Reconstruccion Comunista (İspanya): "İşçi Sınıfı Ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri Ortak Paydada Buluşur"

Röportaj: Deniz Serkan

Ulusal sorun, İspanya’da önemli bir sorun. İspanya’da hangi uluslar ve milliyetler (ulusal topluluklar) yaşıyor?

İspanya’da ulusal sorunun çözümü sınıf savaşı ve dolayısıyla sosyalizm için mücadelede önemli bir adım olacaktır.

Merkezi bir faşist rejim olan diktatörlükten sonra, otonom topluluklar rejimi kuruldu. Bunların amacı ise halklar arasında suni bir ayrım yaratarak, halkların kimliklerini silikleştirip, İspanyol aidiyeti çevresinde bir arada tutmaktı. Ulusal kimliklere saldırıp “İspanyol kimliği” ile bunları değiştirme çabası, İspanya’da günlük yaşamın bir parçası olmuştur.

Herhangi bir devrimci iddia, ulusal sorunu ve ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını göz ardı edemez. Ancak bu konu şimdiye kadar birçok “devrimci” parti tarafından yok sayılmıştır.

Biz şu ülkeleri tanıyoruz: Bask Ülkesi, Katalonya ve Galiçya ve ayrıca Kastilya halkını, Endülüsleri, Aragon halkını, Kanarya halkını, Katalanları ve Astur halkını da tanıyoruz.

İspanya’da ulusların ve milliyetlerin hakları olarak neyi savunuyorsunuz?

Leninizm ulusal sorunu salon tartışmalarından kurtarıp, halkların onları baskı altında tutan emperyalizme karşı mücadelesinin enternasyonal bir konusu haline dönüştürmüştür.

Revizyonistler, ulusal sorunun öneminin anlamını daraltarak, tanımını sadece kültürel hakların kazanılmasıyla sınırlıyorlar. Bu da aslında siyasal iktidarı, baskıcı devletin eline bırakıp sadece kültürel haklara sahip olmak ve kendilerini bu kültürel haklar çerçevesinde örgütlemek demek oluyor. Stalin’in söylediği gibi bu tür bir kültürel otonomi ilhaka karşı verilen savaşıma faydalı olmak söyle dursun onu aklayan niteliktedir.

Leninizm, ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) konusunda bizlere yeni bir bakış açısı sunar. Leninistler için UKKTH son kertede tam siyasal bağımsızlık ve bağımsız bir devlet kurma hakkını ifade eder.

Bizler nihai olarak bütün ulusların ve milliyetlerin haklarını, işçi sınıfı için ileri bir adım ve emperyalizme karşı savaşımı ifade ettikleri noktasında tanımaktayız. Ulusalcı gerici hareketleri bu anlamda desteklememekteyiz.

Baskı altında tutulan bir ülkedeki ulusal kurtuluş hareketi, bu her ne tür olursa olsun, baskıyı yapan ülkenin işçi sınıfı hareketiyle yakın bağ içindedir. Bu iki hareket de, sınıfsal karakterlerinden ötürü, özünde ortak paydada buluşurlar. Bu da, ortak düşman olan emperyalizmi ortadan kaldırma hedefidir.

Sizin bazı dokümanlarınızdan öğrendiğimize göre komünist oldukları iddiasındaki birçok parti veya örgüt ‘İspanyol ulusu’nu savunuyor. Bu, ne anlama geliyor?

Biz İspanya’yı, içinde bir çok farklı halkın ve milletin yaşadığı, çok uluslu bir devlet olarak tanımlıyoruz. Yani bir ulus olarak değil bir devlet olarak kabul ediyoruz.

Diğer devlet inşa süreçlerinde olduğu gibi -ki bu genellikle ulus-inşa süreci olarak tanımlanır- İspanya’da bu inşa aşaması zapt etme yöntemiyle ve zor kullanılarak gerçekleşti. En güçlü krallık olan Kastilya krallığı, bütün bölgeleri “İspanya Krallığı” adı altında birleştirmeyi başardı. Bir süre sonra ise İspanya İmparatorluğu olurken, düşüş dönemiyle birlikte İspanya olmuştur. İsabel çoktan ölmüş, Fernando ise son evliliğinden geride bir halef bırakmayarak hayata gözlerini yummuştu. Aragon Krallığı bu koşullar altında Kastilya Krallığı tarafından yönetilmekteydi. Navarra Krallığı da zor kullanılarak işgal edilmiş ve asimilasyona maruz kalmıştı. Granada’nın düşüşüyle Reconquista’nın (Yeniden Fetih) sonuna gelinmesi ile birlikte de ileride İspanya olarak anılacak yarımada birleşmiş olacaktı.

Dolayısıyla “İspanya’nın inşası” ne doğal ne de kültürel, fakat zor ve askeri güçle dayatılmıştır. Bunun kanıtını I. feodal isyanda bulabiliriz. Bunlardan biri, halk tabakasının 1521 yılındaki merkezileşmeye karşı olan isyanıdır. Bu, bazılarının İspanya’nın tarihsel formunun varlığını kanıtlamak için kullanılmaktadır. Ancak İspanya devleti projesini hayata geçirmeye çalışan Kastilyalıların kendileri bile buna karşı gelmişlerdir.

Kastilya Krallığı’nın zorla hayata geçirmeye çalıştığı merkezileşmeye karşı “hasatçılar”ın (Segadors) direnişi örnek gösterilebilir. Bu başkaldırı sayesinde 1640 yılından itibaren 10 yılı aşkın süre içinde Katalonya bağımsızlığını sürdürebilmiştir. Hala ulusların kapitalizmin [doğal] seyri içinde kurulduğunu iddia edenlere, 1909 İspanya’sında yaşanan o trajik haftayı hatırlatmamız gerekir. İmparatorluğun birliğinin aslında suni bir birliktelik olduğunu anlamak için İspanya İmparatorluğu için savaşmayı reddedenler bir kanıt değil midir? Hem bu birliktelik iktidardaki sınıflar için oluşturulmuştur. Açıktır ki bu devlet içinde yaşayan halkların çıkarlarına uzaktır.

Bundan dolayı, Kastilya Krallığı insanları kapitalizmin oluşma aşamasında zorlarken, burjuvazi de diğerlerini, yani burjuvazinin zayıf kanadını kırıntılarla asimile ediyordu. [Görece güçsüz burjuvalar] kendi kimliklerinden vazgeçerek diğer halklara hükmetmek için daha büyük bir devletin inşasına onay verdiler. Emperyal tarzda, halkların kültürel değerlerini kullanarak kendi yalanlarını inşa ettiler. Kastilyaca dilinin kullanımı kültürel değil, kanla ve zorla halka kabul ettirilmiş bir dil olarak ortaya çıktı. İki farklı dilin çeşitli bölgelerde konuşulması doğal bir sürecin değil, bir zorlamanın olduğunun işaretidir. Yerel diller yasaklandı ve bütün bürokrasi ve devletle ilgili düzenlemeler zorla kabul ettirildi. İspanyol kimliği, genişletilmiş Kastilya kimliğidir. Bu kimlik içinde diğer halkların kültürel yanlarından küçük örnekler görülebilir. Ancak bu bilinçsiz kitleleri etkilemek ve toplumu tek tipleştirme kampanyasının bir aracıdır.

Tek tipleştirme çabaları, iç savaş sonrası ve diktatörlüğün kuruluş aşamasında yoğunlaştı. Bu saldırının amacı devleti oluşturan bütün halkların ve ulusların kültürel kimliğinin yok edilmesiydi.

Revizyonist partilerin tek millet olarak “İspanyol” kimliğini kabul etmesi demek, diğer bütün halkların ve ulusların kimliklerini yok saymak demektir. İspanya’da tek bir İspanyol ulusu yoktur. Devlet ve halk, yani bir bütün olarak, çok uluslu bir devletin parçasıdırlar. İspanya’yı tek bir ulus kimliği içinde tanımlamak, oligarkların UKKTH yok saymaları için başvurdukları bir yöntemdir. Bu dolaylı olarak ulus-devlet inşa projesi içindeki gericilerle aynı safı tutmaktır. Yani, halk hareketine ve işçi sınıfına sırtını dönmektir.

Franko diktatörlüğü sonrasında bazı ulusal haklar tanınmaya başlandı. Bu gelişme nasıl oldu ve bugün ne düzeyde?

Ulusal haklardan ziyade daha çok devletin kimi bölgelerindeki kültürel haklardan bahsetmemiz gerekir, ki bu haklar bütün coğrafyada geçerli haklar bile değildir. Halkların ve ulusların çoğunluğunu oluşturduğu bölgeler parçalara ayrıldı. Bazı yerlerde, altını çiziyoruz sadece bir kaçında, yerel dillerin kullanımı ve kültürel özelliklerin korunması teşvik edildi. Doğru, ancak bu sadece konunun kültürel boyutunu ilgilendiren bir durum. Bunun ötesindeki imtiyazların altında yatan şey devletin bu ulusal hareketleri satın alıp onların mücadeleci özelliklerini sisteme asimile etme hedefidir.

Diktatörlükten sonra bu konu ile ilgili gelişmeler yadsınamaz ancak hala UKKTH’nin tanınan bir konuma getirmek için yapılacak çok şey var. Kültürel özerklik güncel bir çözüm değil ve şu anki sorunlara çare olmaktan uzak olduğu gibi toplumun değişimine de katkı sağlamıyor.

Bugün özellikle Bask ülkesi ve Katalonya’da bağımsızlıkçı mücadele ve hareketler var, Bunlara yaklaşımınız ne?

Ayrılma özgürlüğü-hakkı ile ayrılma eylemine yaklaşım iki farklı şey olduğunu savunduğunuzu, ayrılma hakkını şartsız savunduğunuzu ama ayrılma hareketini her somut duruma göre değerlendirdiğinize göre şimdiki ayrılma hareketlerine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Buna karşılık Katalonya’nın bağımsızlık referandumunu anayasaya aykırı görerek bu hakkı engelleme-gaspetme tavrını, ezen ulus burjuvazisinin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz, devletin güç kaybettiği her anda olumlu bir taraf görmekteyiz. Bu bizim daha iyi çalışmamızın önünü açıyor.

Bahsettiğiniz hareketler burjuvazi tarafından tamamen kontrol altındalar. Bugünkü ayrılıkçı hareket, şu anki şartlar altında konuşacak olursak, işçi sınıfı için ileri bir adım olmayacaktır. Ulusal özgürlük hareketlerinin radikalleşmesi gerekmekle birlikte, işçi sınıfının da bu hareketler içinde belirleyici bir rolü olmalıdır. Örneğin CIU (Yönelim ve Birlik Partisi) önderliğinde Katalonya’nın bugün olası bir bağımsızlığı AB’ye yeni bir kapitalist devlet katmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse diğer Katalon ülkelerinde yaşanacaklar, bu koşullar altında, farklı olmayacaktır. Ulusal sorun, işçi sınıfının çıkarlarını temsil eder şekilde çözülmüş olmayacaktır.

Devletin [kendi kaderini] tayin etme hakkına karşı akıl dışı duruşu harekete güç katmakta ve desteğin artmasını sağlamakta. İspanya anayasasını ihlal edeceği ile ilgili olarak da, umalım ki böyle olsun, ulusal özgürlük hareketinin radikalleşmesine yol açacağını söyleyebiliriz. Hareketlerin bu zamana kadar sadece burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde çalışma yürüttüklerini de belirtmekte fayda var. Anayasal çerçeve ile uzlaşmamak, hareketin radikalleşmesi adına nicel sıçrama yaratabilir. İşçi sınıfı için ve onun özgürleşmesi adına da ileri bir adım olacaktır.

Bunun yanında devletin ciddi anlamda zayıflayacağını da söyleyebiliriz.

Bask ülkesi ulusal kurtuluş mücadelesine karşı, ezen ulus burjuvazisi ve sivil askeri temsilcilerinin tırmandırdığı şovenist bir dalga vardı. Örneğin ETA’ya karşı milyonluk gösteriler. Hatta Türkiye’deki ırkçılar ve geniş çevreleri kapsayan şovenistler bu örnekleri Kürtlere karşı yapmak gerektiğini vurgulayıp duruyorlardı. Bu şovenist dalga ezen ulustan işçiler arasında komünistlerin ve enternasyonalist devrimcilerin gelişmesini ne derece engelledi?

Bu noktada devletin ideolojik saldırısı ve ulusal özgürlük hareketlerine ya da siyasi tutsaklara sempati duyan herkesi kriminalize etme dalgası boy gösteriyor. Devlet herkesi tek tipleştirmeye çalışıyor ve bunu yaparken de her yolu deniyor. Bu, devletin bir nevi hayatta kalma stratejisi.

Devletin “bölünmez bütünlüğü”nü etkileyecek herhangi bir olay meydana geldiği anda, makine işlemeye başlıyor ve kontrol altında tuttukları ülkenin en gerici kesimini harekete geçiriyor. Şovenizm ve öteki olana nefret güç kazanmaktadır.

Bu şoven dalga, devrimci örgütleri de onları marjinalize ve kriminalize ederek etkilemekte. Böylece kitleler içinde çalışma yürütmek de zorlaşmakta.

2003’teki savaş karşıtı protesto dalgası ve daha önemlisi ekonomik krizden itibaren süregelen işçi-emekçi kitle eylemleri dalgası, ezen ulus işçileri arasında -ulusal sorun ve şovenist duygular bakımından- ne gibi düşünsel ve duygu değişimine yol açtı? Ezilen ulus işçileri arasında güvensizlik duygusunu giderme ve birlikte mücadele fikrini geliştirmede ne derece rol oynadı?

Kriz başladığından beri Madrid’de kapitalist sömürü planlarına karşı birçok hareket görüyoruz. Aynı zamanda mevcut koşullarından hoşnut olmayan kitlelerin kendiliğinden eylemleri ile de karşılaşıyoruz. Bununla birlikte İspanyol şovenistleri de kimi zaman az sayıda da olsa eylemler düzenlemekteler. İnsanlar hakim sınıfın kendisine ve gelecek projelerine karşı şüpheli yaklaşıyorlar. Bunlar dışında başka bir etkileyici konu daha var. Devlet, Bask ulusal silahlı özgürlük hareketini İspanya’nın çıkarlarına karşı şey-tanlaştıran bir suçlamada bulundu.

Buna rağmen, İspanya Ulusal İstatistik Enstitüsü “ETA terörizmi”nin artık İspanya’da yaşayan insanları tedirgin eden bir sorun olmadığını söylemektedir. Bu yeni durum, bir yandan ETA’nın silahlı eylemlerine ara vermesi ve yükselen kriz ve krizin doğurduğu sonuçlarla alakalıdır. Ki bu sonuçlar İspanya’da toplumsal çelişkileri açığa çıkarmakta, kitlelerin kendiliğinden harekete geçtiği doğrudan eylemler yaptığı, böylece devlet baskısının da yükseldiği bir atmosfer oluşturmaktadır. Bu da, kurumsal açıklamalara karşı olan güvensizliği artırmaktadır. Öte yandan bir gerçek daha var ki, o da Katalan ve Bask gibi ezilen uluslara mensup halk kitleleri içinden geçtiğimiz yıllarda bir tür “ulusal cephe” fikri kapitalizmin yarattığı sorunlardan “İspanya”yı sorumlu tutmaktadır. Bu da, şovenizmin bahsettiğimiz milliyetlerin işçi sınıfı içinde, sınıf çıkarlarına karşı nüfuzu anlamına gelmektedir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi