Kapitalizmin Varoluşsal Krizi

Kaos, anarşi, kargaşa… Yükselen ırkçılık, faşizm ve politik İslam. Umutsuzluk ve çaresizlik… İdeolojik, politik, kültürel yozlaşma… Belirsizlik, anlam kaybı… Politik mücadelede şiddet araçlarının öne çıkması… Atlatılamayan ekonomik kriz, giderek büyüyen gelir eşitsizliği, işsizlik, yoksulluk… Yön ve hedeften yoksun ayaklanmalar, karşı devrimler… Kadınların uyanışı… Dünyanın bugünkü görünümü böyle. İster ABD’ye, ister Suriye’ye, ister İngiltere’ye, ister Türkiye’ye bakalım, dünyanın bugünkü manzarasından bir parça buluruz.

IŞİD’ın ortaya çıkması, Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, T. Erdoğan’ın tek adamlık hevesi, Fransa’da faşist partinin yükselişi, referandumda İngilizlerin AB’ye hayır demesi, Ukrayna’da faşistlerin iktidarı gasp etmesi… Bunlar tekil, birbirinden bağımsız olaylar değil, aynı eğilimin, evrensel durumun farklı görünümleridir. Tüm bunları ortaya çıkaran ortak bir zemin var. Aynı topraktan besleniyorlar. Onun tam zıt ucu için de benzer bir analiz yapmak mümkün. Arap halklarının ayaklanmaları, Türkiye’de Gezi Haziran ayaklanması, Yunanistan’da, İspanya’da Öfkeliler, ABD’de İşgal Et hareketi, Rojava devrimi, Ukrayna’da ilan edilen Sovyet cumhuriyetleri aynı eğilimin farklı görünümleri, aynı zeminin ürünüdür.

Toplumda genel bir uçlaşma, merkezden uzaklaşma eğilimi olarak tarif edebiliriz miyiz bunu? Elbette. Çünkü bu apaçık ortadadır. Burjuva demokrasisi çürümüştür. Kapitalist ekonomi kriz içinde debelenmektedir. Burjuva ideoloji çökmüştür. Bu koşullar altında sınıf çelişkilerinin keskinleşmesi, emekçilerin burjuva devlete ve burjuva parlamentoya güvenini yitirmesi, burjuvazinin eskisi gibi yönetememesi, ezilenlerin eskisi gibi yönetilmeye razı olmaması doğaldır. Yine böyle koşullar altında burjuvazinin faşizme ve ezilenlerin devrime yönelmesi, iki yönlü uçlaşma eğilimi şaşırtıcı olmasa gerek.

Yine de bunlar görünümlerdir ve bizi görünenin arkasındaki gerçeğe götürmekten uzaktır. Örneğin, burjuvazinin faşizme yönelmesi bir görünümdür, ama gerçek bundan ibaret değildir. Siyah, kadın, göçmen ve Müslüman düşmanı Trump’ın bu söylemi ABD tekelleri için çok da önemli değil, ama Alman otomobillerine yüzde 35 vergi koymaktan bahsedince durum değişir. Ulusların karşılıklı bağımlılığının bu kadar yoğunlaştığı, dünya pazarının bu kadar bütünleştiği, kar oranlarının dünyasal ölçekte belirlendiği günümüzde içe kapanmacı eğilimler dünya tekellerinin eğilimi olamaz, bu erimekte olan burjuva tabakaların gerici bir tepkisi olabilir. Ama aynı zamanda bu, dünya tekellerinin dünya pazarı üzerinde çok daha şiddetli bir rekabete hazırlandıklarını gösterir.

Burjuva toplum içindeki bu bunalım yeni değildir. Kapitalizm tarihi boyunca burjuva toplum içinde pek çok iktisadi ve politik kriz patladı. Neredeyse 8-10 yılda bir tekrarlanan iktisadi krizler, dünyayı sarsan 1929-30 büyük ekonomik bunalımı akla getirilebilir. 1848’de Avrupa’yı saran devrim ve karşıdevrimler, kapitalizmin emperyalizm aşamasında faşizm ve sosyalizmin burjuvazinin ve proletaryanın iki büyük kampı olarak karşı karşıya kalması, ulusal kurtuluş mücadeleleri ile emperyalizmin sömürgeci boyunduruğunun parçalanması, dünyayı sarsan ’68 gençlik hareketi… Bunlar çoğaltılabilir, her biri burjuva toplum içindeki politik uçlaşmanın kimi görünümlerdir.

Bugüne kadarki tüm bunalımlar burjuva toplum içi bunalımlardı. Böyle olduğu içindir ki, burjuvazi her defasında bu iç bunalımı aşmayı başardı. Burjuvazi, sıkıştığı anda liberalizmi de demokrasiyi de denize atarak, proletaryanın devrimci sosyalizminin karşına faşizmi çıkarabildi. Faşizm burjuva toplumu da tehdit etmeye başladığında, bu kez faşizme karşı komünistlerle ittifak yapmaktan geri durmadı. Çelişkilerin en keskinleştiği yerde dünya savaşları ile burjuva devletler birbirini kırdı, sonuçta kapitalist üretim ilişkileri ve burjuva toplum biçimi hem iktisadi hem de politik olarak kendini daha üst düzeyde örgütlemeyi başardı. Burjuvazi sosyalist devrimleri engelleyemedi, ama emperyalist burjuvazi sosyalist devletlere karşı birleşerek onları içten çöküşe zorlayabildi. Emperyalistler sömürgeci boyunduruğun parçalanmasını önleyemedi, ama bağımsızlığını kazanan ülkeleri kapitalist sistem içinde tutarak zamanla onları yenisömürgeci boyunduruğa vurabildi. ‘68’de Fransız burjuvazisi ve devleti Paris’ten kaçmaya başlamıştı neredeyse, burjuvazi o isyancı kuşağın liderlerinin pek çoğunu sonraki yıllarda burjuva parlamentonun çukuruna çekebildi.

Toplum Biçimi Krizi

Bugün durum farklıdır. Bugün yaşanmakta olan burjuva toplum içi değil, bizzat bu toplumun, burjuva toplum biçiminin krizidir.

Bu iki durumun farkı şudur: toplum içi krizde egemen üretim ilişkileri ve ona tekabül eden politik ve ideolojik üstyapı kendini yeniden üretme yeteneğine sahiptir henüz. Örneğin, 1870’lerdeki kapitalist dünyanın ekonomik krizini, burjuvazi, tekelci aşamaya geçerek ve dünyanın kapitalist olmayan bölgelerini sömürgeleştirerek aştı. O zamanlar yalnızca Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’de kapitalist üretim ilişkileri hakimdi. Bu ülkelerde de küçük meta üretimi yaygındı. Dünyanın geri kalanında kapitalist üretim ilişkileri egemen değildi, dahası bazı yerlerde insanlar özel mülkiyet ilişkileri sistemine dahil bile değildi. Kimi yerlerde feodal üretim ilişkileri öndeydi, geri kalanında da kapitalizm çok sınırlı düzeydeydi. Bundan dolayıdır ki, ekonomik kriz baş gösterdiğinde hem iç pazarda genişleme, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin imkanı vardı, hem de kapitalist meta ticaretinin yayılması için uçsuz bucaksız bir dünya. Bu dünyanın fethi tamamlandığında, bu kez de savaş yoluyla dünyanın yeniden paylaşımı gündeme geldi. Rusya’da yanan sosyalist devrim ateşi dünyayı tutuşturmaya başlayınca, emperyalistler Mussolini, Hitler ve Franco gibi faşistleri desteklediler, komünistlerin ve Sovyet devletinin üstüne sürdüler. 1930 büyük ekonomik bunalımının ardından ekonomik liberalizm, serbest piyasa gibi ideolojik tapınakları terk ederek devleti bir sermayedar olarak piyasaya sürdüler. İkinci Dünya Savaşı (burjuvazi için paylaşım, komünistler için antifaşist savaş) bittiğinde sosyalist devletler kervanına yenileri eklenince, bu kez aralarındaki rekabeti bir kenara bırakarak ABD öncülüğünde birleştiler, sosyalist devletleri ekonomik, politik, askeri, ideolojik kuşatmaya aldılar. 1974-75’de yeni bir dünya ekonomik krizi ile karşı karşıya kalınca, bu kez de devleti bir sermaye birikim aygıtı olmaktan çıkararak özelleştirmelerle onu yağmaladılar, sermayenin dolaşımı önündeki engelleri kaldırdılar, sermayenin yeni bir düzeyde yoğunlaşması ve merkezileşmesinin önünü açarak dünya tekellerinin dünya piyasasına hakim olmasını sağladılar. Spekülatif sermaye akımlarının serbestleştirilmesiyle mali sermaye birikimine muazzam bir hız kazandırdılar. 1870’lerin ekonomik krizi nasıl ki serbest rekabetçi kapitalizmden emperyalizme geçmenin basamağı olduysa, 1970’lerin krizi de emperyalist küreselleşme aşamasına geçmenin basamağı oldu. Kapitalist kuşatma altında içerden çürümüş, adı dışında hiçbir sosyalistliği kalmayan devletlerin yıkılarak bir çeşit ilkel sermaye birikimine konu olmaları, Çin gibi devasa bir pazarın kapitalist yağmaya açılması emperyalist küreselleşmeye yeni bir itilim kazandırdı.

İşçi sınıfı açısından da durum benzerdi. Grevler, işgaller, direnişler, konseyler, ayaklanmalar, devrimlereksik olmadı, işçi sınıfının ve müttefiklerinin tarihinde. Burjuvazi her seferinde işçi sınıfı hareketini bastırmayı, onu sistem içinde tutmayı ya da sistem içine yeniden çekmeyi başardı. Burjuvazi bunu yapabildi çünkü ekonomik krizlere, savaşlara, devrimlere rağmen, uzun erimde kapitalizm üretici güçleri geliştirmeye devam edebildi. İşçi sınıfı sürekli büyüdü. Eğitim düzeyi yükseldi. Yürütülen mücadelelerin sonucu işçi sınıfının hayat seviyesi gelişti. Öyle ki, ‘60’lı, 70’li yıllarda gelişmiş kapitalist ülkelerde işçiler, sınıf tarihlerinin en iyi zamanlarını yaşadı. Son 150 yıllık tarihi göz önüne aldığımızda, 1980’lere kadar işçi sınıfı çocuklarının ebeveynlerinden daha iyi bir hayat beklentisi içinde olduğunu görürüz. Keza bir işçi kuşağının bir önceki işçi kuşağından hem eğitim düzeyi, hem de genel olarak yaşam kalitesi bakımından daha ileri olduğunu söyleyebiliriz. Bunda işçi sınıfı mücadelesinin belirleyici olduğu açık. Fakat mesele tek yönden ele alınamaz. Burjuvazinin taviz siyaseti izleyebilmesi, ideolojik rıza üretimi gücünü koruması, kısacası manevra kabiliyeti olmasaydı bambaşka bir durumla karşı karşıya kalabilirdik.

İşte bugün tam da böyle bambaşka bir durumla karşı karşıyayız. Burjuvazinin manevra kabiliyeti dip noktasında. Eskisi gibi, sıkıştığında taviz siyaseti izleyerek rıza üretme koşulları son derece sınırlı. Dünyaya çeki düzen veremiyor. İşlerin düzeleceğine dair umut üretemiyor. İşçi sınıfı çocukları ebeveynlerinden daha eğitimli olmalarına karşın, ilk kez onlardan daha iyi bir hayat yaşayacaklarına dair bir umut beslemiyor. Bugünkü işçi kuşağı bir öncekinden geri koşullara mahkûm ve yarınki kuşak bugünkünün koşullarını arayacak.

Bugüne kadar işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki kavga hangi düzeye ulaşırsa ulaşsın, son tahlilde bu, burjuva toplum biçiminin henüz, bunalımlara kesintiye uğramasına rağmen genişletilmiş yeniden üretimi gerçekleştirmeye devam etme, üretici güçleri geliştirme, kendisini yeniden üretme zeminlerini koruduğu, hakimiyetini sürdürdüğü koşullarda gerçekleşti. İşçi sınıfının en devrimci hamlelere başvurduğu ülkeler için de, henüz kapitalizmin kuşatması altında kalarak sosyalist inşaya girişilen ülkeler için de bu geçerliydi. Böyle olduğu içindir ki, burjuvazi her seferinde en sonunda işçi hareketini bastırmayı, yolundan saptırmayı ve düzen içine çekmeyi başardı.

Doğru, bugün işçi hareketi de dip noktasında. Ama kapitalizm de onu içerme yeteneğinden yoksun. İşçi sınıfı örgütlü olarak en zayıf anlarından birini yaşıyor olabilir. Politik sınıf bilinci dumura uğramış olabilir. Tarihsel hamlelerin, sosyalist inşa deneylerinin yenilgisi zihninde ağır bir ideolojik yüke dönüşmüş olabilir. Bunlar ne kadar gerçekse, işçi sınıfının kapitalizmle artık bir işinin kalmadığı, onun varlığı koşullarında daha iyi bir hayata kavuşamayacağı da bir o kadar ortada. İşçi sınıfı için kapitalizm bitmiştir artık. Bunun henüz bir politik sınıf bilincine, bir ideolojiye dönüşmemiş olması bu gerçeği değiştirmez.

İşçi sınıfı için geçerli olan, burjuvazi için de geçerlidir. Burjuvazi de kendini eskisi gibi üretemiyor. Krizleri aşamıyor. Yeni bir fikir, bir ideoloji yaratamıyor. Burjuva dünyaya hakim olan yalnızca karamsarlık ve umutsuzluktur. Burjuvazi için de kapitalizm bitmiştir artık. Bir zamanlar feodallerin feodalizmi yaşatma gücünden yoksunlaşması gibi, bugün de burjuvazi kapitalizmi üretici güçleri geliştirerek yaşatma gücünden yoksundur. Dahası artık burjuva toplum biçimi üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engeldir.

İşçi sınıfının en zayıf ve burjuvazinin her şeyin hakimi olarak göründüğü bugünkü dünyamızda, nesnel gerçeklik işte böyle bunun tam tersidir. Görünenin arkasındaki gerçek böyle tersyüz durmaktadır. Emperyalist küreselleşmenin yıkıcı sonuçları burjuvazinin de emekçilerin de bilinçlerini bulandırmış, görüş ve yön kaybına yol açmıştır. Örneğin, gelişmiş kapitalist ülkelerde hızla mülksüzleşen orta sınıflar ile ekonomik ve sosyal haklarını yitirmekte olan işçiler arasında korumacı, içe kapanmacı, ırkçı, ulusalcı eğilimler öne geçmektedir. Oysa burjuva ulusallığının üzerinde yükseldiği zemin emperyalist küreselleşme tarafından çekilip alınmıştır. Günümüzdeki burjuva ulusalcılığı geçmiş bilinçtir, geçmişe aittir, maddi zeminden yoksundur, ayakları havadadır. Bu nedenle bir bunalımın, çaresizliğin, imkansızlığın adresi, sığınağıdır.

Yaşanmakta olan kriz burjuva toplum içinde kalınarak aşılamaz, sorunlar bu toplum biçimi içinde, ister çatışma isterse uzlaşma siyasetiyle olsun, çözülemez. İktisadi bakımdan gelişmesinin sınırlarına dayandığıiçin politik manevraları hep kısmi, sınırlı ve kısa vadeli, ideolojik argümanları dayanaksız, somut siyasi ve iktisadi gelişmelerle kısa sürede boşa çıkan karakterde olacaktır. İşte bu nedenle buna burjuva toplum biçimi krizi diyoruz. Ona varoluşsal kriz dememizin nedeni de bu. Kapitalist üretim ilişkileri gelip kendi sınırlarına dayandı. Buradan öteye ilerleyemiyor. İlerleme şansı da yok.

Varoluşsal Krizlerin Tarihsel Serüveni

Bu meselede biraz daha derinleşelim.

Her üretim biçiminin oynadığı tarihsel bir rol var. Bu rol onun varoluş sebebidir. Bu tarihsel rolün oynandığı bir toplumsal maddi zemin, bir sahne vardır. Mevcut üretim biçimi ortaya çıkmış daha ileri üretici güçlerin gelişmesinin önünde engelse, tarihsel varlık hakkını yitirmiş demektir. “Tarihsel varlık hakkını yitirme’’ bir çırpıda gerçekleşmez, bu da bir tarihsel süreçtir. Toplum içi bunalımların bir toplum biçimi krizine dönüştüğü böylesi zamanlarda iç ve dış savaşlar, siyasi kutuplaşmalar, ayaklanmalar ve karşı darbeler, iktisadisiyasiideolojik bunalımlar üst seviyeye çıkar ve süreğen bir hal alır.

İlkel komünal toplum, insanın bir sürü olmaktan çıkarak bir toplum haline gelmesini ifade eder. Onun varoluş sebebi, toplumsal maddi zemini budur. Bu aynı zemin insanın üretim güçlerinin gelişmesine yol açar. İnsanın üretim gücü öyle bir seviyeye ulaşır ki, o günkü gerekli geçim araçlarından daha fazlasını üretebilecek duruma gelir. Ortaya fazla emek zamanı çıkmıştır. İlkel komünal toplum biçimi bu fazla emek zamanını değerlendirme yeteneğinden yoksundur. Fazla emek zamanının ortaya çıkması ve ilkel toplumun onu realize etme olanağından yoksun oluşu onun varoluşsal kriziydi. Fazla emek zamanına el koyma mücadelesi tüm toplumsal ilişkileri, düşünüş biçimlerini altüst etti. İlkel komünal ilişkilerin üzerinde oluştuğu zemin tarumar odu. İnsanların bir bölümü diğerlerini köleleştirerek, onların fazla emek zamanlarını bizzat onların varlıklarına el koyarak gasp etti. Sonuçta klandan daha üst bir toplumsal örgütlenme olan devlet ortaya çıktı.

Temel üretici güç olan insana el koyarak onu özel mülk haline getirmek, köle sahibi küçük bir azınlığın elinde büyük bir zenginliğin birikmesine neden oldu. Kendileri çalışmadan başkalarının emeğine el koyarak yaşamak, aynı zamanda kölelerin serbest (boş) zamanına da el koymak anlamına geliyordu. Bu birikmiş serbest zaman sayesinde kültür, sanat, bilim, din, felsefe alanında üretim için gerekli zaman yaratılmış oldu. Köleci ya da asyatik devlet bu zemin üzerinde yükseldi. Kaçınılmaz olarak köle isyanları patladı. Köle olmayı reddeden ama saldırılara karşı koyma gücünden yoksun olan köylüler, daha büyük toprak sahiplerinin yanına sığınarak onların koruması altına girmeyi tercih ettiler. Bu yarıkölelere dayalı üretimin kölelere dayalı olandan daha verimli olduğu ortaya çıktıkça, insanları köleleştirmek yerine, onları toprağa ve efendiye bağımlı yarıköle olarak çalıştırmak tarihsel bir eğilim halini geldi. Köleci toplumun varoluş zemini yıkılmıştı. Bu zemine saplanıp kalan görkemli köleci devletler, örneğin Roma, ilkelbarbar kabilelerin darbelerine direnemeyerek yok olup gittiler.

Buna karşın asyatik devletler varoluşsal krize çok daha sonra yakalandılar. Bunun başlıca nedeni özel mülkiyet ilişkilerinin farklı gelişmesiydi. Köleci toplumlar komünalortak toprak mülkiyetinin parçalanarak özel mülkiyete dönüşmesi zemininde oluştu. Oysa asyatik toplumlarda, toprak parçalanmadan yönetici sınıf katmanlarının önce kullanım hakkına, sonra da özel mülkiyetine geçti.

Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkması ile feodal toplum biçimi varoluşsal krize sürüklendi. Krize sürükleyen de bizzat feodallerin kendisi oldu. Ticaret yollarına hakimiyet kavgası merkezi devleti öne çıkardı. Merkezi devlet, merkezi ordu, vergilerin merkezileşmesi, feodallerin gücünün kral lehine zayıflatılması demekti. Merkezi devletin güçlenmesi iç ticaretin engelsiz yapılmasını, merkezi devlet sınırlarının esas alınmasını, bu sınırlar içinde yaşayanların krala tabi olmasını gerektiriyordu. Diğer devletlere karşı kralın etrafında yaratılan bu birlik, ulusal devletin de ulusun da oluşmasının zeminini meydana getirdi ve feodaller kendi elleriyle bunu burjuvaziye sundu.

Toprak mülkiyeti üzerinden servet biriktirme, yerini ticaret üzerinden servet biriktirmeye bırakmıştı. Bu eğilim meta ticaretinin gelişmesine ve yaygınlaşmasına ve tam da bunun ürünü olarak burjuva sınıfın palazlanmasına yol açtı. Toprak yerine para servetin kaynağı olunca, feodalizmin varoluşsal krize saplanması kaçınılmazdı. Bizzat feodaller daha fazla para kazanmak için topraklarını burjuvalara kiralamaya başladı. Serfler bağımlı oldukları topraklardan kovuldu. Milyonlarca köylü işsiz, aç ve sefil halde şehirlere akın etti. Serbest ticaret geliştikçe küçük sanayi ve ticaret birlikleri dağıldı, bunlar da işsiz ustalar olarak serseriler ve dilenciler kervanına katıldı. Feodaller kendi elleriyle kendi varlık temellerini yıkmıştı. Feodal toplum biçimi artık devam ettirilemezdi. Bu toplumun egemen sınıfı, bizzat feodaller köylüleri kovmuş, parasal servet biriktirmek için toprakları kiraya açmıştı. Kendileri feodal kalsa da, serfin fazla emek zamanına el koymaya dayalı feodal üretim ilişkileri tarumar oluyordu. Feodal ilişkilerin diğer yanını oluşturan serfler için de, feodallerin koruması altındaki küçük köylü ve tüccarlar için de feodal toplum biçiminin gereği kalmamıştı. Bunlar kapsam alanı dışına itilmişti.

Böyle koşullar altında feodallerin politik hakimiyetlerini eskisi gibi sürdürmeleri olanaksızdı. Soyluluğa da dine de inanç sarsılmaktaydı. İktisadi, politik ve ideolojik bunalım birkaç yüzyıl boyunca feodalizmi sarstı. Sırtlarından çok büyük bir yük atılmışçasına toplumda büyük bir kaynaşma, kültürel, düşünsel, siyasi devrimci dinamizm oluştu.

Servet birikiminin şimdi asıl kaynağı olan sermaye burjuvazinin elindeydi ve feodallerin kapsama alanının dışına itilmiş yığınlar sermayenin kumandası altındaki proletarya olarak burjuvazinin kapsam alanına girmişti. Feodalizm artık tarihsel varoluş nedenini yitirmişti, yıkılıp gidecekti, yıkılıp gitti.

“Yıkılıp gitme’’ hali iki biçimde gerçekleşti. Birincisi Fransa’da olduğu gibi siyasal devrim yolundan, ikincisi İtalya’da, İngiltere’de olduğu gibi feodallerin giderek burjuvalaşması ile. Bu ikincilerde de pek çok devrimci ayaklanma oldu, ama siyasal iktidar bir süre feodallerde kalmaya devam etti. Her halükarda devrim üretim ilişkilerindedir. Feodal toplum biçimi gelişmekte olan burjuva üretim ilişkilerinin önünde engel oldukça bir kenara itildi.

Burjuva Toplum Biçiminin Varoluşsal Nedeni

Feodal bağlardan kopmuş üretim ve geçim sahibi olmayan özgür işçinin ortaya çıkması sermayenin tarihsel varoluş koşuludur.[1] Bu olmadan meta ve para dolaşımı sermaye birikimi yaratmaz. Sermaye birikiminin gerçekleşebilmesi için işçinin fazla emek zamanına kapitalist tarafından el konulması gerekir. Meta ve para dolaşımı bu fazla emek zamanını ele geçirme aracıdır. Meta ve para halindeki sermaye ancak emekgücü ile buluştuğunda, ancak bu koşulla artıdeğer üretimi gerçekleştirilebilir. emekgücü de ancak sermayenin kumandası altına girdiğinde geçim araçlarına ulaşabilir, çünkü işçinin emekgücü dışında satacak başka bir şeyi yoktur. Onu satamadığında tek geçim kaynağı olan ücretten de yoksun kalır.

Sermaye girdiği her yerde, eski üretim ilişkilerini çözerek onları kendine bağımlı hale getirir, ardından da onları yok eder. En sonunda sermaye kendisinden başka üretim ilişkisi bırakmaz, üretim araçları üzerindeki her türlü mülkiyeti sermayeye ve her türlü emeği ücretli emeğe dönüştürmek sermayenin başlıca eğilimlerinden biridir.

Ücretli emek ve sermaye birbirlerinin varlık koşuludur. Birbirlerini üretirler. Ücretli emek ve sermaye iki zıt kutbun çelişkili birliğidir. Buna karşın ortalama her 8-10 yılda bir sermaye ve emeğin birbirini üreten bu birliği krize girer. Yeniden artıdeğer üretmek üzere üretime yatırılması gereken sermaye, kar oranının düşmesi nedeniyle elde kalır. Aşırı sermaye fazlası gerçekleşir. Aşırı sermaye fazlası kaçınılmaz olarak aşırı emek fazlasına yol açar. Çünkü sermaye üretime yatırılmayınca yedek sanayi ordusu gereğinden fazla büyür, işsizlik tavan yapar. Kapitalistin elinde sermaye vardır ama yatıramaz, işçinin elinde satışa hazır emekgücü vardır ama satamaz. Böyle zamanlarda sermaye ve emek birbirlerini üretemez olur, sermaye ve emek birbirlerinin varlık koşulu olmaktan çıkar.

Bu geçicidir. Meta ve para halindeki sermaye emekgücü ile buluşamayıp elde kalınca, sermayenin de emekgücünün de değer yitirmesi kaçınılmazdır. Metasermayenin fiyatı, parasermayenin faizi düşer. Daha kestirme bir ifadeyle, sermaye ucuzlar. Aşırı işsizlik nedeniyle emekgücünün fiyatı inmiştir. Bu koşullar altında kar oranları yatırım yapılabilir seviyeye çıkar, sermaye yeniden üretime yönelir. Kriz aşılır.

Sermaye her krizden daha yoğunlaşmış ve merkezileşmiş olarak çıkar. Krizden sonraki her yükselişte burjuva üretim ilişkilerinin alanı biraz daha genişler, işçi sayısı biraz daha artar.

Sermayenin bir diğer içsel eğilimi dünya piyasasını yaratmaktır.[2] Sermaye birikimi arttıkça sermayenin dünyaya yayılma hızı artar. Bu, iç pazarın genişleme imkanını tüketmesinin ardından dış pazara açılma biçiminde olmaz, henüz içerde genişleme imkanı olsa da dışarıda kar oranı daha yüksekse, sermaye oraya meyleder.

Sermaye üretim süreci iki aşamadan geçer. İlki artıdeğer üretim aşamasıdır. Patron işçiyi sömürür, fazla emek zamanına el koyar. Bu fazla emek zamanı üretilen metada artıdeğer olarak somutlanır. Artıdeğer metaürün biçimindedir. Onun kara dönüşmesi için paraya çevrilmesi, satılması gerekir. Bu ikinci aşamadır.

Bu ikinci aşamada sermayenin sömürüsü ile elde edilen artıdeğerler piyasa denilen çanakta toplanır. Kapitalistler artı kar elde etmek için birbirleriyle yarışırlar. Üretim alanında patronlar işçiyi sömürür. Piyasada ise patronlar birbirlerini soyar.

Bir metanın değeri, üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek zamanı tarafından belirlenir. Emekyoğun sermayeler piyasaya birim meta başına daha çok artıdeğer sunar. Teknolojiyoğun sermayeler piyasaya daha az artıdeğer sürer, çünkü bunların ürettiği birim metada diğerlerine kıyasla daha az emekgücü vardır. Metanın değeri ortalama toplumsal emek zamanı üzerinden oluştuğuna göre, üretim değeri ortalama emek zamanının altında olan da metasını ortalama emek zamanında üretmiş gibi, yani üretim değerinin üstünde satar. Teknolojik olarak geri emekyoğun sermayeler ile üretilen metaların üretim değeri ortalama değerin üzerindedir ama onlar da zorunlu olarak piyasada ortalama değere iner. Bir başka deyişle teknolojik olarak ileri metalar değerlerinin üstünde, geri olanlar değerlerinin altında satılırlar. Daha yüksek teknik donanıma sahip olan sermayeler daha düşük olanların ürettikleri artıdeğerin bir bölümünü böylece onlardan çekip alırlar.

Bir metanın değeri üç kısımdan oluşur: değişmeyen sermaye + değişir sermaye (emekgücüne ödenen) + artıdeğer. Ortalama toplumsal emek zamanı ile üretilen bir meta satıldığında, artıdeğer kara dönüşür. Metanın ortalama toplumsal üretim değeri belli olduğuna göre, artıdeğer oranının da sabit olduğunu varsayarsak, artı kar elde etmek için biricik yol, birim başına metada emekgücüne ödenen fiyatı düşürmektir. Diğer kapitalistlere kıyasla işçiyi daha çok ve daha ucuza çalıştıran kapitalist metasını daha ucuza üretir ama ortalama değerden satacağı için artı kar elde eder. Fakat bilimin üretime uygulanması sayesinde birim başına meta üretimi için gerekli olan emekgücünü aşağı çekmekle çok daha yüksek artı kar elde etmek mümkündür. Bilimin üretime daha yoğun uygulanmasıyla gerekli olan emekgücünü aşağı çekmek emeğin toplumsal üretim gücünün artırılması anlamına gelir.[3] Böyle olduğu için de birim başına metanın üretim maliyetini sürekli daha aşağı çekmek, bunun için de emeğin toplumsal üretim gücünü sürekli artırmak[4], üretimde sürekli devrim yapmak sermayenin varoluşsal temeli ve tarihsel varlık nedenidir.[5]

Bu varoluşsal temeli oluşturan itici güç artı kar elde etme hırsıdır.

Bu hırs sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasını tetikler. Teknolojiye yatırım, daha baştan diğerlerine kıyasla daha büyük bir sermaye kitlesini gerektirir. Küçük sermayeler iflas eder ya da büyüklere katılır. Büyükler rekabette üstünlük sağlamak için birleşir. Bu da, önce ulusal tekellerin doğmasına, ardından da bunların birer dünya tekeline dönüşmesine neden olur.

Sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için her halükarda fethedilmeye hazır bir pazarın olması gerekir. Henüz kapitalist olmayan alanlar ve diğer kapitalist işletmeler her kapitalistin gözünde fethedilmeye hazır alanlardır. Tekelci sermaye bu fetih savaşına hız katar. Kapitalizm dünyanın her yanına hızla yayılır, küçük ve orta kapitalistler arasında iflaslar artar. Giderek başlangıç sermayesi için gerekli miktar büyür. Küçük ve orta sermayenin bağımsız varlık imkanı ortadan kalkar ve bunlar büyük sermayeye bağımlı hale gelir. Öyle bir an gelir ki, dünyada kapitalist olmayan alan kalmaz ve küçükorta kapitalistlerin zaten daralmış olan alanını ele geçirmek büyük sermayenin genişleme ihtiyacını karşılamaz olur. Sermaye o denli büyümüştür ki, pazarın genişleme potansiyeli sermayenin gereksindiğinin altında kalır. Bilimi teknolojiye uygulamakla artı kar elde etme imkanı azalmıştır. Pazar sermayenin büyüklüğüne (tekelleşme düzeyine) kıyasla genişlemesinin sınırlarına dayanmıştır. Ulusal pazarın yanı sıra dünya pazarına tekeller hakim olduğunda, artı kar elde etme imkanı daralır. Çünkü artı kar, büyük sermaye grupları ile daha küçükleri arasındaki ve gelişmiş kapitalist ülkelerle daha geri kapitalist ülkeler arasındaki üretim değerleri farkından doğar. Bu farktan dolayı daha büyük sermayeler daha küçükleri, daha gelişmiş kapitalist ülkeler daha geri olanları soyar. Tekelleşme nedeniyle küçüklerin sayısı azalınca ve dünya piyasası dünya tekellerinin hakimiyetine geçince, üretici güçleri geliştirmek yoluyla soyguna çıkma olanağı daralır. Sermaye kendi yoluna kendisi barikat kurar. Sermaye kendi varoluşsal temelini üretemez hale gelir. Onun tarihsel varlık nedeni olan emeğin toplumsal üretim güçlerini geliştirmesi, bilimin teknolojiye uygulanması, yani üretimde sürekli devrim gerçekleşmez olur. Sermaye emeğin toplumsal üretim güçlerini geliştirmek yerine, onun önüne engel olarak dikilir. Bu onun varoluşsal krizinin nesnel temelidir.

Böyle oldu diye sermaye artı kardan vazgeçmez. Emeğin toplumsal üretim güçlerini geliştiremediğinde, bu kez artı kara ulaşmak için emekgücünün fiyatını aşağı çekmeye çalışır. İşçiyi daha çok ve daha ucuza çalıştırarak artı kar elde etme yarışına tutuşur. Dün bilimi teknolojiye uygulama imkanı nerede gelişkinse üretim sermayesi orada yoğunlaşıyordu, şimdi ucuz işgücü neredeyse oraya akar. Tarihsel olarak bu tersine gidiş, onun tarihsel varlık nedenini ortadan kaldırır.

Tekeller artı kara sadece bu yoldan ulaşmaz. Sermaye birikiminin iki yolu vardır. Birincisi artıdeğer üretmek, ikincisi birikmiş, başkalarınca üretilmiş artıdeğeri mali araçlarla gasp etmektir. Kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasında birincisi, yani artıdeğer üretimi belirleyiciydi. Emperyalizm aşamasında mali araçlarla birikim önem kazandı, fakat birincisi hala egemendi. Emperyalist küreselleşme döneminde mali araçlarla birikim hızlanmaya ve birincisine egemen olmaya başladı. Bu, sermayenin çürümesinden başka bir anlama gelmez. Bu yoldan birikimin sınırı nihayet zaten üretilmiş artıdeğerdir. Eğer burada bir yavaşlama varsa, mali araçlarla mevcut olanı gasp etmenin olanağı bir yerden sonra zayıflar.

Ucuz işçilik ve mali araçlarla soygun artı kar elde etmenin başlıca iki yolu olunca, işsizlik ve sefalet çığ gibi büyür, ara katmanlardaki erime hızlanır, sınıflar arasındaki eşitsizlik devasa boyutlara ulaşır, kültürel ve ahlaki çürüme derinleşir, umutsuzluk ve çaresizlik egemen duygu ve bilinç biçimi haline gelir.

Küçük Ve Büyük Döngü Krizleri

8-10 yıllık klasik döngü krizlerinin dışında klasik krizlerden daha sarsıcı olan ve daha uzun süren büyük döngü krizleri ortaya çıkmıştır. 1876, 1930, 1974, 2008 bu tip krizlerdendir. Sonuncusu bir yana, etkileri beşon yıl sürmüştür. Klasik döngü krizlerinde sermayenin üzerinde hareket ettiği ve içinde oluştuğu koşullarda esaslı bir değişiklik gerçekleşmez. Sermaye kendi varlık koşulunu kendisi üretmeye devam eder. Büyük döngü krizlerinde ise böyle değildir. Sermaye mevcut koşullar içinde kendisini eskisi gibi üretemez olur. Kriz ancak bu mevcut koşulların değiştirilmesiyle aşılır.

1876 krizi serbest rekabetçi kapitalizm şartlarının artık geçerliliğini yitirdiğini ve tekelci kapitalizmin doğum sancılarını işaret ediyordu. Bu kriz ancak dünyanın kapitalist olmayan alanlarının kapitalist ülkelerce sömürgeleştirilmesiyle aşılabildi. Serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme, emperyalizme dönüşmesiydi bu. 1876’dan önce de pek çok kriz ortaya çıkmıştı. Bunların hepsi serbest rekabetçi kapitalizm koşulları içinde aşıldı. Oysa bu son kriz mevcut koşullar altında aşılamazdı, koşulların değişmesi gerekiyordu ve öyle oldu.

1930’daki kriz, 1876 krizi sonrasında oluşan koşulların bunalımıydı. Sermaye ihracına dayalı tekelci kapitalizm tıkanmıştı. Tekelci kapitalizm kendi iç dinamiğiyle krizi aşma gücünden yoksundu. Burjuva devlet imdada çağrıldı. O güne kadar burjuva devlet, burjuva sınıfın kolektif yönetim aygıtı, sermayenin kaldıracı işlevi görüyordu. Onun ekonomiye müdahale etmemesi gerektiği bir burjuva ideolojik dogmaydı. SSCB’nin krize yakalanmaması, sosyalist devletin planlı ekonomisinin başarıları bu dogmayı darmaduman etti. Burjuvazi sınıf çıkarları gereği ideolojik dogmayı bir kenara attı. Burjuva devlet kolektif bir sermaye gücü olarak sahaya indi. Tekelci devlet kapitalizmi tekelci kapitalizmi krizden çıkardı. 1950’lerden sonra bu çok daha belirgin hale geldi. Sosyalist devleri kuşatma altında tutarak onları yıkıma sürüklemek burjuva cephenin başlıca hedefiydi. Ulusal kurtuluş mücadeleleri, halkçı demokratik devrimler ve sosyalist devletler kapitalist dünya pazarını bir hayli daralttı. Buna karşılık, kapitalist devletler kendi aralarındaki rekabeti ikinci plana itti ve kendi iç pazarlarını genişletti. 1876’dan sonra nasıl ki sermaye fazlasını dışarı ihraç ederek krizi aştılarsa, bu kez de sermaye fazlasının önemli bölümünü gelişmiş kapitalist ülkelerde değerlendirerek, iç pazarlarını büyüterek aştılar. Bu dönemde kapitalist dünya pazarı coğrafi olarak daralsa da, sermaye birikimi büyük bir hız kazandı.

1974 krizi bu sürecin sonunu ilan ediyordu. Sermaye birikimi bir kez daha tıkanmıştı. ’74 krizi 1876 krizini andırıyordu. 1876’da büyük bir yıkım yoktu, ama kapitalistler sermaye fazlalarını iç pazarda değerlendirmekte isteksizdi, çünkü kar oranları düşmüştü. Oluşmakta olan tekellerin büyüyen kar hırsı onları yeni pazarlar aramaya sevk ediyordu. ’74 krizi de bir ölçüde benzerdi. 19451970 arasında sermaye birikimi hızlandı. Ulusal tekeller birer dünya tekeline dönüşmeye başladı. Kapitalist dünya pazarı bu dünya tekellerine dar geliyordu. Her şeyden önce, burjuva devlet kapitalist pazarda önemli bir yer işgal ediyordu. Şimdi artık, devlet sermaye birikiminin önünde bir engeldi. Özel sermaye tekellerini iç pazarda sınırlayan bu engel kaldırılmalıydı. Diğer yandan gümrük duvarları ve sermayenin dolaşımını sınırlayan ulusal mevzuatlar sermaye fazlasının hızla dolaşmasını, ihraç edilmesini sınırlıyordu. Birbirine bağlanmış iç pazarların toplamından oluşan bir dünya pazarı, yerini bütünleşik bir dünya pazarına bırakmalıydı.

’74 krizinden emperyalist küreselleşme doğdu.

2007-08 krizi emperyalist küreselleşmenin birikmiş çelişkilerinin dışa vurmasıydı. Bu kriz önceki büyük döngü krizlerinden farklıydı.

Dünya tekellerinde sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi öylesi boyutlara ulaşmıştı ki, bunların iflas etmesi kapitalist ekonomiyi allak bullak eder, devletleri yere sererdi. Buna izin verilemezdi. Devlet bütçesinden ayrılan kaynaklarla bunlar kurtarıldı.

Oysa her krizin temel özelliği sermaye kırımı yoluyla yatırım sermayesinin ucuzlaması, böylece yeni sermaye filizleri yoluyla yatırımın ve onunla birlikte talebin canlanmasıdır. Krize yuvarlanmış tekellerin iflasına izin verilmemesi, sermayenin değer yitirmesini, dolayısıyla yeni yatırımın ve talebin canlanmasını engeller. Ayrıca kronik işsizlik ve kriz nedeniyle ücretlerin daha da düşmesi talebi azaltır. Bu aynı koşullar kronik sermaye fazlası[6] ve kronik işsizliği büyütür. Yatırıma dönmeyen büyük miktarda sermaye mali araçlara daha çok akar. Bunun kaçınılmaz sonucu, ara katmanlardaki mülksüzleşmenin daha da hızlanması, sınıflar arasındaki eşitsizliğin akıl almaz boyutlara ulaşması, sefaletin ve çürümenin dünyanın her yanını sarmasıdır.

Burjuva toplum biçimi koşullarında krizi aşma olanakları bizzat sermaye tarafından tüketilmiştir. Sermeyenin aşırı yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle üretken niteliğini daha çok yitirmesi[7] ve mali soyguna daha çok yönelmesi, buna karşın büyüyen proletaryanın giderek büyüyen bir bölümünün emekgücünü satacak yer bulamaması, sermaye ile emekgücünü birbirinden daha çok koparmış, birbirini üretme olanaklarını zayıflatmış ve birbirine daha çok yabancılaştırmıştır. Sermayenin üretken niteliğinden artan kopuşu, onu emeğin toplumsal üretim güçlerinin gelişmesinin önünde giderek daha büyük bir engel haline getirmektedir.[8]

Sermaye üretken niteliğinden koptukça artı kar için üretmek yerine yağmalamak onun baskın karakteri oldu. Artıdeğer üretmek yerine, birikmiş artıdeğeri, emekçilerin birikim fonlarını mali araçlarla, spekülatif sermayeyle yağmalamaya girişti. Üretici güçleri geliştirmek yoluyla gerekli emeği aşağıya çekerek artı emeği artırmak yerine, çalışma zamanını artırarak ve gerçek ücretleri düşürerek emeği yağmaya girişti. Böylece sermaye kendi ilkel birikim çağına, vahşi ve barbarlık çağına rücu etti. Doğa da, bir üretim aracı olmanın ötesinde, sermayeye bir yağma nesnesi olarak görünüyor artık. Su, orman, toprak ve canlı doğa talan ediliyor. Kadın emeğinin çok daha yaygın biçimde sömürü alanına çekilmesi bir yana, kadın cinselliği sermayenin yağmasına her zamankinden çok konu oluyor. Sermaye her bakımdan ve her şeyi ile yalnızca gericilik üretir hale geldi.

Yeni Toplumun Maddi Teknik Temeli

Varoluşsal kriz bir iktisadi kriz biçimi değildir. O, tarihsel varlık nedeni yitirmiş bir üretim tarzının, bu üretim tarzına tekabül eden toplum biçiminin krizidir. Varoluşsal kriz, iktisadi, siyasi, ideolojik krizin bütünüdür. Bu kriz, içinde oluştuğu koşullar altında aşılamaz, bir başka deyişle burjuva toplum kendi iç dinamikleriyle bu krizi aşma yeteneğinde değildir artık. Bu ancak bir “dış” gücün mevcut koşulları ortadan kaldırarak, yerine yeni koşulları koymasıyla, yani eski toplum biçiminin yerine yenisini geçirerek aşılabilir.

Hiçbir toplum biçimi kendi kendini ortadan kaldırmaz. Varoluşsal krize saplanmış her toplum biçimini ortadan kaldıran “dış güç” o günkü dünyanın ürünüdür. Kapitalizmden önceki toplumlarda yeni üretim ilişkileri mevcut toplumun, o günkü dünyanın içinden çıktı. Eski toplum ortadan kalkmadan önce, onun yanı sıra yeni toplum biçimi filiz verdi. İlkel komünal toplum içinden köleci toplum, onun içinden feodalizm, onun da bağrından kapitalizm doğdu.

Kapitalizmde ise durum farklıdır. “Kapitalist üretimin gerçek engeli sermayenin kendisidir.”[9] Sermeye kendisi dışındaki tüm özel mülkiyet biçimlerini ortadan kaldırır. Üretim araçlarını toplumsal üretim araçlarına, bireysel emeği toplumsal emeğe dönüştürür. Böyle olduğu için üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayalı yeni bir üretim tarzı burjuva toplum biçimi içinden yeşeremez. Varoluş krizine saplanmış olan sermayenin ortadan kaldırılması yeni bir üretim tarzının burjuva toplum içinden filizlenmesi ile gerçekleşmez. Yeni bir toplum biçimine geçmek için sermayenin ortadan kaldırılması gerekir. Üretim ilişkilerinde devrim için öncelikle sermayenin politik iktidarının yıkılması zorunludur. Bu politik iktidar ele geçirildiğinde de, eski üretim biçiminin ortadan kaldırılması ekonomik yoldan değil, siyasal yoldan gerçekleşir. Toplum sermayeye el koyarak toplumsallaştırır, toplumsal üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak onları toplumsal mülkiyet altına alır. Yeni üretim tarzına ancak bu koşulla geçilebilir.

Yeni bir toplum biçiminin madditeknik temelini sermaye bizzat kendi eliyle hazırlar. Sermaye özel mülkiyeti bizzat kendisi kaldırır, büyük balıklar küçükleri yutar, en sonunda geriye dünya pazarına hakim birkaç yüz tekel kalır. Şimdi sıra onları mülksüzleştirmeye gelir. Onları mülksüzleştirecek olanları da sermaye kendi eliyle üretir. Ara tabakaları eriterek, bütün emekçileri ücretli emekçiye (çalışan ya da işsiz) dönüştürerek, sermaye kendi karşına kendisini yıkacak devasa bir ordu diker.[10]

Kapitalizm içinde yeni bir üretim ilişkisi ortaya çıkmayacağına göre, sermayeyi ortadan kaldıracak kuvvet oluşmuş yeni bir üretim ilişkisinin unsuru olamayacağına göre, bu ordu (proletarya) sermayeyi yıkacak bir “dış güç” haline ancak siyasi bir ordu olarak gelebilir. Siyasal bir ordu olarak örgütlenen işçi sınıfı ve ezilenler, burjuva devleti yıkarak iktidarı ele geçirir ve sermayeyi toplumsal mülkiyet altına alırlar. Kapitalizmin varoluşsal kriz ancak bu yoldan aşılabilir.

Sonuç

Üretici güçlerin serbest, engelsiz ve evrensel gelişimi sermayenin ve dolayısıyla burjuva toplumun varlık koşuludur. Sermaye üretici güçlerin evrensel gelişmesi yönünde çaba sarf eder. Sermayeye içkin ama aynı zamanda onu çözülüşe sürükleyen eğilimdir bu. Bu eğilim sermayeyi önceki bütün üretim tarzlarından ayırır. Eski temel üzerinde yeni üretici güçlerin gelişmesi mevcut temeli de geliştiriyor, ama bu aynı zamanda mevcut üretim tazının o temele gömülmesine neden oluyordu. Örneğin, feodal düzeni kent sanayisi, ticaret, modern tarım (hatta barut, baskı makinesi gibi bazı buluşlar) öldürmüştür.[11] Servetin, aynı anlama gelmek üzere üretici güçlerin gelişmesiyle topluluğun dayandığı ekonomik koşullar çözülür. Toplumu oluşturan bileşenlerin siyasal ilişkileri de, egemen toplumsal bilinç biçimleri de bu ekonomik koşullara koşut olarak oluşur ve gelişir. Ekonomik ilişkilerdeki çözülmeyle birlikte, bu ilişkilere koşut olarak vücut bulan siyasal ilişkiler ve ideoloji de çözülmeye başlar. Bu ekonomik koşullarda şekillenmiş bireylerin karakteri, anlayışları da çözülmeye ve yeni biçimde oluşmaya başlar. Düşüncel bakımdan, belirli bir bilinç biçiminin dağılması, bütün bir çağı öldürmeye yetiyordu.[12] İnsanın üretken güçlerinin düşünsel ve pratik zenginleşmesinin ifadesi olan bilimin gelişmesi önceki toplumlar üzerinde, bilhassa feodal düzende, tam da böyle bir etki yapmıştır. Yeni üretici güçler, yeni üretim ilişkileri, yeni insanlar ve onların yeni karakter, anlayış ve bilinç biçimleri eski toplumun temelini geliştirir, değiştirir ve en sonunda çözerek yeni ekonomik koşulları ve ona koşut olarak yeni siyasal ilişkileri ve ideolojik biçimleri egemen kılar. Eski toplum dağılır, yeni gelişme yeni temel üzerinde olur.

Diğer toplumlardan farklı olarak sermaye üretimine dayalı burjuva toplumda, üretici güçlerin geliştirilmesi sermayenin varlık koşuludur. “Sermaye, servetin üretimini ve dolayısıyla da üretken güçlerin evrensel gelişmesini, var olan önkoşullarının sürekli altüst edilmesini, kendi yenidenüretiminin önkoşulu olarak koyar… toplumsal üretken güçlerin, ulaştırmanın, bilginin vb. gelişmesinin her düzeyi, yalnızca, aşmaya çalıştığı sınırlar olarak görünür.”[13]

Sermaye birikimi için bu zorunlu bir süreçtir. Kapitalistin işçiden kiraladığı bir işgününe tekabül eden emekgücü iki kısma ayrılır. Birincisi işçiye ödenen ücrette karşılık gelen gerekli emek, ikincisi kapitalist sınıfın piyasada paylaştığı artı emek. Gerekli emeği sürekli daha aşağı çekerek artı emeğin payını artırmak sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin zorunlu koşuludur. Onun üretici güçleri geliştirmesinin nedeni budur. Fakat üretici güçleri geliştirerek gerekli emeği düşürmenin bir sınırı vardır. Gerekli emek sıfıra indiğinde artı emek de sıfıra iner. Bu durumda artıdeğer ve kar sıfır olur. Sermayenin amacı üretici güçlerin evrensel gelişimi değil, artı kar elde etmektir. Üretici güçleri artı kara uzanmak için geliştirir. Bu yoldan yeterince artı kar elde edemeyeceğini gördüğünde üretici güçleri geliştirme hevesi kırılır, önce duraklamaya, sendelemeye ve sonra çözülmeye başlar. Ekonomik temeldeki bu çözülmeye koşut olarak siyasal ilişkiler, egemen toplumsal bilinç biçimleri, yani ideoloji, bireylerin karakter ve anlayışları da çözülür. Bizzat burjuvazi siyasal kafa karışıklığına düşer ve ideolojik dağılma yaşar. Her kafadan bir ses çıkar. Çözümsüzlük, hegemonya kaybı, belirsizlik, strateji kırılması vb.’den oluşan kolaj (kesyapıştır) burjuvazinin siyasi dünyasının gerçeği haline gelir. Devletin ideolojik aygıtları işlemez olur. İnsanları peşinden sürükleyen yeni burjuva fikirler üretilemez.

Bir kez daha ifade etmek gerekirse, sermaye yeni toplumun maddi güçlerini kendi eliyle yaratır, ama bu güçlerin serbest gelişimi için sermayenin ortadan kaldırılması gerekir. Dolayısıyla, bu doğrudan siyasal bir eylemdir. Sermayenin ürettiği geleceğin maddi güçleri yeni toplumu önce ve ancak zihinde tasarlayabilir, ve bu tasarım üretici güçlerin gelişiminin evrensel niteliği nedeniyle evrensel bir tasarım olabilir. Tasarımın birinci maddesi, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki sermaye engelini kaldırmaktır. Bu gerçekleştikten, yani kar üretimin amacı olmaktan çıkartıldıktan sonra, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engel kaldırılmış olur. Bu durumda üretim sürecinde gerekli emekgücünün sıfıra indirilmesi için bir engel kalmaz.

Üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayalı bütün toplumların ortak özelliği fazla emek zamanına el koyarak servet biriktirmek, onları birbirinden ayıran ise bu biriktirmenin ya da sömürünün farklı biçimleridir. Bu toplumlarda servetin kaynağı karşılığı ödenmemiş fazla emek zamanıdır. Kapitalizm bu toplumların sonuncusudur. Komünizmde servetin kaynağı fazla emek zamanı değil, serbest, yararlanılabilir zamandır.[14]

Dipnotlar

[1] “Yalnız başına meta ve para dolaşımı, sermayenin varoluş koşullarının ortaya çıkmasına kesinlikle yetmez. Sermaye ancak üretim ve geçim sahibinin özgür işçiyi piyasada kendi emekgücünün satıcısı olarak karşısında bulduğu durumda doğar ve bu tek tarihsel koşul bir dünya tarihini kapsar. Sermaye, bundan ötürü, başından itibaren, toplumsal üretim sürecinin yeni bir çağını ilan eder.” (Marx, Kapital Cilt 1, s. 172, Yordam Kitap)

[2] “Sürekli genişleyen sürüm ihtiyacını karşılamak için burjuvazi, yeryuvarlağının bütününe el atmakta. Her yerde yerleşmesi, her yerde yapılaşması, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor.” (MarxEngels, Komünist Manifesto, www.marxists.org)

[3] “Toplumsal emeğin üretici güçlerinin geliştirilmesi, sermayenin tarihsel görevi ve meşruiyet kaynağıdır.” (Marx, Kapital Cilt 3, s. 263, Yordam Kitap)

[4] “Metaya giren toplam emek miktarındaki bu azalma, üretimin hangi toplumsal koşullar altında gerçekleştirildiğinden bağımsız olarak, emeğin üretici gücündeki artışın temel ayırıcı özelliği olarak görünür.” (Marx, age, s. 265)

[5] “Üretim araçlarında, dolayısıyla üretim ilişkilerinde ve dolayısıyla tüm toplumsal ilişkilerde sürekli devrim yapmaksızın burjuvazi var olamaz. Buna karşılık, eski üretim tarzının değişmeksizin korunması da tüm eski sanayi sınıfl arının ilk varoluş koşuluydu. Üretimde sürekli dönüşüm, tüm toplumsal kesimlerin aralıksız sarsıntıya uğratılması, sonsuz güvensizlik ve hareket, burjuva döneminin tüm ötekilerden ayırt edici niteliğidir.” (MarxEngels, Komünist Manifesto, www. marxists.org)

[6] “Sermaye fazlalığı denen şey, her zaman, öz olarak, kar oranındaki düşüşü kütlesi ile telafi edemeyen sermayenin fazlalığıyla… Ya da kendi başlarına hareket etme yeteneğine sahip olmayan bu sermayeleri kredi biçiminde büyük iş dallarının yöneticilerinin ellerine veren sermaye fazlalığıyla ilgilidir. Bu sermaye fazlalığı, göreli aşırı nüfusa da yol açan aynı koşullar nedeniyle ortaya çıkar ve bu nedenle, bu ikisi karşı kutuplarda yer almasına karşın (bir tarafta kullanılmayan sermaye ve diğer tarafta kullanılmayan işçi nüfusu), göreli aşırı nüfusu tanımlayan bir görüngüdür.” (Marx, Kapital Cilt 3, s. 255, Yordam Kitap)

[7] “Sermaye oluşumu, tümüyle, kar oranını kar kütlesi ile telafi edebilen az sayıdaki bazı bazı yerleşik büyük sermayelerin eline düşecek olsa, üretimin canlandırıcı ateşi tümüyle sönerdi. Bu ateş ölürdü.” (Marx, age, s. 263)

[8] Kapitalist üretim tarzının “tarihsel görevi, insan emeğinin üretkenliğinin, sınırsızca, geometrik olarak artmasını sağlamaktır… Üretkenliğin gelişiminin önündeki bir engele dönüşür dönüşmez, bu göreve ihanet etmiş olur. Böylece, yaşlılık belirtileri göstermekte ve giderek daha da köhneleşmekte olduğunu yeniden kanıtlar.” (Marx, age, s. 266)

[9] Marx, age, s. 254

[10] “Her bir kapitalist, birçok kapitalistin başını yer. Bu merkezileşme ya da az sayıdaki kapitalistin çok sayıda kapitalisti mülksüzleştirmesi ile birlikte… bütün üretim araçlarında, birleşik, toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmaları yoluyla tasarruf sağlanması, bütün ulusların dünya piyasası ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, giderek büyük ölçeklerde gelişir. Bu dönüşüm sürecinin avantajlarından yararlanan ve bunları tekelleri altında tutan büyük sermaye babalarının sayıları durmadan azalırken, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü alabildiğine artar; ama aynı zamanda, sayıca giderek artan bir sınıfın, kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleşen ve örgütlenen işçi sınıfının öfkesi de artar. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendisinin hükmü altında gelişen üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla uyuşmadıkları bir noktaya ulaşır. Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.” (Marx, Kapital Cilt 1, s. 729, Yordam Kitap)

[11] Marx, Grundrise Cilt 2, s. 31, Sol Yayınları

[12] Age, s. 31

[13] Age, s. 32

[14] “Toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızlı büyüyecektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin yararlanılabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş üretken gücüdür. Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emekzamanı değildir, yararlanılabilir zamandır.” (Age, s. 166)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi