Sınıf Mücadelesinde Yeni Dönem ve Öncelikli Politik Görevler

Türkiye ve Kürdistan’daki sınıf mücadelesi egemenler açısından da ezilenler açısından da yeni bir döneme girmiş bulunuyor. Kitle hareketi savunmadan aktif savunmaya geçiş halindeyken, Saray cuntası kendini yaşatabilmek için faşist terörü şiddetlendiriyor, yeni faşist yasalar çıkarıyor, HDP’yi kapatmaya ve faşist şefin kazanmasını garanti edecek seçim koşulları hazırlamaya çalışıyor. Devrimci ve antifaşist güçler birleşik mücadeleyi büyütme yönelimi içindeyken, burjuva güçlerin iki blok olarak saflaşma hali katılaşıyor. Politik, iktisadi ve toplumsal zeminde, ezenlerle-ezilenler arasında süregiden mücadelenin, salt Türkiye ve Kuzey Kürdistan için değil, başta Kürdistan’ın üç parçası ve Suriye olmak üzere, bölge için de önemli sonuçlar doğuracağı gerçeği, devrimci omuzlardaki sorumluluğu on kat artırıyor.

Faşist Şeflik Rejiminin Tek Umudu Faşist Terörün Yıldırıcılığı

Kapitalist ve sömürgeci genel sınıf çıkarları temelinde, faşist şeflik rejimiyle barışık ve birlik olan burjuvazi ve düzen güçleri, özel, kesimsel çıkarlarıyla bağlı iç mücadeleyi, Erdoğan-Bahçeli, Kılıçdaroğlu-Akşener temsiliyetinde iki ayrı burjuva partiler bloku biçiminde yürütmeyi sürdürüyor. Değişik sermaye kesimlerinin ve devlet güçlerinin farklı çıkarları ve krizden kurtulma programları tarafından belirlenen, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”- “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedeflerinde somutlanan bu bloklaşma, genel seçimler yaklaştıkça keskinleşiyor. CHP-İYİP bloku, keskinleşme koşullarında biriken memnuniyetsizlik ve kitle öfkesinin faşist şeflik rejimi şahsında, devlete ve düzene yönelmesi tehlikesine karşı, kimi konularda sarayla fiili uzlaşma ve “seçimler yoluyla kurtuluş” vaadiyle kitleleri yatıştırma; faşist şeflik rejimi ise, burjuva muhalefeti susturma, çaresizleştirme, etkisi altındaki yığınları faşist linççi kitle terörü uygulamaya hazır tutma çizgisi izliyor.

Faşist şefin etrafında birleşmiş blok, devlet sınırları içinde, sınır tanımaz bir faşist terör, demagoji ve yalana dayalı faşist psikolojik savaş, devlet sınırları dışında ise işgal ve nüfuz alanları elde etme çizgisi izlemeye devam ediyor. Devlet sınırları dışındaki hedeflerle bağlı politika ve taktiklerini saptar ve uygularken, ilk olarak, bölgedeki mevcut emperyalist dengelere, ikinci olarak ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve Rusya’yla, Kürt ulusal demokratik hareketini tasfiye etme temelindeki karşıdevrimci iş birliğine dayanıyor. Kuşkusuz, ordu gücü, pazar genişliği, devlet coğrafyasının ABD ve Rusya arasındaki hegemonya mücadelesi bakımından önemli bölgelerle çevrili oluşu gibi etkenler, faşist şeflik rejimine önemli manevra avantajları sunuyor. Nitekim, saray cuntası, son altı yıldır bunlardan en etkin biçimde yararlanıyor da. Ne var ki, ABD’nin, Rusya ve Çin’le savaşımı sertleştirme, bu temelde NATO’yu derleyip toplama yönelişine bağlı olarak şekillenecek yeni saflaşma koşulları veya Ukrayna ve Kanal İstanbul örneklerindeki türden Rusya’yla cepheden karşıtlaşmaya yol açacak tercihler, bu manevra olanaklarının hızlanan tempoda zayıflayacağına; yine de konumunda ısrar etmek istemesi halinde, faşist şeflik rejiminin, hala desteğini aldığı yığınlar nezdinde de itibarsızlaşmasına yol açacak durumlara sürükleneceğine, bir başka ifadeyle, bir dönemdir aynı anda iki ipte oynama becerisi gösteren cambazın, olayların gelişimi tarafından saraylar soytarısına dönüştürüleceğine işaret ediyor.

Ciddi sarsıntılara rağmen faşist şeflik biçimindeki diktatörlük hala hatırı sayılır bir kitle temeline sahip. Daralma, kesintisizce fakat evrimci biçimde ilerliyor. Henüz büyük çözülmeler biçimini almadı. Dün, generaller partisini güçlendiren “laik-şeriatçı” saflaşmasının, bugün, AKP’yi güçlendirecek tarzda “dindar-dinsiz laik” veya “dindarlar-dindarların kazanımlarını elinden almak isteyen laikler” biçiminde yeniden üretilmesi, faşist politik İslamcı ideolojinin devletin resmi ideolojisi haline gelişinin yarattığı toplumsal ortam, sadaka kültürünün yol açtığı bağımlılık, dünün faşist MGK diktatörlüğünün, baş örtüsü-türban yasağı başta olmak üzere, değişik aşağılayıcı söylem ve uygulamalarının canlı tutulmasını sağlayan devasa medya ağ ve tekelinin çalışmaları, ırkçılık düzeyindeki şovenizm, demagojik “bağımsızlıkçılık” efelenmeleri, büyük kopuşlar biçiminde bir çözülmeyi hala önleyebilen etkenlerdir. Kuşkusuz “yeni zenginler”den, “yeni ayrıcalıklılar”dan oluşan bir iskelet ve başta askeri sanayi ve inşaat sektörü olmak üzere, değişik sektörlerde Tayyip Erdoğan’ın mali desteği, yasal ve fiili ayrıcalıklarıyla büyümekte olan sermaye kesimleri, faşist şeflik rejimini ayakta tutmak için tam bir seferberlik içindeler.

Kitle desteğindeki çözülmeyi denetim altında tutma, yavaşlatma imkânı yaratan bütün bu etkenler, yine de kurdukları bendi zorlayan dinamikler karşısında, suyun akış yönünü değiştirecek bir çözüm üretme yeteneğinde değil. İşsizliğin, pahalılığın, yoksulluğun büyümesi, çalışma koşullarının ağırlaşması, giderek daha görünür hale gelen yolsuzluklar, her gün yenileri boy veren dünya malına tapma örnekleri, saraydaki lüks ve debdebe, bakanların, AKP yöneticilerinin işçi ve emekçileri aşağılama tutumları, Kürt halkı karşısındaki ırkçılık, işçilerin, hak mücadelelerinde yüz yüze geldikleri faşist şeflik rejiminin işçi-emekçi düşmanlığı ve resmi sayılarla bile on binlere ulaşan korona virüs ölümlerini hazırlayan süreç yönetimi gibi etkenlerin yarattığı zeminde yeşeren duygu ve düşünceler, AKP’ye destek vermeye devam eden kitle içinde sıçramalı bir kopuşu, geniş bir çözülmeyi mayalıyor. Bu “özdeneyim” kazanma süreci, faşist şeflik rejimine karşı sokaklarda mücadele yürüten işçilerin, kadınların, gençlerin ve yoksulların eylemleri tarafından beslenip, hızlandırılıyor.

Faşist şeflik rejimi blokuna destek vermeyen kitle ise genişlemeye devam ediyor. Seçimler, yaşam koşulları, hak ve özgürlükler, kadın mücadelesi, üniversitelere kayyum atanması, devlet kurumlarına güven düzeyi gibi başlıklarda yapılan anketler, yüzde 60’ı aşkın bir kitlenin “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne, uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, kadınlara, Alevilere, Hristiyanlara, antikapitalist ve feminist Müslümanlara dönük politik İslamcı uygulamalara ve koronavirüs süreci yönetimine karşı olduğunu gösteriyor. Değişik toplumsal veriler ise bu karşıtlığın, giderek büyüyen bir kesimde öfkeye, hatta yer yer derin bir nefrete dönüştüğüne işaret ediyor. Sermaye düzeni partilerinin büyük korku duydukları “kutuplaşma” derinleşiyor. Öyle ki, verili kitle psikolojisi, faşist şefin “birlik ve beraberlik”, “yerli ve milli çıkarlar” demagojisiyle, CHP, İYİP’i, kendi yönetimindeki ırkçı faşist ittifaka katma taktiklerinin başarısızlığında önemli bir etkene dönüşmüş bulunuyor. Bütün bu gerçekler, manevra yapma rezervini tüketmiş faşist şefi, çıplak terörü ve baskının değişik biçimlerini artırmaya mecbur ediyor. Emekli amirallerin Montrö anlaşması açıklaması karşısında sergilenen tavır ve faşist niteliği koyulaştırılan yeni dernekler-vakıflar yasasına dayanarak, Türkiye Emekli Subaylar Derneği’ne (TESUD) kayyum ataması, kontrolü elde tutmak adına, kontrol kaybına sürüklendiğini gözler önüne seriyor.

Faşist Şef ve Çetesinin Büyüyen Korkusu

Son birkaç ayda boy veren, faşizmi yenme istek ve özlemini yansıtan mücadeleler, faşist şeflik rejiminin, 20 Temmuz 2015’ten itibaren yürüttüğü katletme, tutuklama, ezme, yok etme, umutsuzluğa ve yılgınlığa zincirleme, mezar sessizliği yaratma teröründen beklediği sonuçları alamadığını gösterdi. Boğaziçi direnişinde ve direnişle dayanışmada, Gökhan Güneş’in faşizmin gizli işkencehanelerinden koparılıp alınmasında, işçi eylemlerindeki yaygınlık ve kararlılıkta, Batman ve İstanbul Kadıköy’de yasakları çiğneyen kitlesel eylemlerde, 8 Mart gösterilerinde, Gazi Katliamı’nın yıl dönümü yürüyüşünde, görkemli Newroz’da ve İstanbul Sözleşmesi’nin gasp edilmesine karşı eylemlerde ete kemiğe bürünen direniş ruhu, güçlenen kitle morali ve umudu, faşist şeflik rejimini telaş ve korku cenderesine aldı. Öyle ki, Boğaziçi direnişinde, yeni bir Gezi-Haziran Ayaklanması keşfedip, inisiyatif kaptırmama, kontrolü elde tutma adına, üniversiteyi kelepçeleyecek bir kontrolsüzlüğe sürüklenebildi. “İnsan hakları eylem planı” gibi demagojik ve beklenti yaratarak, kitleleri ve yasalcı reformist partileri uyutma hedefli projelerini açıkladığı günlerde, HDP’li vekil Gergerlioğlu’nu tutuklatmak, HDP hakkında kapatma davası açtırmak, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek, HDP’li halk vekillerinin neredeyse tümünü ve burjuva muhalefet partilerinden bir grup parlamenteri mahkeme ve hapishane ile tehdit eden fezleke saldırısına girişmek zorunda bıraktı. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilme biçimi, faşist şeflik rejiminin kitle ruh halini doğru kavradığının en çarpıcı örneği oldu. Bu ruh halinden duyduğu korku nedeniyle, biçimsel bir prosedür uygulamayı, sözleşmeyi burjuva meclis süreci işleterek feshetmeyi bile göze alamadı. Kadın kitle hareketinin, sözleşmenin feshedilmesi planının önünde barikata dönüşmemesi ve bu barikatın, toplumsal mücadelenin başkaca dinamiklerini harekete geçme enerjisi uyandırmaması için, faşist şefin gece yarısı yayınlanan kararının arkasına saklanmak dışında bir yol bulamadı.

Faşist şeflik rejimi, askeri güç ve imkanlara dayalı saldırganlığını ve “bağımsızlıkçılık” demagojisini sürdürmesine karşın, uluslararası alanda da korku tünelinde. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayacağı bir eşiğe doğru ilerleme riskinin güçlenmekte olduğunun farkında. Doğu Akdeniz ve Libya’da, sessiz sedasız, AB, İngiltere ve ABD taleplerine uyumlu bir pozisyona çekilmesi, “mavi vatan” propagandasına son vermesi, Yunanistan’la siparişe dayalı mecburi görüşmelere girişmesi, Sisi rejiminden ve İsrail’den ilişki dilenmesi, ABD’ye “normalleşme” süreci geliştirmesi için yakarışları ve Rusya’yla yaşadığı Ukrayna gerilimi, faşist şeflik rejiminin uluslararası ilişkilerde, ekonomik, mali, ticari sorunlarla bağlı darboğaz ve ekonomik-siyasi taviz sürecine girme olasılığının yüksekliğine işaret ediyor. Elde tutmaya devam edeceği, tek, fakat hayati ayrıcalık, Kürt ulusal demokratik hareketini ve devrimci partileri, grupları ezmek, Rojava ve Suriye işgallerini sürdürmek ve Güney Kürdistan’a işgalci saldırılarına devam etmek için NATO desteği almak ve Rusya’nın Efrîn ve Serêkaniyê işgallerine göz yummaya devam etmesini sağlamak. Buna rağmen, Rusya’nın, gelişmelere bağlı olarak, tavrını hiç değilse fiili olarak değiştirmesi de olasılıklar listesine dahil olmuş durumda.

Kitlelerin Duygu ve Pratiklerinde Yaşanan Değişimi Hızlandırma Sorumluluğu

20 Temmuz 2015’ten sonra, kitle hareketi, faşist katliamların, çalışma, yaşam, eğitim alanlarına, sokaklara, parklara, şehirlerarası yolculuklara değin her yerde yayılan; demokratik kapsamdaki söz, basın, örgütlenme, toplantı, eylem haklarını ortadan kaldıran, devrimci güçleri ve halklarımızı en zalim ve kan dökücü tarzda kuşatmaya alan sınır tanımaz faşist devlet terörü altında geriye çekildi. Pasif savunmaya geçti. En doğal, en zorunlu ve acil hakları için bile kararlı kavgalara girmekten kaçındı. Birleşiklik niteliği zayıfladı, tek tek direnişler yalıtıklığa hapsoldu. Tüm bu duruma müdahale etmeyi, kitlelerin duygu ve eylemini umutlu bir zemine çekmeyi olanaklı kılacak kimi fırsatlardan da devrimci ve antifaşist hareket yararlanamadı.

Faşist şeflik rejiminin demokratik hak ve özgürlükleri gasp etmesi, fiili meşru mücadele eylemlerinin her düzey ve biçimine karşı sınır tanımaz bir terör uygulaması, gözaltı ve tutuklamayı olağan ve yaygın hale getirmesi, örgütsel iskeletteki daralma, devrimci ve antifaşist partilerin, grupların önemli bir bölümünü de özellikle 2016 kışından itibaren pasif savunmaya yöneltti. Bazı antifaşist yasalcı partiler mücadeleci sendikacılık çizgisinin bile gerisine düştüler. Ölü taklidini esas aldılar. Emekçilerin ve ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olarak HDP, milyonların destek ve enerjisini etkinleştirmek, harekete geçirmek iddiası ya da öncü tarzıyla hareket etmek yerine, izleyici, kaydedici, yorumcu bir çizgiyi tercih etti. Bütün bu koşullarda, kitlelere ayak uydurma, politik iddiasızlık, umutsuzluk ortamı güçlendi, faşist şeflik rejiminin psikolojik savaşı belirli bir etki oluşturabildi. Direniş, mücadeleye inanç, bedel ödeme ve öncü fedakârlık kararlılığıyla bağlı değerler karşısında ideolojik gerilemeyi, yer yer erozyonu yansıtan duygular, düşünceler öne çıktı. Devrimci safları da etkileyen, “birey olarak bedel ödeme riskinin dışına çıkma, örgütlü yaşamdan kaçma, kendini kurtarma” biçimindeki çözülme, sıradanlık ve yenilmişlik alan genişletti. Tüm bunlara karşın, sayıları giderek sınırlansa da aynı dönemde, bazı devrimci parti ve örgütler direniş ve savaşımda ısrar etme yolunu seçtiler. Devrimci fiili meşru mücadele güçleriyle, kent ve kır gerillasıyla, milis gruplarıyla omuzladıkları savaşım çok ağır bedellerle de olsa, direnme ruhunu, savaşma azmini, umudu ve bir dizi ideolojik değeri diri tuttu. Kitlelerin duygu ve pratiklerindeki olumlu değişimin damgasını vurduğu içinde bulunduğumuz yeni dönemin hazırlanmasının mayası oldu.

Faşist şeflik rejiminin, yönetememe krizinin derinleştiği, krizi yönetme araçları ve olanaklarının daraldığı, yenilgiye uğrama, yerle bir edilme korkusunun büyüdüğü bu yeni dönemde saldırganlığını limitine vardıracağına kuşku yok. Bu açıdan, emekçi soldan partiler, gruplar ve halklarımız, çok zorlu ve sert siyasi koşullarla karşı karşıya bulunuyor. Faşist inkârcı sömürgecilik, Garê’de yediği ağır siyasi ve moral darbenin yarattığı basınca rağmen, NATO desteğine, KDP işbirlikçiliğine ve Irak devletinin zavallılığına dayanarak, 2021 ve 2022’de tüm gücüyle Kuzey ve Güney Kürdistan’da Kandil odaklı bir “Tamil çözümü” yaratma hayali peşinde koşacak, ölü askerler, polisler, korucular için Tayyip Erdoğan cennetini tıka basa doldurma pahasına sonuç almaya çalışacaktır. Bu aynı zamanda, 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı’nı izleyen günlerde başlatılan yeni savaş döneminin sonuna doğru ilerlendiğinin ifadesidir. Devrimci görev, bu sonu, faşist şeflik rejiminin yıkılışına dönüştürmektir.

Zorlu ve sert siyasi şartlara karşın, kitlelerin duygu ve düşüncelerinde ortaya çıkan değişim; kitle mücadelesinin aktif savunmaya doğru ilerleyişi; Boğaziçi’ne kayyum atanmasından HDP’nin kapatılması davasına, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekten Anayasa Mahkemesi’nin kapatılma tartışmalarına, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin gaspından yolsuzluklar karşısındaki tutumlara değin bir dizi gelişmenin kitle vicdanında meşruiyet bulamaması, ekonomik ve mali tıkanma, peş peşe ortalığa saçılan yolsuzluklar, koronavirüs süreci yönetiminin kitle öfkesini uyandırmaya başlaması, uluslararası ilişkilerde demagojik kükreyişlerin sürdürülemezliği, kitle tabanının önlenemeyen daralışı koşullarında faşist şeflik rejiminin moral üstünlüğü kaybetmesi ve giderek daha geniş yığınlarla karşı karşıya gelişi; devrimci ve antifaşist partilerde birleşik fiili meşru mücadeleyi büyütme, keskinleştirme kararlılığının güçlenmesi, HDP’nin halklarımızın mücadele isteğini ve potansiyelini pratikte görmesi, ağır biçimde de olsa yüzünü kitlelere dönmeye başlaması; mücadelenin bütün biçimleriyle dövüşme, bedel ödeme, fedakarlık gücü ve öncü kararlılıkla hareket etme niteliklerinin daha geniş kesimlerin değeri olarak yükselmeye başlaması, özgürlük bayrağının kentlerde ve dağlarda dalgalanmaya devam etmesi faşizmin yerle bir edilmesi savaşımını zafere ulaştırma imkanlarıdır.

Bu olanağı değerlendirmek, onu imkândan daha fazlası kılmak, faşizmin yıkılışı hedefiyle bağlı hazırlığı güçlendirmek için, her şeyden önce kitle mücadelesinde zaten boy vermiş bulunan fiili meşru mücadele geliştirilmeli; söz, basın, toplantı, örgütlenme, grev, boykot, direniş, yürüyüş, gösteri haklarını kullanmayı engelleyen faşist zorun aşılması ve faşist yasaların çiğnenmesi yaygınlaştırılmalıdır. Böyle bir hattın sağlam biçimde örülmesi için, yoksul emekçi semtlerde ve işçi havzalarında, genel ve yerel gündemler etrafında fiili meşru pratikler örgütlemek öncelikli olmalıdır. Politik kitle ajitasyonu, yüz yüze görüşmeler, ev toplantıları gibi biçimlerde yürütülecek çalışmalara dayanacak bu tip pratikler, kitle mücadelesini geliştirmek, kitleleri örgütlü hale getirmek için olduğu gibi, hem faşist şeflik rejiminin devrimci ve antifaşist partileri, grupları kitlelerden yalıtma plan ve saldırılarını püskürtmenin hem de devrimci kitle şiddetini hazırlamanın güçlü bir imkanına dönüşecektir.

İşçi ve ezilenlerinin direnişlerinin yalıtıklık cenderesini kırmasını sağlayacak, değişik biçimlerde sürekliliği sağlanmış etkin dayanışmalar örgütlenmesi, direnişler arasında işbirliğinin geliştirilmesi, Cumartesi Anneleri mevziisinin geri alınması, sokak eylemlerinde HDP’li halk vekillerinin polis kalkanları arasına hapsedilmesinin önlenmesi, kapalı mekanlarda “basın açıklaması” yapmaya son verilmesi bu hattı siyasi ve moral olarak güçlendirecek, kitlelerin duygu ve düşüncelerinde ortaya çıkan değişimi hızlandırmaya ve yeni kesimlere yaymaya katkıda bulunacaktır.

Tek tek parti ve grupların çalışmaları dışında, Birleşik Mücadele Güçleri merkezde fiili meşru mücadele olmak üzere, sıralanan konularda güçlü çalışmalar yürütmek ve başarılı olmak zorundadır. Aksi halde, BMG’nin, HDP dışındaki varoluşunu, siyasi mücadele bakımından neyin gerektirdiği veya BMG’nin hangi politik ihtiyaca yanıt vereceği, cevapsız bir soru olarak kalacaktır.

Devrimci partilerin, grupların, BMG’nin ve HDP’nin, emekçilerin ve ezilenlerin sorun, talep ve özlemleriyle ilişkilenişte politik iddiayı yükseltmeleri, protesto sınırlarını aşma, kimi an ve durumlara siyasi atmosferi ve toplumsal psikolojiyi sarsma, değiştirme kararlılığıyla müdahil olmaları dönemin yakıcı ihtiyaçlarından biridir. Bu açıdan, faşist şefin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararına karşı, dev bir potansiyelin realize edilemeyişi çarpıcıdır. Aynı biçimde, Boğaziçi direnişi; Gökhan Güneş’i kaçıranların açıklanması ve yargılanması, aynı işkencehanede tutulan insanların serbest bırakılması; dernekleri ve vakıfları devlet bürosuna dönüştürme kanunu; TTB ve TMMOB’u da hedefleyen, barolara dair yeni faşist yasa; HDP’nin kapatılma davası veya Kobanê davası gündemlerinde, mücadelenin inatçılığı ve sürekliliği zemininde yüzbinleri içine çekecek bir cephe savaşı örgütleme iddiasıyla hareket edilmesi, tüm güç ve olanakların buna odaklanması imkansız değildi. Değildir. Tüm deneylerin ortaya koyduğu gibi, böylesi gündemlerin yalıtık tarzda ele alınması, görüş açısını ve eylemi, dayanışmacılığa, protestoculuğa daraltıyor. Oysa, “sıradan”, “alışıldık” bir sorunun, birikmiş öfkeyi kendinde toplayabileceği, emekçilerin ve ezilenlerin bağrındaki yanıcı maddeleri ateşleyebileceği toplumsal koşullar altında mücadele yürütüyoruz. Bu koşullarda, güçlü bir etkileşime, geniş kitlelerin ilgisinin uyandırılmasına, en geniş saflaştırmaya, ezilenlerin birleşik direnişinin geliştirilmesine ihtiyaç var ve bu olanaklıdır.

Faşist politik İslamcı rejimin, bir dizi küstahlığı dışında, demokratik Alevi talepleriyle bağlı mücadelenin toplumsal meşruiyetini zayıflatmak, Alevi inancını sıkı bir baskı altına almak, devlet Aleviliğini geliştirmek yolundaki adımlarına, Tokat’ta olduğu gibi köy köy fişleme, değişik kentlerde Alevi evlerinin işaretlenmesi örneklerine rağmen demokratik Alevi hareketinin pasif savunma konumunda çakılıp kalması, geniş Alevi kitlelerin suskunluğa hapsolması, üstesinden gelinmesi gereken bir korku ve yılgınlık gerçeğinin ifadesi olarak önemlidir. Demokratik Alevi kurumlarındaki devrimci, antifaşist ve ulusal demokratik güçler, mevcut durumu değiştirmek, demokratik Alevi talepleri etrafında birikmiş enerjinin harekete geçmesi, kazanımlarını sahiplenmesi, inançlara eşitlik talebini ve buna bağlı tek tek istemlerini yükseltmesi için sıkı bir iş birliği örmek sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar.

Faşist şeflik rejimi sürecinin önemli bir gerileme alanı da liseli gençlik mücadelesidir. Faşist devlet terörünün kelimenin tam anlamıyla odaklandığı, öğrencilerin en sıkı faşist cendereye alındığı, baskının türlü biçimlerine ve cinsel taciz saldırılarına maruz bırakıldığı liselerde durumu değiştirmek, aynı zamanda yoksul emekçi semtlerdeki ortamı değiştirmek, fiili meşru mücadeleyi örgütlemek için vazgeçilmezdir. Liselileri ve genç işçileri devrimci mücadeleye kazanmaksızın, yoksul emekçi semtlerde fiziki ve toplumsal çürütme çetelerinin bozguna uğratılması, düşman otoritesinin kırılması iki misli güçleşecektir. Liselerdeki devrimci çalışmaları yoğunlaştırmak, tek tek liselerde devrimci, antifaşist liseli gruplar arasındaki iş birliğini güçlendirmek, yeni dönem görevleri arasında ön sıralarda tutulmalıdır.

Faşist şeflik rejiminin, çıplak terör ve demagojiyi son ana ve son sınırına değin kullanacağı, gerçeğe gözünü kapamayanlar için bir sır sayılmaz. İdeolojik olarak da faşist şeflik rejimiyle bütünleşmiş olan polis, ordu ve bekçi teşkilatlarına, MİT’e, sivil faşistlere, okullardaki, fabrikalardaki özel güvenlik teşkilatlarına, polisin yönettiği çetelere, muhbir örgütlenmesine, hapishane yönetimlerine, faşist şefin emir eri durumundaki hakim ve savcılara dayanan, saray cuntasıyla savaşımda, kitlelerin duygu ve düşüncelerindeki değişimi hızlandırmak, yeni kesimlere yaymak, umudu, kararlılığı, fedakarlık gücünü geliştirmek için, mücadelenin zora dayalı biçimleriyle politika yapılması, temel görevlerin olmazsa olmazıdır. Devrimci parti ve grupların, bu alanda, illegalite koşullarında meydana gelen köklü değişikliklerin gerisinde kalmak, örgütsel nitelik zayıflaması, ideolojik yüzeyselleşme başta olmak üzere, değişik etkenlerle bağlı yetersizliklerini mutlaka aşmak zorunda oldukları tartışma gerektirmiyor. Daha genel hedefler ve taktik amaçlar bir yana, yoksul emekçi semtlerde, fabrika bölgelerinde geliştirilecek devrimci zor pratikleri, moral üstünlük kadar, siyasi çalışmanın önündeki engellerin aşılması için de belirleyici önemdedir. Ki bugün, yoksul semtlerde ve işçi havzalarında siyasi çalışmanın önündeki engeller 20 Temmuz 2015 öncesiyle kıyaslanmaz ölçüde artmış, çeşitlenmiş, etkisini derinleştirmiş bulunuyor. Bu durumun, devrimci kitle şiddetini de kapsayan devrimci zor olmaksızın değiştirilemeyeceği şüphesizdir.

Kitle ruh halindeki ve eylemindeki değişimi büyütmek, yaymak, aktif savunma mevziisinde tutunması ve saldırıya geçişe hazırlanması için, tek tek partiler, gruplar ve birleşik cephe zemininden öncü katkıyı sunmak görevi kadar, kendisini emekten, yoksuldan, ezilenden yana gören ya da böyle bir konuma ilerlemekte olan kitlenin, CHP’nin ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ittifakının bir parçasına dönüşmesine; CHP’den kopmuş kesimlerin yeniden bu partinin ve daha genelde parlamenter beklentilerin yedeği durumuna düşmesine veya Danıştay’a, Anayasa Mahkemesi’ne bel bağlamasına yol açacak hatalar yapmamak, dönemin, faşizmin yıkılması mücadelesiyle bağlı temel önemdeki sorunlarından biridir.

20 Temmuz 2015 sonrasının en ağır koşullarına, HDP’nin özellikle 2016 kışından itibaren yaşadığı önderlik ve örgütsel nitelik yetmezliklerine, korku salgınının, umutsuzluk ve yılgınlığın toplumsal etkilerine, ulusal demokratik hareketin ve devrimci partilerin kimi cephelerde yaşadığı değişik düzeylerdeki örgütsel ve siyasi zayıflıklara karşın, dağılmayan, CHP’ye yönelmeyen, HDP etrafında sımsıkı durmaya devam eden ve üçüncü cephe ısrarını koruyan milyonların tavrı yol gösterici olmalıdır.

Dönemin doğru taktiği, CHP’yle veya “güçlendirilmiş parlamenter sistem” blokuyla seçim iş birliği üzerinden bir çıkış aramak değil, mevcut demokratik ve devrimci cepheyle, halklarımızın gücüne ve faşizmin yıkılması hedefine dayanan mücadeleyi yükseltirken, aynı zeminde, HDP’yi, HDK’yi, BMG’yi ve şu veya bu nedenle bu birlikler içinde yer almayan, fakat mücadele isteği ve kararlılığı taşıyan parti ve grupları da bir araya getirecek daha geniş bir antifaşist birlik için çalışmaktır. Bunun, bu parti ve grupların yasalcı-parlamenter tercihleri, şovenizme ve sosyal şovenizme göğüs gerememeleri, bedel ödemekten kaçınma istekleri veya mevcut birleşik cephe içinden veya dışından öznelerin söz kalıplarına ya da masa başı formüllere dayalı olmazcılıkları dışında bir engeli yoktur. Kuşkusuz bugün söz konusu engellerin tüm muhatapları kapsayacak biçimde aşılması gibi boş bir iyimserliğe kapılmak gereksizdir. Fakat, HDP’yi, HDK’yi, BMG’yi ve bu birliklerin dışında kalan parti ve gruplardan bazılarını kapsayacak, faşist diktatörlüğün yıkılması hedefiyle bağlı daha geniş bir antifaşist, antişovenist birlik tümüyle olanaklıdır.

Geldiğimiz aşamada, kitlelerin duygu ve düşüncelerinde meydana gelen değişime, artan mücadele eğilimine, kitle hareketinin aktif savunma mevziisine ilerleyişine dayanması gereken politik iddia, kendiliğinden kitle patlamalarına, yerel ayaklanmalara hazırlıklı olmalı, onun savunma ve saldırı gücünü hazırlamayı ihmal edilemez bir görev olarak kavramalıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, toplumsal ruh halini değiştirecek; onur, adalet, dayanışma, zalimin karşısında mazlumun, zenginin karşısında yoksulun yanında olma değerlerini kitle değerlerine, halk değerlerine dönüştürmeye katkıda bulunacak gündem potansiyeli çok zengindir. Sınıfsal, ulusal, cinsel ve değişik toplumsal çelişkilerin yoğunluğu ve faşist rejimin, inkârcı sömürgeciliğin yönetememe krizi koşullarında başka türlüsü de imkansızdır. Bundandır ki, faşizm ve inkârcı sömürgecilik, “çözüm” veya “beka” için ulusal demokratik hareketi, komünist ve kimi devrimci öncüleri fiziken tasfiye etmeyi, tam bir mezar sessizliği yaratmayı politikalarının odağına oturtmuş bulunuyor. Bu politikayı yenilgiye uğratmak, faşist, inkârcı sömürgeci hayalleriyle birlikte, faşist şeflik rejimini de yıkmak için, bütün inancını, yeteneklerini, enerjisini, kapasitesini, fedakârlık gücünü sınırsızca ortaya koymak, birleşik mücadeleyi yükseltmek ve ezilenlerin birleşik direnişini örgütlemek devrimci, antifaşist partilerin, grupların ve tek tek tüm devrimcilerin, antifaşistlerin güncel politik ve ideolojik görevidir.

Tarihin ya da gelecekti kuşakların, dönemin devrim ya da sosyalizm iddialı güçlerini bu ölçülerden değerlendireceğine kuşku yoktur. ‘71 devrimci hareketini övmek yerine, ondan öğrendiğini göstermenin tam sırasıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi