüğüne karşı, küçük burjuvazinin reaksiyoner gerici tepkisini islam bayrağı altında birleştiren, Panislamizmi bu öfkenin ideolojisi yapan hareketlerdir. Şu ya da bu emperyalist ya da burjuva devletle çatıştıkları gibi, işine geldiği yerlerde emperyalistlerle ve en çürümüş işbirlikçileri ile en uç düzeyde işbirliğine bile girişebilmektedirler. Ancak her halükarda emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerinin basit kuklaları değiller. Adeta her mücadelenin asıl sorunu iktidar sorunudur fikrinden hareket ediyor, işbirliğini İslami devlet/iktidar kurmak için yapıyorlar. Libya'da Fransız emperyalistleriyle işbirliği yaparlarken, buradan edindiği silahları ve deneyimi, Mali'de Fransız emperyalistlerine ve işbirlikçisi iktidara karşı mücadelede değerlendiriyorlar. Müslüman halkların öfkesinin gerici de olsa ifadesi olmaları nedeniyle kitlesel destek alabiliyorlar, ama yaptıkları vahşet ve katı teokratik kuralları pratikte deneyimlendikçe güç kaybediyorlar, kaybedecekler.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi