Kapitalizmin Varoluşsal Krizinin Maddi-Ekonomik Temeli

Varoluşsal kriz, bir ekonomik ya da mali kriz biçimi değildir. Kapitalist düzenin, tarihsel görevi olan, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve buna uygun bir dünya pazarının yaratılması misyonunu tamamlayarak, kendi varoluş koşulları ile çelişkili hale gelmesinin krizidir. Ancak kapitalizm zaten bir krizler düzeniyken, başka bir deyişle, devrevi krizler (aşırı üretim krizleri) kapitalizmin sadece bütün içsel çelişkilerinin serimi olmakla kalmayıp, sağlıklı işleyişinin bir unsuru, bir içsel regülatörü iken, onu, kendi sonuna doğru da olsa, ileriye taşıyan, devindiren içsel yasalarından biri iken, herhangi bir kriz hali neden kapitalizm için varoluşsal bir kriz anlamı kazanmaktadır?

Ya da büyük devrevi krizlerin her biri, burjuvazi için hem iktisadi hem de siyasi sonuçlarıyla birlikte büyük sıkıntıları beraberinde getirmesine rağmen bunların her birini aşmayı başarmışken, dahası böylesi büyük kriz dönemleri (yine kendi sonuna doğru da olsa) bir tür yenilenmenin kaynağı olmuşken, neden bugünkü kriz diğerlerinden farklı bir durumu ifade ediyor?

Varoluşsal kriz olarak tanımladığımız bugünkü durum, klasik döngü krizlerinin (devrevi krizlerin) çok şiddetli bir versiyonu değil midir? Bugünkü durumu kapitalizmin içsel krizlerinden ayıran, onu dışsal, kapitalizm içi değil, kapitalizmle tarihin ilerleyişi arasındaki bir kriz haline getiren ekonomik maddi temel, durum ya da düzey nedir?

Kapitalizmin Krizleri

Kapitalizmin temel çelişkisi, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçları mülkiyetinin özel niteliği arasındaki çelişkidir. Bu temel çelişki, giderek daha az elde daha fazla miktarda özel mülkiyet biriktirmek üzere üretimi giderek daha fazla toplumsallaştırmaktan başka ilerleme imkanı bulunmayan kapitalizmi, ne kadar gelişirse o kadar kendi tarihsel işlevini tamamlamaya, kendi sonuna doğru götürür. Kapitalizmin bütün iç yasaları, bu temel çelişki üzerinde, birbirinin tersine eğilimler halinde işler ve onu derinleştirir. Kapitalizm bu nedenle sürekli olarak değişik tipte mali ve iktisadi krizlere gebedir, krizlerle gelişir.

Mali Krizler

Kapitalizm öncesi dönemler de dahil, paranın, metapara veya nominal para biçimleriyle, varlığını sürdürdüğü bütün dönemlerde mali kriz olanağı vardır. Daha metanın varlığıyla (üretici ile kullanıcının birbirinden bağımsızlaşması ve pazarın, bunların buluşma koşulu olarak belirişiyle) kriz olanağı ortaya çıkar ve para aracılığıyla meta dolaşımı, başından beri, mali kriz olasılığını barındırır. Mali krizler, kapitalizmde özel bir nitelik kazanır. Ancak parasal araçlarla birikim, artıdeğer üretimi yoluyla birikime egemen hale gelene kadar, kapitalizmin işleyişi içerisinde mali krizlerin esas sarsıcılığı açığa çıkmaz. Üretimin teknik yenilenmesinin kar oranlarının düşme eğilimini güçlendirmesi ve bu nedenle artıdeğer üretimi için yatırımın karlılığının düşmesi nedeniyle, parasal araçlarla birikimin egemen hale geldiği emperyalist küreselleşme döneminde ise mali krizin etkisi artar. Daha önce de iktisadi çevrim üzerinde etkilerde bulunsa bile, bu dönemde çok daha etkili hale gelir ve bütün iktisadi sistemi etkileyen sonuçlar açığa çıkarmaya başlar. Mali araçlarla birikimin, artıdeğer üretimi yoluyla birikimin önüne geçmesi, hem kriz çevrimine mali araçlarla müdahale imkanlarının genişlemesi anlamına gelir, hem de bu cephede yaşanacak büyük tıkanmaların, krizlerin, iktisadi krizi tetikleme olasılığının güçlendiği anlamına gelir. Daha küçük kriz olasılıklarına müdahale imkanı, kapitalist sınıfa, daha büyük, daha yoğunlaşmış, merkezileşmiş kriz olasılıklarının tetiklenmesi riski olarak geri döner.

Ekonomik Krizler

İktisadi kriz (aşırı üretim krizi), kapitalist düzenin temel bir yasası, içsel bir unsurudur. Toplam toplumsal bazda, üretime yatırılan sermayenin bir tam devrine (sabit sermayenin tam değerinin toplam ürüne aktarılarak, maddi ve manevi bakımdan aşınarak yenilenmesi) denk düşecek çevrimsel özelliğe sahiptir. Kapitalizmin manifaktür döneminin geri kalması ve makineli modern sanayi üretimine geçişin başat hale gelmesinin dışavurumu olan 1825 kriziyle sermaye, devresel çevrimini başlatır ve bir kez başlattıktan sonra, bu döngüsel hareketini sürdürmek zorundadır.

Emperyalist küreselleşme dönemine dek, iktisadi krizler klasik döngüsel çevrim biçimindedir: krizdurgunlukyükselişcanlanma. İktisadi krizlerin genel mantığı, kriz döneminde sermaye kıyımı (iflaslar) yoluyla sermayenin değer kaybetmesi, yatırım sermayesinin ucuzlaması, yeni yatırımlar için temel oluşturması ve bir sonraki canlanmanın koşullarının ortaya çıkmasıdır.

Emperyalist küreselleşme döneminde (1970’lerden itibaren) ise sermaye birikim modeli, iki temel değişimle karakterizedir. Biri, sermayenin giderek artan oradan spekülasyon alanına, “mali araçlarla birikime” yönelmesi, diğeri, üretim sürecinin bütün aşamalarıyla uluslararasılaşmasıdır. Bu durum kriz çevriminde belli başlı iki sonuca yol açar: a) mali süreçlerin iktisadi kriz üzerindeki etkisinin artışı, b) sermaye devrinin hızlanması ve esnekleşmesi yoluyla devrenin silikleşmesi.

Bunun oluş biçimi ise şöyleydi: mali araçlarla birikimin egemen hale gelişiyle birlikte, mali araçlarla iktisadi kriz olasılığına müdahale imkanı, gerek üretimin ara aşamalarında aşırı üretim kaynaklı sorunların (ara ürünlerin aşırı üretimi), gerekse de değişik tipte tüketici kredileriyle (en çarpıcı örneği konut kredileridir ki bu müdahalenin sınırları 2008 krizi örneğinde belirgindir) tüketimin yönlendirilmesi imkanını kapsar. Bu da aşırı üretimin (nispi aşırı üretimin) belirli anlarda birikerek krize meydan vermesini geriletti. Belli dönemlerde krizlerin geciktirilmesi imkanını güçlendirdi. Öte yandan devresel işleyiş daha da bozuldu. Krizin ertelenmesi krizin birikmesi anlamına geldiği (somutta çok şiddetli bir 2008 iktisadi krizini mayaladığı) gibi, kriz olgularını kriz anı dışına, kriz dışı olguları da kriz anı içine yaydı. Zira aşırı üretim her zaman nispidir, tüketilebilecek olandan daha fazla değil, satın alınabilecek olandan fazla üretilmesidir, mevcut üretim ilişkilerinden, sermaye düzeninden kaynağını alır ve kaçınılmazdır. Bunun belirli dönemlerde patlamalı biçimde dışavurmasının bastırılması, yoksullaşmayı engellemek bir yana, onun krizlerden bağımsız biçimde derinleşmesi niteliğini güçlendirdi. Görece ve mutlak yoksullaşma hızlandı ve kronikleşti. Bu her şeyden önce daha şiddetli aşırı üretim krizi olasılığı anlamına gelir.

Üretimin uluslarasılaşması ise kriz çevriminin köklü biçimde değişmesine yol açan diğer faktördü. Sonuçta üretim çevrimi ve sermayenin tam devri hızlandı, karın gerçekleşme süresi kısaldı. Dahası, dünya pazarının bütünleşme yoluyla genişlemesi ve üretimin, “fabrikanın” da aynı biçimde bütünleşip genişlemesiyle fiziken pazarla fabrikanın kaynaşması, esnek bir üretimstoklanmadolaşım düzeninin sağlanmasını, lokal “aşırı-üretim” tıkanma ve krizlerinin birikmesinin engellenmesini sağladı. Bu da yine, kriz dışı dönem olgularının kriz içine, kriz dönemi olgularının kriz dışına yayılmasına yol açtı.

Böylece iktisadi kriz döngüsü bozuldu, esnedi, pörsüdü ve silikleşti. Bu, kapitalizmin sağlığının iyice bozulduğuna delaletti.

Devrelerin, özellikle de kriz aşamasının yine de seçilebildiği, ama yükseliş aşamasının seçilemediği bu tabloda özsel olan, krizin kriz dışı dönemlere, kriz dışı dönem olgularının da kriz dönemi içine yayılması, yükseliş döneminin ortadan kalkması, büyüme verilerinin cılızlaşması vb. idi. Öte yandan bu durum, iktisadi krizleri koşullayan çelişkilerin ortadan kalkmasından değil, çevrimi anlamsızlaştıracak ölçüde artmasından kaynaklı olduğu için, devrenin silikleşmesi ve bozulması, çelişkilerin şiddetli biçimde dışavuracağı bir birikim oluşturdu ve tipik devrevi krizler yerine, çok şiddetli bir 2008 krizi ortaya çıktı. Bu emperyalist küreselleşme döneminin kriziydi ve varoluşsal krizin de dışavurumuydu.

Kriz çevriminin bozulduğu dönemi nihayetinde kapitalizmin krizlerine bir deva bulmuş olması olarak yorumlayanlar oldu. Oysa mesele tam tersi, kapitalizmin doğru düzgün çevrime girecek sağlık ve takatten düşmüş olmasıydı.

Özünde, sermayenin birikim düzeyi ve modelinin (sermayenin yoğunlaşmasının ve sermaye kıyımı koşullarının daralmasının), artık devrevi krizleri taşıyamayacak düzeye ulaşmasından bahsediyoruz. Artık krize mevzubahis sermaye miktarı o denli fazla ki, klasik devreyi çevirecek çapta güncellenmiş sanayi üretimi zayıfladığı gibi, sermaye kıyımı da imkansızlaşıyor. Emperyalist küreselleşme evresine dek, tıkırında işleyen bir makine gibi, şu kriz unsurlarını görüyoruz. Düzenli işleyen bir çevrimle kapitalizmin dönem dönem safrasını temizlemesi işlevindeki ekonomik krizler. Bütünsel çevrim bakımından sarsıcılığı daha zayıf, genellikle yıkıcı sonuçları tekil kapitalistler ve tek tek sektörler bazında daha şiddetli olan, ortalama karın oluşumunda düzenleyici yönü öne çıkan mali krizler. Ve kapitalizmin kendi ilerleyişi içerisinde daha büyük dönüşümlere gebe olacak nitel değişim dönemlerinde baş gösteren büyük, özel, dönemsel devrevi krizler.

Ancak bir aşamadan sonra, başlangıçta ömrünü doldurmamış bir makinenin kendi kendisini yüksek akımdan koruma refleksi olarak görülebilecek (ve aynı zamanda kırılganlığının ifadesi olduğu gibi, giderek yıpranışına da yol açan) kesintiler, zamanla, bozuk bir makinenin sürekli kesintiye uğradığı gibi hiçbir zaman da tam verimle çalışamadığı, hurdaya çıkmasına az kalmış dönemini çağrıştırır hale geliyor.

Devrevi kriz çevrimi silikleşirken, değişik tipte krizler birbiri içerisine geçer, etkileşimleri artarken, varoluş krizi içerisinde bütün akış bir kriz görünümü alıyor. Burjuvazi, krizlerin önünü aldığını iddia ederken, bütün sistem krizden ibaret hale gelmiş oluyor.

Bu tablonun merkezinde ise şu gerçek duruyor: Aşırı sermaye fazlasının kronikleşmesi ve devrenin kriz aşamasının dışına taşması, tersinden, kitlesel işsizliğin de kronikleşmesi ve devrenin kriz aşamasının dışına taşması. İktisadi kriz dönemlerinde ortaya çıkan, emekle sermaye arasındaki bu akut kopuşlar, sermayenin kıyımı yoluyla sermayenin değer yitirmesi, yatırım sermayesinin ucuzlaması ve yeni yatırımların yolunun açılması, böylelikle nispi aşırı nüfusun da istihdam edilerek emilmesi yoluyla bertaraf edilebiliyordu. Sermaye devresi bakımından esas değişim bu olanağın ortadan kalkışıyla ilişkilidir, ki bu da, aşağıda ele alacağımız gibi, kapitalizmin varoluş krizinin özüdür.

Özel Devrevi Krizler (Büyük Döngü Krizleri) Ve Sermaye Birikim Modelinin Yenilenmesi

Devrevi krizlerin bazıları, verili dönemde sermaye birikiminin ulaştığı nicel düzeyin, kimi nitel değişimleri hem mümkün hem de zorunlu kılan büyüklüğe erişmesiyle karakterize olmuştur. Böylesi dönemlerde, o güne dek olasılık ya da eğilim halinde kendini gösteren özellikler, yasaya dönüşür. Buradan köken alan çelişkilerin keskinleşmesinin tetiklediği kapsamlı politik gelişmeler (savaşlar, devrimler, büyük kitle hareketleri ve kalkışmalar…) bunalımı derinleştirir. Sermayenin belirli bir birikim modelinin tıkanmasıyla (o koşullar altında birikimin sınırlarına vararak, ilerlemek için başka koşulları gerektirmesiyle) birlikte, büyük çaplı politik sonuçlarla iç içe geçerek ve bunlardan da etkilenerek, şiddetli biçimde kendini dışavurur. Böylesi dönemlerde artık aynı yoldan ilerlenemeyeceği kesindir, hangi yoldan ilerleneceği ise, kapitalist düzenin iç yasaları kadar, politik süreçlerin etkileriyle de belirlenir. (Örneğin emperyalistler arası savaşın ya da devrimci savaşların kaçınılmazlığının, savaşın politik özneleriyle buluşup buluşmaması; bu politik öznelerin varlığının, savaşın zaferi sonucuyla buluşup buluşmaması vb.)

Bu büyük döngü krizleri, sermaye birikiminin güncellenmiş koşullarda sıçramalı ilerleyişini getirdiğinden ve gerektirdiğinden, üretim modelinin (üretim teknolojisinin ve üretim örgütlenmesinin) büyük çaplı yenilenmesi ile de karakterizedir ve her biri, bu nedenle, sürecin toplamında kar oranlarının düşme eğiliminin sıçramalı biçimde işlemesi sonucunu doğurarak kapitalizmin çürüme sürecini de hızlandırmışlardır.

Bu nedenle, bugünkü varoluş krizinin, önceki dönemlerde patlak veren ve kapitalist düzenin kapsamlı bir yenilenme ile yolunu açtığı büyük devrevi krizlerden farkına dair birkaç söz söylemekte fayda var.

1873-76 krizi, bu büyük devrevi krizlerden biriydi. Tıkanmanın kaynağı (sermaye birikiminin ilerlemesinin önündeki engel) serbest rekabettir. Serbest rekabet, sermaye birikiminin, yoğunlaşma yoluyla birikimin önde olduğu belirli bir aşaması için, devindirici misyonunu tamamlamış, merkezileşme yoluyla birikimin hız kazanmasını zorunlu olarak içeren daha ileri bir birikimin ise, devindiricisi değil engeli haline gelmiştir. Sermaye birikiminin nicel düzeyi, daha fazla hammaddeyi, daha fazla emekgücünü ve daha gelişkin üretim aletleriyle (yani toplamda savaş programları ya da sömürgelerin yeniden yapılandırılması programları) ifade bulmuştu.

Bu dönemde krizi derinleştiren, süreci ileri doğru hızlandıran ve sermaye birikim modelindeki değişimi belirli bir forma doğru zorlayan çok temel bir siyasi etken de vardı. Ekim devriminin zaferiyle pazarın genişlemesi coğrafi olarak sınırlanırken, var olan pazarlarda derinlemesine gelişim için mutlak artıdeğer sömürüsünün artırılması da yine siyasi koşullar tarafından (devrim tehdidi) sınırlanmıştı. Henüz kapitalist ilişkilerin hakim olmadığı alanların kapitalist sömürüye açılması bakımından da özgürlük mücadeleleri ve bunların kapitalist sistemden doğrudan kopuş riski gündemdeydi. Üretici güçlerin engelsiz gelişiminin gerçek olanağı ve imkanı da Ekim devrimi nezdinde cisimleşmişti.

Bu koşullarda sermaye birikimi birbiriyle çelişkili birlik içerisinde olan iki kanaldan ilerleyebilirdi ve ilerledi. İlerlemenin çürümeye dönük yönü, sömürgelerin, sermaye birikiminin mevcut dağılımına uygun tarzda yeniden paylaşımı, sosyalizmin askeri yenilgiye uğratılarak pazarın coğrafi sınırlanmasının bertaraf edilmesi ve devrimci mücadelelerin bastırılması amacıyla faşizmin ve emperyalist paylaşım savaşının gelişimiydi.

Savaş seçeneği böylesi bir sömürge paylaşımının aracı olamadığı gibi, pazarın coğrafi olarak genişlemesi bir yana, daha da daralması felaketiyle sonuçlandı (yeni devrimler).

Bu koşullarda burjuvazinin siyasi, askeri ve ekonomik alanda kolektif iradi müdahalesi gündeme geldi. Siyasal hedeflerini ve sonuçlarını konu dışında bırakacak olursak bu, iktisadi açıdan şu anlama geliyordu: Daha fazla merkezileşme ve yoğunlaşma için, kolektif kapitalist (tekelci devlet) duruma müdahale etmeliydi. İktisadi bakımdan bu, bütün bir kapitalistler sınıfı adına, geniş çaplı yatırım ihtiyaçlarının üstlenilmesini de içeriyordu, ki bu da ilerlemenin üretken yönü, kanalıydı.

Hem iktisadi hem siyasi nedenlerle, sermaye ihracına dayalı birikiminin evrimsel yoldan ilerlemeye vakti yoktu, sermaye kendi çürümesini hızlandırmak zorundaydı, merkezileşme ve yoğunlaşmayı güçlerini sosyalist kuvvetlere karşı birleştirerek sıçratmak zorundaydı.

1974’e gelindiğinde, artık sermaye ihracına dayalı birikim modeli sınırlarına vardı. İç pazarların mevcut koşullarda derinleşmesinin sınırına gelindi.

Bu kez tıkanmanın kaynağı, temelde, pazarın bölünmüşlüğü idi. Artık sermaye birikiminin yeni düzeyi, üretici güçleri daha da geliştireceği yeni koşullara, ulusal düzlemlerde sahip olamayacak kadar büyüktü. İç pazarlar kendi sınırlarına dek büyümüştü. Sermayenin mevcut merkezileşme ve yoğunlaşması, burjuva devletin kolektif sermayedar olarak ekonomiye müdahalesini gereksizleştirmiş, tekil kapitalistler kendi başlarına bunları gerçekleştirebilir hale gelmiş, burjuva devlet lüzumsuz rakip haline gelmişti. Mevcut birikim modeli bir kez daha, daha ilerisi için yeterli değildi.

Bu düzey, yine çürüme yönü daha baskın olmak üzere iki kanaldan çelişkili birlik içerisinde ilerlemeyi getirdi. İlerlemenin üretken yönü, sermaye birikiminin, üretimin tüm aşamalarını uluslararası düzeye taşıyacak, bütünleşmiş dünya pazarını yaratacak düzeyde toplumsallaşmış bir üretim yoluyla gelişmesiydi. Üretken olmayan, çürüyen yönü ise, aşırı sermaye fazlasının büyümesi ve mali araçlarla birikimin (üretkenlik değil yağma yoluyla kar) öne geçmesi oldu.

2008’e gelindiğinde ise bu kez daha önceki bütün büyük devrevi krizlerden farklı bir durumun dışavurumu söz konusuydu. Daha önceki bütün süreçlerde, en nihayetinde, tıkanma, “kapitalist olmayan ilişki biçimlerinin kapitalistleştirilmesi” kapsamında sınırlanmalarla ilgiliydi. Birikim modelini tıkanmaya uğratan, kapitalizmdışı engeller vardı.

Bugünse birikim modelinin tıkanmasına, birikimin sıçrayamamasına yol açan, mevcut birikim düzeyinin kendisinden ibaret. Sermaye artık, yeterince yoğunlaşmamaktan ya da yeterince merkezileşmemekten kaynaklı değil, aşırı yoğunlaşmış ve merkezileşmiş olduğu için, aşırı birikmiş olduğu için daha yüksek bir birikim modeline sıçrayamıyor. Daha yüksek teknolojileri, emeğin verimliliğini daha fazla geliştirecek üretim modellerini, birikim yetmezliğinden, merkezileşme veya yoğunlaşma yetmezliğinden değil, arada hiçbir dolaylama olmadığı halde, birikim fazlalığı nedeniyle ilgi duymadığından dolayı gerçekleştiremiyor. Sermaye birikiminin ilerlemesi, 1930 ve 1974 krizlerinde de dışavurduğu gibi, emperyalizm aşamasından beri, mali sermayenin egemenliğinden beri, çürüme yönünde gelişiyordu, ancak bugün çürüme esas, gelişme güdük ve tali nitelik halini almıştır.

Böylece, “kapitalist üretimin gerçek engeli sermayedir”, bir öngörü, bir eğilim olmaktan çıkıp bir güncel gerçeğe, bir yasaya dönüşmüş durumda. 2008 iktisadi krizi, emperyalist kapitalist dünya sisteminin artık bir süredir bir varoluş krizi içerisinde olduğunun dışavurumu, göstergesi olan bir krizdi. Konumuz, bu krizde de tüm verilerini bulabileceğimiz, ama varlığını başlı başına bu krizle anlamlandırmadığımız varoluş krizi olduğundan, bu krizi de varoluş krizi kapsamında tartışacağız.

Varoluş Krizi

Varoluş krizi, kapitalizmin içsel eğilimlerinin son sınırına doğru, artık nitel değişimin, ancak kendi karşıtına dönüşme biçiminde gerçekleşebileceği nicelik sınırına doğru ilerliyor olması gerçeğinin adıdır.

Emekle Sermayenin Birbirinden Kopuşu

Aşırı sermaye fazlasının ve kitlesel işsizliğin, özellikle de emperyalist küreselleşme evresi boyunca hız kazandığını ve kronik hale geldiğini belirtmiştik.

İflas, savaş vb. yollarla (sermaye birikiminin bugünkü düzeyi açısından anlamlı olacak miktarda) sermaye kıyılamaması, krizlerin buna hizmet etmemesi, bütün bir emperyalist küreselleşme dönemi boyunca giderek karakteristik hale geldi. 2008 krizine damga vuranın, zararların devletleştirilerek büyük tekellerin iflastan kurtarılması yöntemi olması tesadüfi değildi, bu eğilimin artık temel nitelik haline geldiğinin ilanıydı.

Kronik kitlesel işsizlik de aynı gerçeğin diğer kutbunda duruyor. Proletarya nicelik olarak büyüyor. Ancak proletaryanın bu nicelik büyümesi içerisinde, işsizlerin sayısındaki artış hızı, işçilerin sayısındaki artış hızının önüne geçmeye başlıyor.

Ancak kapitalizmin bütün olayı da, özgür emekçiyle sermaye sahibinin buluşması, bu buluşmanın sermayedar için sürekli daha karlı yöntemlerini bulmaktan ibarettir!

Bir yanda sermaye fazlası, bir yanda emekgücü fazlası kronikleşmiş. Yani bu durum, devre krizlerinde patlak veren ve kapitalist üretim ilişkilerinin işleyişinin bir içsel unsuru olan akut durumlar olmaktan çıkmış. Emekle sermaye, geçici, dönemsel değil, sistematik olarak, kopuşma halinde ve bütün nesnel zemin, bütün iç yasallık, artık bu durumun derinleşmesine hizmet ediyor. Bu durumun tersine işleyen bütün eğilimlerin etki gücü zayıflamış (dış ticaret, dünya pazarı bütünleştiği ve kendi sınırlarına vardığı için; sermayenin değer kaybı, devre krizlerinin bozulması yoluyla kendi sınırlarına vardığı için; mutlak artıdeğer sömürüsünün artışı, köle emeği sınırlarına dayandığı için vb.).

Özetle, emekle sermayenin buluşması (kapitalist üretimin temel koşulu) azami karı güvencelemiyor (kapitalist üretimin temel amacı). Kapitalist üretimin varlık koşulları, varlık amacını gerçekleştiremez hale gelmiş ve bu durum kronik.

Kronik kitlesel işsizlik, yani emekgücünün giderek genişleyen bir kısmının emek koşullarıyla, yani sermaye ile hiç buluşamaması, sermaye birikiminin, mutlak artıdeğerin artırılması yolundan ilerlemesinin sınırlarından birini oluşturuyor. Kar oranlarının düşme eğilimini dengeleyen tersine yasalardan biri olarak etkisinin zayıflaması, sermayenin çürümesini derinleştiriyor.

Artıdeğerin nispi artırılmasının da sınırı vardır. Yani 12 saat çalışan bir işçinin 6 saatine, sonra 11 saatine, sonra 11 saat 45 dakikasına doğru artı emeği ilerletirseniz, gerekli emek bakımından sıfır çizgisine yaklaşırsınız. Emeğin üretkenliğini geliştirmek, nispi artıdeğeri öyle sınırsızca artırır ki, emeğin üretkenliğinin daha fazla gelişmesi, artıdeğer üretiminin kendi karşıtına dönüşerek ortadan kalkması sınırına ilerler. Nispi artıdeğerin sürekli artırılması, kar oranlarında da sıfır çizgisine giderek yaklaşan bir düşme eğilimi doğurur. Kar oranlarındaki bu düşme eğilimi, tek tek kapitalistleri ve sonuçta da kapitalistler sınıfını uyarıcıdır.

Köle emeği bakımından bütün emek artı emek ve bütün emek gerekli emektir. Öyle ki, hayatta kalmasının koşulu artı emeğidir, bütün artı emeği, hayatta kalması için gerekli emektir. Gerekli emeğin sıfıra doğru zorlanması, özgür emekçinin köle emeği sınırına doğru zorlanması anlamına geliyor.

Tersinden, emek üretkenliğinin aşırı artışı, robot üretimi sınırına, yani bu kez de, artıdeğerin mutlaklaşma yoluyla sıfırlandığı, makinenin sadece ve sadece kendi değerini ürüne aktardığı sınıra doğru ilerliyor.

Özgür emekçinin işgününün bir kısmında kendi hesabına çalışıp bir kısmında da, pazarda özgürce seçeceği bir kapitaliste çalışıyor oluşu (gerekli emek ve artı emek ayrımı), kapitalizmin daha önceki üretim ilişkilerinden başlıca farkıdır. Kapitalist üretim geliştikçe farklılaşma belirginleşir. Ancak gelişim çürümenin derinleşmesi yönünde ilerledikçe, bu bakımdan da tarihsel ilerleme imkanının yitirildiğini, tarihsel ilerlemenin tersine arayışların baskın eğilim haline geldiğini görüyoruz.

Bu karşıtına dönüşme sınırı, “özgür emekçi”nin, ya emekçi olup özgür olamayacağı (köle emeği sınırı), ya da özgür olup emekçi olamayacağı (işgücünü satmakta özgür olup satacak yer bulamama) koşulların birikmesi biçiminde dışavuruyor. Bu durum, sermaye birikiminin ilerleyişinin sınırlarını çiziyor, sanayi yatırımlarının teknoloji yoğun alanlardan emek yoğun alanlara kayma eğilimi, bu sınırlara çarpa çarpa yalpalamasının dışavurumu oluyor.

Pazarın Gelişmesi İmkanı – Kapitalist Olmayan İlişkilerin Kapitalistleştirilmesi

Kapitalist düzenin ilerleyişi içerisinde belli başlı nitel sıçrama dönemlerinin her birinde, hangi tıkanma noktalarının aşılmasının, hangi eğilimlerin yasaya, hangi niceliklerin yeni bir niteliğe dönüşmesinin rol oynadığını özetledik.

Bugün bakımından sermaye birikiminin tıkanmasının kaynağı nedir? Bundan sonra gelişme hangi biçimlerde olabilir? Buna kapitalizmin kendi yasallığı içerisinde bir yanıt bulmanın koşulları var mı? Varoluş krizi bakımından sorun bu oluyor.

Artık ilerlemesinin bütün zeminleri nitel değil nicel ve ancak krizin şişmesine yol açıyor. İç yasallığı içerisinde olası gelişme zeminlerinin belli başlılarına tek tek bakalım.

Pazarın genişleme imkanı bakımından durum nedir? Bugün, ne dünyanın herhangi bir parçası kapitalist sömürü dışı durumda (prekapitalist ya da sosyalist biçimlerde), ne ulusal sınırların sermaye hareketini kısıtlaması söz konusu, ne de sermayenin merkezileşmesinin ilerleyişi önünde herhangi bir engel var (dünya tekelci burjuvazisinden “küçük” olan her tekel, her işletme, ya tekelci burjuvaziye entegre ya da iflasa sürüklenmesinin önünde hiçbir engel yok; dünya tekelci burjuvazisi emperyalist küreselleşme döneminin egemen sınıfı olarak bütün dünya pazarına esasen hakim durumda vs.).

Pazarın genişlemesinin (dışa doğru ilerlemesinin) öyleyse tek olası biçimi var: mali-ekonomik sömürgeleştirme sürecinin tamamlanması (kapitalizm dışı olmayan ama emperyalist küreselleşme sürecine entegre edilememiş bölgelerin entegrasyonu). Dünya tekelci burjuvazisi, burada karşısına çıkan engelleri (gerek değişime direnen ya da krizli durumu fırsat bilerek daha geri kalkınma modellerine dayalı hamleler yapmaya çalışan burjuvaziler gibi tarihsel olarak daha geriyi temsil edenler, gerekse işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadeleleri gibi tarihsel olarak daha ileriyi temsil edenler) ağır bir hasara uğramadan bertaraf etse de, bu nitelik bir gelişim değil. Kuşkusuz buradan ilerleme imkanı önemlidir (ancak bu krizli durumunda hiç de kolay değildir ve başarısızlıklarının olası devrimler dalgası biçiminde ağır bir siyasi faturası olacaktır), ancak yeni bir nitel sıçramanın, bir iktisadi atılım hamlesinin dayanağı olamaz.

Öyle ki, emperyalistler arası çelişkiler ne kadar derinleşse ve bölgesel savaş gerçeklikleri ve olasılıklarıyla birlikte ilerlese de, eski dönemdeki anlamıyla bir “sömürgelerin yeniden paylaşımı için savaş” da güncel bir yenilenme imkanı değil. Sömürgeleşme nitelik olarak mali-ekonomik sömürge biçimine kadar ilerlemiş, dünyanın bütün alanları, dünya tekellerinin dolaysız sömürüsüne açılmışken, yeniden paylaşımın tekil burjuvanın ya da burjuvalar grubunun değil de “toplumun bakış aşısından” nasıl bir yenileyici anlamı olabilir? Üretimin toplumsallaşmasının bu nicel düzeyinde artık, yeniden paylaşılacak alanların “kendi pazarı” olup olmamasıyla ilgilenebilecek olan, olsa olsa emperyalist olma hayalleri kuran mali-ekonomik sömürgelerdir, emperyalist dünya tekelci burjuvazisi ise, çocukluk döneminden kalma eski oyuncağı olan “kendi pazarı” ile ilgilenmeyi aklından geçirmeyecek kadar büyümüş durumdadır. Uluslarla ilgili kaldırılabilecek tek şey artık emekgücü metasının dolaşımı önündeki engellerdir, ki bunların kaldırılması, mutlak artıdeğer sömürüsünü artırmanın zaten iyice sınırlanmış olan imkanlarını yok etme anlamına gelir.

Mali-ekonomik sömürgenin bir adım ilerisi, olsa olsa, tarihsel olarak birkaç adım gerisi, ortaçağ tipi bir imparatorluk düzeni olabilir, ki bu da ancak, artık kapitalist olmayan bir ilişki biçimidir.

Pazarın Derinleşmesi İmkanı – Tekelleşmenin İlerlemesi

Mevcut pazarda derinliğine ilerleme imkanları da son derece sınırlıdır. Bu ilk bakışta bir çelişki gibidir. Emperyalist dünya sistemine bağlı durumda olsa da kapitalist gelişmenin henüz geri düzeylerinde bulunan onca geniş bir coğrafya varken, dünya pazarının derinleşmesi imkanı neden bir çıkış noktası olamıyor ve kendi karşıtına dönüşeceği sınıra yakınlığının delaleti oluyor?

Bütünleşik dünya pazarının derinleşmesi, tekelleşmenin daha da ilerlemesi demek.

Tekelleşme, biri, bütün küçük üreticilerin yıkılarak, dolaysızca tekelin bünyesine emilmesine doğru, diğeri, küçük üreticilerin varlığını koruması ancak tekele bağlanmasına doğru iki yoldan ilerliyor. Birincisinde ilerlenmesi (ki “derinlemesine gelişim”in kaçınılmaz olarak mutlak tekelleşmenin ilerlemesine tekabül ettiğini varsaymak zorundayız), ikincisinin, yani üretim zincirlerine dayalı tekelleşme biçiminin aynı oranda tasfiye olması anlamına gelir.

Ancak bugün bütün bir dünya tekelci burjuvazisinin üzerinde durduğu zemin de, üretim zincirleri sistemidir ve bir manevra alanından, bir ödünleme imkanından bahsedeceksek eğer, aslında tek manevra alanı da mevcut tekelleşmenin bu biçimde gerçekleşmesidir. Çünkü bu biçim, bu denli büyük çapta üretim için, dünya tekeli bakımından, sabit sermayeyi gerekli en alt sınıra çekiyor, böylece sermayenin teknik bileşimini de aşağı çekerek, kar oranlarının düşme eğilimini dengeliyor, artı karın hala gerçekleştirilebildiği zemini oluşturarak teknolojik yenilenmeyi hala bir ölçüde mümkün kılıyor.

Tekelleşmenin bugünkü biçimi olarak üretim zincirleri mekanizması, zincirin alt aşamalarındaki üreticilerden dünya tekellerine doğru artı kar sızdırma mekanizması olarak işlev görmezse, başka bir deyişle, bir dünya tekelinin kontrol ettiği bütün sermaye yatırımı, dolaysızca bu tekel tarafından gerçekleştirilir hale gelirse, kar oranı bugünkünün misliyle düşecektir.

Aynı sistem, ulusal sınırların ucuz işgücü havuzlarının dış duvarları olarak işlev görmesinin de temel koşulu biçimindedir. Üretim sermayesinin teknoloji yoğun değil emek yoğun alanlara (ucuz işgücü) yönelmesinin, varoluş krizinin göstergesi olan bu tersine tarihsel eğilimin sürdürülebilir kılındığı düzen de budur.

Öyleyse, mutlak, “katıksız” tekelleşmeye doğru eğilim, kaçınılmaz olarak işlemeye devam etse de (spekülatif sermaye, yağma yoluyla sermaye gaspı artıdeğer gaspı biçimi bile tek başına bu eğilimin ilerlemesi için yeterlidir), dünya tekelleri açısından baskın olan, diğer eğilim, yani kar oranlarını yüksek tutmak için tekelleşme yerine alt üreticilerden ucuz alım koşullarını ilerletme eğilimidir. Bu da üretim zincirinin alt basamaklarındaki kapitalistleri diri tutma anlamına gelir.

Öyle ki, buradan bakıldığında, tekelleşmenin gerçek iticisi olduğu kadar, gerçek engelinin de tekeller olduğu bir kendi karşıtına dönüşme sınırı vardır. Tekeller, tekelleşmeye açlık duydukları kadar ürküntü de duymaktadır. Aynı ve ters yönde işleyen eğilimler içerisinde, tekelleşmeyi yavaşlatan eğilimlerin etki gücü, bizzat tekeller yüzünden, artmıştır.

Üretimin Teknik Temelinin Yenilenmesi İmkanı

Artı karı artırma sistemi olarak üretim zincirlerine dayalı tekelleşme şöyle işlev görmektedir. Kapitalist, kar oranını düşürdüğü sürece yeni bir teknolojiyi devreye sokmaya gönüllü olmaz, artıdeğer sömürüsünü ne kadar artırırsa artırsın. Üretimin teknik temelinin yenilenmesinin itici kuvveti, rekabet yasası ve bu rekabette üstünlüğü sağlayacak olan artı kar elde etme olasılığıdır. Bugünkü durumda üretimin teknik temelinin yenilenmesi yoluyla artı kar olanağı, tekelleşmenin mutlak biçimleriyle ilerlemesini, kar oranını olağanüstü düşürecek bir birikim modelini gerektirir. Buna girişmez. Buna yönelen teknolojik yenilenme imkanları, rekabetin şiddetlenmesi nedeniyle mecbur kalınmadıkça kullanıma girmez. Bu durumda, mevcut tekelci modelle artı kar olanağını elde tutma eğilimi, büyük çaplı teknolojik yenilenme yoluyla elde tutma eğiliminin önündedir. Teknolojik yenilenme, üretim zincirlerinden dolaylanarak devreye girer. Böylelikle teknolojik yenilenmenin içeriği zayıfladığı gibi, devreye girme hızı da düşer.

En büyük tekeller arası rekabet teknolojik yenilenmeyi en büyük tekeller açısından da zorluyor. Onlar bu zorlanmayı, uluslararası işbölümü temelinde aşma kanallarını önde tutarak yanıtlıyorlar ve bu şekilde en büyük tekeller arası rekabette ilk biçim teknolojik yenilenme olmuyor, uluslararası işbölümünden yararlanmada avantajlı hale gelmenin iktisadi ve siyasi koşullarını genişletme oluyor.

Öte yandan teknolojik yenilenme ihtiyacı, zincirin alt basamaklarındaki üreticiler arasındaki kıran kırana (tekellerin alt firmalığı uğruna) rekabet açısından kısmi de olsa devindirici. Ucuz işgücünün en vahşi koşullarda sömürüsü onların ilk hamlesi. Ama rekabet de bu basamaklardakiler için teknolojik yenilenmeyi zorluyor. Yani zincirin üst basamağının gündemine teknolojik yenilenme doğrudan değil, tüm bu alt aşamalardan dolaylana dolaylana girecek. Elbette kapitalist üretim bakımından anlamlı yenilik haline gelecek düzeyde bir yenilenme ise en üsttekilerin elinde birikmiş olan yoğunluk ve merkezilikteki sermayeyi isteyecektir.

Artı kar olanağı olmadan, teknolojik yenilenme, sermayedarın ilgisini yeterince çekemez dedik. Oysa tekelleşme düzeyi, üretim zincirinin alt aşamalarından artı kar sızdırmak için uzun süreli bir zemin sağlıyor. O zaman ne kadar tekelleşirse, tekelleşmenin daha da derinleşmesine yol açacak teknolojik yenilenme, sermayedarın o kadar az ilgisini çeker hale geliyor, onun eğilimi, ucuz hammadde, ucuz ara ürün ve ucuz emekgücü alımına doğru yöneliyor. Tek tek dünya tekelleri bakımından ve böyle olduğu için de dünya ekonomisi bakımından böyle.

Öyleyse, dünya ekonomisine hakim durumdaki, yani dünya ekonomisindeki kapsamlı bir yenilenmeyi belirleyecek durumdaki dünya tekelleri, kapsamlı bir teknolojik yenilenmeye en az ilgi duyan kesim durumunda.

Buradan bakıldığında da dünya tekelci burjuvazisinin genel eğilimi, mutlak tekelleşme hızını düşüren faktörleri güçlendirici yönde. Tekelleşme eğilimi, kendi karşıtına dönüşeceği sınıra yaklaşıyor.

Sermaye üretimin teknik temelini sürekli yenilemeksizin, üretici güçleri sürekli geliştirmeksizin gelişemez, ama bunun zemini, sermayenin gelişimi için üretimin gelişimidir. Denklem tersine, üretimin gelişimi için sermayenin gelişimi biçiminde işlemez. Üretim yöntemlerinin gelişimi amaç değil araç olduğundan, araç geliştikçe, artık “sermaye için” sınırının ötesinde gelişime eğilim duyar, amaç, araçla çatışma içerisine girer. Bugün bu çatışma, bütünleşik dünya pazarının oluşmasıyla birlikte, artık tümüyle olgunlaşmış, üretici güçlerin gelişimi sorunu, sermaye sınırına eğilimli değil mutlak olarak dayanmıştır.

Parasal Araçlarla Birikim İmkanı Ve Sınırları

Parasal araçlarla birikim, yani sermayenin spekülasyon alanına akışının da sınırları var. En nihayetinde spekülasyon yoluyla yağmalanan, el değiştiren artıdeğer, sanayi üretiminden aktığı için, bu alanda daralma ve sınırlanma, spekülasyon yoluyla birikimin de sınırı oluyor. Öyle ki, birikimin bu biçiminin öne geçişi, “sermaye birikimi”nin kendi karşıtına, tarihsel olarak daha geri bir forma, “zenginlik birikimi” sınırına doğru yaklaşmasının görünümünü alıyor.

Sermaye Kıyımı Ve Geriye Kaçış İmkanı

Peki, genişliğine ve derinliğine yollar çıkmaz sokaklara açılıyorsa, ileriye gidişin önü tıkalıysa, geriye kaçmak bir çözüm mü? “Geriye kaçış”, kapitalist düzen içerisinde bir ilerleme imkanı olarak verilidir. Devrevi krizlerin her biri, ileriye gitmek için geriye kaçıştır. Ancak bu konuda da durum dünden farklı, geriye kaçış yolları da tıkalı olmakla kalmıyor, ayrıca bir ilerleme imkanı olmaktan çıkmış durumda.

Sermaye kıyımının anlamlı ölçülerde gerçekleşmemesi, sistemin kendisini iktisadi ve siyasi sonuçları bakımından ağır bir hasara uğratmadan, sistemin egemenlerini (dünya tekelci burjuvazisini) riske etmeden gerçekleştirilebilir olmaması bir yana, başarılsa bile, kapitalist düzen için tarihsel bir ilerleme imkanı olamaz. Her sermaye kıyımı, daha fazla merkezileşmeyi ve yoğunlaşmayı beraberinde getirir. Ve bu ilerlemek için bir işe yarar. Ama soru şu: ne için daha fazla merkezileşme ve yoğunlaşma? Elbette son tahlilde her burjuva kendi hesabına düşünecek ve yanıt şu olacak: azami kar için (x burjuvasının azami karı için). Öyle düşünebilir. Dünya burjuvazisi bu şekilde hareket edecektir. Bu niceldir. Toplamda, toplumun bakış açısından, yani sistem için bir nitelik olarak sonuçları nedir? Dün daha fazla merkezileşme ve yoğunlaşma, daha fazla teknolojik yenilenmeyi ve/veya üretim örgütlenmesi yenilenmesini (daha büyük çaplı sermaye yatırımı gerektiren bir üretim örgütlenmesini) taşıma gücü anlamına geliyordu. Ama bugünkü durumda, zaten mevcut birikim düzeyinin böyle bir yenilenmeyi imkansız kılan temel etken olduğunu görüyoruz.

Sonuç Yerine

Sermayenin kendi kendinin engeli haline dönüşmesi, bu şekilde, ileri doğru her adımın, kendi karşıtı sınırına doğru yaklaşarak geri sekeceği, tek tek kapitalistler, ileri ya da geri, karı artırmanın yollarına bakarken, ve kapitalizmin nesnel sınırlarına çarpa çarpa geri dönüp, öte yandan aramaktan da vazgeçmezken, toplamda kapitalistler sınıfının, değneğin iki ucundan da tutamadığı bir varoluş krizini açığa çıkarıyor. İlerlemenin yönü, daha ileri bir sermaye birikiminin, yeni bir niteliği doğurabileceği yönde değil. Dolayısıyla kapitalist üretim koşulları, işçi sınıfının önderliğinde bir siyasal devrimle kendi sonuna vardırılana dek, iktisadi bakımdan da, siyasi bakımdan da, ideolojik bakımdan da burjuvazinin tablosu, çıkışsızlık, çatışma ve bunalım olacaktır.

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi