Çeviri: Yükselen Ekolojik Felaket Tehdidi ve Sistem Değişikliği Mücadelesinin Önemi

Aşağıda sunulan yazı, 14 Haziran’da Covid-19 salgını gibi krizlerin ekolojik felaket tehdidini artırdığı dönemde halkçı alternatif kalkınma perspektifi ile sistem değişikliği mücadelesinin önemi konulu internet seminerinde yapılan sunumun özetidir. Bilim insanı Soumya Dutta ve çevreci Nityanand Jayaraman’ın, yoldaşlar Sanjay Singhvi, Arun Velaskar ve Vijaykumar ile birlikte katıldığı 14 Haziran’daki tartışmaya dayanarak hazırlanmıştır. -  K.N. Ramachandran

1. Tüm insanlık Covid-19 salgınının pençesindeyken, Stephen Hawking gibi bilim insanlarının kibirli egemen politik sınıfın şiddetlendirdiği ekolojik yıkımın bir felakete, insan türünün kendisinin muhtemel yıkımına yol açacağı uyarıları kulağa oldukça uygun gelmektedir. Yine de kapitalist iktidar sistemi, neoliberal küreselleşme altında kendi görüntüsünde dünyayı yeniden yaratarak ilerlemek istiyor. Halihazırda şirketlerin en tepedeki %1’i, toplumun zenginliğinin %73’ünün elinde birikmesinden bile tatmin olmazken, dünyayı yüzlerce kez tahrip edebilecek nükleer silahlar geliştirerek, ışıltılı alışveriş merkezleri, otoyollar, uçaklar ve tekno parklar inşa ederek, insanların çoğunu tüketimci tutkunun esiri ederek, servetin daha ve daha fazlasını istiyor. İklim değişikliği, küresel ısıtma gibi olguların kendi damgalarını taşıyan kalkınmanın yarattığı ekolojik yıkımdan kaynaklandığı öne sürüldüğünde, sınırlanmazsa büyük bir tahribata neden olacağı, küresel bir çevre felaketine yol açacağı fikirlerine gülüp geçiyorlar. Yani, Trump, Kyoto Protokolü’nden çıkıp gidebiliyor veya geçen yılki iklim konferansı sırasında Madrid’de toplananların hepsi çevresel tehlikelerle ilgili tüm görüşmeleri çöpe atabiliyor!

2. Ancak Covid-19 küreselleşmiş dünyayı şaşkınlığa uğrattı; dünya haftalarca donakaldı. 2003’te SARS, 2012’de MERS ve şimdi daha sık gerçekleşen süper siklonlar, orman yangınları vb. dışında daha tehlikeli yeni koronavirüsün yol açtığı Covid-19 aracılığıyla doğa kendi yolundan tepkisini mi gösteriyor? Bilim insanları yakın zaman önce eski virüslerin mutasyona uğraması ve binlerce yıldır uyuyan daha tehlikeli virüslerin ortaya çıkması konusunda da uyardılar, şimdi küresel ısınma altında tüm bunlar her iki kutuptaki büyük buzulların parçalanmasıyla ortaya çıkıyorlar.

3. Bu uyarılara rağmen ne oldu? Çin, Covid-19’dan kısmen toparlanmasından kısa bir süre sonra, eski rotasına geri koştu! Diğer tüm ülkelerde de ilk panikten ve kapatılmalar açıldıktan sonra, milyonlarca yeni etkilenenin olmasına ve hızla artan Covid-19 bulaşımı nedeniyle her gün hâlâ on binlerce ölüm olmasına rağmen, işlerin olağan akışına geri dönmesi için acele ediyorlar. Kayıpları telafi etmek için insan emeğini ve doğayı daha doymak bilmez bir iştahla yağmalamanın yollarını arıyorlar! Yeni gözetim makinelerinin kullanımını ve benzeri görülmemiş bir ölçekte dijitalleştirmeyi yoğunlaştırıyorlar. Aynı zamanda, bir kez daha etrafımızda tanık olduğumuz trajik sonuçlarla birlikte salgının tüm yükünü işçilerin ve ezilen insanların sırtına bindiriyorlar.

4. Neoliberal şirketleşme aşamasında yoğunlaşan kapitalist yağmanın, bağımlı ülkelerdeki emperyalist güçler ve iktidardaki küçük ortakları tarafından ekolojik yıkımın nasıl daha önce görülmemiş seviyelere taşındığı ve nasıl bilim insanlarının ve çevrecilerin tüm önerilerinin, pratikte yine onlar tarafından reddedildiği üzerine çalışmalarımıza dayanarak HKP (ML) Kızıl Yıldız, 2011 yılındaki 9. Parti Kongresi’nde kabul edilen programında, emeğin ve dünya halklarının yağmalanmasıyla birlikte, doğanın yağmalanması da kapitalist sistemin ortaya çıktığı günden bu yana şiddetini artırmakta olduğuna işaret etmiştir. Kapital ve diğer çalışmalarında Marks ve Engels, toplumu bölen sınıfın ortaya çıktığı andan ve insanların insanlar tarafından sömürülmesinin başlangıcından itibaren, insanın doğaya müdahalesinin de başladığına dikkat çekmişlerdir. Ancak bu müdahale, sanayi devriminin başlamasıyla ve kapitalizmin ortaya çıkışıyla antagonist bir biçim almış, niceliksel bir sıçrama yaşamaya başlamıştır. Tüm dünyanın sömürgeleştirilmesine yol açtıkça oradaki ezilen halklar ve doğal kaynakların yağması daha da yoğunlaştırılmış oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, giderek artan mali sermaye ihracatı, piyasa sistemi ve teknoloji ile karakterize olan sömürgeci yağma biçimlerinin yeni sömürgeci dönüşümü ile kapitalist emperyalist sistem ve eski sömürgelerde iktidarı devrettikleri küçük genç ortakları, Yeşil Devrim bayrağı altında emeğin sömürülmesinin, sermayenin ve teknolojinin tarım sektörüne kitlesel ölçekte girişinin ve doğanın yağmalanmasının daha da yoğunlaştırılmasına giriştiler. 1970’lerden itibaren, kapitalist sisteme özgü bir başka ciddi kriz devresini aşmak için, emperyalist talanları daha yüksek bir aşamaya taşıyarak neoliberal küreselleşmeyi ve şirketleşmeyi benimsediler.

5. Tarih, sırf barbar karakteri teşhir oldu diye, sırf devasa halk kitleleri daha acımasız yağma ve baskıya maruz kaldı diye, iktidar sisteminin kendi isteğiyle değişmeyeceğini ya da reformlar yoluyla içeriden dönüştürülemeyeceğini öğretiyor. Bunun en son örneği, salgın hızlı bir şekilde yayılıyor olsa bile, işlerin olağan akışına (business as usual) dönmek için ortaya konan şu anki çılgın aceledir. Zaten zarar vermiş oldukları ekosistemin ve biyoçeşitliliğin ardından bile endişe göstermedikleri gibi, daha fazla servetin birikmesi için, ekolojik felaketin tehditleri ve insan türünün yok oluşu karşısında kayıtsız kalarak emek ve doğanın kontrolsüz yağmasını yoğunlaştırıyorlar. Dolayısıyla, doğadan ve insan türünden geriye kalanları korumak istiyorsak, tek ve gerçek çıkış yolu, sürdürülebilir bir alternatif kalkınma bakış açısını uygulamaya koyma perspektifiyle kapitalist sistemi fırlatıp atmaktır.

6. Sosyalist ülkelerin maruz kaldığı ciddi geri düşüşleri ve onların kapitalist yola saparak yozlaşmasını kutlayan küresel kapitalist sistem ve onun küçük ortakları, 1970’lerde küreselleşme-liberalleşme-özelleştirmeye dayalı neoliberal kurumsal saldırıyı başlattılar ve “neoliberal politikalara hiçbir alternatif yok” dünya görüşlerini ileri sürüp durdular. İnsanlığı felaketin eşiğine getiren bu dünya görüşüne karşı Marks’tan başlayarak, devrimci güçler, geçmiş deneyimlerinden dersler alarak, halk demokrasisi altında, sömürüsüz, özgür, eşitlikçi bir topluma doğru sosyalist dönüşümün başlatılması ve tüm üretim araçlarının ilerledikçe devamlı olarak kooperatif, toplumsal kontrol altına alınmasıyla küresel düzeyde kapitalist sistemi devirerek başka bir dünya için pek çok iniş çıkışa rağmen sürekli olarak savaşıyorlar.

7. Herkesin sorduğu temel soru, bu alternatiften kastedilen şey mi? Cevabımız, elbette öyle olduğu yönünde: geçmiş deneyimlere ve sosyo-politik-teorik yönelimimize dayanarak bu alternatif evrilmeli ve pratik içinde geliştirilmelidir. Kapitalist emperyalist sistemin yaptıklarından, doğanın sınırlarına yapılan daha büyük saldırıların derhal sona erdirilmesi gerekiyorsa, enerjinin kontrolsüz kullanımı ve tüketimci arzu gibi kapitalist sistem tarafından büyük bir özen ve gayretle yetiştirilen kalkınma “parametrelerini” sert bir biçimde ortadan kaldırmak zorunda olduğumuz sonucunu net bir şekilde çıkarabiliriz. Kapitalizme alternatif olacak olan asla sadece diğer bir ekonomik model olamaz. İnsan ihtiyaçlarını ve demokrasiyi enternasyonalizm, savaşsız bir dünya, her alanda kooperatif ve toplumsal mülkiyet perspektifi ile bir yaşam biçimi olarak yeniden tanımlayan yeni bir sosyo-kültürel-politik bakış açısı geliştirilmelidir.

Bu bakış açısı tüm iktidarın halkta olmasını sağlayan demokratik kurumlarla, her şeyi tabandan planlamak anlamına gelir. Bürokratik-kurumsal-faşist yönetim modelinin Gram Panchayat’ın[1] mahalle komitelerinden başlayan halkın demokratik modeliyle doğrudan ve tamamen değiştirilmesinin çağrısını yapar. Bu demokratik model, bir piramit biçiminde, iktidarın en yüksek panchayat düzeyinde kazanılmış olduğu, sonra blok/taluk[2], bölge ve eyalet düzeylerine doğru ilerledikçe azalan ve merkezi düzeyde oldukça az bir iktidar alanının bırakıldığı bir modeldir. Bu, her ülkenin temel ihtiyaç olarak başlangıçta herkese gıda, giyecek, barınma, sağlık, eğitim ve istihdamı sağladığı, açık sınırlara sahip, tamamen askerden arındırılmış, uluslararası bir sistemin bir parçası olarak inşa edilecektir. Böyle bir halk modeline doğru, Paris Komünü, Sovyetler Birliği’ndeki sovyetler, Çin’deki halk komünleri ve diğer ülkelerde sosyalist oldukları dönemde başlatılan modeller ile Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki çeşitli ilerici hükümetlerin girişimleri ve Avrupa’daki İskandinav ülkeleri tarafından yapılanlar da dahil olumlu katkılarından birçok ders çıkarılabilir. Farklı politik bakış açılarından sunulmasına rağmen, Gandhi’nin Gram swaraj[3] kavramı da dahil olmak üzere birçok kişi tarafından öne sürülen alternatif perspektifler de var. Her ülkedeki somut koşullara göre ve tüm bunların eleştirel bir çalışmasına dayanarak yeni bir alternatif geliştirilebilir.

Alternatif kalkınma modeli, demokratik yaşam tarzının ve sürdürülebilir eşitlikçi kalkınma yolunun bütünüyle bağlantılı olduğu bir toplum anlamına gelir. Böyle bir kalkınma paradigmasına ilerlemek için ön koşul, kapitalist emperyalist sistemin yıkılmasıdır ve ikinci olarak, halk demokrasisinin, halkın doğrudan iktidarı anlamına geldiğinin, insanlar ve doğa arasındaki ilerici ilişkiyi teşvik eden, insanın insan tarafından sömürülmesinin her türüne son veren, tabandan gelişen mahalle komitelerinden başlayarak halkın politik iktidarı anlamına geldiğinin tanınmasıdır. Halkın bu iktidarı, mevcut aile sistemini ilerici bir partnerlik ilişkisi ile değiştirecek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve diğer tüm toplumsal ve ekonomik eşitsizliklere son verecek, intikamcı sistemlerin, geleneklerin ve alışkanlıkların beslediği ırkçılık ve Manuvadi[4] kast sistemini ortadan kaldıracak, dünya görüşünü bilimsel tutum ve hümanizmin yönlendirdiği bir anlayış getirecek, emekçi kitlelerin, ezilen sınıfların ve halk kesimlerinin seferber edilmesi ile bir büyük kültür devrimi yaklaşımı çağrısı yapacaktır; kısacası, ezen sınıfların son bin yılda insanlık içinde yetiştirdiği düşünüş tarzını dönüştürmek için güçlü bir mücadele verecektir. Eski sosyalist ülkelerin deneyimlerinin değerlendirmesi, sosyalist geçiş sırasında kritik zamanlarda, üstyapıyı etkilemeye başlayan kapitalist, tüketimci eğilim ve etkilerin, çatıdan sızıntıların ekonomik tabanı aşındırmaya başladığını ve bu ülkelerdeki dejenerasyonu hızlandırdığını göstermiştir. Kapsamlı bir yaklaşım ile sınıf mücadelesine girmezlerse ve kültürel devrimci bir perspektif izlemezlerse bu, komünist partilere, gruplara ve bireylere de olabilir.

8. Sonuç olarak, insan toplumu, ya kapitalist emperyalist sistemin onu ekolojik felakete ve kendi neslinin tükenmesine doğru götüreceği ya da emekçi ve ezilen kitlelerin ve devrimci aydınların bir araya geleceği, halk iradesi yaratacağı ve kapitalist sistemi devireceği, ve doğanın bir parçası olarak insanların doğayla dostça bir arada var olabileceği, yeni demokrasi çiçeklerinin ve alternatif bir kalkınma paradigmasının çiçeklerinin açacağı yeni bir sosyalist geleceğe doğru yürüyeceği kritik bir aşamaya ulaşmış bulunmaktadır.

Hindistan Komünist Partisi (ML) Kızıl Yıldız Genel Sekreteri K.N. Ramachandran’ın yaptığı sunumu Yaşam Uzun ETHA için çevirdi.

Notlar

[1]Bir gram panchayat (‘Köy konseyi’) veya köy panchayat’ı, panchayati raj'ın taban düzeyindeki tek yapısıdır (Panchayati raj, genellikle Hindistan kırsalında, şehir ve banliyö belediyelerinin aksine köylerin yerel özyönetimini ifade eder, bu sistem 1992’deki anayasa değişikliği ile getirildi. Hindistan'da yerel özyönetim sistemini köy veya küçük kasaba düzeyinde resmileştirdi ve seçilmiş başkanı olarak bir sarpanch’ı -başvekil- bulunur.)

[2]Bir taluk (tehsil, tahsil veya taluka olarak da bilinir), Hindistan alt kıtasının bazı eyaletlerinde genellikle "ilçe" düzeyindeki idari bir bölümdür.

[3]Gram swaraj, köy özyönetimi demektir. Gandhi, Hind Swaraj ve Gram Swaraj isimli iki metninde, 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığından sonra birincil adım olarak nüfusun çoğunluğunu etkileyecek entegre kırsal kalkınma kavramını teşvik etmektedir.

[4]Manuvāda (ayrıca Hintçe’de Manuvād, Manuwād), Manusmṛti tarafından yönetilen bir toplumun ahlakını ifade eder, Manuvādi terimi böyle bir ahlakın savunucusu anlamına gelir. Manusmṛti, Hinduizmin birçok Dharmaśāstrası arasında eski bir yasal metindir. Dharmaśāstra, Sanskrit teolojik metinlerinin bir türüdür ve Hinduizm'in dharma üzerine yaptığı incelemeleri (śāstras) ifade eder. Farklı ve çatışan görüşler içeren 18 ila 100 arasında olduğu tahmin edilen Dharmaśāstra vardır. Hinduizm'de dharma, hayatı ve evreni mümkün kılan ve görevleri, hakları, yasaları, davranışları, erdemleri ve “doğru yaşam tarzını” içeren Rta ile uyumlu olduğu düşünülen davranışları ifade eder. Çağdaş söylemde Manuvādi, Müslümanlar, Dalitler, Budistler ve diğerlerinin konumlarını, ilgi alanlarını ve bakış açılarını, Manuvāda ile şekillenmiş ve/veya onunla özdeşleşen bir toplumla özellikle de kastlara göre karşıtlaştırmak için, genellikle zıt bir şekilde kullanılır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi